Yerin o zilzali, zelzelesi. Yerin, hareketi-i arz (yer hareketi) dediğimiz zangır zangır sarsıntısıdır. “Zell”, hareket mânâsı ifade ettiği çin zelzele ve zilzal onun muzaafı olarak tekrar etmeyi ifade eder. Bilhassa izafetle ifade edilmesi, yerin mümkün olabilen bütün şiddet ve dehşetiyle sarsıntısına işarettir ki, maksat Hacc sûresinde geçtiği üzere “Şüphesiz kıyamet vaktinin depremi müthiş bir şeydir.” (Hacc, 22/1) Vakıa Sûresi´nde ve daha birçok sûrelerde: “Yer şiddetle sarsıldığı, dağlar parçalandığı, dağılıp toz duman haline geldiği zaman.” (Vakıa, 56/4-5) gibi âyetlerle açıklanmış ve haber verilmiş olan kıyamet depremidir.
2. Yerin ağırlıklarını çıkardığı. Yerin ağırlıklarını çıkarmasında iki rivayet vardır. Birisi: Ölüleri kabirlerinden fırlatıp çıkarmasıdır, ki “Kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman.” (İnfitar, 82/4) âyetinin mefhumudur. Bu ise dirilmek demek olacağından ikinci sûrun üflenmesine işaret olur. Diğeri de içindeki definelerin, hazinelerin, madenlerin meydana çıkarılmasıdır ki, bunun da ilk sûra üflemede, yani ilk zelzelede olması açıktır. Bazı haberlerde kıyamet alametlerinden olan Deccal´ın günlerinde yerin hazineleri meydana çıkacak diye varid olmuştur. Bunu da bazıları ona yormuş ise de o, zelzeleden önce olan çıkarmalar olduğu, halbuki burada maksat zelzele ile meydana gelecek çıkarmalar olması açık bulunduğu cihetle demişlerdir ki bu, Deccal´ın zamanında çıkarılanlardan başka olarak kalmış olan bütün hazineler ve defineler deprem ile fırlatılıp çıkarılmasıdır. Ancak ilk sûra üflemede mi, ikinci üflemede mi Bunda da her iki ihtimali söyleyenler olmuştur. Bazıları demişlerdir ki: Bu depremden maksat, birinci depremdir. Yer o zaman hazinelerini çıkaracak, yeryüzü altın dolacak da ona iltifat eden olmayacak. Altın o zaman sanki insana şöyle bağıracak: Sen benim için dinini ve dünyanı yıkmıyor muydun Sonra onun çıkarılmasının sonucu bir de
“Kıyamet gününde biriktirilen malların üzerleri cehenmem ateşinde kızdırılacak ve onlarla sahiplerinin alınları, yanları ve sırtları dağlanacak, kendilerine: “İşte kendiniz için biriktirdiğiniz budur.” (Tevbe, 9/35) hükmünün açıklanması olur ki, bu da ikinci sûr üflemesinden sonra olur. Nakkaş, Zeccac, Münzir b. Said gibi bir hayli tefsir bilginininde her iki rivayeti toplamak suretiyle “eskal” (ağırlıklar), hem ölüleri, hem hazineleri, ikisini de içerdiğini söylemişlerdir. Görünen de bu olmalıdır. İbnü Abbas´tan da iki rivayet olduğu söylenmiştir. İkisinde de bunu, zikrolunduğu üzere ikisini sûr üflemeye, yahut her iki sûr üfleme müddetini bir vakit itibar ederek ikisine de yoranlar olmuşsa da ikinci sûr üflemeye “o gün insanlar, bölük bölük çıkacaklardır” âyetiyle beyan olunacağına göre, bu çıkarmayı, ilk sûra üfleme hali olarak anlamak ´nın da tekrar edilmemiş olması itibarıyla daha açıktır. Yıkım nefha (üfleme)sı olan ilk üflemede ölülerin çıkarılması ise canlı olarak değil, ölü olarak fırlatılıp fırlatılıp atılmaları demek olur ki o vakit “O gün yer ve dağlar sarsılır ve dağlar dağılan kum yığınları olur.” (Müzzemmil, 73/14) olduğu gündür. “Yer ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpıldığı zaman.” (Hâkka, 69/14) olduğu ve “Yer şiddetle sarsıldığı, dağlar etrafa serpildikçe serpildiği, dağılan tozduman haline geldiği zaman.” (Vakıa, 56/4-6) olmak üzere bulunduğu zamandır. “O gün o sarsıntı sarsar.” (Naziat, 79/6) olmaktadır. Henüz “Ardından başka bir sarsıntı gelir.” (Naziat, 79/7) olmamış, “Onlara tek bir haykırma yeter, hepsi hemen uyanırlar.” (Naziat, 79/13-14) kumandası daha verilmemiştir. Bu bir temsil ile, henüz bir volkanın patladığı, bir harbin silahlarını ortaya atmaya başladığı mobilizasyon esnasındaki ıstıraplar gibi başlangıç kabilinden olarak “Yer uzatılıp dümdüz yapıldığı içinde olanları dışarı atıp tamamen boşaldığı.” (İnşikak, 84/3-4) ölçüsüne boşalma zamanıdır ki, o harbin neticesine erip de silahlarını indireceği, “Ve kendisine yaraştığı üzere Rabb´ine kulak verip boyun eğdiği zaman.” (İnşikak, 84/5 ) hükmünün ortaya çıkacağı asıl haklanma ve hesap devrini açacak olan ikinci sûr üfleme ondan sonra olacaktır.
