Ferdlerin ve cemiyetlerin selâmetine, selâmet ve mutluluğuna aykırı olan şeyler, İslâm dininde yasaktır, haramdır. Bunların yapılması, hem dünyaca, hem de âhiretçe sorumluluğu gerektirir. Bunlara: “Günah, masiyet, ism” denir.
Günah olan şeyleri bizzat yapmak caiz olmadığı gibi, o gibi şeylere razı olmak ve bir zorlama olmadıkça yardım etmek de caiz değildir. Misal: Bir kimse, bir eşya çalamaz, bu haramdır, cezayı gerektirir. Bir kimse bir şeyin çalınmasına razı da olamaz, ona yardım da edemez. Bu da haramdır, yasaktır.
Günah olan şeylere razı olmak veya yardım etmek, yerine göre ya haram, ya da mekruh olur. Bu, dinde bir esastır. Bunun üzerine çeşitli binlerce mesele bina edilebilir.
Misal: Bir kimse, herhangi bir haksızlığı geçerli kılmak için bir kimseden bir mal alamaz. Bu rüşvettir, haramdır. Onun için bir haksızlığı geçerli kılmak için bir insan bir mal veremez ve böyle bir malın verilmesine aracı da olamaz. Bunlar da haramdır, yasaktır. Çünkü böyle alınması yasak olan birşeyin, verilmesi de, verilmesine aracı olunması da haramdır, yasaktır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur: “Yüce Allah rüşvet alana da, rüşvet verene de, bunların arasında rüşvete aracı olana da lânet etsin.”
Bir kimse, murisinin (miras bırakanının) gayr-i meşru bir sebeble elde etmiş olduğu malından veraset hissesi almamalıdır, iyi olan budur. Bu bir takva ve zühd faziletidir. Böyle bir hisseyi almak, helal olmayan bir harekete razı olmak demektir.
Bunun için insan helal olan hisse ile yetinmeli. O malın asıl sahibi biliniyorsa, ona geri verilmelidir. Bilinmiyorsa, fakirlere sadaka olarak dağıtılmalıdır. Çünkü böyle kötü bir maldan kurtulmanın çaresi, sahibine çevrilme imkânı olmayınca, sadaka olarak vermektir.
Alacağı bir gıda maddesini haram hale getireceği veya alacağı genç bir köleye fena muamelede bulunacağı veya satın alacağı silâhı kötülükte kullanacâğı anlaşılan bir kimseye bunları satmamalıdır. Bu satış tenzihen mekruh olur.
Yenilip İçilmesi Helal Olan ve Olmayan Şeyler
Eşyada yenip içilme bakımından asıl olan mübah olmaktır. Bütün eşya, aslında insanların yararlanmaları, için yaratılmıştır. Onun için aslında temiz olan, akla ve sağlığa zararlı olmayan bir kısım hayvan etleri ve buğday, arpa, pirinç gibi ürünler, sebzeler, meyveler ve sıvılar helaldır. Bunlar yenip içilebilir.
Fakat bazı şeyleri yeyip içmek, insanlara zararlı, hikmet ve ihtiyaca aykırı olduğu için İslâm dininde haramdır:
Hayvanlardan yaratılış gereği iğrenç olanların, dişleri veya tırnakları ile kendilerini savunup başkalarına saldıranların etleri haramdır. (Eti Yenen ve Yenmeyen Hayvanlar bölümüne bakılsın.)
Bitkilerden insanı öldüren veya aklını gideren, vücudu zehirleyen veya herhangi bir şekilde sağlığa zararlı olan şeyleri yemek haramdır.
Misal: Afyon, haşhaş, penç gibi sarhoşluk veren ve aklı bozan şeyleri yemek caiz değildir. Bunlardan sarhoş olanlar için, İslâm ahkâmına göre, tazir cezası gerekir. Tazir ise, yetkili hakim tarafından uygulanacak hapis, döğme, azarlama ve uyarı gibi cezalardır.
Sıvılardan bedene zararlı olan, insana sarhoşluk veren şeyleri içmek haramdır. Çünkü sarhoşluk veren bir sıvının azı da, çoğu da müçtehidlerin çoğunluğuna göre haramdır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur.
“Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır.”
Bu gibi sıvıların içilmesindeki zararlar, herkes tarafından bilinmektedir. Bu içkilerin cemiyet bünyesinde açtığı yaralar çok acıdır. Bunların âhiretteki sorumlulukları ise çok daha büyüktür. Hele hamr (şarab) denilen içkinin bir damlasını bile içmek ittifakla haram olup dinde had denilen cezayı gerektirir.
