Hz. Ebubekir’in Kahramanlığı
– Bir gün Hz. Ali,
“Ey insanlar! İnsanların en kahramanı kimdir, biliyor musunuz ” dedi. Arkadaşları,
“Ey Müminlerin Emiri! Sensin” diye cevap verince Hz. Ali,
“Ben kiminle savaş meydanlarında karşı karşıya gelmişsem, tam bir şekilde hakkımı ondan almışımdır. Fakat siz bana insanların en kahramanını haber veriniz ” dedi. Onlar,
“O halde insanların en kahramanı kimdir ? Biz bilmiyoruz, sen bize haber ver!” dediler. Hz. Ali,
“Ebubekir’dir. Çünkü Bedir gününde, biz peygambere bir gölgelik inşa ettik. Peygamberle beraber kim kalacak ki, peygambere müşriklerden birisi hücum etmesin ” dedik. Andolsun, Ebubekir müstesna, bizden hiç bir kimse bu ağır göreve, cesaret edip, yanaşmadı. O, kılıcını kınından çekerek peygamberin yanıbaşında durdu. Peygambere gelen birisi olursa mutlaka onu karşılar ve defederdi. İşte bu, insanların en korkusuzu, en kahramanıdır” dedi.[1]
[1] Mecma,’ IX/46
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/5
Hz. Ömer’in Kahramanlığı
– Hicret eden hiç kimseyi bilmiyorum ki, gizlice hicret etmesin. Ancak Ömer müstesnadır. O hicret etmek istediği zaman kılıcını boynuna astı, yayını da omuzuna, elinde bir çok ok bulunduğu halde Kâbe’ye vardı. Kureyş’in ileri gelenleri de Kâbe’nin önünde oturuyorlardı. Yedi defa tavaf ettikten sonra makamın yanında iki rekât namaz kıldı. Sonra Kureyş’in halkalarına teker teker vararak, “Burunları kırılasıcalar! Kim ki, annesi matemini tutsun, çocuğu yetim kalsın, hanımı dul kalsın istiyorsa, şu vadinin ötesinde benim karşıma çıksın!” dedi. Onun bu meydan okuyuşuna rağmen hiç kimse onun yoluna çıkmadı.[1]
[1] Kenzü’l-Ummal, IV/387 (İbn Asakir, Hz. Ali’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/5
Hz. Ali’nin Kahramanlığı: Uhud Savaşından Sonraki Şiiri
– Uhud günü, Hz. Ali, Hz. Fatıma’nın yanına giderek:
“Ey Fatıma! Al kılıcı, fakat kınanmamış olarak. Ben korkak değilim ve şerefsiz bir kimse de değilim. Hayatımla yemin ederim. Ahmed’in yardımında çeşitli musibetlere düçar oldum. Kullarını bilen rabbim rızasını kazanmak için” anlamında bir şiir okudu. Hz. Peygamber,
“Eğer sen güzel savaşmış isen, Sehl b. Huneyf ve İbnü’s-Simme de güzel savaştı” buyurdu. Cebrail,
“Ey Muhammed! Babanın hayatıyla yemin ederim bu, Ali’nin hakkını başkalarıyla paylaştırmaktan başka bir şey değildir” dedi. Hz. Peygamber,
“Ey Cebrail! O bendendir” deyince Cebrail,
“Ben de ikinizdenim” dedi.[1]
– Ali b. Ebî Talib, Fatıma’nın yanına varıp,
“Şu kılıcı yerilmeksizin al! Çünkü bu kılıç sahibini utandırmaz” dedi. Hz. Peygamber,
“Ey Ali! Savaşta hüner gösteren yalnız sen değilsin. Sehl b. Huneyf ile Ebu Dücâne Simak b. Harere de senin kadar hüner gösterdiler” dedi.[2]
[1] Heysemi, IV/122 (Bezzar’dan), Mualla b. Abdurrahman el-Vasıti bu hadisin ravilerindendir. Bu zat gerçekten zayıftır.
[2] Heysemi, IV/123 (Tabarani’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/5-6
Hz. Ali’nin Amr b. Abdîvedd’i Öldürmesi
– Hendek günü Amr b. Abdivedd tanınması için bir nişan takarak süvarileriyle savaşa geldi. Hz. Ali ona,
“Ey Amr! Sen daha önce Kureyş’e şöyle ahid veriyordun: Seni iki haslete davet eden bir kişinin mutlaka bir teklifini kabul edeceksin”. Amr,
“Evet, ben böyle söyledim” dedi. Hz. Ali,
“Seni evvela Allah’a, Allah’ın Resûlü’ne ve İslâm’a davet ediyorum” dedi. Amr,
“Benim buna ihtiyacım yoktur” deyince Hz. Ali,
“O halde seni savaşa davet ediyorum” dedi. Amr,
“Ey kardeşimin oğlu, yemin ederim ki, ben seni öldürmeyi istemiyorum” dedi. Bunun üzerine Hz. Ali,
“Fakat yemin ederim ki ben, seni öldürmek istiyorum” deyince Amr öfkelendi. Hz. Ali’ye doğru yöneldi. İkisi birbirlerine saldırdılar ve Hz. Ali onu öldürdü.[1]
[1] Kenzü’l-Ummal, V/281
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/6
Hz. Ali’nin Amr b. Abdivedd’i Öldürdüğü Zaman Şiirler Söylemesi
– Amr b. Abdivedd zırhlara bürünmüş bir şekilde meydana çıktı.
“Kim benimle savaşacak ” diye meydan okudu. Hz. Ali kalktı ve Hz. Peygamber’e,
“Ey Allah’ın peygamberi! Ben onun karşısına çıkacağım” dedi. Hz. Peygamber,
“Bu Amr’dır, otur” dedi. Sonra Amr,
“Karşıma çıkacak bir erkek yok mudur ” diye bağırdı. Durmadan Amr, Müslümanlar’ı yeriyordu ve “İddianıza göre sizden birisi öldürüldüğü zaman gideceği cennetiniz nerede Niçin karşıma biriniz çıkmıyor ” dedi. Yine Hz. Ali ayağa kalkarak,
“Ey Allah’ın Resûlü! Ben çıkayım” dedi. Hz. Peygamber yine
“Otur” dedi. Üçüncü kez, Amr bağırdı ve bir takım şiirler okudu. Yine Hz. Ali kalkarak,
“Ey Allah’ın Resûlü! Ona ben karşı çıkacağım” dedi. Hz. Peygamber yine,
“O Amr’dır!” deyince, Hz. Ali,
“Amr dahi olsa!” diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Hz. Ali’ye izin verdi. Hz. Ali, Amr’a doğru gitti. Ona varırken şu şiirleri okuyordu:
“Sakın acele etme! Aciz olmadığı halde senin sesini duyan ve icabet eden birisi geldi. Niyet ve basiret içerisinde! Doğruluk her kurtulmuşun kurtuluş vesilesidir. Ben umarım ki, senin üzerinde cenazelerin matemini yapan bir durum meydana getiririm. Geniş bir darbe ki, o darbenin anılması her savaşta olacaktır”. Amr, Hz. Ali’ye,
“Sen kimsin ” diye sordu. Hz. Ali,
“Ben Ali’yim” dedi. Amr,
“Abdi Menâf’ın oğlu Ali mi ” dedi. Hz. Ali,
“Ben Ebu Talib’in oğlu Ali’yim” dedi. Amr,
“Ey kardeşimin oğlu! Amcaların arasında senden daha yaşlıları vardır. Senin kanının akmasını istemiyorum” deyince, Hz. Ali,
“Lâkin ben, Allah’a yemin ederim ki, senin kanını akıtmaktan zerre kadar çekinmem!” dedi. Bunun üzerine Amr öfkelendi ve indi. Kılıcını çekti. Sanki kılıcı bir ateş parçasıydı. Sonra Hz. Ali’ye doğru yürüdü. Amr, Hz. Ali’nin miğferine vurdu. Onu parçaladı. Kılıç migferin içinde kaldı. Ve Hz. Ali’nin başına değecek şekilde onu yardı. Hz. Ali, Amr’ın tam omuz damarına vurdu ve onu düşürdü. Ve toz dumana karıştı. Hz. Peygamber tekbir sesi işitti ve bildi ki Ali, Amr b. Abdivedd’i öldürdü. İşte orada Hz. Ali şu şiiri okudu:
“Acaba yiğitlik iddiasında bulunanlar benim karşıma mı çıkıyor Arkadaşlar, siz beni ve onları başbaşa bırakın. Bugün beni kaçmaktan alıkoyan katlanmak bilmeyen bir kılıcın başıma indirilip de değmeyişi ve savaş anında sinirlenmemdir.”
Hz. Ali sonunda şunları söyledi:
“O, hamakatından taşa taptı. Ben de doğruluğumdan Muhammed’in rabbine! Onu kum dağları arasında yatan bir hurma ağacı gibi toprak içerisinde düşmüş olarak bıraktığım zaman döndüm. Onun elbiselerini almaktan iffet ettim, namusuma yedirmedim. Eğer ben düşmüş olsaydım mutlaka o benim elbisemi soyup götürürdü. Ey hizibler cemaati! Sakın Allah’ın dinini ve peygamberini mahrum edeceğini sanmayın”.
Sonra Hz. Ali, Hz. Peygamber’e yöneldi. Mübarek yüzü pırıl pırıl parlıyordu. Hz. Ömer,
“Niçin onun zırhını sırtından çıkarmadın O zırhtan daha kuvvetlisi Araplarda yoktu!” deyince, Hz. Ali,
“Ona vurdum. O, avret mahallerini bana gösterdi. Ey amcamın oğlu! Onun elbisesini soymaktan artık haya ettim” dedi.[1]
[1] Bidaye, IV/106 (Beyhaki yoluyla İbn İshak’dan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/6-8
Hz. Ali’nin Hayber Günündeki Kahramanlıkları ve Yahudi Mirhab’ı Öldürmesi
– Seleme b. Ekva şöyle anlatıyor: Benî Fezâre gazvesinden döndüğümüzde Medine’de ancak üç gün kaldık ve sonra da Hayber’e çıktık. Amcam Âmir de bizimle birlikte olup şu şiiri okuyordu:
“Allah’a yemin ederim ki, eğer sen olmasaydın biz hidâyete eremediğimiz gibi, ne namaz kılardık ve ne de zekat verirdik. Biz senin fazl ve kereminle zengin olduk. Rabb’imiz! Üzerimize bir sekînet indir; düşmanla karşılaştığımızda, ayaklarımızı kaydırma ve bize sebat ihsan eyle!..” Bunları işiten Hz. Peygamber,
“Bu şiirleri okuyan kimdir ” diye sordular.
“Âmir’dir ey Allah’ın Rasûlü!” dediler. Hz. Peygamber de ona,
“Rabb’in seni bağışlasın!” diye dua etti. Hz. Peygamber bu duayı kimin için etmişse o kesinlikle şehid düşüyordu. Devesinin üstünde gitmekte olan Hz. Ömer,
“O bize lazımdı; ey Allah’ım! Keşke Âmir’i bize bağışlasaydın!” dedi.
Hayber’e vardığımızda onların kahramanı Mirhab bizi karşıladı. Kılıcını yerlerde sürüyerek şöyle diyordu:
“Ben bütün Hayber’in tanıdığı Mirhab’ım. Silahlarımı kuşanıp savaş alanına atıldığımda alevlenen bir kahramanım”. Bunun üzerine amcam Âmir onun karşısına çıkarak şöyle dedi:
“Bütün bir Hayber biliyor ki ben de Âmir’im. Silahlandığımda bütün tehlikelere ve hatta ölüme bile gözümü kırpmadan atılan bir kahramanım”. Sonra Mirhab’la amcam birbirlerine saldırdılar. Mirhab kılıcıyla vurduysa da miğferine değdiğinden amcama bir şey yapamadı. Amcam Âmir de ona vuruyordu. Sonunda Mirhab’a vurmak istediği bir sırada kendi kılıcı ters dönerek onun şah damarını kesti ve böylece amcamın kan kaybından ölümüne neden oldu.
Bu olaydan sonra bazı kimseler,
“Âmir’in yaptıkları boşa gitmiştir; çünkü o kendi kendisini öldürdü!” dediler. Onları duydum ve ağlayarak Hz. Peygamber’e geldim. Hz. Peygamberbana niçin ağladığımı sordu. Ben de,
“Amcam Âmir’in yaptıkları boşa gitmiştir” dedim. Hz. Peygamber,
“Bunu kim çıkarıyor ” dediler. Ben,
“Ashabından bazı kişiler böyle söylüyorlar” dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber,
“Onlar yalan söylüyorlar; bilakis Âmir için iki sevap vardır” buyurdular.
O gün Hz. Peygamber şöyle buyurdular:
“Bu savaşta sancağı öyle bir kişiye vereceğim ki o hem Allah’ı ve hem de peygamberini seviyor”. Sonra Hz. Peygamber gözlerinden rahatsız olan Hz. Ali’yi çağırmam için beni yolladı. Gittim, Hz. Ali’nin elinden tutarak onu Hz. Peygamber’in yanına getirdim. Hz. Peygamber mübarek tükrüklerini onun gözlerine sürdü ve onlar iyileşti. Hz. Peygamber sancağı ona verdiler.
Sonra Mirhab yeniden çıktı ve yine,
“Ben bütün bir Hayber’in tanıdığı Mirhab’ım. Silahlarımı kuşanıp savaş alanına atıldığımda alevlenen bir kahramanım” şiirini okudu. Bu kez onun karşısına Hz. Ali çıktı ve o da şu şiiri okudu: “Ben, annesinin kendisine Haydar (Arslan) ismini verdiği kişiyim. Ben düşmanlarını dehşet içerisinde bırakan ormanların arslanı gibiyim. Sizleri kılıcımla biçip geçeceğim” Bu şiirlerin okunduğundan sonra birbirlerine saldırdılar. Hz. Ali, Mirhab’ın kafasına bir kılıç indirdi ve onu ikiye biçti. Böylece Hayber’in fethi de gerçekleşmiş oldu.[1]
– Ebu Râfi şöyle anlatıyor: “Hz. Ali ile birlikte Hayber’e gittik. Hz. Peygamber sancağını ona vermişti. Kaleye yaklaştığımızda içerdekiler çıkarak bizimle savaşa tutuştular. Bu sırada yahudilerden biri Hz. Ali’ye vurarak onun kalkanını düşürdü. Bunun üzerine Hz. Ali kalenin kapısını yerinden söküp kendine kalkan yaptı ve kale fethedilinceye kadar da onu elinden bırakmadı. Daha sonra ben yedi kişiyle birlikte onu yerden kaldırmaya çalıştıysam da beceremedim.[2]
– Hayber’in fethi günü Hz. Ali kalenin kapısını havaya kaldırdı. Müslümanlar da onun üzerine çıkarak kaleyi fethettiler. Fetihten sonra kırk kişi onu kaldırmak istedilerse de güçleri yetmedi.[3]
– Hayber’in fethi sırasında Hz. Ali kalenin kapısını havaya kaldırdı. Fetih de onun üstüne çıkan Müslümanlar’la gerçekleşti. Olaydan sonra kaldırılmak istendiyse de ancak kırk kişi kaldırabildi.[4]
[1] Bidaye, IV/187 (Müslim ve Beyhaki’den. Bu metin Beyhaki’ye aittir; İmam Ahmed’in Hz. Ali’den rivayetine göre o “Mihrab’ı öldümdüğünde başını Hz. Peygamber’e getirdim” demektedir; Musa b. Ukbe’nin Zühri’den rivayet ettiğine göreyse Mihrab’ı öldüren Muhammed b. Mesleme’dir. Muhammed b. İshak ve Vakidi’nin Cabir’den ve başkalarından yaptıkları rivayet de Mihrab’ı Muhammed b. Mesleme’nin öldürdüğü şeklindedir).
[2] Bidaye, IV/189 (İbn İshak’dan, o da akrabaları aracılığıyla Hz. Peygamber’in azatlısı Ebu Rafi’den. Bu rivayette bilinmeyen bir ravi ve açık bir de ınkıta’ vardır).
[3] Bidaye, IV/189 (Beyhaki ve Hakim, Ebu Ca’fer el-Bakır tarikiyle Hz. Cabir’den. Bu hadiste zayıflık vardır. Bunun gibi yine Cabir’den gelen zayıf hadis de şöyledir: “Kapı yerine takılmak istendiğinde yerden kaldırılması için yetmiş kişi gerekti”).
[4] Kenz, V/44 (Hasendir denilerek İbn Ebi Şeybe’den, o da Cabir b. Semüre’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/8-10
Talhâ b. Ubeydullah’ın Kahramanlıkları
– Talhâ (r.a.) Uhud günü şu şiiri okumuştur: “Biz Gâlib ve Mâlik kabilelerinin koruyucuları ve Allah’ın mübarek Rasûlü’nün savunucularıyız. Bunun için de ağıllarda beslenen şişman develerin yere vuruşları gibi savaş meydanlarında biz de düşmanlara vuruyorduk”. O gün Uhud’dan ayrılınmazdan önce Hz. Peygamber Hassân b. Sâbit’ten, Talhâ’yı öven bir şiir söylemesini istedi. Bunun üzerine Hassân şu şiiri söyledi:
“Talhâ kendisine çok zor ve sıkıntılı gelen vâdi (Uhud) gününde Muhammed’e yardım edeceğine dair söz vermişti. İki elini mızrak ve kılıçlara karşı siper yaptı ve bütün parmakları kan içerisinde kaldı. O, Muhammed hâriç, diğerlerinin hepsinden daha ilerdeydi. İslâmiyet’in devam edebilmesi için var kuvvetiyle çalıştı. Nihayet İslâmiyet güçlenip yeryüzüne hâkim oldu.”