ESKAL tahrik ile cebel vezninde “sekal”in çoğuludur ki, Râzî´nin ifadesine göre sekal, “meta-i beyt”, yani ev eşyasıdır. “Kamus”ta sekal, misafirin, yani yolcunun ağırlık denilen eşya ve ailesine, sahibinin çoğunlukla kullanmayıp
koruyup hıfzettiği güzel ve kıymetli şeye denir. Nitekim “Muhakkak ki ben içinizde iki kıymetli şey bırakıyorum: Onlar, Allah´ın Kitab´ı ve benim sünnetimdir.” hadis-i şerifinde sekaleyn bu mânâdadır. İnsanlara cinlere sekaleyn denilmesi, yerin içinde ve üzerinde bulunmaları itibarıyla onun sekali, ağırlığı gibi olmalarından, yahut amellerinin, günahlarının ağırlığındandır, denilmiştir. Ve demişlerdir ki ölü, yerin içindeyken onun ağırlığı, yerin üstündeyken ona ağırlıktır. “Künûz” (hazineler) de, yerin kıymetlisi olmak mânâsına ağırlığıdır. Eskal yolcunun ağırlıkları, eşya ve ailesi mânâsına olduğuna göre “ve yer ağırlıklarını çıkardı” buyurulmakla o zelzele halinde yer seferberlik yapan bir yolcuya ve içindeki ölüler ve hazineleri o yolcunun ağırlığını oluşturan eşya ve ailesine teşbih edilmek suretiyle bir “istiare-i mekniyye” yapılmış demek olur.
ESKAL, esre ve sükun ile “sikl”in çoğulu olabileceği de söylenmiştir ki haml-i batın, yani “karın yükü” mânâsınadır. Bunun da hazinelere ve ölülere söylenmesi teşbih ve istiare şekliyledir. Bu mânâ “İçinde olanları alıp tamamen boşaldığı zaman.” (İnşikak, 84/4) âyetine daha uygundur. Râzî, “eskal”in “esrâr” (sırlar) mânâsına olmasını da ikinci bir görüş olarak nakletmiştir. Yani o gün yer bütün sırları keşfedecek, açıklayacak. “O gün yer, haberlerini anlatacak.” buyurulduğu üzere lehte veya aleyhte şahitlik edecek demektir. Âlûsî, buna, “haberlere aykırı ve uzaktır” demişse de, muhtemeldir. Bununla beraber en kuvvetli vecih, yerin seferberliğini ifade eden birinci vecihtir. Yani tahrik ile “sekal”in çoğulu olmasıdır. Yerin zikri geçmişken, zamir mevkiinde tekrar açıkça söylenmesi zihinlere iyice yerleştirmek içindir. Yerin, yerden başkasına çevrilmesine işaret için de denilmiştir. Durumun görünüşü, bu çıkarmanın zelzele sebebiyle olmasıdır. Fakat terettüb (ait olma) kastedilmeyerek her iki hadise başlı başına birlikte olarak düşündürülmek için “fa” ile atfedilmeyip bir altında vav ile “çıkardı” buyurulmuştur.
