Şahitliğin Tarifi.
Şehâdât ´şehadet´ kelimesinin çoğuludur ve şuhûd´dan gelir. Mânâsı (bir yerde) hazır olmak, bulunmak demektir. Şehadet luğatta kafi haber demektir. Şer´î mânâsı ise, özel bir lafızla bifşeyi haber vermektir.
Şahitliğin Meşruiyetinin Delili
Şahitliğin meşru olduğu Kur´an, Sünnet ve İcma-i Ümmet ile sabit olmuştur. Şahitliğin meşru olduğuna delâlet eden ayetlere misal olarak şunları zikredebiliriz:
Erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutun. (Bakara/282)
Sakın şahitliği gizlemeyin. Kim onu gizlerse şüphesiz onun kalbi günahkârdır.
(Bakara/283)
Şahitliğin meşru olduğuna delâlet eden hadîslere misal olarak da şu hadîs-i şerifi zikredebiliriz:
Eş´as b. Kays şöyle rivayet ediyor: Benimle bir kişi arasında bir kuyu hakkında anlaşmazlık vardı. Meseleyi Hz. Peygamber´e arzettik. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: ´Ya sen iki şahit getirirsin, yahut o yemin eder[1]
Şahitliğin meşru ve aynı zamanda müstehab olduğu hususunda icma edilmiştir ve hiçbir âlim buna muhalefet etmemiştir.
Şahitliğin Meşruiyetinin Hikmeti
Şahitliğin meşruiyetinin hikmeti, hakların korunması ve isbat edilmesidir. Eğer şahitlik meşru kıhnmasaydı, hakların çoğu zayi olur, isbat edilmesi zorlaşırdı. Böyle bir durum ise İslâm´ın hedefine ters düşer; zira İslâm, hakların nizasız ve mücadelesiz bir şekilde sahiplerine tevdi edilmesini ister. Bu bakımdan şahitliğin meşru kılınması hem İhtiyaç hem de maslahat gereğidir.
Hakkında şahitlik yapılan meseleler Allah´ın hakkı ve kulun hakkı olmak üzere ikiye ayrılır.
I. Allah´ın Hakkı
Allah´ın hakkı hususunda kadınların şahitliği kabul edilmez, ancak erkeklerin şahitliği kabul edilir; zira kadınlar genellikle şüpheden, unutkanlıktan, hatadan hâli değildirler. Oysa bu haklar hususunda ihtiyatlı davranılması gerekir. Allah´ın hakları üç çeşittir:
a. En az dört şahitle sabit olan haklar
Meselâ zina bunlardan biridir ve en az dört şahitle sabit olur. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
Namuslu kadınları (zina ile) itham ettikleri halde, dört şahit getiremeyen kimselere (iftira cezası olarak) seksen değnek vurun. (Nûr/4)
Görüldüğü üzere Allah Teâlâ burada cezayı, dört şahidin şehadetine bağlamıştır. Bu da zinanın ancak dört şahitle sabit olacağına delalet eder. (İster kadın, ister erkek olsun herhangibir müslümanı zina ile itham eden kişi, kendisinden başka üç şahit daha getiremezse ona kazf haddi tatbik edilir). Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Kadınlarınızdan fuhuş (zina) işleyenlerin aleyhinde aranızdan dört . şahit tutun.(Nisa/l5)
İfk hâdisesi (Hz. Aişe´ye yapılan zina iftirası) hususunda da Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
O (iftirayı ata)nlar bu sözlerine karşı dört şahit getirmeli değiller miydi Madem şahitleri getiremediler, o halde onlar Allah nezdinde yalancıların ta kendileridir.
(NÛr/13)
İşte bu ayet de zinanın sabit olması için en az dört şahit gerektiğine delâlet eder. Ebu Hüreyre´nin rivayet ettiği şu hadîs-i şerif de bunu desteklemektedir: Sa´d b. Ubâde, Hz. Peygamber´e şöyle dedi:
– Ey Allah´ın Rasûlü! Şayet ben birini ailem ile birlikte bulmuş olsam, artık dört şahit getirinceye kadar ben o adama dokunamayacak mıyım . . –
– Evet!
– Seni hak ile gönderen Allah´a yemin ediyorum ki hayır, asla! Ben, bundan önce o adamı muhakkak kılıçla vururum,
– Seyyidiniz (efendiniz) ne diyor, kulak verin, dinleyin! Muhakkak ki o çok kıskançtır. Halbuki ben ondan daha kıskancım. Allah ise benden daha çok kıskançtır, gayyurdur.[2]
Rasûlullah (s.a) bu sözünü ´Namuslu kadınları (zina ile) itham ettikleri halde dört şahit getiremeyen kimselere (iftira cezası olarak) seksen değnek vurun´ (Nur/4) ayeti nazil olduktan sonra söyledi.
