ENSÂR-I KİRÂM’IN İLK DURUMLARI
Hz. Âişe’nin Bu Konudaki Hadisi
– Hz. Peygamber her sene hac mevsiminde Arap kabilelerine başvurarak onlardan kendisini yurtlarına kabul edip dinin tebliği hususunda yardımcı olmalarını istiyor; karşılığında da onlara cennet va’dediyordu. Fakat onun bu tekliflerine hiç bir Arap kabilesi olumlu cevap vermiyordu. Bu Allah Teâlâ’nın kendi dinini üstün kılıp ona yardımcılar göndermeyi dilemesine kadar böyle devam etti. Böylece Allah Teâlâ, peygamberine Ensar’ı gönderdi. Onlar da Hz. Peygamber’i dinleyip ona icâbet ettiler. Allah da Medine’yi elçisi için hicret yurdu yaptı.[1]
——————————————————————————–
[1] Heysemi VI/42 (Taberani, Evsat’ta Hz. Aişe’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/363.
Hz. Ömer’in Bu Konudaki Hadisi ve Ensar Hakkında Söyledikleri
– Hz. Peygamber Mekke’de dinini tebliğ etmeye başladığında hac mevsimlerinde kendisine yardımcı olmaları için Arap kabilelerini tek tek dolaşıyordu. Fakat hiç birinden olumlu bir cevap alamadı. Sonunda Allah Teâlâ, Ensar’ı mutlu kılmak ve onlara şeref bahşetmek istedi. Onlar da Hz. Peygamber’i kendi memleketlerine kabul edip ona yardımcı oldular. Allah, peygamberine yapmış oldukları bu iyiliklerden dolayı onları mükâfatlandırsın![1]
– Hz. Ömer, Ensar hakkında şunları söylemiştir: “Yemin ederim ki biz Ensar’ın hakkını gereği gibi gözetemedik. Onlara “Bizler emirleriz, sizlerse vezirlerimizsiniz” demiştik. Eğer bu yıl sonuna kadar yaşayacak olursam her idareciyi ve her valiyi Ensar’dan tayin edeceğim.”[2]
——————————————————————————–
[1] Kenz VIII/134 (Bezzar, Hz. Ömer’den).
[2] Cem’ül-Fevaid II/30 (Bir üsteki hadise ek olarak. Bezzar, Hz. Ömer’den zayıf olarak rivayet etmiştir); Mecma VI/42 (Yine Bezzar’dan, tamam olarak).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/363.
Hz. Peygamber’in İnsanlardan Kendisine Yardımcı Olmalarını İstemesi ve Hemdanlı Birisinin de Bunu Kabul Etmesi; Medinelilerin Yardımda Bulunmaları
Hz. Peygamber hac mevsiminde insanların arasına karışıyor ve onlara şöyle diyordu:
“İçinizde beni kavmine götürecek bir kimse yok mudur Çünkü Kureyş dinimi tebliğ etmeme engel olmaktadır”. İşte bunlardan birinde bir adam çıkarak Hz. Peygamber’e, kendisini kavmine götürebileceğini söyledi. Hz. Peygamber de ona kimlerden olduğunu sordu. O kişi
“Hemdan kabilesindenim” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
“Senin kavmin beni koruyabilir mi ” diye sordu. O da
“Evet!” dedi. Ama sonra bu adam kabilesinin Hz. Peygamber’i kabul etmemesinden korkarak ona geldi ve “Seni şu anda götüremeyeceğim. Gidip onlarla konuşur ve gelecek hac mevsiminde sana bir haber getiririm” dedi. Hz. Peygamber de bu teklifi kabul etti. Fakat onun gidişinden az bir zaman sonra, Receb ayında Ensar heyeti Hz. Peygamber’e geldi.[1]
– Câbir b. Abdillah şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber Mekke’de on sene kaldı. Bu arada Ukkaz ve Mecenne panayırlarına gidiyor, hac mevsiminde insanların arasına karışıyor ve onlara şöyle diyordu:
“Beni memleketine götürecek kimse yok mudur Rabb’imin emirlerini tebliğ hususunda kim bana yardımcı olmak ister Böyle bir kişiye cennet va’dediyorum”. Fakat bu on sene zarfında onu memleketine götürüp kendisine yardımcı olabilecek hiç kimse çıkmadı. Bir yandan da kavmi ve akrâbaları dışarıdan, mesela Yemen veya Mudar’dan gelen insanları çeviriyorlar ve onları “kendini şu gençten (Hz. Peygamber’den) sakın, yoksa fitneye düşersin” diye kandırıyorlardı. Öyle ki Hz. Peygamber Mina’da, Müzdelife’de insanlar arasında dolaşırken parmakla gösterilir oldu. Bu durum Allah Teâlâ’nın Medineli bir grup insanı peygamberine gönderinceye kadar devam etti. Biz Hz. Peygamber’i memleketimize kabul ettik ve onu doğruladık. Bizim insanlarımız Medine’den kalkıp Hz. Peygamber’e geliyorlar; müslüman olup Kur’an öğrenerek dönüyorlardı. Daha sonra bu müslüman olan kişiler kendi aile efradını da müslüman ediyordu. Böylece içinde Müslüman bulunmayan evi neredeyse kalmadı. Nihayet bir gün bir araya gelerek “Hz. Peygamber Mekke’nin dağlarında korka korka daha ne kadar dolaşacak ve gittiği yerlerden kovulmaya devam edecek ” dedik. Bunun üzerine de yetmiş kişilik bir heyet oluşturarak hac mevsiminde Mekke’ye vardık. Akabe vadisinde buluşmak üzere sözleştik. Biz birer ikişer oraya toplandık ve Hz. Peygamber’e “Ey Allah’ın Rasûlü! Sana ne üzerine biat edelim ” dedik ve böylece ona biat ettik.[2]
——————————————————————————–
[1] Heysemi VI/35 (İmam Ahmed, Cabir b. Abdillah’tan).
[2] Hakim II/625 (İmam Ahmed’den); Bu hadis daha önce de Biatta Yardımlaşma bahsinde geçmişti.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/363-364.
Hz. Peygamber’in İnsanlardan Kendisine Yardımcı Olmalarını İstemesi ve Hemdanlı Birisinin de Bunu Kabul Etmesi; Medinelilerin Yardımda Bulunmaları
Hz. Peygamber hac mevsiminde insanların arasına karışıyor ve onlara şöyle diyordu:
“İçinizde beni kavmine götürecek bir kimse yok mudur Çünkü Kureyş dinimi tebliğ etmeme engel olmaktadır”. İşte bunlardan birinde bir adam çıkarak Hz. Peygamber’e, kendisini kavmine götürebileceğini söyledi. Hz. Peygamber de ona kimlerden olduğunu sordu. O kişi
“Hemdan kabilesindenim” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
“Senin kavmin beni koruyabilir mi ” diye sordu. O da
“Evet!” dedi. Ama sonra bu adam kabilesinin Hz. Peygamber’i kabul etmemesinden korkarak ona geldi ve “Seni şu anda götüremeyeceğim. Gidip onlarla konuşur ve gelecek hac mevsiminde sana bir haber getiririm” dedi. Hz. Peygamber de bu teklifi kabul etti. Fakat onun gidişinden az bir zaman sonra, Receb ayında Ensar heyeti Hz. Peygamber’e geldi.[1]
– Câbir b. Abdillah şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber Mekke’de on sene kaldı. Bu arada Ukkaz ve Mecenne panayırlarına gidiyor, hac mevsiminde insanların arasına karışıyor ve onlara şöyle diyordu:
“Beni memleketine götürecek kimse yok mudur Rabb’imin emirlerini tebliğ hususunda kim bana yardımcı olmak ister Böyle bir kişiye cennet va’dediyorum”. Fakat bu on sene zarfında onu memleketine götürüp kendisine yardımcı olabilecek hiç kimse çıkmadı. Bir yandan da kavmi ve akrâbaları dışarıdan, mesela Yemen veya Mudar’dan gelen insanları çeviriyorlar ve onları “kendini şu gençten (Hz. Peygamber’den) sakın, yoksa fitneye düşersin” diye kandırıyorlardı. Öyle ki Hz. Peygamber Mina’da, Müzdelife’de insanlar arasında dolaşırken parmakla gösterilir oldu. Bu durum Allah Teâlâ’nın Medineli bir grup insanı peygamberine gönderinceye kadar devam etti. Biz Hz. Peygamber’i memleketimize kabul ettik ve onu doğruladık. Bizim insanlarımız Medine’den kalkıp Hz. Peygamber’e geliyorlar; müslüman olup Kur’an öğrenerek dönüyorlardı. Daha sonra bu müslüman olan kişiler kendi aile efradını da müslüman ediyordu. Böylece içinde Müslüman bulunmayan evi neredeyse kalmadı. Nihayet bir gün bir araya gelerek “Hz. Peygamber Mekke’nin dağlarında korka korka daha ne kadar dolaşacak ve gittiği yerlerden kovulmaya devam edecek ” dedik. Bunun üzerine de yetmiş kişilik bir heyet oluşturarak hac mevsiminde Mekke’ye vardık. Akabe vadisinde buluşmak üzere sözleştik. Biz birer ikişer oraya toplandık ve Hz. Peygamber’e “Ey Allah’ın Rasûlü! Sana ne üzerine biat edelim ” dedik ve böylece ona biat ettik.[2]
——————————————————————————–
[1] Heysemi VI/35 (İmam Ahmed, Cabir b. Abdillah’tan).
[2] Hakim II/625 (İmam Ahmed’den); Bu hadis daha önce de Biatta Yardımlaşma bahsinde geçmişti.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/363-364.
Bu Konudaki Urve Hadisi
– Ensar’dan birkaç kişi hac için Mekke’ye gittiler. Bunlar arasında Benî Zürayk’dan Râfi b. Mâlik ile Zekvan b. Abdilkays, Benî Mâzin b. Neccar’dan Muaz b. Afra’ ile Es’ad b. Zürâre, Benî Abdi’l-Eşhel’den Ebu’l-Heysam b. Teyyihan ve Benî Amr b. Avf kabilesinden Uveym b. Sâide de vardı. Hz. Peygamber onların yanına gelerek kendilerine tebliğde bulundu ve Kur’ân’dan bazı parçalar okudu. Bunlar Hz. Peygamber’i dikkatlice dinlediler. Onun sözleri çok hoşlarına gitmişti. Onda kitap ehli olanların söyledikleri alametleri gördüler ve ona inanıp kendisine yardım edeceklerine dair söz verdiler. Bu kişiler Hz. Peygamber’e şöyle demişlerdi: “Allah Teâlâ’nın seni tebliğ için gönderdiğine ve bizim karşımıza çıkardığına çok memnun olduk. Biz sana ve Allah’a itaat edip yardımcı olacağız. Fakat şu an için burada, Mekke’de kalman çok daha uygundur. Çünkü memleketimizde Evs ile Hazrec kabileleri arasında büyük bir düşmanlık hüküm sürmektedir. Biz şimdi gidelim ve halkımıza seni anlatalım; onları Allah’a ve Rasûlüne davet edelim. Sen şimdi bizimle gelecek olursan aramızdaki bu düşmanlık sebebiyle sana hakkıyla hizmet edemeyiz. Söz veriyoruz, gelecek sene gelip seni durumumuzdan haberdar edeceğiz”. Hz. Peygamber’in razı olması üzerine bu kişiler Medine’ye dönerek kavimlerini gizliden gizliye davet etmeye başladılar. Sonunda içinde üç-beş müslümanın bulunmadığı hiç bir ev kalmadı.[1]
——————————————————————————–
[1] Heysemi VI/42 (Taberani, mürsel olarak Urve’den); Bu hadis daha önce de Mus’ab b. Umeyr’in Allah’a Davet Etmesi bahsinde de geçmişti.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/365.
Sırme b. Kays’ın Bu Konudaki Bir Şiiri
– Ensar’dan yaşlı bir kadının dediğine göre ibn Abbas, şu şiiri öğrenmek için Sırme b. Kays’ın yanına gidip gelmiştir: “Hz. Peygamber Kureyş içerisinde on seneyi aşkın bir süre kaldı. Bu süre içerisinde bir yardımcı ve dost bulurum ümidiyle nasihatta ve tebliğde bulundu. Panayırlarda halkın arasına karışıp, kendisini içlerine kabul edip yardımcı olacak kimseler aradıysa da bulmadı. Nihayet bizim memleketimize, Medine’ye teşrif ettiler. Burada artık gönül huzuru içerisinde ve bizden razı olarak yaşamaktadır. Biz her halukarda mallarımızı ve canlarımızı onun yolunda seve seve feda ettik. En sevgili dostlarımız da olsalar ona düşmanlık besleyenlere en büyük düşman kesildik. Çünkü bizler Allah’tan başka ilah olmadığına ve göndermiş olduğu kitabının insanlar için bir hidâyet kaynağı olduğuna inandık.”[1]
——————————————————————————–
[1] Hakim II/626 (Yuahya b. Said’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/365.
Abdurrahman b. Avf ile Sa’d b. er-Rabî’ Arasında Kardeşlik Kurulması
Hz. Peygamber muhacir olarak Medine’ye gelen Abdurrahman b. Avf ile Ensar’dan Sa’d b. er-Rabî’ arasında kardeşlik tesis etti. Sa’d, Abdurrahman’a “Ey Kardeşim, ben Medine’nin en zenginlerinden biriyim. Malımın yarısını sana veriyorum. Ayrıca iki de hanımım vardır. Bunlardan birini beğen; ben de onu boşayayım” dedi. Abdurrahman ise
“Allah malını da, hanımlarını da sana mübarek kılsın!” dedi ve sonra oradakilerden pazar yerini kendisine göstermelerini istedi. Onlar da pazar yerini tarif ettiler. Abdurrahman oraya giderek alışveriş yapmaya başladı. Kısa bir zaman içerisinde epeyi para kazandı. Bir gün Hz. Peygamber’in huzuruna çıktığında Hz. Peygamber ona
“Ey Abdurrahman senden yayılan bu koku da nedir ” diye sordu. Gerçekten de ondan za’feran kokusu geliyordu. Abdurrahman da
“Ey Allah’ın Rasûlü, evlendim” dedi. Hz. Peygamber
“Peki ona mehir olarak ne verdin ” dedi, o bir hurma çekirdeği kadar altın verdiğini söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
“Bir koyunla da olsa düğün yemeği ver!” buyurdular. Daha sonra Abdurrahman, o zamanı anlatırken şöyle derdi: “Hâlâ aklımdadır, hangi taşı kaldırsam altında gümüş ya da altın bulacağımı zannediyordum.”[1]
——————————————————————————–
[1] Bidaye III/228 (İmam Ahmed, Enes’ten); İsabe II/26 (Müslim ve Buhari’nin de Enes’ten rivayet ettiği kaydedilmektedir); İbn Sa’d III/89 (Yine Enes’ten)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/366.
