Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, bedbahtlık alâmetleri nedir dediler. Bunun üzerine; “Şu beş husus şekâvet, bedbahtlık alâmetidir: Kalp katılığı, ağlamayan göz, hayânın azlığı (yokluğu), dünyâya rağbet etmek, ihtiras ve tûlu emel arzusu.” buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden Mâlik bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, “Bedbahtlığın alâmeti nedir ” dediklerinde, o; “Şu beş şey bedbahtlığın alâmetidir: 1) Gözün yaşarmaması, 2) Kalbin katı olması, 3) Hayâsızlık, 4) Dünyâya düşkün olmak, 5) Dünyâ için canından endişe etmek. Mümin kimse, Allahü teâlâdan korkar. Başka sözlerden dilini korur.” buyurdular.
Büyük velîlerden Muhammed bin Fadl Belhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine Ebû Osman Hîrî hazretlerinin, yazdığı bir mektupta “Bedbahtlığın alâmeti nedir ” diye sorduklarında; “Bedbahtlığın alâmeti üçtür: Bir kimseye ilim verilir ama amel etmek için yardım edilmez. Amel etmeye yardım edilir ama bu sefer de ihlâsdan mahrum edilir. Üçüncüsü ise âlimler ile sohbet etmek nasîb olur, fakat onlara hürmet etmekten mahrum edilir.” buyurmuştur.
Büyük velîlerden Sehl bin Abdullah Tüsterî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine bedbahtlığın alâmeti olan şeyler nelerdir diye sorulduğunda: “İlmi olup, onunla amel edememek, ameli olup, ihlâslı olmamak. Bunun alâmeti de ibâdet ve hizmetleri zorlukla yapmak ve Hak teâ- lânın verdiğine râzı olmayıp, başka şeyler peşinde koşmaktır. Bedbaht- lığın diğer bir alâmeti de, Allahü teâlânın dostlarının sohbetine kavuşa- mamak ve onlardan hüsn-i kabûl görmemektir.” buyurdular.
Büyük velîlerden Ebü´l-Hayr el-Akta (rahmetullahi teâlâ aleyh) insanları gösterişten sakındırır ve; “Yaptıkları ibâdetleri herkese gösterme arzusunda olan, gösteriş yapmış olur. Her durumunu, bulunduğu her hâlini, insanlara göstermek isteyen de, gösteriş yapmış demektir.” buyururdu.
Tâbiînin büyüklerinden, hadîs ve fıkıh âlimi Eyyûb-i Sahtiyânî (rah- metullahi teâlâ aleyh) bir gün buyurdular ki: “Ey kardeşim! İnsanların il- me âit söylediği sözlerden bir kısmını ezberleyerek başkalarına karşı üstünlük taslama. Bu riyâkârlıktır, gösteriştir. O bilgiler aslında senin değildir. Onları ortaya koyan sen değilsin.”
Tâbiînden, meşhur hadîs âlimi ve veli İbn-i Muhayrız (rahmetullahi teâlâ aleyh) Allah korkusundan beti benzi sararmış bir halde; “Ey Allah´ım, benzim senin korkundan sararıp solmuş ve rengini kaybetmiş bir hale gelecek şekilde korkmayı nasip etmeni istiyorum.” diye duâ eder ve ağlardı. İnsanların iki yüzlü olmasına, nefislerinin arzuları peşinden koşmalarına çok üzülür ve bu şekilde onların hâlini şöyle açıklardı: “Eğer sizler iyi güzel şeyleriniz olduğu zaman insanlara gösteriş yapar, öğünür, onu parmağınızla gösterir ve beğenmiyecekleri bir şey olduğu zaman da gizlerseniz; Allahü teâlâ böyle olanları kıyâmet günü Cehennem´e atar ve onu yalancı diye adlandırır.”
Hindistan´da yetişen büyük velîlerden Hâce Kutbüddîn-i Bahtiyâr Kâkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Normal ve basit giyinmeli, süsten, gösterişten uzak olmalıdır. Süslü elbiseleri gösteriş için giyen, kendini aşağılamak yolunda silâhlı bir soyguncu gibi olur.
Tâbiînin ve âlimlerin büyüklerinden veli Ebû Eyyûb Meymûn bin Mihrân (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Güzel amelleri, sadece gösteriş için ve desinler diye işleyen kimse, dışı dikkat ve itina ile süslenerek güzelleştirilmiş olan bir necâsete benzer.
