98- Şafiî Mezhebinin Kuruluş Safhaları:
Şafiî, 184 senesinde Bağdad´a yaptığı ilk seyâhattan dönünceye kadar, müstakil bir mezheb kurmağı veya imam Mâlik´in görüşlerinden ayrı fıkıh görüşleri ortaya atmağı düşünmüş değildi. Bu zamana kadar o Mâlik´in talebesinden sayılırdı. Onun görüşlerini müdafaa eder, Medine ehlinin fıkhım savunarak ehl-i re´y fukahâsiyle münakaşa yapardı. Hattâ kendisine Nâsırü´l-Hadîs = Hadîs fıkhı yardımcısı nâmı verilmişti. Bu hususta son noktaya ulaşmıştı. Yukarıda beyan ettiğimiz gibi, muhad-disleri onların delilleriyle konuşturup dile getirdi.
Şafiî bu seyahati esnasında Bağdad´da pek kısa olmıyan bir müddet ikamet edince, orada İmam Muhammed b. Hasan´ın kitaplarım inceledi, ehl~i re´y ulemâsiyle münazaralarda bulundu, mücâdele etti. Neticede: Ehl-i re´y fıkhı ile ehl-i Hadîs fıkhını birleştirerek insanlara her ikisinden de bir şeyler vermek lüzumunu hissetti. Bu defa, bir taraftan ve müdâ-faacısı gibi değil, araştırıcı ve tenkîd edici gözüyle İmam Mâlik´in görüşlerini incelemeğe koyuldu. Belki de Mâlik´in görüşleri hakkında mücadele yaparken, talebelik gayretiyle onu müdafaa etse de, onun bâzı kusurlarım görmüştür. Nasıl ki, Irak fukahâsiyle. yaptığı mücâdeleler, onların fıkıhlarını ve görüşlerini incelemesi de, onların iyi ve kusurlu taraflarım görmesine vesile olmuştur. Öyleyse yeni bir düşünce ve yem bir yöneliş behemahal lâzımdı. Sonra fer´î meseleler üzerindeki münakaşalar onu bu meselelerin asıllarım tanımağa, köklerim araştırıp ana kaideler ve ölçüler kurmağa sevk etti. Bağdad´dan çıkarken, bunları tasarlıyor, yeni plânlar kuruyordu. [1]
99- Şafiî Görüşlerini Üç Devrede Hazırladı: Mekke Devri, Bağdad Devri, Mısır Devri:
Mekke-i Mükerreme´ye gitti. Mescid-i Harâm´da ders halkası kurdu. Böylelikle mezhebinin temelini atmağa başladı. Biz onun görüşlerini işleyip ortaya atma işini üç devreye ayırıyoruz: 1- Mekke devri, 2- Bağdad devri (ikinci gelişinde), 3- Mısır devri. Bu devirlerin her birinde o birçok talebe yetiştirdi. Bunlar ondan ders aldılar, müzakerelerde bulundular, onun her devirde verdiği fikir mahsûllerini yaydılar.
Onun bu üç devrede yaptıklarını tamâmiyle gösterir, hududunu belli eder bir şey elimizde yok. Biz kesin olarak değil de, tahmin yoluyla bu hususta takribi olarak diyebiliriz ki, bu üç devirden her devrin kendisinden Önceki veya sonraki devreden az çok farklı meyveler verdiği görülür. İlk Bağdad seyahatinden dönüşünde Mekke´de 9 sene kadar kaldı. Bu devir onun ilmî hayatının en verimli devridir. Çünkü o zaman ömrünün en olgun çağında idi, yağı 40 dolayında idi. Çağındaki muhtelif ulemânın görüşlerine muttali´ olmuş, onları incelemiş, onlarda bulunanları almış, kendine mal etmişti. Yaptığı seyahatler esnasında her memlekette bulunan ulemânın bildikleri Hadîslerin çoğunu toplamıştı. Böylece, elinde, daha önce bulunmayan büyük bir Hadîs hazînesi toplanmıştır Sonra bu Hadîslere baktı, bâzan aralarında taaruz buldu, ya sened bakımından veyahut da birbirlerini nesh bakımından, bunlardan bâzısını diğer bâzısına tercih etmeğe başladı. Bundan sonra istinbatını sabit ve muhkem esaslar üzerine kurdu. Sonra nezdinde toplanan Sünnetten olan delillerle birlikte Kur´ân´dan olan delilleri incelemeğe başladı. Böylelikle Kur´ân´a nazaran Sünnetin yerini belli etti.
Bu devirde onun çalışmaları, fer´î meselelerden ziyâde küllî esaslar üzerinde olduğunu söyleyebiliriz. Derslerinde ekseriya bu istikameti takip eder, derslerinde talebesiyle istinbat yollarını, hüküm çıkarma vasıtalarını inceler, fıkıh kaynakları arasında mukayeseler yapar, fer´î meselelere, nazariyyelerini açıklayacak derecede yer verir.
