Hacr´ın Tarifi
Lugatta hacr, menetmek anlamına gelir. Hacr´m şeriat ıstılahındaki mânâsı ise malî tasarrufu şer´an haleldar eden bir sebepten ötürü kişinin malî tasarruflardan menedilmesidir.
Tasarrufu haleldar eden ve hacr´ı gerektiren sebepler çok ve çeşitlidir. Hacr da onlara tâbi olarak çeşitli olur. Meselâ alacaklıların haklarını korumak, için iflas eden bir kişinin üzerine hacr konulması, varislerinin hakkını korumak için, ölüm hastalığına yakalanan kişiye hacr konulması, mallarını korumak için çocuklara ve delilere hacr konulması, efendisinin maslahatı için köleye hacr konulması, müslümanîann maslahatı için irtidad eden kişiye hacr konulması, rehin kabul eden kişinin haklarına zarar gelmemesi için rehin veren kişinin o rehinde tasarruf etmesine hacr konulması gibi.
Hacr çeşitlerinin çoğu rehin, vasiyet, ihtida ve benzeri bahislerde zikredilmişti. Burada ise hacr çeşitlerinin en önemlilerinden bahsedeceğiz. Diğerleri için zikredildikleri bahislere bakılabilir.
Hacr´m Meşruiyetinin Delili
Zikrettiğimiz anlamda hacr meşrudur. Fıkıhta takrir ve tesbit edilmiştir. Kur´an, Sünnet ve İcma hacr´ın meşruiyetine delâlet etmektedir. Hacr´ın meşruiyetine delâlet eden ayetlere şunları örnek verebiliriz:
Sefihlere (beyinsizlere) Allah´ın sizin için geçim kaynağı olarak kıldığı mallarınızı sakın vermeyin. Ancak onlara o mallardan yedirin ve giydirin, onlara güzel söz söyleyin.
(Nisa/5)
Ayette geçen sufehâ kelimesi, sehtiin çoğuludur. Sefih ise malda güzel tasarruf etmeyi bilmeyen, malı gereksiz yerelere sarfederek zayi eden kişi demektir.
Ayette geçen emvaîüküm (=mallannız)´ tabiri, malı, müslümanların tümüne nisbet etmektedir; zira mal Allah´ındır ve ümmetin onda hakkı vardır. O malın, bir ferdin mülkü olması bu gerçeği değiştirmez.
Ayette geçen kıyâmen tabiri ise o malda müslümanlar için bir geçimlik, bir güç, bir maslahat olduğunu ifade etmektedir.
Bu ayetin hacr´a delil olma yönüne gelince, Allah Teâlâ, malların sefihlerin eline bırakılmamasını emrediyor. Bu ise oalar üzerine hacr koymaktır.
Eğer üzerinde hak olan (borçlu) kimse, aklı noksan (yazı yazmayı bilmeyen) ve aciz ya da kendisi yazdıramayacak durumda ise velîsi onu adil olarak yazdırsın (Bakara/282)
Bu ayetin hacr´a delil olma yönüne gelince, Allah Teâlâ malî tasar -rufta bulunamayacak kişilerin velîlerine, onların mallarında tasarruf etmelerini emretmektedir. Bu ise sefih, zayıf ve güçsüzlerin üzerine hacr konulması anlamına gelir.
Yetimler evlenme çağma varıncaya kadar onları deneyin. Eğer, onlarda (mallarını koruyabilecek bir) olgunluk görürseniz, mallarını
kendilerine verin. (Nisa/6)
Ayette geçen ve´btelû kelimesi, deneyiniz mânâsına gelir. Yine ayette geçen yetâme kelimesi de yetim´in çoğuludur. Yetim ise babası ölen küçük çocuklara denir. Nikâh çağına varmalarından maksat, buluğ yaşına gelmeleridir. Rüşd´den maksat, güzel tasarruf, aklın selameti ve dinin salahıdır. Bu ayet, rüşd´e erişmeyen bir kimseye mal teslim etmenin caiz olmadığını; rüşd´e erişinceye kadar üzerinde hacr bulunduğunu ifade etmektedir.
