Bütün Peygamberlere iman etmek müslümanlıkta esastır. Lügat manası bakımından peygamber, haber veren kimse demektir. Din teriminde ise, Allah Tealâ´nın kullarına dinlerini bildirmek için görevlendirdiği seçkin insanların her birine “Peygamber” denir. Bu zatlar Yüce Allah´ın birer elçisi demektir. Bunların Allah´ın peygamberleri oldukları, kişiliklerindeki yüksek vasıflardan ve Allah tarafından kendilerine verilen mucizelerden sabit olmuştur.
Mucize
Başkalarının meydana getiremeyeceği olağanüstü şeylerdir. Bir peygamberin gerçek peygamber olduğunu doğrulamak için Yüce Allah o işi peygamberinin eliyle ortaya çıkarır.
Keramet
Bir kısım olağanüstü işlerdir. Yüce Allah´ın kudretiyle veli kulları tarafından meydana getirilir. Bu kerametler de, o velîlerin bağlı bulunduğu peygamber için bir mucize sayılır. Çünkü o peygamber gerçek peygamber olmasaydı, kendisine bağlı olanlardan böyle kerametler ortaya çıkamazdı.
Meunet-İstidraç
Peygamberlik davasına kalkışmayan ve Peygamberin sünneti üzere yürümeyen bazı bayağı kimselerden meydana çıkan ve olağanüstü bir halde görülen birtakım olaylardır ki, o şahsın büyüklüğünü göstermez ve hiç bir zaman keramet ve mucize derecesine varamaz.
Fakat yalan yere peygamberlik davasına kalkışan kimselerin elinden ne mucize, ne keramet ve ne de başka olağanüstü işler çıkar. Böyle yalancı kimselerin mucize veya harika diye meydana koyacakları şeyler, bir göz bağcılıktır veya bazı ilmî kurallara dayanan bir san´at eseridir. Bunların asıl maksadları hemen meydana çıkar. Onların yaptıklarından daha güzelini başkaları da yapabilir.
Yalan yere peygamberlik davasında bulunanların nasıl bir sonuçla karşılaştıkları, yalanlarının nasıl meydana çıktığı tarihlerde bellidir.
Peygambere Nebî de denir. Resul de denir. Bununla beraber yeni bir kitab ve şeriatla bir ümmete gönderilmiş olan zata Resul, başka bir peygamberin şeriatına bağlı olarak gelen peygambere de Nebî denmiştir. Buna Resul veya Mürsel denmez. Nebî isminin çoğulu Enbiya´dır. Resul´ün çoğulu Rusül´dür. Mürsel´in çoğulu´da Mürselîn´dir.
Yüce Allah´ın ilk peygamberi Hazret-i Adem Aleyhisselâm´dır. Son ve en büyük peygamberi de, bizim sevgili peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm´dır. Son peygamber olduğu için peygamber efendimize Hatemu´l-Enbiya (Peygamberlerin sonuncusu) denmiştir. Bu iki peygamber arasında, sayılarını ancak Allah´ın bildiği çok peygamber bulunmuştur. Kur´an´da bu peygamberlerden sadece şu yirmi beş peygamberin adı geçer:
Adem, İdris, Nuh, Hud, Salih, İbrahim, Lût, İsmail, İshak, Yakub, Yusuf, Eyyüb, Şuayb, Musa, Harun, Davud, Süleyman, İlyas, Elyesa, Zülkifl, Yunus, Zekeriyya, Yahya, İsa, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem). Bunlardan başka Kur´an-ı Kerimde adları geçen Üzeyr, Lokman ve Zülkarneyn isimli üç zat daha vardır ki, bunların peygamber veya velî oldukları ihtilâflıdır. Bunların da pek büyük kimseler olduklarında şübhe yoktur. Bu saygı değer peygamberlere ait bilgiyi “Peygamberlerin Siyeri” kısmında bulabilirsiniz.
Peygamberler her türlü güzel sıfatlara sahibdirler. Onlardan herbirinin varlığı bir olgunluk ve üstünlük örneğidir. Özellikle onlarda doğruluk, emanet, seziş ve anlayış, günahlardan korunmuş olma ve şeriatı tebliğ etme vasıfları vardır. Şöyle ki:
1) Peygamberler sadıktırlar; her hususta doğru sözlüdürler. Kendilerinden asla yalan çıkmaz.
