Rahman ve Rahim Olan Allah’ ın Adı İle . Hamd O’na, Rahman ve Rahim olana, salat ve selam ise O’nun en çok sevdiği habibine mahsustur. İslam, en son gelen nebinin (sav) tebliğ edip, açıkladığı ve yaşayarak inceliklerini gösterdiği, kemale ermiş, tamamlanmış ve kendisinden sonra başka din gelmeyecek olan, insanlığın tek ve vazgeçilmez dayanağı olan bir dindir.
Bu dinin temel kaynakları noktasında müslümanların bir sorunu ve sıkıntısı yoktur. Hadis üzerinde farklı mülahazalar yapılsa da genel ekseriyet Kuran ve hadisin islam dininin iki temel esası ve vazgeçilmezi olduğu konusunda mutabıktır. Müslümanlar arasında görülen asıl sorun ve sıkıntı nasların yorumlanması ve dindeki metodoloji noktasındadır. Metodoloji derken, hangi ilahi emir veya nehyin hangi durumda geçerli olacağı, toplumsal sorumlulukların bireysel vazifeleri yapmaya engel olup olmadığı ve zamanın gerektirdiği vacibin hangisi olduğunun belirlenmesi gibi konular bağlamında yaşanan farklılıklar kastedilmektedir.
Hepimizin malumu olan çağdaş selefi-vahhabi akımlar, tekfirci guruplar, kendilerine cihadcı ismini takan müslüman topluluklar maalesef yaygınlaşmış ve yaptıkları sansasyonel işlerle tüm dünyanın ilgi odağı olmayı başarmışlardır. Bunların islam dininin ruhuna uymayan amelleri islam düşmanlarının ellerini güçlendirmiş ve onların kara propagandaları için bulunmaz bir malzeme teşkil etmiştir.
Bu guruplar maalesef kimi cahil gençleri etkilemekte ve kendi yanlarına çekebilmektedirler. Bunu yaparken kimi ayet ve hadisleri kendilerine dayanak yapmakta, bunları bağlamlarından kopararak yorumlamakta ve temiz dimağları etkilerine almaktadırlar.
Biz bu yazımızda islam dininde büyük ve küçük cihad kavramlarını, bunlar arasındaki ilişkiyi ve bu konuda çağdaş selefi guruplar tarafından yapılan eleştirileri incelemek ve mümkün olduğunca doğruları ortaya koyabilmek arzusundayız. Yüce sadatın bereketi ile tevfik vermesini Rabbimizden niyaz ediyoruz.
Tasavvuf ehli malum olduğu üzere cihad kavramını daha iyi anlaşılabilmesi için tasnif etmiş ve nefisle yapılana büyük cihad, düşman ile savaş meydanında yapılana ise küçük cihad demiştir. Bu tasnifi yaparken genel İslam dininin tamamından çıkan manaya, bu konudaki tüm rivayetlere bakarak bu kanıya varılmıştır. Tek bir rivayete ya da zayıf bir hadise dayanarak bu tasnif yapılmamıştır.
Kimi tasavvuf kitaplarında zikredilen aşağıda belirtilen zayıf hadisten hareketle tasavvuf ehli alimlere çok ağır eleştiriler yapılmakta ve sanki nefsi ıslah etme gayreti müslümanları geri bırakan, tembelliğe iten ve mücadeleden geri bırakan bir şeymiş ve dinde de zayıf bir hadisten başka bir dayanağı yokmuş gibi sunulmaktadır. Şimdi yapılan eleştirilere hep beraber bakalım :
Çağdaş selefi-vahhabi gurupların bu konudaki görüşlerinin açıklayan bir alıntı
‘Cabir radiyallahu anhu’dan rivayet olunur ki; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem büyük bir savaştan dönüşte ashabına: “Küçük cihaddan, büyük cihada döndük” dedi. Ashab-ı Kiram radiyallahu anhum “büyük cihad nedir?” diye sordu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem : “Kişinin heva ve hevesine karşı gerçekleştirdiği cihaddır/mücadelesidir” buyurdu. (Bu hadisin isnadı zayıftır)
Bir çok müslüman ve cemaatlerin, dillerinde sahih bir hadis olarak zikredilen ve delil olarak kabul gören yukarda Arapçası ve tercümesi verilen hadisin tahricini yapalım. Hadis olarak kabul edilen bu söz, peygamberin söylemediği, onun adına uydurulan “uyduruk bir hadistir”
Bu uydurma söz; en büyük cihadın, kalple ve hevayla olduğunu ifade eder. Oysa bir çok ayet ve hadiste, en büyük ibadetin, Allah yolunda düşmanla göğüs göğüse vuruşmakla gerçekleştiği ifade edilir. Tövbe ve Enfal sürelerini okursanız buna şahit olursunuz.