Belki de bu küllî esasları incelemesi sebebiyledir ki, îmam Ahmed b. Hanbel, Şafiî´yi Mekke´de ders halkasının başında görünce hemen ona koştu, Zührî´den Hadîs rivayet etmekte olan îbn-i Uyeyne´nin ders halkasını bırakarak Şafiî´nin dersine gitti. Bu yaptığından dolayı kendisine takazada bulunan kimseye:
Sus, dedi, âlî bir senedle rivayet olunan bir Hadisi kaçınrsan, onu nazil bir senedle bulursun; bunda bîr zarar yoktur. Fakat bu yiğidin aklından faydalanamayıp onu kaçırırsan, korkarım, ki, onu kıyamete kadar bulamazsın. Ben, Allah´ın Kitabını bu Kureyşli^ genç kadar derin anlayan bir kimse görmedim.
Sonra, belki de bu küllî esasları bulup ortaya çıkarması Ahmed b. Hanbel´i şöyle demeğe sevk etmiştir: “Fıkıh, erbabına küidli bulunuyordu, AUâhu Teâlâ onu Şafiî ile açü.”
Şafiî´nin ilmi hayatının en bereketli olduğu bu devrin ilk meyveleri Abdurrahman b. Mehdi´ye, onun istemesi üzerine, yazdığı meşhur risâîe-sidir. Yukarıda bir münasebetle kaydetmiştik ki, Abdurrahman îbn-i Mehdî, genç iken İmam Şafiî´ye bir mektup yazarak, kendisine kolaylık olmak üzere: “Kur´ân-ı Kerîm´in mânalarını tefsir eden, türlü haberleri toplayan, icmâ´ın hüccet olduğunu gösteren, Kur*ân ve Sünnetin nâaih ve mensûh olanlarım beyân eden bir risale yazmasını istedi
Yukarıda beyân ettiğimiz gibi, o zaman genç olduğunun zikrolun-ması, bizi, Şafiî´nin bu risaleyi Mekke´de iken yazdığı kanaatına götürmektedir. Fakat bâzı rivayetler bunu Bağdad´da iken yazdığını söylemektedir. Herhalde bu olsa olsa Bağdad´a ikinci gelişinde olabilir. Her ne hal olursa olsun, bu eser onun Beytü´l-Harâm´daki etüdlerinin mey-vesidir. [2]
100- Şafiî´nin, Re´y Yatağı Olan Bağdad´da Yaptıkları:
İmam Şafiî, Mekke´de elde ettiği etüdleriyle Bağdad´a geldi. Bunları “oradaki derslerinde yaydı. Bunlar onlarca yepyeni şeylerdi. Hattâ Ke-râbîsî şöyle dedi: “Biz, Kitab nedir, Sünnet nedir, icmâ´ nedir bilmiş değildik. Tâki Şafiî´yi: Kitap, Sünnet, icmâ´ hakkında konuşurken dinledik, o zaman öğrendik.”[3]
Şafiî´nin Bağdad´a bu gelişi 195 senesinde idi. Orada ikâmeti 3 sene sürdü, bu müddet onun ictihad hayâtının ikinci devresidir. Bu devrede çağdaş olan ve ona uyan fukahânın görüşlerini, hattâ Tabiîn ve Ashabın görüşlerini inceleyip gözden geçirmeğe başladı. Onları kendisinin bulduğu küllî asıllara arzediyor, bu asılların iktizasına göre aralarında tercih yapıyordu. Sonra da kendi usûlüne uygun olan görüşlerini ortaya atıyordu. O bâzı Sahabe arasındaki ihtilâfları gözden geçiriyor, meselâ Hz. Ali, îbn-i Mes´ûd, îbn-i Abbas ve Zeyd b. Sabit gibi Ashabın ihtilâf etmeleri sebeplerini araştırıyordu. Ebû Yûsuf´un rivayeti üzerine Ebû Hanîfe ile îbn-i Ebî Leylâ arasındaki ihtilâfı inceliyor, buna Iraklıların ihtilâfı nâmını veriyor. Sonra Vâkıdî´nin Sîyer´i ile Evzâî´nin Sîyer´ini karşılaştırıyor. Böylece muhtelif görüşleri birbiriyle karşılaştırıp mukayese yapıyor, onları kendi usûlüne tatbik ediyor, bunların içinden kendi usûlüne daha yakın gördüklerini seçiyor, veyâhud da bunların içinden hiçbirini kendi usûlüne uygun bulmaz ve onların hepsini reddetmeğe cevaz yolu varsa, onları bir yana bırakarak yeni bir görüşü ortaya atardı (Bu devrin en mühim eseri El-Hücce´dir).