2) Peygamberler emindirler. Gerek peygamberlik konusunda, gerek diğer konularda her türlü güvene sahibdirler. Kendilerinde asla hainlik bulunmaz.
3) Peygamberler son derece yüksek bir anlayışa, tam akla ve kuvvetli bir görüşe, üstün bir zekâya sahib bulunmuşlardır. Onlarda gaflet, yüksek duygu ve kavramlardan yoksunluk düşünülemez.
4) Peygamberler masumdurlar. Onlar gizli ve aşikâr her türlü günahdan, küçük düşürücü bayağı işlerden tamamen beridirler, iffet ve ismet sahibidirler.
5) Peygamberler tebliğ sıfatına sahibdirler. Emrolundukları şeriat hükümlerini, olduğu gibi ümmetlerine bildirirler. Şeriat hükümlerinden herhangi birini saklamış veya unutmuş olmaları asla düşünülemez. Böyle bir şey peygamberlik şanına yakışmaz. Böyle bir tutum, peygamber olarak gönderildikleri hikmete ve Allah´ın iradesine uygun düşmez.
Sonuç
Bütün peygamberler yazdığımız beş sıfatı tamamen kendilerinde bulundurmuşlardır. Çünkü bu büyük huylara sahib olmayan kimseler, insanları aydınlatıp onlara öncü olamazlar. İşte bütün peygamberleri böyle tanıyıp doğrulamak imanımızın sıhhatı için şarttır.
Peygamberlerin insanları yola getirmek ve onların kötü hallerini düzeltmek için Yüce Allah tarafından görevlendirilmiş oldukları güzelce düşünülünce, onlara iman etmenin gereği ve önemi kendiliğinden anlaşılmış olur.
Gerçek şu ki, peygamberlere iman etmek, onlarin yüksek huy ve vasiflarini bilip dogrulamak, onlara son derece saygili olmak bizim için kesin bir görevdir.
Peygamberlere iman etmeyen bir kimse, Yüce Allah´a da iman etmemiş sayılır. Çünkü Yüce Allah´a, O´nun razı olacağı bir şekilde iman etmenin yolunu insanlara bildiren ancak peygamberlerdir. Kendi değersiz akıllarını öncü edinmek isteyenler, gerçeğe ve Allah´ın rızasına ulaşamazlar, sapıklık içinde kalırlar. Yüce Allah´ın, peygamberlere iman edilmesi yolundaki emirlerine de aykırı hareket etmiş olurlar. Bu bakımdan hidayetten yoksun kalırlar. Öyle ki, peygamberlerden yalnız birine iman etmemek, tümünü inkâr etmek gibidir. Böyle bir inanç, insanı imansız yapar. Hele Allah Tealâ´nın en büyük peygamberi ve peygamberlerin sonuncusu olan Hazreti Muhammed´in (sallallahu aleyhi ve sellem) yaşadığı tarih gün gibi meydandadır, insanlar âlemi tarafından bilinmektedir. Artık bugün hiç bir millet, din konusundaki bilgisizliğinden ötürü özürlü sayılamaz. Bugün her millete düşen en önemli görev, bu büyük Peygamberin dinini kabul etmektir. Onun gösterdiği doğru yola koyulmak ve kurtuluşa ermektir. Bu görev tam manası ile yerine getirilirse, insanlık âlemi o zaman dünya felâketlerinden ve âhiret azabından kurtulur. Gerçek medeniyete ve âhiretin sonu olmayan mutluluğuna ermiş olur.
Peygamberlere Olan İhtiyaç
Bilindiği gibi, Yüce Allah, kendisinin kutsal varlığını ve birliğini bilmeleri, kendisine ibadet ve itaatta bulunmalari için insanları yaratmıştır. İnsanları diğer birçok yaratıklar arasında akıl ve düşünce ile seçkin kılmıştır. Onun için bir insan aklını güzel kullandığı takdirde, kendisini yaratıp da ona düşünüp anlama gücünü veren bir yaratıcının varlığını sezer. Kendisinin ve çevresindeki varlıkların öyle rasgele kendiliklerinden var olmadıklarını anlar. Böylece kendisinde İlâhî bir düşünce doğar ve büyük bir kudret sahibi yaratıcının var olduğu inancına ulaşır.
