İnsanoğlu dünyaya geldiği andan itibaren iki bineğe benzeyen gece ve gündüz bineklerine binerek ahiret alemine gitmek üzere yola çıkar.Her geçen gece ve gündüz onun ömründen bir miktar alıp götürür. Sonunda ömür tükenir ve yolculuk sona erer. Ahiret alemine bir geçiş olan ölüm tadılır.İnsanoğlu ölüm ile ilahi hükme boyun eğer. Alevleri yükseldikten sonra gevşeyen ve sönen ateş misali, nefesleri tükenir ve yaşam alevi son bulur. Vazife gören organları ölüm yaklaştığında takatsiz ve hareketsiz kalır. Dünya aleminden Berzah alemine intikal eder.Ölüm bütün yaratıkları kuşatır. Fakat ölümden ölüme fark vardır. Taşıdıkları özelikleri ve arkalarında bıraktıkları eserler yönünden insanların ölümleri farklı ve başka başkadır.Bazıları ölünce arkalarında iyi ve övülen bir eser bırakmadıkları için hakikaten tek başlarına ölmüş olurlar ki gerçek fani oluş ve acı gidiş buna denir.Bazıları ise ömür boyu uygun adımlarla ilerler, aklı selim ile hareket eder, çok geniş ve büyük hizmetler verir, kesintisiz gayret gösterirler. Övülen, güzel bir ruh haline ulaşınca hayatta ve dünyada pek gözleri kalmaz. Umduğunu bulduğu için, dünyadan kalben el-etek çeker, Allah´a kavuşur, huzur bulur ve bu şekilde ruhunu Allah´a teslim ederler.İşte böyleleri yalnız ölmezler. Nasıl ki böylelerinin yaşamasıyla bir ümmet yaşıyordu, ölümleriyle de bir ümmet ölür. Alimin ölümü alemin ölümüdür. Fakat ölüm dahi onları unutturmaz.Böyle şahsiyetlerin hatırası yaşatılmak istenir. Sözleri, ömür boyu dilden dile dolaşır, kıssaları sürekli anlatılır.Bunlar gibi olanların ölümü esasen yeni bir hayattır ve intikali sanki ebedi bir yaşamdır. Nurlarını saçmaya devam ederler. Daima örnek gösterilir ve hiç unutulmazlar.Şeyh Muhammed Hazretleri (k.s.) der ki: “Ey efendimiz, babamız, mürşidimiz! Sana söz veriyoruz ki sana karşı İnşaallah vefalı olacağız ve yolundan, izinden gideceğiz. Üstün olan adabını tatbik edeceğiz . Geride bıraktığın kıymetli hatıralarını yaşatacağız. Nakşibendi-Haznevi Tarikatındaki nurlu talim ve irşatlar zaman duruncaya kadar devam edecektir. Ta ki gelecek nesillerin yoluna ışık tutsun ve onların önlerinde parlak bir kılavuz olsun.Senin nurlu bedeninin içinde bulunduğu doğudan batıya bütün Müslüman ve Haznevi ecdadının ziyaretgâhı olan bu mübarek Merkad-i Şerif bizim sığınağımız ve moral kaynağımız olacaktır. Zaman durdukça yolumuzun kılavuzu olacaktır. Ey Şeyhimiz Cenab-ı Hak sana rahmet eylesin. Firdevs Cennetinde bizleri beraber kılsın. Efendimiz Hz. Muhammed´in (s.a.v.) bayrağı altında Nakşibendi büyüklerimizle bir arada toplasın.” “İşte Allah´ın hidayet edip doğru yola ilettiği kimseler onlardır. İşte onlar akıl sahipleridir.” (Zümer Suresi: 18) Şanı yüce İslam ümmetinin tarih semasında, karanlık geceleri aralayan ve gecenin zulmetini kaldıran büyük ıslahatçıları, değerli alimleri vardır ki, yıldızlar misali yol gösterirler. Bunlar güneş gibidirler. Işık verir ve ısıtırlar. Nesiller boyu bu böyle devam edip gelmiştir. Bu Allah”ın çok büyük bir nimetidir.İlim direklerinden biri olan büyüklerden sayılan, ıslah edici, rehber, hidayetçi ve davetçi olan eşsiz dehaya, Şeyh İzzeddin Hazretlerini (k.s.) anmak ve onun hatırasını yaşatmaya çalışmak aslında nimet verici olan Allah´a bir şükürdür.İrşad semasında yüzen, şüphe bulutlarını izale eden ve kulların kalbinden günah damgalarını silen o parlak ve nurlu güneş her zaman aydınlatmaya devam edecektir. Şeyh İzzeddin Hazretlerinin (k.s.) üstünlüğüne uzak-yakın dost ve düşman herkes şahitlik ediyor. Haznevi Şeyhi?nin (k.s.) tarikatı; dünden bugüne kadar salik ve alimlerin terbiye gördüğü bir kaynak olmuş ve inşallah bu şekilde kıyamete kadar da devam edecektir. Bu medrese ve bu sağlam kale; İslam ümmetine, ilmi ile amil olan ihlaslı, parlak, taşıdıkları ağır mesuliyetin şuurunda olan; dinlerine ve inançlarına karşı sorumluluk duygusunu bilen ve Efendimiz Hz. Muhammed´den (s.a.v.) ilham alan alimler sunmuş ve hediye etmiştir.Binlerce gönül eri ve Hak aşıkları, Şeyh hazretlerinin (k.s.); durgun ve safi pınarından, bitmek bilmeyen ummanından içmek için dergâhına geliyorlar. Bu sahifeler ve satırlar, parlayan ruhunun tecelli eden akisleridir.Şeyh hazretlerine (k.s.) hürmet aslında insandaki o ilahi yönelişe ve kulluk boyutuna hürmettir. Eğer bu şekil kavrayış bize hakim olursa dünya daha güzel olacaktır. Şeyh İzzeddin Hazretlerinin (K.S.) Hayatından Kesitler Şeyh İzzeddin El-Haznevi (k.s.) 1923 yılında Suriye´nin Kamışlı kazasına bağlı bir köy olan Hazne´de dünyaya geldi. Şeyh hazretlerinin pederi alisi ve validesi çok salih kimseler idiler. Şeyh hazretleri bu iki salih ebeveyninin kucağında büyüdü. Ailesinden aldığı terbiye hayatı için çok önemli bir başlangıç oldu. Şeyh Hazretlerinin babası, bütün dünyada şöhret bulan havas ve avam arasında meşhur olan Şeyh Ahmed El-Haznevi (k.s.) hazretleridir. Valideleri ise; takva sahibi, gece namaz kılan, gündüz oruç tutan, Allah´a taat ve ibadetle yönelen bir hanımefendiydi. Şeyh hazretlerinin şerefli aile ve soyunun kökeninde ilim, takva, vefa, salah, temizlik ve nezaket vardır. Bu tahir ve temiz ailenin misali şu ayet-i kerimede belirtildiği gibidir: “Kökü sağlam, dalları göğe doğru olan, Rabbinin izniyle her zaman meyve veren bir ağaç misalidir.” (İbrahim Suresi: 24) Şeyh İzzeddin El-Haznevi hazretleri ilk çocukluk dönemlerini babasının ve annesinin terbiye kucağında geçirmiştir. O zamanlar şerefli ebeveyni Suriye´nin doğusunda bulunan Kamışlı kazasına bağlı Tel-Maruf köyünde idiler. İslami ve dini tahsillerini öncelikle akli ve nakli ilimlerde üstün bir otorite sahibi olan Allame Şeyh Ahmed El-Haznevi´den almışlardır. Şeyh İzzeddin (k.s.) küçük yaşlarda Kuran-ı Kerim´i okudu. Daha sonra kardeşleri Şeyh Masum (k.s.) ve Şeyh Alâaddin (k.s.) ile birlikte ilim tahsiline başladı. Arap edebiyatı kaidelerini çok güzel kavradı. Sarf, nahiv, belagat, adab vb. ilimlerde öylesine mesafe kat etti ki zamanın Sibeveyh´i ve asrının müracaat edileni haline geldi.Daha sonra Fars dilini ve bu dilin inceliklerini öğrenmeye başladı. Esaslarını, füru ve meselelerini kavradı. Mantık ilmini, meselelerini, kaidelerini bütün yönleriyle ele aldı. Bunun akabinde Şafii mezhebi ile ilgili yazılmış fıkıh kitaplarını okumaya, usul ve füruunu, akli ve nakli yönlerini tahsile başladı. Kendi akranı olanları geçip adeta zamanın İmam-ı Şafii´si oldu. Yalnız bir ilmi değil birçok ilmi tahsil etti. Fıkıh, Nahiv, Edep, Tasavvuf, Belagat, Mantık, Ahlâk, Usul ilimleri, Arap ve Fars Edebiyatı v.d. Bu tatlı ilim kaynağından doya doya içtikten sonra, babası Şeyh