Haznevi dergahının kurucusu;büyük alim,fazilet sahibi ve arif-i billah olan Şeyh Ahmed El-Haznevi´dir. Babaları Hoca Murad Efendi ,Mardin ilinin İdil(Hazah) ilçesine bağlı Bahine köyündendir.Hoca Murad Efendi alim ve muttaki bir zat olup asil ve temiz bir aileden gelmektedir.Şeyh Ahmed babalarının İmam-Hatiplik yaptığı şu anda Suriye toprakları içerisinde kalan Kamışlı kazasına bağlı Hazna beldesinde 1886 yılında doğmuştur.Doğduğu bu yerden dolayı da Haznevi namıyla anılmaktadır.
Babalarından sonra ilk hocaları Diyarbakır´ın Silvan kazasının seçkin alimlerinden Müderris Molla Hüseyin Küçük Efendidir.Zamanın usulüne göre bu üstadlarının yanında okuyup,tahsillerini tamamlamış ve ilmi icazetlerini ondan almışlardır.Şeyh Ahmed daha sonra tasavvufa ilgi duymuş Şeyh Abdurrahman-i Taği´nin halifesi olan Hizanlı Şeyh Abdulkadir Efendinin sohbetlerinde bulunmuştur. Birinci Dünya Savaşından önce hocası Şeyh Abdulkadir Efendinin vefat etmesi üzerine ise, büyük veli ve Allah dostu Abdurrahmani Taği hazretlerinin oğlu ve halifesi olan Şeyh Muhammed Diyaeddin Nurşini Hazretlerinin sohbetlerine devam etmeye başlamıştır.
Şeyh Hazret olarakta anılan Şeyh Muhammed Diyaeddin (k.s.) Bediüzzaman Said Nursi´nin de hocası olup, Üstad Bediüzzaman Tarihçe-i Hayat isimli eserlerinde onu ve onun mürşidi olan Abdurrahmani Tagi Hazretlerini (k.s.) kendisinin üstadları olarak belirtmiştir.Hatta aynı adlı eserinde yeryüzünde melek misal insanları görmek isteyenlerin Nurşin´e Şeyh Muhammed Diyaedddin (k.s.)´in dergahına gitmelerini ve onun müritleri ile tanışmalarını salık vermiştir.
Şeyh Ahmed(k.s.) bu yüce dergaha dahil olduktan sonra on beş y ı l boyunca Hazna´dan Nurşin´e bazen yaya bazen de binek üstünde olarak gitmiş,ilmi ve manevi tedrisatını burada tamamlamıştır. Talebeliklerinin ilk zamanlarında başlarından geçen bir olayı şu şekilde anlatmışlardır:
´Nurşin´e gittikten on beş yirmi gün sonrasıydı.Hazretin evindeydim.Malum yemeğimiz darı ekmeği ve darı çorbasıydı.Bir gün Muş tarafından o bölgenin ileri gelenlerinden birisi Hazret´i ziyarete gelmişti. Hazreti ve talebelerini yemeğe davet etti.Hazret de onun davetini kabul edip, icabet edeceğini bildirdi.Nasıl olsa ben de gideceğim ve güzel yemekler yiyeceğim diye düşündüm ve sevindim. Bu durumdan nefsim çok zevk duydu. Hemen çarıklarımı ıslansınlar da rahatça giyeyim diye suya bıraktım.Hazret yolculuk hazırlıklarını tamamladığında ben de diğer talebeler gibi hazırlanmıştım. Hazret dışarı çıktı,yüzünü bana döndürüp;´Haydi gidiyoruz.Bütün mollalar benimle beraber gelsin. Yalnız Molla Ahmed kalsın.´ diye buyurdu. Ben gitmeyip,kaldım.O zaman hocamın niye böyle dediğini anladım ve nefsime dönüp dedim ki;´Bütün suç senindir.Sen güzel yemekler yerim diye iştahlandın. Güzel yemeklere tamah ettin.İşte bunun için Hazret seni götürmedi.Ey nefis senin uslanman için bu kapıda çok sabırlı olman ve kendi isteklerini bir kenara bırakman lazımdır.Bunu yaparsan Allah-u Teala´nın ve sevdiklerinin rızasına kavuşursun.´
Şeyh Ahmed on beş yıl süren bu uzun talebelik döneminde Muhammed Diyaüddin Hazretlerinden çok istifade etti.İlim ve irfan yolunda çok ilerledi. Tasavvuf güzargahında çok yüksek derecelere çıktı. Üstadı ona ilim öğretmek ve insanları Nakşibendi üstadlarının usulüne göre manevi olarak yetiştirip, terbiye etmek için icazet ve hilafet verdi.Bunun üzerine o Hazna´ya dönmüş ve orada insanları irşada başlamıştır.Kısa bir süre sonra da asıl dergahın merkezini oluşturacak,Tel Maruf beldesine yerleşmiştir. O zamanları oğlu ve halifesi olan Şeyh İzzeddin(k.s.) şöyle anlatmaktadır:
´Küçük yaşta Hazna´daki Haznevi medresesinde tahsile başladım. Medrese çok mahir ve muttaki alimlerden, çalışkan ve ahlaklı talebelerden müteşekkildi.Birinci dünya savaşının zifiri karanlığı,açtığı yara,oluşturduğu kıtlık ve sıkıntı devam ediyordu.Memleketimiz Fransızların işgali altındaydı.Her taraftan dine,imana, irfana karşı saldırılar düzenleniyordu.Büyük şeyh babam Şeyh Ahmed El-Haznevi (k.s.) köyden köye sürülüyordu.Buna rağmen o yılmıyordu.Kimi zaman çölde,kimi zaman çadırlar içerisinde talebe okutmaya devam ediyor,misafir kabul ediyor ve insanların irşadıyla aralıksız bir şekilde uğraşıyordu.Bu zor şartlara rağmen insanlar da ona teveccüh ediyorlardı. Babam korkuyu tanımaz,yorulmak bilmez,en korkunç olaylar karşısında dahi kırılmaz bir irade sahibi,cesaretli, vakur, maneviyatı son derece kuvvetli engin bir alim,tanınmış bir İslam önderiydi.