Ensar’la Muhacirlerin Birbirlerinden Miras Almaları
– Hz. Peygamber Mekke’den gelen muhacirlerle Medine’li Ensar arasında kardeşlik kurmuştu. Öyle ki Ensar’dan biri öldüğünde malı akrabalarına değil Hz. Peygamber’in aralarında kardeşlik kurduğu muhacire kalıyordu. Bu durum Nisa Sûresi 33. âyeti kerimesi nâzil olana kadar böyle devam etti. Bu âyetten sonra bu uygulamaya son verildi: “Anne-babanın ve hısımların bıraktıklarından her birine mirasçılar kıldık…” Bir başka rivâvete göre de bu uygulama Enfal Sûresi 75. âyeti olan “… Allah’ın kitabına göre (aralarında kan bağı bulunan) akrabalar birbirlerine daha yakındır…’ âyetiyle kaldırılmıştır.[1]
– Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde Muhacirlerin kendi aralarında ve ayrıca onlarla Ensar arasında kardeşlik tesis etti. Bundan maksat kardeşlerin birbirlerine malî açıdan destek olmalarıydı. Aralarında kardeşlik kurulanlar birbirlerinden miras alıyorlardı. Bunlar iki taraftan olmak üzere doksan veya yüz kişiydiler. Bu şekildeki miras, “…Allah’ın kitabına göre (aralarında kan bağı bulunan) akrabalar birbirlerine daha yakındır…” (Enfal: 8/75) âyetiyle hükümsüz bırakıldı.[2]
——————————————————————————–
[1] Fethü’l-Bari VII/191 (Buhari’den naklen, o da İbn Abbas’tan). Bu konuda Hafız İbnü’l Münzir şunları söyler: “Bu rivayetlerden ikincisi daha kuvvetlidir. Ancak bu neshin iki defa gelmesi de muhtemeldir. Çünkü önceleri hısımlara hiç bir şey verilmeyip hepsi Hz. Peygamber’in kardeş kıldığı kimseye kalıyordu. Nisa ayetiyle hısımlara da mirastan pay verilmeye başlandı. O zaman İbn Abbas hadisi de buna hamledilir. Enfal ayeti ise bu anlaşmalı mirası hepten ortadan kaldırmıştır.”
[2] Fethü’l-Bari VII/191 /Vakidi’den senetleriyle).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/366-367.
ENSAR’IN MALLARINI MUHACİRLERLE BÖLÜŞMELERİ
– Ensar Hz. Peygamber’e gelerek
“Hurmalıklarımızı Muhacir kardeşlerimizle bizim aramızda pay et!” dediler. Hz. Peygamber de
“Olmaz!” dedi. Muhacirler de Ensar’a
“Peki, ürünü bizimle paylaşacak, fakat bize herhangi bir külfet yüklemeyecek misiniz ” diye sordular. Ensar da
“Evet, aynen öyle!” dediler.[1]
– Hz. Peyamber Ensar’a
“Muhacir kardeşleriniz size mallarını ve çocuklarını bırakarak gelmişlerdir” buyurdu. Ensar da
“Mallarımızı onlarla paylaşalım” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber
“Bunu başka bir şekilde yapamaz mısınız ” dedi. Ensar
“Peki nasıl ” diye sordular. Hz. Peygamber şöyle buyurdular:
“Onlar bu tür bir çalışmayı bilmezler. Gelin bağlarınızda, bahçelerinizde siz kendiniz çalışın, ancak elde ettiğiniz mahsulü onlarla paylaşınız” dedi. Ensar da bunu kabul etti.[2]
– Muhacirler Hz. Peygamber’e gelerek şöyle dediler:
“Ey Allah’ın Rasülü! Biz bu Medine’li kardeşlerimiz kadar iyi insanlar görmedik. Gelirleri az olmasına rağmen onu bizlerle paylaşıyorlar. Bol ürün aldıklarında ise payımızın kat kat fazlasını veriyorlar. Vallahi bize sevap bırakmamalarından korkuyoruz”. Hz. Peygamber’se şöyle buyurdular:
“Siz onlara teşekkür edip, onlar için Allah’a dua ettiğiniz müddetçe sizin için de sevap verilecektir.”[3]
– Ensar, hurma toplama zamanı geldiğinde topladıkları hurmaları biri küçük, diğeri ise ondan daha büyük olmak üzere iki öbek haline getirirler ve sonra küçük olanın üzerine hurma dallarını da eklerlerdi. Bundan sonra ise Muhacirleri çağırıp
“Hangisini istiyorsanız alınız!” derlerdi. Muhacirler büyük olan kısmı alırlar, Ensar ise dalları için, küçük olanı alırlardı. Bu, Hayber’in fethine kadar böylece devam etti. Hayber’in fethinden sonra Hz. Peygamber, Ensar’a
“Eğer isterseniz Hayber’den size hisse vermeyeyim, buna karşılık da hurmalıklarınız yalnızca kendinize kalsın” dedi. Ensar buna şöyle cevap verdiler:
“Ey Allah’ın Rasûlü! Sen bize bazı görevler verdin ve birtakım şartlar öne sürdün; bizse bütün bunlara karşılık senden cenneti istedik. Eğer bu şartımızı kabul ediyorsanız sizin dediğiniz gibi olsun”. Hz. Peygamber de
“Evet, şartınızı kabul ediyorum” buyurdular.[4]
– Hz. Peygamber, kendilerine Bahreyn’den pay vermek üzere Ensar’ı çağırttı. Onlar da
“Bize verdiğin kadar Muhacir kardeşlerimize de vermezsen bunu kabul etmeyiz” dediler. Hz. Peygamber de
“Bu durumda kıyamet günü beni görünceye dek sabredin. Mükâfaatınızı orada alırsınız” buyurdu.[5]
——————————————————————————–
[1] Buhari I/312 (Ebu Hüreyre’den).
[2] Bidaye III/228 (Abdurrahman b. Eeyd b. Eslem’den).
[3] Bidaye III/228 (İmam Ahmed, Yezid’den, o Humeyd’den, o da Enes’ten); Kenz VIII/136 (İbn Cerir, Beyhaki ve Hakim’in de rivayet ettği kaydedilir).
[4] Heysemi X/40 (Bezzar’dan).
[5] Buhari (Enes’ten).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/368-369.
ENSAR’IN, İSLÂMİYETLE OLAN BAĞLARINI GÜÇLENDİRMEK İÇİN CÂHİLİYE BAĞLARINI KOPARMALARI
Yahudi Ka’b b. Eşref’in Hz. Peygamber’in İsteğiyle Öldürülmesi
– Hz. Peygamber bir gün
“Şu Ka’b b. Eşref denen adam Allah’a O’nun Rasûlüne eziyet etmektedir. Bizi ondan kim kurtaracak ” dedi. Muhammed b. Mesleme kalkarak
“Ey Allah’ın Rasûlü! Onu öldürmemi ister misiniz ” diye sordu. Hz. Peygamber de
“Evet!” dediler. Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme
“O halde müsaade et de ona yalan söyleyeyim” dedi. Hz. Peygamber ona bu konuda izin verdi. Bundan sonra Muhammed b. Mesleme, Ka’b’a giderek
“Bu adamın aldığı sadakalar bizi zayıf düşürdü. Senden borç istemeye geldim” dedi. Ka’b da
“Yemin ederim ki o sizi usandıracaktır” dedi. Muhammed de
“Biz ona bir kere bağlanmış olduk; sonucun ne olacağını görmeden de bırakmak istemiyoruz. Peki sen bize borç olarak bir veya iki yük hurma verebilir misin ” dedi. Ka’b
“Sana borç verebilirim ama rehin olarak ne bırakacaksın ” dedi. Sahabiler
“Sen ne istiyorsan onu söyle!” dediler. Ka’b da
“Rehin olarak hanımlarınızı bırakınız” dedi. Sahabiler
“Hayır, hanımlarımızı sana rehin olarak bırakamayız; çünkü sen Arapların en güzelisin” dediler. Ka’b da
“O halde çocuklarınızı rehin olarak bırakın!” dediler. Bunun üzerine sahabiler
“Hayır, çocuklarımızı da bırakamayız. Çünkü büyüdüklerinde “İki yük hurma karşılığında rehin bırakılan değil misin ” diye küçümsenecekler ve bu da bizim için bir utanç olacaktır. Fakat sana zırhlarımızı bırakabiliriz” dediler. Muhammed b. Mesleme gece geleceğini söyleyerek oradan ayrıldı. Geceleyin yanında Ebu Nâile olduğu halde geldi. Ebu Nâile, Ka’bin süt kadeşi idi. Ka’b onları yukarıya davet ettiyse de onlar çıkmayıp kendisinin aşağıya gelmesini istediler. Bunun üzerine karısı
“Ne olursun gitme! Ben bu sesten kan kokusu alıyorum” dedi. Ka’b da
“Korkma! Bunlar Muhammed b. Mesleme ile kardeşim Ebü Nâile’dir. Onlardan bana bir zarar gelmez. Kaldı ki kerim bir kimse geceleyin kavgaya bile çağrılsa icâbet eder” dedi.
Muhammed b. Mesleme, Ebu Abs b. Cebr, Hâris b. Evs ve Abbâd b. Bişr’i de beraberinde getirmişti. Onlara “Ka’b bizim yanımıza geldiğinde ben onun saçlarını tutup koklayacağım. Onu sıkıca tuttuğumu anladığınızda üzerine çullanıp ona vurunuz!” dedi. Ka’b süslü elbiseler giyip güzel kokular süründükten sonra aşağıya indi. Onun aşağıya inmesiyle etrafı güzel bir koku kapladı. Muhammed b. Mesleme, Ka’b’a
“Ömrümde bu kadar güzel bir koku görmedim” dedi. Ka’b’ da
“Benim yanımda bundan çok daha güzeli vardır: O da Arapların en güzeli ve onların en güzel kokanı olan karımdır” dedi. Muhammed b. Mesleme
“Saçlarını koklamama izin verir misin ” dedi. O da
“Tabi ki koklayabilirsin!” dedi. Muhammed b. Mesleme onun saçlarını kokladı ve arkadaşlarına da koklattı. Bunun üzerine Muhammed ikinci kez koklayıp koklayamayacağını sordu, Ka’b olumlu cevap verdi. Koklayabilmesi için de başını hafifçe eğdiğinde Muhammed onu saçlarından sıkıca yakaladı ve arkadaşlarına
“Haydi! Onu öldürünüz!” dedi. Hep birden saldırarak Ka’b’ın işini bitirdiler ve sonra da Hz. Peygamber’e giderek durumu ona haber verdiler.[1]
– Muhammed b. Mesleme ve arkadaşları olaydan sonra Bâkiyü’l-Ğarkad’a (Medine Mezarlığı) giderek orada yüksek sesle tekbir getirdiler. Hz. Peygamber o gece uyumamış Allah’a kulluk edip namaz kılıyordu. Onların tekbir seslerini duyunca Ka’b’ın öldürülmüş olduğunu anladı ve o da tekbir getirdi. Daha sonra bu kişiler Hz. Peygamber’e geldiler. Hz. Peygamber onlar için
“Bazı yüzler kurtuldu!” dedi. Onlar da
“Ey Allah’ın Rasûlü! Senin yüzün de kurtulsun” dediler ve Ka’b’ın kesik başını onun ayakları dibine bıraktılar. Hz. Peygamber onun öldürülüşünden ötürü Allah’a hamdetti.[2]
– Ka’b’ın öldürülmesi üzerine yahudiler dehşete kapıldılar ve sabahı zor ettiler. Sabah olduğunda Hz. Peygamber’e koşarak
“Dün gece önderimiz tuzağa düşürülmek suretiyle öldürülmüştür” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara Ka’b’ın yaptıklarını anlattı. Onlara Ka’b’ın müslümanlar aleyhindeki kışkırtmalarını ve onlara yapmış olduğu eziyetleri hatırlattı. Gelen yahudiler korktular ve hiç bir şey diyemediler.[3]
– Hz. Peygamber
“Kim benim için Eşref oğlu Ka’b’ın hakkından gelecektir ” buyurdular. Muhammed b. Mesleme kalkarak
“Ey Allah’ın Rasûlü! Senin için onun hakkından ben gelirim!” dedi. Hz. Peygamber
“Eğer gücün yeterse bunu yap!” buyurdu. Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme, Hz. Peygamber’in huzurundan çıktı; üç gün ne birşey yedi ve ne de birşey içti. Nefsi kendisine vesveseler veriyordu. Onun bu halini Hz. Peygamber’e haber verdiler. Hz. Peygamber onu çağırttı ve kendisine
“yemeyi-içmeyi niçin bıraktın ”diye sordu. O da
“Ey Allah’ın Rasûlü! Ben sana bir söz verdim. Fakat bu sözümü yerine getirip getiremeyeceğimi bilemiyorum” diye cevap verdi. Hz. Peygamber de ona,
“Sana düşen elinden geleni yapmandır; gerisi ise Allah Teâlâ’ya aittir” buyurdular.[4]
– Hz. Peygamber, Ka’b b. Eşref’in öldürülmesiyle görevlendirdiği kişileri Medine’nin mezarlığı olan Bâkiu’l-Ğarkad’a kadar yolcu etti. Orada onlara “Allah’ın adına dayanarak gidiniz!” dedi ve sonra da “Ey Allah’ım Onlara yardımcı ol!” diye dua etti.[5]
——————————————————————————–
[1] Fethü’l-Bari VII/239 (Buhari’den; o da Cabir b. Abdillah’tan).
[2] İbn Sa’d.
[3] Fethü’l-Bari VII/239 (İbn Sa’d, İkrime’den).