Ahmed El-Haznevi´nin marifet ve ilim deryasından; sarsılmaz azmi ve üstün zekası, âli himmeti ile cevherler ve eşsiz inciler çıkarınca, icazet almak şöyle dursun icazet vermek hususunda ehil olunca, pederi âlileri mübarek eliyle yazdığı icazeti ona vermiştir. Üstün bir feraseti, kabiliyeti ve çok harika bir zekâsı vardı. Nasıl denizlerin hacmini ihata etmek, sırlarını keşfetmek zor ise, deniz misali olan bazı insanların da Allah´ın onların kalplerine ilka ettiği sırlar öyle çoktur ki onları bilmek ve anlamak çok zordur . İşte Şeyh İzzeddin (k.s.) bu sır dolu zatlardan birisiydi. İlim Öğrenmek Ve Öğretmek Hususundaki Rağbeti Ve Teşviki Şeyh İzzeddin Hazretleri (k.s.) yalnız ilmi sahada derinleşmekle kalmamıştır. Şu mübarek hadis-i şerifin mânâsını ve ruhunu tamamen idrak etmiş ve yaşamıştır.”Bu ilmi her nesilden adil (emin) olanlar taşır ve ilmi korurlar. Haddi aşanların (herhangi bir şeyi) değiştirmelerine müsaade etmezler. Yanlış yolda olanların kötü niyetlerini defederler cahillerin (uygun olmayan) tevillerini reddederler.”Şeyh hazretleri (k.s.) şuna inandı ki: Çok gayret etmek, meşakkatlere ve zorluklara tahammüllü olmak gereklidir. Bu yüzden Şeyh (k.s.) kendi rahatını terk etti ve büyük bir ciddiyetle meseleye sarıldı. Devamlı olan ruhi lezzetler uğruna, fani ve bedeni olan geçici lezzetleri terk etti. Allah´ın indindeki nimetleri tahsil etmek için insanların yanındaki geçici lezzetlere göz uzatmadı. Allah (c.c.) şöyle buyurur: ” İyi kişiler için Allah´ın katındaki (nimetler) daha hayırlıdır.” (Al-i İmran Suresi ayet:19) Şeyh İzzeddin Hazretleri (k.s.) mezun olduğu medresede ilim okuttu. Şeyh Masum (k.s.) ve Şeyh Alâaddin (k.s.) ile birlikte geceyi gündüze katarak ders okutmaya ve istifade etmek isteyenlere faydalı olmaya çalıştı.İlmi neşretmek, faziletleri yaymak yolunda hiç bir şey esirgemedi. Çok alim yetiştirdi ki, bu alimler ilim dünyasının gökyüzünde parlayan yıldızları ve simaları oldular. Şeyh İzzeddin (k.s.) ilme çok değer veriyordu. İlim öğrenmenin ve öğretmenin gereğini daima vurguluyordu. Dini müesseseleri yapıyor, yaptırıyor ve akla hayala gelmeyen malları bunun için harcıyordu.Bu medreselerin en barizi ve görkemlisi dini ilim merkezi olan Haznevi Medresesidir. Bu muazzam medrese Tel-Maruf köyündedir. Bu medrese adeta İslam´ın bir kalesidir. Bir iman kaynağıdır. Şeyh (k.s) bu medreseyi kendi özel malından yaptırmıştır. Medresede ilim okutacak müderris kadrosunu kendi seçmiş, maaşlarını kendi malından tahsis etmiştir. Bu hizmetin devam etmesi için kendi malından pay ayırmış ve büyük bir meblağ ayarlaması yapmıştır. Bütün bunları yaparken istediği tek şey Allah´ın (c.c.) rızası olmuştur. Medresede okuyan sayıları bin iki yüz (bugün iki bini aştı) olan bu öğrenciler ücretsiz ilim okuyor; medresede barınıyorlar. Yiyecek içecek her şey medreseye aittir. Şeyh (k.s.)´e aittir. Şeyh hazretleri gerek medreseyi yaparken ve gerek medreseye ve medresedekilere harcama yaparken hiçbir kimseden veya hiçbir kurumdan bir kuruş dahi yardım almamıştır. Şeyh hazretleri ilim ve alimlerin kadru kıymetini, şerefini anlatmak için özel gün ve gecelerde örneğin; Cuma gecelerinde toplantılar, meclisler teşekkül ettirirdi. Onlara iltifat eder, onları ilme teşvik ederdi. İlim ve alimlerin faziletlerini ihtiva eden ayet ve hadisler okuyup anlatırdı.Şeyh İzzeddin (k.s.) ilim hakkında şöyle buyuruyordu: “Kim dünyayı isterse ilim okusun. Kim de ahireti istiyorsa ilim okusun ve kim de hem dünyayı, hem ahireti istiyorsa yine ilim okusun.” Şeyh Hazretleri (k.s.) ilim ile ilgili şu misalleri verirdi: “Eğer burada aynı ana babadan olan birkaç kardeş bulunsa ve bu kardeşlerden biri büyük bir mertebe sahibi olsa. Birisi doktor, öbürü mühendis, öbürü aşiret reisi olsa. Diğeri de servet sahibi zengin biri olsa ve yine diğer birisi büyük bir makam sahibi olsa. Yaş itibari ile en küçükleri alim olsa ve bunlar bir meselede istişare etseler. Önemli bir konuda karar vermek isterseler görülecek ki, hepsi alim olanın ağzına bakarlar. Ve onun görüşüne müracaat ederler. Çünkü inanırlar ki, en kesin çözüm ve hayırlı netice alimin yanındadır. Bu arada kendi meslek, mertebe ve makamlarını unuturlar. Allah´ın yücelttiği ilim makamını yüceltir ve ona son derece itibar ederler.” Şeyh İzzeddin (k.s.) hazretleri, Hz. Ali (r.a.) efendimize nispet edilen şu beyitleri çokça okur ve terennüm ederdi: “Fazilet ilim ehlinin hakkıdır. İlim ehli hidayetli yol arayanlara hidayeti gösteren rehberlerdir.” Şeyh İzzeddin Hazretleri (K.S.) İlmi İle Amel Ediyordu Şeyh İzzeddin (k.s.) ilmi ile amel etmeye çok önem verirdi ve daima bunu tavsiye ederdi. Hz.Peygamberin (s.a.v.) şu hadisini pek çok dile getirirdi: “Kim bildiği şeyle amel ederse Allah ona bilmediğini öğretir.” (Keşful-hafa C.2 S. 265.) Şeyh Hazretleri ilmi ile amel etmeyen alimlerden sakınmanın gereğini, şu kıssayı anlatarak vurguluyordu: “Alimin birisi kumsal bir yerde sırtüstü uzanan ve insanları aldatmaktan vazgeçen bir şeytan görür ve ona sorar: Görüyorum ki sen insanları aldatma ve kandırma görevini yapmıyorsun. Niçin? Lanetlenmiş şeytan der ki: Bu işi benim yerime yapacak halifelerim var. Alim tekrar sorar: “Halifelerin kimlerdir?” Şeytan der ki: Onlar İlmi ile amel etmeyen kötü alimlerdir.” Şeyh İzzeddin Hazretleri şöyle buyurdu: “Babam Şeyh Ahmed El -Haznevi (k.s.) bize ilim ile amel etmeyi emrederdi ve bizi teşvik ederdi. Ne bana ne de Şeyh Alâaddin´e (k.s.) ilimden ayrı kalmamamız için her hangi bir iş ve hizmet emretmezdi. Talebelere ders vermemizde bir aksaklık olmaması için bazı işleri bizzat kendisi yapardı. Onu böyle gördüğümüzde: “Ne olur biz yapalım.” diye çok yalvarıyorduk ve istirhamda bulunuyorduk. Şeyh Ahmed El-Haznevi (k.s.), ilim ile uğraşmaya mani olacak hiç bir şeye müsaade etmez ve müsamaha göstermezdi.” Haznevi – Nakşi Tarikatının Güzellikleri Hakkında Şeyh İzzeddin Hazretlerinin Bazı Sözleri Şeyh İzzeddin (k.s.) şöyle buyurdu: “Bil ki Nakşibendi Tarikatı (Allah kudretiyle onu muhafaza buyursun), sahabenin (Allah cümle ashabdan razı olsun) çoğunun yaşayışını esas alır. Bu tarikat asliyetini ve safiyetini geldiği gibi koruyor. Bu tarikatta ilave olmadığı gibi ondan bir şey de çıkarılmamıştır.” Bu tarikat bütün hal ve hareketlerde adet, ibadet ve muamelelerde Allah-u Tealâ´ya karşı bir huzur içerisinde, bidat olan şeylerden ve ruhsatlardan uzaklaşarak kâmil bir azimet ve sünnete bağlılık içinde zahiren ve bâtınen Allah´a karşı olan kulluğun devamlı olmasından ibarettir. Bu tarikatta en büyük vasıta Sıddık-ı Ekber olan Ebu Bekir Sıddık (r.a.)