Onun hakkında Hz. Ebubekir de şunları söylemiştir:
“O, süvarilerin peşinde oldukları hidâyet peygamberini korumayı üstlendi. Düşmanlarla karşı karşıya geldiğinde İslâm’ı bütün kuvvetiyle müdâfaa etti. İnsanlardan bir çoğu fitneye düşerek onu bırakıp kaçarlarken, o mızrak ıe kılıç darbelerine karşı koydu ve direndi. Ey Ubeydullah’ın oğlu Talhâ! Cennet senin için vacip olmuştur ve sen oradaki elâ gözlü, geniş yüzlü hurileri hakettin!…”
Hz. Ömer’se şunları söylemiştir:
“Herkes kaçıp peygamberi savaş alanında yapayalnız bıraktıklarında o, orada kalıp hidâyet peygamberini yalın kılıcıyla korumuştur”. Bunun üzerine Hz. Peygamber,
“Ey Ömer! Çok doğru söyledin!” buyurdular.[1]
[1] Müntahabü’l-Kenz V/68 (İbn Asakir, Talha’dan); el-Lisan, III/77 (İbn Hibban’dan). Bu hadis daha önce de Talha’nın Uhud günündeki savaşlarının anlatıldığı kısımda da geçmişti.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/10
Zubeyr b. Avvam’ın Kahramanlıkları, Zübeyr’in Hicretten önce Hz. Peygamber’i Korumak İçin Kılıç Çekmesi
– Allah yolunda kılıcını ilk çeken zat Zübeyr b. Avvam’dır. O Mekke’de bir öğle vaktinde uyumakta iken, “Allah’ın Rasûlü öldürüldü!” diye bağıran birinin sesiyle uyandı. Fırladı, kılıcını çekip dışarıya çıktı! Sonra yolda Hz. Peygamber’le karşılaştı. O,
“Ey Zübeyr! Böyle yalın kılıç nereye gidiyorsun ” diye sordu. Zübeyr,
“Senin öldürüldüğünü işittim ey Allah’ın Rasûlü” dedi. Hz. Peygamber,
“Peki böyle bir durumda ne yapardın ” diye sordu. Zübeyr de,
“Yemin ederim ki çıkıp Mekkelilerden hangisini yakalarsam onu kılıcımla doğrardım” diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber Zübeyr b. Avvam’a dua etti. Esedî de onun hakkında şu şiiri söylemişti:
“Allah yolunda çekilen ilk kılıç yine Allah için öfkelenen alnı açık Zübeyr’in kılıcıdır. Bu onda görülen ilk gayrettir. Yeri ve zamanı geldiğinde ondan daha nice gayretler göreceğiz.”[1]
– Zübeyr b. Avvam Müslüman olmuştu ve o sıralarda on iki yaşlarındaydı. Bir gün şeytandan gelen bir ses ona,
“Muhammed yakalandı!” dedi. Bunun üzerine Zübeyr kılıcını çekerek sokağa fırladı. Mekke’nin yukarı mahallelerinde oturmakta olan Hz. Peygamber’in evine kadar koştu. Bu arada da kılıcı hep elindeydi. Onu gören Hz. Peygamber,
“Nedir bu halin Sana ne oldu ” diye sordu. O da,
“Seni yakaladıklarını duydum” dedi. Hz. Peygamber bu kez,
“Şayet öyle olmuş olsaydı ne yapacaktın ” diye sordu. Zübeyr,
“Seni yakalayan kimseyi bulup öldürecektim” cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber hem ona ve hem de kılıcına duada bulundu. Zübeyr’e de evine gitmesini emretti. İşte Allah yolunda çekilen ilk kılıç budur.[2]
[1] Kenz, V/69 (İbn Asakir, Said b. el-Müseyyeb’den)
[2] Müntahabü’l- Kenzü’l-Ummal, V/69 ve Hilye, I/89 (İbn Asakir, Urve’den); İsabe, I/545 (Zübeyr b. Bekkar’ın da rivayet ettiği zikredilir); Ebu Nuaym, Delail s. 226 (Said b. el-Müseyyeb’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/10-11
Hz. Zübeyr’in Uhud Günü Talhâ b. Talhâ el Abderî’yi Öldürmesi
– Uhud gününde Kureyş müşriklerinin sancağını Talhâ b. Talhâ el-Abderî diye birisi taşıyordu. Bu adam çıktı ve müslümanlara meydan okudu. Halk ondan çok korkardı, bu yüzden de karşısına hiç kimse çıkamadı. Sonunda Hz. Zübeyr meydana atıldı ve onu devesinden alaşağı ederek göğsüne oturup kılıcıyla kesti. Bunun üzerine Hz. Peygamber,
“Her peygamberin bir havarisi (yardımcısı) vardır; benim havarim ise Zübeyr’dir” buyurup sonra da şöyle eklediler:
“Eğer Zübeyr de çıkmamış olsaydı Talhâ b. Talhâ el Abderî’nin karşısına ben çıkacaktım. Çünkü hiç kimse ona karşı çıkmaya cesaret edemiyordu.”[1]
[1] Bidaye, IV/20 (Yunus, İbn İshak’tan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/11
Hz. Zübeyr’in Hendek Savaşında Nevfel b. Abdullah el-Mahzûmî’yi ve Bir Başka Kişiyi Öldürmesi
– Hendek gününde Nevfel b. Abdullah b. Mugîre el-Mahzûmî çıkıp Müslümanları mübârezeye davet etti. Onun karşısına Hz. Zübeyr çıktı ve bir vuruşta onu ikiye böldü. Bu darbe o kadar sert olmuştu ki, Zübeyr’in kılıcında çatlaklar ve kırıklar meydana geldi. Onu öldürüp dönerken, Hz. Zübeyr şu şiiri okuyordu: “Ben, kendini ümmî ve seçkin bir peygamberin korunmasına adamış bir kişiyim.”[1]
– Müşriklerden bir kişi silahlarını kuşanıp bir tepeye çıkarak,
“İçinizden benimle kim vuruşacak ” diye Müslümanlar’a meydan okudu. Hz. Peygamber müslümanlardan birine dönerek,
“Ona karşı çıkar mısın’ ” diye sordu. O kişi de.
“Ey Allah’ın Rasûlü! Eğer istersen çıkarım” dedi. Bu arada Zübeyr de gözlerini dikerek ısrarla Hz. Peygamber’e bakıyordu. Sonunda Hz. Peygamber ona dönüp,
“Ey Safiyye’nin oğlu! Kalk, git!” deyince Zübeyr yerinden fırladı. Silahlarını kuşanıp o adamın karşısına dikildi. Sonra ikisi birbirine sarılarak yerde yuvarlanmaya başladılar. Hz. Peygamber,
“Hendeğe ilk düşen öldürülecektir” buyurdu ve Zübeyr için dua etti; sahabiler de onunla birlikte dua ettiler. Nihayet hendeğe ilk düşen müşrik oldu. Hz. Zübeyr de üzerine atılarak onu öldürdü.[2]
[1] Bidaye, IV/107 (Yunus, İbn İshak’tan).
[2] Müntahabü’l-Kenz V/69 (İbn Cerir, Esma binti Ebibekir’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/12
Hz. Zübeyr’in Hendek ve Yermük Savaşlarındaki Kahramanlıkları
– Abdullah b. Zübeyr şöyle anlatıyor: Hendek günü kadınlar ve çocuklarla birlikte kaledeydim. Yanımda Ömer b. Ebî Seleme de vardı. Ben arasıra onun sırtına çıkarak devam etmekte olan savaşa bakıyordum. Bir ara babamı gördüm. Bir o tarafa, bir bu tarafa koşup duruyor; nerede bir kıpırdanma olsa orada bitiveriyordu. Akşam üzeri babam kaleye döndü. Koşup onu karşıladım ve
“Babacığım! Bugün seni ve yaptıklarını seyrettim” dedim. Bana,
“Demek beni seyrettin öyle mi oğlum ” diye sordu. Ben,
“Evet!” deyince de,
“Anam, babam sana feda olsun!” dedi.[1]
– Yermük gününde Hz. Peygamber’in sahabileri Zübeyr’e,
“Ey Zübeyr! Düşmana önce sen saldır; biz de arkandan, gelelim” dediler. Zübeyr de onlara,
“Eğer düşmana önden hücum edecek olursam beni takip etmeyip yalnız bırakırsınız” dedi. Onlarsa,
“Hayır, böyle bir şeyi asla yapmayız; biz daima seninle olacağız” dediler. Bunun üzerine Zübeyr düşmanın üzerine hücum etti. Düşman saflarını yararak onların arkalarına geçti; fakat Müslümanlar’dan hiç kimse kendisini takip etmedi. Bunun üzerine kendisi düşman saflarını ikinci kez yararak Müslümanların yanına döndü. İkinci saldırıda atının gemini tutup omuzlarına iki kılıç darbesi vurdular. Bu iki kılıç yarasının ortasında bir de Uhud gününde aldığı üçüncü bir yara vardı. Zübeyr’in oğlu Urve şöyle diyor:
“Küçüklüğümde babamın o kılıç yaralarıyla oynardım. Yermük günü o sırada on yaşlarında olan kardeşim Abdullah da babamın yanında bulunuyordu. Düşmana hücum etmeden önce onu bir ata bindirip arkadaşlarından birisine teslim etmişti.”[2]
[1] Bidaye, IV/107 (Beyhaki’den)
[2] Buhari, Urve’den (Bu hadis mana itibariyle Bidaye, VII/11’de de zikredilmektedir. Ayrıca burada şöyle bir de ek vardır: “Ashab bu teklifi bir kez daha yaptılar ve yine onu takip etmediler”).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/12-13
Sa’d b. Ebî Vakkas’ın Gösterdiği Kahramanlıklar Sa’d’ın Allah Yolunda Ok Atanların İlki Olması
– Hz. Peygamber içlerinde Sa’d b. Ebî Vakkas’ın da bulunduğu bir askerî birliği Hicaz’ın Râbığ denilen bölgesine gönderdi. Bu birlik müşriklerin saldırısına uğradı. O gün Sa’d b. Ebi Vakkas bütün oklarını onlara attı. Allah yolunda atılan ilk ok Sa’d’ın bu savaşta atmış olduğu oklardır. Bu savaş da Müslümanlar’ın yaptığı ilk savaştır. Sa’d ok atarken şu şiiri okuyordu: “Acaba Allah Rasûlü benim oklarımla arkadaşlarımı koruduğunuzu biliyor mu İster ovada, isterse de dağlık bölgelerde olsun, ön saflarda yer alan arkadaşlarımın karşılaştıkları tehlikeleri ve düşmanları oklarımla defediyorum. Ey Allah’ın Rasûlü! Müslümanlardan, Allah yolunda benden önce ok atan kimse olmadığını biliyorsun. Ben O’nun yolunda ok atanlara ilkiyim.”[1]
[1] Müntehab, V/72 (İbn Asakir, Zühri’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/13
Sa’d b. Ebi Vakkas’ın Uhud Gününde Bir Okla Üç Kişiyi Öldürmesi
– Sa’d b. Ebî Vakkas Uhud gününde bir okla üç düşman öldürdü. Bu şöyle oldu: Sa’d bir ok atarak müşriklerden birini öldürdü. Onlar da onu atarak Müslümanların bulunduğu tarafa attılar. Sa’d onu bulup, yine attı ve bu kez de onlardan birini öldürdü. Onlar da oku tekrar attılar. Aynı oku üçüncü kez eline geçiren Sa’d, onunla bir üçüncüsünü daha öldürdü. Halk Sa’d’ın bu yaptığına çok şaştılar. O da,
“Bu oku bana Hz. Peygamber vermişti” dedi. Gerçekten de bu oku ona Hz. Peygamber vermiş ve verirken de, “At ey Sa’d, Anam babam sana feda olsun!” buyurmuştu.[1]
– Sa’d, b. Ebî Vakkas, Bedir savaşında hem bir süvarî ve hem de bir piyade gibi savaştı.[2]
[1] Müntahabü’l-Kenz V/72 (İbn Asakir, İbn Şihap’tan)
[2] Heysemi, VI/82 (Bezzar, İbn Mes’ud’dan. Heysemi “Hadisi Bezzar iki senetle rivayet etmiştir; bunların birinin senedi muttasıl, diğerininki ise mürseldir. Her iki senedin ravileri sikadırlar” der).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/13-14
Hamza b. Abdulmuttalib’in Kahramanlıkları, Hz. Hamza’nın Bedir Gününde Yaptıkları ve Ümeyye b. Halef’in Onun Hakkında Söyledikleri
– Hamza b. Abdulmuttalib Bedir gününde başına bir devekuşu tüyü sokmuştu. Karşı tarafta bulunan müşriklerden biri,
“O başında devekuşu tüyü bulunan kişi kimdir ” diye sordu. Bunun üzerine,
“O kişi Hamza b. Abdulmuttalib’dir!” denildi. Müşriklerden önceki soruyu soran kişi,
“Bizim başımıza bu felaketleri getiren de hep odur” dedi.[1]
– Abdurrahman b. Avf şöyle anlatıyor: Bedir gününde Ümeyye b. Halef bana,
“Ey Abdu’l-İlah!.[2] O, içinizde göğsünü devekuşu tüyleriyle donatmış olan kimdir ” diye sordu. Ben de,
“O, Allah Rasûlü’nün amcası, Abdulmuttalib’in oğlu Hamza’dır” dedim. bunun üzerine Ümeyye,
“Başımıza bütün bu felaketleri getiren hep odur” dedi.[3]
[1] Heysemi, VI/81 (Tabarani, Haris et-Teymi’den. Heysemi bu hadisin senedinin münkatı’ olduğunu söylemektedir).
[2] Buradaki Abdu’l-İlah’tan kasıt Abdurrahman b. Avf’tır. Bu zat cahiliyedeki ismi Abd-u Amr idi; daha sonra Hz. Peygamber ona Abdurrahman ismini verdi. Ümeyye b. Halef ilk anda ona cahiliye ismi olan Abd-u Amr ile hitap etmişse de Abdurrahman ona karşılık vermemiştir; bunun üzerine Ümeyye Hz. Peygamber’in koyduğu isimle çağırmaktan kaçınarak bu kez de ona Abdu’l-İlah diye hitap etmiş, o da karşılık vermişti. Bu olay Ümeyye b. Halef’in Bedir’de Abdurrahman b. Avf’ tarafından esir edilip Bilal tarafından öldürülmesinden önce geçmektedir.
[3] Heysemi, VI/81 (Bezzar’dan. Heysemi “Bunu iki yoldan nakletmiştir. Birisinde onun şeyhi (hocası) Ali b. Fadl el-Kerabisi vardır ki ben bunu tanımıyorum, fakat diğerleri sahihin ravileridir. İkinci senetse zayıftır” der).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/14
Hz. Peygamber’in Şehit Düşen Amcası Hamza’yı Gördüğünde Ağlaması
– Hz. Peygamber Uhud günü amcası Hamza’yı bulamamış ve onu arıyordu. Çevresindekilere sordu; bunun üzerine onlardan biri, “Ben onu falan yerdeki ağacın altında görmüştüm. Şöyle diyordu: “Ben Allah’ın ve O’nun Rasûlü’nün arslanıyım. Ey Rabb’im! Ebu Süfyan ve arkadaşlarının yaptıklarını sana şikayet ediyor; sahabilerin davranışlarından dolayı da senden özür diliyorum”. Hz. Peygamber doğruca o kişinin söylediği yere gitti. Hz. Hamza’nın halini görünce ağladılar ve vücudunun kesilip biçilmesinden dolayı da sesli bir şekilde feryat ettiler. Sonra, “Bir kefen yok mudur ” buyurdular. Ensar’dan bir kişi üzerindeki elbisesini çıkararak, Hz. Hamza’nın cesedi üzerine örttü. Hz. Peygamber onun için şöyle buyurdular: “Kıyamet günü Allah indinde şehitlerin efendisi Hamza’dır.”[1]
[1] Hakim, III/199 (Hakim “Bu hadis, isnadı sahih olmasına rağmen Buhari ve Müslim tarafından rivayet edilmemiştir” demektedir).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/14-15
Hz. Hamza’nın Öldürülmesi ve Daha Sonra da Cesedinin Kesilip Biçilmesi
– Ca’fer b. Amr b. Ümeyye ed-Damrî şöyle anlatıyor: Muâviye devrinde Abdullah b. Adiyy b. el-Hıyâr ile birlikte Vahşî’nin yanına gitmek üzere Humus’a doğru yola çıktık. Oraya vardığımızda Vahşî’yi bularak ona,
“Biz uzak yerlerden Hz. Hamza’yı nasıl öldürdüğünü öğrenmek için geldik. Bize anlatır mısın ” dedik. O da,
“Hadiseyi benden soran Hz. Peygamber’e nasıl anlatmışsam size de aynen anlatacağım” dedi ve şunları söyledi:
“Ben o zamanlar Cübeyr b. Mut’ım’ın kölesiydim. Onun amcası Tuayme b. Adiyy, Bedir’de öldürülenler arasındaydı. Kureyşliler Uhud’a çıkarlarken efendim Cübeyr bana,
“Bu savaşta amcam Tuayme b. Adiyy’e karşılık olmak üzere Muhammed’in amcası Hamza’yı öldürecek olursan seni azat edeceğim” dedi. Bunun üzerine ben de orduyla birlikte yola çıktım. Habeşli olduğum için her Habeşli gibi çok iyi mızrak kullanırdım. Attığım mızrak hemen hemen hiç şaşmazdı. Kureyşlilerle Müslümanlar savaşa tutuştuklarında ben de Hamza’yı bulmak için dolaşmaya başladım. Nihayet onu savaşın tam orta yerinde buldum. Önünde hiç kimse duramıyordu. Sanki kükremiş bir deveydi. Kılıcıyla önüne geleni biçip geçiyordu. Allah’a yemin ederim ki, o sırada ben onu öldürmek için fırsat kolluyordum. Bir taşın arkasına gizlenmiş, gözlerimi ondan ayırmıyordum. Bu şekilde hem kendimi ondan korumuş oluyor ve hem de bana yaklaşmasını bekliyordum.
“Bu sırada onun karşısına ben davranmadan önce Siba b. Abdi’l-Uzzâ çıktı. Hz. Hamza onu gördüğünde,
“Ey kadın sünnetçisinin oğlu! Gel bakalım” dedi. Sonra ona öyle bir darbe indirdi ki onun başının gövdesinden ayrıldığını farkedemedim bile. Ben de daha fazla beklemeksizin elimdeki mızrağı fırlattım. Mızrak hedefini bulmuş, Hz. Hamza’nın göbek ile avret mahalli arasından girerek uylukları arasından çıkmıştı. Bu haliyle bile bana doğru atılmak istediyse de başaramadı, düştü. Ölünceye kadar da yanına varmaya cesaret edemedim. Sonra da vardım, mızrağımı saplandığı yerden çıkararak Kureyş’in ordugahına döndüm. Zaten benim Hamza’yı öldürmekten başka bir gayem de yoktu. Onu da azat edilebilmek için öldürmüştüm.
“Mekke’ye döndüğümde efendim beni serbest bıraktı. Hz. Peygamber’in Mekke’yi fethedişine kadar da orada oturdum. Mekke’nin fethi sırasında Taif’e kaçtım ve bir müddet de orada kaldım. Nihayet Taif heyeti Müslüman olmak üzere Hz. Peygamber’e gittiklerinde benim için her şeyin bitmiş olduğunu düşündüm. Yeryüzü bana dar gelmeye başlamıştı. Kendi kendime,
“Şam’a veya Yemen’e, ya da başka bir memlekete mi kaçsam Ne yapsam ” diye düşünüyordum. Benim bu üzüntülü halimi gören birisi,
“Azap olunasıca! Düşündüğün şeye bak! Nedir bu telaş! Allah’a yemin ederim ki Muhammed şehâdet getirip dinine giren hiç kimseyi öldürmez” dedi. Adamın bu sözlerini işittiğimde hemen yola çıkarak Medine’ye vardım ve Hz. Peygamber’in huzuruna çıktım. Onun tam karşısında ayakta durarak şehadet getirdim. Bunun üzerine bana,
“Sen Vahşî misin ” dediler. Ben de,
“Evet, ey Allah’ın Resûlü! Ben Vahşi’yim” dedim.
“Şöyle otur da Hamza’yı nasıl öldürdüğünü bana anlat bakalım” buyurdular.
