İman, lûgat manası bakımından, bir şeye inanmak ve bir şeyi doğrulamak demektir. “Bu iş böyledir, şöyledir” diye hüküm vermektir.
Din teriminde ise, yüce Allah´ın dinini kalb ile kabul edip Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem´in bildirdiği şeyleri kesin olarak kalb ile doğrulamaktır.
İmanın aslı bu olmakla beraber bir engel hal bulunmadığı takdirde kalb ile kabul edilip inanılan bu hükümleri dil ile söylemek ve şehadette bulunmak lâzımdır. Çünkü inanılması gereken şeyleri kalb ile benimseyip kabul eden kimse, bunları dili ile söylemezse, onun iman durumu insanlar tarafından bilinmez, onun müslüman olduğuna hükmedilmez.
Kalb ile doğrulamak, dil ile söyleyip ikrar etmekle meydana gelen imanla beraber namaz kılmak ve oruç tutmak gibi ameller de gereklidir. Çünkü biz, bu görevleri yapmakla sorumluyuz. Bu görevleri yapmak imana kuvvet verir, imanın kalbdeki nurunu çoğaltır. İnsanı azabdan kurtarır, Yüce Allah´ın ihsan ve ikramlarına kavuşturur.
“İslâm” sözüne gelince: Lûgat manası bakımından İslâm, teslim olmak, boyun eğmek ve itaat etmektir. Din teriminde ise, Yüce Allah´a ve O´nun peygamberine itaat etmek, Peygamber Efendimiz´in din adına bildirmiş olduğu şeyleri kalb ile kabul edip dil ile söylemek ve onları güzel görmektir. İslâm aynı zamanda din manasına gelir.
Gerçek din ile İslâm arasında esasta bir fark yoktur. Her gerçek din İslâm´dır. Her İslâm´da gerçek bir dindir; buna müslümanlık da denir.
Allah Tealâ´nın dinine sadece “Din” denildiği gibi, millet, şeriat, İslâm ve İslâm dini de denir. Bununla beraber “İslâm” sözü, bazan güzel ameller manasında, bazan da İman manasında kullanılır. Şeriat sözü de, ibadetler ve insanlar arasındaki ilişkilerle ilgili olan hükümlerin tümünde kullanılır.
İman ile İslâm´ın Şartları
İslâm dininde Yüce Allah´a, meleklere, Allah´ın kitablarına, peygamberlere, âhiret gününe, kaza ve kadere iman etmek esastır. Bunları bilip kabullenmek imanın temel şartıdır. Onun için imanın şartları altıdır, denilir. Bu şartlar müslümanlıkta kesinlikle mevcut esaslardır. Bunlara, inanılması zorunlu din ilkeleri denir. Bunlara inanmak mecburiyeti vardır. Bunları doğrulamadıkça iman gerçekleşemez. Bunlardan herhangi birini inkâr etmek Allah korusun insanı hemen dinden çıkarır.
Biz bu imanımızı: “Amentü billâhi…” sözlerini okumakla daima açıklıyor ve isbat ediyoruz. Bu sözleri okuyan şöyle demiş oluyor:
“Ben Yüce Allah´a, O´nun meleklerine, O´nun kitablarına, O´nun peygamberlerine, âhiret gününe, kaderin (iyi ve kötü her şeyin yaratılışı) Allah´dan olduğuna inandım. Öldükten sonra dirilip mahşerde (hesab yerinde) toplanmak hakdır ve gerçektir. Şahidlik ederim ki, Allah´dan başka İlâh yoktur ve yine şahidlik ederim ki, Hazret-i Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) O´nun kulu ve peygamberidir.”
İslâm´ın şartları ise, beştir. Peygamber Efendimiz´in bir hadislerinin manası şudur: “İslâm dini beş şey üzerine kurulmuştur: Şehadet sözünü getirmek (Eşhedü en lâ İlâhe İllallah ve Eşhedü enne Muhammeden Resulüllah, demek), namaz kılmak, zekât vermek, ramazan ayı oruç tutmak ve hac etmek.”