Sünnet´in hacr´ın meşruiyetine delâlet etmesine gelince, Abdurrah-man b. Ka´b, babasından şöyle rivayet ediyor: ´Hz. Peygamber, borcu nedeniyle Muaz´ın malına hacr koydu ve o malı satarak borcunu ödedi´.[1]
İbn Ömer şöyle rivayet ediyor: ´Uhud savaşında ondört yaşında iken Hz. Peygambere gösterildim. Hz. Peygamber savaşa´ katılmama izin vermedi. Hendek savaşında onbeş yaşında iken Hz. Peygamber´e tekrar gösterildim, bu defa savaşa katılmama izin verdi.[2]
Rivayet edildiğine göre Hz. Ömer şöyle demiştir: ´İyi bilin ki Cüheyne kabilesinden Useyfia, dininden ve emanetinden dolayı kendisine hacr tatbik edildi denmesine razı oldu. Borçlan ödemekten yuzçe-virdiği halde borçlanmış ve borcu birikmiş, o da borçlarını ödememiş. Kimin Useyfia yanında bir alacağı varsa, yarın gelsin. Onun malını satacağız ve alacaklıları arasında taksim edeceğiz. Borçlanmaktan sakının. Çünkü borcun başı da sonu da üzüntüdür´.[3]
Hacr´ın meşru olduğu hususunda âlimlerin tümü ittifak etmiş ve hiçbir âlim buna itiraz etmemiştir. Hacr´ın meşruiyeti nasıl inkâr edilebilir ki Kur´an ve Sünnet hacr´ın meşruiyetine delâlet etmektedir.
Hacr´ın Meşruiyetinin Hikmeti
Hacr, selbî (olumsuz) ve ihtiyatî bir ameldir. Hedefi ise -eğer hacr altına alınan çocuk, sefih, deli ve benzeri ise- hacr altına alınan kişinin maslahatını gözetmektir. Hacr altına atman, iflas eden bir kişiyse, hak sahiplerinin, alacaklıların maslahatını gözetmektir. Çünkü çocuk, sefih ve mesela mecnun hükmündeki kimselerin mülk edinme ve haklara malik olma ehliyetleri sakıt olmaz. Mülkiyetin semeresi, kendisine tâbi olduğu alışveriş, icar ve benzeri tasarruf politikasından ibarettir ki bu da mal ve dünya işlerinde yetişkinliğe ve gözü açıklığa bağlıdır. Bu bakımdan kâmii olmadıkları için bu kişilerin mallarında tasarruf etmelerine mâni olmak gerekir. Çünkü onlar henüz kâmil bir rüşd´e erişememişlerdir. Mallarında tasarruf etmek hususunda koruyucuları yoktur. Bu yüzden malî konularda ehliyetli ve kabiliyetli olan kişiler onlara naib kılınmıştır. Böylece onların mallarını zî yi etmelerinin önüne geçilmiştir. Eğer onlar ileride kemâM rüşd´e erişirlerse mallan kendilerine verilir.
Borç nedeniyle iflas ecen kişiye hacr konulmasının sebebine gelince, bu durumdaki bir kişi üzüntü ve sıkıntısından başkalarının hakkını unutup, kalan mallarında da kötü tasarruf edip malları zayi edebilir. Böylece hem kendisi, hem de hak sahipleri zarar görmüş olur. İşte bu nedenle onun kalan mallarına hacr konur ki hem alacaklılar haklarını alsın, hem de mal sahibi daha fazla zarar görmesin.
Hacr´ın Çeşitleri
Hacr´ın değişik çeşitleri olduğunu, bunların çoğunun değişik bahislerde zikredildiğini belirtmiştik. Bu sebeple onlara burada yer vermeyeceğiz. Burada hacr´ın belli başlı çeşitlerinden söz edeceğiz:
a. Çocuğun üzerine hacr koymak. Deli ve sefih de çocuk hükmündedir.
b. İflas eden kişi üzerine hacr koymak.
c. Ölüm hastalığına yakalanan kişi üzerine hacr koymak. Şimdi bu üç çeşit hacr´ı ve hükümlerini beyan edeceğiz.
Çocuk ve Çocuk Hükmünde Olanlara Konulan Hacr´ın Hükümleri
Çocuktan maksat, buluğ yaşına gelmeyen kimsedir. Çocuk hükmünde olanlar ise deli ve sefihlerdir. Deliden maksat, ayırdetme özelliğini -ister arada sırada olsun, ister devamlı olsun- kaybeden kişidir. Sefihten maksat ise kâmil bir rüşd´e erişmeyen, din ve dünyasının maslahatlarını yerine getiremeyen veya tasarruflarında dengesiz davranıp malını sağa-sola saçan veya malını haram yerlere sarfeden kişidir.