Gelin sorulan soru çerçevesinde bu hadisin sıhhati hakkında muhaddislerin ve âlimlerin görüşlerini zikredelim. Muhaddislerin görüşleri şöyledir. İmam Beyhaki: “Bu hadisin isnadı zayıftır”. İmam İbn Teymiyye : “Aslı yoktur” (Mecmû fetâvâ 11/197) Irakî : “Zayıftır” (İhya Tahricinde) İbn Hacer el-Askalânî : Bu söz İbrahim b. Ebi Able’ye ait bir söz olup insanların dilinde meşhur bir sözdür.(Keşful Hafâ Aclûnî) İmam el-Elbânî : “Münker zayıf” (Silsiletu’d Daifa 2460) el-Feteni: “Zayıf” İmam Suyûtî : “Merfu olduğunu bilmiyorum” Zeylaî : “Garib cidden” (keşşâf’ın tahricinde) Molla Aliyu’l Kârî : “Aslı yoktur, uydurmadır” (el-Esrâru’l Merfûa) İbn Useymin: “Çok zayıf veya uydurma” (Mecmû fetâvâ) Şeyh Salih el-Muneccid: “Aslı yoktur/Uydurma” O halde; bu hadis uydurmadır aslı yoktur, dinde delil hükmünde değildir. Bu durumda, “Tarikat ehlinin bu hadisi delil alarak, nefisle cihad etmek, düşmanla göğüs göğüse cihad etmekten daha hayırlıdır” sözünün kabul edilir bir delile/dayanağa/hüccete dayanmadığı açıkça görülür. Rabbim; delille iman ve amel etmeyi sevdirsin.’
(http://www.ubeydullaharslan.com/index2.php?sayfa_id=41&id=534 )
Meselenin Hakikatı
Yukarıda zikredilen hadis zayıf bir hadistir. Bu konuda her hangi bir ihtilaf yoktur. Nefisle cihadın büyük cihad olarak nitelenmesi sadece bu zayıf hadise dayanan ve dinde bir dayanağı olmayan bir nitelendirme değildir. Bunun için bir kaç delil zikretmek yeterli olacaktır.
1- Resulullah (sav) buyurdular ki:“Gerçek mücahid, nefsiyle cihad edendir.” (Tirmizi, Fedâilu’l-Cihad 2)
Mücahid bildiğimiz gibi düşmana karşı cephede savaşan müslümanlar için kullanılan bir ibaredir. Fakat yukarıda zikredilen sahih hadisi şerifte kendisine mücahid payesi verilmeyi hak eden müslümanın yani gerçek mücahidin nefisi ile mücadele eden , cihad eden olduğu net bir şekilde açıklanmıştır. Burada gerçek mücahid denilmesi nefis ile yapılan cihadın önemine işarettir.
2- Ebû Hüreyre (r.a.), Rasûlullah (sav)’ı şöyle buyururken dinledim, dedi:
“Kıyamet günü hesabı ilk görülecek kişi, şehit düşmüş bir kimse olup huzura getirilir. Allah Teala ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu itiraf eder. Cenab-ı Hak:
-Peki bunlara karşılık ne yaptın? Buyurur.
-Şehid düşünceye kadar Senin yolunda cihad ettim, diye cevap verir.
-Yalan söylüyorsun. Sen, ‘babayiğit adam’ desinler diye savaştın, o da denildi, buyurur. Sonra emrolunur da o kişi yüzüstü cehenneme atılır.
Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur’an okumuş bir kişi huzura getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Ona da:
-Peki, bu nimetlere karşılık ne yaptın, diye sorar.
-İlim öğrendim, öğrettim ve Senin rızan için Kur’an okudum, cevabını verir.
-Yalan söylüyorsun. Sen ‘alim’ desinler diye ilim öğrendin, ne güzel okuyor’ desinler diye Kur’an okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi, buyurur. Sonra emrolunur da yüzüstü cehenneme atılır.
(Daha sonra) Allah’ın kendisine her çeşit mal ve imkan verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği nimetleri ona hatırlatır. Hatırlar ve itiraf eder.
-Peki ya sen bu nimetlere karşılık ne yaptın, buyurur.
-Verilmesini sevdiğin, razı olduğun hiçbir şeyi esirgemedim, sadece senin rızanı kazanmak için verdim, harcadım, der.
-Yalan söylüyorsun. Halbuki sen, bütün yaptıklarını ‘ne cömert adam’ desinler diye yaptın. Bu da senin için zaten söylendi, buyurur.
Emrolunur bu da yüzüstü cehenneme atılır.” (Müslim, İmare, 152)
Bu kapsamlı hadiste görüldüğü gibi Allah yolunda cihad eden bir mücahidin, nefsini tezkiye ve kalbini tasfiye edemeden, niyetini sahih kılamadan yaptığı amelin nasıl boşa çıktığı açık bir şekilde ortaya konulmuştur. Aynı şey bir alim ve bir zengin için de tekrar etmiştir. Demek ki büyük cihad denilen nefisle cihad yapılmadan ve bu alanda bir başarı elde edilmeden yapılacak tüm ameller boşa gitme tehlikesi ile karşı karşıyadır. İhlas kalp temizliğine bağlıdır ve büyük cihadın en önemli süreçlerinden birisidir. Tek başına bu rivayet dahi insanı uyarmalı ve kalbini tasfiye etmeye ve kendi nefisini arındırmaya başlamasına vesile olmalıdır.
3- “Allah Teala sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalplerinize bakar.” (Müslim, Birr 33)
Kalpteki safiyet ve ihlas asıldır ve Allah c.c. katında geçerli olan odur. Bu safiyet kazanılmadan yapılan ameller boşa gitmeye mahkumdur.
“Ebu Musa Abdullah İbn Kays el-Eş’ari (r.a.) şöyle dedi:
Rasûlullah (s.a.)’a soruldu:
-Biri cesaretini göstermek, diğeri milletini korumak, öteki kendine yiğit adam dedirtmek için savaşan kimselerin hangisi Allah yolundadır?
Rasûlullah (sav) şu cevabı verdi:
-Kim, Allah’ın kelimesi, (kelime-i tevhid, lailahe illallah, Muhammedün rasulullah) yüce olsun diye savaşıyorsa, O Allah yolundadır. (Buhari, İlim, 45)
Ve bu konuda Rasûlullah Efendimiz’in bir uyarısı daha:
“Ebu Ümame el Bahili’nin rivayet ettiği bir hadise göre, adamın biri Rasûlü Ekrem’e gelerek:
-Para ve şöhret için savaşan bir adam nasıl bir sevap kazanır? Diye sordu.
Peygamber Efendimiz:
-Hiçbir şey kazanamaz, buyurdu.
Adam bu soruyu üç defa sordu, her defasında da aynı cevabı aldı. Sonra Rasûlullah sözünü şöyle tamamladı:
-Allah Teala, sadece kendi rızası için yapılan ibadetleri kabul eder, başkasını değil. (Nesai, Cihad 24)
Rasulullah’ın şu ikazı, çok daha ürpertici bir akıbeti haber veriyor:
“Aziz ve Celil olan Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya yarayan bir ilmi, sırf dünyalık elde etmek için öğrenen kimse, kıyamet günü cennetin kokusunu bile alamaz.” (Ebu Davud, İlim 12)
Buradan da anlaşıldığı gibi amellerde öncelik batın ve kalp temizliği ve niyetin güzelliğidir. Bunları sağlamak için nefis ile cihad gerekmektedir. Diğer amellerin kabulü bunlara bağlıdır.