Bu devrede diğer talebelerle karşılaşırdı. Onlar, fukahânın görüşlerini derinden derine inceleyen, sonra onların özünden en hayırlısını çıkaran veyâhud da yeni bir görüş ortaya atan bu fakîhten fıkıh alarak yetiştiler. [4]
101- Şafiî Mısır´da Mezheb-i Cedîdini Kurdu:
Şafiî Mısır´a 199 yılında geldi. Orada dört sene kadar ömür sürdükten sonra Mısır toprağında Hakk´ın rahmetine kavuştu. Şafiî orada son derece gelişip üerledi, görüşleri olgunlaştı. Amelî cihetten birçok şeyleri tecrübe etti. Bu yüzden yeni fikirler doğdu. Bundan başka Mısır´da, daha önce başka yerde görmediği şeyler gördü: Oranın örf ve âdetlerini, medeniyetini gördü, Tâbifnin eserlerini tanıdı. Tecrübenin, yaşın, yaşadığı ülkenin kazandırdığı görüşlerin ışığı altında eski görüşlerini etüd etmeğe başladı. Bu hava içinde usûl hakkındaki risalesini yeniden yazdı, ondan bâzı kısımları attı, yeni ilâveler yaptı; fakat eskinin özüne dokunmadı. Pürûa âit görüşlerini yeniden inceledi, bâzılarından vazgeçti, yenilerini ileri sürdü. Böylece onun rücû ettiği eski görüşleri ve yeni bulduğu yeni görüşleri oldu. Bâzan eski ile yeni arasında mütereddit kalır, birinciden dönmeksizin her iki görüşü de zikreder. İstersen bu devir, Şafiî´nin gerçeği inceleme devridir deyiver. Bu devrede görüşlerinin hepsini gözden geçirip inceledi. Usûlünü tekrar tenkîde tabi1 tutarak araştırmalarını derinleştirdi. O her şeyin üstüne çıkarak tenkîd etmedik ve incelemedik bir söz, iyi ve kötü taraflarım açıklamadık, Sünnete olan yakınlığını ve uzaklığını beyân etmedik bir hüküm bırakmadı. Kendi görüşlerini de aynı tenkîdci göz ve araştırıcı bakışla inceleyip tedMkten geçirdi.
Bundan sonra o, araştırmalarının neticelerini tedvin etmeğe başladı. Er-Risâle´sini yazdı. Birçok meseleleri tesbit etti, diğer bir kısmım yazdırdı. Bu devirde, talebeleri onun görüşlerinin bîr kısmım rivayet ettiler, diğer fukahâ ile olan ihtilâflarını nakleylediler. Böylece, imam Şafiî öldü; fakat geriye çok zengin bir fıkıh ve istinbât usûlü mîrâsı bıraktı (Allah kendisinden razı olsun). [5]
Şâfii Fıkhının Nakil Ve Rivayeti
102- Şafii´nin Fıkhını Nakledenler:
Şafiî fıkhı iki yolla nakil olundu. Birisi talebeleri yoluyla, diğeri kendisinin yazdığı veya bâzı talebelerine imlâ ettiği kitapları yoluyladır.
Şafiî´nin fıkıh görüşlerini incelemeğe başlamadan önce bu iki kaymaktan kısaca bahsedelim. [6]
Şafiî´nin Talebeleri:
Yukarıda beyan ettiğimiz üç devirden her birinde Şafiî´nin fıkhını nakleden talebeleri vardır. Onun, Mekke´de iken kendisinden ders alan talebeleri olduğu gibi, ikinci gelişinde Bağdad´da kendisinden okuyan talebeleri vardır. Mısır´da son etüdlerini okuttuğu talebeleri vardır.
Mekke´deki talebelerinden biri Ebû Bekir Humeydî´dir (834 M. / 219 H.). O, fakîh, muhaddis, Hadîste mevsuk ve hafız bir zâttır. 219 yılında Mekke´de vefat etti. O, Şafiî ile birlikte Mısır´a gitmişti. Onun vefatından sonra tekrar Mekke´ye döndü.
Ebû îsbâk İbrahim b. Muhammed b. Abbasî b. Osman b. Şâfî´ Mü- . kellebî de Mekke´deki talebesindendir. O, Hadîste hafız, mevsuk bir zâttır. Fakat fıkha dair bir şey rivayet etmedi. Mekke´de yetişti ve 237 yi-hnda orada vefat etti,
Ebû Bekir Muhammed b. îdrîs de onun talebesidir. îbn-i Abdulber onun hakkında şöyle diyor: “O, Şafiî´nin dersinde bulundu, Mekke´de ondan ders aldı. Hangi sene öldüğünü bilmiyorum.”
