240- Şâfıî Mezhebinde Müctedidlerîn Çokluğu, Bunların Ülkelere Dağılışı:
İmam Şafiî´nin Irak´da, Mekke´de ashabı vardı; Mısır´da ashabı vardı. Bu sonuncu İslâm dünyasının ortasına düşmektedir, Doğuyu Batıya bağlar. Şafiî´nin fıkhını alıp yaymak isteyenler Mısır´daki talebesi Re-bî´a koşup gelirlerdi. Şafiî mezhebini alanlar çoğaldı. Bunlar muhtelif diyarlara yayıldı. Bunların içinde Iraklılar, Nisâborlular, Horasanlılar vardı. Şafiî mezhebinin yayıldığı bu ülkelerde İslâm medeniyetleri doğdu, İslâm, devletleri kuruldu. Bunlardan ÂI-i Büveyh ve Selçukîler devletleri Çağlarında en kuvvetli İslâm devleti idiler.
Şâfiî´lik Suriye´de ve Yemen´de de yayıldı. Yemen´de Zeydiyye nıez-hebiyle temas etti, o mezheb ahâlisine karıştı. İlim, birbiriyle görüşen ve .karşılaşan iki tarafa engelleri çiğneyerek geçer. İran´da da Şâfiîler vardı. Görülüyor ki, Şafiî mezhebinde olanlar birbirinden uzakta bulunan türlü ülkelere dağılmışlardır. Bunların içinde Şafiî mezhebinde müctehid olanlar vardı. Şafiî´nin usûlüne ve onun kavillerine göre fer´î nıes´eleler çıkarmakta idiler. Şüphe yok ki, onlar bu tahriclerinde muhitlerinin ve meşreblerinin tesirinde kalmışlardır. Onları saran olayların ve bunların halli yollarının da onları görüş ayrılıklarına götürdüğü şüphesizdir. Onlar her ne kadar bir kaynaktan sulansalar ve bir asıl ile mukayyed olsalar da, düşünce ayrılıkları, temayüller, ayrı ayrı muhitler, başka başka olaylar, bütün bunların görüşü bir yöne çevirmede ve mezhebden mes´ele tahrîc etmede te´siri olmuştur.
Eğer biz Horasan ve Nisâbor fukahâsımn görüşlerini, Irak fukahâ-sının görüşlerini incelesek ve onları bu ışık altında tahlil etsek, muhitin te´sirini ve temayüllerin ayrılığını görürüz. Belki de Iraklılar ictîhadları, Şafiî´den naklolunanlara, Horasanlıların ve Nisâborluların ictihadların-dan daha yakındır. Muhiddin Nevevî buna biraz işaret ederek şöyle demiştir:
“Bilesin ki Şafiî´nin nasslarını ve mezhebinin kaidelerini, keza eski Şafiî fukahâsının buluşlarını nakletme hususunda bizim Irak fukahâmı-zm nakilleri, Horasanlıların nakillerinden ekseriya daha sağlam ve daha dikkatlidir. Horasan fukahâmiz ise ekseriya tasarruf, bahis, tertip ve mes´ele kurma bakımından daha iyidirler.”[1]
Bundan da görülüyor ki, Nevevî, nakil işinde Iraklıları üstün görüyor ve Horasanlıları da tasarruf, bahis ve mes´ele tefri´inde daha ileri buluyor. Bu şundan ileri geliyor: Şafiî mezhebinin eskisi de, yenisi de Irak ve Mısır muhitinde doğdu. Bu bakımdan muhitin icaplarına uyarak sonradan mes´ele tefri´ etmeğe o kadar çok ihtiyaç duyulmadı; çünkü bu muhitler mezhebin İlk doğuşunda daha yapacağı te´siri göstermişti; vereceğini vermişti. Horasan ve diğer muhitler ise bu mezheb için yepyeni idiler, bu yeni muhitler de kendi ihtiyaçlarını karşılamak, yaralarını sarmak için bâzı tasarruflarda bulunacak, araştırmalar yapacak, mes´eleler tefri´ edecektir. Böylelikle mezheb orada gelişecek ve tutunup yaşayacaktır.