Medresemiz toprak bir bina idi.Duvarları delikler ve çatlaklarla dolu idi. İçerisinde akrep,fare gibi zararlı hayvanlar da eksik olmazlardı.Sergilerimiz hasırdandı.Rahlelerimiz ise içi saman dolu yastıklardı.Tüm bunlara rağmen ilim öğrenmek ve babamıza layık olabilmek için gece gündüz demeden çalışıp, didiniyorduk.Dünyamız bu anlattıklarımdan başka bir şey olmamasına rağmen Şeyh Ahmed (k.s.) medresenin kapısına gelir ve bizlere ;´Ey hocalar!Ey öğrenciler! İnancınızı ve ahlakınızı İslam´a uygun hale getirmek,cehalet karanlığından kurtulmak, insanlara hizmet etmek,halifelik makamına yakışır bir hale gelmek,helali ve haramı bilmek hülasa yüce Allah´ın rızasını kazanmak için ilim tahsil edin. İnsanların itibarını kazanmak,makam ve maddeyi elde etmek,ün salıp,şöhret kazanmak için ilim tahsilinin sonucu nedamet ve hüsrandır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyururlar ki;´Allah´ın rızasını kazandıran ilmi, dünya menfaati için tahsil eden kimse kıyamet gününde cennetin kokusunu duyamayacaktır. (Ebu Davut : 400)´diye hitap ederlerdi.
Şeyh Ahmed El-Haznevi (k.s.) tüm bu zor şartlara rağmen yılmadan çalışmaya devam ediyordu. Baskılar, sürgünler onu asla yıldırmıyordu.Cehalet her tarafta göze çarpıyordu.Şeyh hazretleri öyle oluyordu ki bazen bir çobana kelime-i şehadeti öğretmek ve düzgün bir şekilde söylenmesini sağlamak için saatlerce uğraşıyordu. Bir seferinde yine böyle bir çobana namaz kılabilmesi için Fatiha suresini ve Ettahiyyatü duasını öğretmeye çalışıyordular.Ne yaptılarsa çoban bu duaları ezberleyemiyordu. En sonunda Şeyh Ahmed (k.s.) çobanın tanıdığı ve birbirlerinden rahatlıkla ayırabildiği koyunlarına tek tek isim koymaya başladı.Bunun adı ´Ettahiyyatü´,bu diğerinin ki ´Lillahi´, şuradaki ´Vessalavatu´diye.Böylece çoban duaları ezberleyebildi.Aradan bir süre geçtikten sonra bu çoban Tel Maruf´a ziyarete geldiğinde,Şeyh Hazretleri camide ona bu duayı okutturdu. Gördü ki duanın içindeki bir kelimeyi mesela ´Vettayyibat´ı eksik okuyordu.Sebebini sorduklarında o isimli koyunun öldüğü şeklinde bir cevap aldılar .
Yıllar süren uğraşları elbette ki boş kalmadı.Pek çok alim ve fazilet sahibi kişiler yetiştirdiler.Gerek talebelerini göndererek ve gerekse de kendileri irşatlara çıkarak insanları eğittiler.Fakat tüm talebeleri ve halifeleri arasında ilimleri,takva ve Allah´a yakınlıkları ile bambaşka olan üç kişi vardı ki bunlar oğulları olan Şeyh Masum(k.s.) Şeyh Alaaddin (k.s.) ve Şeyh İzzeddin (k.s.)´dur.Onlar için şöyle buyurmuşlardır: ´Üç oğlum da kamil-i mükemmil şahsiyetlerdirler.Benden sonra sırayla yerime geçsinler. ´Bilindiği gibi tasavvufi literatürde ´kamil-i mükemmil´ tabiri ;Allah´a kavuşmuş, O´nun sevgisinde yeni bir hayat bulmuş,yüce marifetlerle,ilahi sırlarla donanmış ve insanları kamil bir şekilde irşad edebilecek bir özellik ve yetenek üzerinde olanlar için kullanılır.Bu vasıflarıyla onlar Şeyh Ahmed´in (k.s.) diğer halifelerinden ayrıdırlar ve tarikatın asıl gövdesi onlar vasıtasıyla bu güne kadar devam ederek gelmiştir.