İşte bu beş şey İslâm´ın şartıdır. Bu şartları gözetip onları yerine getiren insan, İslâm şerefine ermiş, Müslüman rütbesini kazanmış olur.
“Eşhedü en lâ İlâhe İllallah ve Eşhedü enne Muhammeden Abdühu ve Resulühu = Allah´dan başka İlâh olmadığına şahidlik ederim. Yine Muhammed´in (A.S.) Allah´ın kulu ve elçisi olduğuna şahidlik ederim.” sözlerine “Kelime-i Şehadet” denir. “Lâ İlâhe İllallah, Muhammed´ün Resülüllah” sözüne de “Kelime-i Tevhid” denir. Biz bu mübarek kelimeleri daima okuruz.
Yüce Allah´a ve O´nun Sıfatlarına İman
İmanın temelini teşkil eden altı şart vardır. Bunlardan birincisi Yüce Allah´a iman etmektir. Şöyle ki: “Allah Tealâ (Yüce Allah) diye ismini andığımız şanı büyük olan Yaratıcı vardır. Eşi ve benzeri olmayan o varlık bütün kemal sıfatları ile vasıflanmıştır. Bütün noksanlıklardan beri (münezzeh)´tir. Bütün âlemleri yoktan var eden O´dur. O´nun kudret ve büyüklüğüne denk hiçbir şey yoktur. Bizleri ve bizim gördüklerimizle görmediğimiz sayısız âlemleri yaratan, yetiştirip besleyen ancak O´dur.
Yüce Allah´ın “Rahman, Rahim, Halık, Rezzak, Hakîm, Rabb, Mübdî, Azîz, Gaffar, Tevvab, Hak” gibi daha birçok mübarek isimleri ve büyük sıfatları vardır. Özellikle Vücud (Varlık) sıfatı vardır. Bundan başka mübarek sıfatları iki kısma ayrılır. Bir kısmı Selbi Sıfatlar´dır ki, Kıdem, Beka, Havadise Muhalefet (hiç bir yaratığa benzer olmamak), Kıyam Bizatihi (varlığı kendiliğinden oluş), Vahdaniyet (ortağı olmamak) sıfatlarından ibaret olmak üzere beştir.
Diğer kısmı da Sübut Sıfatları´dır ki, bunlar Hayat, İlim, İrade, Kudret, Semi, Basar, Kelâm, Tekvîn sıfatları olmak üzere sekizdir. Bu sıfatların hepsine birden “Kemal Sıfatları” denir.
İşte biz, böyle kemal sıfatları ile vasıflı bulunan şanı yüce bir Allah´a ve O´nun bu büyük sıfatlarına iman ederiz. Bu büyük sıfatlarla ilgili biraz bilgi vereceğiz.
Vücud
Allah Tealâ´nın varlığı demektir. Allah Tealâ´nın varlığı hakdır ve en büyük varlık O´na mahsustur. O´nun varlığı, yarattığı şeyler bakımından yaratıkların hepsinden daha açık ve zahirdir. Çünkü Yüce Allah olmasaydı, hiç bir şey olmazdı. Gerek bizim varlığımız ve gerekse herhangi bir şeyin varlığı Yüce Allah´ın varlığına birer şahiddir.
Biliyoruz ki, bu âlemde hiçbir şey kendiliğinden var olacak bir durumda değildir. Bunlardan hiç biri ne kendi kendine var olabilir, ne de kendi kendine yok olabilir. Başka bir deyişle, hiç bir şey kendi kendine yokluktan varlığa gelemez. Varlıkdan da yokluğa gidemez. Hiç bir yaratık da ne bir zerreyi var edebilir, ne de onu yok edebilir. İçinde yaşadığımız bu dünya ile beraber sonsuz âlemler meydana gelmiş, birbiri ardınca vücuda gelip devam etmektedir. Nice şeyler de varken yok olmuştur.
İşte bütün bunları yokluktan var eden ve sonra yok eden, kuvvet ve hikmet sahibi Yüce bir yaratıcının varlığından asla şübhe edilemez.