Sonra eşlere genişlik olsun diye Allah Teâlâ lian ayetlerini indirdi. Zinanuı Sabit Olması İçin Dört Şahit İstenmesinin Hikmeti
Zinanın sabit olması ve ceza verilmesi İçin dört şahit İstenmesinin hikmeti şudur: Zina iki kişi (erkek ile kadın) arasında olduğundan iki fiil sayılır, her fiil için de iki şahit gerekir; böylece toplam dört şahit olur. Ayrıca zina, fuhşun en çirkinlerinden olduğundan ötürü, halk için gizli bir fiil olarak kalması için şahitler artırıldı, sabit olması zorlaştı rıldi. Zina olayına şahit olan kişilerin şehadeti ´Biz aniden baktık ve ikisini zina halinde gördük´ veya ´Biz şahitlik etmek için onlara baktık ve zina ettiklerini gördük´ demeleridir.
b. En az iki şahitle sabit olan haklar
Bunlar ise Allah Teâlâ´nın, zina haricindeki haklarıdır. Meselâ irtidat etme, yol kesme, bir insanı öldürme, hırsızlık yapma, içki içme gibi suçlardır. Bunun delili şu ayetlerdir:
Erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutun. (Bakara/282)
İçinizden iki adil kimseyi şahit tutun. (Talâk/2) Şu hadîs-i şerif de bunun delilidir:.
Ya sen iki şahit getirirsin, yahut o yemin eder.[3]
Ayrıca Zührî´nin şu sözü de buna delildir: ´Sünnet, rjaklar hususunda kadınların şahitliğinin geçerli olmadığı şeklinde cari olmuştur1.
c. Bir kişinin şahitliğiyle sabit olan haklar
Meselâ Ramazan hilâlini gördüğünü söyleyen bir kişinin şehadetiyle, Ramazan´ın girdiği sabit olur. Burada ihtiyat nedeniyle bir kişinin şahitliği kabul edilmiştir. Çünkü bir ibadeti yapma hususunda hata etmek, onu terketmek suretiyle hata etmekten daha az zararlıdır. Bu bakımdan Şevval, yani bayram hilâli için en az iki şahit istenmektedir.
İbn Ömer şöyle rivayet ediyor: ´Halk hilâli görmek için bakıyordu. Ben Rasûlullah´a, hilâli gördüğümü haber verdim. Peygamber oruç tuttu ve halka da oruç tutmalarını emretti[4]
II. Kulların Hakkı
Kulların hakkı da üç kışıma ayrılır:
a. En az iki kişinin şahitliğinin kabul edildiği meseleler
Bu, malî olmayan ve erkeklerin muttali olduğu meselelerdir ki talak, ricat, müslüman olma, irtidat etme, cerh (bir ravinin cerhedilmesi), tadil (ravinin adil olduğuna karar verilmesi), vakıf, vasiyet ve benzeri meseleler bu sınıfa girerler. Bunun delili ise, şeriatın nikâh, talâk ve vasiyet hususunda iki kişinin şahit olmasını emretmesidir. Kulların hakkı olup da kendisinden mal kasdedilmeyen meseleler de bunlara kıyas edilmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
Sonra iddetlerinin sonuna yaklaştıkları zaman onları (ya) güzellikle tutun veya güzellikle onlardan ayrılın. İçinizden iki adil kimseyi şahit tutun. (Talâk/2)
Ey mü´minler! Herhangi birinize ölüm(ün belirtileri) geldiği zaman, vasiyet anında aranızda sizden iki adil kimseyi şahitlik için tutun. (Mâide/106)
Hz. Peygamber de nikâh hususunda şöyle buyurmaktadır:
Nikâh ancak velî ve iki adil şahitle olur.[5]
Zührî de şöyle demiştir: ´Sünnet; cezalar, nikâh ve talak hususunda kadınların şahitliğinin geçerli olmadığı yönünde cari olmuştur´.
b. İki erkeğin şahitliğinin veya bir erkek iki kadının şahitliğinin veya bir erkeğin şahitliği ile müddeî´nin yeminin kabul edildiği meselelerdir.