4- “Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis, Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü emreder.“ (Yusuf, 53)
“Nefsini hevadan (tutkulardan) koruyanın varacağı yer cennettir.” (Naziat suresi (79), 40)
Nefis, Rasulullah Efendimiz’in Rabbine şöyle niyazda – ilticada bulunduğu bir iç kudrettir:
“Rabbim, beni göz açıp kapayana kadar, hatta bundan daha az bir süre için bile nefsimin eline bırakma.” (Ebu Davud, Edeb 110, Müsned, V, 42)
Bu ayet ve hadisler nefsin ne kadar büyük bir düşman olduğunu ortaya koymakta ve müslümanları uyararak işin ciddiyetine vakıf olmaya çağırmaktadır. Yusuf a.s. ve Hz.Muhammed a.s. ikisi birden hem peygamber ve hem de masum olmalarına rağmen nefislerine karşı Allah’a sığınmakta ve O’ndan yardım istemektedirler. Hal böyle olunca nasıl olurda nefisle cihad önemsiz, değersiz ya da sıradan bir şey gibi gösterilebilir ?
Peki Allah yolunda düşmanla cihad önemsiz bir şey midir ?
Hiç bir aklı başında müslüman asla ama asla bunu söyleyemez. Bu konudaki rivayetler o kadar fazladır ki şüpheye asla yer yoktur. Bunlardan bir kaçını şöyle sıralayabiliriz :
Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah yolunda yapılan bir sabah ve akşam yürüyüşü, hiç şüphesiz dünyadan ve dünya varlıklarından daha hayırlıdır. “
Buhârî, Cihâd 5, Rikâk 2; Müslim, İmâre 112-115. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilu’l-cihâd 17, 26; Nesâî, Cihâd 11, 12
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ e gelerek:
-İnsanların hangisi daha üstündür? diye sordu. Peygamberimiz:
-“Allah yolunda canıyla ve malıyla cihad eden kimse” buyurdu. Adam:
-Sonra kimdir? diye sordu. Efendimiz:
-“Bir vadiye çekilip Allah’a ibadet eden ve insanları şerrinden uzak tutan kimse” buyurdular.
(Buhârî, Cihâd 2, Rikâk 34; Müslim, İmâre 122-123. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 5; Tirmizî, Fezâilu’l-cihâd 24; Nesâî, Cihâd 7; İbni Mâce, Fiten 13 )
Sehl İbni Sa’d radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah yolunda bir gün hudut nöbeti tutmak, dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır. Sizden birinizin kamçısının cennetteki yeri, dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır. Kulun Allah Teâlâ’nın yolunda akşamleyin veya sabah erken vakitteki yürüyüşü de dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır. ”
(Buhârî, Cihâd 6, 73, Bed’ü’l-halk 8, Rikâk 2; Müslim, İmâre 113-114. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 17, 25, Tefsîru sûre (3) 22; İbni Mâce, Zühd 39 )
Rivayetlerde görüldüğü gibi düşmana karşı savaşmak manasındaki cihad çok faziletli bir ameldir. Hac suresi 78 .ayetinde Allah c.c. yolunda hakkıyla cihad edilmesi emrolunmuştur. Bu ayeti Elmalılı Hamdi yazır tefsirinde şöyle açıklamıştır :
‘Ve özellikle Allah uğrunda gerektiği gibi hakkıyla cihad ediniz.
Cihad: Düşmana karşı savunmada bütün gücünü harcamaktır ki, üç kısımdır: Birincisi, açıkça kendini belli etmiş düşman ile yapılan cihad. İkincisi, şeytan ile yapılan cihad. Üçüncüsü de nefis ile yapılan cihaddır. Bazıları buradaki cihaddan maksat ilk şıktakidir demişler, bazıları da hevâ ve nefisle yapılan cihad olduğunu söylemişlerdir. Fakat en doğru olan üç kısmın üçünü de içine almış olmasıdır. Bu kapsam, hakikat ile mecazın bir araya getirilmesi kabilinden değil, cihad kavramının kendi kapsamının bir gereğidir. Şüphesiz mücahede tabiri mukatele (savaşmak) tabirinden daha geneldir. Nitekim rivayet olunur ki, Hz. Hasan bu âyeti okumuş ve demiştir ki: Adam, Allah uğrunda cihad eder, oysa düşmana bir tek kılıç bile vurmamıştır. Sonra Allah uğrunda cihad etmenin hakkı da onun hak ve ihlasa uygun olması, haksızlıktan, kötü gaye ve maksatlardan uzak olması, mümkün olduğu kadar gevşeklik ve tembellikten arınmış olmasıdır.’