Bu kişiler üzerine konan hacr´a bağlı birtakım hükümler vardır, onları şöyle sıralayabiliriz:
1. Çocuğun, delinin ve sefihin alışveriş, rehin, hibe, nikâh ve benzeri hususlardaki tasarrufları sahih olmaz. Yani bu üç kişinin (çocuk, deli ve sefihin) herhangibir akidde müstakil bir taraf olması sahih değildir. Çünkü bu, Kur´an ve Sünnet´in nassıyla konulmuş olan hacr´ın bir sonucudur. Bu hüküm üzerine şu meseleler terettüb eder:
a. Çocuk, deli ve sefih´ten biri, borca bir mal alırsa veya bir malı kabzettikten sonra telef ederse, ister kendi kusuruyla telef- olsun, ister başka bir nedenle telef olsun, zâmin olmaz, o malı ona borca satan da onu zâmin kılamaz, ondan malı veya parasını isteyemez. Onun durumunu bilmemesi hükmü değiştirmez. Çünkü kendi maslahatı için onun durumunu araştırması gerekirken araştırmamıştır, kendi nefsi hakkında da ifrat etmiştir. Çünkü hacr altında olan bir kişiyi malına musallat eden odur; zira malını ona verip kabzettirmiştir,
Hacr altında olan kişi, ancak şu üç durumda zâmin olur:
1. Hacr altında olan kişi, kemâl-i rüşd´e ermemek hususunda kendi gibi olan bir kişiden mal alır da telef ederse zâmin olur.
II. Hacr altında olan kişi, hacr altında olmayan bir kişinin malını onun iznini almaksızın kendiğinden alır ve telef ederse zâmin olur.
III. Hacr altında olan kişi, parasını vermeden satıcıdan malı alır, satıcı ondan malı bırakmasını, vermesini istediği halde vermez ve telef ederse, zâmin olur. Çünkü burada satıcının bir kusuru yoktur.
b. Çocuk, deli ve sefih´in, malla ilgili ikrarlarının -ister hacr´dan önceki zamana, ister hacr´dan sonraki zamana ait olsun- hiçbirisine itibar edilmez.
Meselâ çocuk, deli veya sefih bir borcu olduğunu ikrar etse veya başkasının malını telef ettiğini ikrar etse, bu ikrara İtibar edilmez. Çünkü hacr altında olan bir kişinin, kendisini herhangibir malî tazminata muhatap kılacak ehliyeti yoktur. Fakat bu sebeplerden dolayı hacr altına alınan bir kişi, hadd veya kısas gerektiren bir ikrar´da bulunursa, o ikrar sahih kabul edilir; hadd veya kısasın hükümleri ona terettüb eder. Çünkü bunlar, herhangibir malî külfeti mültezim değildir. Eğer bu kişiler kemâl-i rüşd´e eriştikten sonra malî bir külfeti iltizam eden bir ikrarda bulunurlarsa ve bunun da hacr altında olduğu zaman kendisinden sadır olduğunu söylerse, bu ikrar sahih olur ve ikrar ettiği malı sahibine vermekle mükellef kılınır. Bu hükümler, şahitler ve zahirî delillere binaen ve kadı tarafından verilen hükümlere nisbeten böyledir. Kul ile Allah arasındaki duruma gelince, kendisinden hacr kaldırıldıktan sonra, hacr altındayken ikrar ettiği hakkı sahibine vermesi gerekir.
2. Malla ilgili olmayan diğer tasarruflarına itibar edilir.
Ancak çocuğun ve çocuk hükmünde olan sefih ve delinin zimmetlerine herhangibir mal terettüb etmez. Bu bakımdan değişik olmasına1 rağmen ibadetleri sahih olur. Ancak deliliği daimi olan kişinin ibadeti sahih olmaz. Çünkü kişinin ibadetinin sahih olması için mümeyyiz olması şarttır.
Çocuk, sefih ve deli, mallarının zekâtını tek başlarına müstehaklara dağıtamazlar. Zira bu malî bir tasarruftur ve ancak ehliyet sahibi ve reşid olan bir kimsenin malî tasarrufu geçerli olabilir. Zekâtı, onların yerine velîleri dağıtır veya velîlerinin kontrolü altında, velîlelerinin tesbit ettiği kişilere onlar dağıtabilir. Çünkü velîlerinin kontrolü olmazsa onların malı telef etme ihtimali vardır.