Bu da kendisinden aynî veya borç veya menfaat kasdedilen meselelerdir. Bunlar alışveriş, ikame, havale, daman, icare, reyn, şufa ve benzeri meselelerdir. Bunun delili şu ayettir:
Erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutun, eğer iki erkek bulunamazsa, şahitliklerine razı olacağınız bir erkek ile iki kadın şahit olabilir. Kadınlardan biri unutursa diğeri ona hatırlatır. Şahitler çağırıldıklarında (şahitlikten) çekinmesinler. (Bakara/282)
İbn Abbas şöyle rivayet etmektedir: ´Hz. Peygamber bir şahit ve yeminle hüküm verdi´.[6]
İçinde mal´ın sözkonusu olduğu her hak buna kıyas edilmiştir.
c. İki erkeğin veya bir erkek ile iki kadının veya dört kadının şahitliğinin kabul edildiği meseleler.
Bu meseleler, genellikle erkeklerin muttali olmadığı doğum, emzirme, bakirelik ve kadınlarla ilgili diğer meselelerdir. Bunun delili, Zeyd´den rivayet edilen şu eserdir: ´Sünnet, kadınlardan başkasının muttali olmadığı doğum ve benzeri meselelerde kadınların şehadetinden başka bir kimsenin şehadetinin kabul edilmeyeceği şeklinde cari olmuştur´.[7]
Tabiin-i kiramdan bir kişinin böyle söylemesi hüccet sayılır. Çünkü bu, merfû hadîs hükmündedir; zira böyle bir söz, içtihada binaen söylenmez. Bu mânâdaki başka meseleler de buna kıyas edilmiştir.
Muhtaç, III/155)
Şahitlikte adedin şart olması şundandır: Sâri, iki kadının şahitliğini bir erkeğin şahitliğine denk kabul etmiştir. Bazı durumlarda sadece kadınların şahitliği kabul edilebildiğine göre, bir meselede bir erkek ile iki kadının müştereken şahitliği haydi haydi kabul edilir. Çünkü şahitlikte esas erkeklerdir.
Bir Uyarı
Âlimler; zina, içki ve benzeri konularda şahitliğin kabul edilebilmesi için, kişinin gözüyle görmesinin şart olduğunu, yani fiili failiyle beraber görmek gerektiğini, zira ancak görmekle yakînih hasıl olacağını, bu meselelerde işitmenin yeterli olmadığını söylemişlerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Hakkında bilgin bulunmadığı şeyin ardına düşme! (İsra/36)
Fakat haklarda, takviye edilen zan ile iktifa edilmiştir; zira hakların tümünde yakînin mümkün olmadığı ortadadır, bu bakımdan da -adalet gibi- isbata davet etmek gereği vardır. Bu haklan kesin bir şekilde bilmek mümkün olmadığından, burada zann-ı galible hükmetmeye cevaz verilmiş, bununla yetinilmiştir.
Şahitliğin Şartlan Şahitlik iki kışıma ayrılır:
Şahitliği yüklenmek
Şahitliği eda etmek
I. Şahitliği Yüklenmenin Şartları
Şahitliği yüklenen kişide temyiz (ayırdetme) yeteneği olmalıdır; zira temyiz yeteneği olarsa insan gördüğünü muhafaza eder.
II. Şahitliği Eda Etmenin Şartlan
Şahitliği eda etme anında şahitte şu şartlann bulunması gerekir:
A. Müslüman olmalıdır.
Bir kâfirin, müslümanın veya başka bir kâfirin aleyhindeki şahitliği kabul edilmez. Bunun delili ise şu ayet-i kerimedir:
Erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutun. (Bakara/282)
Kâfir ise, müslümanlann erkeklerinden biri değildir. Yine Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
İçinizden iki adil kimseyi şahit tutun. Oalâk/2)
Kâfirin yalan söylemeyeceğinden emin olunamaz. Ayrıca şahitlik/bir velayettir, hükümdür. Kâfirin ise mü´min üzerinde hükmü olamaz.
B. Baliğ olmalıdır.
Çocuğun -mümeyyiz olsa bile- şehadeti kabul edilmez; zira Allah Teâlâ ´Erkeklerinizden´ (Bakara/22) buyurmuştur. Çocuk ise henüz erkeklik mertebesine gelmemiştir. Ayrıca çocuğun yalan söylemeyeceğinden emin olunamaz. Çünkü çocuk mükellef değildir.
C. Akıllı olmalıdır.
Delinin şahitliği kabul edilmez. Çünkü o, ne söylediğini bilmez. Ayrıca delinin şahitliğinin kabul edilmeyeceği hususunda ulema icma
etmiştir.
D. Hür olmalıdır. Kölenin şahitliği kabul edilmez. Çünkü şehadet´te velayet mânâsı vardır. Köle ise velayet sahibi değildir.
E. Adil olmalıdır.
Fasık bir kişinin şehadeti kabul edilmez; zira Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun içyüzünü araştırın. (Hucurat/6)
Şahitliklerine razı olacağınız bir erkek ile iki kadın şahit olabilir. (Bakara/282)
Adil olmayan bir kişiden nasıl razı olunur Fasık´ın yalan söylemeyeceğinden emin olunamaz.
