İmam Şafiî, hayâtında, türlü tslânı fırkalarına mensup birçok kimselerle buluşup görüştü. Onların bâzılarından Hadîs bile dinleyip aldı. Onların görüşlerini ve düşüncelerini inceledi. Yukarıda beyân ettiğimiz veçhile, Mukâtil îbn-i Süleyman´a ait sözü bunu göstermektedir. Şafiî´nin çağım iyi anlayabilmek için görüşlerinden haberdar olduğu sanılan ve o devirde yaşayan dînî fırkalardan, kısaca da olsa, bahsetmek yerinde olur. [1]
1. Fırka: Şîa
59- Şîanın Doğuşu:
Şîa en eski îslâm fırkasıdır. Hz. Osman devrinin sonlarında siyasî bir mezheb olarak meydana çıkmıştır. Hz. Ali devrinde büyümüş ve gelişmiştir. Çünkü Hz. Ali halkla temas ettikçe, onu gören halkın ondaki yüksek kabiliyete, onun din ve ilim bakımından kudret ve faziletine hayranlığı artıyordu. Propagandacılar bunu istismar ettiler ve kendi mes-heblerini insanlar arasında, yaymak için bunu vasıta yaptılar. Emevîler devri gelince Ali taraftarları zulme mâruz kaldılar. Emevîlerin onlara ezâ ve cefâsı arttı. Mazluma acımak cibilliyetinde olanlar bu halde onlara acıdılar, içindeki sevgiler coştu ve onları daha çok sevmeğe başladılar. Hz. Ali´yi ve evlâdını zulme kurban gitmiş olan şehîdir mertebesinde tuttular. Bu sebeple Şîa Mezhebi yayıldı, taraftarları çoğaldı.
Şîa Mezhebinin esasları: Mutediller ve müfritler:
1- îmâmet, milletin re´yine bırakılmış umumî mesalihten değildir ki, ümmetin tâyin etmesiyle olsun. îmâmet dînin rüknüdür, İslâm´ın bir kaidesidir. Öyleyse Peygamber onu ihmal etmiş ve ümmete bırakmış değildir, îmâmı Peygamber kendisi tâyin etmek lâzımdır. îmana büyük, küçük bütün günahlardan mâsundur[2].
2- Hz. Ali İbn-i Ebî Tâlib Peygamber aleyhİ´s-selâm tarafından seçilmiş Halîfedir. O Ashabının (Allah cümlesinden razı olsun) efdalidir, derler. Öyle anlaşılıyor ki Hz. Ali´yi diğer Ashâbdan daha faziletli görenler yalnız Şîa değil, Ashâbdan buna kail olanlar da varmış. Ammâr b. Yâsir, Mikdâd b. Esved, Ebû Zer Gıfârî, Selman Fârisî, Câbir b. Abdullah, Übey b. Kâ´b, Huzeyfe, Büreyde, Ebû Eyyûb´el Eîısârî, Sehl b. Ha-nîf, Osman b. Hanîf, Ebıı Heysem, Huzeyme b. Sabit, Ebû Tufeyl Âmir b. Vâile, Abbâs b. Abdülımıttalib ve oğulları, Benî Hâşim´in cümlesi bunlardandır. Zübeyr de bidayette buna kaildi, sonra döndü. Ümeyye oğul-îanndan da buna kail olanlar vardı. Hâlid b. Saîd b. As, Ömer b. Ab-dulaziz bunlardandır[3].
Şîanın hepsi bir derece üzere değildi. İçlerinde Hz. Ali´yi ve evlâdını takdirde çok aşırı gidenler olduğu gibi mutedil olanlar da vardı. Mutediller, Hz. Ali´yi diğer Ashâbdan efdâl saymakla iktifa ederler, kimseyi tekfir etmezler. İbn-i Ebî Hadid bu mutedil zümreden olup onları bize Nehcü´l-Belâga´da şöyle anlatır:
“Bu meselede onlar Fevz-ü Necat Ashabından olup halâs bulmuşlardır. Çünkü onlar orta yoldan gitmektedirler… Hz. Ali kendinden önce Halîfe olanların halifeliğine razı oldu, onlara biat etti. Arkalarında namaz kıldı, onlara kız verdi, onların ganîmetindefı yedi, onun yaptıklarından biz öteye geçemeyiz… Ashabın ulularına ta´an etmeyiz. Onlara onun gibi muamele yaparız.”[4]
60- Gulât-ı Şîa:
Gulât-ı Şîa, yâni Şîanın müfritleri, Hz. Ali´yi Peygamberlik mertebesine çıkarırlar. Hattâ içlerinden bâzıları Peygamberlik onun hakkı olduğunu, Cebrail´in yamlarak onu Hz. Muhammed´e götürdüğünü bile söylerler[5]. Hattâ bir kısmı, Hz. Ali´yi —hâşâ— Tanrı mertebesine çıkarırlar. Bir kısmı, Allah´ın Hz. Ali´ye ve evlâdından olan diğer imamlara hulul ettiğini söylerler. Bu söz, Allah´ın Hz. isa´ya hulul ettiğine inanan Hıristiyan Dînine benzer, içlerinden bir kısmı ise her imâmın ruhuna ulûhiyyet hulul ettiğine ve kendisinden sonra gelen imâma da intikal ettiğine inanırlar.