3- Sefihîiğin kaynağı küçüklük ise, yani bu sefihlikten önce bir re-şidlik durumu sözkonusu değilse, dava açılmasına ve kadı´nm hüküm vermesine gerek olmaksızın zikrettiğimiz hükümler onun üzerine terettüb eder.
Sefih büyüdüğünde ve rüşdü tahakkuk ettiğinde, bu sebeplerle hacr son bulur da sonra sefihlik arızî bir nedenle tekrar avdet ederse Kadı´nın verdiği hüküm mucibince mezkur hükümlere avdet edilir. Bu hususta mecnunun durumu da sefih gibidir.
4. Hacr´i gerektiren hastalığın küçüklüğünden beri kendisinde bulunduğu çocuğun ve çocuk hükmünde olan sefih ve delinin velîsi, ancak babası olabilir. Eğer babası yoksa, babasının babası ve ne kadar yukarı çıkarsa çıksın dedesi onun velîsi olur. Bunlardan sonra onların vasisi velî olur. Bu velî ve vasîlerde adaletin bulunması şarttır. Eğer adil olan velî fasiklaşırsa, kadı, velayeti ondan alarak adil gördüğü bir kişiyi velî tayin eder veya bizzat kendisi velî olur; zira Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Velîsi olmayan kişinin velîsi sultandır.[4]
Kadı da sultanın naibi olduğu için velîsi olmayan kişinin velîsi sayılır.
5. Velînin, hacr altına alınan kişinin malında onun maslahatına uygun şekilde tasarruf etmesi vacibdir. Yani velî, velîsi olduğu kişinin malını korumak, onun malını çoğaltmakla mükelleftir. Ancak onun malını çoğaltmak için kumar oynaması caiz değildir. Yani onun malını çoğaltmak için ticaret yapmak ve gayr-ı menkul satın almak gibi meşru yollara başvurmalıdır; zira Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Sefihlere (aklı yetmezlere) Allah´ın sizin için geçim kaynağı olarak kıldığı mallarınızı sakın vermeyin. Ancak onlara o mâllardan yedirin ve giydirin, onlara güzel söz söyleyin. (Nisa/5) –
Ayette geçen ´Onlara o mallardan yedirin ve onları giydirin´ cümlesi, ´onlara o malların kârından yedirin ve giydirin´ mânâsına gelir; zira Allah Teâlâ ´O mallardan´ dememiş, ´O mallarda´ tabirim kullanmıştır; yani onların mallarının esası kalmalı, sadece o malın kazancından onlara sarfedilmelidir. Eğer velî, onların malında doğru ve meşru şekilde tasarruf ederken, elinde olmayan bir sebepten dolayı zarar ederse, zâmin olmaz; yemin etmek suretiyle velinin sözüne itibar edilir. Eğer hacr altında olan kişi reşid olduktan sonra velîsi ile ihtilafa düşerse, velîsini dava ederse, yeminle beraber velînin sözüne itibar edilir.
Hacr altında olan kişinin velîsi, onun malını koruyup çalıştırdığı için ücret alabilir mi
Buna şöyle cevap verebiliriz: Sahih olan görüşe göre velî zengin ise ücret alamaz. Fakir ise ve onun malını koruyup çalıştırması kendisini meşgul edip bütün vaktini alıyor ve kendisi için çalışıp kazanmasına mâni oluyorsa, o zaman normal bir şekilde ücret alabilir. Bu ücreti ise ancak hâkim veya onun naibi tayin ve takdir eder. Bunun delili şu ayettir:
Kim zengin ise onların mallarından yemeyip iffetli olmaya çalışsın. Yoksul olan da Örfe göre yesin. Yetimlere mallarını verdiğiniz zaman yanlarında şahit bulundurun. Hesap sormak hususunda Allah kâfidir. (Nisa/6)
Müflis Üzerindeki Hacr´ın Hükümleri
Lugatta müflis, fels kökünden gelmektedir ve kıymet bakımından paraların en düşüğüdür. Müflis, fakirlikten kinaye olarak malı kuruşa (parası pula) dönüşen kimse için kullanılır.
