Mısır evliyâsından Ali Havâs Berlisî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri bir fakîrin, “Allah için eski bir elbise, Allah için ufak bir şey, Allah için az döküntü hurma, Allah için yeni bir şey verin!” diye seslendiğini duyduğu zaman, o fakîrin üstünde bulunan eski elbiseleri çıkarır, ona yeni elbise giydirir ve şöyle derdi: “Ben bu kişinin bu şekilde feryâdını, yâni Allah için şunu bunu verin diye seslendiğini duyunca, utancımdan etlerimin eridiğini hissettim. Şâyet bu kimse üstümdeki şeyleri isteseydi, hepsini ona verirdim. O ânda duyduğum tadı kimse duyamaz.”
Endülüs evliyâsının büyüklerinden, kırâat ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi Ebü´l-Abbâs ibn-i Ârif (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin bir sohbeti sırasında talebelerinden biri, bir kimseye sadaka olarak bir şeyler vermek istedi. Bir diğeri; “Sadakayı akrabâna vermek daha evlâdır.” dedi. Bu hâli gören Ebü´l-Abbâs ibni Ârif; “Sadakayı Allahü teâlâya yakın olanlara vermek daha iyidir.” buyurdular.
Yemen´in meşhûr velîlerinden İbn-i Üstâd-ül-A´zam Seyyid Abdullah bin Alevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin zamanında Ahmed bin Nu´mân isminde bir kimsenin bir hayvanı vardı. Hayvanı satmak üzere pazara giderken, kendi kendine; “Bu hayvanı şu kadar fiyata satabilirsem, aldığım ücretin şu kadar mikdârını Abdullah bin Alevî hazretlerine hediye edeceğim.” diye niyet etti. Pazara vardı. Hayvanını kolaylıkla ve arzû ettiği fiyata sattı. Sonra, Abdullah bin Alevî hazretlerinin bulunduğu Terîm beldesine döndü. Fakat yolda yaptığı niyeti, sadaka vermeyi unut- muştu. Abdullah bin Alevî bunu yanına çağırıp, o niyetini hatırlattı. O kimse çok hayret etti. Bu niyetini hiç kimseye söylememişti. Bunun, o zâtın bir kerâmeti olduğunu anlıyarak nezrini, adağını yerine getirdi.
Büyük velîlerden Mansûr bin Ammâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöy- le anlatır: “Bir gün Mısır´a gitmiştim. Orada büyük bir kuraklık ve kıtlık yaşanıyordu. Cumâ namazından sonra halk ağlayarak duâ etmişti. Hatırımdan câminin ortasına gidip, bu cemâate nasîhatta bulunayım diye geçti. Aklımdan geçirdiğim gibi yaptım. Sonra câminin ortasına gidip onlara şöyle dedim: “Ey cemâat! Allahü teâlâya, sadaka vermek sûretiyle yaklaşınız. Allahü teâlâya en güzel yaklaşma şekli budur.” dedim. Sonra; “Ey Allah´ım! Benim üstümdeki cübbemden başka hiçbir şeyim yok, ancak bunu verebiliyorum, dedim ve cübbemi çıkarıp ortaya attım. Beni tâkip eden halk, cübbemin üzerine sadakalarını koymaya başladı. Bunları fakirlere dağıttık. Bir müddet sonra yağan yağmurlarla her taraf su ile doldu.”
Evliyânın meşhûrlarından ve büyük İslâm âlimi Muhammed Ma´sûm Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Sadakanın sevâbını evvelâ Resûlullah efendimizin rûhuna, sonra da diğer meyyitin rûhuna hediye etmelidir.”
Evliyânın büyüklerinden Semnûn Muhib (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün Bağdât´ta, hayırsever birinin dört bin altın sadaka dağıttığını gör- dü. Arkadaşı Ebû Muhammed Megazilî´ye; “Görüyor musun, bu zât ne kadar sevap işledi. Bizim elimizde para yok. Eğer bu dağıtılan para ka- dar sevap kazanmak istiyorsak, biz de gidip her bir altın için, bir rek´at namaz kılalım.” buyurdu. Arkadaşıyla berâber dört bin rekat namaz kıldılar.
Cezâyir´de yetişen, hadîs, kelâm, mantık ve kırâat âlimi Senûsî (rah- metullahi teâlâ aleyh) muhtâc olanlara çok sadaka verirdi. Evinde bulunanlara da, her zaman ve bilhassa açlık ve kıtlık zamanlarında çok sadaka vermelerini sık sık tenbih ederdi. “Cennet nîmetlerine kavuşmayı arzu edenler, bilhassa pahalılık ve kıtlık zamanlarında çok sadaka versinler.” buyururdu.
Mısır evliyâsının büyüklerinden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimi Sultân-ül-Ulemâ İzzeddîn bin Abdüsselâm (rahmetullahi teâlâ aleyh) Dımeşk´da olduğu zaman, büyük bir kıtlık oldu. İnsanlar bahçelerini ve arâzilerini ucuz fiyata sattılar. Hanımı, İzzeddîn bin Abdüsselâm´a gerdanlığını vererek, bir bahçe almasını istedi. İzzeddîn bin Abdüsselâm, sattığı ger- danlığın parasını fakirlere sadaka olarak dağıttı. Eve gidince, hanımı bahçe alıp almadığını sorduğunda; “Evet, onunla bir bahçe alacaktım. Fakat insanların çok zor durumda olduğunu gördüm. Bunun üzerine bahçe satın almayıp parayı halka sadaka dağıttım. Hanımı bu duruma hiç îtirâz etmeden; “Allahü teâlâ, sana ondan büyük bir hayır versin.” dedi.
Meşhûr Hanbelî hadîs âlimlerinden, velî Yünûnî (rahmetullahi teâlâ aleyh) fakirdi ve malı yoktu. Bununla berâber Câfer-i Sâdık ın soyundan olduğu için sadaka kabûl etmezdi. Çünkü Ehl-i beyt sadaka almaz.
Büyük velîlerden ve Mısır da yetişen Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden Zekeriyyâ Ensârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak, Ab- dülvehhâb-ı Şa rânî şöyle anlatır: Bir gün şerîflerden bir zât Zekeriyyâ Ensârî ye geldi ve ona; Ey Efendim! Başımdan sarığımı çaldılar. Bana sarık parası ver. dedi. Zekeriyyâ Ensârî ona çok az para verdi. Şerîf zât bu parayı almadı ve çıkıp gitti. Ben, Zekeriyyâ Ensârî ye; Bu para bir sarık almaya yeterli değildi. dedim. Zekeriyyâ Ensârî; O, kalabalık bir mecliste iken gelip benden istekte bulundu. Allahü teâlâ sadakalarımı gizli vermemi bana mâlûm etti. Bunu kimseye söylemem ve belli etmem. Şâyet bu şerîf bana kimsenin olmadığı bir vakitte gelmiş olsaydı, dedesi Resûl-i ekremin sallallahü aleyhi ve sellem hatırı için, sarık parasıyla birlikte fazladan para da verirdim. buyurdu. Ben olaydan sonra fakir şerîf ile bir yerde karşılaştım. Zekeriyyâ Ensârî nin söylediklerini ona söyledim. Bunun üzerine o şerîf; Şeyhülislâm Zekeriyyâ hazretleri gece- leyin bana bir sarık gönderdi, işte o da şimdi başımdadır. dedi.