Erenlerin ancak onun muhabbetiyle kendisine vâsıl olduğu Allah´a hamd olsun. Arifler, kendisine tabi olmaları ile manevi makamı bulmuş oldukları Peygamberinin üzerine, müslümanların hidâyetleri sebebiyle, hidâyetlendiği o Peygamberin âline ve ashâbına salât ve selâm olsun!
Kardeşim, Allah Sübhanehuyu zikr etmek süreksizdir. Hattâ kul her zaman onu yapmakla emrolunmuştur. Diğer ibadetler ise, her birisinin ayrı ayrı özel olarak bir vakti vardır. O vakitten başka bir zamanda yapılması câiz değildir. Hatta ibadetlerin en efdali namaz olduğu halde, şüphesiz ibazı vakitlerde kılınması caiz olmaz. Fakat kalben yapılan zikir bütün durum ve hallerde kuldan istenilmektedir. Kalp ile (sessiz olarak) Allah´ı zikretmek müridlerin kılıcıdır. Kardeş! Zaman fırsatı bir ganimettir. Kişi sıhhatini ve boş vaktini kendine bir ganimet olarak bilmelidir. Öyle ise, ömrünü faydasız şeylere harcaması uygun değildir. Belki hepsinin Allah´ın (Celle ve Alâ) rızasının olduğu şeylerde sarf edilmesi, beş vakit namazın cemâatle edâ edilmesi, teheccüd namazının terk edilmemesi, seher vakitlerinde istiğfarın kaçırılmaması, tavşan uykusuna benzer uyku ile, ibâdet yapmaktan geri kalınmaması, hazır dünya nimetlerinin lezzetiyle aldanılmaması, ölüm ile âhiret ahvalinin anılıp göz önünde bulundurulması gereklidir. Hatta vakitlerin devamlı olarak ilâhi zikirde sarf edilmesi vâcipdir. Parlak İslâm şeriatına uygun olan her şey, alış veriş de olsa, kişiden vaki olan bütün ameller zikir sayılır. Öyle ise, bütün yapılan işlerin zikir olması için, bütün davranışlarda şeriatın ahkâmına riâyet edilmesi gereklidir. Şüphesiz zikir gafleti kovmaktan ibarettir. Bütün fiillerde Allah´ın emir ve nehiylerine riâyet edildiğinde, gafletin etkisinden kurtuluş mümkün olup Allahu Teâla’yı devamlı zikrin sevabı hasıl olur. İnsanın, dünyadan daha ziyade Allah’ın rızasına calışması gerekir. Zira Hak Sübhanehu Teâla, keremi kemâlinden, kulların rızkını vermeyi tekeffül edip, rızık için bizi, teereddüd etmekten kurtarmıştır. Ailenin nüfusu çoğaldıkça rızıkları da o nisbette çoğalır. Öyle ise ölümden önce Hak sübhanehü tealanın rızasına yönelmek dünya ve rızık işini Allah’a (Celle ve Alâ) havale etmek gerekir. Allah’ın rızası, hâkiki mürşidin rızasına; gadabı, mürşidin gadabına bağlıdır. Bu tarikat, Peygamberden (s.a.v.) sonra insanların efdali olan Ebü Bekir Es-Sıddık (r.a.) in meşrebinden alınmıştır. Kıskançlığın hiç bir ilacı yoktur. Kıskançlık, Allah’ın kaza ve kaderine itiraz etmektir. Çünkü kıskançlığın hakikati, sizin gibilerin malumu olduğu üzere, Allah, Sübhanehu Teala’ya itiraz etmek demektir. Şükrün vücubunun, verilen nimetin miktarına göre olduğu da bilinmektedir. İnsana, nimet ne kadar çok gelse, şükrün vücubu, onda daha ziyadeleşir ve daha çoğalır. Binaenaleyh, muhtelif maddi sınıflara göre fakirlere nisbeten zenginlerin üzerine, şükrün vücübu kat kat