Yüce Allah´ın varlığını isbat için Kelâm (Akaid) ilminde ve felsefe kitablarında pek çok delil yazılıdır. Bunlardan bir kısmını “Muvazzah İlm-i Kelâm Dersleri” adındaki eserimizde açıklamış bulunuyoruz. Şimdi burada:
“Şübhe yok ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişmesinde akıl sahibleri için (Allah´ın varlığını, kudret ve azametini gösteren) büyük işaretler vardır.” (Al-i İmran: 190) âyetini okuyup yüksek anlamını düşünmek yeterlidir.
Bu âyet-i kerime güzelce düşünülürse, Yüce Allah´ın varlığına, kuvvet ve kudretinin büyüklüğüne dair sayısız deliller önümüze çıkar. Bizim bu eserimiz onları açıklamaya yeterli değildir. Ancak astronomi, kozmoğrafya, biyoloji, kimya, ruhiyat (psikoloji) ve anatomi gibi ilimlerin verdiği bilgileri göz önüne getirenler, bu âyet-i kerimenin işaret ettiği delillere pek güzel akıl erdirebilirler. Her sağduyu sahibi insan düşündükçe, Yüce Allah´ın varlığını kabule mecbur olur.
İşte yukarıda Türkçe anlamını verdiğimiz âyet-i kerime, bu gerçekleri haber veriyor ve bizi uyarıyor. Bundan sonra gelen:
“Akıl ve anlayış sahibleri o kimselerdir ki, ayakta iken, otururken, yanları üzere yatarken (her hallerinde) Allahı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler (ve derler): Ey Rabbimiz; Sen bunları boşuna yaratmadın.(Boşuna bir şey yaratmaktan) sen münezzehsin. Bizi ateş azabından koru,” anlamındaki âyet-i kerime, gerçek anlayış ve akıl sahibi kimler olduğunu bize bildiriyor.
Bütün bu âyetler, İslâm dininde aklın ve düşüncenin ne kadar büyük önem taşıdığını da bize göstermiş oluyor. Bir hadis-i şerifde de:
“Düşünce gibi bir ibadet yoktur,” buyurulmuştur.
Gerçekten İslâm dininde aklın ve düşüncenin büyük yeri vardır. İslâm dini tamamen akla ve hikmete uygundur. Muhakeme ve eleştirme, onun hak ölçülerini değiştiremez. İslâmiyet düşünen insanların dinidir.
İşte akıllı insanlar o kimselerdir ki, gökleri, arzı, gece ve gündüzleri, göklerde parıldayan ve her biri güneşten binlerce defa daha büyük yıldızların ihtişamını düşünürler, yeryüzündeki sayısız canlı ve cansız yaratıkları gözönüne alırlar. Hoş göndüzlerin, sakin gecelerin ne kadar sağlam bir düzen ve ölçü içinde yaratılış kanununa uyarak birbirini kovalayıp durduklarını düşünürler. İbret bakışları ile yapılan böyle düşünceler sonunda, bu âleme bu düzen ve ölçüyü vermiş olan Yüce Allah´ın kudret ve azametini insanlar isteyerek ve teslimiyetle kabule mecbur olurlar.
Hatta böyle büyük varlıkları değil, bir zerreden küçük olduğu halde büyük bir duygu ile hayat ve görevini sürdürmeye çalışan bir mikrobu, yine bir zerreden küçük olduğu halde başlı başına bir kuvvet hazinesi olan bir atomcuğu düşünmek bile, gerçek akıl sahibi bir insan için Allah´ın yüce kudret ve hikmetini tasdik etmeye yeterlidir.
Büyük bir nizam ve intizam içinde yaratılan bütün bu güzel ve acaib varlıklar rasgele mi olmuştur Bunlar bilgi ve hikmetten yoksun olan yahut hayal edilen bir tabiatın eseri midir Asla böyle yanlış bir hükme hiçbir akıl sahibi varamaz.