“Oturup, şu size anlattıklarımı Hz. Peygamber’e de anlattım. Bunun üzerine,
“Azap olunasıca! Git, elinden geldiğince bana görünmemeye çalış! Seni görmek istemiyorum” buyurdular. Bundan sonra vefatına kadar nerede olursa olsun beni görmemesi için hep Hz. Peygamber’in arkasında dururdum. Hz. Peygamber’in vefatından sonra Müslümanlarla birlikte, Yemâme emiri olup da peygamberliğini ilan etmiş olan Müseylemetü’l-Kezzab’la yapılan savaşa katıldım. Çıkarken Hz. Hamza’yı öldürdüğüm mızrağı da beraberime aldım. Onlarla karşılaştığımızda Müseyleme’nin elinde kılıç ayakta durmakta olduğunu gördüm. Kendisini tanımıyordum. Mızrağımı ona fırlatmak için hazırlandım. Bu sırada Ensar’dan birisi de onu öldürmeye çalışıyordu. Ben bir fırsatını bulup mızrağımı ona doğru fırlattım. Mızrak hedefini bulmuş, onun vücuduna saplanmıştı. Bunun üzerine Ensar’dan olan o kişi de saldırarak kılıcıyla onun kafasına bir darbe indirdi. Onu hangimizin öldürdüğünü ancak Rabb’im bilir. Eğer onu ben öldürmüşsem Hz. Peygamber’den sonra insanların en hayırlısını öldürmüş olduğum gibi, onların en şerlisini de ben öldürmüş olurum.”[1]
– Uhud gününde Müslümanlarla Kureyşliler karşı karşıya geldiklerinde Siba’ b. Abdi’l-Uzzâ çıkarak,
“İçinizden kim benimle çarpışacak ” diye meydan okudu. Onun karşısına Hamza b. Abdulmuttalib dikilerek,
“Ey Siba! Ey kadın sünnetçisi Ümmü Enmâr’ın oğlu! Sen Allah ve Rasûlü’ne karşı mı geliyorsun ” dedi ve ona öyle bir hamle yaptı ki, Siba sanki dünyaya hiç gelmemiş gibi oldu.[2]
[1] Bidaye, IV/18 (İbn İshak’tan)
[2] Bir önceki hadisi Buhari de benzer şekilde Ca’fer b. Amr’dan rivayet etmiştir. Yukarıdaki kısım bu rivayetteki ektir.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/15-17
Hz. Abbas’ın Kahramanlıkları, Hz. Peygamber’in Amcası, Hz. Abbas’ın Hanzale’yi Müşriklerin Elinden Kurtarması
– Taif gününde Hz. Peygamber Hanzale b. Rabî’i Taifliler’e elçi olarak gönderdi. Onlarsa Hanzale’yi yakalayarak kalelerine götürmek istediler. Bunu gören Hz. Peygamber,
“Hanzale’yi onların elinden kurtaracak kimse yok mudur Onun için bütün bu mücahitlerin sevabı kadar sevap vardır” buyurdular. Buna Abbas b. Abdulmuttalib’den (Hz. Peygamber’in amcası) başkası cesaret edemedi. Koşarak gitti ve Hanzale’yi kaleye sokmak isteyen Taifliler’e yetişti. Kendisi güçlü, kuvvetli birisiydi. Onu kucaklayarak müşriklerin elinden kurtardı. Taifliler kaleden onların üzerine taş yağdırdılar. Hz. Peygamber de gidip Hanzale’yi getirinceye kadar Hz. Abbas’a dua etti.[1]
[1] Kenz, V/307 (İbn Asakir, Cabir’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/17
Muaz b. Amr b. Cemuh ile Muaz b. Afra’nın Kahramanlıkları ve Bu İkisinin Bedir Gününde Ebu Cehil’i Öldürmeleri
– Abdurrahman b. Avf şöyle anlatıyor: Bedir gününde diğer Müslümanlarla birlikte saflarda yerimi almış, etrafıma bakınıyordum. Bu esnada gözüme Ensar’dan iki genç ilişti. Ben içimden,
“Keşke bu iki gençten daha kuvvetli olabilseydim” diye temenni ederken, onlardan biri bana dönüp,
“Ey amca! Sen Ebu Cehil’i tanıyor musun ” diye sordu. Ben de,
“Evet, tanıyorum. Ne yapacaksın ” dedim. Bunun üzerine o genç,
“Duyduğuma göre o herif Hz. Peygamber’e küfrediyormuş. Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, bulduğum takdirde ikimizden biri ölmedikçe onu bırakmayacağım” diye cevap verdi. Ben bu gencin sözlerine ve cesaretine şaşıyorken, ikincisi de onun söylediklerini tekrarladı. Biraz sonra Kureyş safları arasında gidip gelmekte olan Eba Cehil’i gördüm ve o iki gence dönüp onu göstererek,
“Şu adamı görüyor musunuz Bana sormuş olduğunuz kişi işte odur!” dedim.
Sonra bu ikisi Ebu Cehil’e doğru koştular. Kılıçlarını çekip öldürünceye dek ona vurdular Daha sonra da dönüp bu yaptıklarını Hz. Peygamber’e haber verdiler. Hz. Peygamber,
“Onu hanginiz öldürdü ” buyurunca ikisi de,
“Ben öldürdüm” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber,
“Peki, kılıçlarınızı sildiniz mi ” diye sordu. Onlar da,
“Hayır” dediler. Böylece Hz. Peygamber her iki kılıcı da muayene ederek,
“Onu ikiniz birden öldürmüşsünüz!” buyurdu. Hz. Peygamber, Ebu Cehil’in ele geçirilen silahlarını, atını ve malzemelerini bu iki gence verdi. Bunlar Muaz b. Amr b. Cemuh ile Muaz b. Afra idiler.[1]
– Abdurrahman b. Avf şöyle anlatıyor: Bedir günü savaş saflarında iki genç arasına düşmüştüm. Bu yüzden de kendimi emniyette hissedemiyordum. Ben bu duygular içerisindeyken onlardan biri:
“Ey amca! Bana Ebu Cehil’i gösterebilir misin ” dedi. Ona,
“Yeğenim!.. Ebu Cehil’i ne yapacaksın ” diye sordum. O da,
“Allah’a söz verdim; yakaladığım yerde onu öldüreceğim ya da o beni öldürür” dedi. diğer tarafımdaki genç de aynı şeyleri söyledi. Bunun üzerine böyle iki genç arasında yer almak beni o kadar sevindirdi ki tarif edemem. Onlara Ebu Cehil’i gösterdim. Birer şahin gibi üzerine çullanarak onu öldürdüler. Bu iki kişi Afra’nın oğulları idiler.[2]
– Benî Selime’den Muaz b. Amr b. Cemuh şöyle anlatıyor: Bedir günü Ebu Cehil adeta bir insan ormanıyla çevrilmişti. Bu yüzden de halk,
“Kimse Ebu’l-Hakem’e (Ebu Cehil’e) ulaşamaz!” diyorlardı. Bunu duyduktan sonra her ne pahasına olursa olsun onu öldürmeyi kafama koydum. Ona doğru ilerlemeye başladım ve bulduğum ilk fırsatta saldırdım. Bir darbede bacağıyla birlikte ayağını koparıverdim. Allah’a yemin ederim ki kopup fırlayan ayağı kırmataşı altından kayıp sıçrayan hurma çekirdeğine benziyordu. O sırada onun oğlu İkrime de bana saldırarak omuzuma bir darbe indirdi. Kılıç, kolumu omuzlarımdan ayırdı ve o ince bir deri parçasıyla asılı kaldı. Ben bu halimle bile akşama kadar savaşmaya devam ettim. Bu arada da beni çok rahatsız eden kolumu, ayağımla elimin üzerine basmak suretiyle kopardım.[3]
[1] Buhari ve Müslim; Hakim, III/425 ve Beyhaki, VI/305’de yine Abdurrahman’dan benzer bir şekilde rivayet etmişlerdir.
[2] Buhari
[3] Bidaye, III/287 (İbn İshak; İbn Abbas ve Abdullah b. Ebibekir’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/17-18
Ebu Dücâne’nin Kahramanlıkları ve Uhud Gününde Hz. Peygamber’in Kılıcını Alarak Onun Hakkını Vermesi
– Hz. Peygamber Uhud günü ellerine bir kılıç alarak,
“Bu kılıcı kim almak ister ” diye sordular. Hiç kimse ses çıkarmadı. Bunun üzerine Hz. Peygamber bu kez,
“Kim bu kılıcı, hakkını vermek suretiyle alır ” buyurdular. Halktan hiç kimse buna yanaşmadı. Nihayet Ebu Dücâne Simak b. Hureşe el-Ensârî çıkıp,
“Onu ben alır ve hakkını da veririm” dedi. Ebu Dücâne o gün onunla bir çok müşriğin kafasını kopardı.[1]
– Uhud gününde Hz. Peygamber bir kılıç göstererek,
“Hakkını ödemek şartıyla kim bu kılıcı benden almak ister ” buyurdular. Ebu Dücâne Simak b. Hareşe el-Ensârî kalkarak,
“Ey Allah’ın Rasûlü! Onu senden bu şartlarla alırım; fakat hakkı nedir ” diye sordu. Daha sonra Ebu Dücâne kılıcı alarak çıktı. Onunla fırtına gibi esiyor, ortalığı kasıp kavuruyordu. Böylece dağın eteklerinde duran ve içlerinde Hind’in de bulunduğu Kureyş kadınlarının yanına kadar vardı. Hind şu şiiri okuyordu:
“Biz tânk yıldızının kızlarıyız. Halılar üzerinde yürürüz. Bizim saçlarımızdan etrafa misk kokuları saçılır. Bize yönelenlerin boyunlarına sarılır; sırt çevirenlere de sevgimizi vermeyiz:’
Ebu Dücâne, Hind’e hücum etti. Ancak onun imdat çağrılarına kimse cevap vermeyince onu öldürmekten vazgeçti. Zübeyr b. Avvam ona,
“Bugün yaptıkların çok hoşuma gitti; hepsi de çok güzel hareketlerdi. Fakat o kadını niçin öldürmedin ” dedi. O da,
“Ona saldırdım; ama hiç kimse imdadına koşmadı. Ben de Allah Rasûlü’nün kılıcıyla, çaresiz bir kadını öldürmek istemedim” diye cevap verdi.[2]
– Zübeyr (r.a.) şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber Uhud’da bir kılıç çıkararak,
“Kim hakkını vermek şanıyla bu kılıcı benden almak ister ” buyurdular. Ben,
“Ey Allah’ın Resûlü! Ben alırım” dedim. Fakat Hz. Peygamber bana vermeyip,
“Kim hakkını vermek şartıyla bu kılıcı benden almak ister ” diyerek çağrılarını tekrarladılar. Ben yine,
“Ey Allah’ın Resûlü! Ben alırım” dedim. Ama Hz. Peygamber bu kez de bana vermeyerek, üçüncü defa,
“Kim hakkını vermek şartıyla bu kılıcı benden almak ister ” buyurdular. Bunun üzerine Ebu Dücâne Simâk b. Hareşe kalkarak,
“Ey Allah’ın Resûlü! Onu dediğiniz şekilde alırım, ancak hakkı nedir ” diye sordu. Hz. Peygamber de şöyle buyurdular:
“Onunla hiç bir Müslümanı öldürmeyecek ve elinde bulunduğu sürece hiç bir kâfirden de kaçmayacaksın!” Böylece Hz. Peygamber kılıcı ona verdi. Ebu Dücâne kılıçla çıktı. Ben de onu takip etmeye karar verdim. O savaşırken başına bir sargı sarardı. Allah’a yemin ederim ki o gün Ebu Dücâne önüne çıkan her şeyi paramparça ediyor ve ekin gibi biçiyordu.[3]
– Zübeyr b. Avvam şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber Uhud günü istediğim halde bana vermeyip de kılıcı Ebu Dücâne’ye verince kalben kırılmıştım. Kendi kendime şöyle dedim:
“Ben onun teyzesi Safiye’nin oğlu olup, Kureyş kabilesindenim. Ondan önce istemiş olmama rağmen bana değil de Ebu Dücâne’ye verdi. Allah’a yemin ederim ki, ben bugün onu takip edip bu kılıçla ne yapacağına bakacağım”. Bu karardan sonra kılıcı alıp çıkmış olan Ebu Dücâne’nin peşine takıldım. O, cebinden kırmızı bir bez parçası çıkardı ve başına bağladı. Bunun üzerine Ensar,
“Ebu Dücâne yine ölüm sarığını sardı” dediler. O bu bez parçasını ne zaman başına bağlayacak olsa hep böyle derlerdi.
Ebu Dücâne bir yandan da şu şiiri okuyordu:
“Ben, dağın eteğinde bulunan hurmalıktaki dostunun, kendisinden savaşta hiç bir zaman safların gerisinde kalmamak, Allah ve Resûlu’nun kılıcıyla müşriklere devamlı vurmak üzere söz aldığı kimseyim”. Bu şekilde Ebu Dücâne önüne çıkanı öldürüyordu. Müşriklerin arasında biri vardı ki savaş alanını dolaşır ve nerede bir yaralı Müslüman görse hemen onu öldürürdü. Ben Allah’tan bu ikisini karşı karşıya getirmesini istiyordum. Çok geçmeden bu arzum gerçekleşti ve Ebu Dücâne o kişiyle karşı karşıya geldi. İlk saldırıyı bu kişi yaptı ve Ebu Dücâne’ye bir kılıç savurdu. Ebu Dücâne bunu kalkanıyla savuşturup hiç vakit kaybetmeden bir vuruşta onu öldürdü. Daha sonra onu Hind binti Utbe’nin başucunda gördüm. Vurmak üzere kılıcını onun başı üzerine kaldırdığı halde vurmaktan vazgeçerek geri döndü. Onun bu hareketini gördüğümde kendi kendime,
“Şüphesiz Allah ve Rasûlü benden çok daha iyi bilir. Bu yüzden de kılıç ona verilmiştir” dedim.[4]
– Hz. Peygamber kılıcı Müslümanlara teklif ettiğinde ilk önce Hz. Ömer tâlip oldu; ancak Hz. Peygamber ona vermedi. İkincisinde Zübeyr istedi, fakat ona da vermedi. Üçüncüsünde ise Ebu Dücâne istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber kılıcı ona verdi. O da bu kılıcın hakkını yerine getirdi.
– Bu konuda Ka’b b. Mâlik şunları anlatmıştır: Ben Uhud’a katılan Müslümanlar arasında bulunuyordum. O gün Kureyş müşriklerinin; ölen Müslümanların cesetlerini parçaladıklarını gördüm. Ben müşrik saflarına yakın bir yerde bulunuyordum. O sırada onlardan, silahlarını kuşanmış bir kişi çıkarak,
“Kesimlik koyunların bir arada toplanışları gibi siz de bir araya toplanın!” diye bağırmaya başladı. O anda gördüm ki Müslümanlardan bir kişi de silahlarını kuşanmış onu bekliyor. Ben de gidip onun arkasında durdum. Sonra bu ikisini gözlerimle tartmaya başladım. Kureyşli müşrik, silah bakımından daha zengin olup, kıyafeti de Müslümana göre çok daha düzgündü. Müslümanınsa yüzünde bir örtü vardı ve kim olduğu belli olmuyordu. Oradan ayrılmayarak onları bekledim. Sonunda çarpışmaya başladılar. Müslüman olan, müşriğe öyle bir vuruş vurdu ki adam boynundan kasıklarına kadar boydanboya ikiye bölündü. Geriye dönen Müslüman yüzünü açarak bana,
“Ey Ka’b onu nasıl öldürdüğümü gördün mü Ben Ebu Dücâne’yim!” dedi.[5]
[1] Bidaye, IV/15 (İmam Ahmed, Enes’ten); İbn Sa’d, III/101 (O da Enes’ten)
[2] Heysemi, VI/109 (Bezzar, Zübeyr b. Avvam’dan)
[3] Hakim, III/230 (Hakim “Bu isnad sahih olmasına rağmen Buhari ve Müslim tarafından rivayet edilmemiştir” der).
[4] Bidaye, IV/16 (İbn Hişam’dan)
[5] Bidaye, IV/17 (Musa b. Ukbe’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/18-21
Katâde b. Numan’ın Kahramanlıkları ve Uhud Gününde Hz. Peygamber’i Yüzüyle Koruması
– Katâde b. Nu’man şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber’e bir yay hediye edilmişti. O da Uhud günü bu yayı bana verdi. Ben Hz. Peygamber’in yanında işe yaramaz hale gelinceye kadar onunla ok attım. Sonra da gün boyunca kendimi Hz. Peygamber’e gelecek olan oklara karşı siper yaptım. Ona atılan ok daha yerini bulmadan karşısında beni buluyordu. Ok atacak bir yay da bulamamıştım. Nihayet bir ok gelerek gözlerimden birini çıkardı. Ben onu da alarak Hz. Peygamber’in yanına koştum ve ona gösterdim. Benim bu halimi gören Hz. Peygamber yaşlı gözlerle bana şöyle dua etti:
“Ey Rabb’im! Katâde bu gözünü senin peygamberini korumak uğrunda kaybetti. Sen onun bu gözünü iyileştir; eskisinden daha güzel ve sağlam yap!” Sonra gözümü tekrar yerine oturttu. O günden sonra onunla diğerinden daha iyi görebiliyordum.[1]
– Katâde b. Nu’man şöyle anlatıyor: Uhud gününde Hz. Peygamber’in yüzünü ben kendi yüzümle, sırtını ise Ebu Dücâne Simâk b. Hareşe el-Ensârî kendi sırtıyla koruyordu. O gün Ebu Dücâne’nin sırtına bir çok ok saplanmıştı.[2]
[1] Heysemi, VI/113 (Tabarani’den. Heysemi “Bu hadisin senedinde tanımadığım bir ravi var” der).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/21
[2] Heysemi, VI/113 (Heysemi, bunun ravilerinden birini de tanımadığını söyler).
Seleme b. Ekvâ’ın Kahramanlıkları
– Seleme b. Ekvâ şöyle anlatıyor: Hudeybiye barışı zamanında Hz. Peygamber’le birlikte Medine’ye döndüm. Orada Hz. Peygamber’in hizmetçisi Rebah ganimet develerini otlatmak üzere Medine dışına çıktı. Ben de Talhâ b. Ubeydullah’ın atını otlatmak ve sulamak üzere onunla beraber gittim. Geceyi kırda geçirdik. Sabaha karşı Abdullah b. Uyeyne adlı kâfir adamlarıyla birlikte hücum ederek Hz. Peygamber’in çobanını öldürdüler. Ve sonra da develeri önlerine katarak alıp götürdüler. Bunun üzerine ben, Talhâ’nın atını Rebah’a vererek ona,
“Ey Rebah!.. Şu atı al; Medine’ye giderek Talhâ’ya ver. Sonra da Hz. Peygamber’e giderek develerinin götürüldüğünü söyle!” dedim. Bu arada ben de bir dağın tepesine çıkıp Medine tarafına doğru dönerek üç kere, ‘İmdat!’ diye bağırdım. Sonra da develeri götürmekte olanların peşine düştüm. Kılıcım ve oklarım da yanımdaydı. Onlara ok atıp binek hayvanlarını yaralıyor; ya da öldürüyordum. Fakat bunu ancak ağaçlı bir yere gelindiğinde yapabiliyordum. Şöyle ki, içlerinden bir atlı bana doğru gelecek olursa bir ağacın arkasına gizlenip onu ok yağmuruna tutuyor ve bu şekilde o daha bana ulaşmadan önce ben onun hayvanını öldürmüş oluyordum. Ok atarken bir yandan da, “Ben Ekvâ’ın oğluyum! İşte size bir ok; bugün bazı alçakların helak günüdür” diye bağırıyordum.
Hatta bir defasında attığım bir okla içlerinden birini omuzları arasından vurmuştum. Bunu yaparken de yine, “Ben Ekvâ’ın oğluyum! İşte size bir ok; bugün bazı alçakların helak günüdür!” şiirini okudum. Ağaçlı bölgelere geldikçe onların canlarını fena halde yakıyordum. Hele dere ve vadi yatağı gibi sarp yerlerden geçerken dağların üzerine çıkarak tepelerine taş yuvarlıyordum. Onlar önde ben arkada epey müddet gittik. Ben hiç durmaksızın onları tâciz ediyor; bu arada arkada bıraktıkları Hz. Peygamber’e ait develeri de topluyordum. Sonunda onların hepsini ele geçirdim. Ben bununla da yetinmeyerek peşlerini bırakmadım. Bunun da semeresini aldım; çünkü onlar daha hızlı kaçabilmek için bazı eşyalarını ve silahlarını atmaya başlamışlardı. Bu şekilde otuzdan fazla mızrak ele geçirdim. Bulduğum mızrağı veya diğer eşyayı Hz. Peygamber’in geleceği yol üzerine koyuyor ve yerlerini belirtmek üzere de bir taş dikiyordum. Bu durum kuşluk vaktine dek böyle devam etti. Kuşluk vakti olduğundaysa Üyeyne b. Bedr el-Fezârî onlara imdâda geldi. O sırada onlar dar bir vadide sıkışıp kalmışlar, ben ise bir dağın tepesine çıkmıştım. Bulunduğum yerden onları görebiliyordum. Üyeyne onlara,
“O, dağın tepesinde gördüğüm kişi de kim Ne oluyor ” diye sordu. Ona,
“Bu heriften neler çektik bir bilsen; seherden bu yana peşimizi hiç bırakmadı. Elimizdeki her şeyi aldı ve arkada bir yerlere gizledi” dediler. Bunun üzerine Üyeyne onlara,
“Eğer bu kişi arkasından birilerinin geleceğini bilmeseydi peşinizi bırakırdı. Haydi bir kaç kişi giderek onu yakalasın” dedi. İçlerinden dört kişi kalkarak bulunduğum yere doğru tırmanmaya başladılar. Bekledim; sesimi işitebilecekleri bir yere gelince de onlara,
“Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz ” dedim. Onlar,
“Sen kimsin ” deyince de,
“Ben Ekvâ’ın oğluyum! Muhammed’in yüzünü ak çıkarıp onu şereflendiren kimseyim. Siz benim peşime düşseniz bile beni yakalayamazsınız. Ama ben sizin peşinize düşecek olursam elimden kurtulamazsınız!” dedim. İçlerinden biri,
“Vallâhi doğru söylüyor” dedi. O zaman tırmanmaktan vazgeçip geri döndüler. Ben de bulunduğum yerden ayrılmadım.