Şeyh Ahmed (k.s.) tüm yüce sıfatlarına ve kemallerle dolu,övülmüş hallerine rağmen çoğu zaman gözü yaşlı ve korku dolu bir halde bulunurdu.Yakınlarına ve sevdiklerine daima dert yanar ve kendisinde görülen bu hallerin ve insanların teveccühlerinin bir istidrac,nefsin veya şeytanın bir oyunu olmasından korktuğunu söylerdi.Kendilerini daima kusurlu ve hatalı görüyorlardı.
İnsanlardan gelen eziyetlere karşı çok büyük bir sabır sahibiydiler.Onun için onların İslam´dan bir şey öğrenmeleri, imanlarını kuvvetlendirecek bir sohbeti dinlemeleri ve kendilerini ıslah edecek bu yüce yola girmeleri her şeye bedeldi.Bu uğurda gördüğü kabalıklara,çektiği eziyetlere hiç aldırış etmiyordu. Öyle oluyordu ki kendisini ziyarete gelenler ayakkabıları ile oturduğu yere basıyor,yaptıkları izdihamla bazen onu incitebiliyorlardı.Ama o bunlara hiç aldırış etmez ve yakınlarından bu gibi kimselere kızanları böyle yapmamaları için uyarırdı.Bu yüce ahlakları ile pek çok insanın kalbini İslam´a,imana ve bu yüce ıslah yoluna ısındırdılar.Onların imanlarını kurtarmalarına vesile oldular.Çok büyük ve salih alimlerin yetişmesine vesile oldular.
Şeyh Ahmed (k.s.)´in 1950 yılındaki vefatından sonra irşad makamına Şeyh Masum(k.s.) oturdular. Şeyh Masum´da babaları gibi ilmi bir olgunluğa sahip, muhabbetullah sahibi bir mürşid-i kamil idiler. Onu diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerinden birisi hizmete çok düşkün olmalarıydı.Şeyh Masum (k.s.) kimseden korkmaz ve çalışıp hizmet etmekten asla usanmaz bir zattı.Öyle olurdu ki bazen onu tarlada çalışırken,bazen koyunları güderken, bazen medresede talebe okuturken, bazen de insanları irşad ederken görebilirdiniz.O yörede bulunan aşiret ağalarını toplar ve köylülere zulüm etmemeleri,adaletli ve merhametli olmaları konusunda sert bir dille uyarırlardı. Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker konusunda çok titizdiler.Tabiatları Hz Ömer(r.a.)´i andırıyordu.
Şeyh Masum (k.s.) aşiretler arasındaki kan davalarını hallediyor,dargın insanları barıştırıyor,yüce ahlaki değerleri yerleştirmeye çalışıyordu.Değişik yerlere gönderdikleri alimlerle o yörelerin halkını ıslah ediyorlardı. Öyle yerler vardı ki Şeyh Masum(k.s) oraları irşad etmeden önce o bölge halkı namaz, abdest, helal,haram nedir bilmez bir haldeydiler.Birbirleriyle düşman bir şekilde yaşıyorlardı. Hele Mardin yöresinde bir köy vardı ki ahalisi cehaletlerinden dolayı hem namazdan niyazdan uzaklaşmış ve hem de öyle bir gaflete düşmüşlerdi ki camiyi ahır yapmış, içinde et pişirip,yiyorlardı.Cami pislikten içine girilmez olmuş,cam ve duvarları içinde yakılan ateşin isinden dolayı kapkara kesilmişti.Yerler hayvan pislikleri ve kemik artıklarından dolayı berbat bir haldeydi.Bu himmeti yüce şahsın bereketi ile onlar tevbe ettiler.Hane hane bu yüce tarikata girdiler.Onun edepleri ile İslam´ı en güzel bir şekilde yaşamaya başladılar.Cami yeniden düzenlendi ve eskisinden daha güzel bir şekilde restore edildi. Kalplerdeki korkunç perdeler kalkmıştı.Bu onlar için yeni bir doğuş idi.Sanki üzerlerine atılan ölü toprağından silkinerek kurtulmuş ve yıllar süren derin bir uykudan uyanmışlardı.