Şafiî´lerin Horasan, Nisâbor ve İran´da bulunmaları onları Şîamn Imâmiyye koluyla temasa getirdi. Nasıl ki Yemen´de de Şîamn Zeydiyye koluyla temasa geldiler. Bâzı cihetlerde birbirine aykırı olan mezheble-rin birbiriyle temasta bulunması, bâzı mes´elelerde boğaz boğaza gelme^ yi doğursa da, bu mezheb taraftarlarından her birinin, muhalifleri tarafında olan iyi cihetleri de anlamalarını mümkün kılmaktadır. Çünkü maddî ve fikrî sahada birbiriyle temasta bulunmaları, isteseler de, istemeseler de, aralarında fikir mübadelesini doğurur, fikirler insanlara temas yoluyla geçer. [2]
241- Müctehidlerin Envâı Ve Tabakaları, Müctehîd-i Müntesip Olanlar:
Bu nıezhebde müctehid olan fukahâ arasında, ekseriyetle Şafiî´nin yolunu tutmakla beraber, hür olarak ictihad edenler vardı. Bir kısmı da yalnız mes´ele tahrîc etmekle yetinirdi.
Muhiddin Nevevî, bu ulemâyı dört kısma bölmektedir: Her kısmın fetvada bir derecesi vardır. Nevevî´nin o taksimini kaydedelim:
Birinci kısım: Bir mezhebe intisap etmiş bulunan müctehid, bu mu-kallid değildir, çünkü ne usûlde, ne de delilde Şafiî´yi taklid etmez. Belki mutlak surette ictihad eder. Şafiî´ye nisbet edilip onun mezhebinden sayılması, onun yolunu muvafık bulması, ietihadda onun çığırını tutmasm-dandır. Nevevî şöyle der:
“Ustaz Ebû îshak [3]bu vasfı bizim ashabımız için iddia etmiştir.
İmanı Mâlik´in, Ahmed Hanbel´in, Dâvud Zâhirî´nin ashabı ve Hanefiyye-nin goğıı ise mezhebi e riııin imamlarını taklid edegeldiklerinden o mezhebe nisbet .olunurlar. Muhakkik ulemânın doğru görüşüne göre, bizim Şâfü ulemâsından Şafiî mezhebine intisap edenlerin bir kısmı, Şafiî´yi taklid ederek onun mezhebini tutmuş değildirler. Belki de onlar Şafiî´nin ictihad ve kıyastaki yolunu en doğru bir yol olarak bulmuşlar ve kendileri de ictihadlarında o yolu tutmuşlardır. Hükümleri Şafiî´nin yoluyla bilmek istemişlerdir. Ebû Ali Sinci de[4] buna yakın bir şey söylemektedir. Şöyle ki: “Bizler, başkalarına değil, Şafiî´ye tabi´ olduk. Çünkü onun sözünü en râcih ve en doğru bulduk. Yoksa onu taklid etmiş değiliz.” Ebû îshak´-m ve Ebû Ali Sinci´nin bu söyledikleri, Şafiî´nin kendilerine emrettiklerine ve Müzenî´nİn Muhtasar´mın bağında dediklerine uygun düşmektedir. Ancak Nevevî bunun icmâ´ mahalli olmadığını söylüyor. Çünkü diyor, ulemâdan bunu kabul etmeyen vardır. Zîrâ onlardan taklidi büsbütün kaldırmak iddiası gerçekle bağdaşmaz; onların bilinen hallerine veyahut çoklarının durumuna uymaz. Hattâ Nevevî: “Bizim bâzı usûl-ü fıkıh ulemâmız, Şafiî´nin asrından sonra müstakil müctehid bulunmadığını söylerler.” diyor ki bu israfa kaçan bir sözdür.