Müflis´in şeriat ıstılahındaki tarifi ise derhal ödemesi gereken veya servetinden fazla borcu olan kişidir. Müflis üzerine konan hacr´ın değişik hükümleri vardır ki onları kısaca şöyle sıralayabiliriz:
1. Müflis´in üzerine hacr konması, ancak borcu malından fazla olursa caiz olur.
Malı ile borcu eşit olursa veya malı borcundan fazla olursa onun üzerine hacr koymak caiz olmaz. Nafakasını mallarından veya mallarının kazancından alması dutumu değiştirmez. Çünkü kişi üzerine hacr konulmasını meşru kılan deliller, ancak borcu malından fazla olduğunda
hacr konulmasına delâlet etmektedir. Bunlardan biri, Hz. Peygamber´in Muaz b. Cebel üzerine hacr koymasıdır ki bunu daha önce zikretmiştik.
2. Alacaklılar, hacr konulmasını istemedikçe müflis üzerine hacr konulması caiz olmaz.
Alacaklıların bir kısmı hacr konulmasını ister, bir kısmı hacr konulmasını istemezse, hacr konulmasını isteyen alacaklıların alacağı da müflisin malından fazla olursa, müflisin üzerine hacr konulur. Aksi takdirde, yani hacr konulmasını isteyen alacaklıların alacağı müflisin malından fazla değilse, müflisin üzerine hacr konulmaz. Bunun delili ise Hz. Peygamber´in, alacaklıların isteği üzerine Muaz´ın üzerine hacr koymasıdır. Ayrıca müflis üzerine hacr konulmasının nedeni, alacaklıların maslahatının gözetilmesidir. Eğer alacaklılar müflis üzerine hacr konulmasını istemezlerse, bundan, müflisin üzerine hacr konulmasında alacaklıların maslahatları olmadığı anlamı çıkarılır. Bu bakımdan iflas eden bir kişi üzerine, alacaklılar istemedikçe hacr konulmaz.
3. Hâkim, müflis üzerine hacr koyduktan sonra, alacaklıların haklan onun zimmetine bağlı olmaktan çıkar, mallarına bağlanır. Yani onun borcu tıpkı rehin alan kişinin yanında bulunan mal gibi olur. Bu nedenle şarî, o mallar üzerinde tasarruf etme yetkisini alacaklılara vermiştir ki böylece haklarını (alacaklarını) o mallardan alabilsinler.
4. Hâkim´in müflis üzerine konan hacr kararını ilan etmesi sünnettir. Böylece halk onunla alışveriş yapmaz.
5. Hâkim veya naibinin, müflisin mallarını satıp alacaklıların borçlarını ödemesi vacibdir.
Bunu mümkün olduğu kadar çabuk yapması da sünnettir. Malların satışında ve satışın keyfiyetinde hacr altında olan kişinin maslahatı gö-zetilmelidir: Önce bozulacak ve çürüyecek mallar, sonra menkuller, sonra da gayr-ı menkuller satılmalıdır. Ayrıca bu mallar satılırken, her mal kendi pazarında satılmalı ve malın gerçek değeri korunmalıdır. Satış esnasında hem hacr altındaki kişinin hem de alacaklıların bulunması sünnet1 tir.
Hâkimin, hacr altındaki kişinin mallarını satarken, onun ve aile efradının zaruri ihtiyaçları olan yiyecek, giyecek ve mesken gibi mallarını satmaması vacibdir. Hacr altındaki kişi, borçlarını ödemek için zaruri ihtiyaçlarını da satmak isterse, hâkim buna mâni olmalıdır.
6. Hâkim, hacr altındaki kişinin mallarını ve parasını alacaklılara taksim ederken, herbirine alacağı oranında dağıtmalıdır.
Hacr altındaki kişinin malları ve parası, alacaklılar arasında taksim edildiği halde borcu tükenmezse, alacaklıların ona süre tanıması gerekir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Eğer borçlu darda ise, bir kolaylığa erişinceye kadar (ona) mühlet verin. Eğer bilirseniz, alacağınızı tasadduk edip bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır. (Bakara/280)
Ebu Said el-Hudrî´den şöyle rivayet edilmiştir: Hz. Peygamber zamanında bir kişi satın aldığı bir malda zarar etti, borçları çoğaldı. Hz. Peygamber, o kişiye sadaka verilmesini tavsiye etti. Fakat verilen sadakalar borcunu ödeyecek miktara ulaşmadı. Bunun üzerine Hz. Peygamber, o kişinin alacaklılarına şöyle buyurdu: ´Bulduğunuzu alın, sizin için bulduğunuzdan fazlası yoktur[5]
Buradan anlaşıldığına göre hacr altındaki kişinin malları alacaklılar arasında taksim edildikten sonra, geriye kalan borcunu çalışıp ödemesi gerekmez. Borcuna karşılık onlara çalışması da gerekmez.