Rafızî olan Şia´nın ekserisi son imâmın Ölümsüzlüğü i´tikadmdadır-lar. Onlara göre son imam hayattadır, günün birinde dönecektir, cevr ve zulümle dolan bu yeryüzünü o, adaletle dolduracaktır. Hattâ Sebeiy-ye taifesi, Ali İbn-i Ebî Tâlib´in hayâtta olduğuna, Ölmediğine inanırlar. Birtakımı ise Muhammed b. Hanîfe´nin hayatta olduğunu, Radvâ dağın da gizlendiğim, yanında bal ve su bulunduğunu söylerler. Bir taife ise, Yahya b. Zeyd asılmadı, Ölmedi, o sağdır, derler. Oniki imam etbâı ise: Onikinci imam olan Muhammed b. Hasan Askerî´ye mehdî unvanını verirler. Otıun Hılle´de bir hanenin bodrumunda gizlendiğini, anasiyle birlikte derdest edilince orada kaybolduğunu söylerler. Bu mehdi âhir zamanda çıkacak ve yeryüzünü adaletle dolduracak. Bu taife mehdinin çıkmasını beklemektedir. Akşam namazından sonra bu hanenin bodrum kapısında dururlarmış, bir binek hazırlarlar ve mehdiyi ismiyle çağırarak çıkmağa davet ederlermiş, yıldızlar belirince dağılırlar mış. iş ertesi akşama kalırmış. Bunlardan bâzıları ölen imâmın tekrar dünyaya döneceğine inanırlar ve buna Kur´ân-ı Kerîm´den, Ashâb-ı Kehfi misâl getirirler.[6]
61- Şîanın Aslı:
Görülüyor ki Gulât-ı Şia´ya birçok garib inançlar karışmıştır. Birbirine uymaz kanaatler kaynağı olmuş. Kendilerini evhama, hurafelere kaptırmış olan bu taife içine eski milletlerden bâtıl inançlar ve hurafeler girmiş. Onlara islâm kisvesi giydirmek istemişler. Yüksek ve saf İslâm akidesini, temiz tevhîd esasını bozmuşlar.
Avrupa ulemâsı Şia´nın aslım araştırmışlar, onda islâm´a sonradan karışma bâzı prensipler bulmuşlardır. Welhosen´e göre Şîa akideleri, İranlılardan ziyade Yahudilikten çıkmıştır”[7]. Zîrâ kunfcusu olan Abdullah İbn-i Sebe´nin Yahûdî olması bunu gösterir, diyor.
Dr. Dozi´ye göre ise, Şia´nın asıl menşei iranlıdır, zîrâ Araplar hürriyete bağlıdırlar. Iranhlarsa krallığa, padişahlığa bağlıdırlar. Padişahlıkta hükümdarlık miras kalır. Halîfe seçmenin ma´nâsmı anlayamazlar. Hz. Muhammed erkek evlâdı bırakmadan vefat etti. Onun yerine en münasip şahıs amucası Ebû Tâlib´in oğlu ve aynı zamanda Peygamber´iiı damadı olan liz. Ali´dir. Hilâfeti ondan alan Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Emevîler onu hak sahibinden almış sayılırlar. Bundan başka İranlılar pâdişâhlara İlâhî bir kudsiyet nazariyle bakmağa alişkandılar. Hz. Ali´ye ve torunlarına da aynı gözle baktılar. İmâma itaat etmek birinci derecede gelen ilk vâcibdir, ona itaat, Allah´a itaattir, dediler[8].