Bu okuduklarımız bizi şu neticeye götürüyor: Birinci ve ikinci tabakada bulunan Şafiî fukahâsınm hepsinin mutlak müctehid olduklarını iddia etmek, hiç şüphe yok ki, bu da israfa kaçan bir dâva olur. İşin ortası şudur: Onların içinde mezhebe intisap etmiş müctehidler vardır. Bunlar birinci tabakada daha çokturlar, diğer tabakalarda gitgide daha azalmışlar, nihayet son asırlarda hiç kalmamışlardır. Bunlar mutlak müctehidler idiler. Bunlardan bâzıları, Şafiî´nin dediklerine aykırı birçok mes´eleler çözmüşlerdir, onların ayrıldıkları mes´eleler Şafiî mezhebinden sayılmazlar: Muhamnıed b. Cirîr, Muhammedi b. Nasır, Muhammed b. Huzeyme (ve Muhammed b. Münzir´dir) nin yâni dört Muhammed´lerin ictihadlan bu türlüdür. Bâzılarının ise Şafiî mezhebinden ayrıldıkları mes´eleler azdır, Şafiî´ye pek karşı gelmezler. Bunların ayrıldıkları mes´eleler mezhebden sayılır. Bâzıları ise bu iki yolun ortası bir yol tutmuştur, Müzenî bunlardandır. Onun tek başına ayrıldığı mes´eleler de mezhebden sayı´maz. Rafiî´nin El-Vecîz şerhinde şöyle deniyor: “Müzenî´nİn, Şafiî´nin usûlüne göre tahrîc etmeyip ayrıldığı mes´eleler, mezbebden sayılmaz.”[5]
tbn-i Sübkî, Tabakât´mda, Müzeni hakkında îmâm-ı Harameyn´in şöyle dediğini nakleder: “Bana göre Müzenî´nİn bütün mes´eleleri Şafiî mezhebine ilhak olunur. Çünkü o usûlde Şafiî´den ayrılmış değildir. Usûlde Şafiî´den ayrılmadığına göre onun hükümlerini çıkardığı mes´eleler (tahrîcleri) imamının kaidesinin dışına çıkmış sayılmaz. Eğer bir tanrıcı mezhebe ilhak etmek gerekirse, Şafiî´nin usûlünü benimsediği ve mevki´inin yüceliği i´tİbâriyle. Müzenî´nİn tahrîci buna en lâyıktır. Zîrâ o, bir mes´elede ayrı bir yol tutarsa, mezhebden ayrıldığını duyuracak bir kelime kullanır.”
Hulâsa: Şafiî mezhebini almış olan fukahâ içinde mutlak müctehid mertebesinde olanlar vardı. Bunlar, birinci tabakadakiler arasında daha çok olup sonraki tabakalara doğru gittikçe azalmışlardır. [6]
242- Müctehid-i Mukayyed Olanlar:
ikinci kısım: Şafiî mezhebiyle mukayyed olan müctehidler ki, bunlara mukayyed müctehidler denir. Nevevî bu kısım hakkında söyle diyor: “Bizim fukahâmızdan vucuh sahibi olanların vasfı budur. Bizim imamla-rımizjn ashabı veyahut onların çoğu bu hâl üzeredir.” Yâni demek oluyor ki, Şâfîı mezhebinde müctehid olanların çoğu mes´eielerin hükmünü çıkarırken kendilerini Şafiî usulüyle mukayyed tutmuşlar, onun yoluna muhalefette bulunmamışlardır. Onların bu hükümlerini taklid edenler, Şafiî´yi taklid etmiş sayılırlar; yoksa bu fukahâyı taklid etmiş sayılmazlar. Bu, İmam Haranıeyn´e göre böyledir. Çünkü Şafiî mezhebindeki müete-hidlerden birine bir şey soran kimse o mes´elenin hükmünü Şafiî mezhebine göre bilmek istemektedir, yoksa mücerred o müetehide göre değil. Fakat bâza ulemâ diyor ki, Şafiî mezhebinde müctehid olan bir zâtın re1-yini taklid etmesi, Şafiî´nin mukallidi sayılması veya Şafiî´nin usûlüne göre mes´ele çıkaranın bu tahrîcinin Şafiî´ye nisbet edilmesi konusunda ayrılık vardır. Doğrusu bunlar İçtihadı yapana nisbet olunur. Buna göre mukayyed müetehide mes´ele soran, Şafiî´nin değil, o müetehidin mukallidi i´tibar edilir. [7]