´dır. Tarikatın iki rüknü vardır. Bu iki rükün kime nasip olduysa o kimseye sanki bütün üstünlükler ve hayırlar nasip olmuştur. Bunlardan birincisi: Hz. Peygamber´e (s.a.v.) kemâl derecesinde ittiba etmek. İkincisi ise: Kâmil olan Şeyhe sevgidir.” Yine Şeyh İzzeddin (k.s.) şöyle buyurdu: “Allame İbn-i Hacer El- Haytemi Fetava-ı Hadisiyye isimli kitabının sonunda Nakşibendi tarikatından bahsederken der ki: Sofilerin cehaletinden uzak ve selim olan tarikat yüce olan Nakşi tarikatıdır.Bu büyük alimin bu şehadeti bu tarikat hakkında şehadet olarak kafidir.” Şeyh İzzeddin (k.s.) şöyle buyurdu: “Apaçık ve tecrübe ile sabit oldu ki, Tevhid derecesine ulaşmak için müride en yakın ve kalıcı olan tarikat Nakşi tarikatıdır. Çünkü bu tarikatın aslı tasavvufa ve Peygambere varis olan mürşidin terbiyesine dayanır. Müridin nezdindeki seyr ve sülûke cezbe mukaddimdir. Bu tarikat şu mubarek sözde ortaya çıkar: “Allah göğsüme neyi koyduysa ben de onu Ebu Bekir´in göğsüne döktüm.” (Hadis-i Şerif) Şeyh hazretleri (k.s.) şöyle buyurdu: “Batın ilmini öğrenmek bazı insanların kurtuluşuna sebep olurken, diğer bazılarının helak olmasına sebep olur. Selim bir kalbi olmayan kimseye seyr ve sülük, muamele adabını öğrenmek farz-ı ayındır. Bu hakikat, hem önce gelen hem sonradan gelen alimlerce sabit olmuştur.Allame İbn-i Hacer´in Tuhfet-ul Muhtaç kitabı gibi kaynak kitaplar derler ki: Selim bir kalp sahibi olmayan herkese kalp hastalıklarının ilacını, kibir, ucb, riya vb. öğrenmesi farzdır. Fakat bu ihtimal farz-ı kifayedir. Tıp ilmini öğrenmenin farz-ı kifaye olduğu gibi.” Gaye isimli kitabın şerhinde Şafii alimlerinden Hatip Eş-Şirbini şöyle der: “Taharet; vacip ve sünnet diye ikiye ayrılır. Vacip ise bedeni ve kalbi diye ikiye ayrılır. Kalbi taharet; haset, ucb, kibir gibi.” İmam-ı Gazali der ki:”Kalbi taharetin haddini, sebebini ve ilacını bilmek farzdır.” En kötü ucb (kişinin kendini beğenmesi), kişinin hatalı görüşünü beğenmesidir. Üstelik bu görüşüyle sevinir, ısrar eder; kimsenin nasihatini kabul etmez, herkese hor bakar. Cenab-ı Allah buyuruyor ki: “De ki (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları, kendileri muhakkak iyi yapıyorlar sanarak dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiş olanları size haber vereyim mi ?” (El-Kehf: 103-104) Şeyh İzzeddin Hazretlerinin Şahsiyeti Ve Bazı Sıfatları Şeyh hazretleri (k.s.) orta boylu idi. Kısadan uzun, uzundan kısa idi. Heybetli, celâletli ve vakarlı idi. Onunla ilk görüşen ondan heybet kapar ve ürkerdi. Bu ise Hz. Peygamber´e (s.a.v.) iktida etmesinden kaynaklanıyordu. Fakat onunla ilk görüşen ve ürperen insan onunla konuştuktan ve ünsiyetten sonra bu hali unutur, korkusu sevgiye dönüşürdü. Onunla ünsiyet ve mücaleseden tatlı sözlerinden çok haz alır rahatlardı. Birisi ona bir soru sorsa sorusunu en güzel şekilde cevaplandırır, cevabın anlaşılmasını kolaylaştıran misaller verirdi. O kişi Şeyh´in (k.s.) meclisinden ayrılırken mutlaka ikna olmuş bir vaziyette ayrılırdı. Ömer´in cesareti, Hatem´in cömertliği, Ahnef´in hilmi ve İyas´ın zekâsı onun için biçilmiş kaftandı. Şeyh İzzeddin (k.s.) sorulan bir soruya Allah´ın kitabından, Hz. Peygamber´in hadislerinden, sahabeden günümüze kadar gelip geçen İslam ümmetinin alim ve salihlerinin üzerinde ittifak ettikleri meselelerden cevap verirdi. Şeyh Hazretlerinin (K.S.) Marifet Ve Hikmetlerinden Esintiler Şeyh hazretleri şöyle buyurdu: “Kalb hastalıkları içinde hasetten daha zararlısı yoktur. Alimleri tehdit eden afetlerin en büyüğü de budur.” -Bir baba kendi çocuğunun kendisinden üstün olmasını istediği gibi ruhi (manevi) bir baba olan mürşid de kendi müridinin kendisinden üstün olmasını ister. -Muhabbet, istifade etmenin mıknatısı (cazibesi)dir. -Güneşe baksanıza çok büyük olduğu halde ince bir bulut tabakası onun önüne geçti mi hizasını gölge yapar. -Mürid tavus kuşu gibi olmalıdır. Daima siyah ön ayaklarına bakmalıdır. Rengârenk olan tüylerinin güzelliğine aldanmamalıdır. Bu güzellik kendisinden olmadığı gibi onu ucb ve fitneye de sürükler. -İnsanın gücünü aşan kahredici düşünceler mürid olan kimseye zarar vermiyor ise de ondan dolayı istiğfarda bulunmak gereklidir. – Allah (c.c.) Hz. Peygamber´in (s.a.v.) hatırı için zahiri meshi (dış değişmeyi) Ümmet-i Muhammed´den kaldırmıştır. Eski ve geçmiş ümmetlerden biri günah işlediği zaman; domuz, maymun veya köpek suretine girerdi. Bu dış mesh (değişme) bu ümmette yoktur. Yalnız manevi mesh (iç değişme) hala vardır. Bu manevi meshin iki belirgin alameti vardır. Vaaz-ü nasihatten müteessir olmamak, yapılan günahlardan pişman olmamak ve müteellim olmamak. – Allah korkusu kalbe girince (yasak) olan şehvetleri yakar ve o kalpde dünyaya istek kalmaz.Şöyle rivayet edilmiştir: Hz. Peygamber (s.a.v.) namaz kılan birisinin namazda iken azaları ile oynadığını görür ve şöyle buyurur: “Eğer bunun kalbinde huşu olsaydı, organları da kalbe bağlı olarak huşu içinde olur, haşyet duyardı.” Şeyh İzzeddin Hazretlerinin (K.S.) Önemli Bazı Hususiyetleri Şeyh Hazretleri mutasavvıf olan bir fakih, ilmi ile amel eden bir alim ve insanları hikmet ile irşad eden bir mürşid idi. Öyle bir şahsiyetti ki, şeriat ve tarikatı cem etmişti. İnsanları dine davet ederken dinin güzelliğini, tarikatın mükemmelliğini izhar ediyordu. Şeyh İzzeddin (k.s.) avamın ve havasın arasında İslam´ı yaydı. Onun adabını öğrenmek ve tarikatına girebilmek için guruplar halinde insanlar akın akın yanına geldiler. İrşad ve kulları ıslah için: gayret, kâmil bir rüşd, kuvvetli bir akıl, geniş bir göğüs, üstün bir ahlâk, sâfi bir nefs, isabetli bir görüş ve hüsnü niyet gereklidir. Bütün bunlar ancak şehvetlerin zayıflayıp yok olması, nefsin belirli desiselerden, çirkin hasletlerden kurtulup safa bulması ile mümkündür. İşte Şeyh hazretlerinin irşadının başarı sırrı budur; kemâli bu zaviyedendir. İnsanların kalplerini bu sır ile kazandı; onların derinliklerine bu sır ile girdi; hislerini ve şuurlarını böyle uyandırdı. Şeyh Hazretleri büyüklere hürmet eder ve onları yüceltirdi. Küçüklere merhamet eder, atıfta bulunurdu. Her insanı layık olduğu makamda görür, herkese aklına ve idrakine göre muamele ederdi. Adil, insaflı ve her hak sahibine hakkını veren, nereden gelirse gelsin hakkı kabul eden ve haksızlıktan uzak olan bir müslüman için üstün bir misal teşkil ediyordu. Şeyh hazretleri çok gayret sahibi idi. Haklı ve mazlum olan gayri müslimin hakkını müslümanlardan alırdı. Kim olursa olsun insanlara zulüm etmemeleri için müslümanları ikaz ederdi. Madem insanlar aynı yer küresinde yaşıyor, aynı toprakta iskân ediyorlar, o halde birlik ve beraberlik içinde olsunlar diye uğraş gösterirdi. Sıdk, doğruluk, ihlas, nefs safiyeti, vicdan temizliği, doğru söz söylemek gibi hususlarda önder bir şahsiyet idi. Derin düşünceli, görüşü isabetli, insanların gönüllerine nüfuz eden, onların konuşup söylemek istediklerini hemen kavrayan bir özelliğe sahipti. Dış görünüşe aldanmazdı. Hiç bir hal ve durum ona karışık gelmezdi. Şeyh İzzeddin´nin (k.s.) sıdk-u ihlası ve kalb safası; müridlerin ona uymalarının ve emrini dinlemelerinin sırrı idi.