122- Şafiî´nin Usûl Ve Metodunu Etüd Etmenin Lüzumu:
Şafiî´nin fıkhı bahsinin başındaki sözümüzde, biz onun usûlünü incelemeğe çalışacağız, demiştik. Usûlünü incelemeğe önem vermek, mezhebin fttru´ mes´eleterini ihmal etmek demek değildir. Zîrâ Şafiî kurmuş olduğu usûlünde, füru´ mes´eleleri çıkarmak için tuttuğu çığırın esaslarını vazetmiştir. Onun için hüküm istinbat edilecek kaidelerden birini beyan eder, arkasından da ona dayanan bâzı fürûî mes´eleleri zikreder, böylece o kaideden bu mes´eleleri çıkarma yolunu ac.kiannş. olurdu. Öyleyse bu usûlü etüd etmek, Şafiî Mezhebinin usûlünü öğrenmektir, bu mezhebin bâzı fürûî mes´elelerini tanımak demektir. S”.ıra bunların hepsinin üstünde olarak bu, Şafiî´nin fıkıhtaki metodudur. Ulemânın ilim metodlarını incelemek, bu metodların verdiği neticeleri en doğru şekilde öğrenmek demektir.
Bir âlimi etüd etmek, o âlimin özelliğini, ona hâs hususiyetleri tanımakla olur. Şafiî, kendinden önceki ve çağdaşı olan müctehidler arasında, istinbat usûlünü tâyin etmek, umûmî ve küllî kaideler halinde onları tesbit etmekle temayüz etmiştir. Bu usûlü etüd etmek, Şafiî´nin bagka-lanndan temayüz ettiği, diğer ulemâyı geçmiş olduğu fikir cephesini, düşünce yönünü öğrenmek demektir. [1]
123- Şâfii, Usül-ü Fıkhın Vazııdır:
Şafiî, bu hususta başkalarım geçmiş olmakla usûi-ü fıkıh ilminin vâzn sayılır. Zîrâ fukahâ ondan önce, önlerinde hüküm istinbatı için çizilmiş bir plân bulunmaksızın ictihad ederlerdi. Şeriatın mânasını anlayışlarına dayanırlar, hükümlerin gaye ve maksatlarına bakarlardı. Nass-ların neyi işaret edip gösterdiğini, maksadın ne olduğunu, nassın ne maksatla, nerede vârid olduğunu araştırırlar, ona göre hüküm yürütürlerdi. Bunlar, mantık ilmini bilmedikleri halde tabiî selika ile burhan ve delilleri ölçen kimselere benzerler. Zîrâ bu fukahânın şeriatı incelemeleri, onun gkye ve maksatlarını tanımaları hususundaki alışkanlıkları onlarda, istinbat ölçülerinde öyle melekeler yarattı ki, ictihad ediyorlar; ellerinde yazılı, çizilmiş kaideleri olmadığı halde, o mümâreseleri sayesinde, muvaffak oluyorlardı. înıam Şafiî (Allah ondan razı olsun) gelince birçok ulemâ ile görüşüp karşılaştı, fukahâ ile münazaralarda bulundu. Bu münazaralar esnasında onların hüküm istinbatı hususundaki meslekleri, tuttukları çığır lisanlarından anlaşılırdı. îşte Şafiî de şifahî olan usûlü tesbit etti, kaideleri ve ölçüleri vaz´etti, ta´rif ve tâyin etti.