F. Şahitliğinde itham edilmemelidir.
Bu sizin içiç Allah katında adalete en uygun, şahitlik için en sağlam ve şüpheye düşmemenize daha yakın bir durumdur.
(Bakara/282)
İtham edilen kişide şüphe asıldır, her zaman sözkonusudur. Buna binaen iki düşmanın birbiri aleyhindeki şahitliği kabul edilmez. Babanın evladı, evladın babası hakkındaki şahitliği kabul edilmez. Çünkü birincisinde düşmanlık nedeniyle, ikincisinde sevgi nedeniyle adaletten sapma sözkonusudur.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Hain erkek ve kadının, zina eden erkek ve kadının ve mü´min kardeşine kin tutan kimsenin şahitliği caiz değildir.[8]
Bir aileye hizmet edenin o aile için, azathhğı veya akrabalığı şüpheli olanın şahitliği caiz değildir.[9]
Hasmın, hasmı aleyhindeki şahitliği caiz değildir.[10]
G. Dilsiz olmamalıdır.
Meramını işaretlerle anlatabilse dahi dilsizin şahitliği kabul edilmez. Bunun sebebi ise hakların isbatı hususunda ihtiyatlı davranmaktır.
H. Uyanık olmalıdır.
Gafil bir kimsenin şahitliği kabul edilmez. Çünkü bunda hata ve yanlışlık sözkonusudur.
Şahitte Bulunması Gereken Adaletin Şartları
Şahidin adil olması için şu beş şarta sahip olması gerekir:
1. Şahit, büyük günahlardan kaçınmalıdır.
2. Şahit, küçük günahlarda -az da olsa- ısrar etmemelidir.
3. Şahidin kalbi selim olmalıdır.
4. Şahit öfkeli anında emin (güvenilir) olmalıdır.
5. Mislinin mürüvvetini koruyucu olmalıdır.
Büyük günahlar, haklarında Kur´an ve Sünnet´te şiddetli tehdit varid olan günahlardır. Bu günahları işlemek, kişinin dininde gevşeklik olduğuna delâlet eder. Meselâ içki içen, faizle muamele yapan, iffetli kadınlara zina iftirası atan kişinin dininde gevşeklik vardır, dolayısıyla onun şahitliği kabul edilmez; zira Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Onların şehadetlerini ebediyyen kabul etmeyin. Onlar fasık kimselerdir. (Nûr/4)
Büyük günahların tarifine dahil olmayan günahlar ise küçük günahlardır. Meselâ haram bir bakış, bir müslümanla üç günden fazla küs kalmak küçük günahlardandır.
Şahidin kalbinin selim olmasından maksat, akidesinin düzgün olmasıdır. Meselâ sahabe´ye küfretmenin caiz olduğu görüşünde olan bir kişinin şahitliği kabul edilmez.
Şahidin öfkeli olduğu zaman emin (güvenilir) olmasından maksat, öfkelendiğinde tasarrufunda sının aşmayacak derecede emin olmasıdır. Meselâ öfkelendiğinde batıla sapmayacak, iftira etmeyecek kadar emin olmalıdır.
Mislinin mürüvvetini koruyucu olmaktan maksat, şeriatın emir ve nehiylerini gözetmek, kendi zamanındaki kendisinin misli (benzeri) olan insanların ahlâklarıyla muttasıf olmaktır. Bu da genellikle memleketin örfüne taalluk eder. Bir kişinin mürüvveti azalırsa hayası da azalır. Hayası azalan bir kişi ise (hak-hukuk tanımadan) dilediğini yapar. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allah´tan utanmadıktan sonra istediğini yap.[11]
Şahitliğiyle kendi nefsine bir menfaat sağlayan kişinin şahitliği, şahitliğiyle nefsinden bir zararı defeden kişinin şahitliği kabul edilmez. Şahitliğiyle kendi nefsine bir menfaat sağlamaya misal olarak, yaralanıp Ölen ve miras bırakan kişinin, diyet almak için yaralanma sebebiyle öldüğüne (yaranın iyileşmeye yüz tutmadığına) şahitlik etmesini gösterebiliriz. Bu durumda kişinin şahitliği kabul edilmez.
Şahitliğiyle nefsinden bir zararı defetmeye misal olarak da yanlışlıkla öldürülen kişinin yakınlarının, diyeti ödememek için kazaen öldürülmeye şehadet edenlerin yalan söylediklerine şahitlik etmelerini gösterebiliriz. Bu tür şahitliklerin reddedilmesinin sebebi, ortada töhmetin bulunmasıdır.