Ebû Velîd Musa b. Ebû Cârûd da onun Mekke´deki talebesindendir. Onun dersinde bulundu, kitaplarını yazdı, fıkhı ondan öğrendi, Şafiî Bağdad´a gitmezden önce onun kavillerini aldı.
Bunlar, Mekke de iken ondan fıkıh okuyup yetişenlerin bir kısmıdır. Bunların adları onun talebeleri arasında zikrohınmaktadır. [7]
103- Bağdad´daki Talebeleri:
Şafiî´nin Bağdad´da yetiştirdiği talebeleri şunlardı: Ebû Hasan Sabbah Za´ferânî ki, Şafiî´nin talebeleri arasında lisanı ondan daha düzgün ve fasîh olan, Arap lisanını ve kıraati ondan daha iyi bilen yoktu. Hatîb Bağdadî onun şöyle dediğini naklediyor: “Şafiî Bağdad´a geldi. Onun yanında toplandık; içinizden size okuyuverecek birini bulun, dedi. Benden başka okumağa kimse cesaret edemedi. Halbuki içlerinde en genci ben idim. Henüz yüzümde tüy bile bitmemişti. Şafiî´nin huzurunda dilimin nasıl olup da tutulmadığına bugün hayret etmekteyim. O günkü cesaretime hâlâ şaşmaktayım.”
Yine o diyor ki: “Er-Risâle kitabım Şafiî´ye okuyunca bana:
Sen hangi Araplardansm dedi. Ben de:
Ben Arap değilim, ben Za´ferâniye köyündenim, dedim. Bunun üzerine bana:
Sen o köyün efendisisin, dedi.”
Za´ferânî, Şafiî´nin Bağdadî nâmiyle mâruf olan eski kitabını ona okudu ve onu yazdı. El-întikâ´da söyle deniyor: “Za´ferânî Bağdad´da Şafiî´nin kitaplarını halka okurdu. Ondan başkası Şafiî´ye okuyüvermiş değildir.”[8].
Za´ferânî 260 H./8T3 M. yılında vefat etti.
Ebû Ali Hüseyin b. Ali Kerâbîsî de onun talebesidir. O, âlim, eser yazan ve her şeyi iyi bilen bir zâttır. Sultanın fetva mercii idi. Münâzaracı ve cedelci idi. Irak yâni enl-i re´y fıkhına kayardı. Şafiî Bağâaa´a gelince onun meclisinde bulundu, onun kitaplarını Za´ferânî´den okudu. Ibn-i Sübkî, Tabakât´ında Kerâbîsî´den şunu naklediyor:
“Şafiî Bağdad´a gelince onun yanına gittim ve kendisine:
__Size kitap okumağa müsâade eder misiniz dedim. Bunu kabul etmedi ve:
Za´ferânî´nin kitaplarını al, bunlar sana icazettir, dedi.” Kerâbisî 256/869 yılında vefat etti.
Ebû Sevr Kelbî, bidayette Irak´da yaygın olan ehl-i re´y fıkhına mütemayildi. Şafiî´nin meclisine devamla ondan ders almağa bağlayınca Şafiî´ye döndü. Kendisinin müstakil görüşlerine göre yazdığı kitaplarında Şafiî´ye daha meyyaldir. 240/854 senesinde vefati etti.
Ebû Abdurrahman Ahmed b. Muhammed b. Yahya Eş´arî Basrî de onun talebesidir. Bağdad´da Şafiî´nin taraftarlarını müdâfaa ettiği için kendisine de Şafiî vasfı verilmişti. Şafiî mezhebini müdâfaa için münazaralar yapardı. Hatırı sayılır ulemâdandı. En usta kelâmcılardan; icma´ı ve ihtilâf ilmini bilenlerdendi. Sultan nezdinde ve ileri gelenler yanında mevkii vardı. Eser ve Hadîsi bilirdi. Bilgisi genişti. Münazara ve cedelde kuvvetli idi. Irak´da Şafiî´nin mezhebini ve usûlünü müdâfaa hususunda Şafiî´nin yerine ilk geçen odur. Şafiî´nin dediklerini dâima desteklemiştir. Yukarıda işaret ettiğimiz veçhile bu yüzden ona Şâfü unvanını vermişlerdi. Kendisinin birçok değerli eserleri vardır. Bağdad´da vefat etti.