[4] Bidaye IV/7 (İbn İshak’tan).
[5] Fethü’l-Bari VII/237 (İbn Abbas’tan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/370-372.
İbn Ebi’l-Hukayk’ın Öldürülmesi
– Allah Teâlâ’nın peygamberine yaptığı iyilik ve yardımlardan biri de şuydu: Ensar’dan olan Evs ve Hazrec kabileleri tıpkı iki koçun çekişmesi gibi birbirleriyle yarış halinde idiler. Şöyle ki her ne zaman Evs Hz. Peygamber için birşeyler yapacak olsa Hazrecliler “Vallahi bu fazilet hususunda bizi geçemeyeceksiniz; çünkü bunun bir benzerini de biz yapacağız” derler ve gerçekten de onların yaptıklarına benzer birşey yapmadıkça rahatlayamazlardı. diğer taraftan bu durum aynıyla Evs kabilesi için de geçerliydi. Onlar da Hazreclilerin yaptığının benzerini yapmadıkça rahat edemezlerdi. Evs kabilesi Hz. Peygamber’e olan düşmanlığından dolayı Ka’b b. Eşref’i öldürdüklerinde Hazrec mensupları “Allah’a yemin ederiz ki fazilet yönünden bizi geçmenize müsaade etmeyeceğiz!” dediler ve Hz. Peygamber’e düşmanlık hususunda Ka’b b. Eşref’e denk birisini aramaya koyuldular. Sonunda İbn Ebi’l-Hukayk üzerinde karar kıldılar. Bu kişi Hayber’de oturmaktaydı. Hazrecliler onu öldürmek için Hz. Peygamber’den izin istediler. Kendilerine izin verildi. Bunun üzerine Hazrec’in Beni Selîme kabilesinden dört ve onların yeminlileri olan Eslem kabilesinden de bir kişi olmak üzere bu iş için beş kişi seçildi. Bunlar Abdullah b. Atîk, Mes’ud b. Sinan, Abdullah b. Üneys, Ebu Katâde el-Hâris b. Rib’î ve Huzâî b. Esved idi. Bu sonuncusu Eslem’den olan bir kişidir. Hz. Peygamber içlerinden Abdullah b. Atîk’i onlara başkan yaptı ve kendilerine “Sakın kadınlarla çocuklara dokunmayınız!” diye de sıkı sıkı tenbihte bulundu.
Bu beş kişi Hayber’e doğru yola çıkıp geceleyin oraya vardılar. İbn Ebi’l-Hukayk’ın evini bulup içeri girdiler. Evdeki bütün odaların kapılarını içerdekilerin üzerine kilitlediler. Sonra da İbn Ebi’l-Hukayk’ın kendisi için yaptırmış olduğu yüksek köşke yöneldiler. Yukarı çıktılar, kapıyı vurup girmek için izin istediler. Kapıya İbn Ebi’l-Hukayk’ın karısı çıktı ve ne istediklerini sordu. Onlar da
“Biz Arap tüccarlarız; gıda maddeleri satın almak istiyoruz” dediler. Bunun üzerine kadın
“Buyurun, kocam içerdedir” dedi. Onlar da içeri girdiler. Bundan sonrasını Abdullah ve arkadaşları şöyle anlatıyor: Biz içeri girdik ve aramızda bir mücadele olur da kaçabilir korkusuyla kapıyı arkamızdan kilitledik. Hanımı bizim bu hareketimizden şüphelenerek bağırıp çığlıklar atmaya başladı. Hiç vakit kaybetmeden, yatağında yatmakta olan İbn Ebi’l-Hukayk’a saldırdık ve kılıçlarımızla ona vurmaya başladık. Onu ancak parlamakta olan gece elbisesi sayesinde farkedebiliyorduk. O yatağında Mısır’da yapılan ince, beyaz elbiseler gibi parlıyordu. Hanımı ise çığlık çığlığa onunla bizim aramıza girmeye çalışıyordu. İçimizden biri onu öldürmek için kılıcını kaldırıyorsa da Hz. Peygamber’in “Sakın kadınları ve çocukları öldürmeyiniz!” tenbihini hatırlayarak bundan vazgeçiyordu. Eğer o kadın olmasaydı orada onu öldürmeden bırakmazdık. Fakat biz karanlıkta ona rastgele vurduk. Sonunda Abdullah b. Üneys kılıcını onun karnına sapladı, kılıç tâ sırtından çıktı. Bu arada İbn Ebi’l-Hukayk “Yeter artık, beni öldürdünüz!” gibi şeyler mırıldanıyordu.
Daha sonra onları öylece bırakarak çıktık. Abdullah b. Atîk renk körü olup geceleri de pek iyi göremezdi. Acele ile kaçarken merdivenden yuvarlandı ve elini fena halde incitti. Biz de onu sırtımıza alarak kaleye su getiren kanallara kadar taşıdık ve suyun kaleye girmekte olduğu delikten dışarı çıktık. Yahudiler her tarafta ateşler yakarak bizleri sıkı bir şekilde aradılar. Bizi bulmaktan ümitleri kesilince de aramaktan vazgeçip kaleye döndüler ve halen yaşamakta olan İbn Ebi’l-Hukayk’ın başına toplandılar. Biz kendi aramızda onun ölüp ölmediğini merak ettik. Sonra içimizden biri
“Ben gider bu meseleyi tam olarak öğrenirim” dedi ve gitti. Döndüğünde bize şunları anlattı:
“Oraya vardığımda yahudi erkeklerinin onun başına toplanmış olduklarını gördüm. Karısı da elinde bir çıra olduğu halde şöyle diyordu:
“Yemin ederim ki Atîk’in oğlunun sesini duyar gibi oldum. Fakat sonra kendi kendime, hayal görüyorsun, onun buralarda ne işi var dedim”. Daha sonra kadın çırayı yerde yatmakta olan kocasının yüzüne yaklaştırdı ve
“Öldü, yahudilerin ilahına yemin ederim ki o öldü!” diye bağırdı. Hayatımda bu kadar hoşlandığım bir söz işitmemiştim. Bunu öğrendiğimde orada daha fazla oyalanmaya gerek görmedim ve size haber verebilmek için hemen geldim”. Bunun üzerine biz Atikoğlunu sırtımıza alarak Medine’ye döndük ve Hz. Peygamber’in huzuruna çıkıp ona düşmanının öldürüldüğünü haber verdik. Fakat onu hangimizin öldürdüğüne dair ihtilafa düştük. Her birimiz “Onu ben öldürdüm!” diyorduk. Hz. Peygamber
“Kılıçlarınızı getiriniz!” dedi. Onları yokladıktan sonra Abdullah b. Uneys’in kılıcını göstererek
“İşte onu bu kılıç öldürmüştür. Çünkü bu kılıcın üzerinde yemek izleri görüyorum” buyurdular.[1]
– Hz. Peygamber, yahudi İbn Ebi’l-Hukayk’ı öldürmeleri için Ensar’dan bazı kimseleri görevlendirdi ve başlarına da Abdullah b. Atîk’i getirdi. Bu kişi Hz. Peygamber’e eziyet ediyor ve onun aleyhinde komplolar düzenliyordu. Kendisinin Hicaz topraklarında bir kalesi vardı ve burada kalmaktaydı. Bu grup kaleye vardığında güneş batmıştı. Kırlardaki sürüler dönmüş, kapılar da kapatılmıştı. Abdullah arkadaşlarına
“Siz burada bekleyiniz. Ben gidip kapıyı açtırmaya çalışacağım. Eğer oraya girebilirsem bir yolunu bulur sizi de içeri alırım” dedi. Böylece elbiselerine iyice bürünen Abdullah b. Atîk kapıya yöneldi. O sırada kale bekçisi bir grup halkı içeri almaktaydı. Abdullah sanki def-i hâcet yapıyormuş gibi bir kenara çömeldi. Bu arada halk da içeri girmişti. Kapıcı, Abdullah’a
“Ey Allah’ın kulu! Eğer kaleye girmek istiyorsan, gir! Çünkü artık kapıları kilitlemek istiyorum!” diye bağırdı.
Bundan sonrasını Abdullah’dan dinleyelim:
“İçeriye girdim ve bir tarafa saklandım. Kalenin kapıcısı herkesin içeri girmesinden sonra kapıları kapattı ve anahtarları bir çiviye astı. O gittikten sonra anahtarları asılı bulunduğu yerden alarak kapıyı açtım ve arkadaşlarımı içeri aldım. İbn Ebi’l-Hukayk’ın evinde gece sohbetleri düzenlenirdi. Kendisi yüksekçe bir köşkte kalmaktaydı. Sohbet için gelenlerin gitmesini bekledim ve sonra köşke girdim. Onu öldürürken duyup da bana engel olmasınlar diye her girdiğim kapıyı içerden kilitliyordum. Nihayet onun bulunduğu odaya geldim. Oda karanlıktı ve adamın aile efrâdı da orada bulunuyordu. Onun yerini kestirebilmek için
“Ey Ebâ Râfi!” diye seslendim.
“Sen kimsin ” dedi. Bunun üzerine sesin geldiği istikamete doğru gittim ve kılıcımla ona vurdum. Dehşet içerisindeydim ve bu yüzden de darbem tam olarak yerini bulamamıştı. Hemen dışarı fırladım, o ise bağırıp duruyordu. Dışarda biraz durduktan sonra sanki adamlarından biriymişim gibi içeri girerek
“O ses ne idi, ey Ebâ Râfi’ ” dedim. O da
“Annesi ağlayasıca! Birisi bana kılıçla vurdu” dedi. Bunun üzerine ona bir kere daha vurdum; ağır bir şekilde yaraladımsa da öldüremedim. Sonra kılıcımın keskin ucunu onun karnına saplayarak bastırdım, ucu tâ sırtından çıktı. Onun öldüğüne iyice kanaat getirdikten sonra kilitlediğim kapıları birer birer açarak merdivenlere kadar geldim. Dolunay olmasına rağmen merdivenlerin bitip yere ulaştığımı zannettiğim bir sırada yuvarlanıverdim. Çünkü önümde bir merdiven daha varmış. Bacağım kırıldı, başımdan sarığımı çıkararak kırık yeri sardım. Sonra kapının yanına giderek oturdum ve kendi kendime
“Onun ölüp ölmediğini tam olarak öğrenmedikçe gitmeyeceğim” dedim. Sabahleyin horozlar ötmeye başlayınca bir kişi surlara çıkarak onun öldürülmüş olduğunu ilan etti ve şöyle dedi:
“Hicaz tüccarlarından Ebu Râfi’ dün gece öldürülmüştür!”. Bunun üzerine arkadaşlarımın yanına giderek
“Haydi artık gidelim! Allah Teâlâ, Ebu Râfi’i öldürdü!” dedim. Böylece Medine’ye dönerek olup bitenleri Hz. Peygamber’e anlattım. O da
“Kırılan yeri aç!” buyurdular. Açtım, Hz. Peygamber mübarek elleriyle orayı sıvazladılar; o anda bacağım sanki hiç kırılmamış gibi iyileşti.[2]
– İbn Ebi’l-Hukayk’ı öldürenler Hz. Peygamber’in minberde bulunduğu bir sırada döndüler. Hz. Peygamber onlara bakarak
“Bazı yüzler kurtuldu!” buyurdu. Onlar da
“Ey Allah’ın Rasûlü! Senin yüzün de kurtuldu!” dediler. Hz. Peygamber
“Onu öldürdünüz mü ” diye sordu. Onlar
“Evet!” deyince Hz. Peygamber
“Bana kılıcı veriniz!” dedi. Abdullah da kılıcını çıkararak uzattı. Hz. Peygamber
“Evet, bunun üzerinde yemek izleri vardır” buyurdu.[3]
——————————————————————————–
[1] Bidaye IV/137 (İbn İshak, Abdullah b. Ka’b b. Malik’ten); Siret-i İbn Hişam II/190.
[2] Bidaye IV/137 (Buhari, Bera’dan).
[3] Bidaye IV/137 (Buhari, Zühri’den o da Übeyy b. Ka’b’dan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/372-375.
İBN ŞEYBE el-YAHÛDÎ’NİN ÖLDÜRÜLMESİ[1]
– Binti Muhayyısa şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber
“Yahudi erkeklerinden kimi yakalarsanız öldürünüz!” buyurdu. Bu emir üzerine babam Muhayyısa yahudi tüccarlarından biri olan İbn Şeybe’nin üzerine atılarak onu öldürdü. Bu adam babamla alışveriş ederdi. O sırada amcam Huveyyısa henüz müslüman olmamıştı ve kendisi babamdan da yaşça büyüktü. Bu olay sırasında amcam Huveyyısa babama arkadan vuruyor
“Onu öldürdün ey Allah’ın düşmanı! Yemin ederim ki vücudundaki yağların çoğu onun malındandır!” Bunun üzerine babam amcama dönerek “Allah’a yemin ederim ki, eğer Hz. Peygamber emretmiş olsaydı senin bile boynunu vururdum!”. Bu olay ve babamın kendisine söylediği sözler amcamın müslümanlığa ilk adımı atmasına sebeb oldu. O babama
“Demek Muhammed öldürülmemi emretseydi benim de boynumu vuracaktın öyle mi ” dedi. Babam da
“Evet, yemin ederim ki aynen öyledir!” dedi, Amcamsa hayretler içerisinde
“O halde ben de yemin ederim ki bu derecelere gelen bir din artık yenilmez!” dedi.[2]
– Muhayyısa şöyle anlatıyor: Kardeşim Huvevyısa’ya şöyle dedim:
“Eğer İbn Şeybe’yi öldürmemi emreden kişi (Hz. Peygamber) senin öldürülmeni de emretmiş olsaydı bunda da zerre kadar tereddüt etmezdim!”. Bunun üzerine kardeşim müslüman oldu.[3]
——————————————————————————–
[1] İbn Şeybe’nin öldürülmesi, Ka’b b. Eşref’in öldürülmesinden sonra İbn Ebi’l Hukayk’ınkindense öncedir. Yani İbn Şeybe bu ikisi arasında öldürülmüştür.
[2] Kenz VII/90 (Ebu Nuaym, binti Muhayyısa’dan o da babasından).