Won Flotn diyor ki: Fi´len sabittir ki, Şîa mezheblerinden bâzıları Budistlik, Zerdüştlük, Mânîlik gibi eski Asya dinlerinden karışmadır”[9]
Hiç şüphe taşımaz bir gerçek vardır ki, Şîa, Âl-i Beyti takdis etmekle ve onlara candan bağlılıkla beraber Gulât´tan olanlar eski Asya dinlerinden birçok şeyler almıştır. Ruhun bir insandan başka bir insana geçtiğine kail olan Hind mezheblerinden tenasüh akidesini almıştır. Bir kısmı bu prensibi imamlarına tatbik etmişler, imâmın ruhunun kendisinder sonra gelene getçiğine inanmışlardır. Eski Bırahma ve Hıristiyanlık dinlerinden Tanrı´nın insana hululü akidesini almışlardır. Yahudilikten de birçok şeyler almaşlardır. îbn-i Hazm, imamların rücûu akidesinin Yahudilikten geçtiğini beyan ederken diyor ki: “Bunlar Yahudilerin yolunda yürüdüler, zîrâ Yahudiler Hz. îlyas´m ve Finhas b. Âzâr b. Harun´un bugüne kadar hayatta olduklarına inanırlar. Sofiyyeden bir kısmı da bu yolu tutmuşlardır. Onlar da Hızır ile îlyas´m hâlâ sağ olduklarına inanırlar. Bâzıları îlyas´m kırlarda, Hızır´ın da yeşil çayırlar ve çiçekler arasında bulunduklarını, anıldığı zaman derhal imdada yetiştiğini söylerler”[10]. Görülüyor ki, bâza Şîa akidelerine eski milletlerin ve mezheblerin bozuk ve bâtıl inançlarından birçok şeyler karışmıştır. Bunlar ya islâm´ı if-sâd etmek için veyahut da alışkanlık ve eski terbiye tesiriyli karışmıştır. Onlar Müslüman olmuşlar, fakat eskiyi sıyırıp atamamışlar, geleneklerinden kurtulamamışlardır.
îşte Şia´nın durumu kısaca beyân olundu. Şimdi de Şia´nın bâza meşhur fırkalarını, onların tarihçesini anlatmak istiyoruz. Tâ ki bu mezhebin , geçirmiş olduğu devirleri tanımış olalım. [11]
62- Sebeiyye Fırkası:
Sebeiyye: Banlar Abdullah îbn-i Sebe´ye uyanlardır. O, Hîreli bir ,; Yahûdidir, Müslüman görünmüştür. Anası bir Zenci câriyedir. Onun için ona İbn-i Sevda´ = Karaoğlu da denir. Hz. Osman´ın aleyhindp çalışıp propaganda yapanların başında gelir. Müslümanlar arasında fâsid düşüncelerini yaydı, bozguncu hareketlerde bulundu. Bunların çoğunu Hz. Ali nâmına uyduruyordu. Evvelâ halk arasında şunu yaymağa bağladı. Tevrat´ta her Peygamberin bir vâsisi olduğu sözü varmış. Hz. Ali de, Hz. Muhammed´in vâsisi imiş. Hz, Muhammed Peygamberlerin en hayırlısı olduğu gibi, Hz. Ali de vâsilerin en hayırlısı imiş. Sonra Hz. Muhammed´in tekrar bu dünya hayâtına döneceğini ortaya attı. Hz. îsâ´nın döneceğine inanıp da Hz. Muhammed´in döneceğine inanmayanların aklına şaşarım, derdi. Bu dediklerine Kur´ân´dan şu âyeti delil gösterdi: “Gerçekten Kur´ân´ı sana inzal kılan seni dönüş yurduna döndürecektir.” (Kısas: 15). Sonra yavaş yavaş işi ilerletip Hz. Ali´nin Tanrılığını söylemeğe başladı. Hz. Ali bunu duyunca onu öldürmek istediyse de Abdullah Ibn-i Abbâs buna mâni oldu: “Eğer sen onu öldürürsen taraftarların arasında ihtilâf başgösterir. Halbuki sen Şamlılarla savaşa gitmek niyetindesin, birlik parçalanmasın.” dedi. Bunun üzerine Hz. Ali onu Medâin´e sürgün etti. Hz. Ali şehîd edilince, îbn-i Sebe, halkın Hz. Ali´ye olan sevgisini ve bağlılığını istismar etti. Muhayyilesinde işlediği yalanlan Hz. Ali´ye nisbet ederek halkı dalâlete ve fesada sürükledi. Öldürülen Hz. Ali olmayıp onun suretine girmiş bir şeytan olduğunu, Hz. Ali´nin, Hz. îsâ b. Meryem gibi göğe çekildiğini söylüyordu. Yahudiler ve Hıristiyanlar Hz. îsâ´nın katli meselesinde yanıldıkları gibi, Haricîler de Hz. Ali´nin katli meselesinde yanılmaktadırlar. Yahudiler ve Hıristiyanlar, asılmış bir şahıs gördüler ve onu îsâ´ya benzettiler. Hz. Ali´nin öldürülmediğine kail olanlar da böyle, Ali´ye benzeyen öldürülmüş bir kimse gördüler ve onu Ali sandılar. Halbuki o göğe çıktı. Gök gürültüsü onun sesidir, şimşek onun gülümsemesidir, dediler. Gök gürlediği zaman Sebeiyye taifesi: Selâm sana yâ Emîrü´l-Mü´minîn, derler. Ömer b. Şurahbî´nin rivayet ettiğine göre lbn-i Sebe´e, Ali öldürüldü, denilmiş. O da: “Şayet onun kellesini bir torba içinde getirmiş olsanız yine onun öldüğüne inanmayız, o ölmedi, gökten inecek, yeryüzüne baştanbaşa hâkim olacaktır.” demiştir[12].[13]