imam Şafiî´ye tabi´ olmakla mâruf bulunmamakla beraber imam Ahmed b. Hanbel (164-241/790-855) ve tshak b. Râheveyh de Şafiî´den ders alanlardandırlar. İbn-i Abdulber, îshak hakkında Intikâ´da diyor ki: O, hatırı sayılır büyük ulemâdandır. Hadîs erbabından ve hafızlardandır. Kadir ve kıymeti büyüktür. Onun birçok kitapları, fıkha dâir eserleri vardır. Şafiî´nin kitaplarını yazdı. Ebû Sevr gibi onun da müstakil görüşleri, seçtikleri vardır. Ancak o Hadîs mânâlarını daha çok alır ve selefe uymağa daha meyyaldir. H. 238/M. 852 senesinde Nisâbur´da vefat etti. Müstakil mezheb sahibi sayılır. [9]
104- Mısır´da Yetiştirdiği Talebeleri, Bunların Yaptıkları:
Şafiî´nin Mısır´daki talebelerinden biri: Harmele b. Yahya b. Har-mele´dir, O değerli, kadri yüce bir âlimdir. Şafiî, Mısır´a geldiğinde, ona konuk olmuştur. İbn-i Abdulber diyor ki: “Harmele Şafiî´den öyle kitaplar rivayet etti ki, bunları Rebî´ rivayet etmiş değildir: Üç cüz halindeki Kitâbü´ş-Şürut, on cüz halindeki Kitâbü´l-Sünen bunlardandır. Keza develerin, davarların renkleri, sıfatları, yaşları hakkındaki kitabı, Ki-tâbü´n-Nikâh ve diğer birçok kitaplar ki, bunları ancak o rivayet etmiştir, Rebî´ etmemiştir. Harmele Şafiî ulemâsındandır. 266/879 yılında Mısır´da vefat etti.
Ebû Yâkup Yusuf b. Yahya Büveytî de Şafiî´nin talebesidir. Şafiî, ders halkasında yerine onu geçirmiştir, Ibn-i Abdulhakem´e büyük sevgi* siyle beraber Büveytî´yi, Muhammed b. Abdullah b. Abdulhakem´e tercih etmiştir. Çünkü Şafiî (Allah kendisine rahmet etsin), her vakit olduğu gibi, burada da hakkı, kardeşlik ve sevgiden üstün tutmuştur. Büveytî, âlim, fakîh ve zâhid bir kişidir. Hâlk-ı Kur´ân meselesinde Mu´te-zilenin dediği gibi dememekle itham olundu, bu yüzden hapsedildi, Bağdad´da 231/845-yılında hapishanede iken vefat etti. İbn-i Sübkî Tabakât´ında onun hakkında şöyle diyor: “Ebû Yâkub´a Allah rahmet eylesin, O, sıddîklann makamına yükseldi. Gardiyan diyor ki, Büveytî hapishanede iken her Cuma günü yıkanır, güzel kokular sürünür, elbisesini tertemiz yıkayarak giyinir, Cuma ezanının okunduğunu işitince hapishane kapısına kadar gelir, kapıcı:
Dön, Allah´ın rahmeti üzerine olsun, diyerek onu geri çevirirdi.
Büveytî de:
Allâh´ım, ben dâvetine icabet ettim, fakat bana mâni oldular,
derdi.
Şafiî´nin sözlerini özetleyerek yazdığı meşhur Muhtasardı hakkında Ibn-i Sübkî şöyle diyor: “Ebû Âsim der ki: O gayet rimeldir, Mebsût´un bâbları üzere tertiplenmiştir. Ben de derim ki: Onu gördüm, o meşhur
bir eserdir.”
Yâkût Hamevî, Mu´cemü´l-Üdebâ´da, Rebî´ın Şafiî´den dinlemediği kitapları beyan ederken Büveyti´nin Muhtasar´ı hakkında şöyle diyor: “Büveytî´nin El-Muhtasar kitabı, bunu Rebî´ Şafiî´den rivayet etti.” Yakut´un bu ibaresi çok garibdir.
Ebû ibrahim ismail b. Yahya Müzeni Şafiî´nin talebesidir, fakîh ve âlim bir zâttır. Üstün bilgili, münazara yollarını bilir, güzel ifadelidir. Şafiî mezhebinde birçok kitapları vardır, Muhtasar-ı Kebîr, Muhtasar-ı Sağır bunlardandır. Muhtasar-ı Kebîr´e Mebsût da denir. İbn-i Hâcer, onun hakkında şöyle diyor: “Şafiî fıkıh ilmine dâir Mebsût´u ve Muhta-sar´ı yazdı. Münazara ve delil getirme hususunda misli görülmemiş idi. Âbid, ilmiyle âmil, mütevazı idi. Mânaları bir dalgıç gibi yakalayıp çıkarırdı. 264/877 yılında vefat etti.”
Müzenî´nin Muhtasar´ım birçokları şerh etmişlerdir. Ebû Ishak Mervezî, Ebû Abbas b. Şüreyh bunlardandır.