[3] İbn İshak rivayet etmektedir. Hadisi ayrıca Ebu Davud da tarikiyle rivayet etmiştir. Ancak onun rivayetinde “Vücudundaki yağların çoğu onun malındandır’” cümlesinden sonrası yoktur.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/376.
Ensar’ın Benî Kaynukalılara Karşı Hz. Peygamber’e Yardım Etmeleri
Hz. Peygamber Bedir’de Kureyşlileri hezimete uğrattıktan sonra Medine’deki yahudileri Benî Kaynuka pazarında topladı ve onlara
“Ey yahudiler! Bedir gününde Kureyş’in başına gelenleri gördünüz. Geliniz sizin başınıza da gelmeden önce müslüman olunuz!” dedi. Yahudilerse Hz. Peygamber’e şu cevabı verdiler:
“Onlar (Kureyşliler) savaşmasını bilmiyorlardı. Bizimle savaşacak olursan bu hususta ne kadar maharetli olduğumuzu göreceksin!” Bunun üzerine Allah Teala Âl-i İmran Sûresi’nin 12 ve 13. âyetleri olan şu âyet-i kerimeleri indirdi:
“İnkar eden (o yahudi)lere de ki: “Yakında yenilecek ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası ne kötü bir yerdir. Karşı karşıya gelen şu iki taifede sizin için bir ibret vardır: Bunlardan biri Allah yolunda çarpışıyordu; diğerleri ise nankörlerdi. Bu ikincileri, karşısındakileri açıkça ve gözleriyle kendilerinin iki katı olarak görüyorlardı Allah kimi dilerse onu yardımlarıyla destekler. Elbetteki bütün bunlarda gözleri olanlar için bir ibret vardır”[1]
– Yahudiler Hz. Peygamber’e şöyle dediler:
“Ey Muhammed! Sakın Kureyş’ten bazı kimseleri öldürmüş olman seni aldatmasın. Çünkü onlar savaş nedir bilmeyen tecrübesiz kimselerdi. Ancak bizimle savaştığında daha önce bizim gibi savaşçılarla karşılaşmamış olduğunu anlayacaksın.”[2]
– Bedir yenilgisinden sonra müslümanlar yahudilerden olan anlaşmalılarına
“Geliniz, Allah Teâlâ Bedir gününe benzer bir olayı sizin başınıza da getirmezden önce müslüman olunuz!” diye tavsiyede bulundular. Buna karşılık yahudilerden Mâlik b. Sayf şunları söyledi:
“Savaş nedir bilmeyen Kureyşlilerle karşılaşıp da onları yenmeniz sakın sizi aldatmasın! Çünkü biz size karşı kuvvetlerimizi birleştirecek olursak bize karşı koyamaz ve bizimle savaşmayı göze alamazsınız”. Bunun üzerine Übâde b. Sâmit Hz. Peygamber’e şunları söyledi:
“Ey Allah’ın Rasûlü! Anlaşmalı olduğumuz yahudiler güçlü ve nüfuzlu insanlardır. Silahları ve kuvvetleri çoktur. Buna rağmen ben onların dostluğunu bırakıyor, Allah ve Rasûlü’nün dostluğuna sığınıyorum. Benim dostum ancak Allah ve O’nun Rasûlüdür”. Abdullah b. Übeyy denilen münafıksa
“Ben yahudilerin anlaşmasını kesinlikle bozamam, onlarla dost kalmaya devam edeceğim. Çünkü onların buna ihtiyaçları vardır!” dedi. Hz. Peygamber de ona dönerek
“Ey Eba’l-Hübâb (Abdullah b. Übeyy)! Sen kendi bildiğine git, Übâde de kendi yoluna gitsin!” buyurdular. Abdullah b. Übeyy
“O halde kabul ediyorum” dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ “Ey iman edenler! Sakın yahudi ve hristiyanları dost edinmeyiniz. Onlar ancak birbirlerinin dostudurlar. İçinizden kim onları dost edinecek olursa o da onlardandır…” mealindeki âyet-i kerimeleri indirdi. (Mâide: 5/51-67)[3]
– Kaynuka oğulları Hz. Peygamber’e savaş açtıklarında Abdullah b. Übeyy b. Selül anlaşmalı olduğu bahanesiyle onları müdafaa etti. diğer taraftan aynı şekilde Übâde b. Sâmit’in de yahudilerden anlaşmalıları vardı. O ise onların dostluğundan vazgeçtiğini ilan ederek Allah ve Rasûlünün dostluğuna girdi. Hz. Peygamber’e giderek
“Ey Allah’ın Rasûlü! Ben dost olarak Allah’ı O’nun Rasûlünü ve müminleri tercih ediyorum. Şu kafirlerle yapmış olduğum anlaşmayı ve kurduğum dostluğu bozuyorum!” dedi. Bunun üzerine bu ikisi, yani Abdullah b. Übey ve Übâde b. Sâmit hakkında Mâide Sûresi’nin 51-56 âyetleri indirildi. Bu âyetlerin sonunda “Kim Allah’ı, O’nun Rasûlü’nü ve mü’minleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecekler yalnızca Allah taraftarlarıdır” ibaresi vardır.[4]
——————————————————————————–
[1] Fethü’l-Bari VII/334 (İbn İshak, İbn Abbas’tan güzel bir senetle).
[2] Ebu Davud IV/141 (İbn İshak tarikiyle).
[3] İbn Kesir, Tefsir II/69 (İbn Cerir, Zühri’den).
[4] Bidaye IV/4 (İbn İshak, Übade b. Samit’ten).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/377-378.
Beni Nadîr’in Hz. Peygamber’e Tuzak Kurması ve Daha Sonra Yenilerek Sürgün Edilmeleri
– Kureyş kâfirleri, Bedir hadisesinden önce Abdullah b. Übeyy ve Medine’li diğer putperestlere bir mektup yazarak Hz. Peygamber’i ve ashabını barındırdıkları için onları tehdit ettiler. Onlara, bütün Arap kabilelerini toplayarak Medine’ye savaş açacaklarını söylediler. Bu mektubu okuyan Abdullah b. Übeyy ile diğer münafıklar müslümanlara savaş açmaya karar verdiler. Bunu haber alan Hz. Peygamber onlara haber göndererek
“Kureyş size öyle bir oyun oynamaktadır ki daha önce hiç kimseye bu kadar büyüğünü yapmamıştır. Onlar sizi birbirinize düşürüp aranızda savaş çıkmasını istemektedirler” buyurdu. Abdullah b. Übeyy ve arkadaşları da buna hak vererek savaşmaktan vazgeçtiler. Kureyş müşrikleri Bedir savaşından sonra da yahudilere bir mektup yazarak şunları söylediler:
“Sizin silahlarınız ve zırhlarınız vardır. Üstelik de bir kaleye sahipsiniz. Müslümanları yenebilirsiniz. Aksi takdirde karşınızda bizi bulacaksınız”. Bu tehdit karşısında Nadîr oğulları yahudileri kendi aralarında Hz. Peygamber’e bir tuzak kurmak hususunda karar aldılar. Hz. Peygamber’e adam yollayıp
“Yanına sahabilerinden üç kişi alarak falan yere gel. Bizden de üç âlim gelecektir. Eğer onları ikna edebilirsen sana tâbi oluruz” dediler. Hz. Peygamber de bu teklifi kabul etti.
Hz. Peygamber’le buluşacak olan o üç kişi hançerlerini bellerine gizleyerek buluşma yerine gittiler. Fakat bu arada Benî Nadîr’den bir kadın bu olanları Ensar kadınlarından olan kardeşine haber verdi. Bu kadın da koşarak bunları henüz buluşma yerine gitmemiş olan Hz. Peygamber’e anlattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber oraya gitmekten vazgeçti. Müslümanları topladı ve yola çıkarak sabahın erken saatlerinde Nadîr oğulları yurduna vararak onları muhasara altına aldı. Bu arada kendisi bir grup askerle gidip Benî Kureyza’nın yurdunu kuşattı. Kureyza oğulları Hz. Peygamber’le anlaşma yaptılar. Hz. Peygamber de onları bırakarak Benî Nadîre yöneldi. Onlarsa anlaşmaya yanaşmadılar; savaş çıktı. Sonuçta yahudiler yenildi. Bunun üzerine silahları hâriç, develeri neyi taşıyabilirse onları alıp gitmeye razı oldular. Böylece anlaşma yapıldı. Yahudiler evlerinin kapılarını bile develere yüklediler. Evlerini bizzat kendi elleriyle yıkıyorlar ve çıkan tahta parçalarından hoşlarına gidenleri de alıyorlardı. Bu sürgün olayı Hicaz’dan Şam taraflarına yapılan ilk sürgündür.[1]
– Hz. Peygamber Nadîr oğullarını kuşatma altına aldı. Onlar karşı koydularsa da sıkıntıları had safhaya ulaştığında Hz. Peygamber’in şartlarına razı olarak teslim oldular. Hz. Peygamber de kanlarını akıtmayacağına söz vererek onları yurtlarından sürmeye karar verdi. Onları Şam yakınlarındaki Ezriat beldesine sürgün olarak gönderdi. Her üç kişiden birine de bir deve ve su taşıyan bir hayvan verdi.[2]
– Muhammed b. Mesleme şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber beni kendilerine üç gün mühlet verildiğini söylemek üzere Nadîr oğulları yahudilerine gönderdi.[3]
– Hz. Peygamber, Muhammed b. Mesleme’yi Benî Nadîr yahudilerine gönderdi. Muhammed b. Mesleme oraya giderek Hz. Peygamber adına onlara şunları söyledi:
“Yaptığınız bu hainliklerden sonra artık bizimle aynı memlekette duramazsınız. Memleketimizden çıkmanız için size on günlük bir mühlet veriyoruz.”[4]
——————————————————————————–
[1] Fethü’l-Bari VII/32 (İbn Merduye sahih bir senetle Ma’mer’den, o da Zühri’den); Bezü’l-Mechud IV/142(Ebu Davud’un Abdurrezzak tarikiyle Ma’mer’den uzun olarak rivayet ettiği kaydedilir. Ayrıca bu hadis Delail’de de rivayet edilmiştir).
[2] İbn Kesir, Tefsir IV/333 (Beyhaki’den, o da İbn Abbas’tan).
[3] İbn Kesir, Tefsir IV/333 (Beyhaki’den).
[4] Fethü’l-Bari VII/233 (İbn Sa’d’ın Tabaka’tından naklen).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/378-380.
Müslümanların Benf Kureyza ile Yapılan Savaşlarda Gösterdiği Kahramanlıklar
– Hz. Âişe şöyle anlatıyor: Hendek günü, ne olup bittiğini öğrenebilmek için dışarı çıktım. Yolda giderken arkamda ayak sesleri işittim. Dönüp baktığımda Sa’d b. Muaz ile yeğeni el-Hâris b. Evs’in gelmekte olduklarını gördüm. Geçip gitmeleri için bir kenara çekilerek oturdum. Sa’d’ın üzerinde demirden bir zırh vardı. Ama bu zırh onun bütün azalarını örtemiyordu. Çünkü Sa’d tanıdığım insanların en iriyarısıydı. Zırhın dışında kalan yerlerinin ok veya kılıçla yaralanmasından korktum. Yanımdan geçerlerken Sa’d şöyle bir şiir okuyordu:
“Biraz bekle! Bir deve seni savaş alanına götürücektir. Ecel yaklaştığında ölüm ne güzel birşeydir”. Onlar geçip gittikten sonra kalktım bir hurma bahçesine girdim. Orada bazı müslümanlar, aralarında Hz. Ömer de olduğu halde oturuyorlardı. İçlerinde başında miğfer bulunan bir kişi de vardı. Hz. Ömer, bana
“Buraya nasıl geldin Yemin ederim ki sen çok cesur bir kadınsın. Başına birşey gelmesinden korkmadın mı ” dedi. Bu şekilde Hz. Ömer
“Yer yarılsa da içine girsem” diyecek hale getirinceye dek beni kınamaya devam etti. Bu arada miğferli kişi de miğferini başından çıkardı. O zaman onun Talhâ b. Ubeydullah olduğunu gördüm. Talha, Hz. Ömer’e benim için şunları söyledi:
“Allah sana rahmet etsin ey Ömer! Âişe’yi ne de çok kınadın. Felaketler Allah’tandır ve O’ndan başka da kaçacak yer yoktur”.
Bu esnada karşı taraftaki Kureyşlilerden biri kalkarak
“Bu oku al! Ben İbnü’l-Arika’yım!” diyerek bir ok fırlattı. Ok Hz. Sa’d’ın koluna isabet ederek büyük damarlardan birini kopardı. Bunun üzerine Sa’d:
“Ey Rabbim! Kureyza oğullarından intikamımı alıp gözlerimi aydın etmedikçe beni öldürme!” diye dua etti. Benî Kureyza yahudileri Sa’d’la anlaşmalı olup câhiliye döneminde de Sa’d’ın yardımcıları idiler. Daha sonra Sa’d’ın yarası kabuk bağladı. Allah Teâlâ da müşrikler üzerine korkunç bir rüzgâr, bir fırtına göndererek müminleri savaştan kurtardı. Allah kuvvetli ve gâlibtir. Bundan sonra Ebu Süfyan ve beraberindeki Kureyş müşrikleri savaştan vazgeçerek Tihâme’ye döndüler. Onlarla birlikte olan Uyeyne b. Bedir ve adamları Necd’e; Kureyza oğulları da kendi kalelerine çekildiler. Hz. Peygamber de Medine’ye döndü ve Sa’d için mescidin avlusuna tabaklanmış deriden bir çadır kurdurdu. Ancak az bir zaman sonra Cebrâil geldi. Onun dişleri tozlanmıştı. Cebrail Hz. Peygamber’e
“Savaşmaktan vaz mı geçtin Allah’a yemin ederim ki melekler henüz silahlarını ellerinden bırakmış değildirler. Şimdi derhal Benî Kureyza’ya doğru yola çık ve onlarla savaş!” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber hemen silahını kuşandı ve tellallar çıkartarak halkı toplanmaya davet etti. Müslümanlar kısa bir süre içerisinde toplandılar ve Benî Kureyza’ya doğru yola çıktılar. Hz. Peygamber, mescidin yakınlarında bulunan Ganîm oğullarının yanından geçerken onlara
“Buradan hiç kimse geçti mi ” diye sordu. Onlar da
“Evet, biraz önce Dıhyetü’l-Kelbî geçti” dediler. Hz. Cebrail insan kılığına girdiğinde sakalı, yüzü ve dişleriyle Dıhyetü’l-Kelbî’ye çok benziyordu.