Sonunda, Hz. Peygamber’in atlılarının ağaçlar arasından gelmekte olduklarını gördüm. Başlarında Ahrem el-Esedî bulunuyordu. Onun arkasında Hz. Peygamber’in süvarisi olan Ebu Katâde, onun da arkasında Mikdad b. Esved el-Kindî vardı. Onları gören müşrikler kaçmaya başladılar. Ben de dağdan indim; Ahrem’in atının dizginine yapışarak,
“Ey Ahrem! Sakın onları takip etme; çünkü seni yakalayıp öldürebilirler. Hz. Peygamber ve ashabı gelinceye kadar bekle!” dedim. Ahrem ise,
“Ey Seleme! Eğer Allah’a ve âhiret gününe iman etmiş, cennet ve cehennemin hak olduğuna inanmışsan şehidlikle arama girme” dedi.
Onun bu sözleri üzerine atının dizginini bıraktım. O da atını hızla sürerek Abdurrahman b. Üyeyne’ye yetişti. Sonra dövüşmeye başladılar. Ahrem, Abdurrahman’ın atını, Abdurrahman ise Ahrem’in kendisini öldürdü. Atsız kaldığı için de Ahrem’in atını aldı. Bunu gören Ebu Katâde de Abdurrahman’ın peşinden gitmeye başladı. Nihayet onu yakaladı ve öldürdü. Abdurrahman da Ebu Katâde’nin atını öldürmüştü. Bunun için Ebu Katâde, Abdurrahman’ın Ahrem’den aldığı ata bindi.
Bunun üzerine ben de arkalarından koşmaya başladım. O sırada da uzaktan sahabe atlarının kaldırdığı büyük bir toz bulutu görünmeye başlamıştı. Düşman ise güneş batmadan önce içinden Zîkared suyunun akmakta olduğu vadiye sığınmak için acele ediyordu. Nihayet oraya ulaştılar ve içmek üzere suya koştular. Ancak benim arkalarından gelmekte olduğumu görünce içmekten vazgeçip atlarını Zîbi’r geçidine doğru sürmeye başladılar. Ben takipten vazgeçmedim; en arkada bulunan kişiye yetişip onu bir okla vurdum. Bunu yaparken de yine,
“Ben Ekvâ’ın oğluyum. İşte size bir ok; bugün bazı alçakların helak günüdür” şiirini okuyordum. Oku yiyen adam dönüp,
“Annen Ekva yasını tutsun! Bu da öldürücü bir darbe midir ” diye alay etti. Bunun üzerine ben,
“Ey nefsinin düşmanı! O attığım gerçekten de öldürücü bir darbeydi” dedim. Zaten onu öldürmek amacıyla atmıştım. Sonra ikinci bir ok daha fırlattım ve onu öldürdüm. Müşriklerin arkalarında bırakmış oldukları iki atı da alarak Hz. Peygamber ve ashâbının yanına döndüm.
Hz. Peygamber’le ashabı gelmiş Zîkared suyu başında konaklamışlardı. Beş yüz kişi kadar varlardı. Bilal düşmandan aldığım develerden birisini kesmiş, onun ciğerini ve boynundan bazı parçaları Hz. Peygamber için kızartıyordu. Ben Hz. Peygamber’in yanına giderek,
“Ey Allah’ın Rasûlü! Yanıma arkadaşlarından yüz kişi ver de yatsıya kadar şu kâfirleri yakalayayım ve bir tane bile bırakmamak üzere hepsini öldüreyim!” dedim. Hz. Peygamber,
“Ey Seleme! Bunu yapabilir misin ” buyurdular. Ben de,
“Evet Ey Allah’ın Rasûlü! Seni şereflendiren Allah’a yemin ederim ki yapabilirim” dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber mübârek kesici dişleri ateşin ışığında görülecek kadar güldü ve sonra da,
“Onlar şu anda Gatafan topraklarında kendilerine ziyafet çekiyorlar” buyurdular.
Bu sırada Gatafan taraflarından birisi geldi ve
“Sizin takip etmekte olduğunuz kişiler Gatafan kabilesinden falan şahsa misafir oldular. O da onlar için bir deve kesti. Fakat henüz devenin derisi yüzülmekte iken, bir toz bulutu görüldü. Bunun üzerine onlar deveyi bırakıp kaçtılar.” dedi. Sabah olduğunda Hz. Peygamber.
“Bizim süvarilerimizin en iyisi Ebu Katâde, yayalarımızın en iyisi ise Seleme’dir.” buyurdular. Sonra da bana ganimetten hem süvari ve hem de yaya hissesi verdiler.
Orada biraz daha eğleştikten sonra Medine’ye doğru yola koyulduk. Hz. Peygamber beni Adba isimli devesinin terkisine bindirdi. Yanımızda Ensar’dan bir kişi vardı ki hiç kimse onu geçemezdi. Yola çıktığımızda,
“Benimle Medine’ye kadar yarışabilecek birisi var mı ” diye meydan okudu. Hiç kimse çıkmayınca bunu birkaç kere tekrarladı. Bunun üzerine ona,
“Sen büyük-küçük herkesle yarışır ve hiç bir rakipten çekinmez misin ” dedim.
“Hz. Peygamber hariç, hiç kimseden çekinmem” dedi. Onun bu sözleri üzerine Hz. Peygamber’e dönerek,
“Anam, babam sana fedâ olsun! Bana izin ver de bu adamla yarışayım” deyince Hz. Peygamber,
“İstersen yarışabilirsin” buyurdular. Bunun üzerine o adama,
“İn de koşmaya başla!” dedim. Devesinden atladı, ben de Hz. Peygamber’in terkisinden indim. Ona az da olsa fırsat verebilmek için biraz bekledim. Sonra da bütün gücümle koşarak kendisine yetiştim. Sırtına vurarak,
“Allah’a yemin ederim ki seni geçtim” dedim. O da gülerek,
“Ben de öyle zannediyorum!” dedi ve böylece Medine’ye vardık.[1]
[1] Bidaye, IV/152 (İmam Ahmed ve Müslim’den. Ayrıca Müslim’de şöyle bir ek daha vardır: “Onu geçtim ve Mediye’ye daha önce vardım. Orada üç gün kaldıktan sonra Hayber’e çıktık”).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/22-25
Ebu Hadred veya Abdullah b. Ebî Hadred’in Kahramanlıkları ve Onun iki Kişiyle Savaşarak Onları Yenmesi
– Ebu Hadred (r.a.) şöyle anlatıyor: Kendi kavmimden bir kadınla evlenip ona iki yüz dirhem mehir verdim. Sonra da bana bu konuda yardımcı olması için Hz. Peygamber’in yanına gittim. Ne kadar mehir verdiğimi sorunca,
“İki yüz dirhem!” dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber,
“Sübhanallah! Allah’a yemin ederim ki, eğer siz bu parayı bir vadiden veya dere kenarından toplamış olsaydınız bundan fazlasını vermezdiniz. Vallahi, şu anda yanımda sana verebilecek hiçbir şey yoktur” buyurdular. Bundan bir kaç gün sonra Cüşem b. Muaviye kabilesinden Rifâa b. Kays veya Kays b. Rifâa ismindeki bir şahıs beraberinde büyük bir kalabalık olduğu halde gelip Medine ile Şam arasında bulunan Gâbe isimli yerde konakladı. Maksatları Kays kabilesinden asker toplayarak Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara savaş açmaktı. Bu kişi kendi kabilesi içinde hatırı sayılır ve çok tanınmış bir kişiydi.
Hz. Peygamber bir gün beni ve Müslümanlardan iki kişiyi daha çağırtarak bize çok zayıf, yaşlı bir deve verip, “Şu adama giderek bana bir haber getiriniz!” buyurdular. Deve zayıflıktan dolayı ayağa kalkamıyordu. Sağdan-soldan yardım ederek hayvanı zorla ayağa kaldırabildik. Bundan sonra oklarımızı ve kılıçlarımızı da yanımıza alarak Hz. Peygamber’in emrini yerine getirmek üzere yola çıktık. Akşam üzeri, güneş batarken oraya ulaştık. Ben pusuya yattım. diğer iki arkadaşıma da ayrı ayrı yerlerde pusuya yatmalarını söyledim ve şöyle tenbihledim.
“Tekbir getirip düşmanın üzerine saldırdığımı gördüğünüzde siz de tekbir getirerek benimle birlikte hücuma kalkınız:’
Böylece pusuya yatarak uygun bir fırsat kollamaya başladık. Bu şekilde gecenin başlangıcına kadar bekledik. Bu arada kalabalıkta da bir telaş ve heyecan göze çarpıyordu. Çünkü hayvanlarını otlatmaya götüren çoban dönmemiş ve onlar da onun başına bir şey gelmiş olmasından korkuyorlardı. Sonunda önderleri Rifâa b. Kays (Veya Kays b. Rifâa) ayağa kalkarak kılıcını kuşandı ve
“Gidip şu çobanı arayayım; gelmediğine göre mutlaka başına bir şey gelmiştir” dedi. Adamları ise,
“Biz de seninle birlikte geleceğiz” dediler; kabul etmedi. O kadar ısrar ettiler ki sonunda,
“Yemin ederim ki ben yalnız gideceğim ve sizden hiç kimse de benimle birlikte gelmeyecektir” dedi.
Daha sonra adamlarından ayrılarak benim bulunduğum tarafa doğru gelmeye başladı. Yanımdan geçip gittikten sonra, tam sırasıdır deyip bir ok fırlattım. Ok tam kalbini bulmuştu, gık bile diyemeden olduğu yere yığılıverdi. Hemen koşup kılıcımla başını kestim. Sonra onu alıp arkadaşlarımın bulunduğu tarafa doğru seğirttim. Onlara yaklaştığımda tekbir getirdim. Onlar da karşılık vererek yanıma geldiler. Böylece üçümüz birden saldırıya geçtik. Kalabalık, büyük bir paniğe kapıldı ve kurtuluşu kaçmakta buldular. Giderken de ancak kadın ve çocuklarını ve bir de hafif eşyalarını götürebilmişlerdi. Bunun üzerine iki arkadaşımla ben büyük bir deve ve koyun sürüsünü önümüze katıp elimizde de Kays. b. Rifâa’nın başı olduğu halde Medine’ye döndük. Hz. Peygamber, mihrimi verebilmem için bu getirdiklerimizden bana on üç deve verdi. Ben de mihrini vermek suretiyle karımı yanıma alabildim.[1]
[1] Bidaye, IV/223 (İbn İshak’tan); İsabe, II/295 (İmam Ahmed’den. Ancak bu rivayette Ebu Hadred yerine Abdullah b. Ebi Hadred geçmektedir).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/25-26
Halid b. Velid’in Kahramanlıkları, Hz. Halid’in Mûte Gününde Dokuz Kılıcı Kırması:
– Halid b. Velid şöyle anlatıyor: Mûte gününde elimde dokuz kılıç parçalandı. Elimde sadece Yemen’de imal edilmiş enli bir kılıç kalmıştı.[1]
[1] İstiab, I/408 (Buhari ve İbn Ebi Şeybe’den,); Hakim, III/42; İbn Sa’d, IV/2
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/26
Hz. Halid’in Hürmüz’ü Öldürmesi
– Evs b. Hârise b. Lâm şöyle anlatıyor: Araplara, İran hudutlarının başkumandanı Hürmüz’den daha düşman birisi yoktu. Biz Müseylemetü’l-Kezzab’ın işini bitirdikten sonra Basra’ya yöneldik. Kâzıme denilen yere vardığımızda Hürmüz komutasındaki büyük bir ordu ile karşılaştık. Hz. Halid meydana çıkarak Hürmüz’ü mübârezeye davet etti. O da bunu kabul etti ve silahlanarak ortaya çıktı. Mübâreze sonunda Halid b. Velid onu öldürdü. Sonra bu haberi Halife Hz. Ebubekir’e yazdığında o, Hürmüz’ün silahını, şapkasını ve elbiselerini kendisine verdi. Hürmüz’ün Hz. Halid’e verilen şapkası yüz bin dirhem ediyordu. Çünkü Farslılar büyük rütbe sahibi kimselere yüz bin dirhem değerinde bir şapka giydirirlerdi.[1]
[1] Hakim, III/299
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/26
Hz. Halid’in Yatakta Öldüğü İçin Ağlaması
– Hz. Halid ölümü yaklaştığında ağlayarak şöyle dedi: “Ömrüm boyunca şu kadar savaşta bulundum. Bedenimde kılıç, mızrak ve ok yarası bulunmayan bir karış yer yoktur. Gördüğünüz gibi işte ben bugün yatağımın üzerinde tıpkı develerin ölümü gibi ecelimle ölüyorum. O halde korkakların gözüne uyku girmesin.”[1]
[1] Bidaye, VII/114 (Vakidi tarikiyle Ebu Zinad’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/27
Berâ b. Mâlik’in Kahramanlıkları, Berâ’dan Yemâme Savaşında Kılıcı Parçalanana Dek Savaşması ve İnsanları Cihada Teşvik Etmesi
– Yemâme gününde Halid b. Velid, Bera b. Mâlik’e seslenerek,
“Ey Berâ! Kalk!” dedi. Bunun üzerine Berâ kalkarak atına binip Allah’a hamd u senâ ettikten sonra şunları söyledi:
“Ey Medineliler! Bugünden sonra sizin için Medine diye bir şehir yoktur. İşte bunun içindir ki oraya hiç dönmeyecekmişsiniz gibi çarpışınız. Sizin bir tek hedefiniz olmalıdır; o da Allah’ın rızası ve cennetidir”. Bu sözleri müteakip Berâ hücuma geçti; halk da onu takip etti. Yemâme ordusu büyük bir bozguna uğradı ve kaçmaya başladılar. Bu arada Berâ da Müselyemetü’l-Kezzab’ın başkumandanı Muhakkem el-Yemâme’yi yakaladı ve vurup yere düşürdü. Kendi kılıcını bırakarak onunkini aldı ve ona bir kaç kez vurdu, kılıç paramparça oluverdi.[1]
– Berâ b. Mâlik şöyle anlatıyor: Müseyleme ile yapılan savaşta onlardan Yemâme eşeği denilen iri yarı bir kişiyle karşılaştım. Elinde bembeyaz bir kılıç vardı. Ben onun ayaklarına doğru bir hamle yaptım. Ancak bana sanki kılıcım boşa gitmiş gibi geldi. Sonra bir de baktım ki ayakları kesilmiş, yerde sırt üstü yatıyor. Bunun üzerine kendi kılıcımı kınına koydum ve onunkini alarak paramparça oluncaya kadar ona vurdum. Zaten bir kaç vuruştan sonra kılıç parçalanıvermişti.[2]
[1] İsabe, I/143 (Serrac, Tarih’inde Enes’ten)
[2] İsabe, I/143 (Begavi’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/27
Berâ’nın Bahçe Duvarından Atlayarak Yemamelilerle Savaşması
– Yemame savaşında Müslümanlar müşriklere hücumda bulundu. Onları Müseylemetü’l-Kezzab’ın bostanına girmeye mecbur ettiler. Bostanda Allah’ın düşmanı Müseyleme de vardı. Berâ,
“Ey Müslüman cemaati! Beni onların üzerine atınız” dedi. Böylece Berâ eller üzerine alındı, duvarın üstüne çıkarıldı. Duvardan bahçeye atladı. Ve bahçede onlarla kılıçla savaştı. Ta ki kapıyı açıncaya kadar. Müslümanlar böylece bahçeye girdiler. Müseyleme’yi öldürdüler.[1]
– Müslümanlar bahçe duvarlarına geldiler. Kapı kapalıydı. Müşrikler bahçedeydiler. Berâ b. Malik bir kalkanın üzerine oturdu ve
“Beni mızraklarınızla kaldırınız ve onların üzerine atınız” dedi. Onlar onu mızraklarıyla kaldırdılar. Ve duvarın öbür tarafına attılar. Onlar Berâ’ya yetişti. Berâ onlardan on dört kişi öldürdü.[2]
– Ömer b. Hattab, “Herhangi bir orduya, herhangi bir askerî birliğe Berâ b. Malik’i kumandan yapmayınız. Çünkü o, kendisini tehlikeye atar. Böylece Müslümanları da herhangi bir tehlikeye maruz bırakabilir.[3]
[1] İstiab, IX/44 (İbn İshak’tan)
[2] Beyhaki, IX/42 (Muhammed b. Sirin’den)
[3] Kenzü’l-Ummal, V/144 (İbn Sa’d, Muhammed b. Sirin’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/27-28
Ebu Mihcen es-Sakafi’nin Kahramanlığı: Ebu Mihcen’in Kadisiye Savaşında Melek Zannedilmesi
– Ebu Mihcen es-Sakafi durmadan içki içer, kendisine içki cezası tatbik edilirdi. Çok içki içtiğinden ötürü onu hapsettiler ve bağladılar. Kadisiye gününde, savaşanlara bakıyordu. Sanki Müslümanları müşrikler karşısında mağlup oluyorlar gibi gördü. Başkumandan Sa’d b. Ebî Vakkas’ın hanımına bir kadınla haber göndererek, “Eğer benim iplerimi çözer ve şu ata beni bindirirsen ve bana bir de silah verirsen, eğer ölmezsem savaştan sonra tekrar gelir ve sana teslim olurum!” dedi ve:
“Ne kadar üzücüdür ki süvariler birbirleriyle mızraklaşsın, ben de iplerle bağlı olarak burada bırakılmış olayım. Ayağa kalktığımda demirler beni yoruyor. Kapılar üzerime kilitlenmiştir. Olup bitenlerden habersiz kalıyorum” anlamında bir şiir okudu. Kadın da giderek durumu Sa’d’ın hanımına söyledi. O da Ebu Mihcen’in iplerini çözdü. Onu bir ata bindirdi. Kendisine bir silah verdi. Sonra o atı koşturdu, savaşa başladı. Öyle bir savaşıyordu ki, önüne kim çıkarsa yere seriyor ve çiğneyip geçiyordu. Bunu gören Sa’d b. Ebî Vakkas,
“Bu suvari kimdir ” diye sordu.