Yine tekrar ederek diyoruz ki, Yüce Allah´ın varlığını ve büyüklüğünü anlamak ve kabul etmek için, bundan önceki maddede anlamını yazdığımız âyet-i kerimeyi güzelce düşünmek yeterlidir. Bunun içindir ki, Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurmuştur: “Yazıklar olsun o kimseye ki, bu âyeti okumuş da üzerinde düşünmemiştir.”
Kıdem
Ezeliyyet, evveli olmamaktır. Evveli olmayana Kadim denir. Sonradan meydana gelene de Hadis denir. Allah Tealâ Kıdem sıfatı ile vasıflanmıştır. Çünkü Allah ezelîdir, kadîmdir, varlığının başlangıcı yoktur. O´ndan önce yokluk geçmemiştir. O´nun varlığı yanında milyonlarca seneler bir saniye bile sayılmaz. Yine gördüğümüz âlemler, milyarlarca seneden beri mevcut bulunsa, yine Yüce Allah´ın ezeliliği yanında bir saniyelik bir hayata sahib sayılmaz.
Allah Kadîmdir, sonradan var olan şey Allah olamaz. Yüce Allah´dan başka ne varsa, bunların hepsi hâdistir (sonradan olmuşlardır). Bunlar Allah´ın kudreti ile yaratılmışlardır. Artık şübhe yoktur ki, yaratılanlar yaratana mahsus Kadîm sıfatını taşıyamazlar. Onun ezelî varlığı ile beraber hiçbir şey yoktu, âlemler sonradan yaratılmıştır.
Beka
Ebediyet, sonu bulunmamak sıfatıdır. Sonu olana “Fâni”, sonu olmayana da “Bâki” denir.
Yüce Allah Beka sıfatı ile vasıflanmıştır; çünkü ebedîdir, bâkidir, varlığının sonu yoktur. O´nun yok olacağı bir zaman düşünülemez. Sonradan meydana gelen bütün varlıklar, Allah´ın kudreti ile meydana gelmişlerdir. Yine Allah´ın kudreti ile yok olurlar, yine var olurlar ve binlerce değişikliklere uğrayabilirler. Fakat Yüce Allah Bâki´dir, değişiklikten ve yok olmaktan beridir. Çünkü O, başkasının kudret eseri değildir ki, onun kudreti ile yokluğa gitsin veya değişikliğe uğrasın. Aksine bütün varlıklar O´nun kudretinin birer eseridir. Onun için Yüce Allah´ın şanında yokluk ve değişiklik nasıl düşünülebilir. Her şey yok olmaya mahkûmdur; ancak azamet ve ikram sahibi Allah´ın varlığı kalıcı ve süreklidir.
Havadise Muhalefet
Sonradan var olmuş şeylerden ayrı olmak sıfatıdır. Yüce Allah havadise (sonradan var olan şeylere) aykırı ve muhalif bulunmak sıfatı ile vasıflanmıştır. Çünkü Allah Tealâ yaratılmış şeylerden hiçbirine hiçbir yönden benzemez, hepsine muhaliftir. Hatırlara gelen herşeyden Allah Tealâ mutlak surette başkadır.
Mükevvenat ve mümkünat (yaratılan ve yaratılabilen) dediğimiz şeyler değişirler, başkalaşırlar, birbirine benzeyebilirler ve sonunda yok olurlar. Bütün bu ölümlü varlıklar, her hal ve şekilleri ile asla Allah´a benzemezler. Hiç birinde İlâh ve Mabud olma sıfatlarından en küçük biri bile bulunmaz. Hiç yaratılan, yokluğa mahkûm olan aciz şeyler, yok olmaktan beri bulunan yaratıcı Yüce Allah´a benzeyebilir mi Hiç sonradan meydana gelmiş bir nesne Kadîm olan hikmet sahibi Allah´a ortak olabilir mi Böyle sapık bir düşünceye kapılanlar, kendi ölümlü varlıklarını İlâh olmaya yükselterek Allah´ın yüce varlığını da, kendi değersiz varlıkları derecesine düşürmeye varacak kadar küstahlıkta bulunuyorlar.