63- Keysânîyye Fırkası:
Keysâniyye[14]: Bunlar Muhtar b. Ubeyd Sakafî´nin etbâıdır. O bidayette Haricîlerdendi. Sonra Şia´dan oldu. Müslim b. Akıl, Hz. Hüseyin tarafından Küfe ahvâlini öğrenmek üzere oraya geldiği ^man o da gelmişti. Ubeydullah İbn-i Zıyâd, Muhtâr´ı yakalattı. Onu doğdu ve hapse attı. Hz. Hüseyin şehîd edilinceye kadar hapiste kaJ´i. Ondan sonra kız kardeşinin kocası yâni eniştesi olan Abdullah İbn-i Ömer onun hakkında şefaatçi oldu. Kûfe´den çıkıp gitmek şartiyle serbest bıraktı. O da oradan çıkıp Hicaz´a gitti. Yolda giderken şöyle dediğini naklederler: “Müslümanların efendisi, Peygamberlerin seyyidinin kızının oğlu mazlum şehîd Hz. Hüseyin´in kanını isteyeceğim. Allah nâmına and içerim ki onun kanı için Peygamber Yahya b. Zekeriyyâ´mn kam uğrunda öldürülenlerin sayısınca ben de öldüreceğim.” Bundan sonra Abdullah îbn-i Zübeyr´e katıldı, zafer kazandığı zaman onu vali yapmak şartiyle ona. bîat etti. Onun saflarında yer alarak Şamlılara karşı döğüştü. Sonraları Yezid´in ölümünden sonra yine Kûfe´ye döndü ve halka: Vâsî´nin oğlu Mehdi, beni size emîn ve vezîr olarak gönderdi. Mülhidieri öldürmemi, Ehl-i Beyt´in kanını dâva etmemi, zayıfları korumamı bana emir etti.” dedi.
Bidayette kendisinin Muhammed b. Hanîfe tarafından gönderildiğini ortaya attı. Çünkü Hz. Hüseyin´in kanım dâva edecek velîsi o idi. 2îrâ Muhammed b. Hanîfe Hazretleri halk arasında çok itibarlı bir zâttı. Gönüller onun sevgisiyle doluydu. Şehristânî´nin dediği gibi o, ilim ve irfan sahibi bir zâttı, fikri keskin, görüşü isabetliydi. Babası Emîrü´İ-Mü´minîn Hz. Ali ona bu harb vak´alannı haber vermişti. Muhammed b. Ha-nîfe Muhtar Sekafî´nin evham ve yalanlarını ve onun kötü niyetlerini haber alınca ümnıet-i Muhammed huzurunda aşikâre ondan teberrî etti, ondan uzak olduğunu bildirdi. Buna rağmen Şia´dan bir kısmı Muhtar Sekafî´ye uymakta devam etmiş, o da onların arasında kâhinlik ve bilgiçlik taslamış durmuştur. Kâhinlerin seci´li sözlerine benzer kafiyeli sözler söyler, onları oyalardı. Kitaplar onun bu secİ´Ii sözlerini nakleder. Muhtar Sekafî, Şîa düşmanîariyle harb etmiştir. Onlara karşı kılıç sallamıştır. Hz. Hüseyin´i öldürmeğe iştirak etmiş birini duydu mu, ona iyi bir kılıç oyunu oynardı. Bu sebeple Şîa onu sevmiş, onun etrafında toplanmıştır. Onlarla beraber intikam dâvasiyle ayaklanmış, fakat Mus´ab b. Zübeyr´le savaşta bozguna uğramış ve öldürülmüştür. [15]
64- Bunların Akideleri:
a) Keysâniyye akidesi: Bunlarda imamların Tanrılığına inanmak yoktur. Halbuki Sebeiyye, beyan ettiğimiz veçhile, Allah´ın cüz´ünün insana hulul ettiğine inanır. Keysâniyye´ye göre imam mukaddes bir şahsiyettir. Ona itaat lâzımdır. Onun ilmine mutlak surette güvenilir. Onun hatâdan salim ve ma´sum olduğuna inanılır. Çünkü imam ilm-İ ilâhînin bir sembolüdür.
b) Bunlar da Sebeiyye gibi imâmın rücu´ma inanırlar. Bunlara göre imam Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin´den sonra Muhammed b. Hanîfe´dir. Bâzıları onun öldüğüne inanır, fakat tekrar döneceğini söylerler. Ekserisi ise onun ölmediğine inanır. O Radvâ dağında gizlenmiştir, yanında bal ve su vardır. Keysâniyye´den olan şâir bu hususta bakın ne diyor:
“Bilmiş olun ki imamlar Kureyş´ten olur, hak velîler dörttür:
“Ali, ve onun oğullarından üçü, bunlar onun evlâdı, bunda gizli bir cihet yok.
