Yemen´de yetişen velîlerden Ebû Şu´be Hadramî (rahmetullahi teâ lâ aleyh) hazretlerinin talebelerinden birinin şöyle haber verdiğini Cündî nakleder: Günlerden bir gün her günkü âdetim üzere kendisinden ders okumak üzere Mescid-i Ebû Şu´be´ye gittim. Mescidin kapısına vardığımda içeride bir grup kimsenin hocam ile konuştuklarını duydum. Yanında ziyâretçileri olduğunu düşünerek rahatsız etmemek için içeri girmedim. Bir müddet bekledim. Konuşmalar kesilince, kapıda beklediğimi bildirmek için öksürür gibi ses çıkardım. Hocam; “Kim o ” deyince, ismimi söyleyerek; “Hizmetçiniz filân kimse.” dedim. “Gir!” buyurdu. İçeri girdiğimde hocamın yanında hiç kimse yoktu. Sonra; “Ey efendim! Biraz önce sizinle berâber bâzılarının konuştuğunu, size bâzı şeyler sorup, sizin de cevap verdiğinizi duymuştum ve ziyâretçilerinizin bulunduğunu zannetmiştim. Fakat burada sizden başka kimse yok. Hikmeti nedir ” diye sorduğumda; hocam hayret edici bir hal ile; “Sen o konuşmaları duydun ha!” buyurdu. “Evet.” dedim. Bunun üzerine; “Yanımda cin tâifesinden olan talebe kardeşlerinizden bir grup vardı. Bâzı meseleleri sordular ben de cevaplandırdım. Sonra gittiler.” buyurdular.
Hindistan´da yetişen büyük velîlerden Muhammed Saîd Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri hakkında Hâşim-i Keşmî hazretleri şöyle anlattı: “Hazret-i Mahdumzâde Muhammed Saîd bu fakîre anlattı: “Bir gece kendi evimde, pencereleri içerden kapayıp uyuyordum. Gecenin bir kısmı geçmişti ki, bir kimse kuvvetle kapıyı çaldı. “Acabâ bu saatte kimdir ” diye hayret ettim. Her ne kadar; “Kim var orada ” deyip bağırdıysam da cevap vermedi. Kapının yanına gelip, kapıyı açmak istedim. O kimse kapıyı kendi tarafına çekti. Ben de bana doğru çektim. Bu esnâda hazret-i İmâm´ın sesini duydum. Bana; “Muhammed Saîd hazır ol!” buyurdular. Onların sesi gelir gelmez, kapıdaki zât kayboldu. Daha sonra babamın huzûruna gidince, daha ben olayı anlatmadan; “Bu gece senin evine cin girip sana eziyet vermek istedi. Bunu farkettim, bağırdım ve onu kovdum.” buyurdular.” Buna temasla, hazret-i İmâm´ın yüksek talebelerinden bir kısmı, onların mübârek dillerinden naklederek şöyle anlattılar: “Bir gece evimde, uyumak için yattım. Tam gözlerimi kapayıp, uykuya dalarken, bir cinin bana tesir ve tasarruf etmek istediğini anladım. “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh…” mübârek kelimesini okudum. Bu kelime ağzımdan çıkar çıkmaz meleklerin gelip, o cini parça parça ettiklerini, yanında olanları etrafımdan koğduklarını ve filân yere götürdüklerini gördüm.”
Hindistan´da yetişen evliyânın büyüklerinden Şâh-ı A´lâ (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) hazretleri´nin torunu ve halîfesi olan Şâh Muhammed şöyle anlatır: “Daha küçüktüm. Dedem ve aynı zamanda hocam olan Şâ- h-ı A´lâ´nın yanındaydım. Gece yarısını çok geçmişti ki, yüksek dedemin; “Cemâl! İbriğimi getir!” diye seslendiğini duyarak uyandım. Baktım. Be- yaz elbiseli, uzun boylu birisinin dedemin huzûrunda bulunduğunu gör- düm. Ayakta ve edeble bekliyordu. O tanımadığım kimse su döküp, de- dem abdest aldı. O şahıs dedemin işâreti ile ibriği kaldırıp bir kenara koydu. Geri gelip el bağlayarak durdu. Dedem; “Cemâl! Gidebilirsin baş- ka iş yok” buyurdu. O şahıs birkaç adım gitti ve bir anda gözden kaybol- du. Ben birden çok korktum. Dedeme, o kimsenin kim olduğunu suâl ettim. “Sus! Sen onun kim olduğunu şimdilik anlayamazsın.” buyurdu. Ben edebimden ağzımı açıp tekrar soramadım. Her hâlde evliyânın hiz- metine gelen ricâl-i gaybdendir diye düşündüm. Daha sonra anladım ki, o gördüğüm şahıs, dedemin hizmetinde bulunan cinlerden biri imiş.”
Hindistan´ın büyük velîlerinden Şeyh Tâc (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri hakkında rivâyet edilir ki: bir zaman sefere gitmişti. Gittikleri yerde talebeleri ile oturmuş sohbet ederken oraya biri geldi. Şeyh Tâ- cüddîn´in elini öptü. O ise bu gelen kimseyi hiç tanımıyordu. Gelen kim- se; “Efendim! Ben cinlerdenim. Burası bizim kaldığımız yerdir. Sizin tale- beniz olmak, feyz ve bereketlerinizden istifâde etmek istiyorum. Sizin gi- bi yüksek zâtları pek görmedik. Bunun için sizi çok sevdik.” dedi. Cinnin bu sözlerini dinleyen Şeyh Tâcüddîn onun arzusunu kabûl edip, soh- betlerinde bulunabileceğini, böylece arzu ettiklerine kavuşacağını bil- dirdi. Cin sevinerek oradan ayrıldı. Daha sonraki sohbetlere bu cin gelir, o büyük zâtı dinlerdi. Bu cinnîyi, Tâcüddîn hazretlerinden başkası görmezdi.