Muhammed b. Abdullah b. Abdulhakem de onun talebesindendir. îbn-i Hacer, Tevalî El-Tesîs´te şöyle diyor: “Ebû Amr EUSarfî der ki, Mısır halkı hiçbir kimseyi ona denk tutmazlardı, onu kimseyle değişmezlerdi. Müzem der ki, Şafiî ona tekrar tekrar bakıp onu şöyle bir süzdü ve: Onun gibi bir oğlum olmasını ne kadar isterdim, üzerime bin dinar
adak olsun, dedi.”
Ebû İshak Şirâzî diyor ki: Mısır´da ilimde riyaset onda topîanmıg-tır. Vefaü 268/881 senesi Züka´de ayındadır.
Muhtelif kitapların rivayetleri anlatıyor ki, o Şafiî nezdinde başkalarından daha ileri idi. Aralarında sağlam bir kardeşlik, temiz bir dostluk vardı. Şâfiı hastalanıp da son dakikalarının yaklaştığını sezince, talebeleri ders halkasında yerine geçecek kimseyi göstermesini istediler. O da Büveytî´yi gösterdi. İbn-i Abdulhakem´i değil. Halbuki o, buna hazırlanmıştı, istekli idi.
Fakat Şafii, İbn-i Abdulhakem´i sevmekle beraber, dostunda ve ahbabında göremediği bâzı meziyetleri, Büveytî´de gördü ve yerine onu gösterdi. Bu, İbn-i Abdulhakem´i kızdırdı, deniyor. Hattâ, Şafiî´nin vefatından sonra onun mezhebini bırakarak Mâliki Mezhebine geçmiş vû Şafiî´yi bâzı meselelerde reddetmiştir. Şafiî´den sonra tutumu ne olursa olsun, Şafiî´den ders almış, onun kitaplarını dinlemiştir. O Şafiî´den onun Ahkâm-ı Kur´ân kitabını, Muhammed b. Hasan´a Red kitabını, Sünen´i dinlemiştir. Şafiî´den Vesâyâ kitabım rivayet etmiştir. Bunu ondan başkası rivayet etmedi, diyorlar. Kabul edilmiş bir şeydir ki, bu Vesâyâ kitabı, Rebî´in Şafiî´den işitmediği kitaplardandır. Belki de Rebî´ onu bu İbn-i Abdulhakem´den almıştır.
Rebî´ b. Süleyman b. Dâvûd Cîzî Ebû Muhammed de talebesidir. Âzâd edilmesi bakımından Ezd kabîlesindendir. İbn-i Sübkî onun hakkında şöyle diyor: “O, fakîh, sâlih bir adamdır. Şafiî´den, Abdullah b. Vehb´-den, îshâk b. VehbJden, Abdullah b. Yûsuf´tan ve başkalarından rivayetleri vardır. Dâvûd, Neseî, Ebû Bekir b. Ebî Dâvûd, Ebû Cafer´Tahâvî ve saire kendisinden rivayet etmişlerdir. 256/869 senesi Zilhicce ayında vefat etmiştir. 257 yılında öldü diyenler de var. Kur´ân-ı Kerîm´i lahnle okumanın mekruh olduğunu Şafiî´den rivayet eden odur. Ona göre kıllar ve tüyler, sağlıklarındaki hale kıyas edilerek, öldükten sonra da cesede tabi´dir, yâni debâgatle temiz olur. Ibn-i Sübkî Tabakât´mda böyle kaydeder. Onun Şafiî´den Hadîs rivayet ettiğini, fıkha dâir de iki mesele naklettiğini söyler.
Büveytî, Müzem ve aşağıda durumunu beyan edeceğimiz Rebî1 b. Süleyman Murâdî gibi acaba bu da Şafiî´nin dersine dâima devam etti mi Onun kitaplarını nakil veya diğerleri gibi onun görüşlerini ihtisar etti mi Ibn-i Sübkî bunlardan hiçbirini açıklamıyor. Şafiî´nin ders halkasına devam edenlerden her birinin Şafiî´den hangi kitapları okuyup aldığım, Şafiî Mezhebi üzere yazdıklarını anlattığı halde, burada acaba neden hiçbir şeyden bahsetmedi öyle anlaşılıyor ki, bu Rebî´ Şafiî´den öyle çok fıkıh almış değildir. Muhakkak bir şey varsa o da, Rebî´in Şafiî´den hiçbir kitap rivayet etmemiş olduğudur. Tabakât kitapları yazarlarından hiçbiri, onun Şafiî´den kitap rivayet ettiğini kaydetmezler. Hattâ onun Şafiî´nin dersinde bulunduğu bile tedkîk konusudur denebilir.
Vakıa onun Şafiî´den bâzı Hadîsler, fıkıh meseleleri rivayet ettiği zik.ro-amuyorsa da dersinde bulunduğu kat´iyetle söylenemez. Onun için Yâkût Hamevî, Mu´cemü´l-Üdebâ´da Şafiî´nin talebelerinden bahsederken şöyle diyor: “Rebî´ b. Süleyman b. Dâvûd b. A´rec Cîzî, Ezd kabîlesi âzâdlıla-rındandır. Şafiî´nin dersinde bulundu sanırım. 256/869 senesinde vefat
etti, mezarı Cizre´dedir.”