Şeyh hazretlerinin metodu terbiye ile dopdoluydu. Bu yönden tarikatın müceddidi sayılmaktadırlar. Bu anlayışı kendine tabi olanlara ve müridlerine de aşılamıştı. Gittiği her yerde izzet ve ikram ile karşılanırdı. Renkleri farklı, ayrı dillerden muhtelif insanlar onun etrafında toplanıyorlardı. Hikmetli sözlerinden, tatlı pınarından istifade ederlerdi. Şeyhin konuşmaları, dinleyenlerin kalbine ve kalp derinliklerine nüfuz ederdi. Dinleyenler onun iksir misali sohbetini işittiklerinde ona intisap edip tarikatına girmek ve biat etmek isterlerdi. Bunun yanı sıra takvanın lezzetini, imanın halavetini tadarlar ve geçmişte yaptıkları hatalardan rucu eder, tevbeyi gerçekleştirirlerdi. Aklen ve fikren uyanırlardı. Ona tabi olanlar; İslamı anlayan, aslına inen, kıymetlerini kavrayan, fiilleriyle, sözleriyle, ahlaklarıyla birer mümin olarak İslamı yaşarlardı. Bu yüzden her yerde kalabalıklar halinde insanlar aşk ve şevk ile tarikatına koşuyorlardı. Nefsini tasfiye eden, Allah´a adayan bu üstün insandan gördükleri ihlas sebebiyle; ciddiyetle, sevgi ve atılganlıkla tarikata giriyorlardı. Şeyh Hazretleri art niyetlerden uzaktı. Sözleri senetti. Edep, marifet ve hakikat talipleri bu senede dayanır ve itimat ederlerdi. Hâl ve hareketleri vaaz-u nasihatleri nesillere ibret oldu ve tesir etti. Şeyh Hazretleri; fikri derin, aklı güçlü, görüşü keskin bir şahsiyetti. Tercihi ve görüşü isabetli, tedbiri güzel ve keskin zekâlıydı. Daima doğru bir feraseti ve şaşmayan tespiti vardı, zekâda bir dahiydi.En büyük özelliği iyi niyet sahibi olmasıydı. Her şeyi Allah için yapardı. Bunu daima ön planda tutar, niyetsiz bir tek kuruş harcamazdı. Tasavvuf kitaplarını pek çok mütalaa ederdi. Kitap hiç elinden düşmezdi. Okumaya başladığı kitabı sonuna kadar okur, bitirir ve o zaman yerine koyardı. Tarikat Adabı Hakkında Şeyh´in (K.S.) Sözlerinden Esintiler Allah´a hamd, Peygamber´e (s.a.v.) salât ve selâmdan sonra şöyle buyurdu: ?Nakşibendi tarikatı -ehlinin sırrını Allah pak eylesin- edeplerle ve yüksek terbiye ile dopdolu bir tarikattır. Bu edep ve terbiyeden biri nefsi kırmaktır. Zira kötülüğü emreden nefs Allah´a düşmandır. Bu nefs Allah´ın buğuz ettiği her şeyi seviyor, razı olduğu her şeye de buğz ediyordu. Müride yakışan kötülüğe teşvik eden bu nefsi kırmaktır. Çünkü bu nefis kırıldıkça insan yükseklik ve izzet kazanır. Mürid kendine pay ayırmamalı ve düşünmeli ki bu pay imtihan içindir ve ne lüzumu vardır? Malı olduğu için şeref ve üstünlük taslıyorsa, bazı gayri müslimlerin malı haddi hesabı bilinmeyecek kadar çoktur. Eğer güçlü olduğunu iddia ediyor ve bundan dolayı üstünlük taslıyorsa; deve, fil gibi bazı hayvanlar ondan daha güçlüdür. Eğer bilgili olduğundan dolayı üstünlük taslıyorsa şeytan ondan daha bilgiliydi. O zaman fazilet ve şeref, nefsi kırmakta, zelil etmektedir. İşte o zaman nefs Allah´ın kendisinden istediğini vermiş olur. Şah-ı Nakşibend (k.s.) şöyle buyurdu: Müslümanların en aşağısı olan kimseden daha üstün olduğunu iddia eden kimse daha tarikatın kokusunu bile koklamamıştır. Çünkü yükseklik ve üstünlük tevazu ve merhamet ile ölçülür.”Allah (c.c.), Hz. Peygamber´in (s.a.v.) ashabını methederken şöyle buyuruyor: “Beraberinde bulunanlar; kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.” (El-Fetih Suresi: 29) Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah mütevazı olanı yüceltir.” Tevazu Allah için olduğu zaman faydalıdır. Zengine zengin olduğu için, mertebe sahibine mertebesi için, güçlü olana gücü için gösterilen tevazu zararlıdır ve dini zayıflatır. Allah´a olan inanca menfi mânâda etki eder. İşte böyle yanlış bir tevazu insanı helak eder; yapılan amelleri boşa çevirir. Bunu söylerken şunu da unutmayalım: İnsanın tevazusu, onu iyiliği emretmekten ve kötülüğü nehyetmekten alıkoymamalıdır ve bu dereceye ulaşmamalıdır. Dine muhalefet edenle mücadele edilmeli, bu mücadele bu muhalefetin kalkması için olmalı, o insana düşmanlık için yapılmamalıdır. Doktor hastayı ameliyat edip karnını yararken hastaya acı vermek için değil, hastalığı tedavi için bunu yapmalıdır. Allah yolunda cihad eden kimse, mücadele ettiği kimselerden kendini daha aşağı kabul etmelidir. Çünkü sonu ve akibeti meçhuldür. Kimin nasıl olacağı belli değildir.Nasihate muhtaç kişi bazen tevbe eder. Allah tevbesini kabul eder. Nasihat eden ise -Allah korusun- Allah´ın emrinden çıkar, yanlış yola girer ve sapıtabilir. Şeyh (k.s.) şöyle buyurdu: “Gafleti yok etmek lazım. Gafletten kurtulmak ve sefaletin kökünü kurutmak lazım. Zaten tarikatın faydası ancak gafleti yok etmekle olur.” Peki gaflet nedir? Gaflet nefsin çeşitli düşünceleri ve kalbin vesveseleridir. Kalbin dolaşması, kayması, kişinin başkalarıyla münakaşa ve husumet yapması, dine uygun düşmeyen alış-verişler ve insanı Allah´tan uzaklaştıran her fiildir. İnsan gafleti bertaraf ettikten sonra iki hususa son derece dikkat etmelidir: BİRİNCİSİ: Daima kalbini kontrol etmesi lazımdır. Sanki kalbi durmadan “Allah, Allah, Allah” diyor. Sanki kalbinde ağız ve dil varmış gibi bu dil ve ağızdan Allah´ı zikrediyor. O takdirde bu beden bu zikrin tesiriyle titrer ve sağa sola harekete geçer. Kişinin belli bir zaman zikredip, diğer zamanlarda unutması yetmiyor. Daima Allah´ı zikretmelidir. Tuvalette, yatarken, yürürken, münasebet esnasında kısaca her hal-û kârda ve her an Allah´ı zikretmelidir. İşte yarışmak isteyenler böyle bir huzuru yakalayabilmek için yarışmalıdırlar. İKİNCİSİ: Kişi kendini her zaman Cenab-ı Hakk´ın gölgesinde görmelidir. Aynı zamanda Allah´ın velilerini de sevmelidir. Nakşibendi büyükleri, insanın zahiri meyletmesi ile yetinmezler. En üstün mertebe ne ise ona teşebbüs etmeli ve daima kalbi ile Allah´ı zikretmelidirler. Biz bizden istenen şeyleri yapmıyoruz. İstenilenden uzağız. O şuuru yaşamıyoruz. Allah şöyle buyuruyor: “Kendileri uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın.” (Kehf Suresi: 18) Vera ve Takvası Şeyh İzzeddin (k.s.); bütün nefeslerini “takva takva” diye alıp veren, takvaya teşvik