Şeyh Masum(k.s.) zamanında bu tarikat biraz daha büyüdü ve insanlar arasında daha fazla tanınmaya başladı. Şeyh Alaaddin (k.s.) zamanında ise daha da büyüdü. Şeyh izzeddin(k.s.) zamanında ise çok daha fazla tanınmaya ve rağbet görmeye başladı.Şeyh izzeddin(k.s.) gerek Türkiye´de,gerek Avrupa ülkelerinde ve gerekse de Arap memleketlerinde yaptığı irşadlarla Haznevi yolunu,edeplerini, mürşitlerinin İslam´a bağlılıklarını, bu yolun İslam´ı en güzel yaşama yolu olduğunu tüm dünyaya ilan etti.Yaşantısı ile buna en canlı şahit oldu.
Şeyh Alaaddin (k.s.), Haznevi mürşitlerinin üçüncüsü,ilimde bir derya,yumuşak tabiatlı ve Rasulullah (s.a.v.) aşkı ile yanan,simasının apayrı güzelliği ile Rasul-ü Kibriya´yı hatırlatan bir arif-i billah,bir mürşidi kamil idi. Efendimize olan aşırı muhabbetleri ayırıcı vasıflarıydı.Onu gören Yüce Rasul-ü Kibriyayı hatırlar,onun sohbetlerinde bulunan asr-ı saadetten eşine rastlanmaz esintiler hissederdi.
O, zamanında yaşayan tüm meşayih arasından Rasulullah (s.a.v.) sevgisi ile sıyrılmış ve haklı bir şöhrete sahip olmuştu.Dininde tavizsiz,müminlere karşı şefkatli, küfür ehline karşı ise izzetli bir tavır içerisindeydi.1958 yılında irşad makamına oturdular.
Peygamber Efendimizin üzerine yazdıkları kasideleri çok meşhur olup,halen dillerde dolaşmaktadır. Şeyh İzzeddin (k.s.) onunla ilgili olarak şöyle bir olay nakletmişlerdir: ´Babam Şeyh Ahmed´in(k.s.) yanında oturuyordum.İçeriye ağabeyim Şeyh Alaaddin girdi.Doğruca babamız ve mürşidimiz olan Şeyh Ahmed hazretlerine yönelerek , ondan Rasulullah Efendimizin (s.a.v.) bütün sünnetlerine harfiyen tabi olabilmek için kendisine dua etmelerini istirham eyledi.Şeyh Hazretleri cevaben; ´Bunu senin baban bile yapmaya güç yetiremezken, sen nasıl yapacaksın.´diyerek cevap verdiler ve sünnetle ilgili dikkat edilmesi gereken konularda öğütlerde bulundular.Bu olay Şeyh Alaaddin´in(k.s.) imanının kemaline ve Rasulullah´ı (s.a.v.) ne kadar çok sevdiğine açık bir delildir.´
Şeyh Alaaddin (k.s.) bir gün Tel maruf´taki camide bulunuyorlardı .Bir kişi kendilerine yanaşıp bir soru sormak istediğini söyledi.Sorabileceğine dair olumlu bir yanıt alınca da ´Şeyh Abdulkadir-i Geylani (k.s.) mi yoksa Şah-ı Nakşibend (k.s.) mi daha büyüktür?´ diye sorusunu yöneltti.Şeyh Alaaddin Hazretleri (k.s.) hangisinin büyük olduğuna dair bir açıklama yapmayıp,cevaben şöyle buyurdular; ´Her bir evliyanın ayrı bir makamı ve o makamına göre de bir vazifesi vardır.Şeyh Abdulkadir-i Geylani (k.s.) kendisinden medet istenildiğinde, ruhaniyetiyle anında orada bulunur.Hakiki bir Nakşibendi mürşidi ise,metal parçalarının içerisine daldırıldığında onları kendisine doğru çeken bir mıknatıs gibidir.İnsanı tuttuğu gibi Allah´a kavuşturur.´
Şeyh Alaaddin Haznevi 1969 yılında vefat ettikten sonra yerlerine Şeyh İzzeddin (k.s.) geçtiler.Bu Şeyh Ahmed (k.s.)´in vasiyeti idi.Şeyh İzzeddin (k.s.) yüce Allah´a(c.c.); ´Rasullah Efendimiz(s.a.v.) yirmi üç yıl insanları irşad ettiler. Bende onun gibi irşad makamında bu kadar süre kalayım.´diye sürekli dua ederlerdi.Gerçekten de vefat ettikleri 1992 yılında yirmi üç yıllık imanla,ihlasla,takvayla ve insanlara faydayla dolu bir ömrü tamamlamış oluyorlardı.
Şeyh İzzeddin (k.s.) bütün işlerinde ve davranışlarında yüce şeriatı kendisine ölçü olarak alırdı.İslam ulemasının, ehl-i sünnet vel cemaatın görüşlerine ters düşen her şeyi red ederdi.Canı,malı,evladı pahasına dahi olsa dininden zerrece taviz vermezdi. Kızgınlığında ve sevincinde her zaman kitap ve sünnete bağlı idi.