daha fazladır. Ey dostum! Yüce Allah’ın, kulu hakkında yaptığı her şeye kulun razı olması gereklidir. Rabbinin ona irade eylediği şeyin, onun kendi nefsine irade ettiği şeyden daha sevab, alâ ve olgun olduğunu bilmelidir. Bahauddin Nakşibendiye tarikatına (Allah ehlinin sırlarını kutlasın) mensub olduğu iddiasında bulunan kimsenin, dostu olan Allah’ın yaptığı şeye razı olması lazımdır. Zira bu tarikat ehline ,sevgili Allah’ın yaptığı bütün şeyler sevgilidir, diyorlar. İşte herhangi bir musibete düçar kalmış bir kimse, bunu düşünürse acısı hafifleyecektir. Bir mürşidin yüceliği ve noksanlığı tâbilerinin hepsinin hareketlerinden değil, etbaının çoğunun hareketinden belli olur. Kendi ayıblarını görmemezliğe geldiğindenden şüphesiz sen hak ve doğru yolda değilsin. «Kendi nefsinin ayıbıyla meşgul olup da başkasının ayıplarından konuşmayana ne mutlu. Halkı küçültmek, ayıplarından bahsetmek, vakti boş geçirmek, müslümanlar hakkında kötü zan beslemek gibi iş olmayan şeylerin terk edilmesi, kişinin İslâmiyet vasfının güzelliğindendir.» denilmiştir. Ey kardeş! Ölümün hikmeti, hayattakilerin tefekkür edip gaflet uykusundan ayılmaları, ondan ibret almalarıdır. Keşif ehli ve temiz ruhlu olan arif ve alimler; bütün masiyet, gaflet ve şehvetin esasının, insanın kendi nefsinden razı olmasında; taat, gafletten ayılma ve iffetin aslının da insanın kendi nefsinden razı olmamasından olduğunu söylemişlerdir. Mürşidimiz Hazret, (Allah bizi ve sizi onun sırlarıyla kutlasın). Mevlâna Celâleddin Rumi’den naklen buyurdular ki: «İnsanın kendini boyatması lazımdır. Boyatması, ya yapacağı taatlerde veya dünyada çektiği eziyet ve sıkıntılara karşı sabretmesiyle olur.Allah yolunda salikin önüne gelen her meşakkat onun iyiliği içindir. » Kardeşim! Terbiye edilmeden bakımsız olarak kendi kendine yetişmiş ağacın meyvesi yoktur. Şayet olsa da, tatsız olur. Her şeyin bir sebebi olmasının gerektiği, Allah’ın cari bir adetidir. Tenasül, doğma, şeklen, anne ve babasız olmadığı gibi, manevi ilerleme de, eğitimsiz mümkün değildir.Fırsat buldukça sadatın sohbetlerinden istifade etmek gereklidir. Zira sohbetlerinden hasıl olan manevi faydalar, uzun müddet yapılan şiddetli riyazet ve meşakkatli mücadele ile hasıl olmaz. Çünkü bu yol sahabeyi kiramın (rıdvanullahi tealâ aleyhim ecmain) yoludur. Nefis çok hilekârdır. Hile yapmayacağına itimad edilmez. Nitekim yüce Allah, Kuran’da Yusuf Peygamberden (Allah, efendimiz Muhammed’in ve onun her ikisinin de âlinin üzerlerine salât u selâm eylesin.) hikâyetle buyurdular ki:”Ben nefsim iyidir demiyorum. Şüphe yok ki, nefis kötülük yapmayı emreder.” Yine Kurân-ı Kerim de: «Sen (Ey Resulüm) sevdiğini yola getiremezsin, ama Allah dilediğini yola getirir.» buyurmuştur. Size, Allah ve Rasulünün (s.a.v.) sevgisini tavsiye ederiz. Onlara olan muhabetin alameti, emirlerine imtisal edip, nehiy eyledikleri şeylerden