Bu ordu Kureyza oğullarının yurduna vardı ve onları kuşattı. Benî Kureyza teslim olmamakta direndi. Ancak yirmi beş günden sonra çok büyük sıkıntılara düştüler ve teslim olmaya karar verdiler. Bunun üzerine kendilerine
“Hz. Peygamber’in hükmüne razı olarak kalelerinizden ininiz!” denildi. Yahudiler sahabelerden eski dostları Ebu Lübâbe b. Abdilmünzir’e danıştılar. O da
“Sizin için ancak ölüm vardır” dedi. Sonunda
“Biz Sa’d b. Muaz’ın hükmü üzerine iniyoruz! Onun hükmüne razıyız! dediler. Hz. Peygamber de bunu kabul etti. Böylece Hz. Sa’d palanlı bir merkebe bindirildi. Kabilesine mensup olanlar onun etrafını sarmışlar ve şöyle diyorlardı:
“Ey Ebâ Amr! Kureyza oğulları seninle anlaşmalı idiler. Önceleri sana yardımlarda bulunmuşlardır. Şimdi ise felakete düşmüşlerdir; artık sen onların kim olduklarını düşünerek karar ver!” Hz. Sa’d bu şekilde yola çıktı. Çevresini sarmış olanlar devamlı surette onu sıkıştırıyorlar, o ise ne müsbet ve ne de menfi hiç bir cevap vermiyordu. Beni Kureyza’nın evlerine yaklaşılana kadar onların yüzlerine bile bakmadı. Kureyza oğullarının evleri göründüğünde kavmine dönerek onlara
“Benim için Allah yolunda hiç bir kınayıcının kınamasından korkmayacağım an geldi!” dedi.
Sa’d göründüğünde Hz. Peygamber Ensar’a hitâben
“Efendinizin yanına gidiniz ve onu merkepten indiriniz” buyurdular. Hz. Ömer’se
“Bizim efendimiz ancak Allah’tır” dedikten sonra da “Haydi onu indiriniz!” dedi. Böylece Sa’d b. Muaz merkepten indirildi. Hz. Peygamber ondan Benî Kureyza yahudileri hakkında hüküm vermesini istedi. Sa’d da
“Ben onlar hakkında,savaşçılarının öldürülmesine, çocuklarıyla kadınlarının esir kabul edilip mallarının da müslümanlar arasında dağıtılmasına hükmediyorum” dedi. Onun bu sözleri üzerine Hz. Peygamber
“Sen onlar hakkında Allah ve O’nun Rasûlünün isteği doğrultusunda hüküm verdin!” buyurdular. Sa’d ise şu duayı yaptı.
“Ey Allah’ım! Eğer senin peygamberin bundan sonra Kureyşlilerle yine savaşacaksa beni o zamana kadar yaşat! Yok eğer onlarla bir daha savaş olmayacaksa artık ruhumu al!” Bu duadan sonra Sa’d’ın yarası yeniden kanamaya başladı. Halbuki daha önceden iyileşmiş ve yüzük kadar birşey kalmıştı. Bu işlerden sonra Sa’d mescidin avlusunda kendisi için kurulmuş olan çadıra götürüldü. Daha sonra Hz. Peygamber yanında Ebubekir ve Ömer de olduğu halde onun yanına geldi. Muhammed’in nefsini kudret elinde tutana yemin ederim ki ben bulunduğum odada Ömer’in ağlamasını, babam Ebubekir’inkinden ayırt edebiliyordum. Onlar Allah Teâlâ’nın da buyurduğu gibi kendi aralarında çok merhametli idiler. “Onun (Muhammed’in) yanında bulunanlar kafirlere karşı çetin, kendi aralarında ise çok merhametlidirler”. (Fetih: 48/29). Hz. Peygamber’se hiç kimse için ağlamazdı. Fakat o anda çok üzüldükleri zaman yaptıkları gibi sakalını tutuyordu.[1]
– Hz. Âişe vâlidemiz şöyle anlatıyor: Sa’d b. Muaz’ın ölümü üzerine hem Hz. Peygamber ve hem de sahabiler ağladılar. Hz. Peygamber çok üzüldükleri zaman mübarek sakallarını tutarlardı. Ben mescidin bitişiğindeki odamda bulunuyordum. Onlar, Ömer’in ağlamasını babam Ebubekir’inkinden ayırabilecek kadar sesli ağlıyorlardı.[2]
– Hz. Âişe şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber, Sa’d b. Muaz’ın cenazesinden dönerlerken gözyaşları mübarek sakallarını ıslatıyordu.[3]
——————————————————————————–
[1] Bidaye IV/123 (İmam Ahmed’den); İbn Sa’d III/3 (Hz. Aişe validemizden); Heysemi VI/138 (‘Hadisi İmam Ahmed rivayet etmiştir. Ravilerden Muhammed b. Amr b. Alkame’nin hadisi güzeldir; diğerleri ise sikadır’ der); Hafız İbn Hacer, İsabe I/274 (‘Bu hadis sahihtir. İbn Hibban onu sahih bulmuştur’ demektedir); Kenz VII/40 (Ebu Nuaym uzun olarak).
[2] Kenz VII/42 (İbn Cerir’in Tehzib’inden).
[3] Heysemi IX/309 (Taberani’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/380-382.
ENSAR’IN SAHİP OLDUKLARI DİNÎ YÜCELİKLERLE İFTİHAR ETMELERİ
Evs ve Hazrec birbirlerine karşı kendi insanları ile iftihar ettiler. Evsliler şöyle dediler: “Meleklerin yıkadığı Hanzale b. er-Râhib bizdendir. Kendisi için Allah’ın arşının titremiş olduğu kişi de bizdendir. O Sa’d b. Muaz’dır. Bal arıları tarafından korunan Âsım b. Sâbit b. Ebi’l-Aklah da bizden çıkmıştır. Yine içimizden Huzeyme b. Sâbit çıkmıştır ki onun şahitliği de iki kişinin şahitliği yerine geçmektedir”. (Allah hepsinden razı olsun!). Buna Hazrecliler şu karşılığı vermişlerdir: “Hz. Peygamber zamanında Kur’an’ı toplayan dört kişi de bizden çıkmıştır ki bunlar Zeyd b. Sâbit, Übeyy b. Ka’b, Muaz b. Cebel ve Ebu Zeyd’dir”. (Allah bunlardan da razı olsun!)[1]
——————————————————————————–
[1] Heysemi X/41 (Ebu Ya’la, Bezzar ve Taberani, Enes’ten); Müntehab V/139 (Ebu Avane ve İbn Asakir’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/383.
Ensar’ın Mekke’nin Fethi Sırasında Hz. Peygamber’e Yardımlarda Bulunması
– Abdullah b. Rebah şöyle anlatıyor: Müslümanlardan, Muaviye’ye birkaç heyet gidiyordu. Ebu Hüreyre ile ben de onların içerisinde bulunuyorduk. Aylardan Ramazan’dı. Yemekleri nöbetleşe hazırlıyorduk. Şöyle ki her akşam birimiz yemeği hazırlıyor ve diğerlerini davet ediyordu. Bu işi de en çok Ebu Hüreyre yapıyordu. Bir gün kendi kendime
“Hep onlar bizi davet ediyorlar, bugün de ben yemek hazırlayayım da onları çağırayım” dedim. Yemeği hazırladım ve sonra Ebu Hüreyre’yi bularak
“Ey Ebâ Hüreyre! Bu akşam, yemeği bende yiyeceğiz” dedim. Bunun üzerine
“Bunu ben yapacaktım; fakat sen daha çabuk davrandın” dedi. Sonra diğer arkadaşları da davet ettim. Akşam üstü biraraya geldiğimiz de Ebu Hüreyre
“Ey Ensar topluluğu! Size, sizinle ilgili olaylardan birini anlatmamı ister misin ” dedi ve Mekke’nin fethini şöylece anlattı:
“Hz. Peygamber Mekke’ye ulaştığında askeri iki gruba ayırdı. Bunlardan birinin başına Zübeyr’i diğerininkineyse Halid b. Velid’i getirdi. Ebu Ubeyde’yi de zırhsız olanların başına tayin etmişti. İslâm askerleri bu düzen içerisinde vadiye girdiler. Hz. Peygamber de kendi grubunun başında bulunuyordu. Kureyş’se derme-çatma bir orduyla karşımıza çıkmıştı. Kureyşliler şöyle düşünüyorlardı: “Biz bunları müslümanlara karşı gönderiyoruz. Eğer onları yenecek olurlarsa biz zâten kendilerindeniz. Yok eğer yenilirse o zaman da burnumuz bile kanamadan onlara teslim oluruz”.
Hz. Peygamber bir ara etrafa göz gezdirirken beni görüp
“Ey Ebâ Hüreyre!” diye seslendiler, ben de
“Buyurun ey Allah’ın Rasûlü!” dedim.
“Bana Ensar’ı çağır! Fakat söyle onlardan başka kimse gelmesin!” buyurdular. Hemen koşup Ensar’ı çağırdım. Onlar da gelip Hz. Peygamber’in çevresine toplandılar. Bundan sonra Hz. Peygamber onlara
“Görüyorsunuz ya, karşınızdakiler Kureyş’in sefilleri ve ayak takımıdır” buyurdu. Sonra da ellerini birbirinin üzerine koyup “Safa tepesinde benimle buluşuncaya dek onları bu şekilde biçiniz” dedi. Hz. Peygamber’in huzurundan ayrıldık; fakat hiç birimiz onun dilediği şekilde öldürmeyi istemiyorduk. Zaten Mekke’liler de bize karşı koymuyorlardı. Ebu Süfyan Hz. Peygamber’e giderek
“Ey Allah’ın Rasûlü! Kureyş’in öldürülmeleri helal kılındı. Korkarım ki bu gidişle Kureyş diye birşey kalmayacaktır” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
“Kim evine girip kapısını kapatır veya Ebu Süfyan’ın evine sığınırsa o güvenliktedir, kendisine dokunulmayacaktır!” buyurdular. Böylece halk evlerine girip kapılarını da kilitlediler.
Hz. Peygamber doğruca Kâbe’ye gidip Hacerü’l-Esved’i istîlâm etti, yani sıvazlayıp öptü. Sonra da Ka’be’yi tavaf etmeye başladı. Elinde bir yay vardı ve onun bir ucundan tutuyordu. Mekkeli müşriklerin orada bulunan putlarının yanından geçtikçe elindeki o yayla onların gözlerine vuruyor ve bir yandan da “Hak geldi bâtıl yok oldu; zâten bâtıl yok olmaya mahkûmdur” (İsrâ: 17/81) âyet-i kerimesini okuyordu. Tavaftan sonra Kâbe’nin yakınında bulunan Safâ tepesine çıktılar ve Kâbe’yi görecek şekilde oraya oturdular. Sonra ellerini kaldırarak Allah’a hamdedip dualarda bulunmaya başladılar. Ensar da tepenin etrafında duruyorlardı. Bu arada da kendi aralarında birbirlerine “Artık o (Hz. Peygamber) kendi memleketine, kavmine kavuştu. İsteğini elde etti. Zannetmiyoruz ki bundan sonra Medine’ye dönsün” diyorlardı.
O sırada Hz. Peygamber’e vahiy geldi. Biz vahyin geldiğini anlayabiliyorduk. Çünkü bizim hiç birimiz vahiy kesilinceye kadar Hz. Peygamber’e bakamazdık. Nihayet vahiy bitti ve Hz. Peygamber başını kaldırarak
“Ey Ensar topluluğu! Siz “Artık o kendi memleketine, kavmine kavuştu. İsteğini elde etti. Zannetmiyoruz ki bundan sonra Medine’ye dönsün” dediniz değil mi ” buyurdular. Ensar da
“Evet ey Allah’ın Rasûlü! Gerçekten de bunu söyledik” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdular:
“Böyle yapacak olursam benim ismim neolacaktır Hayır, siz yanılıyorsunuz! Şüphe yok ki ben Allah’ın kulu ve Rasûlüyüm. Allah’a ve sizlere hicret ettim. Yaşamım sizin yaşamınız olduğu gibi ölümüm de sizin ölümünüzdür”. Bu sözler üzerine ona bakıp ağladılar ve
“Yemin ederiz ki bunları Allah’ın Rasûlünü kimseye kaptırmamak için, seni kıskandığımızdan dolayı söyledik” dediler. Hz. Peygamber de onlara
“Allah ve O’nun Rasûlü de sizi doğruluyor ve özrünüzü kabul ediyorlar ” dedi.”[1]
——————————————————————————–
[1] Bidaye IV/307 (İmam Ahmed’den. Ayrıca hadisi Müslim ve Nesai’nin de Enu Hüreyre hadisinden, benzer şekilde rivayet ettikleri de kaydedilmiştir); Kenz VII/135 (İbn Ebi Şeybe’nin muhtasar olarak rivayet ettiği zikredilir).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/384-385.
Ensar’ın Huneyn Savaşındaki Kahramanlıkları ve Hz. Peygamber’in Onları Övmesi
Huneyn savaşında Hevâzin, Gatafan ve diğer Arap kabileleri çoluk çocuklarını ve hayvanlarını da beraberinde getirmişlerdi. Hz. Peygamber’in yanında, serbest bıraktığı Mekke halkının hâricinde onbin asker vardı. Fakat sonunda bunların hepsi kaçıp Hz. Peygamber’i neredeyse tek başına bıraktılar. O gün Hz. Peygamber çevresine bakınıp iki kez seslenmişlerdir. Birincisinde sağına bakarak
“Ey Ensar topluluğu!” demişler Ensar da
“Evet ey Allah’ın Rasûlü! Biz seninle beraberiz!” diye karşılık vermişlerdir. Bu kez de soluna dönen Hz. Peygamber yine
“Ey Ensar topluluğu!” diye seslendiler. Ensar da ilkinde olduğu gibi yine
“Buyurun ey Allah’ın Resûlü! Bizler buradayız!” dediler. Bunun üzerine beyaz katırının üstünde bulunan Hz. Peygamber yere inerek
“Ben Allah’ın kulu ve Rasûlüyüm!” buyurdular.