İflas Eden ve Üzerine Hacr Konan Kişinin Tasarrufta Bulunması
Müflis üzerine hacr konulduğunda mallarında tasarrufta bulunmaktan menedilir. Çünkü hacr altına alınan kişi ile malları arasındaki alaka -alacaklıların alacağının ödenmesi için- kesilir. O malların mülkiyeti her ne kadar ona aitse de tasarruf hakkı ona ait değildir. Üzerine hacr konan müflisin, mallannda tasarruf etmesiyle ilgili hükümleri kısaca şöyle sıralayabiliriz:
a. Hacr altına alınan müflisin satış, rehin, hibe, kira gibi muamelelerinin hiçbiri sahih olmaz.
Şafii mezhebinin en sahih görüşüne göre bu hüküm aynî mallarla ilgilidir.
Şafii mezhebinin/mukabil (zayıf olan) görüşü ise şöyledir: Müflisin tasarrufu dondurulmuş bir tasarruftur. Eğer malı alacaklıların alacağından fazla olursa tasarrufu geçerli olur, aksi takdirde geçersizdir.
b. Hacr altına alınan müflisin, zimmetine bağlı olan malî tasarrufları sahih olur. Meselâ hacr altındaki müflis, selem usulüyle satış yaparsa veya vasıfları belli ve zimmetinde olan bir malı satarsa, bu satış sahih ve
geçerli olur. Çünkü bu şekildeki tasarrufta alacaklıların herhangibir zararı bahis mevzu değildir.
c. Hacr altına alınan müflisin, aynî mallarındaki tasarrufu dışındaki tasarrufları sahihtir.
Bunlar ister zimmete bağlı olsun, ister olmasın. Meselâ nikâhlanmasi, boşaması, hulû yapması, zimmetinde kısas tahakkuk eden bir kişiye kısas tatbik etmesi, kısası affedip diyet alması, hem kısası hem de diyeti affetmesi sahih ve geçerlidir.
Ancak hacr altına alınan müflis bir kadın olursa, onun hulû yoluyla (mal karşılığı) kocasından boşanması sahih olmaz. Çünkü onun boşanmak için kocasına verdiği mal, alacaklıların hakkının bağlı bulunduğu maldır”.
d. Mala ve hakka dair bütün ikrarları sahih olup vücubiyeti hacr´dan önceki zamana avdet eder. İkrar kimin için yapılmışsa onlar da diğer alacaklılarla beraber kişinin malında hak sahibi olurlar; yani diğer (önceki) alacaklıların hakları bu mala bağlı olduğu gibi, kendileri için ikrar yapılan kişilerin hakları da bu mala bağlı olur ve mal taksim edildiğinde, sonra gelenler de onlarla beraber paylarına düşeni alırlar.
Hacr altına alındıktan sonra malî bir hakkı ikrar ederse, bu ikrar kabul edilmez, kendisi lehine ikrar yapılan kişi alacaklılara dahil olup taksim edilen maldan hisse alamaz. Bu bakımdan müflisin, kendileri lehine mal ikrar ettiği kişiler -maslahatları için- hacr´ın kalkmasını beklemek durumundadırlar.
Ölümcül Bir Hastalığa Yakalan Kişinin Tasarrufuyla İlgili Hükümler
Ölümcül bir hastalığa yakalan kişi, ölümle neticelenecek bir hastalığa müptela olan kişidir. Doktorlar ve tecrübeli kişiler bu hastalığın çaresi olmadığını itiraf ederler. Göğüs göğüse yapılan bir savaşa katılan veya dalgalı bir denize atılan veya şiddetli tipi veya fırtınaya tutulan veya şiddetli doğum sancısı çeken kişiler de ölümcül bir hastalığa yakalan kişiye kıyas edilmişlerdir. Ne kadar şiddetli olursa olsun diş ağrısına tutulan kişi bu tarifin dışındadır. Çünkü diş ağrısı korkulan hastalık türünden değildir; zira diş ağrısının ölümle sonuçlanması görülmüş bir olay değildir.
Bu hastalıklara bağlı olan hükümlerin en önemlileri şunlardır:
1. Kişinin bir varisi yoksa veya tasarrufu sahih olmayan bir varisi varsa, ölümcül hastalığa yakalan kişi servetinin üçtebirinden fazlasında tasarruf edemez.