İnsanların ve diğer yaratıkların birçok ihtiyaçları vardır. Bunlar mekâna, zamana, yeyip içmeye, gezip dolaşmaya, doğmaya, doğurmaya ve benzeri hallere muhtaçtırlar. Allah ise, bütün bunlardan beridir. O´nun Arş ve Kürsî´si, yedi kat sema denilen daha nice âlemleri vardır. Fakat o, bunlardan hiç birine muhtaç değildir. Bunlar yok iken O, yine vardı.
Başkasına muhtaç olan ve yaratıkların ölümlü vasıfları ile vasıflanan bir insan İlâh olamaz. Yüce dinimiz bu gibi yanlış düşüncelerden ve inançlardan kesin surette bizleri yasaklamıştır. (Allah´ın benzeri hiç bir şey yoktur; O, her söyleneni işitendir, her yapılanı görendir.)
Kıyam Bizatihi
Varlığı ve durması kendi zatıyla olmak manasında bir sıfattır. Bu sıfat da Yüce Allah´a mahsustur. Öyle ki, Hak Tealâ´nın ezelî ve ebedî olan varlığı kendi zatıyla kaimdir. Kendi varlığı mukaddes zatının gereğidir, asla başkasından değildir. Bunun için Allah Tealâya Vacibü´l Vücud (varlığı kendinden dolayı gerekli) denilir. O´nun varlığı, başka bir var edene muhtaç olmaktan beridir. Allah´ı var eden bir varlık olsaydı, o zaman var eden o varlık Allah olurdu. Onun için “Allah´ı kim yarattı ” diye sorulmaz; çünkü O, kendiliğinden vardır, kadîmdir. Başkasının var etmesine muhtaç değildir. Eğer böyle olmasaydı, ne kainat bulunurdu, ne de başka bir şey… Bu gerçek kabul edilmeyince, içinde yaşadığımız âlemin varlığını izah etmeye imkân kalmaz. Allah´dan başka var olan (mümkinat dediğimiz) şeyler ise, hem var olmaya, hem de yok olmaya bağlı oldukları için, bir var ediciye muhtaçtırlar.
Sonuç olarak denilir ki, Yüce Allah´ı var eden bir varlık düşünülemez ve O´ndan başka bir yaratıcı varlık da olamaz. “Allah´dan başka bir yaratıcı olur mu ”
Vahdaniyet
Birlik, yalnız başına olmak, benzeri olmamak; çoğalmaktan, parçalara ayrılmaktan ve eksilmekten beri bulunmak gibi mânaları ifade eden bir sıfattır. Bu sıfatları taşıyana “Vahid” denir ki, gerçekte var olan, parçalara bölünmekten ve cüzlerin bir araya gelerek toplanmasından beri bulunan zat demektir. Bu sıfat da Yüce Allah´a mahsustur. Onun için denir ki, Yüce Allah zatında, ulûhiyetinde, mabudiyetinde ve diğer bütün sıfatlarında birdir. Ortaktan, eşi ve benzeri bulunmaktan beridir. Kendisinde artmak, eksilmek, cüzlere ayrılmak, başka şeylerle birleşmek gibi haller asla bulunmaz.
Allah Tealâ her yönü ile birdir. Nasıl düşünülürse düşünülsün, sağduyulu bir insan, anlayış ve hikmet sahibi bir kimse Allah´tan başka bir İlâh bulunduğuna inanamaz. Başkasının İlâh ve Mabud olma imkânına yer veremez. İki ve daha çok İlâh´ın bulunamayacağı kesin delillerle sabit bulunmaktadır. Şu gördüğümüz kâinatın varlığı, onun devamı ve intizamı hep Allah Tealâ´nın birliğine şahiddir.