eden, ona; insanları davet eden ve muttaki bir nesil yetiştirmek için bütün imkanlarını seferber eden gayretli bir şahsiyetti. Bunu yaparken her şeyini feda ederdi ve kimseden dünyevi bir yardım istemezdi. Tabir-i caiz ise katılık icap ederse katılık cenahını sergilerdi. Talebelere karşı halim-selim olmak gerekiyorsa öğle olurdu. Gerek kendisi ve gerekse yetiştirdiği talebeler ve alimler, irşat ve ilim öğretmeye karşılık asla hediye kabul etmezlerdi. Çünkü o bu hizmetinin karşılığını yalnızca Allah´tan beklerdi. Hediye küçük-büyük, kıymetli- kıymetsiz kabul etmezdi. Allah´a yemin ederim ki, kişinin hayatı ilim ve takva iledir. Eğer bu ikisi yoksa kişinin şahsiyetinin pek kıymeti yoktur. Şeyh buyuruyordu: Bir mürşidin birçok talebesi vardı. Bunlardan birisini hepsinden daha çok severdi. Diğerleri bu sevgiyi kıskandılar ve onu çekemediler. Bu mürşid talebelerinin hasedini ve çekememezliğini anladığından onları denemek kastıyla dedi ki: Herkes bir kuş ve bir bıçak alsın ve kuşunu kimsenin görmediği bir yerde kessin.? Herkes kuşunu kesip getirdiği halde bu çocuk kuşunu kesmeden geldi. Hocası sordu: Niçin kuşu kesmedin? Çocuk dedi ki: Siz kimsenin görmediği bir yerde kesin dediniz. Nereye gitsem Cenab-ı Hakk´ın beni gördüğünü ve hiç bir yerin ve şeyin ona gizli olmadığını gördüm. Onun için kesemedim. Şeyh Hazretlerinin (k.s.) tavkası dillere destan idi. Öyle ki hiç bir şüpheli şeye yanaşmazdı. Küçüklükten beri ihtiyatlı idi. Şeyh İzzeddin (k.s.) kelimenin tam manası ile salih idi. Vera ve ihtiyat sahibi idi. Allah´a çokça ibadet eden bir abid idi. Şeyh Hazretleri (k.s.) asla boş kalmazdı; ya ibadet ederdi, ya kitap okurdu, ya Allah´ı zikrederdi, ya da sadaka veya namaz ile veyahut insanları irşat ile, talim ve terbiye ile insanların ihtiyaçlarını karşılamakla meşgul olurdu.Çok vera sahibi idi. Çok ağlardı ve gözleri daima yaşlı idi. Hiçbir dünyevi makamı ne kendisi ne de evlatları için arzu etmezdi. Makam ve mevki için uğraşmazdı. Şeyh Hazretlerinin (K.S.) İstikameti ve Peygamberin (S.A.V.) Sünnetine Bağlılığı Şeyh İzzeddin (k.s.) istikamet üzere olmayı, kendine hem yol hem de prensip edinmişti. İstikamete uyan bir işi alıp kabul ediyor, uymayanı reddedip terk ediyordu. Şeyh Hazretleri (k.s.) yanlış olan işe buğzeder, asla kabul etmezdi. İstikameti severdi. Şeyh hazretlerinin bu uygulaması: “Emredildiğin gibi dosdoğru ol” (Hud Suresi: 112) ve: “Allah´ım bizi dosdoğru yola ilet” (El – Fatiha Suresi: 6) ayeti kerimelerinin kendi alemindeki yansımaları idi. Şeyh Hazretlerinin en büyük gayreti ve çabası, insanların dine sarılmaları ve Peygamberin (s.a.v.) sünnetine tabi olmaları idi.Şu hikâyeyi daima anlatırdı: Bir şeyhin talebeleri vardı. Bunlardan birisini çok severdi ve onu diğerlerine takdim ederdi. Diğer talebeler bundan müteessir oldular. Şeyh efendi bu öğrenciye fazla iltifatının sebebini anlatmak istedi. Bir caminin yanında idiler. Şeyh efendi hepsine camiye gelin girin diye emretti. Hepsi önce sol ayaklarını camiye atarak girdiler. Sevdiği öğrenci ise önce sağ ayağını camiye atarak girdi. Şeyh ikinci kez emretti: Çıkın. O sevdiği hariç diğerleri önce sağ ayakları ile çıktılar. O talebe ise önce sol ayağını çıkardı. Bunu gören şeyh dedi ki: “İşte bu öğrenci benimdir, sizinle her hangi bir alakam yoktur.” Bakınız sünnete tabii olduğu için şeyh efendi ona nasıl iltifat etti. Şeyh İzzeddin (k.s.) bu hikaye ile şu sonuca varmak istiyordu. Hakki bir mürşidin gayesi, insanların dine sımsıkı sarılmaları ve Peygamber´in (s.a.v.) sünnetine tam uymalarıdır. Yoksa gaye etrafında çok insan toplama değildir. Şeyh (k.s.), Hz. Peygamber´in sünnetine sımsıkı bağlı idi. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Kim ölmüş bir sünneti ihya ederse elli veya seksen şehid ecri vardır.” Şeyh İzzeddin Hazretleri (k.s.) tarikat-ı aliyyeyi dünya menfaatlerine alet etmediği gibi başkalarının da alet etmesine şiddetle karşı çıkıyordu. Kendi menfaatlerine kullanmaya çalışanlara hiç taviz vermiyordu. Bu anlamlı metodu yaşayıp yaşatmaya çalışıyordu. Müslümanların bu gibi şahıslara aldanmamaları için kendi mesuliyetinin gereği olarak onları defalarca ikaz ettikten sonra bu gibi art niyetli ve sünneti yaşamayan insanları ilan ederek şerlerine son veriyordu. Sünneti ve sünnet ehlini korumak ve bidatlarla mücadele etmek onun asli metodu idi. Şeyh İzzeddin Hazretlerinin (K.S.) Menkıbeleri ve Sireti Şeyh Hazretleri (k.s.) onu dinleyen insanların kalbine tarikatın hak olduğunu, dini ve dinin adabını yaşamanın Hz. Peygamberin (s.a.v.) ahlâkını yaşayabilmenin en büyük vesilesi olduğunu vurgular ve bu fikri sürekli aşılardı. Şeyh İzzeddin”e (k.s.) , kendi geçimini kendi temin ettiği gibi, misafirlerin, bazen sayıları on binleri aşan ziyaretçilerin dergâhta daimi kalan ve şimdi sayıları iki bine ulaşan öğrencilerin, her gün sayıları dört yüzü bulan misafirlerin iaşelerini de temin ediyordu. Bütün bu ihtiyaçları kendi malından karşılıyordu, Allah´tan başka hiç kimseden hiç bir şey kabul etmiyordu. Bu infak ve harcama yorulmadan, usanmadan, başa kakmadan, öf bile demeden seksen küsür yıldır devam etmektedir. Şeyh Hazretleri (k.s) dinin bütünü ile meşgul oluyor ve buna çokça ihtimam gösteriyordu. Bütün işlerinde ve sözlerinde ihlas ve hüsnü niyete dikkat ediyor ve diyordu ki: “Kişi yaptığı işlerde son derece ihlasa riayet etmelidir. Zira Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “Halbuki onlar Allah´a onun dininde ihlas (ve samimiyet) ten başkasıyla emrolunmamışlardı.” (Beyyine Suresi: 5.ayet ) Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Ameller niyetlere göredir. Herkese niyetinin karşılığı vardır.” Meşhurdur ki Şeyh (k.s.) niyetini salih etmeden hiç bir şey yapmaz ve hiçbir şey söylemezdi. Çok ülke gezdi. Oralarda da vaaz ve irşad eyledi, hareketiyle binlerce insan günah bataklıklarından kurtuldu. Onlara sahih imanı ve İslam?