Bu tasarrufun, hayattayken veya ölümüne bağlı olarak yapılması meseleyi değiştirmez. Eğer kişi bu sınırı gözetmeden fazla tasarruf yaparsa, malın üçtebirine dahil olan kısım geçerli, diğeri geçersiz kabul edilir. Bu da tasarrufları birbiri arkasına olursa böyledir. Eğer bir defada olursa, malın üçtebiri bunlara taksim edilir, taksim edilmesi mümkün değilse, tasarrufun tümü bâtıl olur.
2. Kişinin bir varisi varsa ve tasarrufu da sahih ise, ölümcül bir hastalığa yakalanan kişinin malının üçtebirinden fazlasında tasarruf etmesi varisinin iznine bağlıdır. Eğer varisi, tasarruf etmesine izin verirse tasarrufu sahih olur, aksi takdirde bâtıl olur. Varisin izin verip vermemesi ölüm sonrası için nazar-ı itibara alınır.
Sa´d b. Ebî Vakkas şöyle rivayet ediyor: Veda haccı senesinde ağır bir hastalığa yakalandım. Hz. Peygamber ara sıra beni ziyarete gelirdi. Bir defasında dedim ki:
– Ey Allah´ın Rasûlü! Gördüğün gibi ağır bir hastalığa yakalandım. Benim bir tek kızımdan başka da varisim yoktur. Malımın üçteikisini tasadduk edeyim mi
– Hayır!
– Yarısını tasadduk edeyim mi
– Hayır!
– Üçtebirini tasadduk edeyim mi
– Üçtebiri de çoktur. Fakat üçtebirini tasadduk edebilirsin. Senin varislerini zengin bırakman, onları fakir bırakmandan, başkalarına el-avuç açmalarından daha hayırlıdır.[6]
3. Yukarıda zikredilen hükümler, borcu malından az olan hastalar için geçerlidir.
Borcu malından çok olan hasta ise hacr altına alınır. O, malının azında da çoğunda da tasarruf edemez.
4. Teberrular, tasarruflar ve vacib olan nafakalar arasını -zikrettiğimiz üzere- ayırd etmemiz gerekir. Daha önce sıraladığımız üç bend teberruatı kapsamaktadır. Tasarruflara ve vacib olan nafakalara gelince, kişi
nafakayı hayatta iken yerine getirmiş ise ana maldandır; yok eğer ölümünden sonra verilmesini vasiyet etmişse, bu bir borcun, bir haccın veya zekâtın edasını vasiyet etmek gibidir. Eğer nafakayı mutlak bir tarzda vasiyet etmişse, onu bütün malından çıkarması gerekir. Şayet üçtebirinden çıkarmalarını vasiyet etmişse, ona itibar edilir; üçtebir yetmezse diğer mallardan tamamlanır.
´O halde tasarrufun malın üçtebiri ile sımrlandırılmasının faydası nedir ´ denecek olursa, buna şöyle cevap verilir: Kişi bu teberruat dışında başka teberruat vasiyet etmiş olursa, bu fayda ortaya çıkar; zira bu takdirde vacibler çatışacaktır. Hatta malın üçtebiri, hepsini kapsayacak ölçüde değilse, teberrular ilga edilir veya vacibleri yerine getirmeye kafi gelecek miktar ayrılır, gerisi ilga edilir. Üçtebir ile takyid etmenin faydası varislerin maslahatlarını gözetmektir ki vasiyetler mirasın çoğunu yiyip bitirmesin.
Buluğ ve Rüşd Çağının Bilinmesi
Allah Teâlâ küçük çocukların üzerindeki hacr´ı, onların buluğ ve rüşd çağına ermeleriyle sınırlandırmıştır. Nitekim Allah şöyle buyurmaktadır:
Yetimler evlenme çağına varıncaya kadar onları deneyin. Eğer onlarda (mallarını koruyabilecek bir) olgunluk görürseniz, mallarını kendilerine verin.
(Nisa/6)
O halde baliğ olmanın ve rüşd´e ermenin mânâsı nedir Bir kişinin baliğ olup rüşd´e erdiği nasıl bilinir
Bir kişinin baliğ olmasından maksat, onun ilahî teklife ehil olma yaşına ulaşmasıdır. Bir kişinin buluğ çağına ulaştığı şu üç şeyden biriyle bilinir:
1. İster erkek, ister kız olsun 15 yaşını bitirmesiyle
2. İhtilam olmasıyla “” .