Fakat o Yüce yaratıcıyı hiç kimse şanına uygun bir şekilde bilemez. O´nun peygamberine uymayan kimse, Allah´ın razı olmadığı ibadetlerin hangileri olduğunu kestiremez, yaratılış hikmetinin ne olduğunu anlayamaz. İnsanlar arasindaki ilişki ve karşılıklı hakların nelerden ibaret bulunduğunu ve görevlerin ne olduğunu gereği üzere belirleyemez. Nihayet yaratılış gayesinin dışında yürür de bundan haberi olmaz. Cehalet içinde bulunduğunun farkına varamaz. Böylece ebedî mutluluktan yoksun kaldığını anlayamaz.
Peygamberlerin varlığından haberi bulunmayan veya peygamberlerin yoluna inanmayıp gerçekleri bozarak degiştiren nice milletler sapıtmışlar, insanlığa yakışmayan hallere düşmüşlerdir. Aralarında her türlü vahşet hareketleri türemiş, insanlara, ağaçlara ve taşlara tapınıp durmuşlardır.
İşte insanları bu gibi çirkin hallerden kurtarmak, onlara din ile dünya görevlerini öğretmek ve böylece hem dünya, hem de âhiret mutluluğuna ermelerini sağlamak için Allah´ın elçileri olan peygamberlere ihtiyaç vardır.
Onun için Yüce Allah kendi ihsan ve ikramı ile insanlara peygamberler göndermiştir. Böylece insanlara karşı “İlâhî hüccet” tamam olmuştur. Artık hiç kimse, “Ben görevimi bilmiyordum; onun için sana ibadet edemedim.” diye özür beyan edemeyecektir. Çünkü Yüce Allah insanlara görev bildiren peygamberleri göndermiştir. Bunlar Allah´ın hüccet ve delilleridir.
Peygamberlerin en büyüğü ve sonuncusu, bizim peygamberimiz Hazret-i Muhammed´dir. (Sallallahu aleyhi ve sellem). Hazret-i Muhammed, yeryüzündeki bütün milletlere gönderilmiş bir peygamberdir. Peygamberliği kıyamete kadar devam edecektir; en son peygamberdir. Onun yaymış olduğu din, bütün insanlara aittir. Onun getirdiği İslâm dini, bütün insanlığın dinidir, yaratılış gayesine en uygun olan bir dindir. Her zaman için ihtiyaçlara cevab verecek olan hikmet dolu ebedî bir dindir. O mübarek peygamberin getirdiği kitab (Kur´an) tümü ile hiç bir değişikliğe uğramaksızın kıyamete kadar Allah tarafından korunmuş olacaktır.
Sonuç
Beşeriyet öteden beri peygamberlere muhtaç bulunmuştur. Peygamberlere uymaksızın hak yolu bulacağını ve Hakka ereceğini savunan bir gafile soralım: Eğer peygamberlerin varlığından habersiz bir bölgede yetişmiş bulunsaydı, kendisinde Allah´ın varlığı ve O´na karşı görevleriyle ilgili fikirler gerçek şekli ile bulunabilecek miydi Din ve dünya işlerine ait görevleri belirleyebilecek miydi Kendi vicdanında yüksek duygulara karşı bir çekicilik bulabilecek miydi
Zavallı İnsan! Kendi ruhunda sönük bir şekilde parıldamaya başlayan bazı yüksek fikirlerin kendisine nereden geldiğini hiç düşünmemektedir. En kolay işlerde ve fenlerde bile bir hocaya, ustaya ve yol göstericiye insan muhtaç olur da, en önemli olan din konusunda gerçekleri öğrenmek için bir öğreticiye, bir yol göstericiye nasıl muhtaç olmaz Doğrusu, sağduyulu hiçbir düşünür, peygamberlere olan ihtiyacı inkâr edemez.
“Hiç bir ümmet yoktur ki, onlar içinden bir uyarıcı (peygamber) gelip geçmiş olmasın.” (Fâtır: 24)