ı anlattı. Allah´ın kitabına ve Peygamberin sünnetine nasıl sarılmaları gerektiğini gösterdi. Muhammed Mustafa´nın (s.a.v.) sünnetine son derece bağlıydı. Daima dinde en kuvvetli olanını alırdı. Eğer bir meselede bir kaç görüş varsa en üstününü seçerdi. Tarikatın adabına bağlıydı. Adaba uymayan şeylerden sakınırdı. Hatta şöyle buyurdu: “Bir defa Şeyh Ahmed EI-Haznevi (k.s.) alimleri topladı ve kızarak onlara dedi ki: Tarikatta meydana gelen bidatlardan siz sorumlusunuz. Çünkü siz adabı tam öğretmiyorsunuz, onlar ise zaten bilmezler.” Şeyh İzzeddin (k.s.) misafirlerle çok ilgilenirdi. Yemeklerine dikkat ederdi. Bazen fırına gider ve çıkan ekmekte bir kusur var mı diye kontrol ederdi. Eğer ekmek hamur veya iyi pişmemiş ise hemen fırıncıyı ikaz ederdi. Bazen mercimek çorbası tabaklara dökülürken hazır olur ve derdi: “Daha başka çeşitli yemekler veremiyoruz; zira misafirler çok Allah´a hamd olsun.” Şeyh Hazretleri şöyle buyurdu: “Allah´ın her nimetine şükrediyorum. Babam üç hasletten dolayı Allah´a hamd ederdi. Ben de aynı şekilde Allah´a hamd ediyorum. Bulundukları bir mecliste Bir gün Şeyh hazretleri mürşidi Şeyh Ahmed (k.s.) hakkında çölde yaşayan bir bedevinin ağzından şu kıssayı anlattı:Bir bedevi alimlerin sohbet ettikleri meclise geldi ve bir şeyler anlatmak istediğini söyledi ve şöyle dedi: ?Biz çölde yaşayanlar helali haramı bilmezdik, temiz olanı temiz olmayandan ayıramazdık. Necaset bakımından koyun ile köpek arasında fark görmezdik. (Bazı mezheplere göre köpek necistir) Daha Şeyh Ahmed El-Haznevi (k.s.) ile tanışmamıştık. Çölde yaşadığımız için kazanlarda, tencerelerde ayran çorbası yapardık. Köpekler o çorbadan içmek için gelirdi. Benim ailem gelen köpeği, çorbanın içinden çıkardığı ıslak kepçe ile vurur ve tencere içine koyardı. Islak kepçe köpeğe temas ettikten sonra tekrar kazana veya çorba tenceresine girerdi. Yıkanmadan temizlenmeden kabın içine daldırılırdı. Biz tarikata girdikten sonra Şeyh Ahmed EI-Haznevi bize dinimizi, tarikatı, helali, haramı öğretti, dinin inceliklerini bildirdi. Yine böyle bir gün Şeyh Ahmet´in (k.s.) arkasında yatsı namazını kıldım ve eve gittim, baktım ki benim eşimin elinde bir tencere var onu dökmeye götürüyor. Dedim ki bu nedir, içinde ne var? Dedi ki içinde ayran var. Bir kedi bundan içti, ben de temiz değil diye dökmeye götürüyorum. Ben dedim ki: Bu necis değil, temizdir dökme. Ailem dedi ki: Sen benim Şeyhime git ondan temiz olduğuna dair fetva getir kabul edeyim, yoksa sen temiz desen de mutmain olmam. Bedevi bunu anlattı ve dedi ki: “İşte ey hoca efendiler, biz koyun ile köpek arasındaki farkı bilmez iken şüpheden uzak ve ihtiyatlı davranır bir hale geldik.” Şu acaip kerameti oğlu Şeyh Muhammed (k.s.) anlatıyor:”Şeyh İzzeddin (k.s.) prostat hastalığına yakalanmıştı. Doktorlar dediler ki: Ameliyat yapmak için sizi uyuşturmamız gerekiyor. Şeyh İzzeddin (k.s.): Olmaz dedi. Ameliyat yapacaksanız uyuşturmadan yapınız.Doktorlar dediler ki:Nasıl olur, uyuşturmadan çok acı çekersiniz, nasıl tahammül edersiniz? Evet dedi.Tahammül edebilirim ve “Allah´ın zikrinden mahrum kalmamak için beni uyuşturmanıza razı olmam.” dedi ve bu konuda ısrar etti. Doktorlar onu uyuşturmadan ameliyat ettiler. O anda elinde bir kitap vardı onu okuyordu.” Şeyh (k.s.) sadece bazı ilim ve faziletleri kazanmakla kalmamış aksine bütün mevcut ilimlere vâkıf olmuş, adeta bütün faziletleri kendi şahsında toplamıştı. Bir meseleyi tabir ederken onu gören biri zannederdi ki: büyük müctehitlerden biri tekrar dünyaya geri gelmiş. Onun vera, zühd ve tevazusunu gören bu insan ya Uveys el-Karani veya Ebu Yezid el Bestami derdi.Akli meselelere girip de hikmeti sarf ederken ona kulak veren diyecekti ki İmam-ı Gazali veya İmam-ı Kuşeyri bu imamdan istifade etmişlerdir. İhlası ve ibadetine bakan onu Hz. Ebu Bekir´e benzetir. Adalet ve siyretini gören onu Hz. Ömer´den ayırt edemez, cesaret ve kararlılığında Hz.Ali´yi, edeb ve hayada Hz. Osman´ı andırırdı.İşte Şeyh İzzeddin (k.s.) böyle kâmil bir şahsiyet idi. İlmi ile amel eden alimlerin tasavvufta yol arayan mutasavvıfların numune-i imtisalleri idi.Şeyhin (k.s.) zekâsı; dini ilim ve faziletlerin yanında, diğer ilmi faziletlere de şamildi. Alimlerin müracaat ettikleri bir kaynak olduğu gibi, ziraatçıların dahi ziraat hususunda müracaat ettikleri bir ziraat muallimi idi. Mühendislik hususunda Hendese´den son derece iyi anlayan bir mühendis idi adeta. İnsanların arasında onu gören derdi ki: Bu zat mükemmel bir derviştir. Abidlerin arasında bir abid, kalp hastalıkları ve nefsin rahatsızlıkları konusunda şifa arayanlara ise basiretli bir arif ve mahir bir tabip idi.Allah (c.c.) Şeyh hazretlerine hikmet, akıl ve velâyet nasip etmişti. Şeyh Hazretlerinin Cesareti, Sabrı ve Dini Gayreti Şeyh İzzeddin Hazretlerinin (k.s.) en büyük özelliği ve bariz vasfı üstün cesaret ve nadir bir cüret sahibi olmasıdır. En zor şartlarda ve en çetin hallerde zillet tanımaz, kör kuyu bilmez ve makamı mevkisi ne olursa olsun kimseden çekinmezdi. Daima hakkı terennüm eder; iyiliği emreder, kötülükten sakınırdı. Allah´ın dinini yaymak hususunda kimseden korkmaz, kınayanın kınamasına aldırış etmezdi. Allah´ın dini için son derece gayret sahibi idi. Bütün güzelliklerin Hz. Peygamberin ahlâkında ve dinin de mevcut olduğunu, Avrupa´da var gibi görünen güzel hasletlerin Peygamberin ahlâkından çalıntı olduğunu söylüyordu. Maalesef Avrupalılar Hz. Peygamber´in (s.a.v.) ahlâkını adet olarak yaşarken biz, dinimiz olan o nefis hasletleri terk etmişiz. Şeyh hazretlerine (k.s.) göre dünya; salih amel, iyilik ve hayır işler işlemek için bir vesiledir. Kişinin, gaye ve hedefe giderken bindiği bir binittir. Şeyh İzzeddin´i (k.s.) tanıyan biliyordu ki, Şeyh dünyanın peşine asla düşmedi, makam, siyaset, mevki peşinde değildi. Onun dünyadan tek bir gayesi vardı: ALLAH RIZASI. Teveccüh hakkında şunları söylerdi:Ey aşağılık dünyayı isteyen kişi bil ki dünya insanın önünde kurulmuş ve onu kendine düşürmek isteyen bir tuzaktır. Şeyh İzzeddin (k.s.) çok merhametli, hassas ve yufka yürekli olmasına rağmen zorlukların karşısında dağ gibi dururdu. Eşine rastlanmayan bir sabır ve metanetle sabrederdi. Onun sabır ve metanetinden ders alınır, ibret kazanılırdı. Şeyh (k.s.) çok halim idi. Ahlâkı geniş ve sabırlı idi. Dağların bile tahammül edemeyeceği ancak çok büyük insanların başarabileceği tahammül gücüne sahip idi. Cenab-ı Hakkın kullarına şefkatli bir babadan daha fazla şefkat gösteriyordu. Özellikle ilim okuyan talebeler için: “Bunlar benim evladım.” derdi. Hilm konusunda onunla yarışılmazdı. Düşmanlarından çokça eziyet görür, yine de iyilikle karşılık verirdi. Onlara kin gütmez, cehaletlerine ise üzülürdü. Salih olmaları için dua ederdi. Kendi hakkında yapılan hataları affeder, bu gibi davranan kişilere ikramda bulunurdu. İnsanların gönlünü alırdı. İşte bu üstün ahlâk sayesinde insanların kalbini kendine bağladı. Şeyh İzzeddin Hazretleri (K.S.) Tevazu Simgesi Onu ziyarete gelenler elini öpmek istediğinde, yaşlı olmasına ve belindeki ağrıya rağmen eğilir ve onların ziyaret etmelerine fırsat verirdi. Şeyh hazretleri (k.s.) kendi çocuklarına terbiyeyi anlatırken şöyle diyordu: “İnsanların, sizin etrafınızda toplanmasına aldanmayın. Çünkü