1950´li yı llarda yüksek şer´i fetva üyeliğine seçilmişlerdi.Görev almak için gitmeden önce orada kalacakları süre içersinde yiyecekleri yiyeceği belirleyip,kendi mallarından ayarlayıp,yanlarında götürdüler.Temiz olmayan,nasıl yapıldığını bilmedikleri,üzerine bereketin inmediği yiyecekleri asla yemezlerdi Kendilerine bakanlıkça verilen iaşeyi kabul etmeyip,ihtiyaçlarını kendileri karşılayıp,ayrılan meblağı hazineye geri iade ettiler.Göreve başladıktan sonra çok kısa bir zaman içersinde bilgisi,zekası ve görüşünün keskinliği ile diğer alimler arasından sıyrılıp, fetva heyeti içersinde ileri bir seviyeye geldiler.
Bir gün diyanet işlerinde kullanılmak üzere alınacak araçlarla ve onların yakıt masraflarının hazineden karşılanması ile ilgili bir karar onaylanmak için fetva makamına gönderilmişti.Şeyh İzzeddin Hazretleri bu fetvayı imzalamadı ve diğer fetva üyelerinin ne yapacaklarını görmek için bekledi.Herkes imzalamış ve son imza olarak onun imzası kalmıştı.Kendisine geldiklerinde bu fetvayı imzalamadı ve ´Sizler hizmet için alınan bu araçların, kendi yakın ve akrabalarınızın işlerinde ve kendi özel işlerinizde kullanılmayacağından emin misiniz?Bunları kendi menfaatınız için kullanacak ve sonrada yakıt parasını ayrılan ödenekten karşılayacaksınız.Ben bu olaya onay veremem.´dedi. Heyetin üyelerini, verecekleri fetvalarda akla değil nakle,yoruma değil rivayete,fikre değil fıkha dayanmaya ve bunun içinde kitap, sünnet ve salih ulamanın hükümlerine uymaya davet edip,görevinden istifa etti.Tel Maruf´a geri döndüklerinde o zaman irşad makamında bulunan Şeyh Alaaddin (k.s.) onu bu tavizsiz tavırlarından dolayı takdir ettiler.
1970´li yıllarda irşad için Kuveyt´e gitmişlerdi.Öğle namazı kılınmıştı.Sohbet olacağı cemaate bildirilmesine rağmen,ayakkabısını alan camiyi terk ediyordu. Çünkü daha önce sohbet için kürsüye çıkan herkes,cemaattan para istemekten başka bir şey yapmamıştı.Şeyh İzzeddin Hazretleri (k.s.) mikrofonu ellerine alıp,siyasetle uğraşmadığını ve verseler dahi kimseden para kabul etmediğini yüksek sesle ilan edince, insanlar onun sohbetini dinlemek için geri geldiler.
Şeyh (k.s.); ´Mürşidin gözü insanların malında ve onların makamında olursa seviyesi düşer, kıymeti azalır. Maneviyatı zayıflar ve mana aleminden kesildiği için sözünün tesiri de azalır.Mürşid herkesten daha fazla söylediğini uygulamalıdır ki daha olgun, tesirli ve bilgi sahibi olabilsin. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurur; Yüce Allah bildiği ile amel edene bilmediğini öğretir.Ben siyasetle uğraşmıyorum.Zira Yüce Allah´ın dinini tebliğ etmeyi,kulluk vazifesini ifa etmeyi ve yüce sadatın bu yolun büyük alimlerinin (k.s.) adaplarını yaymayı her şeyden üstün biliyorum.Mal toplamıyorum. Verseler dahi kabul etmiyorum. Çünkü Yüce Allah beni zengin ve insanlardan müstağni kıldı.Her yerde herkese meydan okuyorum.Eğer bana maddi yardımda bulunan varsa ortaya çıksın, diyorum. Allah´a bundan dolayı hamd ediyorum.´diye vaaz ettiler.
Şeyh Hazretleri (k.s.) çok zeki,akıllı ve zarif bir zat olması yanında edep yönünden de zirveye ulaşmış bir şahsiyet idi.Kıble cihetine ve Şeyh Ahmed El-Haznevi Hazretlerinin türbesine karşı asla sırtlarını çevirip oturmazlardı. Medine-yi Münevvere´de bulundukları zamanlarda kendilerini yok edecek derecede tevazu gösterirlerdi.Mescidi Nebevi´de bir direk arkasına büzülerek ibadet ve münacaatlarını yaparlardı.Rasulullah (s.a.v.) Efendimizin mübarek huzurlarında saatlerce murakabede durulardı.Öğle ağlar, sızlarlardı ki bazen yorgunluktan yere düşecek hale gelirlerdi.Aşırı ibadetten ve edepli olmak için gösterdikleri aşırı titizlikten dolayı zayıf düşer,mübarek yüzleri sapsarı kesilirdi.Şeyh Hazretlerinin (k.s.) Kur´an-ı Kerim´e karşı çok aşırı bir hürmeti ve saygısı vardı.Kuran´dan herhangi bir ayet bir levha içinde bir duvarda asılı bulunsa,o yöne ayak uzatmaz ve sırtlarını çevirerek oturmazlardı.