Böylece az bir zaman sonra bu hücumlar sayesinde müşrik ordusu mağlup olarak kaçtı. Ebu Mihcen de geldi, silahı geri verdi ve ayaklarını eskiden olduğu gibi bağladı. Sa’d dönünce hanımı ona savaşın. nasıl geçtiğini sordu. O da savaştan hanımına haber vererek,
“Biz müşriklerden çok darbeler yedik. Ta ki Allah Teâlâ kır bir atın sırtında bir kişi gönderdi. Eğer ben Ebu Mihcen’i bağlı olarak evde bırakmasaydım, o kişi Ebu Mihcen’dir derdim.” Hanımı,
“Allah’a yemin ederim, o Ebu Mihcen’dir” deyip meseleyi anlattı. O da Ebu Mihcen’i çağırdı. Onun bağlarını çözdü ve
“Allah’a yemin ederim ki, artık içki için sana ebediyyen had tatbik etmeyeceğim!” dedi. Ebu Mihcen de,
“Ben de Allah’a yemin ederim ki, artık ebediyyen içki içmeyeceğim. Çünkü ben, hadd tatbik ettiğimizden korktuğu için içkiden vazgeçti demesinler diye içmeye devam ediyordum” dedi. Artık ondan sonra içmedi.[1]
– Hangi tarafa yönelip hücum ederse Allah o taraftaki düşmanları mağlup ederdi. Halk,
“Bu bir melektir” diyordu. Sa’d da,
“Bu sıçrayış Belkâ’nın sıçrayışıdır. Üzerindeki süvari de Ebu Mihcen’e benziyor. Fakat Ebu Mihcen şu anda bağlıdır” dedi. Düşman mağlup olduktan sonra Ebu Mihcen geldi, ayaklarını bağladı. Hasefe’nin kızı Sa’d’a hadiseyi anlattı. Sa’d,
“Allah’a yemin ederim ki, Allah’ın Müslümanlara, eliyle bu kadar nimet verdiği bu kişiyi artık içkiden ötürü cezalandırmayacağım” dedi. Böylece onu serbest bıraktı. Ebu Mihcen de,
“Ben daha önce içki içiyordum. Fakat bana had vurulduğundan, ondan temizleniyordum. Madem ki artık bana ceza uygulamayacaksın, Allah’a yemin ederim ki ben de ebediyyen içki içmeyeceğim” dedi.[2]
[1] İstiab, IV/187 (Abdurrezzak’dan) Bu rivayeti İbn Ebi Şeybe de naklederken “Onu melek sanıyorlardı” ibaresini eklemektedir. İbn Abdilberr, İstiab, IV/187. Ayrıca Seyf de “el-Fütuh’da bunu naklederken şiire birkaç beyit ekliyor ve şunu da ilave ediyor: “Korkunç bir şekilde savaştı. Tekbir getirip saldırıyor, hiç kimse karşısında duramıyordu. Düşmanı, tırpanla ot biçer gibi biçiyordu. Herkes hayrete düşmüştü. Kimse onu tanıyamamıştı”.
[2] Ebu Ahmed el-Hakim el-Kazvini (İbn Sa’d’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/28-29
Ammar b. Yasir’in Kahramanlığı: Ammar b. Yasir’in Yemame Günü Arkadaşlarını Teşvik Etmesi ve Savaşması
– Ammar b. Yasir, Yemame savaşında bir taşın üzerine çıkmış ve
“Ey Müslümanlar! Siz cennetten mi kaçıyorsunuz Ben Ammar b. Yasir’im. Siz cennetten mi kaçıyorsunuz Ben Ammar b. Yasir’im. Bana geliniz!” diyordu. Ben onun kulağına baktım, kesilmişti. Ve kulağı depreniyordu. O da buna rağmen savaşıyordu.[1]
[1] Hakim, III/385; İbn Sa’d, III/181 (Abdullah b. Ömer’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/29
Ammar b. Yâsir’in Savaş Esnasında Cenneti Arzu Etmesi
– Biz Sıffin’de Hz. Ali’yle beraberdik. Onu savaştan alıkoymak ve korumak için iki kişiyi tayin etmiştik. Bu nöbetçiler bir gaflete daldıklarında Hz. Ali karşısındaki askere hücum ederdi. Kılıcı kan akıtmadan dönmezdi ve “Beni mazur görün. Allah’a yemin ederim ki, kılıcım körelinceye kadar dönmedim” derdi. Ben Ammar ve Hâşim b. Utbe’yi gördüm. Ammar safların arasında geziyordu. Ve Hâşim’e,
“Ey Hâşim! Şu zata (Hz. Ali’ye) gelince, yemin ederim ki, onun emrine muhalefet edilecektir ve askeri ondan yardımlarını çekecek ve onu yardımcısız bırakacaklardır” dedi. Sonra da,
“Ey Hâşim! Cennet pırıl pırıl parlayan kılıçların gölgesi altındadır. Bugün dostlarıma, Muhammed ve cemaatine kavuşacağım. Ey Hâşim, sen tek gözlü bir adamsın ve tek gözlülerde hayır yoktur. Çünkü zorluklara tahammül edemezler” dedi. Bunun üzerine Hâşim elindeki bayrağı sallayarak:
“Tek gözlü adam çok yaşamış ve hayattan usanmıştır.
Tek gözlü adam, bugün ya düşmanı mağlup edecek veya ölecektir” anlamında bir şiir okudu. Sonra Sıffîn vadilerinden birisine daldı. O gün Ammar hangi tarafa yönelirse Hz. Peygamber’in ashabı da o tarafa yöneliyordu. Sanki Ammar onların sancaktarıydı.[1]
– Ammar’ı gördüm. O Sıffîn vadilerinden hangisine girerse orada bulunan sahabîler onu takip ederlerdi. O Hâşim b. Utbe’ye geldi. Bu zat Hz. Ali’nin bayraktarıydı. Ve
“Ey Hâşim! İlerle! Cennet kılıç gölgelerinin altındadır. Ölüm mızrakların ucundadır. Cennetin kapılan açıldı. Elâ gözlü cennet hurileri süslendiler. Bugün dostlara, Hz. Muhammed ve cemaatine kavuşacağım” dedi .
Bunları söyledikten sonra Ammar ile Hâşim öldürülünceye kadar hücuma geçtiler. Onların arkasında Hz. Ali ile diğer sahabiler bir kişinin hücumu şeklinde, birlik olarak Şam ordusuna hücum ettiler. Sanki Ammar ile Hâşim sahabîler için bir bayrak idiler.[2]
[1] Hakim, III/385; İbn Sa’d, III/181(İbn Ömer’den); Bidaye, VII/270 (İbn Cerir’den)
[2] Bidaye, VII/270; Hadisi İmam Ahmed kısa olarak, Taberani ve İbn Ya’la uzun olarak rivayet ediyorlar.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/30
Amr b. Ma’dikerb ez Zebidi’nin Kahramanlığı
– Malik b. Abdullah el-Hasami şöyle anlatıyor: Ben Yermük savaşında meydana çıkıp savaş isteyen bir kişiden daha şereflisini görmedim. Ona kâfirlerden kuvvetli bir kişi çıktı. Vurarak o kâfiri öldürdü. Sonra ikincisi geldi, onu da öldürdü. Sonra kâfirler mağlup oldular ve onların peşine düşüp onları kovaladıktan sonra dönüp büyük bir çadıra girdi. Ona yemek getirdiler. Oradakileri de sofraya davet etti. Ben bu zâtın kim olduğunu sordum. “Amr b. Ma’dikerb’dir” dediler.[1]
[1] Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/30-31
Amr’ın Kadisiye Savaşında Düşman Saflarına Tek Başına Saldırması ve Gösterdiği Kahramanlık
– Kays b. Hâzım şöyle anlatıyor: “Ben Kadisiye savaşında bulundum. Sa’d b. Ebî Vakkas başkumandandı. Amr b. Ma’dikerb saflar arasında geziyor; “Ey muhacirler! Şiddetli arslanlar gibi olun. Çünkü Farslar mızrağını attığında ümitsizliğe düşmüş demektir” diyordu. O bunları söylerken Fars kumandanlarından birisi ona bir ok attı. Ok onun yayına isabet etti. Amr, o ok atana hücum etti ve ona bir mızrak darbesi vurarak belini kırdı. Ve atından inip onun silahlarını, işe yarayan eşyasını aldı.[1]
– Amr b. Ma’dikerb’e delici bir ok attı. Atının eğerine isabet etti. Amr ona hücum etti. Bir kız kapar gibi onu kapıp iki atın arasına getirdi, başını kesti ve “İşte böyle yapınız” dedi.[2]
– Amr b. Ma’dikerb, Kadisiye gününde tek başına hücuma geçti. Sonra Müslümanlar onun peşinden geldiler. Kâfirler onun etrafını adeta çember gibi sarmışlardı. O kılıcıyla onlara vuruyordu. Sonra hepsi çekildiler.[3]
– Hz. Ömer, Sa’d’a bir mektup yazdı ve “Ben sana her biri bin adama bedel olan Amr b. Ma’dikerb ile Talha b. Huveylid’i gönderiyorum” dedi.[4]
– Hicretin yirmi birinci yılında Nihavend savaşı oldu. Orada Numan b. Mukarrin şehid düştü. Müslümanlar kaçtılar. Amr b. Ma’dikerb o gün zafer müyesser oluncaya kadar tek başına savaştı. Yaraları onu hareketten düşürdü. Rûze isimli bir köyde vefat etti.[5]
[1] İbn Ebi Şeybe, İbn Aziz, İbn Seken, Taberani ve başkaları da rivayet etmiştir.
[2] İbn Asakir
[3] Vakidi, İsa b. el-Hayyat yoluyla rivayet ediyor.
[4] Taberani, (Muhammed b. Sellam el-Cumahi’den)
[5] İsabe, III/18
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/31
Abdullah b. Zübeyir’in Kahramanlığı
– Muaviye vefat ettikten sonra Abdullah b. Zübeyr, Yezid b. Muaviye’ye itaat etmekten vazgeçti. Açıkça ona küfrediyordu. Bu Yezid’in kulağına gidince,
“O eli zincirlerle bağlı olduğu halde bana getirilecektir” şeklinde yemin etti. Veya, “Ben üzerine ordu göndereceğim” dedi. Bunun üzerine İbn Zübeyr’e,
“Sana altından bilezikler yapalım, kollarına takalım. Elbiselerini de onların üzerine giyersin. Böylece Yezid’in de yemini yerine gelmiş olur. Senin için sulh etmek daha güzeldir” dediler. Abdullah,
“Allah onun yeminini keffaretlendirmesin” dedikten sonra, “Haktan başkası için vuruşamam. Ve haktan diliyorum. Ancak taş eğiticinin dişleri için yumuşarsa ben de yumuşarım” anlamında bir şiir okudu. Sonra “Allah’a yemin ederim ki, izzet içerisinde bir kılıç darbesi benim için zillet içinde bir kamçı darbesinden daha güzeldir” dedi.
Bunları söyledikten sonra halkı biata davet etti. Muaviye oğlu Yezid’e muhalif olduğunu açıkça ortaya koydu. Yezid b. Muaviye, Müslim b. Ukbe el-Mürri kumandası altında Şam’dan bir ordu gönderdi. Kumandana Medine ehliyle savaşmasını emretti. Medine’yi hallettikten sonra Mekke’ye girmesini istedi. Müslim b. Ukbe Medine’ye girdi. O gün Medine’de bulunan sahabîlerin hepsi kaçtılar. Medine’de çok insan öldürdü. Sonra Medine’den ayrıldı. Mekke’ye giderken yolda öldü. Yerine Hüseyn b. Numeyr el-Kindi’yi tayin etti ve Hüseyin’e hitaben
“Ey Berzahatul Himar’ın oğlu! Kureyş’in hilelerinden sakın. Onlarla ancak mızrak vurmak ve kılıçla başlarını kesmek şeklinde savaş” dedi. böylece Hüseyin Mekke’ye vardı. İbn Zübeyr ile birkaç gün savaştı. Hüseyn b. Numeyr’e, Yezid b. Muaviye’nin öldüğü haberi geldi. Hüseyin b. Numeyr orduyu bırakıp kaçtı. Yezid b. Muaviye öldükten sonra Mervan, halifeliğini ilân etti. Sonra Mervan da öldü. Bu sefer Abdulmelik halifelik makamına geçti. Şamlılar ona itaat ettiler. Minbere çıkarak
“İbn Zübeyr’i kim bana getirecek ” dedi. Haccac ayağa kalkarak
“Ey müminlerin emiri! Ben getiririm” dedi. Abdulmelik onu susturdu. Sonra sorusunu tekrarladı:
“Kim İbn Zübeyr’i getirir ” dedi. Haccac yine ayağa kalktıysa da onu yine susturdu. Sonra
“Kim İbn Zübeyr’i getirir ” dedi. Haccac yine
“Ey Emîre’l-mü’minin! Ben rüyamda Abdullah b. Zübeyr’in cübbesini sırtından çıkarıp kendim giydim. Onu yeneceğime inanıyorum” dedi. Böylece Abdulmelik, Haccacı Zalime bir sancak bağladı. Onu askerle beraber Mekke’ye gönderdi. O, Mekke’ye, İbn Zübeyr’le mücadele etmek üzere vardı. Orada savaştılar. İbn Zübeyr, Mekkelilere “Şu iki dağı onlara kaptırmayınız. Çünkü bu iki dağ oldukça siz aziz ve galipsiniz” dedi. Fakat kısa bir zaman sonra Haccac ve beraberindeki askerler Ebu Kubeys’in üzerine çıktılar. Haccac, Ebu Kubeys’te mancınık kurdu ve taşları İbn Zübeyr’e atarak Kâbe’yi vuruyordu. Mescid-i Haram’da bulunan İbn Zübeyr’e ve diğer arkadaşlarına taş yağdırıyordu. Ertesi gün, İbn Zübeyr’in şehid olacağı gün gelince, annesine gitti. Annesi Ebubekir’in kızı Hz. Esma idi. Tam yüz yaşındaydı. Daha bir dişi bile düşmemişti. Gözleri görüyordu. Esma, oğlu Abdullah’a
“Ey Abdullah! Savaşında ne yaptın ” diye sordu. Abdullah
“Savaş şu şu noktalara gelmiştir” diyerek durumu arzetti ve gülerek “Kesinlikle ölümde rahat vardır” dedi. Annesi “Ey oğul! Olur ki sen benim için ölümü istiyorsun. Ben iki şeyden birisini görmeden ölmek istemiyorum. Ya sen halife seçileceksin, gözüm aydın olarak gideceğim. Veya sen şehid edileceksin; Allah seni defterine yazacaktır” dedi. Sonra Abdullah, annesine veda edip çıkarken annesi ona
“Ey oğul! Sakın dininin herhangi bir hasletini ölüm korkusundan vermeyesin!” dedi. Abdullah, annesinin yanından çıktı, Mescid-i Haram’a girdi. Hacerü’l-Esved’i korumak için önüne iki kanatlı bir kapı yaptırmıştı. O kapının arkasına geçerek kendini koruyordu. O sırada birisi yanına gelerek
“Sana Kâbe’nin kapısını açalım mı ” dedi. İbn Zübeyr; tepeden tırnağa kadar adamı süzdü ve
“Sen arkadaşını her şeyden koruyabilirsin, fakat ölümden koruyamazsın. Üstelik burayla, Kâbe arasında hürmet bakımından fark yoktur. Yemin ederim ki, sizi Kâbe’nin örtüsüne tutunmuş olarak görseler yine de öldürürler!” dedi. İbn Zübeyr’e
“Sulh için neden bunlarla konuşmuyorsun ” denildi. İbn Zübeyr
“Artık sulh zamanı mıdır Allah’a yemin ederim ki, onlar sizi nerde görürlerse hepinizi keserler” dedi.
“Ben zelil ve hor bir hayatı hiçbir zaman istemem. Ölümden kurtulmak için hiçbir merdivenden çıkmam. Her nereye gitsem, ölüm saçan oku elimden bırakmam” anlamında bir şiir okuduktan sonra adamlarına
“Herhangi biriniz yüzünüzü koruduğunuz gibi kılıcınızı da koruyunuz. Onu kırıp da kadınmış gibi nefsinizi silahsız müdafaa etmeye kalkışmayın. Yemin ederim ben hangi savaşta bulunduysam mutlaka birinci safta olmuşumdur. Herhangi bir yaradan elem duymadım. Eğer acı duyduysam bu da tedavi olurkendir” dedi. Onlar bu halde iken birkaç kişi Benî Cumah kapısından Mescid-i Haram’a girdi. Onların içinde Esved de vardı. İbn Zübeyr beraberinde iki kılıçla onlara hücum etti. Evvela Esved’le karşı karşıya geldi. Kılıcıyla ona ayağını koparıncaya kadar vurdu. Esved ona
“Ey zina edici kadının oğlu!” şeklinde hitab edince, İbn Zübeyr
“Ey Ham’ın oğlu! Ebubekir’in kızı Esma mı zina edicidir ” dedi. Bundan sonra kılıcıyla onları mescidden çıkardı ve geri geldi. Baktı ki Beni Sehm kapısından bir gurup girmektedir. Bunların kim olduğunu sorunca
“bunlar Ürdünlülerdir” cevabını aldı. Onlara hücum ederek
“Sel gibi gelen bir hücumdan haberim yoktur.
Bu hücumun toprağı akşama kadar ortalıktan çekilmez!” anlamında bir şiir okudu. Onları da mescidden çıkardı. Baktı ki Beni Mahzum kapısından girenler vardır. Onlara hücum ederek
“Eğer benim düşmanım, hasmım bir kişi olsaydı onun hakkından gelirdim” anlamında bir şiir okudu. Mescidin tavanında İbn Zübeyr’in yardımcıları vardı. Onun düşmanlarına tuğla atarlardı. İbn Zübeyr onlara hücum ettiğinde yukardan gelen bir tuğla başına isabet ederek yardı. Bunun üzerine
“Bizim kanlarımız topuklarımızın değil, ayaklarımızın üzerine damlar” diye bir şiir okudu. Sonra durdu, iki kölesi onun üzerine yığıldı. Ve köle efendisini korur dediler. Sonra Şam askerleri ona doğru gelerek başını cesedinden ayırdılar.[1]
– İshak b. Ebu İshak şöyle anlatıyor: Ben İbn Zübeyr Mescid-i Haram’da öldürüldüğünde hazır bulunuyordum. Askerler mescidin kapısından giriyorlardı. Hangi kapıdan bir gurub girerse İbn Zübeyr onlara tek başına hücum ederdi. Onları Kâbe’den çıkarırdı. O bu durumda kükremiş bir arslan gibiydi. Sağa sola koştuğunda mescidin kubbelerinden birisi yıkıldı ve onun başına çöktü. Abdullah b. Zübeyr
“Ey Esma! Eğer öldürülürsem sakın ağlama! Benim şerefim ve dinimden başka bir şey kalmayacaktır. Bir de sağ tarafımı yumuşatan bir kılıcım kalacaktır” anlamında bir şiir okudu.[2]
[1] Heysemi, VII/255 (Taberani’den); İbn Abdilberr, İstiab II/203; Ebu Nuaym, Hilye, III/331; Hakim, Müstedrek, III/550, başından bir kısmını rivayet etmiştir.
[2] Heysemi, VII/256 (Taberani’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/32-34
Savaştan Kaçanların Kınanması
– Ümmü Seleme şöyle anlatıyor: Seleme b. Hişam’ın karısına
“Seleme’nin Hz. Peygamber’le namaz kılmaya geldiğini göremiyorum. Sebebi nedir ” diye sordum. Bana
“Vallahi; dışarı çıkamıyor. Her çıktığında halk ‘Ey kaçaklar. Siz Allah yolunda savaştan kaçtınız’ diyorlar. O da evde oturmaya mecbur kaldı” dedi. Çünkü Seleme b. Hişam, Halid b. Velid’le beraberken Mute savaşından kaçmıştı.[1]
[1] Heysemi, III/42; Bidaye, IV/249 (İbn İshak’tan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/34
Bir Adamın Ebu Hureyre’yi Kınaması
– Ebu Hureyre şöyle anlatıyor: Benimle amcamoğlu arasında bir konuşma oldu. O bana “Mute günündeki kaçışın niçindir ” diye sordu. Fakat ona ne diyeceğimi bilemedim.[1]
[1] Hakim, III/42 (Vakidi kanalıyla)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/34-35
Savaştan Kaçanların Pişman Olmaları
– Abdullah b. Ömer şöyle anlatıyor: Ben Hz. Peygamber’in gönderdiği askeri birliklerden birisinde bulunuyordum. Halk birbirlerine gidip geldiler. Kaçış planlıyorlardı. Ben de kaçanların arasındaydım. Sonra pişman olup
“Ne yapalım Biz savaştan kaçtık ve Allah’ın öfkesini davet ettik!” dedik. önce “Medine’ye gidip geceyi evimizde geçirelim” dedik. Fakat bu düşünceden vazgeçerek “Eğer durumumuzu Hz. Peygamber’e anlatalım, eğer tevbemiz varsa ne âlâ. Aksi takdirde başımızı alıp gideriz” dedik. Böylece biz öğle namazından önce Hz. Peygamber’e geldik. Hz. Peygamber çıktı ve
“Siz kimlersiniz ” dedi.
