77- Kur´an´ın Zahir ve Nassları Aynı Mertebe de Değildir:
Kur´an-ı Kerim´den hüküm çıkarmak için onun nazmi şerifini, delâletinin nevilerini, asıl beyan için sevk olunan manayı, kelimenin zahirinden anlaşılanı bilmek ve araştırmak gerekir. Söz, hangi mana için hangi maksadı beyan için sevk olunmuştur, ona tabi´ olarak, o münasebetle dolaylı olarak anlaşılan nedir, asıl maksad neresidir, uzak ve yakın maksat hangisidir, ibarenin delalet ettiği veya işaret ettiği hangi manadır İbare, işaret, delalet, iktiza bunların hepsinin beyanda yeri vardır, kuvvet dereceleri ayrıdır. Bunlarla hüküm çıkarmak, dereceleri bilmeği icabeder, ta ki kuvvetli olan tercih edilebilsin, her birinin derecesi anlaşılsın.
Gerek Hanefi, gerekse Mâlik uleması olsun, Kur´ari´ın zahirini ve
nasslarını bilmeğe önem vermişlerdir. Mâlikiler derler ki, İmam Mâlik fer´i mes´elelerde nass ile zahir arasındaki farkı gözetmiştir. Lafz ve ıstılah olarak bunları beyan etmemiş ve hükümde dikkate almıştır. Behce´den naklettiğimizde gördük ki ona göre Kur´an´ın zahir ve nassı hüccettir, delildir. Malikilerce mukarrer olan onlar hükme delalet bakımından ikisi bir mertebede değildir. Nass, delalet açısından zahirden daha kuvvetlidir, tearuz halinde, nass, zahire takdim edilir, Mâlik´ten naklolunan für´u bunu gösterir. Maliki usul uleması, nass ile zahir arasındaki fark da şöyle derler: Nassın te´vile ihtimali yoktur, zahirin ise te´vile ihtimali vardır. Te´vite ihtimali olup olmadıklarını beyandan önce şunu belirtelim ki Şafiî Risalesinde nass ile zahir arasında bu yolda bir farka değinmemiştir. Bu bakımdan ona göre nass zahirdir, zahirde nasstır, aralarında fark yoktur. Lugatta nass, zuhur manasınadır. Geyik başını kaldırıp göründüğü zaman Arap: meydana çıkardı anlamına nassa kelimesini söyler. Üzerine çıkıldığı için koltuğa minassa denir. Gelin üzerine çıktığı için hacle de aynı adı taşır. Hadis şerifte de Nassa Zahare manasına kullanılmıştır. Buna göre nassin tarifi, zahir gibidir. Onun manası kafi olmaksızın zanni galibe göre anlaşılır ve bu manaya izafetle o ekseriyetle zahir ve nassdır.»[2]
Görülüyor ki, Şafiî, zahirle nass arasında bir fark yapmadı, fakat ondan sonra usulcülar, ikisi arasında fark yaptılar. Çünkü fukahanın önce ve sonra istinbat ettikleri fer´i mes´eleler, ikisi arasında ibare ve delâlet farkı olmasını gerektirmektedir. İhtimale maruz bulunmamak veya delilden neş´eî eden ihtimale maruz bulunmamak ve delilden neş´et eden ihtimale maruz bulunmak bakımından farklıdır. İbareyi dinleyince manası zahir olur, haddizatında başkasına ihtimali varsa da mana açıktır. Her birinin delil olarak bir mertebesi vardır. Birine diğerinin adını vermekte bir engel yoktur.
Zahir ile nas arasında ayırım yapan fukaha derler ki: Nassın iki yönü vardır:
1- Nassın hiç bir şeye ihtimali oimaz, beş sözü gibi. Bu beş manasında nassdır, altıya veya dörde ihtimali yoktur.