243- Müntesîb Ve Mukayyed Müctehidler Sayesinde Mezhebin Gelişmesi, Diğer Fakîhlerin Hizmeti:
işte bu iki kısım sayesinde Şafiî mezhebi gelişmiş, tahrîc ve bahis hususunda büyümüştür. Yine bu iki kısım sayesinde mezheb, istenilen şekil ve istikamete yöneltilmiş, cemiyetin hükümlerine ve icaplarına, zamanın gidişatına ayak uydurmuştur.
Diğer iki kısma gelince, bunlar da mezhebin kavillerini toplamışlar, delillerini tertip etmişler, mes´eleleri tehzîb eylemişler, füru´u bir araya getirmişlerdir. Böylece üçüncü kısım: İctihad sahibi olanlar derecesine erişememekle beraber onların da şerefli bir hizmeti olmuştur. Nevevî´nin dediği gibi: “Bu kısımda olan kendisi fakîh bir kişidir, imamının mezhebini muhafaza, onun delillerini bilir, onları takrir eder, tasvir eder, yazar, hazırlık yapar, birini beğenmeyip diğerini tercih eder. Ancak bu mertebede bulunan, müctehidler derecesinden geri kaldığı iğin istinbat bahçesine giremez, usûl bilgisi ve diğer vasıtaları noksan olduğundan on-İarm payesine erişemez.”
Dördüncü kısım: Mezhebi bilir ve korur; onu başkalarına nakleder; onun açık olanını da, müşkül olanını da anlar. Ancak delillerini takrir ve kıyaslarını tahrir edemez. Muhiddin Nevevî, bunun hakkında da şöyle der: “Bunun nakline güvenilir, imamının nasslarmdan ve mezhebde müc-tehid o;anlann çıkardıkları mes´elelerinden mezheb kitablarında yazılanlara göre naklettiği fetvası muteberdir. Menkul olarak bulamadıklarında ise, menkule onun benzeri varsa ve derin düşünce ile anlaşılırsa, bunu ona ilhak etmek caizdir ve ona göre fetva verilir. Keza mezhebde mücte-hid olan bir fakillin kaide altına aldıklarına giren de böyledir. Böyle olmayanlar hakkında ise fetva vermemesi gerekir. Bu mertebede olan hakkında bunun vuku´u nâdirdir. Çünkü İmam Harameyn´in dediği gibi: Mezhebde hükmü bildirilmemiş olan veya bunun mânâsında olan ve bir kaide altına alınmamış bulunan bir mes´elenin vuku´u çok uzaktır.”[8]
244- Şâflî Mezhebini Bugüne Kadar Nakledip Yaşatanlar:
Şafiî mezhebinde olan fukahânın mertebeleri işte böyledir. Şafiî mezhebini nakledenler, Şafiî´nin kavillerini rivayet ve onun usûlüne ve kavillerine göre mes´eleler tahrîc edenler bunlar olmuştur. Mezhebin mes´ele-lerini toplayanlar, tertip ve tedvin edenler yine bunlardır. Bunların yaptıkları nesilden nesle intikâl etmiş ve böylelikle yaşadığımız çağa kadar gelmiştir.