Evliyânın büyüklerinden Muhammed Zuğdân (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Gösteriş bulunan her amel, makbûl değildir. Zîrâ Hak teâlâ; Sâlih ameli kabûl ederim. buyuruyor. Her kim yaptığı ameli gösteriş niyetiyle yaparsa, onun ameli Allahü teâlânın huzûruna ulaşmaz. Yapanın yanında kalır.
Evliyânın büyüklerinden Abdullah bin Muhammed Mürteiş (rah- metullahi teâlâ aleyh) bir defâsında ramazân-ı şerîf ayının son on günü câmide îtikâfa başladı. Ancak birkaç gün sonra îtikâfı bırakıp çıktı. Se- bebini soranlara: “Mescidde bâzı kimselerin riyâ ile, gösteriş yaparak ibâdet edip, Kur´ân-ı kerîm okuduklarını gördüm. Bu hâlleri sebebiyle, onlara gelecek olan belâdan korkup dışarı çıktım.” dedi.
Evliyânın büyüklerinden Gavs-ül-âzam Seyyid Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “İnsanlara gösteriş için amel yapıp, sonra da bunu Allahü teâlânın kabûl etmesini istemek yakışır mı Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyâya düşkünlüğü bırak. Sevincini ve neşeni biraz azalt. Biraz hüzünlü ol. Peygamber efendimiz başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı.”
Allah için yapılmayan işler hakkında: “Senin dilin güzel ve tatlı; yüzün ise kötülüklerden kurtulmuş gibi gülüyor, ya kalbinin hâli nasıl Cemâat içinde iyi görünüyorsun, ya yalnız iken, yanında kimse yok iken nasılsın Göründüğün gibi değilsin. Sen namaz kıldığın, oruç tuttuğun, hayır işleri yaptığın zaman, eğer bunları sırf Allahü teâlânın rızâsını gözeterek yap- mazsan, nifak üzere ve Allahü teâlâdan uzak olacağını bilmiyor musun Şimdi Allah için yapmadığın bütün işlerin, bütün sözlerin, âdî ve bayağı niyetlerin için tövbe et.
İnsanlara gösteriş için, onların rızâlarını almak için amel yapıp, sonra da bunu Allahü teâlânın kabûl etmesini istemek yakışır mı Hırsı, şı- marıklığı, azgınlığı ve dünyâya düşkünlüğü bırak. Sevincini ve neşeni biraz azalt. Biraz hüzünlü ol. Çünkü sen, hüzün evinde ve dünyâ hapishânesindesin. Resûl-i ekrem dâimâ tefekkür ederdi. Sevinçleri az, hüzünleri çoktu. Az gülerdi. Sâdece başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı.”
Büyük velîlerden Ebû Saîd bin el-Arabî (rahmetullahi teâlâ aleyh) riyâ ve gösteriş yapanları münâsip bir lisanla îkâz ederdi. Bu sebeple; “Hüsranda kalanların en kötü durumda olanı, yaptığı iyi amelleri halka gösteren ve şahdamarından daha yakın olan Allahü teâlânın huzûruna, kötü amellerle çıkandır.” buyururdu.
Horasan bölgesinin büyük velîlerinden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimi Ebû Türâb-ı Nahşebî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin; İbn-i Süf- yân´dan (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem; “Bir kimse gösteriş ve yaptığını işittirmek isterse, Allahü teâlâ onu teşhîr eder. Riyâ yapanın da, Allah riyâsını gösterir.” buyurdu.
Büyük velîlerden Fâris bin Îsâ Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hocaları vasıtasıyla Zünnûn-i Mısrî hazretlerinden nakleder: Kim güzel amelini riyâkârlıkta kullanırsa, onun yaptığı iyi ameller günaha dönüşür.
Evliyânın büyüklerinden Ferîdüddîn-i Attâr (rahmetullahi teâlâ a- leyh) bir sohbet esnâsında amel yaparken riyânın, korkunç bir âfet olduğunu, Allahü teâlânın rızasına uygun olmayan işlerin, amellerin beyhûde olduğunu söyledikten sonra şöyle bir menkıbe anlattı:
Sâlihlerden biri bir mescide sabaha kadar ibâdet etmek için girmişti. Geceleyin bir ses duydu. Sanki mescidde biri vardı. O zât, kemâl sâhibi birisinin geldiğini zannetti ve aklından; “Böyle yere büyük zâtlar ancak Allahü teâlâya ibâdet etmek üzere gelir. Bu zât beni görür, hâlime nazar kılar.” diye düşündükten sonra, bütün geceyi seher vaktine kadar ibâdetle geçirdi. Duâda bulundu. Kendini nasıl göstermek istiyorsa öyle yaptı.