Sonuç
Bu pek zararlı olan şeylerden kaçınmalıdır. Bunlardan kaçınmak, gerek ferdler, gerekse cemiyet için selâmettir.
Temiz olan içilecek bir sıvı, bedene zarar verecek bir hale gelmedikçe bozulması ile haram olmaz. Fakat etler kokunca yenmesi haram olur. Süt, tereyağı, zeytinyağı kokmakla haram olmaz. Yiyeceklere gelince, bunlar bozulur da keskinleşirse temizliklerini yitirir. Onun için yenmeleri haram olur;
Hamamların ve benzeri yerlerin pis sularını sebze bahçelerine akıtmak mekruhtur. Fakat bu gibi pis sularla sulanan bostanların sebzelerini yemek haram değildir. Birçok alimlere göre, mekruh da değildir.
İnsan pisliğini satmak mekruhtur; fakat başka maddelerle karıştırılmış olan pislikleri ve herhangi bir hayvan gübresini satmak mekruh değildir.
Pâk olmayan, kokmuş et gibi şeyleri yiyebilecek olan hayvanlara yedirmek caiz değildir.
İçine temiz olmayan bir şey düşen veya akıtılan belli bir ölçüdeki sıvı temizliğini kaybederek içilmesi haram olur. Belli bir ölçünün üstünde bulunan geniş havuzlarda da, içine düşen pisliğin kad, koku ve renginden biri kendini gösterirse yine temiz olmaktan çıkar. Artık içilmesi haram olur. (İkinci Kitaba bakılsın.)
Yukarıda haram oldukları yazılan şeyler zatları bakımından haram (haram liaynihi)dir. Bir de başka bir sebeble haram olan (haram ligayrihi) şeyler vardır ki, onlar da başkalarına ait olan mallardır. Şöyle ki: Başkasının malını rızası olmaksızın haksız yere almak haramdır. Aksi halde mal hürriyeti kalmaz, insanların mülkiyet ve tasarruf haklarına sahib olarak cemiyette yaşanmaz.
Bir baba, muhtaç olmadıkça, yaratılışta kötü davranışlı olan evlâdının malını kendi kendine yiyemez. Fakat bir ihtiyaç bulunmasa bile, iyi olan evladının malını alıp yiyebilir.
Bir hadisi-i şerifde buyurulmuştur:
“Sen de, senin malın da babanındır.”
Tedavi için temiz olan ilâçları yiyip içmek ve kullanmak caizdir. Çünkü Peygamber efendimiz buyurmuştur.
“Ey Allah´ın kulları! Tedavî olunuz; çünkü Yüce Allah yarattığı her hastalık için bir deva (ilaç) yaratmıştır. Yalnız bir tane müstesnadır ki, o da ihtiyarlıktır.”
Onun için birçok hastalıklar tedavi sebebiyle giderilir. Allah´ın düzeni böyle devam edegelmiştir. Bununla beraber şifayı ilâçtan değil, yüce Allah´dan bilmelidir.
Helal ve temiz olmayan şeylerle tedavide bulunmak esas olarak caiz değildir. Ancak bazı fıkıh alimlerine göre, başka bir ilâç bulunmayınca, müslüman ve ehliyet sahibi bir doktorun göstereceği lüzum üzerine caiz olabilir. Şöyle ki:
Bir hastalığın veya bir hastalığa sürükleyecek bir halsizliğin tedavisi için mübah (helal) bir ilâç bulunmazsa böyle bir doktorun “şifa ümidi vardır” diye tavsiyesi üzerine, aslında haram olan bir şeyle zaruret miktarı tedavi caiz olur.
Fakat yalnız görünüşte yararı olan semizleme gibi bir şey için böyle bir ilâcı kullanmak caiz değildir. Bunda tedavi mahiyeti yoktur. Onun için bunun haram olduğunda ittifak vardır.
Görülen lüzum üzerine, bir organında ameliyat yapılacak olan bir kimseye, aklını giderecek temiz bir ilâç içirilmesinde bir sakınca görükmemektedir.
Yiyip İçme Miktarı ve Bunların Edebleri
Ölmeyecek kadar yiyip içmek farzdır. Çünkü böyle bir yemekle insan oruç tutmaya ve ayakta namaz kılmaya güç kazanabilir. Öyle ki, insan canını helâk olmaktan kurtaramayacak kadar helal bir şey bulamazsa, haram olan bir şeyden ölmeyecek kadar yiyebilir. Yine, boğazında kalan bir lokmayı gidermek için başka bir su bulamayınca, yeteri kadar haram bir içkiden içebilir. Fakat fazlasını yiyip içemez. Çünkü zaruretler, kendi miktarlarına göre değerlendirilir.