“Biz savaştan kaçanlarız!” dedik. Hz. Peygamber
“Hayır! Siz kaçanlar değil, belki merkezine dönüş yaparak tekrar savaşa gitmek isteyenlersiniz! Ben sizin merkezinin ve yardımcınızım. Ben müslümanların merkeziyim” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Peygamber’in elini öptük.[1]
– Abdullah b. Ömer şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber bir birlikle beraber beni de gönderdi. Düşman ile karşılaştığımızda ilk savaştan kaçtık. Birkaç kişi olarak geceleyin Medine’ye geldik. Sonra kendimizi gizledik. Sonra “Peygamber’e varsak ve ondan özür dilesek daha iyi olur!” dedik. Böylece Peygamber’e gittik.
“Biz kaçanlarız, ey Allah’ın Rasûlü” dedik. Hz. Peygamber
“Hayır! Siz tekrar savaşa hazırlıklı gitmek için merkeze dönenlersiniz. Merkeziniz ve gücünüzün kaynağı benim!” buyurdu.[2]
[1] İmam Ahmed
[2] Bidaye, IV/248 (İmam Ahmed’den). Beyhaki’nin rivayetinde
“Ey Allah’ın Rasülu! Biz savaştan kaçanlarız” dedik. Hz. Peygamber
“Hayır! Siz savaştan kaçanlar değil, savaşa iyice hazırlanmak için merkeze dönüp tekrar savaşa gitmek istiyenlersiniz” buyurdu. Biz
“Ey Allah’ın Rasülu! Biz Medine’ye gitmek değil, denize açılmak istedik” deyince, Hz. Peygamer
“Sakın bunu yapmayınız. Ben her müslümanın baş vuracağı noktayım, yardımcısıyım” buyurdu” ilevesi vardır.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/35
Muhacir ve Ensar’ın Köprü Savaşında Kaçanlarından Ötürü Üzülmeleri ve Hz. Ömer’in Onları Teselli Etmesi
– Hz. Ayşe anlatıyor: Abdullah b. Zeyd, Hz. Ömer’e geldiği zaman Ömer hücremin önünden geçiyordu. Ona
“Ey Abdullah b. Zeyd! Ne var ” diye sordu. O
“Ey müminlerin emiri! Haber sana geldi” dedi. Abdullah b. Zeyd, Hz. Ömer’in yanına vardığında ona savaşa katılan müslümanların haberini verdi. Bir olayda hazır bulunup da o olayı Abdullah b. Zeyd’den daha iyi anlatan bir kimse görmedim. Kaçan müslümanlar geri geldiklerinde Hz. Ömer muhacir ve ensarın savaştan kaçtıkları için çektikleri ızdırabı gördü. Onlara
“Ey müslümanlar! Izdırab çekmeyiniz. Ben sizin merkezinizim. Siz kaçmadınız, bana geldiniz” dedi.[1]
[1] İbn Cerir, IV/70
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/35-36
Muaz el-Kari’nin Köprü Günü Savaştan Kaçtığı için Üzülmesi ve Hz. Ömer’in Onu Teselli Etmesi
– Muaz el-Kari, Benî Neccar’dan bir zattı. Ebu Ubeyd köprüsü savaşında hazır bulunmuş ve kaçmıştı. Ne zaman Enfal: 8/16 ayetini okusa ağlardı. Hz. Ömer ona “Ey Muaz! Ağlama, ben senin merkezinim. Sen kaçmadın, bana dönüş yaptın, benimle birleştin” diyordu.[1]
[1] İbn Cerir, IV/70
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/36
Sa’d b. Ubeyd el-Kari’nin Hatasını Telafi Etmek İçin Kaçtığı Yere Dönmesi
– Hz. Ömer, Sa’d b. Ubeyd’e -bu zat Hz. Peygamber’in ashabındandır. Güzel Kur’an okuduğu için ona ‘el-Kari’ diyorlardı. Bu isim ondan başka kimseye verilmemişti-
“Sen Şam’a gitmek ister misin Müslümanlar orada azaldı. Düşman ise, azgın bir şekilde saldırmaktadır. Umulur ki, savaştan kaçma günahını telafi edersin” dedi. O da
“Hayır! Şam’a gitmem. Ancak kaçtığım memlekete giderim. Benim başıma bunu getiren düşmana karşı savaşırım” dedi. Ve Kadisiye’ye gitti, orada şehid oldu.[1]
[1] İbn Sa’d, III/300
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/36
Cihada Gitmek İsteyenlere Silah ve Malzeme Yardımında Bulunmak; Hz. Peygamber’in Savaşa Gitmediği Zaman Silahını Usame veya Ali’ye Vermesi:
– Hz. Peygamber harbe gitmediği zaman silahını Ali’ye veya Usame’ye verirdi.[1]
[1] Heysemi, V/283 (İmam Ahmed ve Tabarani’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/36
Cihada Gitmek İsteyenlere Silah ve Malzeme Yardımında Bulunmak; Hz. Peygamber’in Savaşa Gitmediği Zaman Silahını Usame veya Ali’ye Vermesi:
– Hz. Peygamber harbe gitmediği zaman silahını Ali’ye veya Usame’ye verirdi.[1]
[1] Heysemi, V/283 (İmam Ahmed ve Tabarani’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/36
Ensar’dan Bir Adamın Hastalanınca Silahını Başkasına Vermesi
– Eslem kabilesinden bir genç Hz. Peygamber’e gelerek
“Ey Allah’ın Rasûlü! Cihada gitmek istiyorum, fakat malım yoktur ki tedbirimi göreyim” dedi. Hz. Peygamber ona
“Ensar’dan falan zata git. O hazırlanmış ve hasta olmuştur. Ona ‘Peygamber sana selam ediyor. Silahlarını sana versin’ diyor” dedi. Genç gidip Hz. Peygamber’in emrini ona söyledi. Adam karısına
“Hazırladıklarımı getir bu gence ver. Sakın onlardan bir şeyi vermemezlik etme, eğer böyle yaparsan, onların sana hiçbir hayrı olmaz” dedi.[1]
[1] Ebu Davud; Müslim, II/137; Beyhaki, II/90 (Enes’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/36-37
Savaşa Gitmek isteyene Yardım Edecek Kimseyi Tavsiye Etmek
– Bir kişi Hz. Peygamber’e geldi ve
“Bineğim yorulduğu için beni taşıyamıyor. Bana bir binek ver” dedi. Hz. Peygamber
“Benim yanımda yok!” deyince, bir kişi
“Ey Allah’ın Rasûlü! Ben ona bir binecek verecek birisini göstereyim mi ” dedi. Hz. Peygamber
“Kim bir hayırlı işin yapılmasına rehberlik ederse, o hayrı yapanın ecri kadar Allah ona da ecir verir” buyurdu.[1]
[1] Müslim, II/137 (Ebu Mes’ud el-Ensari’den); Beyhaki, IX/28
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/37
Hz. Peygamber’in Sahabeleri Savaşa Gitmek isteyenlere Yardıma Teşvik Etmesi
– Cabir b. Abdullah şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber savaşa gitmek istediğinde “Ey muhacir ve ensar! Sizin kardeşlerinizden bir kısmı vardır ki, onların ne malı, ne de yardım edecek akrabaları vardır. Her biriniz onlardan iki veya üç kişiyi yanına alsın. Çünkü hiçbirimiz, onlardan daha çok binme hakkına sahip değildir” dedi. Bunun üzerine ben iki veya üç kişiyi yanıma aldım. Ben ne kadar biniyorsam, her birini de o kadar bindiriyordum.[1]
[1] Beyhaki, IX/127; Hakim, II/90
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/37
Ensar’dan Bir Kişinin Vasile b. Eska’a Yardım Etmesi
– Vasile b. Eska şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber Tebuk savaşı için tellâl çağırttı. Ben eve gidip tekrar geri döndüm. Sahabîlerin öncüleri çıkmıştı. Medine’de dolaşıp
“Kim beni bindirirse, savaşta ele geçirilecek ganimetten bana düşecek payı ona vereceğim” dedim. Ensar’dan bir ihtiyar
“Biz onu sıra ile bineğimize bindiririz. Yemeği de benim üzerime olsun. Onun payı benim olsun” dedi. Ben de
“Evet” dedim. Onunla beraber yola çıktım ve dönünceye kadar onun çok iyi bir arkadaş olduğunu gördüm. Savaş sonunda elimize birçok ganimet geçti. Bana birkaç genç deve düştü. Onları sürdüm ve ensardan olan o zâta götürdüm. İhtiyar develerden birinin terkisine bindi. Önden ve arkadan develere baktıktan sonra
‘Ey kardeşimin oğlu, develerin sana mübarek olsun. Bana vermeni şart koştuğum, ganimetteki payın değildir” dedi.[1]
[1] Beyhaki, IX/28
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/37-38
Abdullah’ın Savaşanlara Yardım Etme Hususundaki Sözleri
– Allah yolunda savaşan bir kimseye bir kamçı vermek, benim için her yıl hacca gitmekten daha sevimli gelir.[1]
[1] Heysemi, IV/284 (Taberani, Abdullah’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/38
Ücretle Cihada Gitmek
– Avf b. Mâlik şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber beni bir askeri birlikle gönderdi. Bir kişi bana
“Eğer ganimetten bana bir pay verirsen seninle beraber gelirim!” dedi. Sonra “Elinize ganimet geçecek mi geçmeyecek mi bilemiyorum. Bana bir ücret verirsen gelirim” dedi.
Ben ona üç dinar ücret verdim. Böylece gazaya gittik, ganimet elde ettik. Hz. Peygamber’den onun durumunu sordum. Hz. Peygamber
“Onun dünyasında da ahiretinde de bu üç dinardan başka bir şeyin senin olduğunu görmüyorum” dedi.[1]
[1] Heysemi, V/323 (Taberani’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/38
Ya’lâ b. Münye ile Bir Adamın Kıssası
– Ya’lâ b. Münye şöyle anlatıyor: Allah’ın Rasûlü bana gazveye gitme izni verdi. İhtiyar ve yaşlı idim. Hizmetkârım yoktu. Ücretli birisini aradım. Ona ücret verecektim. Bir kişi buldum. Savaşa gitme zamanı yaklaşınca bana geldi
“Payların ne olduğunu bilmem. Payın nereye kadar çıkacağını da bilmem. İster ganimet payı olsun isterse olmasın, bana belli bir şey tayin et” dedi. Böylece ben ona üç dinar tayin ettim. Ganimeti paylaşmak zamanı gelince ona bir pay vermek istedim. Fakat üç dinar tayin ettiğimi hatırladım. Peygamber’e gittim ve ona durumu arzettim. Hz. Peygamber
“Onun bu gazvesinde, dünyada -zannederim ki peygamber ahiret tabirini de kullandı- ancak tayin edilen bu üç dinardan başka kazancı yoktur” buyurdu.[1]
[1] Beyhaki, VI/331 (Abdullah b. Deylemi yoluyla)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/38
Savaşa Gitmeyip Yerine Adam Göndermek
– Sa’d’ın kızı Meymune Hz. Peygamber’e,
“Ey Allah’ın Rasûlü! Savaşa gitmeyip de para vererek başkasını savaşa gönderen hakkında bana fetva ver. Ecir onun mudur, yoksa gidenin midir ” diye sordu. Hz. Peygamber,
“O malının ecrini alır, giden de niyetine göre ecrini alır” buyurdu.[1]
[1] Heysemi, V/323 (Taberani’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/39
Kendi Yerine Başkasını Savaşa Göndermek Bu Hususta Bir Adamın Hz. Ali ile Olan Kıssası
– Bir kişi Hz. Ali’ye geldi. Kendi yerine oğlunu getirdi, savaşa göndermek istedi. Hz. Ali ona, “Bir yaşlının fikri benim katımda bir gencin savaşa katılmasından daha sevimlidir” dedi.[1]
[1] Kenzü’l-Ummal, III/164 (Ali b. Rabia el-Esedi yoluyla)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/39
Savaşa Gitmek İçin Dilenenlerin Kınanması
– Kuvvetli bir genç mescide girdi. Elinde geniş ağızlı oklar vardı.
“Allah yolunda kim bana yardımcı olur ” diyerek mal istiyordu. Hz. Ömer onu çağırdı ve
“Bu kişiyi benden ücretle alıp götüren ve çalıştırmak isteyen kimse var mıdır ” diye sordu. Ensar’dan bir kişi,
“Ey müminlerin emiri! Ben onu ücretle çalıştırmak istiyorum” dedi. Hz. Ömer,
“Ona ne kadar vereceksin ” deyince adam,
“Şu kadar, şu kadar para vereceğim” dedi. Hz. Ömer,
“Onu götür ve çalıştır” dedi. Adam onu alıp götürdü. Bir kaç ay sonra Ömer adama,
“O genç ne yapıyor ” diye sordu. Adam,
“Dürüst ve çalışkan bir gençtir” dedi. Hz. Ömer,
“Kazandıklarıyla beraber onu bana getir” dedi. Adam gençle beraber para dolu bir kese getirdi. Ömer gence,
“Al paranı, şimdi istersen savaşa git, istersen otur” dedi.[1]
[1] Kenzü’l-Ummal, II/217 (Beyhaki’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/39
Cihad İçin Borçlanmak, Ashabın Bunu Hz. Peygamber’e Sorması ve Onun Cevabı
– Bir kişi İbn Mes’ud’a gelerek,
“Sen Hz. Peygamber’den atlar hakkında bir şey söylediğini işittin mi ” diye sordu. İbn Mes’ud,
“Evet, işittim”. Hz. Peygamber “Atın alnında kıyamet gününe kadar hayr bağlıdır. Atları namına ve hesabına satın alın ve Allah’ın namına ve hesabına borçlanın” dedi. Hz. Peygamber’e,
“Allah’ın namına ve hesabına nasıl alacağı ve Allah’ın üzerine nasıl borç yapacağız ” dediler. Hz. Peygamber,
“satıcıya parasını, ganimetteki hissenizi alırsak vereceğiz. Borcumuzu da Allah bize bir fetih müyesser ederse ödeyeceğiz deyin” buyurdu, dedi.[1]
[1] Heysemi, V/280 (Ebu Ya’la, İbn Mes’ud’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/39-40
Hz. Peygamber’in Cihada Gidenleri Uğurlamak İçin Yürümesi ve Onlara Dua Etmesi
– Hz. Peygamber, sahabîlerden bir kaç kişiyi Ka’b b. Eşref’i öldürmek üzere gönderirken onlarla beraber, “Bakıyu’l-Gargad”a kadar yürüdü ve onlara “Allah’ın adıyla gidiniz. Yarab, onlara yardımcı ol” diye dua etti.[1]
– Abdullah b. Yezid bir yemeğe çağrıldı. Geldiğinde, ‘Hz. Peygamber bir askeri birliği uğurlarken, “Sizin dininizi, emanetlerinizi, amellerinizin sonuçlarını Allah’a emanet ediyor ve dua ediyorum, buyurdu” dedi.[2]
[1] Hakim, II/98 (İbn Abbas’dan)
[2] Müslim, II/97 (Muhammed b. Ka’b el-Kurazi’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/40
Hz. Ebubekir’in Usame Kumandasındaki Orduyu Uğurlaması
– Ebu Bekir, Usame ile beraber ordu karargahına geldi. Onlara hareket emrini verip onların yanında yaya olarak yürümeye başladı. Halifenin bineğini Abdurrahman b. Avf çekiyordu. Usame b. Zeyd,
“Ey Rasûlullah’ın halifesi! Ya sen bineceksin veya ben ineceğim” dedi. O da,
“Yemin olsun ki, ne ben binerim, ne de sen inersin. Benim ayaklarım Allah yolunda bir saat tozlanırsa bana ne olur Çünkü gazi bir kimsenin her attığı adımda yedi yüz hasene yazılır. Derecesi yedi yüz derece yükselir. Yedi yüz günahı da silinir” dedi. Ebubekir son noktaya gelinceye kadar bu hal üzerinde idi. Son noktada Usame’ye hitaben,
“Eğer Ömer b. Hattab’ı bana yardımcı olarak bırakmayı uygun görürsen bunu yap” dedi. Usame Hz. Ömer’in kalmasına izin verdi.[1]
– Hz. Ebubekir, Şam’a dört ordu gönderdi. Ordulardan birinin kumandanı olan Yezid b. Ebî Süfyan’ı uğurlarken yaya olarak yürüyordu. Yezid b. Ebu Süfyan, Hz. Ebubekir’e,
‘Ya sen bineceksin, ya da ben ineceğim” dedi. Ebubekir,
“Sen inmeyeceksin. ben de binmeyeceğim! Ben şu adımlarımı Allah yolunda atılmış adımlar olarak sayıyorum” dedi.[2]
– Hz. Ebubekir bir askeri birliği uğurladığında onlarla beraber yaya olarak yürüdü ve
“Hamd o Allah’a olsun, bizim ayaklarımızı Allah yolunda tozlu kıldı!” dedi. Ona,
“Bu nasıl olur Nasıl ayaklarımız tozlandı Halbuki biz onları uğurladık!” denildi. Ebubekir,
“Biz onları teçhiz ettik, uğurladık. Onlara dua ettik. işte bunlar Allah yolunda atılan adımlardır” dedi.[3]
[1] Kenzü’l-Ummal, V/314 (İbn Asakir’den Seyf yoluyla)
[2] Kenz, II/295 (İmam Malik’den). Beyhaki de aynı anlamda Salih b. Keysan’dan)
[3] Beyhaki, IX/173 (Cabir el-Ber’ini’den); Kenz, II/288 (Beyhaki’den) İbn Ebi Şeybe de rivayet etmiştir.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/40-41
İbn Ömer’in Savaşa Gidenleri Uğurlaması ve Onlara Dua Etmesi
– Arkadaşımla savaşa çıkıyorduk. Abdullah b. Ömer bizi uğurladı. Bizden ayrılmak istediğinde, “İkinize verecek bir şeyim yok. Fakat Hz. Peygamber’den dinledim: “Allah’a bir şeyi emanet bırakırsan Allah onu korur. Ben de ikinizin emanetini ve amellerinizin sonuçlarını Allah’a emanet ediyorum” dedi.[1]
[1] Beyhaki, IX/173(Mücahid’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/41
Savaştan Dönenleri Karşılamak; Ashab Tebük Seferinden Döndüğünde, Halkın Medine’den Çıkarak Onları Karşılaması
– Sâib b. Yezid anlatıyor: Hz. Peygamber, Tebük gazvesinden Medine’ye dönünce halk onu karşıladı. Ben de çocuklarla beraber Seniyetü’I-Veda denilen yerde Hz. Peygamber’e rastladım.[1]
– Hz. Peygamber, Tebük’ten gelince halk Seniyetü’l-Veda’da onu karşılamaya çıktı. Ben de küçücük bir çocuk olarak halkla beraber çıkarak onu karşıladım.[2]
[1] Ebu Davud
[2] Beyhaki, IX/175 (Saib b. Yezid’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/41
Ramazan Ayında Savaşa Gitmek
– Hz. Peygamber’le beraber Bedir savaşına ve Mekke’nin fethine ramazan ayında çıktık.[1]
– Hz. Peygamber ile beraber ramazan ayında iki gazve yaptık. Birisi Bedir, diğeri Mekke’nin fethidir. İkisinde de oruçlarımızı yedik.[2]
– Bedir’e katılanlar 313 kişiydi. Muhacirler o gün 76 kişiydi. Bedir gazvesinde müşrikler ramazanın on yedisine rastlayan cuma günü mağlup oldular.[3]
– Bedir’deki sahabîler üç yüz küsür idi. Ensar 236 kişiydi. Muhacirlerin bayrağı Hz. Ali’nin elindeydi.[4]
– Hz. Peygamber Mekke’nin fethine ramazanın onunda çıktı. Ebu Ruhm Külsüm b. Hüseyin b. Utbe b. Halef el-Gıfârî’yi Medine’de vekil olarak bıraktı. Hz. Peygamber ve beraberindekiler oruçlu idiler Hz. Peygamber, Kudeyd[5] denilen yere varınca, orucunu bozdu. Sonra yola devam ederek, beraberindeki on bin askerle beraber “Merrû’z-Zahrân”a vardı.[6]
– Hz. Peygamber, fetih senesi Ramazan ayında çıktı. Kudeyd’e varıncaya kadar oruçluydu. O sırada güneş tam tepeye gelmişti. Ashab o kadar susamıştı ki, boyunlarını suya doğru uzatıyorlardı. Hz. Peygamber bir tas su istedi ve herkesin görmesi için elinde tuttu. Sonra içti. Onu gören ashab da içtiler.[7]
[1] el-Fetih, IV/131 (Tirmizi, Hz. Ömer’den)
[2] Kenz, IV/329 (İmam Ahmed ve İbn Sa’d, Hz. Ömer’den)
[3] Bidaye, III/269 (İmam Ahmed, İbn Abbas’dan)
[4] Bezzar; Heysemi, V/93 (Taberani’den)
[5] Kudeyd, Usfan ile Emec arasında bir suyun adıdır.