Kuran´ı diz üstü oturarak,kıbleye doğru büyük bir huşu içerisinde okurlardı.Bir sohbetlerinde şöyle söylemişlerdir;
´Kuran-ı Kerim´i okuduğunuz zaman teenni ile düşünerek ve yavaş yavaş okuyun.Rahmet ayetlerine geldiğinizde ümit ile dolu bir halde Yüce Allah´tan ihsanını ve lütfunu isteyin.Azap ayetlerine geldiğinizde Allah´ın lütfuna sığının ve azabından korunmayı dileyin. Müminlerin sıfatlarını belirten ayetler geldiğinde o sıfatlarla donanmayı, onların mertebelerine ve kavuşacakları nimetlere ulaşmayı dileyin.Kafirlerin sıfatlarından bahsedildiği ayetlerde onların katılıklarından, gafletlerinden, karanlıklarından ve karşılaşacakları sondan Allah´a sığının.Esma-ül hüsna´nın her birinde ayrı ayrı durun ve manalarını düşünüp,bir süre öylece kalın. Çünkü Yüce Allah´ın her isminden kalbe yansıyan ayrı bir tecelli,akla uzanan ayrı bir nur,zihne gelen ayrı bir mana,içi sevindiren bir meltem,nefis coşturan başka bir muhabbet ve insana yön veren bir irşad mevcuttur. ´
Bir müftünün Şeyh Hazretlerine(k.s.) tartikatların insanları böldüğünü, müslümanları tefrikaya düşürdüğünü söyleyip, itiraz etmesi üzerine,cevaben Şeyh İzzeddin Hazretleri (k.s.) Şeyh Ahmed (k.s.)´dan şöyle naklediyorlardı:
´Bir mürşid bir yöreye giderse daha önce orada bulunan mürşid sevinmelidir.Halkı hak dine davet ve irşad etme ağırlığı ve insanlarla uğraşma yükümlülüğü omzundan kaldırıldı diye memnun olmalıdır;´ Ben de artık huzur içerisinde Rabbime ibadet edebilirim.´demelidir.Bu duyguda olmayıp,yeni gelen mürşidin irşadından ve gönülleri fethetmesinden üzülen kimse şeyh değildir.Şeytandır!Zira haset şeytanın özelliğidir.Şeytan hasedden doğan kibirliliği yüzünden Hz.Adem (a.s.)´e secde etmedi. Lanetlendi ve ebedi şekavete uğradı.Tarikat şeriatın hizmetçisi ve en güzel bir şekilde uygulanmasıdır.Tasavvuf İslam´ın ve selefi salihinin ahlakı ile ahlaklanmaktır.Tarikat eğer ehlinin elinde olursa insanları birleştirici,onları Allah´a ulaştırıcı,cazibe merkezi ,kemal ve olgunlukların kaynağı olur.´
Müslümanların uğradığı musibetler karşısında Şeyh İzzeddin Hazretleri çok acı çeker ve yıpranırlardı. Böylesi bir zamanda üç gün boyunca kasırdan dışarı çıkmadıkları görüldü.Onu gördüklerinde gözleri ağlamaktan kan çanağı gibi olmuştu.Çok bitkin ve üzüntülü bir haldeydiler.´Müslümanların başına gelen böylesi olaylar karşısında, bir müslümanın acıdan dolayı idrarından kan gelmelidir.´ buyurdular. Müslüman cemaatlerin sindiği,ezanların dahi tepkinin ne olacağı kestirilemediğinden dolayı okunamaz hale geldiği zamanlar da Şeyh Hazretleri (k.s.) müritlerini toplayarak irşada başlardı.O ümmet için kendini feda etmekten asla çekinmezdi. 31 Temmuz 1992 tarihindeki vefatlarından sonra açıklanan vasiyetleri ile yerlerine Şeyh Muhammed(k.s.) geçti.
Şeyh Muhammed (k.s.); Şeyh İzzeddin (k.s.) Hazretlerinin en gözde talebesi, en mükemmel takipçisi, onun gözünün nuru gibi koruyup,adeta bir gül gibi yetiştirdiği, tüm müslümanlara ve insanlık ailesine faydalı olması için elinden gelen tüm himmeti üzerinde kullandığı,en yüce ahlaki,imani ve irfani değerlerle süslediği bulunmaz, mümtaz, eşine az rastlanır kamil-i mükemmil bir mürşid-i ekmel bir şahsiyetti .