korumak, yüce devlete sadakat, millete şefkat etmektir. Ermişler, «Sevgilinin yapacağı her şeyi sevgilidir.» derler. Allâh, Musâ’ ya (a.s.) vahiy eyledi ki: “Gerçekten ben bir kulu sevdiğinim zaman, bana karşı ne derece sadakatı olduğunu imtihan etmek için, ona dağların tahammül edemedikleri musibet ve belâlar ile belâlandırırım. Kendisini sabırlı bulursam kendime dost edinirim. Bu belâdan dolayı beni halka şikâyet eder bulursam, kendisine iltifat etmeyip rezil ederim.” Rasulullah (s.a.v.) : «Belâ cihetinden sizde en şiddetlisiyle belâlandırılan kimseler, Peygamberlerdir. Sonra arkalarından gelen iyi kişiler, onlardan sonra da sırasıyla iyi olanlarıdır.» Bir kavme Nebi ve Resullerden herhangi birisi gelmedi ki, illâ eziyet ve zararla karşılaşmasın. Fakat onlar, kendilerine yapılan işkencelere karşı sabrettiler. Dolayısıyle durumlarının sonucu güzelleşti. Murâkabe ise, size önce söylediğimiz gibi; gece gündüz, aziz ve yüce Allah’ın manevi huzurunda bulunmamız, kendisinin bizi görüp yaptığımızı, söylediklerimizi, kalbimize gelen bütün hatıraları bildiğini tasavvur etmemizden ibarettir. Ey kardeşler! Büyük veliler hattâ yüce peygamberler bile devamlı olarak çeşitli eziyet ve belâlara giriftar olmuş ve sabretmişlerdir. Arkalarından gelecek başka veliler de böylece sabredip onlara tabi olmuş, ta ki zamanımızın avam tabakası dahi bu gibi belâlara maruz kaldıkları zaman onlara bakıp kötü düşüncelere düşmesinler istemişlerdir. Malumunuz olduğu üzere, insanların yaradılışından maksat, gizli ve aşikâr olarak Allah’a itaat etmek, kavil ve fiillerde Peygamberin (s.a.v.) şeriatıyla temessük etmek, dindeki ruhsatlardan, eski ve yeni bid?atlardan, bu zamanda insanların kendilerince dinde çıkardıkları bütün şeylerden korunmakla, alçak, fani, onunla aldanılan bu dünya ile mağrur olmamaktır. O dünya ki gerçekten güneşi batmaya, halkına hile edip, onları helak etmeye ve Allah-u Tealâ’ nın gazabına atmaya yakındır. Öyle ise, bağışlayıcı olan Allah’ın taati ve şerefli sadatı kiramı (kuddise sirruhum) sevmekten ayrılmamanız gerekir. Zira sadatın muhabbetinden bir hisse alan ve tarikatlarında hareket etmesini nefsin üzerine alıp emirlerine itaat ederek, nehy ettikleri şeylerden kaçan kimse, büyük bir devlet ve ebedi bir saadete ulaşır. Çünkü bu nimetlere tekabül edecek hiç bir şey yoktur. Sadatın, müride olan himmetleri müridin çalışmasına göredir. Taat ve ibadette çalışması cehdi arttıkça, şerefli sadat, ona göre Allahu Tealâ’nın huzuruna müridin yükselmesi için yardım ederler. Müride gaflet uykusundan bir uyanma hasıl olup, büsbütün kendisinden gaflet zail olur. Kalbinde Allah’ ın yüce manevi huzuruna ilerlemesi icin tam bir meyil olur. Nefsinin esaret ve arzusundan, şeytandan, dünya ve dünyada bulunan şeylerin hevesinden kurtularak, ebedi saadete ve rabbani zaferlere ulaşır. Bu tarikatın uluları, mürid olan kişinin