Bir insan kuvvetlenmek ve kuvvetini artırmak için doyuncaya kadar yiyip içebilir, bu mübahtır. Bundan daha çok yiyip içme ise haramdır. Bunun ölçüsü, mideyi bozacağına üstün kanaat hasıl; olacağı miktardır. Bununla beraber ikram için veya ertesi gün tutacağı oruca kuvvet kazanmak için biraz fazla yiyip içmekte bir sakınca yoktur.
Misafir için veya her birinden bir miktar yemek suretiyle ihtiyaca yetecek şekilde gıda alabilmek için, sofrada çeşitli yemek bulunmasında bir sakınca yoktur. Bununla beraber gereğinden fazlası israf sayılacağından uygun olmaz.
Sofrada çeşitli yemişlerin bulunmasında da bir sakınca yoktur. Fakat yapılmaması daha iyidir. Fazla çeşitli şeyler mideyi bozabilir.
Sonuç
Mübah olan şeyleri bir gerek olmaksızın çoğaltmak da israf sayılır, bundan kaçınılmalıdır. Sofra üzerinde gereğinden fazla ekmek bulundurmak da böyledir.
Ayakta su içilmemesi daha iyidir. Fakat yürürken su içilmesi zararlı olduğundan uygun olmaz. Suyu bir nefeste içmek sağlık bakımından zararlı görülmektedir.
Farz olan ibadetleri yapamayacak şekilde yiyip içmeyi azaltıp riyazette bulunmak caiz değildir. Fakat orta bir şekilde yapılacak bir riyazet mübahtır.
Yiyip içmenin edeblerine gelince: Yemekten önce ve sonra eller yıkanmalıdır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur: “Yemekten önce el yıkamak bir hasenedir. Yemekten sonra ise iki hasenedir, iki kat sevabdır.”
Cünüb olan erkekler ve kadınlar için, ellerini ve ağızlarını yıkamadan yiyip içmek mekruhtur. Adet görmekte olan kadınların da yemekten önce ellerini ve ağızlarını yıkamaları iyidir.
Yemeklerin başinda “Besmele” okumalı, sonunda da “Elhamdülillâh” demelidir. Bu nimeti bize veren, bu nimetten yararlanma kuvvetini bize ihsan eden merhameti geniş ve ikramı bol olan Allah´ımıza bu sebeble hamd ederek şükretmelidir. Yemeğin başında Besmele unutulursa, hatırlanınca “Bismillâhi alâ evvelihi ve ahirihi” denilmelidir.
Yemeğe başlarken, Besmeleyi sofra başında bulunanların işitebileceği şekilde okumalıdir. Bu bir uyarma ve hatırlatma olur. Fakat yemek sonunda işitilecek bir sesle “Elhamdülillâh” denilmesi uygun değildir. Ancak sofradakilerin hepsi yemeklerini tamamlamış ise söylenir.
Yemeklere az bir tuzla başlamak ve tuz ile tamamlamak yararlıdır, sünnettir. Ekmek parçalarına hürmet etmeli, bunların üzerine bir eşya koymamalı, bunlara parmakları, ağzı ve bıçakları silip atmamalıdır. Yemekler pek sıcak olarak yenmemelidir. Yemekler koklanmamalı, yemeklere ve sulara üflenmemelidir. Bunları yapmak edebe aykırıdır.
Yemek yerken konuşulmaması mekruhtur. Yemek yerken iyi kimselerin hallerini anlatmalıdır. Güzel bir şekilde konuşmalıdır. Hele misafirlerin yanında ev sahibinin susması hiç doğru değildir. Ev sahibi misafirlerin yanından ayrılmamalı, bizzat onlara hizmet gayretinde bulunmalı ve hizmetçisini misafirlerin yanında azarlamamalıdır. Yemek arasında israr etmeksizin “buyurunuz” demekle yetinmelidir. Böyle davranmak müstahabdır.
Ev sahibi, misafirlerine ağırlık verecek olan kimseleri, misafirlerle beraber bulundurmamalıdır. Misafirler de, ev sahibinin rızası bilinmedikçe başkalarını beraberlerinde davete getirmemelidirler. Ziyafetten sonra ev sahibinden izin istemeden ve “Allah´a ısmarladık, Allah´a emanet olunuz” gibi sözler söylemeden çıkıp gitmemelidirler.
Giyilmesi ve Kullanılması Gerekli ve Caiz Olup Olmayan Şeyler
Her müslüman için avret yerlerini örtecek şekilde sıcaktan ve soğuktan korunacak kadar elbise giymek farzdır. Bu elbiselerin etekleri, erkeklerde bacakların yarısına kadar, kadınlarda ayaklarının yüzlerine kadar uzamalı, kollar da parmak uçlarına kadar uzun bulunmalıdır.