2- Nass vardır, delilden neş´et etmeyen ihtimali kabul etmez, delilin takviye etmediği ihtimal, onu nass olmaktan çıkarmaz.[3]
Ahmed Karâf´o der ki: «Birinci kısım daha evladır, Çünkü onun delaleti daha kuvvetlidir, o zahirin karşılığıdır. Lafzı, ya nasdır, ya zahirdir dediğimiz zaman, muradımız birinci kısımdır».[4]
78-Mücmel Nedir
Gazali, Karâfi ve diğerlerinin dedikleri gibi zahirin manası İki veya daha ziyade ihtimal arasında döner dolaşır, fakat ihtimallerden birine delâleti daha racihtır, mücerred işitmekle zihne gelen odur. Böylelikle o mücmelden ayrılır. Çünkü mücmel de iki ve daha ziyade ihtimal ansında tereddüt etmekle beraber, onlardan birine olan ihtimali tercih etme yolu yoktur. İcmalin sebebi şudur: Kelime vaz´ı itibariyle birden fazla manaya gelir ki, buna müşterek kelime denir. Meselâ Kur* kelimesi bunlardandır, bu kelime asıl vaz´ı itibariyle hem tuhr- temizlik anlamına ve hem de hayız anlamına gelir. Karinesiz söylenmesinde icmal vardır. Bazen icmalin sebebi sözlük anlamından başka birşey olur. «Hasad günü onun hakkını verin.» ayetinde olduğu gibi, bu zekâtın farz olduğunda zahirdir, fakirin hakkını beyan etmektedir. Bunda şüpheye yer yok. Fakat farz olan miktarı bildirmemiştir. Bu hakkın aza veya çoğa ihtimali varchr. Böyle olana nass veya zahir diyemeyiz, bu mücmeldir. Onun* için miktarı beyan gerekir. Sünnet bunu beyan etti ve fakirin hakkının onda bir olduğu anlaşıldı. Diğer mücmeller de böyledir. İcmal ya sözün kendisinden veya başka bir sebepten doğar. Onun beyanı da ya karineyle olur, yahutta sünnetle olur. Mücmel, beyan kuvvetine göre ya nass veya zahir sayılır.
79- Zahirden İhtimal Kalkınca:
Zahirin iki manaya ihtimali varken, bu ihtimallerden birini kaldıran bir beyan gelince, o artık kafi ve yakın bir mertebeye yükselir, râcih olan ihtimali bir sünnet veya Kur´an beyan ederse, o artık nass hükmü alır. Mâliki fukahasının görüşüne göre aâm olan lafzın umumi delâleti zahir nev´indendir, nass kabilinden değildir. Onun için Karâfi, zahire misâl olarak umum olan lafzın delâletini gösterir, şöyle der: Az veya çok ihtimallerden biri racih olursa, o lafza zahir denir. İstiğraka nisbetle umum gibi. Bunda lafz zahirdir, hususta ise değildir.[5]
Karineden mücerred âam olan lafzın umumi delâleti zahirin delâleti kabilinden olunca, Mâlik´e göre onun delâleti zannidir. Risalesinde açıklandığına göre, Şafiî´ye göre de böyledir. Bu itibarla İmam Mâlik, imam Ebû Hanife ile âamın delâletinde ihtilafa düşmüşlerdir. Öyleyse bunu açıklığa kavuşturmak için kısaca bundan bahsedelim.
——————————————————————————–
[1] Burada Hanefilerin usul kitaplarında Kur´an´ın mânaya delaleti bakımından olan taksimini görelim: Zahir, Nass, Mufasser, Muhkem diye dörde ayrılır. Eğer İbareden anlaşılırsa bu zahirdir, «Allah bey´i helal, ribayı haram kıldı.» gibi. Bu açıktır. Eğer sözün kasdettiği mâna ise,, yani söz onu beyan için söylendiyse bu nassdır. Yukarıdaki ayetten maksat bey´a ile riba arasındaki farkı göstermektir, bu bakımdan o nassdır. Fahrül-lslam bu konuda der ki: İbareyi işitmekle anlanan mana, zahirdir. Bu ayeti dinleyen, bey´in helal, ribanın haram olduğunu anlar. Söyleyenin maksadını anlamak bakımından nassdır. Burada maksat ikisi arasındaki farktır, nass zahirden daha kuvvetlidir. Müfesser ise, ibare mücmel olunca onun açıklanmış olmasıdır, «Meleklerin hepsi secde etti» ayeti gibi. Melekler umumidir, bunun tahsise ve te´vile ihtimali vardır. (Hepsi) ta´biri gelince bu müfesser olmuştur. Müfesserin ancak nasha ihtimali vardır. O ihtimal kalkınca muhkem olur. «Allah herşeyi bilir» ayeti gibi. Mânaya delaletin kapalı olması bakımından da lafz dörde ayrılır. Hafi, Mücmel, Müşkil ve Müteşabih olur. Müctehidin mânayı kavraması itibariyle de İbare, işaret, delalet ve iktizâ nev´ilerine ayrılır. Kelime vaz ı bakımından has, âam, müşterek ve cemi münekker diye dört türlüdür.Usul-i fıkıh bunları anlatır.
[2] Gazali, Mustasfâ, C. 1, S. 384
[3] Hanefîlerce nass, zahirden daha kuvvetlidir. Çünkü nass, söz onun için sevk olunandır. Zâhtr ise söz onun için sevk edilmiş değildir, o dolaylı aniaşıhr.
[4] Karafi, Tenkîhul-Füsûl, S. 18
[5] Karâfi, Tenkîhul-Füsûl, S. 18