“O oğullardan biri îman ve taat oğludur .(Hz. Hasan) Bir oğlu da Kerbeîâ´da gitti. (Hz. Hüseyin)
“Bir oğlu ölümsüzdür, atını sürüp çıkacak ve sancağı çekecektir. (Muhammed Mehdi)
“Bir müddet için Radvâ Dağında gizlendi, yanında bal ve su bulunmaktadır.”
c) Bunlar Bedâe i´tikad ederler. Yâni Allâhu Teâlâ ilminin değişmesine uyarak dilediğini değiştirir. Bir şeyi emir eder, sonra onun hüâ-fını emir eder. Şehristânî bu hususta diyor ki:
“Muhtar Sekafî bedâe kail oldu. Çünkü o vukubulacak ahvâli bildiğini iddia ederdi. Bunlar kendisine ya vahiy olunurmuş veyahut da imam tarafından risâlet sıfatiyle bildirilirmiş. Arkadaşlarına bir şeyi yapmağı veya bir hâdisenin olacağını vaad ederdi. Eğer o şey dediği gibi çıkarsa onu dâvasına delil olarak gösterirdi, işte dediğim oldu, derdi. Yok, eğer öyle çıkmazsa o zaman: Rabbiniz bunu değiştirdi, derdi.
Bunlar ruhların tenâsuhuna inanırlardı. Yâni ruhun cesedden çıkıp başka bir cesede girdiğine kaildiler. Bilindiği gibi, bu fikir eski Hind felsefesinden alınma bir şeydir.
d) Bunlara göre her şeyin zahiri ve batım vardır. Her şahsın birer ruhu bulunur. Her nazil olan âyetin bir te´vili vardır. Bu âlemde her misâlin bir hakikati mevcuttur. Varlıkta yayılmış ve serpilmiş olan hikmet ve esrar insanın şahsında toplanmıştır. Bu ilmi Hz. Ali, oğlu Muhammed b. Hanîfe´ye tevdi* etmiştir. Kendisinde bu ilim toplanmış olan adam, işte Hak imam odur.[16]
Bu zikrettiklerimiz onların akıl almaz inançlarından bir kısımdır. Bunlar gösteriyor ki onlar, İslâm prensiplerinden ayrılmışlardır. İslâm´ın ruhundan uzaktırlar. İmamları Peygamberler mertebesine çıkarırlar. Onlarca güya Hz. Muhammed´in Peygamberliği onun ölümüyle sona ermiyor, Âl-i Beyt´te devam ediyor. [17]
65- Zeydiyye Mezhebi:
Bu fırka Şîa fırkaları içinde Ehl-i Sünnet Ve´1-Cemâate en yakın olan fırkadır. Bunlar akidelerinde aşırılık göstermezler. Bunların ekserisi Peygamber´in Ashabından kimseyi tekfir etmezler. İmamları Tanrı veya Peygamber mertebesine çıkarmazlar.
Bunların imâmı Zeyd b. Ali b. Hüseyin olup (Allah onlardan razı olsun), Emevî hükümdarlarından Hişâm b. Abdülmelik´e karşı Kûfe´do ayaklandı. Fakat muvaffak olamadı, yakalanıp Kûfe´de asıldı. Zeydiyye Mezhebinin esasları, tagayyüre uğramazdan önce şunlardır:
a) İmâmın ismi değil, vasfı nassla bildirilmiştir. Bir imam bulunmak lâzımdır, bîat edilmesi gereken imâmın evsafı şöyledir: Hz. Fâtıma neslinden gelecek, muttaki, âlim, cömert olacak, çıkıp halkı kendisine davet edecek. Bu sonuncu şartta Şia´nın çoğu ona muhalefet ettiler. Hattâ kardeşi Muhammed Bakır da bunu onunla münakaşa etmiş ve, “Senin mezhebinin şartına göre baban, imam sayılmamak gerekir. Çünkü o bu dâva ile ortaya çıkmadı ve hattâ çıkmağa teşebbüs bile etmedi.”[18] demiştir.