Erkeklerin elbisesi kırmızı veya sarı olmamalı, siyah veya beyaz renkte olmalıdır. Bu renkler müstahabdır. Yeşil renk de sünnete uygundur.
Elbise ne çok yüksek, ne de çok bayağı olmalı, orta derecede bulunmalıdır. Çünkü her şeyin hayırlısı orta halde olanıdır. Bununla beraber Yüce Allah´ın verdiği nimeti gösterip şükretmek için süs olarak yeterinden fazla elbise edinmek müstahabdır. Peygamber Efendimiz buyurmuştur:
“Allah sana ihsan edip nimet verdiği gibi, sen de nefsine ikramda bulun.”
Diğer bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:
“Şüphe yok ki Yüce Allah nimetinin eserini kulunun üzerinde görmeyi sever.”
Cuma ve bayram günlerinde, toplantılarda iyi ve güzel elbise giymek mübahtır. Fakat böyle elbiselerle daima bezenip durmak uygun değildir. Bu bir gurur eseri olur ve çok kere muhtaç durumda olanların kinini çeker. Böbürlenmek ve büyüklenmek için elbise giymek ise mekruhtur.
Büyüklenmek maksadı ile yapılan her şey mekruhtur. İnsaniyete yakışmaz. Onun için başkalarına karşı böbürlenmek ve zorba kılığına girmek maksadı ile pek kıymetli elbiseler giyilmesi ve pek yüksek binalar yaptırılması mekruhtur. Hele böyle bir davranış israf derecesine varırsa harama dönmüş olur. Aklı kemal üzere olan kimse, yalnız gururlanmak için ve yalnız gösteriş için israfa düşmez. Parasını boş şeylere harcayarak tutuma ve tedbire aykırı hareket etmez. Başkalarına kötü örnek olacak şekilde, cemiyet hayatında gedikler açılmasına sebebiyet vermez.
Fakirlerin veya geçimleri orta halde olanların büyük zenginleri taklid ederek israfa düşmeleri caiz degildir. Bu çok acınacak bir haldir. Bir zengin için giyilmesi mübah olan bir elbise, bir fakir için mekruhtur, hatta haram olabilir. Herkes haline ve servetine göre hareket etmeli, takdire rıza göstermelidir. Din ölçüleri içinde hayatını düzenlemeye çalışmalıdır.
İpek kumaşlardan elbise giymek kadinlar için caizdir; erkekler için caiz degildir. Beden ile elbise arasında bir engel bulunsun veya bulunmasın eşittir. Fakat yalniz uzatma iplikleri ipek olan veya üzerinde dört parmak eninde ipek işlemeler, saçaklar ve kenarlar bulunan kumaşlardan elbise giymek erkekler için de caizdir. Bir de erkeklerin savaş halinde ipekli elbise giymeleri, iki İmama göre caizdir. Bu gibi elbiseler mücahidleri düşmana karşı heybetli gösterir ve kiliç darbelerine karşı dayanikli bulunur.
Erkekler için ipek kumaşlar ve ipek takkeler mekruhtur. Erkek çocuklara da, ipekli ve altın sirmali kumaşlar giydirmek kerahetten kurtulmaz. Fakat bir erkek ağrıyan gözüne ipekli bir mendil bağlayabilir, bunda bir sakınca yoktur.
İpekli eşyadan başka bir şekilde yararlanılabilir. İbrişimden dokunmuş bir seccade üzerine namaz kılınabilir, bunda bir kerahet yoktur. Yine evin iç kısmını ipekli kumaşlarla süslemek de caizdir. Fakat bunlar bir övünme için olmamalıdır.
Yüzleri ipek kumaştan yapılan minderler üzerine oturmak ve böyle yataklarda yatmak da İmam Azam´a göre helaldir.
Üzerinde “Maşallah” veya “Elhamdülillâh” gibi bir yazı işlenmiş bir seccadeyi veya herhangi bir döşemeyi yere sermek mekruhtur. Yazıların araları açılmış ve bazı harflerin üzerine örgü örülmüş olsa bile fark etmez, keraheti vardir. Çünkü tek başına yazılan harflere de saygı göstermek gerekir. Harflerdeki bitişikliği kaldırmak keraheti gidermez.
Altin-gümüş ve diğer mücevherat ile kadınların süslenmeleri caizdir. Erkekler ancak süs maksadı olmaksizin gümüşten halkalı mühür kullanabilirler. Süs için olsa bile, gümüşlü kemer, altın yaldızlı ve işlemeli kılıç kullanabilirler. Fakat altından, demirden, tunçtan, şişeden ve taştan halkalı mühür kullanamazlar; bu haramdir.