Seher vakti etraf ağarınca geriye dönüp baktığında bir köpeğin yattığını gördü. Kalbi utanç ateşi ile yandı ve kendi kendine; “Ey edepsiz herif! Allahü teâlâ seni şu köpekle terbiye etti. Bütün gece köpek görsün diye ve köpek için ibâdette bulundun. Ne olurdu bir gececik de Allahü teâlâ için uyanık kalsaydın. Ey nefsim! Senin bir gece bile Allahü teâlâ için riyâsızca ibâdet ettiğini görmedim. Sen, Allahü teâlâdan utanmaz mısın Kendi kadrini mevkî ve dereceni şimdi gördün. Âlemde elinden bir iş gelmez. Gelse bile ancak köpeklere lâyık olur.” dedi.
Evliyânın büyüklerinden İbn-i Semmâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) riyâkar kimse hakkında: “İlim ve amel sahibi olduğu halde riyâkâr olan kimse, içinde gizlediğini (riyâyı) insanlara bildirseydi elbette insanlar ondan yüz çevirir ve akılsız olduğuna hükmederlerdi.” buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen âlim ve velîlerin yirmi dokuzuncusu olan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak İsmâil bin Ali adlı zât şöyle anlatır: “Şam-ı şerîfteyken bir gün, Mevlânâ Hâlid hazretlerinin bulunduk- ları yere gittim. Mukaddes iltifâtlarına nâil olunca, cezbe hâli gelip, bir nevî gösteriş yaptım. Gözlerimi açınca Mevlânâ Hâlid, Şeyh Muhammed Nâsih hazretlerine şöyle buyurdu: “İsmâil´e söyle, hâl ile cezbe ortaya çıktığında onu tutmak gerekir. Niye izhâr eder de cezbesini tutmaz. Zîrâ zorla cezbe göstermek riyâdır. Riyâ ise zinâdan daha büyük günahtır. Hâline tövbe etsin.” Mevlânâ hazretleri hâlimden kalbimi keşfetmişti.
Horasan taraflarında yaşayan büyük velîlerden, tefsîr, kelâm ve hadîs âlimi Muhammed bin Eslem Tûsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) riyâya düşmek ve parmakla gösterilmek korkusuyla, nâfile ibâdetlerini evinde gizli yapar ve; “Sizde bulunmasından en çok korktuğum şey, şirk-i asga- ra yakalanmanızdır. Şirk-i asgar, riyâ demektir” hadîs-i şerîfini okurdu. Bir defasında yerden bir taş alıp; “Bu, taş değil mi ” diye sordu. “Evet” dediler. “Şu yüksek kaya da taş değil mi ” dedi. “Evet” dediler. “İşte bu- nun büyüğüne de küçüğüne de taş denildiği gibi, riyânın azı da çoğu da tehlikelidir.” buyurdu. Yaptığı ibâdetlerin gizli kalması ile ilgili olarak; “Mümkün olsa, günah ve sevaplarımı yazan sağımdaki ve solumdaki meleklerden de gizlerdim.” buyururdu.
Evliyânın büyüklerinden Muhammed Zuğdân (rahmetullahi teâlâ aleyh) anlatır. Resûl-i ekremi rüyâda gördüm ve; Ey Allah´ın Resûlü, beni bırakma dedim. Resûlullah buyurdu ki; Biz, Kevser havuzuna gelip, orada kana kana su içinceye kadar seni bırakmayız. Çünkü sen, Kevser sûresini okuyup, bana salât ve selâm getiriyorsun. Salât ve selâmın sevâbını sana hîbe ettim. Kevser sûresinin sevâbını ise, senin için bekletmekteyim. Estagfirullahel azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyelkay- yûme ve etûbü ileyhi ve es elüh-üt-tevbete vel-magfirete innehü hüvet-tevvâbürrahîm sözünü, amelinde riyâkarlık olduğu veya sözün herhangi bir bencilliğe kaçtığı zaman tekrarla.
Büyük velîlerden Yûsuf bin Hüseyin Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Yapmacık olarak, riyâ ile yapılmış çok az bir amelle Alla- hü teâlânın huzûruna çıkacağıma, günâh yükü ile çıkmayı tercih ederim.