[6] İbn İshak, Bidaye, IV/285 (Buhari’den); Heysemi, VI/167 (Taberani’den)
[7] Cem’ül-Fevaid, I/159 (Abdurrezzak’dan); Kenzü’l-Ummal, IV/330, Bu hadisi Müslim, Tirmizi, Nesai ve İmam Malik de İbn Abbas’dan rivayet etmiştir.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/41-42
Savaşa Gidenlerin İsminin Yazılması
– Hz. Peygamber,
“Herhangi bir erkek bir kadınla tenha yerde durmasın. Herhangi bir kadın yanında mahremi olmaksızın sefere çıkmasın” dedi. Bunun üzerine bir kişi ayağa kalkarak,
“Ey Allah’ın Resûlü, benim ismim falan savaş için yazıldı. Hanımım da tek başına hacca gitti (Ne buyuruyorsunuz)” dedi. Hz. Peygamber,
“Git, hanımınla beraber hac yap!” dedi.[1]
[1] Buhari (İbn Abbas’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/42
Seferden Dönünce Namaz Kılmak ve Yemek Vermek Hz. Peygamber’in Seferden Geldiğinde Namaz Kılması
– Hz. Peygamber kuşluk zamanı seferden dönünce Mescide girdi, iki rekât namaz kıldı. Hz. Peygamber seferden döndüğü zaman namaz kılmadan oturmazdı.[1]
– Bu hadisi Cabir bin Abdullah’tan da Buharî rivayet etmiştir. Cabir b. Abdullah anlatıyor: “Peygamberle beraber bir seferdeydim. Medine’ye döndüğümüzde bana; “Mescide gir, iki rekât namaz kıl!” dedi.[2]
[1] Buhari (Ka’b’dan)
[2] Buhari (Cabir b. Abdullah’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/42-43
Seferden Dönerken Halk İçin Sığır Kesmek
– Hz. Peygamber, Medine’ye döndüğünde bir deve veya bir sığır kesti.[1]
– Cabir b. Abdullah şöyle anlatıyor: “Hz. Peygamber benden bir okka, bir dirhem veya iki dirhem ile bir deve satın aldı. Sırar denilen suyun başına geldik. Bu su Medine yakınlarındadır. Hz. Peygamber bir deve kesilmesini emretti ve deve kesildi. Etini yedikten sonra Medine’ye geldik. Hz. Peygamber bana Mescid’e girip iki rekât namaz kılmamı emretti. Sonra devemin parasını tartarak bana verdi.[2]
[1] Buhari (Cabir b. Abdullah’dan)
[2] Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/43
KADINLARIN CİHADA GİTMELERİ
Hz. Aişe’nin Benî Mustalık Seferine Katılması
– Hz. Aişe şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber bir sefere çıktığında kadınları arasında kura çekerdi. Hangisinin kurası çıkarsa onu beraberinde götürürdü. Beni Mustalık gezvesi olduğunda yine kadınları arasında kura çekti. Bu sefer kura bana çıktı. Hz. Peygamber beni beraberinde sefere götürdü.
Kadınlar o zaman ancak ölmeyecek kadar yerlerdi. Şişmanlamazlardı. Ağırlaşmazlardı. Ben devemin sırtına bindirildiğim zaman hevdecimde oturuyordum. Sonra devemi iplemekle görevli olan kişiler geliyor, beni alıyor ve hevdecin altını tutarak kaldırıyorlar, devenin sırtına koyup iplerle bağlıyorlardı. Sonra devenin başını tutarak çekiyorlardı. Hz. Peygamber seferini bitirdikten sonra dönüş emrini verdi. Geldik, Medine’nin yakınında bir yerde konakladık. Gecenin bir kısmını orada geçirdik. Sonra tekrar hareket emrini verdi. Ben de ihtiyacımı defetmek için çıktım. Boynumda Yemen’den getirtilen bir gerdanlık vardı. İşim bittikten sonra gerdanlık boynumdan koptu. Fakat bunu bilmiyordum. Hevdecin yanına vardığımda boynumdaki gerdanlığı aradım, bulamadım. Halk da hareket etmeye başlamıştı. Daha önce gittiğim yere tekrar giderek onu aradım ve buldum: Devemi yükleyenler ben hevdecin içinde değilken hevdeci deveye yüklemişler. Ben zayıf bir kadın olduğum için hevdecin içinde olmadığımı farkedememişler. Deveyi çekip götürmüşler. Ben ordugaha geldim, baktım ki orada hiç kimse kalmamış. Böylece cilbabıma sarıldım, sonra uzandım. Biliyordum ki, beni hevdecin içinde bulamayınca geri dönecekler. Vallahi, ben orada daha yeni uzanmışken baktım ki, Saffan b. Muattal es-Sülemî arkadan geliyor. Bu zat bir takım ihtiyaçları için ordudan geri kalmıştı. Halkla beraber konaklamamıştı. Benim karaltımı görünce yönelip yanıma geldi. Örtünme emri gelmeden önce beni tanıyordu.
“Biz Allah içiniz ve Allah’adöneceğiz. Bu peygamberin hanımıdır” dedi. Ben de elbiseme bürünmüş bir haldeydim. Bana,
“Allah sana merhamet etsin! Seni geride bıraktıran nedir ” diye sordu. Ben onunla konuşmadım. Sonra deveyi bana yaklaştırdı. Deveye binmemi söyledi. Kendisi de uzaklaştı. Deveye bindim. O da devenin başından tuttu, süratle orduya yetişmek istedi. Ve and olsun biz orduya yetiştik. Sabaha kadar da kimse beni aramamıştı. Halk konaklamıştı. İstirahate çekildiklerinde, devenin başını çekerek, beni orduya getirmişti. İşte o zaman halk söylediklerini söyledi, iftira ehli ve ordu çalkalandı. Yemin ederim ki, ben bu hadiseden hiç bir şeyi o zaman bilmiyordum. Sonra Medine’ye geldim. Az bir zaman sonra şiddetli bir şekilde hastalandım ve bana hadiseden hiçbir şey yetişmiyordu. Hadise Hz. Peygamber’e, anneme ve babama ulaştırılmıştı. Onlar bana ne az ve ne de çok hiçbir şey söylemiyordu. Ancak ben Hz. Peygamber’in bana karşı olan bazı lütuflarından ötürü durumumda şüpheye düştüm. Ben daha önce hasta düştüğümde bana merhamet eder, lütufkâr olurdu. Fakat bu sefer bana bunu göstermedi. Bu beni biraz şüpheye düşürmüştü. Benim yanıma girdiğinde annem bana bakıyordu.
“Sizin kızınız nasıldır ” diye soruyor ve başka bir şey de söylemiyordu. Bu ilgisizlikten canım sıkıldı ve
“Ey Allah’ın Rasûlü! Bana izin ver de annemin evine gideyim, annem bana baksın” dedim. O da,
“Gidebilirsin” dedi. Ben annemin yanına vardım. Fakat yine de hadiseden haberdar değildim. Ta ki yirmi küsur gün sonra biraz iyileştim. Biz Arap bir kavim olduğumuz için evlerimizde tuvaletler yoktu. Acemlerin evlerinde olan tuvaletlerden, koku yapar diye nefret ederdik. Biz geceleri sahraya çıkar defi hâcet yapardık. Bir gece defî hacet için dışarı çıkmıştım. Yanımda Ebu Ruhm b. Muttalib’in kızı Ümmü Mustah da vardı. Eteğine basıp düştü ve oğlu Mıstah’a beddûa etti. Ona,
“Çok kötü bir şey söyledin. Hicret edip Bedir’e katılmış bir sahabîye nasıl beddua edersin” dedim. O da bana,
“Ey Ebubekir’in kızı, Mıstah’ın senin hakkında söylediklerinden haberin yok mu ” dedi.
“Neler söylüyor” dedim. Bana iftiracıların bütün söylediklerini anlattı. Artık ihtiyacımı gidermeye muktedir olamadım. Ve döndüm. Durmadan ağladım. Zannettim ki, ağlamak ciğerimi parçalayacaktır. Anneme,
“Allah seni affetsin. Halk söylediklerini söylemiş, sen bana hiçbir şey söylemiyorsun” dedim. Annem,
“Ey kızım! Bu kadar üzülme. Senin gibi kocası tarafından sevilen ve ortakları olan güzel kadınlar için böyle şeyler söylenir. Bu tür şeyler her zaman olmuştur” dedi. Benim haberim yok. Hz. Peygamber Müslümanlara bir hutbe okumuş, hutbesinde Allah’a hamdettikten sonra,
“Ey insanlar, bazı kimselere ne oluyor ki, bana ailem hakkında eziyet ediyorlar, beni üzüyorlar. Ve onların aleyhinde hak olmayan şeyler söylüyorlar. Allah’a yemin ederim ki, onlardan ancak hayr gördüm. Ve bunu bir kişi için söylüyorlar ki, ondan haydan başkasını görmediğime yemin ederim. O benim evlerimden herhangi birisine ancak benimle beraber girebilir!” demiş.
Bu iftiranın kaynağı Abdullah b. Ubeyy b. Selül’dü. Ve ona Hazrec’ten bazı kişiler de yardım ediyorlardı. Muhacirlerden ise Mıstah ve Cahş’ın kızı Hamme vardı. Hamme’nin benim aleyhimde böyle bir iftiraya katılması, kızkardeşi Zeyneb binti Cahş ile kuma olduğumuz içindi. Zeyneb benimle rekabet halindeydi. Buna rağmen Zeyneb benim hakkımda iyilikten başka bir şey söylememişti. Allah onu bundan korumuştu. Fakat kızkardeşi Hamme, dedikoducuların safında yer almıştı. Bunu da kızkardeşinin kuması olduğum için yapmıştı. Hz. Peygamber hutbesini bitirince Evs kabilesinden Useyd b. Hudayr kalkıp,
“Ey Allah’ın Resûlü! Eğer bu kişiler Evs’ten ise biz onların hakkından geliriz. Eğer bizim kardeşlerimiz Hazreç’ten iseler bize emret, emrinizi tatbik ederiz. Allah’a yemin ederim ki, bunlar boyunlarının vurulmasını haketmiş bir gruptur” demiş. Bunun üzerine Sa’d b. Ubade ayağa kalkmış, -Daha önce salih bir kişi olarak görülüyordu- Useyd b. Hudayr’a,
“Allah’ın hayatıyla yemin ederim ki, sen yalan söylüyorsun. Onların boyunlarını vuramazsın. Vallahi sen bu sözü onların Hazreç’ten olduklarını bildiğin için söyledin. Senin kavminden olsalardı bu sözü söylemezdin” demiş. Useyd b. Hudayr, Sa’d’a hitaben,
“Vallahi sen yalan söylüyorsun! sen münafıksın ve münafıkları müdafâa ediyorsun” demiş. Bunun üzerine halk ayağa kalkıp nerdeyse birbirlerine girecekmiş. Fakat Hz. Peygamber onları yatıştırmış. Sonra Ali b. Ebî Talib ile Usame b. Zeyd’i çağırarak onlara fikirlerini sormuş. Usame,
“Ey Allah’ın Resûlü, biz ailende hayırdan başka bir şey görmedik. Bu asılsız bir iftiradır” demiş. Ali b. Ebî Talib ise,
“Ey Allah’ın Resûlü, kadın mı yok. Onun yerine başkasını bulabilirsin. Yine de durumu hizmetçiye sor. O daha iyi bilir” demiş. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Berire’yi çağırarak ona sormuş. Hz. Ali kalkarak ona şiddetli bir tokat vurmuş, peygambere doğrusunu söyle diye onu tehdid etmiş. O da, “Allah’a yemin ederim ki, ben hayrdan başka bir şey bilmem. Aişe’nin herhangi bir kusuru yoktur. Ancak hamur yoğurduğum zaman onu korumasını emrediyordum. O ise yatıyor, koyun gelip hamurunu yiyordu” demiş. Sonra Rasûlullah benim yanıma geldi; anam ve babam yanımdaydılar. Ensar’dan bir de kadın vardı. Ağlıyordum, o kadın da ağlıyordu. Peygamber oturdu. Allah’a hamd u sena ettikten sonra,
“Ey Aişe! Halkın senin kulağına gelen sözleri maalesef cereyan etmektedir. Allah’tan kork. Eğer halkın söyledikleri gibi bir kötülük yapmışsan Allah’a tevbe et. Çünkü Allah tevbeleri kabul eder” dedi. Allah’a yemin ederim ki, Hz. Peygamber bu sözleri bana söylediği anda gözyaşlarım kesildi. Artık ağlamaktan herhangi bir iş bile yapamıyordum. Anam ve babam cevap vereceklerdir diye bekledim. Fakat konuşmadılar. Allah’a yemin ederim, ben kendimi hakkında Kur’an’ın inmesi gibi bir mertebeden çok hakir görüyordum. Hakkımda Kur’an inecektir, bu Kur’an okunacak, onunla namaz kılınacaktır. Ben kendime böyle bir derece vermiyordum. Beklediğim şuydu ki, Hz. Peygamber bir rüya görsün ve benim suçsuz olduğumu anlasın. Çünkü Allah benim suçsuz olduğumu biliyordu. Baktım ki annem ve babam peygambere bir cevap vermiyor, onlara,
“Niçin Rasûlullah’a cevap vermiyorsunuz ” dedim. Onlar,
“Yemin ederiz ki, biz peygambere ne cevap vereceğimizi bilmiyoruz” dediler. Allah’a yemin ederim, o günlerde Ebubekir ailesinin başına gelen felaket gibi bir felaket herhangi bir aileye gelmemişti. Anam ve babam sükût ettiklerinde göz yaşlarımı dökerek,
“Allah’a yemin ederim, senin söylediğinden ötürü hiç bir zaman Allah’a tevbe etmeyeceğim. Biliyorum ki, halkın sözlerini ikrâr eder, evet, öyledir dersem -ki, Allah da benim bu işten beri olduğumu biliyor- o zaman olmayan bir iftirayı yapmış olurum. Eğer onların sözlerinin yanlış olduğunu söylersem, siz beni tasdik etmeyeceksiniz” dedikten sonra Hz. Yâkub’un adını hatırlamaya çalıştım. Fakat hatırlayamadığım için,
“Ben Yusuf’un babasının dediği gibi derim. “Bana düşen güzel bir sabırdır. Söylediklerinize karşı yardımına sığınılacak ancak Allah’tır” (Yusuf: 12/18) dedim.
Yemin ederim ki, Hz. Peygamber daha yerinden kalkmadan onu kaplayan vahiy hali yüzünde belirdi. Bunun üzerine elbisesi yüzüne örtüldü ve deriden yapılmış bir yastık başının altına konuldu. Ben bu durumu gördüğüm zaman Allah’a yemin ederim ne korktum ne de önemsedim. Biliyordum ki, ben temizim ve Allah da bana zulmetmez. Anam ve babama gelince, Aişe’nin nefsini elinde tutan Allah’a yemin ederim, Hz. Peygamber’den vahy kesilinceye kadar zannettim ki ikisinin de korkudan canları çıkacaktır. Korktukları Allah’ın insanların dediklerini tasdik etmesiydi. Sonra Hz. Peygamber’den vahy kesildi. Soğuk bir gün olmasına rağmen alnından inci taneleri gibi terler boşandı. Hem alnının terini siliyor, hem de,
“Ey Aişe! Müjde Allah senin beratını indirdi” dedi. Ben de,
“Hamd Allah’a mahsustur” dedim. Sonra Hz. Peygamber halkın arasına çıktı. Onlara bir hutbe irad etti ve Allah’ın benim hakkımda indirmiş olduğu Kur’an’ı okudu. Sonra emretti, Mıstah b. Usase, Hasan b. Sabit ve Hamne binti Cahş’ı getirdiler. Onlar iftirayı açıkça ifade etmişlerdi. Onlara had vuruldu.[1]
– Hz. Aişe şöyle anlatıyor: Annem bana,
“Ey Aişe! Kalk, peygambere git” dedi. Ben de,
“Yemin ederim ki, ben ona gitmem. Allah’tan başka kimseye de hamd etmem. O Allah ki, benim berâatimi indirmiştir” dedim. O ayetler Nur: 24/11-20 ayetleridir Mıstah hem fakir, hem de babamın akrabasıydı. Babam ona yardım ederdi. Fakat bu ayetler inince babam, “Allah’a yemin ederim ki, ona yardımda bulunmayacağım” dedi. Bunun üzerine Allah, “Bir de içinizden fazilet ve servet sahibi olanlar, akrabalara, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere bir şey vermelerinde kusur etmesinler. Affetsinler, bağışlasınlar. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir” (Nur: 24/22) ayetini indirdi. Babam,
“Evet!.. Ey Rabbim! Ben isterim, Allah beni affetsin” dedi. Ve daha önce Mıstah’â vermekte olduğu nafakayı vermeye devam etti ve “Yemin ederim, bu nafakayı ondan artık hiçbir zaman kesmeyeceğim” dedi.[2]
[1] İbn İshak, Bidaye, IV/160, bu hadisi Buhari ve Müslim de rivayet etmiştir.
[2] Tefsiri İbn Kesir, III/270; Mecma’, IX/232 (Taberani’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/45-49
Benî Ğıfar’dan Bir Kadının Hz. Peygamberle Sefere Çıkması
– Benî Ğıfar’dan bir kadın şöyle anlatıyor: Benî Ğıfar kabilesi kadınlarından bazılarıyla Hz. Peygamber’e gittik ve
“Ey Allah’ın Resûlü! Biz seninle beraber Hayber seferine iştirak etmek istiyoruz. Yaralıları tedavi eder, Müslümanlara gücümüz yettiğince yardımcı oluruz” dedik. Hz. Peygamber,
“Allah’ın bereketi üzerinize olsun” dedi. Bunun üzerine biz peygamberle beraber çıktık. Ben daha gencecik bir kızdım. Hz. Peygamber beni terkisine aldı. Hz. Peygamber sabah nâmazına indi, devesini çöktürdü. Ben de onun yükünün terkisinden indim. Baktım terkiye benden kan bulaşmıştır. Bu, ilk gördüğüm hayızdı. Böylece ben devenin yanına sığındım ve utandım. Hz. Peygamber benim utangaçlığımı ve oradaki kanı da görünce,
“Sana ne oldu Herhalde sen hayz gördün ” dedi. Ben,
“Evet, ya Rasûlallah” dedim. Hz. Peygamber,
“Git, evvela kendini temizle. Sonra bir kap su getir. Onun içerisine biraz tuz dök. Sonra terkiye bulaşmış kanı sil. Sonra tekrar bin!” buyurdu. Allah, Hayber’in fethini nasip ettikten sonra Hz. Peygamber ganimetten bize de bir pay verdi. Ama az bir paydı. Boynumdaki şu gerdanlığı da peygamber ganimetten alarak bana verdi ve kendi eliyle boynuma taktı. Yemin ederim ki, bu gerdanlık ebediyyen boynumdan çıkmayacaktır.