Şeyh İzzeddin Hazretleri vefatlarından önce pek çok kereler değişik vesilelerle Şeyh Muhammed (k.s.)´dan övgü ile bahsetmiş ve onun hem kamil bir iman sahibi, muhabbetullah ile dopdolu arif bir zat olduğunu belirtmiş ve hem de insanları idare ve irşad etmede tam ve mükemmel bir hal üzere olduğunu dile getirmişti.
Bu durum sadece Şeyh İzzeddin Hazretleri ile sınırlı değildir.Bundan yaklaşık elli yıl öncesinden Şeyh Ahmed (k.s.) Hazretleri daha çok küçük bir yaşta olmasına rağmen onu övmüş,ondaki yeteneklere, üstün değer ve özelliklere dikkat çekmiş ve ´Bu zat bizim şanımızı yükseltecektir.´ buyurarak konumunun önemine dikkat çekmişlerdir. Gerek Şeyh Masum(k.s) ve gerek de Şeyh Alaaddin(k.s.) onun üzerine çok titremişler;iman,ihlas,muhabbet,hizmet, fedakarlık,yüce ahlak ve daha pek çok yüce meziyetler sahibi yeğenlerinin en iyi şekilde yetişmesi için çalışmışlardır. Onun üzerine o kadar titriyorlardı ki onunla ilgilenip,oyun oynadıkları zamanlarda herhangi bir şekilde incinmesi durumunda çok üzülüyor ve bu duruma sebep oldukları için birbirlerini suçluyorlardı.Bu o kamil zatların ferasetleri ile hissettikleri ve gerçekleşecek olan hakikatın bir tecellisiydi.
Gençlik yıllarında kendilerine ders vermiş,hocalık yapmış olan büyük ve fazilet sahibi,değerli alim Şeyh Mustafa Buga onun ile geçirdiği yılları hayatının en güzel anları olarak nitelendirmekte ve bundan dolayı gurur duyduğunu bildirmektedir. Şeyh Muhammed Hazretlerindeki üstün ve eşsiz vasıfları her konuşmasında dile getiren Şeyh Mustafa Buga,onun kendisini kat be kat geçtiğini pek çok kereler dile getirmişlerdir. Haznevi ailesini,özellikle Şeyh İzzeddin Hazretlerini ve Şeyh Muhammed Hazretlerini çok yakından tanıyan bu zat,İslam alemi içersindeki alimler arasında gerek kişiliği ve gerekse de eserleri ile önemli bir yere sahiptir.Telmaruf´ta Şeyh İzzeddin(k.s.)´i anma merasiminde yaptıkları bir konuşmalarında Şeyh Muhammed Hazretlerini müslüman alimleri toplamaya ve ümmetin sorunlarına çözümler bulacak çalışmalar başlatmaya çağırmış ve onun üstün vasıflarını böylelikle açıkça teyit etmişlerdi.
Şeyh Arabi Kabbani,Lübnan müftüsü ve Lübnan´ ın ileri gelen değerli alimleri, Suriye, Türkiye, Mısır, Kuveyt,Arap Emirlikleri ve Sudan´dan gelen alimler ve yazarlar Telmaruf´a yaptıkları ziyaretlerinde ve katıldıkları münasebetlerde Şeyh Muhammed Hazretlerinden ve Haznevi mürşitlerinden her zaman büyük üstatlar,saygı değer alimler,muttaki önderler olarak övgüyle bahsetmişlerdir.Bu sadece onlarla sınırlı bir olay değildir.Kuveyt´in ve diğer beldelerin selefi alimleri de tasavvufa karşı olmalarına rağmen Şeyh Muhammed Hazretlerini tanıdıkları zaman onun değerini hemen anlamakta,ona ve fikirlerine büyük bir saygı göstermekte, tasavvufi anlayışına ve izledikleri yola büyük değer vermekteydiler.
Fıkıh alanında İslam dünyası içersinde çok ileri bir yerde olan,belki de ilk sırada yer almakta olan alim zat Vehbi Zuhayli´de Telmaruf´a davetli olarak gelmişlerdi. Tasavvufa ve tarikat ehline o kadar da sıcak bakmıyorlardı.Fakat Şeyh Hazretleriyle tanıştıktan,onun ilminin büyüklüğünü,tevazu ve takvadaki benzersizliğini,halim ve sevecen tavırlarını,o üstün ahlaki meziyetlerini,inceliklerini ve sünnete bağlılıklarını gördüklerinde nasıl bir zat ile karşı karşıya olduklarını anlamışlardı.Bu sıradan bir zat değildi ve bu karşılaşma da sıradan bir karşılaşma değildi.Kalpler yumuşadı ve fikirler değişti.