3. Özetle: O sarsıntı ve çıkarma olduğu, ve insan, buna ne oluyor dediği zaman. Böyle denilmesi, korkunun büyüklüğünü tasvir içindir. Yani o zelzele ve çıkarmayı her gören insan, dehşetinin büyüklüğünden şaşırarak, “Bu yere ne oluyor “, “Nedir bu hal ” diye şaşkınlık ve telaşa düştüğü o belalı zaman. Bazıları demişlerdir ki, onu gören kâfirler öyle söyleyecek. “Vah bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı ” (Yâsin, 36/52) diyecekler. Müminler ise “İşte Rahmân´ın vaad ettiği şey budur.
Demek peygamberler doğru söylemiş.” (Yâsin, 36/52) diyecekler. Fakat bu fark, ikinci Sûr´a üfleme ile dirilmededir. İlk zelzelede ise mümin ve kâfir her insana umumu açıktır. “(Birinci defa) Sûr´a üflendi, göklerde ve yerde olanlar (korkudan) düşüp bayıldılar. Ancak Allah´ın dilediği kaldı”. (Zümer, 39/68) kelimesi ´dan bedeldir.
4. Yani o olaylar olduğu gün o yer Bütün haberlerini bildirir, havadislerini hal ile ve sözlü olarak haber verip anlatır. Çünkü Rabbin ona, (yani yere) vahyetmiştir. Haber vermesini süratle emir ve telkin etmiştir de o sebeple yer o haberleri söyler, anlatır. “Keşşaf”ta der ki: Yerin haber vermesi ve söylemesi mecazdır. Yani Allah Teâlâ yerde öyle durumlar meydana getirir ki, onlar dil ile konuşma yerine geçerler. Hatta “ne oluyor buna ” diyenler, o hallere bakarlar da, onun ne için zelzeleye tutulduğunu ve ne için o ölüleri dışarıya attığını bilir. Ve bu olaylar, peygamberlerin korkutup ve çekindirip durdukları olay olduğunu anlarlar. Bu mânâca vahy “kün feyekün” (ol! dedi, hemen oldu) gibi tekvinî olmuş olur. Bununla beraber bir de denilmiştir ki, Allah Teâlâ yeri, o zaman gerçekten konuşturacaktır da, o üzerinde işlenmiş olan hayır ve şerri haber verecektir. Peygamberimizden de rivayet olunmuştur ki, herkese karşı üzerinde ne amel yaptığına şahitlik edecektir. Yere vahyetmek, onun yaşaması mümkün olan kısımlarına vahiy olarak düşünülürse, bu söyleme ve vahyin gerçekten konuşma veya yazma halinde haber vermek ve bildirme mânâsına olarak anlaşılmasında zorluk çekilmez. Hasılı onun ne olduğu o zaman gerçek göz önüne döküldüğü zaman anlaşılacaktır. ´nın cevabı, ´dür.
5. Yani o olaylar olduğu gün o yer Bütün haberlerini bildirir, havadislerini hal ile ve sözlü olarak haber verip anlatır. Çünkü Rabbin ona, (yani yere) vahyetmiştir. Haber vermesini süratle emir ve telkin etmiştir de o sebeple yer o haberleri söyler, anlatır. “Keşşaf”ta der ki: Yerin haber vermesi ve söylemesi mecazdır. Yani Allah Teâlâ yerde öyle durumlar meydana getirir ki, onlar dil ile konuşma yerine geçerler. Hatta “ne oluyor buna ” diyenler, o hallere bakarlar da, onun ne için zelzeleye tutulduğunu ve ne için o ölüleri dışarıya attığını bilir. Ve bu olaylar, peygamberlerin korkutup ve çekindirip durdukları olay olduğunu anlarlar. Bu mânâca vahy “kün feyekün” (ol! dedi, hemen oldu) gibi tekvinî olmuş olur. Bununla beraber bir de denilmiştir ki, Allah Teâlâ yeri, o zaman gerçekten konuşturacaktır da, o üzerinde işlenmiş olan hayır ve şerri haber verecektir. Peygamberimizden de rivayet olunmuştur ki, herkese karşı üzerinde ne amel yaptığına şahitlik edecektir. Yere vahyetmek, onun yaşaması mümkün olan kısımlarına vahiy olarak düşünülürse, bu söyleme ve vahyin gerçekten konuşma veya yazma halinde haber vermek ve bildirme mânâsına olarak anlaşılmasında zorluk çekilmez. Hasılı onun ne olduğu o zaman gerçek göz önüne döküldüğü zaman anlaşılacaktır. ´nın cevabı, ´dür.