Ihtilam olmaktan maksat, erkek veya kızdan meninin gelmesidir.
3- Eğer kadın ise hayız görmesiyle
Bir erkek -sıcak memleketlerde- dokuz yaşından itibaren ihtilam olmaya, bir kız da dokuz yaşından itibaren hayız, görmeye başlar. Bu durum, iklim ve hayat şartlarına göre değişiklik arzeder.
Bir kişinin rüşd´e erişmesinden maksat, mallarını koruyup gözetebilecek bir olgunluğa erişmesidir. Bir kişinin rüşd´e erişip erişmediği ise deneme yoluyla anlaşılır. Bu deneme ile beraber dinde salih olma şartı da aranır mı İmam Şafii ve ashabının ekserisine göre dinde salah şarttır. Buna binaen ancak din ve dünyasında hayırlı yolu seçebilecek bir kimseye reşid denir. Şafii mezhebinin âlimlerinden bir kısmı, reşid olmaktan maksadın sadece dünya ile ilgili olduğunu, burada da ondan bahsedildiğini söylemişlerdir.
Çocuğun üzerinden hacr´ın kalkması için, onun hem baliğ olması, hem de reşid olması şarttır.
Çocuğun tasarruflarında rüşd görülse bile çocuk baliğ olmadan hacr´dan kurtulamaz. Çocuk İhtilam olsa, yani baliğ olsa, onda rüşd görülmediği takdirde malları kendisine teslim edilmez. Bu husus, şu ayet-i kerimeden açıkça anlaşılmaktadır:
Yetimler evlenme çağma varıncaya kadar onları deneyin. * Eğer onlarda (mallarını koruyabilecek bir) olgunluk görürseniz, mallarını kendilerine verin.
(Nisa/0
Görüldüğü gibi burada reşid olma, hacr´m kalkmasını gerektiren baliğ olmanın şartı olarak zikredilmektedir.
Buluğdan Sonra Fasıklık ve Ona Terettüb Eden Hükümler
´ Fısk, Allah Teâlâ´nın çizdiği sınırı aşmak demektir. Meselâ kişinin büyük günahlardan birini işleyip tevbe etmemesi veya küçük günah işlemekte ısrar etmesi fısk´tır. Önceki bahislerde büyük günahların ve küçük günahların neler olduğu belirtilmişti.
Baliğ ve reşid olduğu için üzerinden hacr kaldırılan kişi, bir süre sonra fasık olursa, fakat malî tasarrufları iyi olursa, tekrar hacr altına alınır mı Şafii mezhebinin sahih görüşü şudur: O kişi, fasıkhğından ötürü tekrar hacr altına alınmaz. Çünkü ne sahabe, ne de tabiûn döneminde baliğ ve reşid olduktan, malını eline aldıktan sonra fasık olan bir kişinin tekrar hacr altına alındığı görülmemiştir.
Bu durum ile, hacr altındayken baliğ ve fasık olma durumu arasındaki fark şudur: Hacr altındayken baliğ ve fasık olan kişi üzerinde hacr devam etmektedir, yani onun üzerinden hacr hiç kaldırılmamıştır. Hacr ancak bütün sebepleri ortadan kalktıktan sonra kalkar. Çünkü aslolan, eşyayı hâli üzerine bırakmaktır. Eğer bütün sebepler ortadan kalktıktan sonra, hacr kaldtrıîmişsa, kişi fasık olduğunda ona ikinci kez hacr konması caiz olmaz. Ona ikinci kez hacr konabilmesi için tüm sebeplerin tekrar oluşması gerekir. Fasıklık ise, sebeplerin sadece bir tanesidir. Ancak p kişinin malında kötü tasarruf etmesi hacr´ın geri gelmesini gerektirir. Fakat o kişiye tekrar hacr konması için hâkim veya naibinin hüküm vermesi şarttır. Sahih olan görüşe göre böyle bir durumda akrabalarının velayeti nazar-ı itibara alınmaz.
——————————————————————————–
[1] Beyhakî, VI/48; Hâkim, IV/101
[2] Buharî/3871, Müslim/1868
[3] İmam Mâlik/1456
[4] Tİrmizî/1102
[5] Müslim
[6] Buharî/1233, Müslim/1628