sadatımızın birisinin etrafında kalabalık olunca kendi Şeyhine mektup yazıyor ve vaziyeti ona anlatıyor. Şeyhi bunun üzerine diyor ki: Bu kalabalığa aldanma; bu teveccühe kanma. Zira bu teveccüh bir köpeğin boynunda asılı olan ekmeğe bakarak gelen köpeklerin teveccühüne benzer. Bunların teveccühü ekmek içindir. Ekmek olmazsa veya biterse kimse gelmez. Gelseler de ayrılırlar.” Şeyh Hazretleri (k.s.); “Kim ki Allah için tevazu gösterdi, Allah onu yüceltir.” hadisi ile tam amel ettiği için son derece mütevaziydi. Bir çok yerde Şeyh (k.s.) şöyle yemin ediyordu: “Vallahi, Billahi, Tallahi aranızda kendimden daha kötü halli kimseyi göremiyorum.” Hastaları çokça ziyaret ederdi. Umumi meclislerde kendine özel bir yer ayrılmasını ciddi bir mazeret yoksa kabul etmezdi. Bilakis yaşlı olmasına rağmen sıradan biri gibi otururdu. Ve derdi ki: “Mürid kendine pay ayırmamalı, Mürid, tavus kuşu gibi olmalı. İnsanlar onun rengârenk tüylerine bakarlar, ama onun gözleri daima siyah olan ayaklarındadır. Şah-ı Nakşibend (k.s.) şöyle buyurdular: “Kendi nefsini müslümanların en aşağısından üstün gören kişi tarikatın zevkinin kokusunu dahi alamamıştır.” Bazı tarikat erbabına sormuşlar:” Allah´a varmak ne ile mümkündür? Cevap vermişler: Bir ayağını nefsin boynuna bas, öbür ayağını varacağın makamda bulursun. Böyle olan insan, yani nefsini terbiye eden kişi, insanlar ona değer vermeseler de onlara kızmaz. Çünkü kendini herkesten aşağı görür.” Vaazını dinlemek ve dersine kulak vermek için yanına gelen kalabalıklara şöyle diyordu: “Ben zayıf bir insanım, kıymetim yok. Siz inanıyorsunuz ki bu alimdir. Alimler de Peygamberlerin varisleridir. Sizin bana olan hürmetiniz aslında dininize olan hürmettir. Hatta bu Cenab-ı Allah´a olan hürmettir. Benim hakkımda olan düşüncelerinizi gerçekleştirmesi için Allah´a yalvarıyorum.” Şeyh Hazretleri (k.s.) herhangi bir şeye okudu ve sonra şöyle buyurdu: ?Rivayete göre bir gurup hırsız bir eve misafir olurlar. O ev sahibinin felçli bir çocuğu vardı. Ev sahibi misafirlere izzet ve ikram eder, yemek verir. Misafirler yedikten sonra arta kalan yemekten misafirin artığı şifa diye felçli çocuğa verir. Çocuk yemeği yiyince iyileşir, kalkar ve yürür. Hırsızlar ikinci defa o eve giderler; fakat felçli çocuğu yürürken görürler ve bu işe çok şaşırırlar. Ev sahibi meseleyi anlatır ve der ki: “İşte bu çocuğun iyileşmesi sizin bereketiniz sayesindedir.” O misafir olan hırsızlar mahcup olurlar, utanırlar ve bu hallerinden tevbe ederler. Şahsi Gayreti En büyük oğlu ve değerli halifesi Şeyh Muhammed EI-Haznevi Hazretleri şöyle buyuruyor: “Ne zaman gece uyanmışsam babamın, Şeyh İzzeddin (k.s.), Şah-ı Nakşibend (k.s.) veya Molla Caminin (k.s.) şiirlerini ve tasavvuf hakkında sözlerini okuyup terennum ettiğini ve evinde cenazesi olanın ağlamasına benzer bir şekilde ağlayıp gözyaşı döktüğünü görmüşümdür.” Şeyh İzzeddin (k.s.) nefsine karşı sanki savaş yapıyordu. Mübah olan lezzetleri dahi ona yasaklamıştı. Nefs artık Şeyh hazretlerinden umudu kesmiş ve ona istediğini yaptıramayacağını anlamıştı. Dünyadaki vaziyeti böyle idi. Mübarek vücudu çok eskimiş ve yıpranmış bir testi misali Allah için yorgun ve meşakket içinde idi. Şeyh Hazretleri şu hikayeyi sıkça anlatırdı: “Geçmiş zaman içinde ibadetle meşgul olan salih bir zat vardı. Başka biri bu abidi rüyasında bir dağın başında görür. Rüyasını ona anlatınca adam hayırdır der. Bir başka zaman, aynı adam bu abidi dağın başında değil de dağın eteklerinde rüyasında görür. Tekrar rüyasını anlatır ve abid der ki: Hayırdır. Bir yıl sonra üçüncü kez rüyasında onu dağ başında görür ve rüyasını tekrar anlatır. Abid tekrar hayırdır der. Rüya gören kişi abide dedi ki: Ne olur beni meraktan kurtar ve aydınlat. Her üç rüyayı sana anlattım ve sen her seferinde hayırdır dedin. Bu nedir? Adam dedi ki: Birincisinde beni dağ başında gördün o zaman Allah (c.c.) ile aram iyiydi. İkincisinde eşimi şehvetle öptüm makamım düştü ve Allah mertebemi düşürdü. Makamı büyük olanların Allah´tan başka şeylerden zevk alıp ona iltifat etmesi heybetine leke kondurur. Tevbe ve pişmanlık duydum. Bir yıl bu yaptığıma ağladım. Allah tekrar beni eski makama yükseltti ve sen beni tekrar dağların zirvesinde gördün. İşte rüyanın tabiri budur.” Zekâ ve Feraseti Şeyh İzzeddin (k.s.) çok akıllıydı, ileri görüşlü idi. Üstün bir zekâsı vardı. Onu vasfedenler onu vasf etmekten aciz kalıyorlardı. Babası Şeyh Ahmet EI-Haznevi (k.s.) onun için yazdığı icaze (diploma) de onu överken şöyle diyordu: ?Zeki, zarif, cüretli ve dinin yücelmesine gayret eden İzzeddin (k.s.) çok üstün bir fetanet ve feraset sahibidir.? Kendi nefsi için şöyle derdi: ?Kerametim yok; ama aklım kılı kırk yarar. Benim aklım ise babamın aklından sadece bir parça (cüz)dür.? Şeyh İzzeddin (k.s.) bir gün irşat münasebetiyle Amuda kazasının etrafındaki köylere gitmişti. Her taraftan gelip vaaz ve nasihatını dinlemek istediler. Aşiret reisi Şeyh Hazretlerini görünce çok sevindi ve dedi ki: “Ey Şeyh İzzeddin (k.s.) senin iki hususiyetin benim acaibime gidiyor ve hayret ediyorum. Şeyh buyurdu ki bu iki husus nedir? Aşiret reisi dedi ki: Birincisi şudur: senin bu zayıf vücudun nasıl bu kadar güçlü kuvvetli aklını taşıyabiliyor? Bu söze karşılık Şeyh hazretleri ona şöyle cevap verdi: “Vücudumun maddi ağırlığı kırk beş kilodur; fakat aklıma gelince benim aklım Şeyh Ahmet EI-Haznevi hazretlerinin aklından sadece bir parçadır.” İkincisi de şudur: Sen nasıl evlendin. Bu zekâ ve incelik ile nasıl hanım beğendin? Şeyh İzzeddin (k.s.) buna da şöyle cevap veriyor.”Ben evlilik hususunda kendi kendime karar vermiş değilim. Beni babam evlendirdi.” Şeyh hazretleri üstün zekâsına binaen herkese haline göre muamele eder, anlayış kabiliyetine göre davranır, aklına göre konuşur ve onu layık olduğu mertebede görürdü.Bu yüzden Şeyh hazretlerinin (k.s.) çeşitli meclisleri vardı. Bir meclisi vardı ki avam havas her tabakadan insanlar bulunur ve herkes vaazı kavrar ve istifade ederdi. Diğer bir meclisi vardı ki bu meclise sadece alimler ve salikler katılır, onlara tarikatın ve insanları irşat etmenin hususiyetlerini anlatır, irfan demetleri sunardı. Bazen de böyle bir mecliste o kadar veciz konuşurdu ki söylediklerini anlamalarını istediği kimseler anlar, diğerleri anlayamazdı.