Allah tan manevi feyz istemesi halini kendisine verilen manevi nimetlerin yarısına, arzusunu da Allah’a kavuşmanın yarısına denk saymışlardır. Zira istek ve talep ile Allah’ a kavuşmak aziz ve Yüce Allah’tandır. Kerem sahibi olan yüce Allah, kulun kalbine isteme ve arzuyu attığında o kula manevi bir mertebe vermesine ve kendine kavuşmasını irade eylediğine delalet eder. Nitekim bunu şerefli tarikat mürşidlerimizin ağızlarından işittik. Bu zaman İslamiyet ve din kıtlığı zamanıdır. Bu zamanda az bir dindarlık, diğer zamanlardaki dindarlıktan çok hayırlıdır. Nitekim buna Peygamberin (kendisine salâvatın en kamili ve selâmların en tamamı olsun) buyurduğu hadis delalet etmektedir. Yine size şu tavsiye olunur ki: Ey kardeşler! Bu parlak şeriata ve mübarek sünnete mutabat etmeniz lazımdır. Zira tarikat şeriatın çekirdeğidir. Hatta bu tarikatın imamı yani Şahı Nakşibend (Allah yüce sırlarını kutlasın) buyurdular ki: «Şeriata aykırı olan herhangi bir tarikat, zındıklıktır». Bu tarikat üç esas üzeredir. Ehlullah nezdinde, dünyanın hiç bir değeri yoktur Zira dünya bir çok kere kulu yüce Rabbinden uzaklaştırıyor. Dünyaya; kulu yüce Rabbinin tâatinden alıkoyması ve uzak tutması, kötü ve şer vasıflar yönünden kâfidir. Yine: Dünyanın kıymetinin ne derecede olduğunu anlamak isterseniz, kendilerinde dünya serveti bulunanlara bakınız ki; o servet insanların iyilerinden daha çok, Cenâbı Hak nezdinde, en şerir olanların yanında bulunmaktadır. Arifler, «Dünya üzerinde bulunan kimseler fânidirler.» diye dünyayı târif etmişlerdir. Dolayısıyla ona önem vermeyip kendilerini sevgisinden uzak tutmuş ölüme hazırlamış, Hakka tabi olup, bâtılı terk edip, dünyanın öldürücü zehrinden nefislerini rahat ettirmişlerdir.Hadisi şerifte: «Dünyada sanki bir garip veya yolcu gibi ol.» diye buyurur. Ayrılık yeni olaylardan değildir. Zira dünya eziyet ve gurur evidir. Müşahede edildiği üzere, onda kardeşler, oğullar, baba ve anneler, birbirlerinden ayrılırlar. Akıllı kimsenin ahiret işlerine, aziz ve yüce Allah ın sevgisini kazanmaya çalışması lâzımdır. Sabretmek şartıyla musibetten gelen sevaba hiç bir şey eşit olmaz. Mürşidimiz Hazret, (Allah bizi ve sizi onun sırlarıyla kutlasın!) bazı tabilerine gönderdiği taziye mektubunda «Ölüm musibeti, musibetlerin en büyüklerindendir. Ondan gafil olmak da, ondan daha büyük bir musibettir.» diye buyurmuşlardır. Ey kardeş! Fıkıh kitablarının beyanına göre, şübhesiz yüce Allah, marifetini (bilinmesini) kullarının üzerine vacib eyledi ve bu büyük bir nimettir. Allah, bunu (bilinmesini) herkesin üzerine farz kılmıştır. Öyle ise akıllı kimsenin, bunun tahsiline çalışması lazımdır. Muhabbetin tahsili için ehlullahlar birçok üsluplar geliştirmişlerdir. O yolların en kısası, Nakşibendiyye tarikatıdır. Çünkü esası, iki ana temel üzeredir: Biri sünneti seniyye Peygamberin (s.a.v.) yolunu takib etmek ile Allah