Daha sonra müşrikler kaçtılar ve geride de çok ganimet bıraktılar. Hz. Peygamber bunları Muhacirlerle diğer Mekke’liler arasında paylaştırdı. Bunlardan Ensar’a hiç birşey vermedi. Bunun üzerine Ensar kendi aralarında
“Savaş çıktığı zaman biz çağırılıyoruz. Fakat iş ganimet taksimine geldiğinde bizden başkasına veriliyor” dediler. Bu sözler Hz. peygamber’in kulağına gittiğinde onları bir çadırda toplayarak
“Ey Ensar! Kulağıma bazı sözler çalındı. Ne olduğunu söyler misiniz ” Onlardan hiç kimse buna cevap vermedi. Hz. Peygamber de
“Ey Ensar topluluğu! Diğerleri dünyayı götürürlerken siz de evlerinize Allah’ın Rasûlünü ve ona bağlılığı götürmek istemez misiniz ” buyurdu. Ensar’sa
“Evet ey Allah’ın Rasûlü! Bunu kabul ediyoruz” diye cevap verdiler. Onların bu cevapları üzerine Hz. Peygamber de
“Eğer insanlar bir vadide, Ensar da bir dağ yolunda gitmiş olsalar ben yine de Ensar’ı tâkip ederdim” buyurdular. Bu hadise bir toplulukta anlatılırken dinleyenlerden biri olayı anlatana
“Ey Ebâ Hamza! Sen bunları gözlerinle gördün değil mi ” diye sordu. O da
“Tabii ki gördüm; Hz. Peygamber’i bırakıp da nereye gidecektim!” dedi.[1]
Hz. Peygamber, Huneyn gününde alınan ganimetleri henüz müslüman olmuş ve İslâm’a yeni gönül vermiş Kureyşlilerle diğer Araplar arasında paylaştırdı. Bu ganimetlerden Ensar’a hiç birşey vermedi. Ensar bundan dolayı kırıldılar. Hatta içlerinden birisi
“Allah’a yemin ederim ki Hz. Peygamber kendi kavmine kavuşunca bizleri unuttu” dedi. Sonunda Sa’d b. Übâde Hz. Peygamber’e giderek
“Ey Allah’ın Rasûlü! Ensar sana kırılmıştır” dedi. Hz. Peygamber de sebebini sordu. Sa’d da
“Bu savaşta elde edilen ganimetleri kendi kavmine ve diğer Araplara taksim ettin, onlara birşey vermedin” dedi.
Hz. Peygamber Sa’d’a
“Ey Sa’d! Sen de onlarla birlikte misin ” diye sordu. Sa’d buna
“Ben de kavmimin bir ferdiyim” diye cevap verdi. Hz. Peygamber de
“Git onları şu alanda topla ve sonra da gel bana haber ver!” dedi. Sa’d Hz. Peygamber’in huzurundan çıkarak Ensar’ı onun dediği alana topladı. Bu arada Muhacirlerden bazıları da bu toplantıya katılmak istediler ve onlara da izin verildi. Bazı kimselerse oraya kabul edilmediler. Ancak Ensar’dan gelmeyen kalmadı. Bundan sonra Sa’d Hz. Peygamber’e giderek
“Ey Allah’ın rasûlü! Ensar emrettiğin gibi toplanmışlardır” dedi. Hz. Peygamber de Sa’d’la birlikte oraya gitti. Allah’a hamdü senâlarda bulunduktan sonra şunları söyledi:
“Ey Ensar topluluğu! Siz sapıklık içerisindeyken benim gelişimle Allah sizi hidâyete erdirmedim mi Fakir olan sizleri servet sahibi yapıp, birbirlerinizin amansız düşmanları iken birleştirip kardeş yapmadı mı ” Ensar
“Evet ey Allah’ın Rasûlü!” dediler. Sonra Hz. Peygamber
“Ey Ensar topluluğu! Bana cevap vermeyecek misiniz ” buyurdu. Ensar da
“Ne diyelim ey Allah’ın Rasûlü! Hangi birinde sana cevap verelim! Biz Allah’a ve O’nun Rasûlüne çok minnettarız” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şunları söyledi:
“Allah’a yemin ederim ki siz bana kovulup da içimize geldiğinde seni bağrımıza bastık; fakir iken mallarımızı seninle paylaştık, korku içerisinde bulunuyordun seni güvenliğe kavuşturduk ve hiç kimse sana yardım etmezken bizler yardım ettik” diyebilirdiniz. Ben de o zaman haklı olduğunuzu söyler, sizi tasdik ederdim”. Ensar yine
“Biz Allah’a ve O’nun Rasülüne çok minnettarız!” dediler. Hz. Peygamber de son olarak şunları söylediler:
“Ey Ensar topluluğu! Gönüllerini almak amacıyla yeni müslüman olmuş bir kavme verdiğim geçici dünya malı için bana darıldınız. diğer taraftan size de Allah’ın vermiş olduğu İslâm şerefini verdim. Ey Ensar topluluğu Halk evlerine koyun ve deve götürürlerken siz de evlerinize, yurdunuza Allah’ın Rasûlünü götürmek istemez misiniz Muhammed’in nefsini elinde tutana yemin ederim ki eğer halk bir yola, Ensar da başka bir yola gitse ben Ensar’ın gitmekte olduğu yolu tercih ederim. Ey Allah’ım! Sen Ensar’a merhamet et! Onların çocuklarına ve torunlarına da merhamet et!”. Bu sözler üzerine orada bulunan Ensar sakalları ıslanıncaya kadar ağladılar ve
“Biz Allah’ı Rabb olarak tanıyor ve O’nun Rasûlünün taksimine de razı oluyoruz” dediler. Bundan sonra Hz. Peygamber kalktı ve gitti; oradakiler de dağıldılar.[2]
– Hz. Peygamber, Hevâzin ganimetlerinden olan Huneyn fey’ini güzel bir şekilde taksim etti. Kureyşlilere ve yeni müslüman olan diğer Arap kabilelerine bol bol verdi. Bunu gören Ensar Hz. Peygamber’e gücendiler. Hz. Peygamber bunu işittiğinde onların topluca bulundukları yere gitti ve
“Ensar’dan olmayanlar burayı terketsin! Onlarla konuşacaklarım vardır” dedi. Sonra da kelime-i şehâdet getirip Allah’a hamdetti ve şunları söyledi.
“Ey Ensar topluluğu! Şu yeni müslümanlara vermiş olduğum ganimetler hakkındaki konuşmalarınız kulağıma kadar geldi. Bundan kastım onları İslâm’a tam olarak bağlamaktı. Zannediyorum ki onlar bugünden sonra Allah’ın birliğine şahitlik edip O’nun yolunda savaşlara katılacaklardır. Çünkü artık Allah Teâlâ onların kalblerine İslâm’ı sokmuştur. Ey Ensar topluluğu! Allah Teâlâ iman vermek suretiyle minnette bulunup size üstünlük ve şeref bahşetmemiş midir O size Allah’ın ve Rasûlü’nün Ensarı gibi en güzel bir ismi vermedi mi. Şunu biliniz ki eğer halk bir vadiye siz de diğer bir vadiye gidecek olsanız ben diğerlerini bırakıp sizi takip edeceğim. Halk koyun, deve ve diğer ganimetleri, siz de Allah’ın Rasûlünü götürünüz; bunu istemez misiniz ” Ensar bu sözlere
“Bunu kabul ediyoruz” diye karşılık verdiler. Hz. Peygamber’se
“Öyleyse söylediklerimin karşılığı olarak bana cevap veriniz!” buyurdular. Ensar da şöyle karşılık verdiler:
“Ey Allah’ın Rasûlü! Biz karanlıklar içerisinde bulunuyorduk; Allah Teâlâ senin vasıtanla bizi nura kavuşturdu. İçimize geldiğinde biz bir ateş çukurunun tam kıyısında bulunuyorduk, Allah Teâlâ senin vasıtanla bizi ateşten kurtardı. Biz sapıklıklar içerisinde bocalıyorduk; Allah senin vasıtanla bizi hidayete erdirdi. Biz rabb olarak Allah’ı, din olarak İslâm’ı, peygamber olarak da Muhammed’i kabul ettik. Ey Allah’ın Rasûlü! Ganimeti istediğin şekilde dağıt! Bütün konularda dilediğin gibi davran! Biz sana karışmayız; istediğini yapma yetkisine sahipsin!” Buna karşılık Hz. Peygamber de şunları söyledi:
“Allah’a yemin ederim ki daha değişik bir cevap verebilirdiniz ve ben de “Doğru söylediniz!” derdim. Eğer siz “Sen kovulmuş olarak içimize geldin de biz sana kucak açmadık mı; herkes seni yalanlarken tasdik edenler biz olmadık mı Hiç kimseden bir yardım görmezken sana biz yardım etmedik mi; kendi kavminin bile kabul etmediklerini biz kabul etmedik mi demiş olsaydınız kesinlikle doğru söylemiş olurdunuz” buyurdu. Ensar
“Allah’a ve O’nun Rasûlüne minnettar olanlar bizleriz! Allah Rasûlünün hem bizim hem de diğer bütün insanların üzerinde çok büyük hakkı vardır!” diyerek ağlamaya başladılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber de onlarla birlikte ağladı.[3]
– Hz. Peygamber Hevazinlilerden elde edilen ganimetleri paylaştırırken bazı kimselere yüz deve verdi. Bunu gören Ensar’dan bazıları
“Allah, Rasûlünü affetsin! Kılıçlarımızdan hâlâ Kureyşlilerin kanları damlarken ganimetten bizlere birşey vermiyor da Kureyşlilere veriyor” dediler. Hz. Peygamber bunları işittiğinde onlara haber gönderdi ve deriden yapılmış bir çadırda toplanmalarını istedi. Ensar Hz. Peygamber’in söylediği yerde toplandılar. Hz. Peygamber de oraya geldi ve Ensar’ın dışındakileri oradan çıkardı. Sonra Hz. peygamber ayağa kalkarak
“Bazı sözler işitiyorum; ne olduğunu bana da söyler misiniz ” buyurdular. Ensar’sa şunları söyledi:
“Ey Allah’ın Rasûlü! Bu sözleri hepimiz söylemiş değiliz. Ancak içimizden bazı genç kimseler ‘Allah, Rasûlünü bağışlasın! Kılıçlarımızdan hâlâ Kureyşlilerin kanları damlamakta iken, elde edilen ganimetlerden bizlere birşey vermiyor da Kureyşlilere veriyor’ dediler”. Hz. Peygamber
“Ben bunları küfürden yeni çıkmış bazı kimselerin gönüllerini kazanmak için vermiştim. Halk ganimet mallarını götürürken siz de yurdunuza, evlerinize Allah’ın peygamberini götürmek istemez misiniz Allah’a yemin ederim ki sizin payınıza düşen onlarınkinden çok daha hayırlıdır” buyurdular. Ensar da
“Ey Allah’ın Rasûlü! Biz bunu kabul ediyoruz!” dediler. Son olarak Hz. Peygamber şunları söylediler:
“Bir zaman gelecektir ki diğer bazı insanların sizden üstün tutulduklarını göreceksiniz. Ancak Allah ve Rasûlüne kavuşuncaya kadar bütün bunlara sabrediniz. Bense sizleri Kevser havuzu başında bekliyor olacağım”[4]
– Hz. Peygamber Ensar’a şunları söyledi: “Siz insanların içlerinden giymekte oldukları elbiseler gibisiniz. Halk ise dıştan giyilen elbiseler mesâbesindedir. (Siz bana daha yakınsınız). Halk elde edilen koyun ve develeri götürürken siz de Allah’ın Rasûlünü yurdunuza götüreceksiniz, buna razı olmaz mısınız ”. Ensar
“Evet, buna razıyız!” diye karşılık verdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber de
“Ensar benim sandığım ve heybemdir; güvendiğim kimselerdir. Halk bir yola, Ensar da başka bir yola gidecek olsalar ben Ensar’ın yolunu tercih ederim. Eğer hicret edenlerden biri olmamış olsaydım Ensar’dan bir kişi olmak isterdim” buyurdular.[5]
——————————————————————————–
[1] Bidaye IV/357 (Buhari, Enes’ten); Kenz V/307 (İbn ebi Şeybe ve İbn Asakir’in de benzer şekilde rivayet ettiği kaydedilmektedir).
[2] Bidaye IV/358 (İbn İshak, Ebu Said el- Hudri’den. ‘Hadiseyi İmam Ahmed de İbn İshak hadisinden böyle rivayet etmiştir. Fakat Kütüb-ü Sitte sahiplerinden hiç biri bu yoldan rivayet etmemiştir” deniliyor); Kenz VII/135 (İbn Ebi Şeybe, Ebu Said el-Hudr’i’den. Buhari de bir kısımını Abdullah b. zeyd b. Asım’dan).
[3] Heysemi X/31 (Tabarani, Saib b. Yezid’den).
[4] Bidaye IV/356 (Buhari, Enes b. Malik’ten).
[5] Bidaye IV/356 (İmam Ahmed, Enes b. Malik’ten).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/385-389.
Hz. PEYGAMBER’İN ENSAR’I GÜZEL VASIFLARLA ANMASI
– Hz. Peygamber’e Bahreyn’den bazı mallar getirilmişti. Bunu işiten Ensar ve Muhacirler Hz. Peygamber’in yanına toplandılar. Hz. Peygamber orada Ensar için şunları söyledi:
“Gördüğüm kadarıyla sizler korkulu ve tehlikeli zamanlarda çoğalıyor, mal ve ganimet paylaştırıldığı sıralarda azalıyorsunuz.”[1]
– Hz. Peygamber, Ebu Talhâ’yı çağırtarak ona “Benden kavmine selam söyle! Kendilerini bildim bileli onlar vakarlı ve sabırlı insanlardır” buyurdular.[2]
– Ebu Talhâ son hastalıkları sırasında Hz. Peygamber’i ziyaret etti. Hz. Peygamber kendisine “kavmine benden selam söyle! Onlar iffetli ve sabırlı insanlardır” buyurdular.[3]
——————————————————————————–
[1] Kenz VII/136 (el-Askeri, Emsal adlı kitabında Enes’ten).