Mühürde kaşa değil, halkaya itibar edilir. Mühürün kaşı taştan akikden, yakuttan ve diğer şeylerden olabilir. Ancak ihtiyaç olmadıkça mühür kullanılmaması daha iyidir.
Yalnız süs maksadi ile evlerde altın ve gümüş kaplar, tabla ve benzeri şeyler bulundurmak caizdir. Fakat altın ve gümüş kaplardan yemek yenmesi, su içilmesi, yağlanılması ve koku sürünülmesi hem erkeklere, hem de kadınlara mekruhtur. Gümüş veya altın çatal-kaşıkla yemek yenmesi de böyledir. Gümüş veya altın kalem veya hokka kullanmak da kerahetten boş değildir. Ancak altın veya gümüş bir kap içinde bulunan bir yiyeceği başka bir kaba aktararak sonra yemek, içmek ve kullanmakta bir kerahet yoktur.
Yine gümüşle süslenmiş kaplardan su içilmesi de mekruh değildir. Yeter ki gümüşlü tarafı ağza alınmasın.
Kalaylanmamış bakır ve tunç kaplardan yemek yenmesi mekruhtur. En iyi olan porselen cinsi kaplardır. Şişeden, billurdan ve akîkden yapılmış kapların kullanılmasında bir kerahet yoktur. Bunların temizlenmesi kolaydır. Bunlar, sağlık yönünden madenî kaplardan daha iyidirler.
Sallanan bir dişi gümüş bir tel ile baglamak caizdir. Fakat altın bir tel ile bağlamak, İmam Azam´a göre caiz değildir. İmam Muhammed´e göre, her ikisi ile de bağlamak caizdir, bunda bir kerahet yoktur. Bir rivayete göre, İmam Ebû Yusuf´un içtihadı da böyledir
Yine, çıkan bir dişi yerine koyarak gümüş veya altın bir tel ile bağlamak, İmam Azam´dan bir rivayete göre mekruhtur; çünkü bu diş ölünün dişi hükmündedir. Bunun yerine besmele ile boğazlanmış bir koyunun dişi gümüş bir tel ile bağlanabilir. Bunun yerine gümüşten bir diş de edinilebilir.
Fakat İmam Ebû Yusuf´a göre, çıkan bir dişi yerine koyarak gümüş veya altın bir tel ile bağlamakta veya onun yerine gümüşten bir diş edinilmesinde bir sakınca yoktur. Çıkan bir dişin yerine konulmasına İmam Azam´ında katıldığı, İmam Ebû Yusuf´dan rivayet edilmiştir. İmam Muhammed´e göre ise, çıkan dişin yerine gümüşten de, altından da diş konulabilir.
Düşmüş veya kesilmiş bir burun yerine altından burun yapılabilir. Fena kokacağı için gümüşten yapılmaz.
Nazar değmesin diye, çocukların elbisesine boncuk işlenmesi ve nazarlıklar takılması caiz değildir. Bunlar cahiliyet devrine ait âdetlerdir.
Fakat ekin tarlalarında ve bostanlarda birer değnek üzerine hayvan kafası takılmasında bir sakınca yoktur. Bunlar hem birer korkuluktur, bazı zararlı kuş ve hayvanların buralara sokulmasına engel olur, hem de göz değmemesine sebeb olabilir. Çünkü göz değmesi, çok kez olagelen bir afettir. İnsana da, hayvana da, mala da değebilir. Onun için tarlaya ve bostana bakacak kimselerin gözleri, önce bu yüksek korkuluklara değer. Artık ondan sonra ekin ve diğer şeylere dokunmasında bir zarar kalmayabilir.
Nazardan (göz değmesinden) Yüce Allah´a sığınmalıdır. Peygamber Efendimiz (sallallahü aieyhi ve sellem) buyurmuştur: “Bir kimsenin kendisinin veya kardeşinin bir şeyi hoşuna giderse, bereketle ona dua etsin çünkü göz değmesi hakdır.”
Bereketle dua ise şöyle yapılır;
“Şekil verenlerin en güzeli olan Allah ne yücedir! Allah´ım, buna bereket ver.”
Bizlerce: “Maşaallah Tebarekallah” denilmesi âdet olmuştur.
Bir hadis-i şerifde de: “Her kim hoşuna giden bir şeyi görünce, “Maşaallah lâ kuvvete illâ billâh” derse, ona göz zarar vermez,” diye buyurulmuştur.