Gözleri Kör Olanın Şahitliği
Aslolan, gözleri kör olanın şahitliğinin caiz olmamasıdır; zira gözleri görmeyen kişi, hasımları birbirinden ayırcak durumda değildir. Fakat âlimler gözleri görmeyen kişinin şahitliğini beş yerde kabul etmişlerdir:
1. Ölüm hususunda
2. Neseb hususunda
3. Mutlak mülk hususunda
Meselâ bir kişi bir malın kendi mülkü olduğunu iddia etse, bu hususta hiç kimse de ona muhalefet etmese, gözleri görmeyen bir kişi de o malı belli bir kişiye nisbet etmeden ´O mal, birinin mülküdür´ dese, onun şahitliği kabul edilir. Bu hususlarda gözleri görmeyen kişinin şahitliğinin kabul edilmesinin nedeni, bunların halk arasında nakledilmek suretiyle bilinen şeyler olmasıdır. Çünkü halk bu hususları aralarında konuşur. Bu bakımdan gözle görülmesine gerek yoktur; zira mülk, uzun müddet önce alınmış olabilir, dolayısıyla alındığına dair şahit getirmek zor olur; o dönemde yaşayanların çoğu ölmüş olabilir.
4. Gözleri görmeyen kişinin- tercümanlık hususunda şahitliği kabul edilir. Çünkü hasımların ve şahitlerin konuşmalarını tercüme etmek için görmeye gerek yoktur.
5. Zabt hususunda âmâ´nın şahitliği kabul edilir.
Meselâ birisi, ikrar, talâk ve benzeri bir hususta âmâ´nın kulağına bir sır söylerse, âmâ, bu sözü söyleyen kişinin aleyhinde şahitlik yaptığında şahitliği kabul edilir.
I. Şahitlikten Dönmenin Hükmü
Eğer doğru söylemişse şahidin şahitlikten dönmesi haramdır; zira şahidin şahitlikten dönmesi hakların zayi olmasına sebep olur. Ayrıca şahidin şahitlikten dönmesi, şahitliği ketmetmek anlamına gelir. Oysa Allah Teâlâ şahitliği ketmetmeyi yasaklayarak şöyle buyurmuştur:
Sakın şahitliği gizlemeyin. Kim onu gizlerse şüphesiz onun kalbi günahkârdır. (Bakara/283)
Yalan söyleyen şahidin şahitlikten dönmesi farzdır; zira önceki şahitliği ile iftira etmiş sayılır. İftira ile şahitlik yapmak ise büyük günahlardan biridir.
II. Şahitlerin Şahitlikten Dönmeleriyle Alâkalı Hususlar
Şahitlerin şahitlikten dönmeleri, ya hüküm verilmeden önce veya hüküm verildikten sonra olur. Eğer şahitler, kadı´nın hüküm vermesinden sonra şahitlikten dönerlerse, bu, -ister hak sahibinin lehine ister aleyhine olsun- ya hak sahibi hakkını almadan önce veya hak sahibi hakkını aldıktan sonra olur. Bunlar üç durumdur ki onları şöyle sıralayabiliriz:
a. Şahitlerin, hükümden önce şahitlikten dönmeleri
Şahitler, hükümden önce şahitlikten dönerlerse -ister yeni bir şe-hadette bulunsunlar, ister bulunmasınlar, şehadetleri ister malla ilgili olsun ister cezalarla ilgili olsun- onların şehadetlerine binaen hüküm verilmez. Çünkü hâkim, onların şehadetlerinde mi yoksa rücûlarında mı veya birinci şehadetlerinde mi yoksa ikinci şehadetlerinde mi doğru olduklarını bilemez. Bu durumda onların şehadetlerindeki doğruluk zannı ortadan kalkar. Ayrıca onların yalancı oldukları, yalan sere şahitlik ettikleri kesin olarak ortaya çıkmış olur; zira ya birinci şehadetlerinde veya ikinci şehadetlerinde yalan söylemektedirler veya ya şahitliklerinde veya şahitlikten dönmelerinde yalan söylemektedirler. Yalan yere şahitlik yapan kişilerin şahitliğiyle hüküm vermek ise caiz değildir.