b) Faziletçe daha aşağı derecede bulunanın imameti, reisliği caizdir. Demek yukarıda sayılan sıfatlar onlarca efdâl ve kâmil olan imam içindir. Bu vasıfları hâiz olan o makama başkalarından daha lâyıktır. Fakat söz sahibi olan millet nu vasıfların bâzısı kendisinde bulunmayan bir şahsı unam olarak seçer ve ona bîat ederse, onun imameti sahihtir, ona
Uymak lazımgelir, lıte bu esasa göre Ebu Bekir ve Ömer´in Halifelikleri onlarca d» yerindedir. Onlara biat öden Aahâb-ı Kirim tekfir olumuna. Zeyd´e göre: Hı. Ali tbn-i Kbl Tallb Aıhâbm efdâll İdi. Fakat Hilâfet makamına Ebu Bekir´i getirdiler, bunda gözönllnde tuttukları bir maslahat, riâyet ettikleri dînî bir kaide vardı. Fitne uyandırmamak, umumun kalbini okşamak maksadını gUttüler. Şöyle ki: Hz. Peygamber zamanında yapılan harbler henüz unutulmayacak kadar yakındı, Hz. Ali´nin bu harblerde gösterdiği kahramanlıklar herkesin hatırında idi. Kılıcında müşriklerin kanı henüz kuramamıştı. Kalbinde Hz. Ali´ye karşı kin ve intikam hisleri besleyenler vardı. Kalblerin hepsi tamâmiyle ona meyletmiş denemezdi. Herkes ona boyun eğip tabi´ olmayabilirdi. Hilâfete geçecek adamın yumuşak huylu, herkesçe sevilen, yaşlı başlı, eski Müslümanlardan ve Hz. Peygamber´in yakın ahbaplarından biri olması maslahat îcâbı idi[19].
Bu sözlerinden dolayı Şia´nın ekserisi Zeyd´den ayrıldı. Bağdadî El-Fark Beyne´l-Fırâk kitabında diyor ki: “Zeyd ile Yûsuf b. Amr El-Sekafî arasında döğüş şiddetlenince bunlar Zeyd´e dediler ki:
— Düşmanlarına karşı biz sana yardımda bulunacağız, ancak bize gunu haber ver: Atan, Ali b. Ebî Tâlib´e haksızlık yapan Ebû Bekir´le Ömer hakkında re´yin nedir
Zeyd bu suâle şu cevabı verdi:
— Ben onlar hakkında hayırdan başka bir şey söyleyemem. Ben Emevîlere karşı ayaklandım. Çünkü onlar atam Hz. Hüseyin´i şehit ettiler. Harre günü Medine´yi mubah kılıp yağma ettiler. Kâbe-i Muazzama´-yı mancınıkla atılan taşlarla döğdüler, ateşe tuttular.
Bu sözler üzerine Zeyd´den ayrıldılar.”
c) Zeydiyye Mezhebine göre başka başka iki memlekette ayrı iki imam bulunabilir. Aranılan vasıfları hâiz olan bu imamlardan her biri kendi memleketinde İmam — Halîfe sayılır. Bundan anlaşıldığına göre onlar, aynı memlekette iki imâmın bulunmasını caiz görmüyorlar. Çünkü bu halkın aynı zamanda iki imâma bîat etmesini îcâb eder. Bu ise Hadîsle açıkça yasak edilmiştir.
d) Zeydiyyeye göre mürtekib-i kebîre yâni büyük günâh işleyen kimse tevbe-i nasuh*´etmedikçe Cehennemde ebedî olarak kalır. Bunu onlar, Mu´tezile´den almışlardır. Çünkü Zeyd Mu´tezile Mezhebine biraz mütemayildi. Mu´tezile´nin reisi olan Vâsıl İbn-i Atâ ile münâsebeti vardı. Mu´tezile´nin usûl hakkındaki görüşlerini almıştır. Denildiğine göre diğer Şia´nın Zeyd´i sevmemelerinin sebeplerinden biri de budur. Zîrâ Vâsıl´a göre: “Cemel vak´asında ve Şamlılarla yaptığı savaşlarda Hz. Ali yakînen sevap üzerine denemez.İki taraftan birisi hata üzere olduğu muhakkak fakat hangisi bu belli değil![20]