Yüce Allah ulûhiyetinde, zatında ve mabudiyetinde bir olduğu gibi, yaratıcı olmasında da birdir. Yaratılmaya ve yok edilmeye mahkûm olan ve böylece mümkün adını alan her şeyi yaratan ve yok eden ancak Allah´dır. O´ndan başka yaratıcı yoktur. İşte mümkünatı yaratıp yaşatmaya ve yok etmeye gücü yetmeyen bir zat ise Allah olamaz. Bunun için ikinci bir İlâh´ın varlığına asla imkân yoktur. Çünkü iki İlâh düşünüldüğü takdirde, bunlardan biri kendi başına mümkinatı yaratmaya kadir ise, diğeri fazladan olmuş olmaz mı Fazladan olan yahut aciz bulunan bir zat ise nasıl Allah olabilir Bu bakımdan akıl sahibi hiç kimse, Allah Tealâ´nın zat ve sıfatlarında eşit ve benzeri bulunmadığından, bir olduğundan şüphe etmez. Birden çok yaratıcıların ve mabudların varlığına inanan milletler ise, akla ve hikmete aykırı bir inancın esiri olmuştur. Böylece gerçeği anlama bakımından büyük bir cehalet içinde kalmışlardır.
Hayat
Dirilik demektir. Allah kendi şanına mahsus bir hayat sıfatı ile vasıflanmıştır. Allah´ın ilim, irade ve kudret sıfatları ile vasıflanmasının bir gereği olarak hayat sıfatı da vardır. Hayatı olmayan bir şey, bilmekten, dilemekten ve yapabilmek gücünden yoksun olur. Bu ise, yaratıcı için büyük bir noksandır.
Bu sıfatlardan mahrum olan bir varlık, kendi kendine hiç bir şey yaratamaz. Hele bilgi, düşünce, dileme ve güç sahibi olan varlıkları yaratmaya asla kabiliyetli bulunamaz. Çünkü hiçbir eser, yaratıcısında bulunmayan bu gibi vasıfları taşıyamaz. Onun için doğa adı verilip gerçekte ilim, irade ve kudretle nitelenmeyen ve varlığı nesnelere bağlı olarak düşünülüp, onun dışında varlığı bulunmayan şuursuz bir varlık asla bir yaratıcı sıfatını taşıyamaz. Özellikle böyle bir varlık, akıl, irade ve kudret sahibi milyarlarca yaratığın mucidi hiçbir şekilde olamaz.
Sonuç şudur ki, kâinatın yaratıcısı olan Allah, Hayat sıfatı ile vasıflanmıştır. Hayyü´l-Kayyûm´dur. (Hem kendisi diri hem de her şeyi dirilten ve ayakta tutandır.)
İlim
Bilmek, idrak etmek sıfatıdır. Allah Tealâ ilim sıfatı ile vasıflanmıştır. O´nun ilmi, yaratıkların ilmi gibi basit ve sınırlı değildir, bütün kâinatı çevreler. Allah her şeyi bilir. Onun bilgisinden hiçbir zerre hariçte kalmaz. Hiç bir varlık da düşünce ve hareketini Yüce Allah´dan saklayamaz. Zira her şeyi bilmeyen, her hareket ve düşünceden haberi olmayan bir varlık Allah olamaz, bu kadar güzel ve acaib nesneleri meydana getiremez, bu kadar yaratığı idare edemez.
Allah´ın böyle her şeyi bildiğini güzelce düşünüp doğrulayan bir insan, elbette daima uyanık bulunur, her söz ve hareketini bir edeb üzere düzenler. Fena sözler söylemez, fena işler düşünmez, başkasına sarkıntılık etmez, hiçbir kimsenin görüp bilmeyeceği bir yerde bile Allah´ın buyruklarına aykırı bir iş yapmaz. Çünkü her yaptığını bilen yüce Allah´ın varlığına imanı vardır.
İrade
Dileyebilmek, ihtiyar edebilmek sıfatıdır. Yüce Allah irade sıfatı ile vasıflanmıştır. O´nun iradesi ezelîdir. Allah yaratacağı şeyleri bu irade sıfatı ile hikmetine göre meydana getirmeyi diler ve dilediği şey mutlaka olur. O dilemedikçe hiç bir şey vücuda gelmez. Hiç bir şey kendiliğinden var olmaz ve kendiliğinden yok olmaz. Ancak Allah´ın dilemesiyle var olur ve yine O´nun dilemesiyle yok olur.