Eğer şahitler, zina hususundaki şahitlikten dönerlerse, kendilerine kazf (zina iftirası atma) haddi tatbik edilir. Çünkü onlar, zina hususunda aleyhine şahitlikte bulundukları kişiye iftira atmış sayılırlar.
b. Şahitlerin, hüküm verildikten ve hak sahibi hakkını almadan Önce şahitliklerinden dönmeleri
Şahitler, kadı hüküm verdikten sonra, fakat hak sahibi hakkını almadan önce şahitlikten dönerlerse, yapılan şahitlik de mal hususunda ise, kadı´nın verdiği hüküm geçerlidir; yani kadı´nın verdiği hükme göre mal, hak sahibine teslim edilir. Çünkü hüküm verilmiştir. Mal hususunda verilen hüküm, şüphe nedeniyle düşecek hükümlerden değildir. Bu bakımdan şahitlerin şahitlikten dönmelerinin, verilen hükme herhangibir etkide bulunması sözkonusu değildir. Ancak yapılan şahitlik Allah´ın veya kulun hakkı olan bir ceza hususunda ise, -meselâ zina´da olduğu gibi- şahitler şahitlikten hüküm verildikten sonra bile dönseler ceza tatbik edilmez. Çünkü şahitler, cezanın tatbik edilmesinden önce şahitlikten dönmüşlerdir. Hadd ve cezalar ise şüphe ile ortadan kalkar. Şahitlerin – şahitlikten dönmesi de bir şüphedir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Müslümanlardan cezalan mümkün olduğu kadar önlemeye çalışın ve şayet bir çıkış yolu varsa onu serbest bırakın; zira imamın (yetkilinin) affetme hususunda yanılması, cezalandırma hususunda yanılmasından çok daha hayırlıdır.[12]
c. Şahitlerin, hüküm verildikten ve hak sahibi hakkını aldıktan sonra şahitlikten dönmeleri
Şahitler, kadı hüküm verdikten ve hak sahibi hakkını aldıktan sonra şahitlikten dönerlerse, verilen hüküm emrin tekidi için bozulmaz. Zira şahitler birinci şehadetlerinde doğru söylemiş, şahitlikten rücû etmelerinde yalan söylemiş olabilirler veya aksi de olabilir. Bunların hiçbiri diğerinden üstün tutulamaz. Bu bakımdan şüpheli ve ihtilaflı bir durumdan ötürü verilen hüküm nakzedilmez. Bu durumda şahitlerin şahitlikten dönmeleri üzerine şu hükümler terettüb eder:
Şahitlerin, bir ceza hususunda şehadet etmeleri, kadı´nın da onların şehadetlerine istinaden hüküm vermesinden sonra şahitlerin şahitlikten dönmeleri.
Meselâ şahitler, bir zina olayı hususunda şehadet etseler, kadı da onların şehadeüerine dayanarak recm cezasını tatbik etse veya şahitler bir kati olayına şehadet etseler kadı da onların şehadetlerine binaen kısas cezası uygulasa veya şahitler bir azanın kesilmesi hususunda şehadette bulunsalar ve kadı da onların şehadetlerine istinaden kısas cezasını tatbik etse, sonra şahitler şahitlikten dönseler onlara kısas cezası uygulanır veya büyük bir diyet cezasına çarptırılırlar. Çünkü onlar, aleyhinde şahitlik yaptıkları kişinin helak olmasına sebep olmuşlardır.
Şahitler bain talak veya Han hususunda şahitlik yaparlarsa, kadı da onların şehadetlerine dayanarak eşleri birbirinden ayırırsa, sonra şahitler şahitlikten dönerlerse ayrılık devam eder. Çünkü onların rücû hususundaki sözleri doğru da yalan da olabilir. Oysa hüküm muhtemel bir sözle nakzedilmez. Dolayısıyla şahitliklerinden dönenlerin -zayi ettikleri şeyin bedeli olarak- kocaya mehr-i misil ödemeleri gerekir. Şahitler, mal, aleyhinde hükmedilen kişiden alındıktan sonra şahitliklerinden dönerlerse, malın bedelini o kişiye vermek durumundadırlar. Çünkü o kişinin malını gereksiz yere zayi etmişlerdir.
Yemin, Yeminin Âdabı, Keyfiyeti ve Yeminden Kaçınmanın Hükmü
Yeminin Tarifi
Yemin lugatta ´sağ el´ anlamına gelir. And içmeye de yemin denilmiştir, çünkü yemin edenler birbirlerinin şağ ellerini tutarlar. Sağ ele yemin denilmesi, onun kuvvetinin daha fazla olmasındandır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
Kesinlikle onun sağ elini (kuvvet ve kudretini) alırdık.
(Hakka/45)
Şeriat ıstılahında yemin, Allah´ın isimlerinden veya sıfatlarından birini zikretmek suretiyle içeriği sabit olmayan bir şeyi tevsik etmek demektir. Tevsik edilen meselenin geçmiş veya gelecekte, olumlu veya olumsuz olması durumu değiştirmez.