Şafiî´nin yaşadığı çağa nisbetle onların zaman i´tibâriyle sıralanması hemen hemen yukarıki taksimdeki gibidir. Şafiî´den sonra gelen tabakayı onun talebesi, ashabı teşkil eder. Bunlar usûlden mes´eleler çıkarıp mutlak içtihadı çok yapmışlardır. İkinci tabakada ise mezhebe göre mes´ele çıkarmak işi hâkimdir.
Muhiddin Nevevî, mezhebe intisap eden bu müetehidlerin ve mes´ele çıkaran tahrîc erbabının dördüncü yüzyılın sonlarına kadar bulunduğunu söyler. Dördüncü yüzyıldan sonra hem müctehidler, hem de tahrîc erbabı azalmıştır. Onlardan sonra gelenlerin yaptıkları iş: Delilleri tertipleyip onları takrir etmekten, mezhebin kavillerini ve vecihlerini nakletmekten ibarettir. Üçüncü kısımda zikrettiğimiz üçüncü tabaka fukahâsıni, Nevevî söyle anlatıyor: “Dördüncü yüzyılın sonlarına kadar mütaahhirîn ulemâsının çoğunun vasfı budur. Onlar mezhebi tertip ettiler, yazıp eserler meydana getirdiler. Bugün insanlar ekseriyetle onların yaptıklariyle iştigal edip faydalanırlar. Onlardan önce geçen tahrîc erbabına bunlar katılamazlar.” Bunun mânâsı, tahrîc erbabı dördüncü yüzyılda kesilip sona erdi, demek olmayıp belki azaldılar demektir. Çünkü bu nevi´ ulemâ beşinci -yüzyılda ve ondan sonra da bulunmuştur. Bunlar mes´ele tahrîc etme yoluyla ictihadda bulunmuşlar, hattâ bizzat Şafiî´ye muhalefet edenler olmuştur.[9] Gerçekten tahrîc işinden hiçbir asır hâli kalmamıştır. Ancak ulemânın, eskilerin kitablarım telhîs, şerh ve bölümlere ayırma gibi şeylere kendilerini kaptırdıkları son yüzyıllarda tahrîc durmuştur. Çünkü bu son çağlarda ilmi serbest ve hür bir yolda Öğrenmeği bırakıp kitablarda olanları öğrenip anlamağa koyuldular. Bu öyle bir kusur dal-gasıdir ki, yalnız Şafiî mezhebine musallat olmamış, bütün fıkıh mezheb-lerine sirayet etmiştir. [10]
245- Îctihad Devrinden Sonra Tahrîc Yoluyla Mezhebin Hayata Uyması:
Mezheb, o mezhebin adamlarının giydikleri kisveye bürünür. Eğer mezhebin fukahâsı müctehid iseler, mezhebde istinbat alanının ufukları geniş geniş açılır. Zîrâ müctehid ancak Şafiî´nin usulüyle mukayyed olacağından bu imkân vardır. Gerçekten bu usûl mutlak içtihada yer veren bir mahiyette ve elastikiyettedir. Müctehidin bu usûl dâiresinde yaptığı her ictihad Şafiî mezhebinden sayılır. Ancak Şafiî´nin dediği bir kavle muhalefet ederse, o başkadır. Böyle durumlar olmuştur. Müetehidlerin tek başlarına kail oldukları veya Şafiî´nin usûlüne muhalefet ettikleri, seyrek de olsa, olmuştur. Çünkü Şafiî´nin usûlü, Kitab, Sünnet ve kıyas dairesinde oldukça, müetehidi serbest bırakır, onu dar bir çerçeve içinde sıkıştırmaz. Mezhebe intisap eden