[2] Heysemi X/41 (Bezzar’dan, o da Enes’ten. Heysemi ‘Bu rivayetteki Muhammed b. Sabit el-Bünani zayıftır’;
[3] Kenz VII/136 (Ebu Nuaym, yine Enes’ten); Hakim IV/79(Bu hadisin senedi sahihtir. Ancak buhari ve Müslim onu rivayet etmemiştir’2 denilmektedir).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/390.
Hz. Peygamber’in, Ölmekte Olan Sa d b. Muaz Hakkında Söylediği Sözler
– Hz. Peygamber ölüm halinde bulunan Sa’d b. Muaz’ın yanına gelerek şöyle buyurdular:
“Allah sana bir kavmin efendisi olarak mükâfaatını versin. Sen Allah’a vermiş olduğun sözünde durdun. Allah da sana vermiş olduğu sözü mutlaka yerine getirecektir”[1]
– Hz. Peygamber şöyle buyurdular:
“Anne ve babası arasında bulunan bir kadın ne kadar güvendeyse Ensar’ın iki hânesi arasında konaklayan kadın da öylece güvendedir.”[2]
——————————————————————————–
[1] İbn Sa’d III/9 (Abdullah b. Şeddad’dan).
[2] Heysemi X/40 (İmam Ahmed ve Bezzar, Hz. Aişe validemizden).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/390.
Üseyd b. Hudayr ile Hz. Peygamber Arasında Geçenler ve Hz. Peygamber’in Ensar’a İkramda Bulunması
– Hz. Peygamber bir gün sahabiler arasında gıda maddesi dağıtmıştı. Bunu duyan Useyd b. Hudayr Hz. Peygamber’e giderek
“Ey Allah’ın Rasûlü “Filan yerde Ensar’dan Benî Zafer kabilesine mensup bir hâne vardır. Orada bulunanların çoğu kadın olup kendileri de ihtiyaç sahipleridir. Onlara da birşeyler verseydin” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Üseyd’e
“Ey Üseyd! Sen, elimizdeki mallar bittikten sonra geldin. Bundan sonra bize bir mal geldiğini işitirsen gel bana o hâne halkını hatırlat!” buyurdular. Bu olaydan sonra Hz. Peygambere Hayber’den arpa ve hurma geldi. Hz. Peygamber bu gelen malları da halka bol bol dağıttı. Üseyd b. Hudayr’ın haber vermiş olduğu hâne halkına diğerlerinden daha çok verdi. Üseyd b. Hudayr, Hz. Peygamber’e teşekkür ederek şunları söyledi:
“Ey Allah’ın Peygamberi! Allah sana mükâfatların en güzelini ve en hayırlısını versin!”. Hz. Peygamber’se şöyle dedi:
“Ey Ensar topluluğu! Allah aynı şekilde size de mükâfaatların en güzelini ve en hayırlısını versin! Biliyorum ki siz namuslu ve sabırlı insanlarsınız. Benden sonra bazı insanların size tercih edildiğini göreceksiniz. Benimle havuzumun başında buluşuncaya kadar bütün bunlara sabrediniz.”[1]
– Üseyd b. Hudayr şöyle anlatıyor: Kendi kavmimden, biri Zaferoğullarına, diğeri ise Muâviye oğullarına mensup iki aile bana gelerek
“Bizim için Hz. Peygamber’le konuş da gelen mallardan bize de bir pay versin” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber’e gidip onların isteklerini söyledim. Hz. Peygamber de
“Ey Üseyd! Allah Teâlâ bize tekrar mal gönderdiğinde gel bana hatırlat da onlar için de birşeyler ayırıp vereyim” buyurdular. O zaman ben
“Ey Allah’ın Rasûlü! Allah sana güzel bir mükâfaat versin!” dedim. Hz. Peygamber de
“Allah size de güzel mükâfaat versin! Çünkü bildiğim kadarıyla siz namuslu ve sabırlı kimselersiniz. Benden sonra hoşunuza gitmeyecek şekilde başkalarının size tercih edildiğini göreceksiniz” buyurdu.
Daha sonra Hz. Ömer’in halifeliği döneminde halka bazı mallar dağıtıldı. Hz. Ömer bana da bir elbise göndermişti. Ben bunu az buldum. Bir gün namaz kılmakta olduğum bir sırada yanımdan geçmekte olan Kureyşli bir gence gözüm takıldı. Üzerinde bana gönderilen elbisenin bir benzeri vardı ve yerlerde sürüyerek gidiyordu. O anda aklıma Hz. Peygamber’in “Benden sonra hoşunuza gitmeyecek şekilde başkalarının size tercih edildiğini göreceksiniz” sözleri geldi ve “Allah ve O’nun Rasûlü doğru söylediler!” deyiverdim. Bunu duyan bir adam gidip Hz. Ömer’e haber verdi. Ben daha namazımı bitirmemiştim ki Hz. Ömer geldi ve
“Ey Üseyd! Namazını tamamla da sana soracaklarım var” dedi. Ben namazımı bitirdiğimde Hz. Ömer o sözleri niçin söylemiş olduğumu sordu. Hadiseyi olduğu gibi anlattım. Bunun üzerine Hz. Ömer
“O gencin sırtındaki elbise Bedir, Uhud savaşlarıyla Akabe biatlarında bulunmuş olan birisine verilmişti. Bu genç gidip o elbiseyi ondan satın almıştır.
“Ey Üseyd! Nasıl oluyor da Hz. Peygamber’in bu sözlerinin benim halifeliğimde gerçekleşeceğini zannedebiliyorsun ” dedi. Ben de
‘Vallahi ey Mü’minlerin Emîri! Bunun senin zamanında gerçekleşeceğini zannetmiyorum!” dedim.[2]
——————————————————————————–
[1] Kenz VII/135 (İbn Adiyy, Beyhaki ve İbn Asakir, Enes’ten); Hakim IV/79 (Hakim ‘Senedi sahih olmasına rağmen bu hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmemiştir’ der).
[2] Heysemi X/33 (İmam Ahmed’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/391-392.
Muhammed b. Mesleme ile Hz. Ömer Arasında Geçen Bir Hadise
– Muhammed b. Mesleme şöyle anlatıyor: Mescide giderken Kureyş’ten birinin üzerinde yeni bir elbise gördüm ve ona
“Bu elbiseyi sana kim verdi ” dedim. O
“Mü’minlerin emîri verdi” dedi. Biraz sonra yine Kureyş’ten bir başkasının sırtında da aynı elbiseden gördüm. Ona da nereden aldığını sordum. O da birincisi gibi
“Mü’minlerin Emîri verdi” dedi. Bunun üzerine mescide girerek
“Allâhu Ekber! Allah ve Rasûlü doğru söylemişlerdir! Allahu ekber! Allah ve Rasûlu doğru söylemişlerdir!” diye bağırdım. Sesimi işiten Hz. Ömer birisini yollayarak beni huzuruna çağırttı.
“İki rekat namazı kılmadıkça gelmem” dedim. Hz. Ömer’in gönderdiği kişi
“Muhakkak gelmelisiniz; artık namazı da sonra kılarsın” diye zorladıysa da ben
“Kendime söz veriyorum ki iki rekat namaz kılmadan gelmeyeceğim” dedim ve namaza durdum. Bunun üzerine Hz. Ömer, bizzat gelerek yanıma oturdu. Namazımı bitirdikten sonra bana
“Söyle bakalım niçin Hz. Peygamber’in mescidinde yüksek sesle tekbir getirerek “Allah ve Rasûlü doğru söylemişlerdir!” dedin ” diye sordu. Ben de
“Ey Mü’minlerin Emîri! Mescide doğru geliyordum. Kureyş’ten falan kişiyi gördüm; sırtında yeni bir elbise vardı. Onu kendisine kimin verdiğini sorduğumda Mü’minlerin Emîri’nin verdiğini söyledi. Daha sonra yine Kureyş’ten falan oğlu falanla karşılaştım. Onun da sırtında aynı elbiseden vardı. “Bunu sana kim verdi ” diye sordum. O da “Mü’minlerin Emîri” dedi. Biraz daha ilerleyince bu kez de Ensar’dan biriyle karşılaştım. Onun da sırtında yeni bir elbise vardı fakat bu diğer ikisine benzemiyordu. Elbiseyi nereden aldığını sorduğumda o da Mü’minlerin Emîri’nin verdiğini söyledi. Hz. Peygamber bizlere “Benden sonra bir kısım insanların size tercih edildiğini göreceksiniz” buyurmuştu. Ama ben bunun, senin devrinde olmasını istemiyorum” dedim. Bunun üzerine Hz. Ömer ağladı ve “Allah’tan bağışlanma diliyorum. Bir daha böyle bir şey olmayacaktır!” dedi. Gerçekten de o günden sonra Hz. Ömer’in Kureyş’ten birilerini Ensar’dan birilerine tercih ettiği görülmemiştir.[1]
——————————————————————————–
[1] Kenz II/329 (İbn Asakir’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/392-393.
Hz. Peygamber’in Sa’d b. Übâde’ye İkramda Bulunması
– Sa’d Übâde yanında oğlu olduğu halde Hz. Peygamber’in yanına girdi. Selam verip bir tarafa oturmak istediyse de Hz. Peygamber “Şuraya! Şuraya!” diye işaret ederek onu sağ tarafına oturttu. Sonra Hz. Peygamber iki kere “Ensar’a merhaba!” buyurdular. Sa’d oğlunu oturtmamıştı. Hz. Peygamber ayakta durmakta olan çocuğa “Yaklaş!” dediler. Çocuk yaklaştı ve Hz. Peygamber’in ellerini ve ayaklarını öptü. Hz. Peygamber “Ben de Ensar’danım! Onların yavrularındanım!” buyurdular. Bunun üzerine Sa’d “Bize şeref verdiğin gibi Allah da seni şereflendirsin!” deyince Hz. Peygamber “Ben size şeref vermezden önce sizi Allah Teâlâ şereflendirmiştir. Benden sonra birtakım hoşa gitmeyen kayırmalarla karşı karşıya geleceksiniz. Havuzumun yanında bana kavuşuncaya dek sabrediniz” buyurdular.[1]
——————————————————————————–
[1] Kenz VII/134 (İbn Asakir, Zeyd b. Sabit’ten); el-Mizan II/3 (Nesai ve Darekutni’nin de rivayet ettiği kaydedilir). Bu olaydan da anlaşılıyor ki ilk zamanlarda sahabiler Hz. Peygamber’in ayaklarını da öperlerdi. Sonradan kaldırılmış olmalıdır.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/393.
Cerir’in Ensar’dan Olduğu için Enes’e Hizmet Etmesi
– Enes şöyle anlatıyor: Cerir’le birlikte yolculuk yapıyorduk. Kendisi bana hizmet ediyor ve şöyle diyordu:
“Ben Ensar’ın Hz. Peygamber’e hizmet edişine şahit oldum. Bunu bildiğim için de Ensar’dan kimi görsem ona hizmette bulunurum.”[1]
——————————————————————————–
[1] Kenz VII/136 (Begavi, Beyhaki ve İbn Asakir’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/393.
Abdullah İbn Abbas’ın, Kendisine Misafir Olan Ebû Eyyüb el-Ensârî’ye Hizmet Etmesi
– Hz. Ebu Eyyüb el-Ensârî, Muaviye’ye giderek borçlu olduğunu söyleyip ondan bu konuda kendisine yardımcı olmasını istedi. Fakat Muaviye’den, gereken ilgiyi göremedi. Bunun üzerine
“Hz. Peygamber’in “Benden sonra sizden başkalarının tercih edildiğini göreceksiniz” dediğini bizzat işitmiştim” dedi. Muaviye
“Peki o size daha başka neler söyledi ” diye sorunca da Ebu Eyyüb
“Sabretmemizi tavsiye etti” dedi. Muaviye de
“O halde sabrediniz!” dedi. Bu sözler üzerine Ebu Eyyüb, Muaviye’ye hitâben
“Allah’a yemin ederim ki bundan böyle senden hiç bir şey istemeyeceğim” dedi. Sonra da Şam’dan Basra’ya geçerek İbn Abbas’a misafir oldu. İbn Abbas onun için evini boşalttı ve
“Senin Hz. Peygamber’e hizmet ettiğin gibi bugün de ben sana hizmet edeceğim” dedi. Aile efrâdını evden çıkardıktan sonra Ebu Eyyüb’e
“Evde ne var ne yoksa hepsi senindir” deyip ayrıca da kırkbin dirhemle yirmi köle vererek onu en güzel bir şekilde ağırladı.[1]
– Ebu Eyyüb el-Ensârî, Hz. Ali’nin Basra’ya vali tayin ettiği İbn Abbas’ın yanına vardı. İbn Abbas onu çok güzel karşıladı ve
“Ey Ebâ Eyyüb! Sen evini Hz. Peygamber’e terketmiştin. Aynı şekilde ben de evimi sana vermek istiyorum” dedi. Sonra ailesini evden çıkararak orasını tamamen Ebu Eyyüb el-Ensârî’ye bıraktı. İbn Abbas daha sonra da Medine’ye gitmek üzere ayrılacağı sırada ona ihtiyacının ne olduğunu sordu. Ebu Eyyüb de
“Dört bin dirhem borcum ve işlerimde çalıştırmak üzere sekiz köleye ihtiyacım vardır” dedi. İbn Abbas ise onun bu isteklerini beşe katlayarak kendisine yirmibin dirhem ve kırk tane de köle verdi.[2]
——————————————————————————–
[1] Kenz VII/95 (Ruyani ve İbn Asakir, Habib b. Ebi Sabit’ten. Ayrıca Hakim’in de Mukassım tarikiyle rivayet ettiği ve ‘İsnadı sahihtir; fakat Müslim ve Buhari tarafından rivayet edilmemiştir’ dediği zikredlir).
[2] Mecma IX/323 (Taberani’den. Heysemi şöyle der: ‘Taberani hadisi iki sentle rivayet etmiştir. Birisinin ravileri sahihin ravileridir. Ancak Habib b. Ebi Sabit şahsen Ebu Eyyüb’den hadis dinlememiştir); Hakim III/461 (Yine Habib b. Ebi Sabit tarikiyle).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/394.