Allah bütün bu kâinatı ezelî olan iradesi üzere yaratmıştır. Yaratılmış şeylerin milyonlarca cins ve nevilere, ayrı ayrı vasıflara sahib olması, çeşitli özellikleri taşımış olması, hele bir topraktan, bir sudan, bir havadan yararlanan sayısız ağaçların, ekinlerin, meyvelerin, çiçeklerin ve canlıların başka başka renklerde ve tadlarda meydana gelmesi ezelî bir iradenin neticesinden başka değildir.
İşte bütün bunlar, Allah´ın irade sıfatı ile vasıflı bulunduğuna birer şahiddir. Yüce Allah hakkında mecburiyet düşünülemez; O, her şeyi kendi dilemesiyle yaratır. Hiç bir şeyi yaratmaya veya yok etmeye mecbur değildir. Mecburiyet bir acizlik halidir ki, Allah´ın şanına uygun olmaz.
“Allah dilediğini hemen yapar.” (Hûd: 107)
Kudret
Güç ve kuvvet manasında bir sıfattır. Ezelî ve ebedî kemal üzere bir kudret Allah Tealâ´ya mahsustur. Allah Tealâ her mümkün varlık üzerinde dilediğini yapmaya kadirdir. Onları yaratmaya ve yok etmeye güçlüdür. O´nun kudretine nihayet yoktur. Bu büyük kâinat, O´nun kudretine çok açık ve kuvvetli bir şahiddir.
Yüce Allah dilerse bir anda binlerce âlemi yoktan var eder ve dilerse onları bir anda yok eder. Çünkü dilediğini bir anda yerine getiremeyen, istediğini yapamayan bir varlık kâinatın İlâh´ı olamaz.
Yüce Allah´ın bu büyük kudretini iyice düşünen bir mümin, O´nun büyüklüğü önünde eğilir, O´nun kudretinden titrer, O´nun kutsal emirlerini yerine getirir ve yasaklarından sakınır.
“Allah her şeye kadirdir.”
Semi
İşitme kuvvetidir. Allah, Semi´ (işitme) sıfatı ile vasıflanmıştır. O´nun işitmesi, yaratıkların işitmesi gibi noksan ve hudutlu değildir. Yüce Allah her şeyi vasıtasız olarak işitir, ancak vasıtalardan ve vasıtalar vasıtasiyle işiten de ondan başkası değildir. O, gizli ve aşikâr söylenenlerin hepsini işitir, hiç bir şey O´nun işitme sıfatının dışında kalamaz. Kullarının dualarını ve zikirlerini, gizli aşikâr dilek ve yalvarışlarını işitip kabul eder ve onları mükâfatlandırır. Yüce Allah´ın böyle her şeyi işittiğine iman eden uyanık bir insan, daima güzel konuşur, her zaman Allah´ı anar, O´nu yüceltir. Her sözünü ve işini Allah´ın rızasına uygun yapar.
Basar
Görme kuvveti demektir. Yüce Allah kendi şanına uygun bir halde Basar (görme) sıfatı ile vasıflanmıştır. Allah, alet ve vasıta olmaksızın her şeyi görür. Fakat alet ve vasıta ile görenlerin gördüklerini de görür. Her gözden gören O´dur. Bazı şeyleri görmesi, diğer şeyleri görmesine engel olmaz ve onun görmesinden hiç bir şey gizli kalmaz. En karanlık gecelerde, karıncaların ve daha küçük yaratıkların kımıldamalarını, hareketlerini görür ve bilir. Şübhe yok ki, görememek ve bilememek büyük bir noksanlıktır. Böyle noksanlıklara sahib olan kör kuvvetler, İlâh ve yaratıcı olamazlar. Yüce Allah ise böyle bütün noksanlıklardan beridir ve bütün kemal sıfatları ile vasıflanmıştır.
Kalbi iman dolu bir insan, Yüce Allah´ın kendisini görüp gözetmekte olduğunu bilir ve üzerinde düşünür. Böylece durumunu düzeltir, edebe aykırı hiç bir harekette bulunmaz, melekler gibi temiz bir hayat içinde yaşamaya çalışır durur.