Şafiî´nin dersinde bulunduğu böyîo ´j^erinde durulacak bir nokta olunca ve bütün râvîler onun kitap naklettiğini söylemeyince biz onun Şafiî´nin kitaplarını rivayet eden, bütün râvîlerin kaydettikleri veçhile, onun adaşı olan Rebî´ b. Süleyman Murâdî´dir. Kitapları rivayet İşinde Rebî´ Ibn-i Süleyman diye mutlak söylenince, murad edilen aşağıda ge len Rebî´dir.
Şafiî´nin kitaplarını rivayet eden Rebî´ b. Süleyman Ebû Muhammed b, Abdulcebbar b. Kâmil, âzâdlılığı sebebiyle Murad kabîlesindendir. O müezzin idi. Eski Kahire´de, FÜstâd Camiinde, Câmiu´l-Ekber´de ezan okurdu, ölünceye kadar bu devam etti. Ondan önce kimse minarede ezan okumuş değildi. İbn-i Abdülber, El-lntikâ´da diyor ki: “Uzun zaman Şafiî ile birlikte bulundu, ondan çok ilim aldı ve onun hizmetinde bulundu. Şafiî´nin kitaplarım isteyenler ona müracaat ederlerdi.” Yâkût onun hakkında şöyle diyor: “O, Şafiî´nin sohbetinde bulunmasiyle meşhur bir talebesidir.” 270 senesinde vefat etti. Mısır´da[10] Şafiî´den rivayet edenlerin sonuncusudur. Eserler yazan değerli bir âlimdir. Şafiî´nin kitaplarının hepsini rivayet etmiştir, insanlar Şafiî´nin kitaplarını ondan alıp nakletmişlerdir.´´
Beyhakî de Menakıb-ı Şafiî kitabının sonunda şöyle diyor: “Rebî´ b. Süleyman Muradî, Şafiî´nin yeni kitaplarını en mükemmel ve en doğru oîarak rivayet eden zattır. Bâzan bir kitaptan birkaç sahife bilmeyebilir. Şafiî şöyle dedi, der, veyahut onu Büveyti yoluyla Şafiî´den rivayet eder. Şafiî´nin kitaplarını dinlemek üzere dünyanın her tarafından koşup ona gelirlerdi.”
îbn-i Hacer Askalânî, Tevâlî El-Tesîs´de diyor ki: “Rebî´, Şafiî´nin ihtiyaçlarını te´mîne koşardı. Bir hacet için gittiğinde derste bulunamayınca döndüğü zaman o bulunamadığı dersi okur, Şafiî´den öğrenirdi.”
Şafiî´nin hayâtını ve talebelerinin haberlerini anlatan kitaplardaki sözlerin birleştiği bir nokta var ki, o da,N Şâfiî”nin yeni kitaplarını Rebî´ b. Süleyman b. Abdulcebbar Muradî´nin rivayet etmiş olduğudur. Onun için Şafiî´nin kitaplarını nakil ve rivayet hususunda Rebî1 kelimesi mutlak olarak söylenince, müezzin olan bu Rebî´a kimdir Çünkü kitapları; rivayet etmekle meşhur olan budur. Onun iğin Nevevî der ki: “Bilmiş oj ki, Şafiî Mezhebi kitaplarında Rebî´ denince bununla Murâdî, murad olunur. Eğer Cîzî´yi murad ederlerse Cizî diye kaydederler. Murâdfye, Şafiî´nin rivâyetçisi denir.” Şu da bilinmelidir ki, Rebî´ın doğrudan Şafiî´den rivayet etmeyip başkasından rivayet ettiği veyahut ondan başkalarından rivayet olunan kitaplar da vardır. Bu husustaki sözü Şafiî´nin kitaplarından bahse bırakarak şimdilik sözü keselim.
Şafiî´nin ictihad devrelerinde mezhebini rivayet eden, önün sözlerini ve fetvalarım âdeta kapışan, kitaplarını elden ele dolaştırıp ilden ile insanlar arasında yayan talebelerinin bir kısmı bunlardır. Bunlar, bunları kendilerinden sonra gelen nesillere mîrâs bıraktılar, sonra gelenler bunları geçmişlerden aldılar, böylece Şafiî´nin fıkhını ve görüşlerini yayma hususunda bunlar birer canlı kaynak vazifesi gördüler[11]. Bu fıkhın ikinci kaynağı ise kitaplardır. Şimdi onlardan bahsedelim. [12]
——————————————————————————–
[1] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 133.