Nefis ile yapılan cihad tüm yaşamı, tüm bedeni ve ruhu içine almıştır. Çünkü kalbin saflaşması ve niyetin ihlaslı olması için çalışmaktır ki bu tüm amellerin imandan sonra olmazsa olmaz kabul şartıdır. Cihad kıtalden yani savaş meydanında çarpışmaktan daha genel bir anlama sahiptir. Kıtali de içine alır ve bazen rivayetlerde bu anlamda kullanılır. Bu bizi yanıltmamalıdır. Çünkü kıtal yapılırken dahi nefisle cihad gündemdedir. Allah için kılıç sallamak ve kalbi ihlaslı tutmak asıldır. Yoksa ameller boşa gidecektir.
Rivayetler arasında çelişki gibi görünen farklılıklar
Kimi çağdaş akımlar gençleri etkilemek için cihadın yani kıtalin fazileti ile ilgili rivayetleri öne çıkararak, ahlaki erdemlere sahip olmak, faziletli bir hayat sürmek için nefsini tezkiye etmek gibi amelleri değersiz ya da çok az önemli gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Oysa aynı hadis kitaplarında kendilerini yanlış gösteren rivayetler o kadar fazladır ki . Biz burada bir kaç tanesini zikretmek istiyoruz.
Ebû Zer radıyallahu anh şöyle dedi:
-Yâ Resûlallah! Hangi amel daha faziletlidir? diye sordum,
-“Allah’a iman ve Allah yolunda cihaddır” buyurdular.
Buhârî, Itk 2, Keffârât 6; Müslim, Îmân 136. Ayrıca bk. İbni Mâce, Itk 4
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallallahu aleyhi ve sellem’e:
-Hangi amel daha faziletlidir? diye soruldu.
-“Allah’a ve Resûlüne inanmak” buyurdu.
-Sonra hangisi? denildi.
-“Allah yolunda cihad etmek” karşılığını verdi.
-Bundan sonra hangisi? denilince:
-“Allah katında makbul olan hactır” buyurdular.
Buhârî, Îmân 18, Hac 4, Tevhîd 47; Müslim, Îmân 135. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 22; Nesâî, Hac 4, Cihâd 17
İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
-Yâ Resûlallah! Hangi amel Allah’a daha sevimlidir? dedim,
-“Vaktinde kılınan namaz” buyurdu.
-Sonra hangisidir? diye sordum,
-“Ana babaya iyilik etmek” diye cevap verdi.
-Ondan sonra hangisidir? dedim,
-“Allah yolunda cihad etmek” buyurdular.
(Buhârî, Mevâkît 5, Cihâd 1, Edeb 1, Tevhîd 48; Müslim, Îmân 137-139. Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 14, Birr 2; Nesâî, Mevâkît 51)
Görüldüğü gibi farklı rivayetlerde farklı ameller daha faziletli olarak zikredilmiştir. Tek bir hadise ya da bir kaç rivayete bakarak, diğer pek çok rivayeti görmezden gelerek hüküm vermek yanıltıcı ve saptırıcı sonuçlar doğurmaktadır. Aynı konu hem İbn-i Abbas’a (r.a.) ve hem de Hz.Ali’ye sorulmuştur. Aşağıdaki rivayet konuyu özetleyecek bir rivayettir.