“Biliniz ki, Allah bütün yaptıklarınızı görür.” (Bakara: 233)
Kelâm
Bir manayı belirten, bir maksadı anlatan söz demektir. Yüce Allah Kelâm sıfatı ile de vasıflanmıştır. O´nun kelâmı (sözü) harf ve sesden beri ve kadîmdir (başlangıcı yoktur.)
Yüce Allah, kendi kadîm kelâmını, dilediği zaman şanına uygun bir şekilde meleklerine işittirir, bildirir ve anlatır.
Allah Tealâ´nın peygamberlerine dilediği şeyleri vahy ve ilham etmiş olması da bu kelâm sıfatının bir tecellisidir. Semavî kitablar hep bu Kelâm sıfatı ile meydana gelmiştir. “Kelâm-ı Kadîm” dediğimiz Kur´an-ı Kerim de bu sıfatla Peygamberimize inmiş ve asırlardan beri hidayet rehberliği yapmıştır.
Tekvin
Var etmek, yaratmak manasınadır. Bu da Allah´ın bir sıfatıdır. Yüce Allah bu tekvin sıfatı ile dilediği herhangi bir şeyi yoktan var eder veya var iken yok eder.
Yüce Allah´ın bu alemleri yaratıp yok etmesi, kullarını yaratıp yaşatması, onları beslemesi sonra da öldürüp başka bir aleme onları götürmesi, hep bu tekvin sıfatının tecellisi ile olur.
“Allah bir şeyin olmasını dilediği zaman, ona “ol” der, o da oluverir.” (Yasin: 82)
Yüce Allah´ımızın kutsal sıfatlarına ait verdiğimiz bilgiye bir özet yaparak deriz ki: Yüce Allah´ın varlığı ve birliği büyüklüğü ve kudreti, ezelî ve ebedî oluşu ve diğer yüce sıfatları apaçıktır. Bunları inkar etmeye, düşünüp de doğrulamamaya imkan yoktur.
Bir düşünelim: Bu kainatta hiçbir şeyin kendiliğinden var ve yok olamayacağını kendiliğinden kımıldanamayacağını ilim ve fen haber vermiyor mu Biz ise, milyonlarca alemin, milyonlarca parlak yıldızların varlığını, bunların hareket ve sükun hallerini görüp biliyoruz. Artık bunları var eden ezelî ve ebedî eşsiz bir Allah´ın varlığından nasıl şübhe edilebilir
Yine biliyoruz ki, bilgisi olmayan, kudret ve iradesi bulunmayan bir şeyin, bir gaye ve hikmete yönelik bir takım güzel ve üstün eserleri var etmesi mümkün değildir. Oysaki biz bu alemde her neye bakacak olsak, onun bir gayeye, bir hikmet ve düzene bağlı bulunduğunu görürüz. En büyük varlıktan en küçük varlığa varıncaya kadar bakılırsa, bunların öyle gelişi güzel bir rastlantı eseri olmadığı görülüyor, bunların boşuna yaratılmadığı anlaşılıyor. Bu varlıkların her birinde üstün bir sanat ve letafet eseri, bir irade ve ihtiyar alameti görülmüş oluyor.
Artık bu kadar yararlı olan bu güzel eserlerin, ilim, kudret ve hikmet sahibi olan ezelî bir yaratıcıya muhtaç olmadığını kim söyleyebilir
Şimdi biz, bütün bu dış alemdeki varlıklardan bakışlarımızı çevirip kendi nefsimize ve duygularımıza bakalım. Vücudumuzun her parçası ve hücresi, vicdanlarımızın bütün duygu ve kavramları, şanı çok yüce olan büyük bir Allah´ın, yaşatıp rızık veren bir yaratıcının varlığına daima şahidlik edip durmuyor mu …
O halde şüphe yok ki, kendi varlığını ve sorumluluğunu yitirmedikçe, hiç kimse, Allah´a iman inancından, bir yaratıcının var olduğu düşüncesinden asla yoksun olamaz.
“Gökten ve yerden rızık veren Allah´dan başka bir yaratıcı var mı ”