Fahrüddin Râzî, Şafiî´nin bu husustaki hizmetini şöyle anlatır: “Bilmiş ol ki, usûl ilmine nisbetle Şafiî, mantık ilmine göre Aristo gibidir. Aruz ilminde Halil îbn-i Ahmed´in yeri ne ise, usûl-ü fıkıhta Şafiî´nin mevkii odur. Zîrâ insanlar Aristo´dan Önce tabiî olan salim akıllariyle delil getirirler, itiraz yaparlardı. Fakat tariflerin ve burhanların tertib keyfiyeti ve şuralarına dâir ellerinde bir kanun, ölçü yoktur. Onun için sözleri karışık ve sarsık oluyordu. Çünkü küllî bir kanundan yardım görmeyince mücerret tabiat kaabiliyeti başar, sağlamaz. Aristo bunu gördüğünden uzun müddet insanların gürültüsünden uzak kalarak çalıştı ve mantık ilmini meydana getirdi; böylelikle halka küllî bir kanun vaz´etti. Tariflerin ve burhanların sıra ve derecesini bilmek için ona başvurulur. Şâirler de Halil îbn-i Ahmed´den önce şiir söylerlerdi, mücerred tabiî istidatlarına dayanırlardı. Halil aruz ilmini meydana koydu. Şiirin iyisini, kötüsünden ayırmak için bu küllî bir nizam ve kaide oldu. işte bizim konumuzda da insanlar böyledir. îmanı Şafiî´den önce usûl-ü fıkıh mes´ele-leri hakkında konuşurlardı; delil getirirler, itiraz yaparlardı. Fakat muâ-raza ve tercih hususunda şer´î delilleri tanımak için başvurulacak küllî bir kanun yoktu. îşte Şafiî (Allah ona rahmet eylesin) usûl-ü fıkıh ilmini ortaya çıkardı. Şer´î delillerin derecelerini tanıma hususunda başvurulacak küllî bir kanun halinde usûl-ü fıkhı vaz´etti. Öyleyse, Şafiî´nin usûl-ü fıkha nisbeti, Aristo´nun akıl ilmi olan mantığa nisbeti gibi olduğu sabit oldu. Mademki insanlar, mantık ilmini meydana çıkarmanın yüksek bir şey olduğunda ve bunda Aristo´ya kimsenin ortak olamadığında müttefiktirler. Burada da iş böyledir, şerefli bir ilim olan usûl-ü fıkhı vaz´etmesi sebebiyle Şafiî´nin de diğer müctehidlerden mümtaz, yüksek bir derecede, şerefli bir mertebede bulunduğunu i´tiraf etmelidirler.” [2]
124- Şafiî´nin Usül-ü Fıkha Dair Yazdığı İlk Eseri: Er-Rlsâle:
Şafiî´nin usûl-ü fıkha dâir yazdığı ilk eser, Abdurrahman îbn-i Meh-dî´ye yazdığı risâlesidir. Bunu Mısır´a gelmezden önce yazmıştı. Mısır´a geldikten sonra bunu tekrar gözden geçirip yazdı. Bu eser meşhurdur.[3] Bu eser, usûl hakkında Şafiî´nin bahislerinin pek çoğunu içine almakta ise de hepsini ihtiva etmiş değildir. Hattâ Şafiî´nin usûl hakkında bundan başkaca müstakil araştırmaları vardır; îbtâlü´l-îstihsan kitabı, Ci-mâu´1-îlim kitabı bunlardandır. Şafiî´nin El-Üm kitabım dikkatle tetebbu´ ederek inceleyen kimse, fer´î hükümlerin arasında küllî esasları beyan eden mes´eleler de bulur. Bu kaidelerin çoğu, hasmüariyle yaptığı münazaralarda geçmektedir. Bunlar, dmâu´1-îlim ve îbtâlül-îstihsan kitaplarında olduğu gibi, ya hasmı bu kaideleri kabule davet içindir; yahut herhangi bir fer´î mes´elede kendi görüşünün doğruluğunu isbat içindir. Gerçekten münazara, kaideyi açıklar ve parlatır, istinbat hususunda onun derecesini en güzel şekilde meydana çıkarır. [4]
——————————————————————————–
[1] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 169.
[2] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 169-170.
[3] Şafii´nin Er-Risâle´si, üstad Ahmed Şakir´in tedkîkinden geçtikten sonra müstakil bir eser halinde Mısır´da basılmıştır.
[4] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 170. –