müctehidler azalıp da ictihad ancak tahrîc işine münhasır olunca o zaman mes´ele tefri´ etmek, tasarruf, bahis ve istinbat yoluyla mezheb dairesinde hükümler çıkarmak başladı. Mezheb bundan da, geçenlerden yaptığı faydadan az kalmayacak kadar faydalandı. Ancak birincilerin fıkhı haddizatında daha geniş ve bol, verim bakımından daha bereketli olmuştur. Vaktâ ki mutlak ictihad kapısı kapanıp tahrîc kapısı da daraltıldı, o zaman mezheb de daraldı. Fıkıh eskilerin kavillerini okuyup onları tertip ve istidlale inhisar etti. Başka bir şeye bakmadan yalmz kitablardan hüküm almaktan ibaret oldu. [11]
246- İçtihadın Durması, Tahrîcîn Azalması, Mezhebin Ufkunu Daraltmıştır:
Doğrusu gerçek şudur ki, Şafiî mezhebinde tahrîc kapısı hiç de da-raltılmamıştı. Ancak mezheb doğuya, batıya yayılarak muhtelif muhitlerden, birbirine aykırı içtimaî hallerden, çeşitli iktisadî olaylardan birçok şeyler aldıktan sonra daralmıştır. Müctehidler mes´eleleri çıkarırken bunların te´sirinde kalmışlardır. Şüphesiz ki, coğrafî, içtimaî ve iktisadî muhitlerin te´siri vardır. Eğer sen bu mezhebi bunların ışığı altında incele-sen ve ihtilâf edenler arasındaki görüşleri bu bakımdan tanışan, ihtilâflar ve ayrı görüşler üzerinde muhitin te´sirini bilirsin. Bu mezhebin fü-ru´ mes´elelerini, belki muhtelif mezheblerin mes´elelerini inceleyenler, onları sahiplerine nisbet edildiği gibi inceleseler ve muhtelif muhitleri bilseler, o zaman bu görüşlerin kendi çağlarının rengini, içtimaî, iktisadî temayüllerini ve halkın örf ve âdetlerini taşıyan tanı ve doğru birer sureti olduğunu görürler.
Şafiî mezhebi muhitlerin te´sirinde kalmadan önce tahrîc yasak edilmeyen ve dar olmayan bir mezhebdir. Onun korunan hazinesi, faydası büyük olan değerli bir fıkıh serveti ve güzel bir ilim meyvesidir. [12]
247- Ulemâ Eskilerin Kavillerini Muhafazaya Koyulunca Mezheb Daralmıştır, Gelişme Durmuştur. Tahric Devrinden Sonra Fetva Verme Yolu:
Tahrîc kapısı daraltılınca ulemâ, müctehidlerden ve tahrîc erbabından kendilerine kalan ilim servetini muhafazaya kendilerini verdiler, muhtelif kaviller ve ayrı görüşler arasından bir hüküm ve fetva alıp çıkarmağa koyuldular. Müftü, fetva veren kimse dilediği görüşü seçip almakta serbest dahi değildi. Onun bu ihtiyarını da kayıd altına aldılar.
Zikrettik ki, onlar mezhebdeki ihtilâfları üçe bölüyorlar.[13]
1- Mezhebin kavilleri ki, bunlar rivayette ihtilâfa düşülmeksizin imam Şafiî´ye nisbet olunur.
2- Şâfü´nin usûlüne göre çıkarılmış vecihler ki, bunlar müctehid-lere nisbet edilir.
3- Şafiî´den veya müctehidlerden naklolunmasında ihtilâf edilen yollar.