[2] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 133-135.
[3] Ebû Sevr diyor ki: Şafiî buraya geldiği zaman onun meclisine girdik. O şöyle diyordu: “Allâhu Teâlâ Kur´ân´da bâzan âm´ı zikreder, onunla hâssı murad eder. Bâzan hâssı zikreder, onunla âmmı murad eder.” Biz böyle şeyler bilmiyorduk. Bunları ona sorduk. Dedi ki: “Allâhu Teâlâ: ´Jnsanlar stee karşı toplandı.´ buyuruyor, bundan murad Ebû Süfyân´dır. Yine: Ey Peygamber, kadınları boşadığımz tA~ man…´ diyor. Bu hâsdır, muraö umumîdir.” Bunlar usûl bahisleridir. Şafiî´den 3nce bunları bu tarzda bilmiyorlardı.
[4] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 135.
[5] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 135-136.
[6] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 136
[7] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 136-137.
[8] İbn-i Abdulber, El-întikâ.
[9] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 137-138.
[10] Anlaşıldığına göre Rebî´ Mısır´a gelmezden önce Şafiî ile görüşmüştür. Ibn-i Hacer, Tevali El-Tesis´te kaydeder: “Rebî´ diyor ki: Mısır´a girmezden önce Şafiî´nin yanında bulundum. Onun siyah bir cariyesi vardı. Şafiî bir İlim meselesini işler, hazırlar; sonra: Ey câriye, kalk, kandili yak, derdi. O da kandili yakardı, şâfiî de lazım olanları yazardı, sonra kandili söndürürdü. Bir sene bu hâl devam etti. Ben: Ey Ebû Abdullah, bu cariyeyi pek yoruyorsunuz! dedim. O da: Kandil gönlü-mü meşgul ediyor, dedi. Bana Mısır halkını sordu. Ben de: Onlar iki gruptur, bir hısım îmam Mâlik´in kavline sarıldı, bir kısmı da Ebû Hanîfe´nin kavline sarıldı, dedim. Bunun Üzerine: Mısır´a gitmeği arzularım, ben oraya gelirsem her iki tarafı onlardan vazgeçiren bir şey vereceğim, dedi ve Mısır´a gelince hakikaten bunu yaptı.”
[11] Mekke´de talebeleri: Ebû Bekir Humeydî (219/834), Ebû Ishak İbrahim b. Muhammed Abbas (237/851), Ebü Bekir Muhammed Ibn-i İdris, Ebû Musa b. Ebü El-Cârûd.
Bagdad´da talebeleri: Ebû Ali Hasan Sabbâh Za´ferânî (260/873), Ebû Ali Hasan b, Ali Kerâbiaî (256/873), Ebü Sevr Kelbî (240/854), Ebû Abdurrahman Ah-med^ b. Muhammed Yahya Basrî (Ahmed b. Hanbel 241/855 ve îsh&k b. Râheveyh 277/890), bunlar mezheb-i kadîmini rivayet etmişlerdir.
Mısır´da talebeleri: Harmele b. Yahya (243/857), Ebû Yakup Yusuf b. Yahya Buveytî (231/845), Ebû ibrahim İsmail b. Yahya Müzenî (264/877), Muhammed b. Abdullah b. Abdulhakem (268/881), Rebî b. Süleyman b. Dâvud CSzî (257/870), Rebî b. Süleyman Muradî (270/884), Yunus b. Abdu´1-âlâ (264/877), bunlar ınezheb-i ce-dîdlni rivayet etmişlerdir.
Şafiî mezhebini Kaffal Horasan´da, Mâverâünnehir´de; Ebû Hâk tsferâyînî de Irak´da yapmıştır.
Meşhur Şafiî ulemâsından bir kısmı şunlardır: Neseî (303/915), Eş´ârî (324/935), Mâverdî (450/1058), Şîrazî (476/1083), Imâmu´l-Harameyn (478/1085), Huccetü´1-la-lâm Gazalî (505/1111), Rafiî (623/1226), Muhiddİn Nevevî (676/1277), Zerîcegî (794/1392), Sirâcüddin Bülkînî (805/1402), Zekeriyyâ Ensârî (926/1520), Ibn-İ Hacer Heysemî (973/1565), Hatîb Şirbînî (977/1569).
Şafiî Uaûl kitapları yazanlar: tmâmü´l-Harameyn, Burhan (478/1085), Muhammed Gazalî, Mustesfâ (505/1111), Fahreddin Razî, Mahsul (606/1209), SeyfeddİD Amldî, El-îhkam (631/ ), Kadı Beyzâvî, Mlnhâcü´1-Usûl (682/1286), Tâceddin Sftbkî, Cem´ul-Cevâmi´ (772/1370). (Mütercim).
[12] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 138-142.