Üçüncü bir meclisi daha var idi ki bu dünya ehline has bir meclisti. Bu vazifeli, ileri gelen ve kabile reisleri gibilere has idi. Bu insanları irşat eder, yönlendirir ve kapasiteleri ölçüsünde konuşurdu.Dördüncü bir meclisi daha vardı. Alimler ve salihlerden istediği kimseler ile oturur ve onların zekâ ve kabiliyetlerini teftiş ederdi. Akıllı ve tedbir ehli, organizeden anlayan birini görünce sevinirdi. Şu kıssayı Şeyh İzzeddin (k.s.) babası Şeyh Ahmet´den nakille çokça anlatırdı: Şeyh Ahmet (k.s.) yanındaki saliklerden birisine hilafet vermişti. Başka bir salik (alim) daha vardı ki yapılması gerekeni yaptığı, katedilmesi gereken mesafeyi katettiği halde kendisine hilafet verilmemişti. Şeyh Ahmet?in (k.s.) hanımı (r.a.) sohbet ve hasbıhal olsun diye Şeyh Ahmet´e (k.s.) sordu: “Ey Ma´sum”un babası filana hilafeti verdin; ama onun gibi amelini bitiren diğer birine vermiyorsun niçin? Şeyh Ahmet buyurdu: “Kendisine hilafet vermediğim kişi tedbir ve organizeyi beceremiyor. Epey mesafe almışsa bile ona hilafet vermek uygun değildir. Kendisine hilafet verilse irşat edeceği insanları ıslah değil ifsat eder.” Daveti ve İrşadı Şeyh İzzeddin (k.s.) yetmiş yıla yakın ömrünü irşat, gayret, talim ve terbiye ile geçirdi. İlk yıllarını ilim ve marifet tahsiline verdi. 1969 yılında kardeşi Şeyh Alâaddin”in (k.s.) vefatından sonra irşat makamına oturdu ve tarikatı teslim aldı. Maddi-manevi bütün gücünü harcadı. Allah´ın kullarına marifetin, menfaatin ulaşması için pekçok cemaatlere vaaz ve nasihatlerde bulundu. Doğudan batıdan her taraftan gelen insanlara tarikat dersleri vermekle ömrünü geçirdi. Şeyh Hazretlerinin (k.s.) davetinin çok çarpıcı özellikleri vardır. Kendisi Hz. Peygamber´in (s.a.v.) sünnetini takip ediyordu. Ashab-ı Kiram´ın ve üstün tabiilerin izinde yürüyordu. İki husustan son derece uzaktı ve uzak kaldı. Dünya menfaati ve siyaset. Vaaz-u nasihatlerinde söze şöyle başlardı: “Acizane ben, Şeyh Ahmed El – Haznevi´nin oğlu İzzeddin El-Haznevi´yim. Babamdan ve iki kardeşimden iki husus ile uğraşmamayı miras olarak devraldım. Birinci husus: Ben ne kendi memleketimde ne de başka bir yerde asla siyasetle uğraşmıyorum ve siyasi işlere müdahale etmiyorum. Zira insanların irşadı ile uğraşanların belli bir grubu değil bütün dinleyenleri ve müslümanları muhatap seçmeleri gerekiyor. Biz herkesi muhatap kabul ettiğimiz için derslerimize her çeşit insan geliyor. İkinci husus: Hiç kimseden mal istemiyorum. Bana verilmek istenen malları asla kabul etmiyorum. Bu hususlar için Allah´a şükürler ediyorum. Zira irşat ile uğraşan insanların, başkalarının elindekilerde gözü olmamalıdır.” Vefatı Şeyh İzzeddin Hazretleri 31 Temmuz 1992 (1 Sefer 1413 Hicri) tarihinde Cuma ikindi namazını kıldıktan sonra en faziletli ve duaların en çok kabul edildiği bir saatte Hakk´ın rahmetine kavuşmuştur. Vefat etmeden önce kendi evinde binlerce insana vaaz-u nasihat ediyordu. Onlara şu hadisi anlatıyordu: Peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Size iki vaiz bıraktım. Biri konuşan vaiz diğeri de susan vaiz. Konuşan vaiz Kur´an-ı Kerim, susan vaiz ise ölümdür.” İşte bu mübarek Hadis-i Şerifin ışığı altında konu Feth Bin Seleme´nin Ömer bin Abdülaziz´e nasihati idi. Şeyh Hazretleri konuya devam etti. Ölümden, ölüme hazırlanmaktan, ölümün çok yakın olduğundan, bunun şuurunda olmanın gereğinden bahsediyordu. O dereceye geldi ki, rahatsızlandı ve konuştuğu kelimeleri mübarek ağzından tam telafuz edemiyor, mübarek eliyle mikrofonu tam tutamıyordu. Şeyh´in elinden mikrofonu Şamlı eş Şeyh Arabi Kabbani aldı. Bu zat çocuklarıyla Şeyh´i ziyarete gelmişti ve Şeyh´in yanında oturuyordu. Şeyh İzzeddin Hazretleri (k.s.) misafiri olan Şeyh Arabi Kabbani”ye vaazı tamamla diye emretti. Misafir zat muhabbetten ve sevgiden bahsetti. Şeyh İzzeddin (k.s.) ona teşekkür etti ve dedi ki: “Siz ve çocuklarınız eve buyurun size yemek verelim.” Şeyh hazretleri son dakikalarını yaşadığını anlayınca kendini kıbleye doğru çevirdi. Etrafındakiler Şeyh hazretlerinin kendini kıbleye çevirdiğini görünce ağlamaya başladılar. Şeyh İzzeddin (k.s.) etrafındaki insanların ağlamalarını ve üzüntülerini görünce onlara merhamet etti ve aralarında iken mübarek ruhunu teslim etmemeyi temenni etti. Hemen ilacını kullanmak için su istedi ve “arabayı getirin” dedi. Akla hayale gelmeyen kalabalıklar; Şam´dan, Zebedan´dan ve her taraftan geldi ve hastaneyi adeta kuşattılar. O gün dehşetli bir gün idi. Şam Radyo´su vefat haberini duyurdu. Sonra başka radyolar da bu elim haberi verdiler. Gazeteler ve mecmualar bu elim haberi yazdılar. Mübarek cesed yıkandıktan sonra hastaneye yakın Sad bin Muaz hazreterinin (r.a.) adıyla bilinen camiye kaldırıldı. Şam´ın ileri gelen alimleri ve muhteşem bir kalabalık cenaze namazını kıldılar. Şeyh İzzeddin (k.s.) hayatında insanlara vaaz-u nasihat ettiği gibi vefatından sonra da vaaz etmiş oldu. Kamışlı havaalını, uçak pistine yakın her yer, yollar, bahçeler yüz binlerce insanla doldu taştı. İnsanlar ağlıyor, gözyaşı döküyorlar, mürşidleri ve mürebbibleri olan Şeyh´den ayrılık onları son derece üzüyordu. Evet yüz binler sanki gözyaşı değil, kan ağlıyorlardı. Şeyh İzzeddin Hazretlerinin (k.s.) cenazesi kilometrelerce uzanan konvoy eşliğinde Telma´ruf?a doğru yola çıktı. Mübarek cenaze Şeyh hazretlerinin evine götürüldü ve bir müddet çocukları, ehli ve akrabaları arasında kaldı. Bu arada insanlar, cenaze münasebetiyle gelenler hiç bir yere sığmıyorlardı. Ne camide, ne medreselerde ve ne avluda hiçbir yer kalmadı. Telmaruf?” gelenler, Müzdelife´de, meşar´ı haram´da ve çevresinde sabahladıkları gibi buldukları yerlerde sabahladılar. Evet 31 Temmuz günü ve onu takip eden bir kaç gün insanların hiç karşılaşmadığı ve görmediği bir gün idi. İnsanların akılları başlarından gitmiş, gözler soluk vesönük, kalbler heyecanlı ve canlar boğaza gelmişti. Büyük kalabalıklar bir yana, Kamışlı bütünüyle Şeyh´in cenazesini karşılamak için havaalanına gitmişti. Ve aynı kalabalık Şeyh hazretlerinin cenazesini, ikametgâhı olan, dergâhın ve medresenin olduğu Telma´ruf´a getirmiş, beraberinde gelmişlerdi. 2 Ağustos 1992 pazar günü Telmaruf görmediği kalabalıklara sahne oluyordu. Suriye´den, Lübnan´dan, Ürdün´den, Türkiye´den ve daha başka yerlerden binlerce, on binlerce insan. Bu muazzam kalabalık Şeyh Muhammed´in arkasında cenaze namazını kıldıktan sonra; Şeyh´in kerim ailesi, aile efradı, evladı, ev halkı onunla vedalaştılar. Sonra o kalabalık, başları ve elleri üzerinde Şeyh hazretlerini, babası ve iki kardeşinin olduğu Markad-ı Şerif´e doğru taşıyıp götürdüler. Tekbirler, tehliller ve gözyaşları arasında babası ve kardeşlerinin yanına defnedildi. Allah Rahmet eylesin. Geniş rahmetine gark eylesin. İslam ümmeti adına onlara rahmet eylesin ve hayırlar versin. Menzilleri uzakta da olsa onlar benim kalbimdedir. |