Brahmanizm´in tahrife uğramasından ve bu dinin akidesine göre, insanların sınıflara ayrılmasından sonra, bunların arasından, bu düzeni benimsemeyen ve gayrete gelen bir kimsenin çıkması kaçınılmaz hale gelmişti. Böyle biri ortaya çıktı. Bu kişi birinci sınıfta bulunup yüksek derecelere ulaşan Buda adındaki bir zattı. M. O. 560 yılında doğan Buda, sınıf sisteminin getirdiği meşakkatler altında ezilen insanlığın bela ve musibetini hafifletme çağrısında bulunuyordu.
Buda, insanlığın çektiği zahmet ve meşakkatleri hafifletme yolunda, insanların ihtiyaçlarını hafifletmeyi ve nefisleri şehvetlere karşı frenlemeyi öneriyordu. Çünkü ona göre, insanı mutsuz eden şey, kişisel arzu ve isteklerdi. Madem ki, insamn çektiği azap sınır tanımayan arzulardan ve elinde bulunanlarla yetinmemekten kaynaklanıyor, o halde bu arzu ve isteklerden vazgeçmek ve elinde olanla yetinmek gerekirdi. Bunun için de nefis terbiyesi şarttır.
İşte bu nedenle Buda, nefis terbiyesi için bir metod ortaya koymuştur. Buna göre ilk aşamada insan, heveslere sırt çevirmekle işe başlamalı, sonra da, selim bir kalple işlere yönelmelidir. Bu durumda nefis berraklaşır ve parlar. Her şeyi sağlıklı bir şekilde algılar. Daha sonra da sağlam bir inanca sahip olmak gerekir. Eşya, selim bir şekilde algılandıktan sonra düzgün ve doğru konuşma aşamasına, bunun arkasından düzgün hareket ve davranış aşamasına gelinir. Bütün bunlardan sonra da ahlak esasına dayalı bir toplum meydana” gelir.
Buda, ahlakî prensipler ortaya koymuştur. Örneğin insanların on şeyi yapmalarını yasaklar:
1- Hiç kimseyi öldürme.
2- Çalma ve öfkelenme. Sana verilmeyen şeyi alma.
3- Yalan Söyleme.
4- İçki içme ve uyuşturucu kullanma.
5- Zina yapma. Cinsel hayatla ilgili haram işlere girişme.
6- İyi pişmemiş yemeği yeme.
7- Koku sürünme. Çiçeklerden yapılmış tacı başına koyma.
8- Oynama, oyun alanlarında ve şarkı söylenen meclislerde bulunma.
9- Yumuşak yataklar, koltuklar sergi ve yaygılar edinme. Konforlu yastıklar ve divanlar kullanma.
10- Altın ve gümüş edinme.
Bu Budist ilkelerin birtakım kusur ve noksanlıkları vardır. Bir kere bunlar, insanı yönlendirici bir inanca dayanmamaktadırlar. Aksine Buda´nın kendisinden kaynaklanmaktadırlar. O, bu varlığı yoktan var eden bir tanrının varlığım inkar etmiştir. Bu nedenle kendisinden sonra gelenler arasında putperestlik yaygın bir inanç haline gelmişti. O kendisine tabi olanlara bir inanç sistemi bırakmamıştı. Ortaya koyduğu şeyler, aklı saptıran birer vehimden ibaretti. Doğru yola insanları iletmiş değildir.
Bunun yanında o, insanları hayatta az şeylerle yetinmeye ve zahidliğe çağırmaktaydı. İnsanları, hayatın birtakım nimetlerinden faydalanmaktan engellemekteydi. Çünkü ona göre insan, gözleriyle gördüğü güzelliklerden uzak durmak ve nefsim onlardan men etmek için yaratılmıştır.
Faziletleri hep olumsuz yönde gören Buda, hep olumsuz ilkeler ortaya koymuştur. Yani onun ilkeleri hep yasaklara dayanmaktadır. Dolayısıyla Budist ilkeler, olumlu emirler yerine, sadece kötülüklerden sakmdırıcı yasaklar içermektedir.
Kuşkusuz insani erdemler iki unsurdan oluşur: Olumlu unsur, insani faydaya öncelik tanıyarak, insanın, kardeşi olan diğer insana hakkını vermesidir. İnsanlar arasında yardımlaşma bağlarını kurmaktır. İşte faziletteki en kuvvetli unsur budur.
İkinci unsur i-se, başkalarına eziyet vermekten kaçınmaktır. Olumsuz olan unsur, işte budur. Ama bu diğerine nisbetle daha alt seviyededir. Erdemin özü, birinci unsurdur. Bu gerçek hayır ve iyiliktir. Bu unsur mevcut olunca diğerlerini yok eder. Yani ortada bulunan iyilik, eziyetlerin bir kısmını yok eder. Budizm sadece olumsuz unsurlara dayandığı için, ondaki olgunluk manası da eksiktir.
Budizm ilkelerini ancak havas tabakasına mensup kimseler uygulayabilirler. Bu ilkeleri avam tabakasının uygulaması mümkün değildir. Halbuki mezhepleri ve doktrinleri, sadece havas tabakasının değil, bütün insanların uygulayabilmesi şarttır. Böyle olunca Budizm bazı tasavvuf ekolleri gibi olur ki, bu ekollerin prensiplerini sadece şeyhler uygularlar. Müridler bu şeyhlere yaklaşırlar. Bunları göz önünde bulundurduğumuz takdirde Budizm, herkesin tatbik edebileceği bir düzen olma imkanına sahip görülmemektedir. Bu nedenle, Budizm ilkelerini bütün Budistler uygtdayamamışlardır. Aksine bizzat Budistler kendilerini iki kısma ayırmışlardır:
1- Biraz önce anlattığımız prensipleri benimseyen ve bu prensiplerin dışına çıkmadan kendilerini sadece birkaç çeşit yiyecekle sınırlayıp diğer yiyeceklerden mahrum bırakan, kaba ve sert giysileri giymeyi tercih eden Budistler. Bunlar, hayata egemen olmak ve onun boyunduruğu altına girmemek için, hayatın zevklerini terketmişlerdir.
2- Medeni Budistler: Bunlar zorluk ve meşakkate katlanmayan kimselerdirler. İfrata kaçmadan, lezzetlerden mahrum kalmadan ve lezzetleri terketme zorluğuna katlanmadan orta bir yolu takip eden kimselerdirler.
Bunlar Buda´nm alçak gönüllülük, doğruluk ve güvenilirlik gibi ahlaki ilkelerini benimsemişler ve sonucunda elem duyulmayan bazı lezzetleri elde etmişlerdir. Başaramadıkları takdirde mahrumiyet acılarına düşmemek için, zevklerini tatmin etme hususunda aşırılığa sapmamışlardır. Özetle bunlar, Budizm´in ilk beş prensibini benimsemişlerdir. Yani adam öldürmeme, içki içip sarhoş olmama, çalmama, yalan söylememe ve zina etmeme gibi ilkelere sadık kalmışlar, bunların dışındaki yasaklara riayet etmemişlerdir.
Bunların tuttukları yol, medeni Budistler´in çoğalmasına neden olmuş, hatta bu prensiplere riayet etmeyen bir fırkanın doğ-masınada yol açmıştır. Böylece tek başına din, emir ve yasak icat etme hususunda zayıf kaldığımı göstermiştir. –