ve Resulünün onlardan razı olmadığı ,bidatlardan korunmak, diğeri ise salikin kendisine uyduğu mürşidini sevmesidir. İşte bu iki temel üzerine çalışmak lazımdır. Yani mümkün olduğu kadar şeriatın azimet olan ahkâmıyla amel edilip, ruhsatlarla amel etmeyi terk etmek ve bidatları hiç yapmamaktır. Zira bidat, hakikatte sapıklıktır. Çünkü yüce Allah’a giden yol, Peygamberin (s.a.v.) yolunu takip etmektir. Bu tarikat ve tarikatın halkını sevmek Allahu Tealâ’nın yaptığı ihsanlardan sayılmalıdır. Rüyada görülen şeylerle amel edilmesi vacib değildir. Hatta Peygamberi (s.a.v.) rüyada görmek doğru olduğu halde, rüyada bir kimseye bir şeyi yapmasını emrederse de, onunla amel edilmesi vacib değildir. Ey kardeş! Nefis, bizâtihi tâat ve ibâdet yapmakta cimridir. Saltanatı yüce olan Allah ın ilâhi ahkâmını imtisal etmekten kaçar Alimler demişler ki, bir kimse, malının zamanın en akıllı kişilerine verilmesini vasiyet ederse, öldükten sonra, malı zâhidlere verilecektir. Zira onlar, olgun olan akılları sayesinde tamamen dünyadan yüz çevirmişlerdir. Ey kardeş! Ömrün en şerefli devresi (gençlik) nefsin arzularıyla geçip, ömrün en rezil devresi (ihtiyarlık) elde kalmıştır. Elde kalan miktarı, Allah’ın rızasında sarf etmezsek, yarın kıyamet gününde hangi yüz ile Allah’a kavuşacak ve kendimizi kurtarmak için, hangi bir delil ile temessük edeceğiz? Ey kardeş! Şüphesiz ölüm musibetlerin en büyüğüdür. Ondan gafil olmak, ondan daha büyük bir musibettir. Öyle ise, ona, fıkıh alimlerinin kitaplarının cenaze bahsinde yazdıkları üzere hazırlık yapılması her mükellef olan kimsenin üzerine vaciptir. Bilhassa, insan kendi hasımları ve onunla alış veriş yaptığı kimse ile helâlleşmesi gerekir. Ey kardeşim! Bilmelisin ki: Dünyada hayatını ahirete vesile eden kimseden başkası için esenlik yoktur. Gerçekten o meşakkat ve aldanma yeridir. Çünkü hakkında: «Allah’ın zikri ve o zikre şamil şeylerden başka dünya melundur. İçindeki şeyler de melundur.» diye hadisi şerif rivayet edilmiştir. Kardeşim, Allahü Teala’nın Kuran-ı Kerim’de: «Her canlı ölümün tadıcısıdır.» kelamının tasdiki için insana ölüm lazımdır. Ömrü uzayıp da ameli çok olana ne mutlu. Kula layık olan durum Rabbinin (Celle ve Alâ) yaptığı işe razı olması ve ona seçtiği şey, kul kendine seçtiği şeyden, daha doğru ve alâ ve daha kâmil olduğunu bilmesidir. Hele bilhassa, Nakşibendiyye tarikatına mensub olduğunu iddia eden kimse, sevgilinin (Allah) ın yaptığı şeylere razı olması lazımdır. Çünkü Nakşibendiyye uluları, «Mahbubun yaptığı bütün şey sevgilidir, derler.» İşte başına bir musibet gelen kimse, böyle tefekkür ile musibet üzüntüsünün acısı kendisine kolaylaşır. Bu büyük musibetimiz hatırımıza geldiğinde, Peygamberin (s.a.v.) vefatını düşünmemizle sabretmek de kolay olur. İşte buna ve diğer belalara karşı «Biz, Allah’ın kuluyuz ve gerçekten Allah’a döneceğiz deriz. » |
Son Yazılar