Kendisiyle Yemin Etmenin Sahih Olduğu Hususlar
Yemin ancak Allah´ın zatıyla veya sıfatlarından biriyle olursa sahih ve mün´akid olur.
Abdullah b. Ömer´den şöyle rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a) Ömer b. Hattab´a bir kafile içinde erişti. Ömer, babası adına yemin eder haldeydi. Rasûlullah (s.a) şöyle nida etti: ´Dikkat edin! Muhakkak ki aziz ve celil olan Allah sizleri babalarınızla yemin etmekten nehyediyor. Artık kim yemin edecekse Alİah adıyla yemin etsin yahut da sussun´.[13]
Bu bakımdan yemin ancak Allah´ın isimlerinden veya sıfatlarından birisiyle yapılır. Bundan başkasıyla yemin etmek masiyettir, bunu yapan günahkâr olur.
Sa´d b. Ubeyde şöyle rivayet ediyor: “İbn Ömer bir adamın ´Kabe hakkı için hayır1 dediğini işitince şöyle dedi: ´Allah´tan başkasıyla yemin edilmez. Ben Hz. Peygamber´in ´Her kim Allah´tan başkasıyla yemin ederse kâfir veya müşrik olur´ buyurduğunu işittim´ dedi”.[14]
Yeminin Âdabı
Yeminin birtakım âdabı vardır ki onların gözetilmesi gerekir. Bu âdabın bazılarına riayet etmek vacibdir, bazıları ise derece bakımından biraz daha aşağıdadır. O âdabdan bazıları şunlardır:
1. Kadı, yemin isini düzenlemelidir.
Yani yemin edecek olanlara nasihat etmeli, onları yalan yere yemin etmekten sakındırmah, bu hususta varid olan ayet ve hadîsleri onlara okumalıdır.
2. Doğru olduğu halde yemin etmek
Doğru olduğu halde yemin etmek mubahtır, bundan dolayı herhangibir günah sözkonusu değildir; zira Allah Teâlâ yemini meşru kılmıştır.
´İçinde günah olan birşeyi Allah meşru kılar mı ´ denirse, buna şöyle-cevap verilir: Haklı olduğu halde kişinin aleyhine açılan bir davada yemin etmesi, etmemesinden daha evladır. Bunun da iki sebebi vardır:
a. Hakkı zayi olmaktan korur. Zira şeriat, hakkın zayi edilmesini yasaklamıştır.
b. Zâlim kardeşini zulmetmekten, başkasının malını haksız olarak yemekten kurtarmış olur. Bu da maslahat ve bir nevi yardım sayılır. Çünkü zâlimi zulümden menetmek ona bir yardımdır. Nitekim rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber, bir kişiye yemin ederek hakkını aramasını söylemiştir.
Hz. Ömer de bir hurmalık hususunda Ubey için yemin etti, sonra o hurmalığı ona hibe etti.
3. Yalan yere yemin etmekten kaçınmak. Zira başkasının hakkını almak için veya başka bir sebeple yalan yere yemin etmek büyük bir günahtır. Eğer kendisine yemin teklif edilen kişi kendisinin haksız olduğunu biliyorsa yemin etmemesi, hakkı, sahibine vermesi vacibdir.
Yalan yere yemin edip de kendini günaha sokmamah, Allah´ın rahmetinden mahrum bırakmamalıdır.
Allah´ın ahdini ve yeminlerini az bir pahaya karşılık değiştirenler var ya, işte onların ahirette hiçbir nasibi yoktur. Kıymet gününde Allah onlarla konuşmaz, onlara rahmetle bakmaz ve onları (günah kirlerinden) temize çıkarmaz. Onlar için elem verici bir azap vardır.
(Âlu İmran/77) \ Hz. Peygamber de şöyle buyuruyor:
CS
Her kim nefsini yalana zorlayıp yalan bir yemin eder de kendisi bu yemininde yalancı olduğu halde bununla müslüman bir kimsenin malını koparıp kendine alırsa, Allah´ın gazabına uğrayarak Allah´a kavuşur.[15]
Büyük günahlar şunlardır: Allah´a ortak koşmak, ana-babaya isyan etmek, haksız yere insan öldürmek ve yalan yere yemin etmek.[16]
Yeminin Keyfiyeti
Yeminin keyfiyeti şudur: Yemin, ya kendi fiili veya başkasının fiili üzerine yapılır. Kişi kendi fiili için yemin ediyorsa, kesin bir şekilde yemin etmelidir. Çünkü -olumlu veya olumsuz- kendi nefsini bilir. Meselâ kişi alışverişinde yemin ederken ´Allah´a yemin ederim ki ben bu malı şu fiyata sattım´ veya ´Allah´a yemin ederim ki ben bu malı şu fiyata satın aldım´ diye kesin olarak yemin etmelidir.