Şeyh Hazretlerinin dergahı ilim üzeredir.Haznevi mürşitleri hepsi zamanlarının en büyük alimleri arasındadırlar.Bu kol alimden alime devredile gelmiş bir yoldur.Şeyh(k.s.) şer-i ilimler medresesinde iki bine yakın talebe okutup ve bunların yeme,içme,barınma gibi tüm ihtiyaçlarını kendi öz malından karşılamaktaydı .Fakir olan,durumu olmayan ama İslami ilimleri öğrenme aşkı içinde olanlara kapılarını ve tüm imkanlarını açmakta,onları İslam ümmeti için faydalı bir hale getirmeye çalışmaktaydı . Bu destek sadece okul yılları ile sınırlı kalmamakta,mezun olanlardan durumu iyi olmayanları da kendi imkanları ile münasip bir şekilde evlendirmektedirler.Bu talebelerden istediği; gittikleri beldelerde İslam´ı öğretmeleri,emr-i bilmaruf ve nehy-i anil münker farizasını yerine getirip,bu yüce adapları hem yaşamaları ve hem de yaygınlaşması için gayret göstermeleridir.
Şeyh Hazretleri çıktıkları irşat amaçlı seyahatlerinde toplumun her tabakasından insan ile ilgilenir ve dini şuur ve bilincin oluşması ya da daha da kuvvetlenmesi için gayret gösterirlerdi.Resmi yetkililerin ve medeniyetin uğramadığı ücra yerlere dahi tebliğ için gitmekteydiler.Bu duruma oranın ahalisi bile şaşırmaktaydılar.Onlar bu yüce zatı tanıyınca,onun sohbetini dinleyince ona öylesine bağlanmaktaydılar ki bu tariflere sığmaz bir haldi.Şeyh Hazretleri onlara dinlerini öğretecek bir alim göndermeyi teklif ettiğinde onlar bunu hemen kabul etmekte böylece hem Nakşi-Haznevi yoluna girmekte ve hem de dünya ve ahiret saadetini elde etmekteydiler.
Şeyh Muhammed (k.s.) hazretleri mübarek topraklarda 2005 yılında ramazan ayında geçirmiş olduğu elim kazadan sonra açıklanan yüce vasiyetnameleri ile kendilerinden sonra yerlerine alim ve mutasavvıf bir zat olan, yüce ahlaki meziyetlerle bezenmiş,engin ve yüce görüşlü,eşşiz insan Şeyh Muhammed Muta El-Haznevi´yi halife olarak bıraktılar. Böylece tüm tarikat ve ir şad işlerini, müridlerin idare edilip, eğitilmeleri vazifelerini,müslümanların hallerinin ve ahlaklarının iyileştirilmesi görevini,ilmi yayma ve birleştirici olma gibi çok geniş vazifeleri bu yüce şahsiyetin omuzlarına yüklemiş oldular.
Şeyh Muhammed Muta (k.s.) bu eşşiz ve yüce ailenin İslam ümmetine sunduğu en son hediyedir.O ilim ve hikmet pınarları ile dolu,irfanın menbağı olan Haznevi Medresesinde yetişmiş,Şeyh Muhammed Haznevi (k.s.) gibi bulunmaz bir alim ve irfan ehli zatın yanında icazet almış bir şahsiyettir. Şeyh Muhammed Haznevi (k.s.) hazretleri, diğer evlatları arasında sadece ona icazet vermiş ve kendi mübarek elleriyle,gözyaşları ile ıslattığı sarıklarını sarmışlardır.
Şahı Hazna lakabıyla ünlü Şeyh Ahmed Haznevi (k.s.) bir sohbetlerinde ´Büyüklük kıyamete kadar bu kapıdan asla ayrılmayacaktır.´buyurmuşlardır.Allah(c.c.) kendi emanetini koruyan ve ona ihanet etmeyene ihanet edecek değildir. Kuran ve sünneti yaşayarak ve bu yüce adaplara uyarak büyüklük elbisesini giyenlere,onlar bu elbiseyi çıkarmadıkları sürece rahmet etmekten geri duracak değildir. Kendi dinini yükselten,bu uğurda her türlü meşakkate katlanan,asla yılmayan,korku duymayan ve gevşemeyen zatları,yüzüstü bırakacak değildir. Onları herkesten üstün ve kimseye yüzsuyu dökmeyen bir hale getirecek ve kendi rahmetini ve hidayetini onlar eliyle dünyaya yayacaktır.Kendi önünde tam bir teslimiyetle eğilen bu zatların önüne,tüm dünyadan insanları toplayıp,önlerinde boyun eğdirecek ve onlar eliyle hidayet dağıttıracaktır.Kendisini bir an dahi unutmayan, ondan asla gafil olmayan bu zatların,şanlarını,ahlaklarını ve suretlerini insanların hafızalarından çıkarmayacak,onları hep düşünmelerini sağlayacaktır.Bu hatırlayışa feyiz ve bereket koyarak,onların makamlarını daha da arttıracaktır.