Son yüzyıllarda müftü olan kimse Şafiî´nin iki kavlini bulduğu zaman onlardan birini seçme salâhiyetinden mahrumdur. Böyle bir durumda kalınca, ya tahrîclerini Şafiî´nin usûlüne göre yapan eski tahrîc ve tercih sahiplerinin tercih ettiklerini veyahut da muhtelif rivayetlerden en doğru olanını alır. Nevevî diyor ki: “Herhangi bir yolla bir tercih elde edemezse, buna muvaffak oluncaya kadar bekler durur.” Yâni kendisinden öncekiler tarafından yapılmış bir tercih bulamazsa, nakledilmiş bir tercih buluncaya kadar bekler.[14]
Ketvâ verilen mes´elenin müctehid için birkaç vechi varsa, veyahut nakil yolları muhtelif ise, o zaman eski müctehidlerin tercih ettiklerine başvurulur ki, bu da ekseriyetin doğru bulduğudur, sonra ilmi, sonra takvası üstün olan tearuz ederse o zaman ilmi üstün olan tercih edilir. Eğer bunlardan birinin tercihi bulunmazsa iki kavli nakledenlerin halleri veya iki veçhe kail olanların sıfatları nazar-ı i´tibâre alınır. Buveytî´nin, Rebî´ Murâdî´nin ve Müzenî´nin Şafiî´den rivayet ettikleri, başkalarının rivayet ettiklerinden ileri tutulur. Ulemâdan bâzıları diyorlar ki: Eğer Şafiî´nin kavillerinden bâzısı imamlardan ekserisinin kavline uygun ise, diğerlerinde de tek basma kalıyorsa ve bunlardan birini tercih ettiğine dâir bir rivayet de yoksa, o zaman imamlardan ekserisine uygun düşen kavli alınır. Ancak Muhiddin Nevevî bunun tedkîk edilmesi gereken bir söz olduğunu söylüyor ve şöyle diyor: “Kadı Hüseyin nakleder ki, Şafiî´nin iki kavli olsa, birisi Ebû Hanîfe´nin kavline uygun düşse, bizim Şafiî ulemâsının iki görüşü vardır: Biri: Muhalif olan kavil daha evlâdır. Bu Ebû Hâmid Isferâyinî´nin sözüdür. Diyor ki: Şafiî, muhalefeti gerektiren bir delile muttali olduğundan dolayı muhalif bir kavil söylemiştir. İkincisi: Diğer imâmın kavline uygun olan kavli evlâdır. Bu Kaffâl´in sözüdür ve doğru olan da budur. Bu mes´ele, geçmiş bir tercih bulunmadığı zaman böyle farzolunur.”
Böylece görülüyor ki, tahrîc devri geçtikten sonra ulemâ menkulât üzerinde donup kalmışlar, onları geçememişler, mes´eleler üzerinde kafa işletmekten çekinmişler, kitabların kölesi olmuşlardır. Onların tercih ettiklerini tercih etmişler, onların beğenmediklerini tezyif etmişlerdir. Onların, kitabların içindekilerden ilim almağa çalışmaktan başka bir fikirleri yoktur. Böylece Şafiî fıkhı ile onun dayandığı usûl arasına, keza bu fıkıh ile yaşadığı muhît ve toplumlar arasına sedler çekildi. Yazılı kitab-lardaki mes´eleleri bilen kimse fakîh sayıldı. Yoksa eskilerin yaptığı gibi o usûl üzerine mes´ele kurup halledenler değil. Artık fakîh, vuku´bulan olayları serbest tahrîe yoluyla halletmek için onlara münasib hükümler çıkaran, mezhebin usûlü dışına çıkmaksızın işlere uygun kararlar veren bir kimse olmaktan uzaktır. Durum her ne kadar başka bir durum dahi olsa o toplumdan başka bir toplumda vuku´bulsa da, olayların hükümlerini yazılıp toplanmış olan füru´ kitablanndan alır.
özet olarak diyelim ki, Şafiî fıkhı, geçenlerden anlaşıldığı üzere, üç devre ayrılır:
1- Şafiî´nin usulüyle mukayyed olmak şartıyla mutlak içtihadın hükümranlığında büyüme devri.
2- Tahrîc sayesinde gelişme devri.
3- Son zamanda duraklama devri.