6. O gün insanlar bölük bölük, çeşitli durumda ortaya çıkacaklardır. Sudûr, vürûdun zıddıdır. Vürûd, suya gitmek olduğu gibi, sudûr da sudan dönmektir. Diğer deyimle, “vârid” gelen, “sâdir” giden demektir. Yani varmış oldukları yerden dönüp çıkacaklar, kabirlerinden mevkıfa (durağa), mahşere doğru çeşitli şekilde fırlayacaklar. Kimisi yüz aklığıyla, kimisi yüz karasıyla, kimisi selamet, kimisi korkular ve dehşetler içinde, kimisi binitli, kimisi yaya, kimisi serbest, kimisi zincirlerle bağlı, hasılı kimisi mesud, kimisi bedbaht, yahut İbnü Abbas´tan rivayet edildiği üzere “O gün her insan topluluğuna önderleri ile çağıracağız.” (İsra, 17/71) âyeti gereğince her din ve millet sahibi ayrı olarak kendi önderleri arkasında, yahut
“Andolsun ki sizi ilk defa yarattığımız şekilde bize geldiniz.” (Kehf, 18/48) buyurulduğu üzere her fert ilk yaratılışı gibi tek başına olarak, yahut bazılarının görüşünce bölgelere göre dağılmış olarak ortaya çıkacaklar. Yahut mahşere geldikten sonra kimisi kitabını sağından almuş ashab-ı yeminden olarak cennete gitmek üzere, kimisi de kitabını solundan veya arkasından almış ashab-ı şimalden olarak cehenneme gitmek üzere mahşerden ayrılacaklar.
7. Amelleri kendilerine gösterilmek için. Ki hayır veya şer her ne işlemişlerse ona göre cezasını almak üzere amellerini hakkıyle görsünler, defterleriyle, ölçüleriyle hesaplarına vakıf olsunlar. Bu mânâ, sudûrun mahşere doğru olmasına göredir. Mahşerden sudûra göre ise hayır veya şer her ne ise amellerinin cezasını görsünler. Yani cennet ehli cennete, cehennem ehli cehenneme girsinler demek olur. Zira her kim bir zerre miktarı hayır işlerse onu görecektir. Her kim de bir zerre miktarı şer işlerse onu görecektir. göstermenin neticesini açıklamak içindir. zerra görülür görülmez derecede, gayet küçük karıncadır. Güneşin şuaında sezilebilen zerreciklere de denilir. İbnü Abbas´dan rivayet edilmiştir ki, elini toprağa sokmuş kaldırmış, sonra üflemiş de, “işte bunlardan her biri bir miskal zerre” demiştir. İkisi de azlığa meseldir. Gerçi bizim bir zerre dediğimiz içinde bile bir âlem vardır. Fakat sorumluluğun en az derecesi beşerî hissin ilgilenebileceği en küçük ölçü ile ifade edilmiştir. Asıl maksat ise en küçük bir hayır veya şerrin bile Allah katında kaybolmayacağını açıklamaktır.
8. Amelleri kendilerine gösterilmek için. Ki hayır veya şer her ne işlemişlerse ona göre cezasını almak üzere amellerini hakkıyle görsünler, defterleriyle, ölçüleriyle hesaplarına vakıf olsunlar. Bu mânâ, sudûrun mahşere doğru olmasına göredir. Mahşerden sudûra göre ise hayır veya şer her ne ise amellerinin cezasını görsünler. Yani cennet ehli cennete, cehennem ehli cehenneme girsinler demek olur. Zira her kim bir zerre miktarı hayır işlerse onu görecektir. Her kim de bir zerre miktarı şer işlerse onu görecektir. göstermenin neticesini açıklamak içindir. zerra görülür görülmez derecede, gayet küçük karıncadır. Güneşin şuaında sezilebilen zerreciklere de denilir. İbnü Abbas´dan rivayet edilmiştir ki, elini toprağa sokmuş kaldırmış, sonra üflemiş de, “işte bunlardan her biri bir miskal zerre” demiştir. İkisi de azlığa meseldir. Gerçi bizim bir zerre dediğimiz içinde bile bir âlem vardır. Fakat sorumluluğun en az derecesi beşerî hissin ilgilenebileceği en küçük ölçü ile ifade edilmiştir. Asıl maksat ise en küçük bir hayır veya şerrin bile Allah katında kaybolmayacağını açıklamaktır.