Kişi, başkasmın fiili üzerine yemin ediyorsa, yine kesin bir şekilde yemin etmelidir. Çünkü bu, o fiilin bilinmesini ve ona vakıf olunmasını kolaylaştırır. Meselâ kişi, başkasının fiili üzerine yemin ederken ´Allah´a yemin ederim ki falan kişi o malı şu kadar paraya sattı´ veya ´Allah´a yemin ederim ki falan kişi o malı şu fiyata satın aldı´ veya ´Allah´a yemin ederim ki falan kişi o malı gasbetti´ şeklinde kesin olarak yemin etmelidir. Eğer nefy hususunda ediyorsa ´Allah´a yemin ederim ki falan adamın
borcunu ödediğini bilmiyorum´ şeklinde, açık ve kesin olarak yemin etmelidir.
Yemin Etmekten Kaçınmanın Hükmü
Daha önce yemin etmekten kaçınmanın ne demek olduğunu beyan etmiş ve müddeâ aleyh yemin etmekten kaçınırsa, yemin hakkının müddeî´ye geçeceğini belirtmiştik.
Şimdi yemin etmekten kaçınmanın buradaki hükmünü izah edeceğiz. Şeyh İzzeddin şöyle der: ´Müddeî, davasında haksız (yalancı) ise, iddia ettiği mal da kan ve ırz gibi helâl kıldım demekle helâl olmayan mallardansa, müddeâ aleyh, müddeî´nin iddiası hususunda yemin etmeyeceğini biliyorsa yemin edip etmemekte muhayyerdir. Eğer müddeâ aleyh, müddeî´nin iddiası hususunda tereddüt etmeden yemin edeceğini kesin olarak veya zann-ı galiple biliyorsa, müddeâ aleyh´in yemin etmesi vacib olur. Böylece kanlar ve ırzlar yalan bir yeminle helâl olmaktan kurtulur. Eğer iddia edilen mal, helâl kıldım demekle helâl olan mallardansa, müddeâ aleyh de müddeî´ye yemin teklif edildiğinde onun yemin etmeyeceğini biliyorsa veya zann-ı galiple tahmin ediyorsa, müddeâ aleyh muhayyerdir- ister yemin eder ister yeminden kaçınır. Müddeâ aleyh, müddeî´nin yemin etmekten çekinmeyeceğini biliyorsa veya zann-ı galiple tahmin ediyorsa, benim görüşüme (yani Şeyh İzzeddin´e) göre müddeî´nin yalan söylemesine meydan vermemek için müddeâ aleyh´in yemin etmesi vacibdir´.
Müddeâ aleyh´in yeminden kaçınması ve kadı tarafından yeminin müddeî´ye tevcih edilmesi üzerine terettüb eden hükümler, beyyineler bahsinde zikredilmişti. Orada beyyinenin müddeî´ye, yeminin ise İnkâr edene ait olduğunu, inkâr edenin yeminden kaçınması halinde kadı´nın yemini müddeî´ye tevcih edeceğini, müddeî´nin de yeminden kaçınması halinde davanın düşeceğini söylemiştik. Allah hakikati daha iyi bilir.
——————————————————————————–
[1] Müslim/138
[2] Müslim/1498
[3] Müslim/138
[4] Ebu Dâvud/2342
[5] İmam Şafiî, Müsned; İbn Hibban/1247. İbn Hibban ´Şahitlerin zikredilmesi hususunda bu hadîsten daha sahih hadîs yoktur´ derken, İmam Ahmed de ´Bu konuda bu hadîsten daha kuvvetlisi yoktur´ demiştir. ÇMuğni´I-
[6] Müslim/1712, İmam Şafii, el-Umm, VT/156 . .
[7] İbn Ebî Şeybe, (el-İkna, U/297)
[8] Ebu Dâvud/3600
[9] Tirmizî/2299, (Hz. Aİşe´den)
[10] İmam Mâlik, 11/720, (Enes´ten)
[11] Buharî/3296
[12] Tirmizî/1424, (Hz. Aişe´den)
[13] Buharî/6270, Müslim/1646
[14] Tirmizî/1535. Tirmizî, bu hadîsin hasen olduğunu ye hadîste geçen ´kâfir veya müşrik olur1 ifadesinin de Allah´tan başkasıyla yemin etmenin ne kadar tehlikeli ve korkunç olduğunu beyan etmek için zikredildiğini söylemiştir.
[15] Buharî/6299, Müslim/138, (Abdullah b. Mes´ud´dan)
[16] Buharî/6298, (Abdullah b. Amr b. el-As´tan)