Gerdanlık onun boynunda ölünceye kadar kaldı. Sonra vasiyet etti ki, gerdanlık kendisiyle beraber kabre konulsun. Hayız kanından temizlenmek istediği zaman suya tuz atıyordu. Vefat edeceği zaman da, “Benim yıkanma suyuma tuz katınız” buyurdu.[1]
[1] Bidaye, IV/204 (İbn İshak’tan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/49
Seferde Keçileri Kaybolan Bir Kadının Kıssası
– Tufava kabilesinden bir kişinin yolu yanımızdan geçtiği için, bize gelip bir şeyler anlatıyordu. Bize, “Kabilemizden bir kafile Medine’ye gittik. Eşyamızı sattıktan sonra ben,
“Şu adama (Hz. Peygamber’e) gideyim de ondan duyduklarımı kabileye anlatayım” deyip Hz. Peygamber’e gittim. Hz. Peygamber bana bir evi gösterip,
“Bu evin sahibi bir kadındır. Geçenlerde bir sefere gitmişti. Döndüğünde keçilerinden bir kaçıyla dolabının kaybolduğunu gördü ve “Ey Allah’ım, senin yolunda cihada çıkanlara, mallarını koruyacağını vadettiğin halde benim keçilerimle dolabımı korumamışsın. Malımı olduğu gibi isterim” dedi. Sabahladığında hem keçilerini, hem dolabını olduğu gibi buldu. istersen kadına kendin sor” dedi. Ben de,
“Sana inanıyorum” dedim.[1]
[1] Heysemi, V/277 (İmam Ahmed’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/50
Enes’in Teyzesi Melhan Kızı Ümmü Haram’ın Sefere Çıkması
– Hz. Peygamber Ümmü Haram’ın evinde yatıyordu. Birden kalkarak güldü. Ümmü Haram,
“Ey Allah’ın Rasûlü! Niçin gülüyorsun ” dedi. Hz. Peygamber,
“Benim ümmetimden bir kavim Akdeniz’e inecek, Allah yolunda cihada gidecektir. Onların manzarası tahtı üzerindeki kral manzarası gibidir” dedi. Kadın,
“Ey Allah’ın Rasûlü! Allah’a yalvar ki, beni onlardan kılsın” dedi. Hz. Peygamber de
“Ey Allah’ım! Ümmü Haram’ı onlardan kıl!” diye dua etti. Sonra Hz. Peygamber tekrar güldü. Ümmü Haram da tekrar sorduğunda Hz. Peygamber daha önceki cevabı verdi. Ümmü Haram,
“Beni onlardan kılması için Allah’a yalvar” dedi. Hz. Peygamber de,
“Sen daha öncekilerdensin, son gelenlerden değilsin” dedi.
Ümmü Haram, Ubade b. Sâmit’le evlendi. Muaviye’nin karısı Kataza kızı ile beraber denize açıldı. Dönüşte bindiği hayvan ürktü. Ümmü Haram düştü ve öldü.[1]
[1] Buhari (Enes’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/50
Kadınların Savaşta Yaptığı Hizmetler; Hastalara, Yaralılara Bakmak ve Su Dağıtmak İçin Kadınların Hz. Peygamber’le Savaşa Gitmeleri
– Hz. Peygamber’in beraberinde ensar kadınları gazveye giderlerdi. Hastalara su verir, yaralıları tedavi ederlerdi.[1]
– Hz. Peygamber, Ümmü Süleym’i beraberinde ensardan kadınlar olduğu halde gazveye götürdü. Onlar su içirir, yaralıları tedavi ederlerdi.[2]
[1] Heysemi, V/324 (Taberani, Ümmü Seleme’den)
[2] Müslim ve Tirmizi (Enes’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/50-51
Rubeyye binti Muavviz, Ümmü Atiyye ve Leylâ el-Ğıfari’nin Savaştaki Hizmetleri
– Biz peygamberle beraber sefere çıkardık. Su dağıtır, yaralıları tedavi eder, ölülerin gömülmesine yardım ederdik.[1]
– Biz peygamberle beraber gazveye gidiyor, gazilere su veriyor, onlara hizmet ediyor, ölüleri defnediyor, yaralıları da Medine’ye götürüyorduk.[2]
– Biz peygamberle beraber yedi savaşa katıldık. Onların eşyalarının arasında kalıyor, onlara yemek yapıyor, yaralıları tedavi ediyor, hasta ve sakatlara da hizmet ediyorduk.[3]
– Peygamberle beraber savaşa çıktım, yaralıları tedavi ettim.[4]
[1] Buhari (Rubeyye binti Muavviz’den)
[2] Buhari
[3] İmam Ahmed, Müslim ve İbn Mace
[4] Heysemi, (Taberani, Leyla el-Ğıfari’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/51
Hz. Âişe, Ümmü Süleym ve Ümmü Sulayt el-Ensariye’nin Uhud Savaşında Yaptığı Hizmetler
– Uhud savaşında halk peygamberi bırakarak kaçtı. Ben Ebubekir’in kızı Aişe’yi ve Ümmü Süleym’i gördüm. İkisi de eteklerini toplamıştı. Eteklerindeki bilezikleri görüyordum. Onlar su veya süt kırbalarını sırtlıyor, sonra yaralıların ağızlarına su veriyorlardı. Sonra onları tekrar dolduruyor, yaralılara tekrar su veriyorlardı.[1]
– Hz. Ömer, Medine kadınlarına yünden yapılmış bir kumaş dağıttı. Güzel bir kumaş kaldı sadece. Yanındakilerden bazıları,
“Ey mü’minlerin emiri! Bunu da Peygamber’in kızına ver!” dediler (Onlar Peygamber’in kızı sözüyle Hz. Ali’nin kızı ve Hz. Ömer’in hanımı Ümmü Gülsüm’ü kastediyorlardı). Hz. Ömer,
“Ümmü Sulayt daha müstahaktır” dedi. Ümmü Sulayt ensar kadınlarındandı ve Peygamber’e biat etmişti. Hz. Ömer,
“O, Uhud gününde bizim kırbalarımızı dikerdi” dedi.[2]
[1] Beyhaki, IX/30 (Buhari, Enes’den). Müslim de rivayet etmiştir.
[2] Kenz, VII/97 (Buhari, Sa’lebe b. Ebi Malik’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/51
Hayber Seferinde Hizmet İçin Kadınların Savaşa Gitmeleri
– Biz peygamberle beraber Hayber[1] seferine çıktık. Hz. Peygamber niçin çıktığımızı bizden sorunca, “Yün eğirmek, yaralıları tedavi etmek, okları gazilere vermek, sögüt denilen şerbeti içirmek için geldik” dedik.[2]
– Kadınlar peygamberle beraber bütün savaşlarda bulundu. Savaşçılara su içiriyor, yaralıları tedavi ediyorlardı.[3]
[1] Me’hazda Huneyn deniliyor. Fakat doğrusu Hayber’dir.
[2] Ebu Davud (Haşrec b. Ziyad yoluyla)
[3] Feth’ul-Bari, VI/51 (Ebu Davud ve Abdurrezzak’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/52
Savaşta Kadınların Bizzat Çarpışması; Ümmü Umare’nin Uhud Savaşında Çarpışması
– Sa’d b. Rebî kızı Ümmü Sa’d şöyle anlatıyor: Ümmü Umare’nin evine gittim. Ona,
“Ey teyze, bana nasıl savaştığını anlat” dedim. Bana,
“Günün evvelinde çıktım, halk ne yapıyor diye baktım. Benim yanımda su dolu bir kırba vardı. Hz. Peygamber’e vardım. Peygamber sahabîlerin arasındaydı. O anda Müslümanlar galip durumdaydı. Müslümanlar kaçtıklarında peygamberin yanına gittim. Orada durup fiilen savaşmaya başladım. Peygambere gelen kılıçları karşılıyor ve yayla ok atıyordum. Ta ki yaralar beni sarsıncaya kadar” dedi. Ben Ümmü Umare’nin omuzunda derin bir yara izi gördüm.
“Bu yarayı sana kim açtı” dedim.
“İbn Kamie denilen kâfir beni yaraladı. Allah onu zelil kılsın. Halk peygamberin etrafından kaçtığında, o, yönelip,
“Muhammed’i bana gösteriniz. Eğer Muhammed bugün kurtulursa ben kurtulmayayım” diyordu. Ben onun önüne çıktım. Yanımda Mus’ab b. Umeyr ve başka sahabiler de vardı. O bu darbeyi bana vurdu. Ben buna karşılık ona bir kaç darbe vurdum. Fakat Allah’ın düşmanının sırtında iki zırh vardı. Darbeler tesir etmedi” dedi.[1]
– Ümmü Sa’d, Uhud gününde müşriklerden bir atlıyı öldürdü.[2]
– Hz. Peygamber, “Uhud günü sağıma baktım Umare’yi gördüm, soluma baktım Umare’yi gördüm. O beni müdafaa etmek için çırpınıp duruyordu” dedi.[3]
– Hz. Ömer’e elbiseler geldi. Onların içinde geniş ve güzel bir fistan vardı. Bazı sahabîler, “Bu fistan çok kıymetlidir. Şu kadar şu kadar para eder. Eğer bunu Abdullah b. Ömer’in hanımı olan Safiye binti Ubeyd’e gönderirsen iyi olur. Çünkü o genç bir kadındır, daha İbn Ömer onunla zifafa da girmemiştir” dediler. Hz. Ömer, “Onu ondan daha layık olana göndereceğim. Ümmü Umare Nuseybe binti Kâ’b’a göndereceğim. Çünkü Hz. Peygamber’in, ‘Ben sağıma baktığımda, soluma baktığımda benim için savaşan Umare’yi görüyordum’ dediğini duydum” dedi.[4]
[1] Bidaye, IV/34 (İbn Hişam’dan). Ayrıca Vakidi de İbn Ebi Sa’sa yoluyla rivayet ediyor.
[2] Vakidi (Umare b. Arebe’den)
[3] İsabe, IV/479 (Vakidi, Hz. Ömer’den)
[4] Kenzü’l-Ummal, VII/98 (İbn Sa’d. Vakidi yoluyla Damre b. Said’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/52-53
Safiye’nin Uhud ve Hendek Savaşlarında Çarpışması
– Safiye Uhud gününde geldi. Halk o sırada kaçmışlardı. Safiye’nin elinde bir mızrak vardı. Onunla düşmanın yüzüne vuruyordu. Hz. Peygamber, Safiye’nin oğlu Zübeyr b. Avvam’a,
“Ey Zübeyr! Bu kadını koru!” dedi.[1]
– Abdulmuttalib’in kızı Safiye, Hasan b. Sâbit’in kalesinde bulunuyordu. Safiye diyor ki, Hasan da bizimle beraber kadın ve çocuklarla kaledeydi. Yahudilerden bir kişi yanımızdan geçti veya kalenin etrafını dolaştı. Beni Kureyza savaşa katılmıştı. Peygamberle aralarındaki anlaşmayı ihlal etmişlerdi. Bizimle onlar arasında kimse de yoktu ki, bizi müdafaa etsin. Müslümanlar düşmanın tam önündeydiler. Oradan bize gelme imkanları, yoktu. Baktım ki, birisi bize geliyor. Ben,
“Ey Hasan, gördüğün gibi bu yahudi kalenin etrafında dolaşıyor. Allah’a yemin ederim ki, ondan emin değilim. Bizim arkamızda bulunan yahudilere bizim zayıf taraflarımızı söyleyebilir. Hz. Peygamber ve sahabiler de savaştadırlar. İn ve bu adamı öldür!” dedim. Hasan,
“Ey Abdulmuttalib’in kızı! Allah seni affetsin. Sen de biliyorsun ki, ben adam öldürecek bir kimse değilim!” dedi. Hasan bunu söyledikten sonra anladım ki, onda iş yok. Bunun üzerine kemerimi şiddetli bir şekilde belime bağladım. Sonra bir direk aldım. Kaleden inerek yahudiye vardım, ona direkle vurdum ve onu öldürdüm. Onu öldürdükten sonra kaleye geldim. Ve,
“Ey Hasan! İn ve onun elbise ve silahlarını al! Ben onu yapardım, fakat o bir erkektir!” dedim. Hasan,
“Ey Abdulmuttalib’in kızı! Onun elbiselerine ihtiyacım yoktur” dedi.[2]
[1] İsabe, IV/439 (İbn Sa’d. Hişam yoluyla)
[2] Bidaye, IV/108 (İbn İsahk’dan). Bunu Beyhaki de (VI/308) Hişam b. Urve yoluyla ve aynı mealde rivayet ederken “Safıyye müşriklerden ilk insanı öldüren kadındır” ilavesi de zikredilir. İsabe, IV/349; Kenz, VII/99; Mecma’, VI/133
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/53-54
Ümmü Süleym’in Huneyn Günü Savaşmak İçin Hançer Taşıması
– Ebu Talha Huneyn gününde Rasûlullah’ın yanına geldi ve
“Ey Allah’ın Rasûlü, Ümmü Süleyme bakar mısın Beraberinde bir hançer vardır!” dedi. Hz. Peygamber,
“Ey Ümmü Süleym! Bu hançeri ne yapacaksın ” diye sordu. O da,
“Birisi bana yaklaştığında bu hançerle ona vurmak istedim” diye cevap verdi.[1]
– Ümmü Süleym Huneyn gününde bir hançer edindi. Hançer beraberindeydi. Ebu Talha gördü ve,
“Ey Allah’ın Resûlü! Bu Ümmü Süleym’dir, beraberinde hançer vardır” dedi. Hz. Peygamber de, Ümmü Süleym’den,
“Bu ne hançeridir ” diye sordu. O da,
“Bunu edindim ki, müşriklerden birisi bana yaklaştığı takdirde onun karnını deşeyim” dedi. Hz. Peygamber de güldü.[2]
[1] Kenzü’l-Ummal, IV/307 (İbn Ebi Şeybe’den); İsabe, IV/461 (İbn Sa’d’dan)
[2] Müslim (Enes’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/54
Esma binti Yezid’in Yermük Gününde Dokuz Kişiyi Öldürmesi
– Esma binti Yezid b. Seken, Muaz b. Cebel’in amcasının kızıydı. Yermük gününde Rumlar’dan dokuz kişiyi çadır direğiyle Öldürdü.[1]
[1] Heysemi, IX/260 (Taberani’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/54
Kadınların Savaşa Katılmalarının Doğru Olmayışı; Hz. Peygamber’in Savaşa Gitmek İsteyen Ümmü Kebşe’ye İzin Vermemesi
– Benî Huzâ boyundan olan Ümmü Kebşe Hz. Peygamber’e,
“Falan falan yere giden askeri birlikle beraber gitmeme izin verir misin ” deyince Hz. Peygamber,
“Hayır!” dedi. Ümmü Kebşe,
“Ey Allah’ın Rasûlü! Ben savaşmak istemiyorum. Ancak yaralı ve hastalara bakmak, onları tedavi etmek ve kendilerine su vermek için izin istiyorum” deyince Hz. Peygamber,
“Eğer bu bir sünnet, bir adet olmasaydı ve filan kadın savaşa çıktı denilmeseydi sana izin verirdim. Fakat evinde otur” buyurdu.[1]
[1] Heysemi, V/323. Taberani bunu el-Kebir ve Esvat isimli kitaplarında nakletmiştir.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/54
Kadınların, Kocalarının Hakkını İtiraf ve Onlara İtâat Etmelerinin Cihada Denk Olması
– Bir hanım Hz. Peygamber’e geldi ve,
“Ey Allah’ın Rasûlü! Ben kadınların sana gönderilen elçisiyim. Şu cihadı Allah erkeklere farz kılmıştır. Eğer zafer kazanırlarsa ecir alırlar, eğer ölürlerse Allah katında diridirler ve rızıklanırlar. Biz kadınlar ise bunların hizmetlerini görüyoruz. Acaba bu işte bizim payımız nedir ” diye sordu. Hz. Peygamber cevap olarak,
“Kadınlardan hangisine rastlarsan ona söyle ki, kocasına itaat etmesi ve onun hakkına hürmet göstermesi erkeklerin cihadına denktir. Fakat siz kadınlardan bu işi yapan pek azdır” buyurdu.[1]
– Başka bir kadın daha gelip Hz. Peygamber’e,
“Ey Allah’ın Resûlü! Ben kadınların sana gönderilen elçisiyim. Bilen veya bilmeyen her kadın sana gelmemi ve bu hususları sormamı istedi. Allah Teâlâ hem erkeklerin, hem de kadınların rabbidir. Sen de hem erkeklere, hem de kadınlara gönderilmiş bir peygambersin. Allah cihadı erkeklerin boynuna farz kılmıştır. Eğer zafer kazanırlarsa ecir alırlar. Şehid olurlarsa rablerinin katında diridirler ve rızıklanırlar. Peki, kadınların amellerinden, hangisi buna denktir ” diye sorunca Hz. Peygamber,
“Kadınların kocalarına itaat etmeleri! Onların haklarını bilmeleri cihada denktir. Fakat sizden bunu yapanlar azdır” buyurdu.[2]
[1] Bezzar (İbn Abbas’dan)
[2] Terğib, III/336 (Bezzar’dan) ve (Taberani farklı şekilde)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/54-55
Çocukların Savaşa Gitmeleri; Uhud Savaşında Bir Çocuğun Yaralanması
– Bir kadın Uhud gününde oğluna kılıcı verdi. Fakat çocuk kılıcı taşıyamıyordu. Onun bileğine kılıcı sırmalarla bağladı, sonra onu Hz. Peygamber’e getirerek,
“Ey Allah’ın Rasûlü! Bu benim oğlumdur, seni müdafaa etmek için savaşmak istiyor” dedi. Hz. Peygamber:
“Ey oğul! Şu şu noktalara hücum et. Ey oğul! Şu şu noktalara hücum et” diyerek çocuğu eğitti. Çocuk yaralandı ve bayıldı. Onu peygambere getirdiler. Hz. Peygamber ona,
“Ey oğul! Yoksa sen korktun mu ” diye sorunca, çocuk,
“Ey Allah’ın Resûlü! Hayır, korkmadım!” cevabını verdi.[1]
[1] Kenzü’l-Ummal, V/277 (İbn Ebi Şeybe’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/55
Umeyr b, Ebî Vakkas’ın Ağlaması ve Hz. Peygamber’in Ona İzin Vermesi
– Sa’d b. Ebî Vakkas şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber, Bedir savaşına katılmak isteyen kardeşim Umeyr’i küçük olduğu için savaştan alıkoydu. Umeyr ağladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber ona izin verdi. Umeyr Bedir savaşına katıldığı zaman yüzünde tek bir tüy vardı. Onun kılıcının kayışını ben bağladım.[1]
[1] Kenz, V/270; Hakim, III/88
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/55-56
Umeyr b. Ebî Vakkas’ın Şehid Olması
Kardeşim Umeyr b. Ebî Vakkas’ı, peygamber bizi teftiş etmezden önce Bedir suyunda gördüm. Gizleniyordu, ben
“Ey kardeşim, niçin gizleniyorsun ” diye sorunca,
“Korkarım ki, Hz. Peygamber beni küçük görür de geri çevirir diye korkuyorum. Halbuki ben çıkmak istiyorum. Umulur ki, Allah bana şehidlik mertebesi verir” dedi. Sonunda o Hz. Peygamber’e gösterildi. Hz. Peygamber onu küçük bularak savaşa katılmasına izin vermedi. O da ağladı. Bunu gören Hz. Peygamber ona izin verdi. Ben onun kılıcının ve kınının iplerini, küçüklüğünden ötürü, bağlıyordum. O on altı yaşında iken şehid düştü.[1]
[1] İsabe, III/135 (İbn Sa’d’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/56