Halbuki bu Şia´nın hlg de hoşuna gitmez.Zeyd öldürülünceZeydiler onun oğlu Yahya´ya biat ettiler .Sonra o da nlılUıUMU. YulıyA´ılım H..nr»t Biit MııİHHiımodV ve İmanı İbrahim´i- hini rtlilı«ı, Abbıuıî I lıılflVInt İnilin • i.ı Muinin bunlunu ıkııııııı <|c m .ıiıtlU. Oııılıılı Hinini /.ryliyv1´ .lı. hinin İği bozul.İn Kır/ilcU;»- daha arça£ı drjtı rdr hıılıınııııııı IııiAıım´H .. . >ıyılıhi) İMf´.ıı- .Şia´nın yaptığı ^ihi A.ihAha
• <■ hı.vlflıklc onlunu t-n fîl´ızcl lıımıiHİycIlcıi ı-ldcıı gitmiş ulılıı[21]
66- İmamiyye, Onîki İmam Tanıyanlar:
a) Imamlyye´ye göreHz. Ali´nin imameti yâni Halifeliği, blusat tarafından´sârahatM ■öytanBÜftİT Un tNUNU HM /»
«âbittir, diyorlar. İmâmın vasfı bildirilmiş deftil, bl»wıt llylıı olunmuştur. Kendisinden sonra gelecek imâmı da Hc. Ali •ılftlr. Böylece her imam kendisinden önceki tarafından tayin olu-ı»ı diyorlar ki: Dinde imâmın tâyininden daha mühim bir t| ıin tayin olunmalı ki ümmetin işinden emin olunarak huzur-ı | ılıtııyadan ayrılabilsin. İmam, ihtilâfı kaldırmak ve birliği Huğla-
• i gollr. Yerine geçecek imâmı tâyin etmeden ümmet araıundan p nllmi´z. Çünkü böyle olmazsa herkes bir görüşe saplanabilir,
»i i una uymaz, ümmet parçalanır, birlik bozulur. Kendisine bağlam- İtli (itliHin tâyin edilmesi behemahal lâzımdır. Onun için imam mev gilvmılllr bir kimseyi yerine tâyin eder"[22]
Hz.Ali´nin bizzat Peygamber tarafından Halîfe tâyin olunduğuna iıAm IlıuliHİer rivayet ederler ve onların doğru olduğu iddiasında iıuılıu Meselâ: "Ben kimin efendisi isem Ali de onun efendİHİdir. Vn mkf Ali´yi Miıveni Sen de sev. Ali´ye düşmanlık yapana Sen de düşman ol. M «it İyi hüküm eden Ali´dir." Bu mânâda daha başka Hadîsler de ! ııl. iler. Hadîs ulemâsı bunlardan bâzilannİB sıhhalında ^iiptu>li ı ıh l´eygamberimizin Hz. Ali´yi tâyin ettiği bâzı vazifelerden do ı.ıiııırırlar. Meselâ Hac´da Berâ Sûresini okumağı Hz. Ali´ye teklif Mm, Hlttû Bekir´e değil. Hz. Ebû Bekir´i ve Hz. Ömer´i Üsâme ordu-•ta ı i-.umr´nin kumandası altında gönderdi, Hz. Ali´yi ise Medine´de llidnyılıı. liunlar Hilâfete Hz. Ali´nin lâyık olduğuna birer işarettir. Hz. I inı.bıı /uman emir altına koymamıştır. Buna benzer başka deliller •(b *ikı«>dnıl«ır.
Şuhrlat&nt, El-Mllel Ve´1-NlhAl. Bu rlv&yet Üzerinde durmak gerekir. kH MıriB»ıin Tmillinde in/inıf olun onların mutedil Şta´dan olduklarıdır. Şia´nın ı;n |ıı lllhmlıln Mu´teRİİe menheblne kaçarlar. I flit) H.ı.ıutnm, Bl-Mllel Vo´1-Nlhâl.
b) İmâmlyytte Ki. Ali´den sonra Hı. Hasan´ın lllIRrnlIııdo müttefiktir. Honra, isa Hı. Hüseyin gelir. Bundan sonra imamların sırasında İhtilâfa düşmüşlerdir, bir re´y Üzerinde karara varamamışlardır. Aralarında o lı.ıdaı çok fırkalara ayrılmışlardır ki bâzıları onları yetmiş kadar fırkaya çıkarır. Başlıcalan şu iki büyük fırkadır: İsnâ Aşeriyye ve Isma-iliyye.