İbn Abbas’ın Ensar’ın İhtiyaçları İçin Halife Katında Çaba Sarfetmesi
– Hassân b. Sâbit şöyle anlatıyor: Ensar olarak bizlerin Hz. Ömer’den veya Osman’dan (Buradaki tereddüt ravilerden Abdurrahman b. Ebî Zinad’dan kaynaklanmaktadır) bir isteğimiz vardı. Yanımıza Abdullah b. Abbas ile birkaç sahabi alarak valinin yanına gittik. İbn Abbas ile götürdüğümüz sahabiler sözü Ensar’a getirerek onların faziletlerinden ve üstünlüklerinden bahsettiler. Vali ise çeşitli bahaneler uydurarak birşey vermek istemedi. Durum çok kritikti. Biz validen ihtiyaçlarımızı istiyor, bizimle gelen sahabiler ricada bulunuyorlar; fakat vali birşey vermemekte diretiyordu. Sonunda ümitleri kesilen sahabiler özür beyan ederek ayrıldılar. İbn Abbas ise orada kaldı ve
“Allah’a yemin ederim ki ben bir yere ayrılmayacağım. Çünkü Ensar’a ait hiç bir ev yoktur ki İslâm’a ve müslümanlara yardım edip Hz. Peygamber’i bağrına basmış olmasın!” dedi. Sonra da Ensar’ın faziletlerini teker teker saydı ve beni göstererek şöyle devam etti: “Bu, Allah Rasûlünün şâiri ve onu müdâfaa eden kişidir”. Böylece İbn Abbas güzel ve derin manalar içeren bir konuşma yaptı. Valinin kaçabileceği bütün kapıları kapattı. Sonunda vali isteğimizi yerine getirmekten başka çare bulamadı. Bu şekilde Allah Teâlâ’nın izniyle İbn Abbas’ın sözleri sayesinde ihtiyaçlarımızı gidermiş olarak onun huzurundan çıktık. Ben İbn Abbas’ın elinden tutarak onu övdüm ve kendisine dua ettim. Yolda, bizimle beraber gelip de onun gibi direnmeyen diğer sahabilerle karşılaştık. Ben onların duyabileceği şekilde şunları söyledim:
“Bize göre İbn Abbas sizin en üstününüzdür. Allah’a yemin ederim ki O Hz. Peygamber’in verâsetine sahiptir ve buna hepinizden daha layıktır!”. Onlar da
“Evet, haklısın!” diyerek beni tasdik ettiler. Sonra Abdullah b. Abbas’ı işaret ederek şu şiiri okudum!
“Aralarını ayırmaksızın konuşmaya başladığında karşısındaki için kaçacak yer bırakmıyor. İhtiyaçları giderme hususunda onun bu sözleri yetiyor; hiç kimseye söyleyecek birşey bırakmıyor. O, bu ikna kabiliyetinin zirvesine hiç zahmet çekmeksizin çıkmıştır.”[1]
– Hassân b. Sâbit, İbn Abbas hakkında şunları söylemiştir: “Yemin ederim ki Hz. Peygamber’in verâsetine hepinizden çok o layıktır. Onu valinin karşısında direnmeye zorlayan da sahip olduğu bu damardır”. Bunun üzerine kavmi Hassan b. Sâbit’e
“Ey Hassân! Daha güzel konuş!” dediler. İbn Abbas da
“Evet, kavmin doğru söylüyor” dedi. Hassân ise Abdullah b. Abbas’ı methetmeye başladı ve şunları söyledi:
“İbn Abbas’ı gördüğünüzde onun diğer insanlara olan üstünlüğü hemen anlaşılıyor. Ey İbn Abbas! Sen vefa ve cömertlik timsâli ve beliğ olarak yaratıldın. Yine sen gevşek ve tembel değil kuvvetli olarak yaratıldın!”. Hassân’ın bu şiiri valinin kulağına gittiğinde
“Allah’a yemin ederim ki o, tembel kelimesiyle benden başkasını kastetmemektedir. Artık aramızda Allah hükmedecektir” dedi.[2]
——————————————————————————–
[1] Hakim III/544 (Abdurrahman b. Ebi Zinad. Onun babası ve Abdullah b. Fadl b. Abbas tarikiyle)
[2] Mecma IX/284 (Tabarani, Hassan b. Sabit’ten).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/394-395.
Hz. Peygamber’in Ensar’a Dua Etmesi ve Ebubekir’in de Hutbelerinde Onlardan Bahsetmesi
– Tarlalarını, bahçelerini sulamak için develerle su çekmek Ensar’a çok ağır geliyordu. Nihayet Hz. Peygamber’e başvurarak kendilerine bir ark kazılmasını istediler. Hz. Peygamber onlara
“Ensar’a merhaba! Ensar’a merhaba! Ensar’a merhaba! Sizin bugün benden istediklerinizi mutlaka size vereceğim. Bugün Allah’tan sizin için ne istersem o bana verilecektir” buyurdular. Ensar da birbirlerine
“O halde bu fırsatı değerlendirmeliyiz” diyerek Hz. Peygamber’den bağışlanma istemeye karar verdiler ve sonra da
“Ey Allah’ın Rasûlü! Allah’a bizi bağışlaması için yalvar!” dediler. Hz. Peygamber de
“Ey Allah’ım! Ensar’ı bağışla! Hanımlarını, oğullarını ve torunlarını da bağışla!” diye dua etti.[1]
– Hz. Peygamber Ensar için şu şekilde dua etti:
“Yâ Rabb! Ensar’ı affeyle! Onların zürriyetini; zürriyetlerinin zürriyetini ve komşularını da affeyle!”[2]
– Hz. Peygamber Ensar hakkında şöyle dua etmiştir:
“Ey Rabbim! Sen Ensar’ı bağışla! Onların çocuklarını, çocuklarının çocuklarını ve azatlılarını da bağışla!”[3]
– Hz. Osman şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu duydum:
“İman Yemen’dedir; iman Kahtan’dadır. Katılıksa Adnan oğullarındadır. Himyerliler Arapların başı ve dişleri, Mezhic kabilesi de kellesi ve ismetidir. Ezdliler ise Arapların sırtıdır. Hemdan kabilesine gelince onlar da Arapların belkemiği ve zirvesidir. Ey Rabb’im! Kendileriyle dinini yerleştirip tahkim ettiğin Ensar’ı bağışla! Onlar beni bağırlarına bastılar, koruyup yardım ettiler. Onlar bu dünyada arkadaşlarım, âhirette ise etbaımdırlar. Ensar, ümmetim içerisinde cennete ilk girecek olanlardır.”[4]
– Hz. Ebubekir Sıddîk bir hutbesinde şunları söylemiştir: Biz ve Ensar birbirimize karşı tıpkı şairin şu sözlerindeki gibiyiz!
“Allah Teâlâ düşkün zamanlarımızda bize yapmış oldukları yardımlardan dolayı Ca’fer kabilesine mükâfaatlarını versin. Onlar bizden asla bıkmadılar. Eğer onlara vermiş olduğumuz zahmeti çekmiş olsaydı annemiz bile bizden bıkardı; fakat onlar bıkmadılar.”[5]
——————————————————————————–
[1] Heysemi X/40 (İmam Ahmed’den, o da Enes b. Malik’ten).
[2] Heysemi X/40 (Bezzar ve Taberani, Riffa b. Rafi’den).
[3] Heysemi X/41 (Taberani, Avf el-Ensari b. Rafi’den).
[4] Heysemi X/41 (Bezzar’dan)
[5] Kenz VII/134 (İbn Ebi Dünya, el-Eşraf’ta, Osman b. Muhammed b. ez-Zübeyri’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/396-397.
HİLÂFET MESELESİNDE ENSAR’IN TERCİHİ
Hz. Ebubekir’in, Hz. Peygamber’in Kureyş Hakkındaki Sözlerini Aktarması
– Hz. Peygamber vefat ettiğinde Ebubekir Sıddîk Medine’nin kenar mahallelerinden birinde bulunuyordu. Haber alınca geldi, Hz. Peygamber’in yüzündeki örtüyü kaldırdı ve
“Anam babam sana fedâ olsun! Diriyken olduğun gibi ölümünde de ne güzelsin!” dedi. Sonra da şöyle devam etti: “Kâbe’nin Rabb’ine yemin ederim ki, Muhammed vefat etmiştir!”. Daha sonra Ömer’le birlikte Benî Saîde sakîfesinde toplanmış olan Ensar’ın yanına koştular. Hz. Ebubekir orada bir konuşma yaptı ve Ensar hakkında indirilenlerin ve Hz. Peygamber’in söylemiş oldukları şeylerin hepsini, hiç bir şey atlamaksızın söyledi. Sonra Sa’d b. Übâde’ye dönerek
“Ey Sa’d! Sen de bilirsin ki Hz. Peygamber “Halk bir vadiye, Ensar da başka bir vadiye gitse ben Ensar’ınkini tercih ederim” buyurmuştur. Ey Sa’d! Yine biliyorsun ki Allah’ın Rasûlü senin de bulunduğun bir meclisde “Bu işin sahipleri Kureyşlilerdir. Halkın iyileri onların iyilerine, kötüleri ve yoldan çıkmışları da onların kötülerine ve yoldan çıkmışlarına tâbîdirler” buyurmuştur” dedi. Sa’d da ona “Evet, doğru söyledin! Sizler emir, bizlerse vezirleriz” diye cevap verdi.[1]
——————————————————————————–
[1] Kenz III/137 (İmam Ahmed ve İbn Cerir, güzel bir senetle Humeyd b. Abdirrahman el-Hımyeri’den); Heysemi V/191 (Hadisi İmam Ahmed rivayet etmiştir; Buhari’nin Sahih’inde başında bir bölümü vardır. Raviler sikadır, ancak Humeyd b. Abdirrahman Hz. Ebubekir’e yetişmemiştir’ deniliyor).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/398.
Ensar ve Muhacirlerin Benî Saîde Sakîfesinde Toplanması
– Hz. Peygamber vefat ettiklerinde Ensar ile Muhacirler Benî Saîde sakîfesinde biraraya geldiler. Ensar’ın sözcüsü kalkarak şunları söyledi:
“Ey Muhacirler topluluğu! Hz. Peygamber sizden birini idareci olarak bir yere gönderdiğinde yanınıza bizden birini de katıyordu. Bu durumda bu iş için biri sizden diğeri de bizden olmak üzere iki kişi seçilsin”. Ensar adına konuşan diğer konuşmacılar da hep bunu savundular. Bunun üzerine yine Ensar’dan Zeyd b. Sâbit kalkarak
“Allah’ın Rasûlü muhacirlerden idi. Öyleyse imam da muhacirlerden olmalıdır. Bizler Hz. Peygamber’in yardımcıları olduğumuz gibi onun yerine geçecek olanların da yardımcıları olmalıyız!” dedi. Ondan sonra da Hz. Ebubekir Sıddîk ayağa kalkarak
“Ey Ensar topluluğu! Allah size hayırlı mükâfaatlar versin ve sözcünüzü de hak üzerinde sâbit kılsın!” dedi ve sözlerine şöyle devam etti: “Allah’a yemin ederim ki eğer siz daha başka şeyler istemiş olsaydınız sizinle asla anlaşamazdık”. Bunun üzerine Zeyd b. Sâbit kalkarak Hz. Ebubekir’in elinden tuttu ve “İşte sizin sâhibiniz (emîriniz) budur, kalkınız ona biat ediniz!” dedi.[1]
– Hz. Peygamber vefat ettiklerinde Ensar, Sa’d b. Ubâde’nin yanında toplandılar. Bunu haber alan Hz. Ebubekir, Ömer ve Ebu Ubeyde b. Cerrah da oraya gittiler. Ensar’dan, Bedir’de de bulunmuş olan Hubab b. Münzir ayağa kalkarak şöyle konuştu:
“Bizden bir emir, sizden de bir emir olsun. Ey Muhacirler! Allah’a yemin ederim ki bu konuda size cimrilik gösterecek değiliz. Fakat biz, ataları ve kardeşleriyle savaşıp onları öldürdüğümüz bazı kişilerin başımıza geçerek bizden intikam almalarından korkuyoruz”. Bunun üzerine Hz. Ömer de kalkarak
“Böyle bir şey olduğu zaman, eğer gücün yetiyorsa öl!” (Çünkü bu durumda yaşamakta hayır yoktur) dedi. Ondan sonra da Hz. Ebubekir ayağa kalkarak şunları söyledi:
“Biz Kureyşliler emir, siz Ensarlar da vezirsiniz. Bu iş sizinle bizim aramızda tıpkı ikiye bölünen hurma yaprağı gibi paylaşılacaktır”. Hz. Ebubekir’in bu sözlerinden sonra ilk olarak biat eden Beşir b. Sa’d b. Numan olmuştur.[2]
Halkın kendisini halife seçmesinden sonra Hz. Ebubekir ganimetleri onlara dağıttı. Bu arada Benî Adiyy b. Neccar’dan bir kadının hissesini de Zeyd b. Sâbit’le gönderdi. Kadın
“Bu nedir ” diye sordu. Zeyd de
“Ebubekir’in paylaştırdığı gânimetten hissenize düşendir” dedi. Bunun üzerine kadın
“Dinim hususunda bana rüşvet mi veriyorsunuz ” dedi. Oradakiler
“Hayır!” deyince kadın bu sefer
“Yoksa dinimi terketmemden korktuğunuz için mi bunu bana veriyorsunuz dedi. Onlar yine
“Hayır!” dediler. Kadın da
“O halde yemin ederim ki ben bunu asla kabul etmem” dedi. Zeyd b. Sâbit Hz. Ebubekir’e dönerek bunu haber verdi. Hz. Ebubekir de
“Biz de ona verdiklerimizi asla geri almayacağız” dedi ve bunda da ısrar etti.[3]
——————————————————————————–
[1] Kenz III/131 (Tayalisi, İbn Sa’d III/151, İbn Ebi Şeybe, Beyhaki VIII/143 ve başkaları Ebu Said el-Hudri’den); Heysemi V/183 (Taberani ve Ahmed’den); Kenz III/140 (Tabarani, Ebu Talha’dan bir benzerini).
[2] Aslında Beşir b. Üseyd b. Numan şaklindedir. Ancak doğrusu bizim yazdığımız gibidir).
[3] Kenz III/130 (İbn Sa’d ve İbn Cerir, Kasım b. Muhammed’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/398-399.