İbn-i Abbas(r.a.), Resulü Ekrem’in (sav) amcası Hazret-i Abbas’ın oğludur. Ona bir kısım kişiler gelerek ayların, günlerin ve amellerin en hayırlısı hangisidir, diye sordular. O şöyle cevap verdi :
Ayların hayırlısı, Ramazan ayıdır. Zira, Kur’an-ı-Azim o mübarek ayda nazil oldu. Bin aydan hayırlı olan Kadir gecesi bu mübarek aydadır. Dinin rükünlarınden olan oruç bu ayda farz oldu. Nafile ibadetlere bu mübarek ayda farz sevabı verilir.
Amellerin en hayırlısı, dinin temellerinden olan, zamanında kılınan beş vakit namazdır. Günlerin hayırlısı yevmi Cumadır.
İbn-i Abbas (r.a.), Cuma günü vefat eyledi. Üç gün sonra İbn-i Abbas’ın verdiği bu cevaplar Hz. Ali ‘ye vasıl oldu. İbn-i Abbas bu sorulara böyle cevap vermişti dediklerinde, İmam Ali kerremallahu veche şöyle buyurdu; ”Doğudan batıya, bütün ulemaya, hükemaya ve fukahaya bu üç mesele sorulsa, İbn-i Abbas’ın verdiği cevabı verirler. Şu kadar var ki, ben de bu cevaba şunu derim, amellerin hayırlısı Cenab-ı Hakkın senden kabul ettiği ameldir. Az olsun çok olsun. Ayların hayırlısı da senin Cenab-ı Zülcelal’e tövbeyi nasuh ile tövbe ettiğin aydır. Günlerin hayırlısı da, iman ile göçtüğün gündür.
Sonuç
Allah c.c. katında en makbul amel imandır. Kalbe ait bir amel olup, o olmadan hiç bir amel kabul olunmaz. Allah c.c. katında en makbul olan ikinci amel ise niyettir. Kalbe aittir. Amellerin kabul şartıdır. O olmadan ameller kabul olmaz. Niyetten kasıt amelin ihlaslı ve Allah c.c. için olmasıdır. Eğer kalpte ihlas yok ve riya varsa, kişi amellerini ve onlardan gelecek sevapları kaybetmiş demektir.
İnsanlar helak oldular alimler kurtuldu. Alimler helak oldular bildikleriyle amil olanlar, amel edenler kurtuldu. Amel edenler helak oldular muhlis yani ihlaslı olanlar kurtuldular. Onlarda büyük bir tehlikenin içindedirler. (bk. Aclunî, Keşfü’l-Hafa, 2/280 no: 2795) Bu tehlike kendisiyle mücahede edilmesi her an gerekli olan nefistir.
Büyük ve küçük cihaddan bahseden bir hadisin zayıf olmasına bakarak nefisle cihadı önemsizleştirmek bir ifrat ve kıtal manasında cihadı ise yok saymak bir tefrittir. Bu konuda merhum Hasan el-Benna bu sözün hadis olmadığını alimlerden naklettikten sonra şöyle demektedir: “Bu söz, sahih hadis kabul edilse de, müslümanların memleketlerini korumak ve kafirlerin saldırılarını def etmek için cihad etmelerine ve bunun için hazırlık yapılmasına engel değildir. Ancak bu sözün anlamı, bütün amellerin sadece Allah rızası için yapabilecek seviyeye gelinceye kadar, nefis ile mücadele edilmesinin vacip olduğudur.” ( Risaleler, sh. 289, Daru’l-Yafa, Kahire 1988)
Büyük müceddid Şeyh Muhammed Haznevi Hazretleri ; ‘ İnsanın üç büyük düşmanı vardır. Bu düşmanlardan şeytan ve dünyayı herkes tanır. Ancak tehlikesi daha fazla olan, son nefese kadar insanla beraber olan, tehlikesini ancak salih insanların ve Nakşibendi sadatlarının bildiği bir düşman vardır ki; işte o nefs’tir… Tüm vücudun ıslahı, kalbin ıslahına bağlıdır. Kalbin ıslahının şartı da Allah’ın zikridir. Allah ( c.c. ) Kur’an-ı Kerim’de : “Bilesiniz ki kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur.” buyuruyor.’ diyerek meseleyi net bir şekilde açıklamışlardır.