1 — İsnâ Aşeriyye (Oniki imâma tabi´ olanlar): Bunlara göre Hilâfet Hz. Hüseyin´den sonra şu sırayla gelir: Zeyne´l-Abidin, sonra Mu-hammed Bakır b. Zeyne´l-Abidin, sonra Cafer Sâdık b. Muhammed Bakır, sonra onun oğlu Musa Kâzım, sonra Ali Rıza, sonra Muhammed Cev-vâd, sonra Ali Hadi, sonra Hasan Askeri, sonra oğlu Muhammed Mehdi ki bu onikinci imamdır. O Sâmârâ´da anasının gözünün önünde babasının evinin altında bir bodruma girmiştir. Ondan sonra dönmemiştir. O zaman onun kaç yaşında olduğunda da ihtilâfa düşmüşlerdir. O vakit dört yaşında olduğunu söyleyenler olduğu gibi sekiz yaşında bulunduğunu ileri sürenler de vardır. Onun nasıl olup da bu yaşta imam sıfatiyle hükmettiğinde de ihtilâfa düştüler, bâzıları onun bu yaşta da olsa imâmın bilmesi îcâb eden şeyleri bildiğini, buna binâen itaati vâcib olduğunu söylerler. Bâzıları ise, hüküm, mezhebin ulemâsı elinde idi, o bulûğa erinceye kadar böyle gitti, derler. [23]
67- Îsmailiyye:
Bunlar Şia´nın imâmiyye bölümünden bir taife olup Cafer Sâdık´m oğlu ismail´e mensupturlar. Bunlara Bâtıniyye de denir. Çünkü imâmı bâtın bulunduğuna kaildirler. Bunlara göre: Cafer Sâdık´tan sonra imam, babasının tasrihi ile oğlu ismail´dir. İsmail her ne kadar babasından önce ölmüş ise de bu tasrihin faydası, imamlığın onun neslinde kalmasını sağlamasıdır. İsmail´den sonra imamet oğlu Muhammed Mektum´e geçmiştir. Bu ilk gizlenen imamdır. Muhammed Mektum´dan sonra Cafer Musaddık´a, ondan sonra oğlu Muhammed Habîb´e geçer. Bu gizli imamların sonuncusudur. Ondan sonra Abdullah Mehdi´ye geçer. Bu Mağrib´e hâkim olmuştur. Ondan sonra da oğulları Mısır´a hâkim oldular. Fâtımî-ler işte bunlardır.[24]
Bu mezhebde olanlar; ilk zamanlarda çok takibe uğramışlardır. Onun için bu mezhebin silikleri İran´a kaçmışlar ve orada yuvalanarak bu mezhebe eski İran görüşlerinden birçok şeyler karıştırmışlardır. Gizli maksat güden bâzı kimseler böyle din perdesi arkasında oynamağı fırsat bilmişler, din nâmına işlerini yürütmüşler ve bunların bağına geçmişlerdir.
Bu mezhebi ilk yayan Deysan namındaki kimsedir. Bu fikri Abdullah Kadd&h´tan almış vo IımııMm yuyıııııjliı Monra devletin kalbine im dar sokulmuş ve Basra´ya gelmiştir. Umutlu gizlice propaganda yaparak mezhebine davete başlamıştır. Âl-l Beyt´ln mezarlarını ziyaret eden Yemen ileri gelenlerinden birisiyle buluşmuş, onunla anlaşarak Yemen´e gidip orada Âl-i Beyt nâmına davete başlamağa karar vermişler ve böyle» de yapmışlardır. Sonra Kaddah, Mağrib´e iki -adamım gönderdi. ÇUnkU Mağribliler propagandaya çok kapılırlar. Gönderdiği adamlarına:
— Siz gidin, toprağı sürüp hazırlayın, tohum ekecek olan sonra gelecek… demiştir. Bundan sonra Mağrib´de Şia propagandası bir sel hâ Ünde aktı. Fâtımîler Afrika´da hükümet kurdular. Tarihten bilindiği gibi sonra Abbasî Halîfelerinden Mısır´ı aldılar. [25]
——————————————————————————–
[1] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 87.
[2] îbn-i Haldun mukaddimesi
[3] Ibn-İ Ebi´I-Hadîd, Nehcü´I-Belâga şerhi.
[4] İbn-i Ebi´I-Hadîd, Nechü´I-Belâga şerhinden hulâsa olarak.
Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 87-88.
[5] Bunlara Gurâbiyye fırkası denir. Gurâb karga demektir. Kuş kuşa benzediği gibi Hz. AH de Hz. Feygamber´e benzermiş.
[6] İbn-i Haldun mukaddimesi
Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 88-89.
[7] Ikdü´I-Ferid´in zikrettiği gibi Şa´bl´nin fikri de budur.
[8] Ahmed Emin, Feerü´l-Islam.
[9] El-Siyâdetü´1-Arabiyye.
[10] lbn-i Hazm, El-Milel Ve´1-Nihâl, c. IV, s. 180.
[11] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 89-90.
[12] Abdü´l-Kâhir Bağdadî, El-fark beynel-Fırak.
[13] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 90-91.
[14] Keysâniyye: Keysâne nisbet olunur. O ya Hz. Ali´nin kaiesiydi veya Muhammed b. Hanîfe´nin talebesiydi.
[15] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 91-92.
[16] Şehristânî, El-Milel Ve´1-Nihâl.
[17] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 92-93.
[18] Şehristânî, El-Müed Ve´1-Nihâl.
[19] Aynı eser.
[20] Şeristani El-Milel Ve’l-Nihal.Bu rivayet üzerinde durmak gerekir.Çünkü Mutezile tarihinde maruf olan onarlın mutedil Şiadan olduklarıdır.Şianın çoğu itikadda mutezile mezhebine kaçarlar.
[21] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 93-95.
[22] Şeristani El-Milel Ve’l-Nihal.
[23] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 95-96.
[24] îbn-i Haldun mukaddimesi. 96
[25] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 96-97.