Acaba mezheb sahipleri, duraklama devrinden sonra ileri yürümeyecekler mi Geçenler yürümek için çığır açmışlardır. O da Şafiî´nin bildirmediği şeylerde onun usûlü gereğince, ortaya çıkan mes´eteleri inceleyip halletmektir. Muvaffakiyet Allah´dandır. [15]
——————————————————————————–
[1] Muhiddin Nevevî, Mukaddimetü´l-Mecmu´, s. 69,
[2] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 348-349.
[3] Ebû Ishak, Şîrazlı olup Muhezzeb adındaki eserini Muhiddin Nevevî Mecmu´ adlı eserle şerh etmiştir. Ebû îshak seçkin bir fakîh idi; kuvvetli btr mücadeleci idi. Çağandaki fıkıh erbabının ilmini toplamıştı. Muhezzeb adlı kitabı bunun açık bir delilidir. Hicretin 476 yılında ölmüştür.
[4] Ebû Ali Hüseyin b. Şııayb b. Muhammed, Sinenidir. Sinç, Merv şehrinin büyük köylerinden bindir. Hicretin 403 Üncü yılında Ölen Ebû Ali Hüseyin, çağının büyük fakîhlerindendir. Şafiî fıkhını gayet iyi bilirdi. Şafiî fıkhını, mütakaddimînin kavillerini nakil ve hikâye ile temayüz etmiş olan Iraklıların yoluyla olduğu gibi, tasarruf, bahis, tefri´ ve tertib ile temayüz etmiş olan Horasan ulemâsı yoluyla da bilip bu ikisini birleştiren dirayetli bir zât idi. Irak Şâfiîlerinln üstadı olan Ebû Hâmid Isfirâîni´den fıkıh okuduğu gibi Horasanlıların üstadı olan Ebû Bekir Kaf-fâl´dan da Merv´de okudu. îbn-i Sübkî Tabakât´mda der ki: “Nisâbor´lu bâzı fuka-hâmız şöyle demiştir: Horasan´da imamlar üç türlüdür: Biri çok söyler ve isabetlidir, diğeri az söyler ve isabetlidir. “Üçüncüsü çok söyler ama muhakkik değildir. Çok nıes´eîe çözüp ve muhakkik olan Ebû Ali Sincî´dir, az mes´ele çözüp ve muhakkik olan Ebû Muhammed Cüveynî´dir, çok mes´ele halleden ve fakat muhakkik olmayan da Nasır Amrî´dir.”
[5] Râfiî, Fethü´I-Azîz Şerhi´l-Vecîz, c. I, s. 414.
[6] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 349-351.
[7] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 351.
[8] Nevevî, Mukaddimetti´I-Mecmu´, s. 42/44.
Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 351-352.
[9] Takıyyüddin İbn-i Sübkî, Tabakât´inda diyor kt: “Babası Ali Sübkt (ölümü: 756) ictihad sahibi kimselerdendi, Şafiî´ye muhalefet ettiği olurdu.” Onun mezhebini şöyle açıklar: Onun mes´eleleri iki türlüdür. Bir kısmında o, İmam Şâfiî´-,nin (Allah ondan razı olsun) mezhebinden ayrıldığını i´tfraf eder. Her ne kadar kısmen Şafiî´nin mezhebinde bir zayıf kavle veya şâz bir görüşe muvafık bulunsa da, İhtiyar ettiği hususta Şafiî´ye muhalif olduğunu takrir ettiği görülür.
[10] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 352-353.
[11] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 353-354.
[12] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 354.
[13] 239 numaralı bende bak, 354
[14] Müctehid ulemâ Şafiî´nin kavilleri arasında tercih yaparlar, önce Şafiî´nin kendisinin tercih ettiklerini alırlar. .Tercih tasrih olunmadı ise mes´ele tefri´nde esas tuttuğunu aJır. Eğer bu da yoksa sonraki kavlini tercih ederler, bu da bilinmezse usûlüne en yakın olanı alırlar.
[15] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 354-356.