120- Medine, İslam İçin Nur Ocağıdır, Feyz Kaynağıdır:
Medine-i Münevvere, Hz. Peygamber Aleyhisselamın hicret yurdudur. Kur´an-ı Kerim orada indi, İslam dini orada kuruldu, esas Allah´ın hükmü olan fazıl medeniyet orada kuruldu. Dini akide ve namaz dışındaki bütün dini hükümler orada teşri´ olundu, Kur´an-ı Kerim´in beyanı, tefsiri olan sünnet, Hz. Peygamber Aleyhisselam tarafından orada bildirildi, beyan olundu, İslam ahkamı insanlara oradan açıklandı. Hz. Peygamber Aleyhisselam, Refik-i âlâya intikal edip Rabbine kavuştuk´ tan sonra, Medine bütün İslam beldelerinin merkezî oldu, hilafet makamı oradaydı. Fütuhat çoğalıp İslam ülkeleri genişleyince, İslam toplumunu ihtiyaçlarına cevap verecek, İslami hükümleri çıkarma husu-j sunda sahabelerin akılları orada açılıp işledi ve faaliyete geçti. Medine İslam´ın ışık merkezi oldu. Bunlardan ve diğer sebeplerden dolayı,´ Emir´ül Mü´minin, Hz. Ömer b. Hattab (Allah ondan razı olsun) iyi siyaset ve en güzel bir tedbir olarak büyük Ashab-ı Kiramı Medine´de bıraktı, onlarla istişare eder, onlara sorardı. Onlardan bir Şura Meclisi kurmuştu. Bu adil halife şehid edilince, hilafet makamına Hz. Osman (Allah her ikisinden razı olsun) geçtiği zaman, Hz. Ömer´in Medine´de alıkoyduğu sahabelere, fethedilen yerlere gitmelerine izin verildi. Onlar, gerçekten oralarda birer meş´ale oldular. Oralara nur ve hidayet rehberi olarak gittiler, irfan götürdüler. Hz. Ali (Allah ondan razı olsun) devrinde de iş böyle bitti. O kendisi de Medine´den çıkıp Kûfe´ye gitti. Onun etrafındakiler asıl Küfe medresesinin, ekolünün kurucusu- durlar. Ondan öğrendikleri fetva ve hükümler, onun rivayet ettiği hadis-i şerifler Küfe ekolünün temelidir.[1]
Emevi hakimiyeti gelince, sultandan ve onun etrafındakilerden uzak kalmak için, hayatta olan sahabeler, tabiiler, Medine´ye dönmeye başladılar. Onlar, hükümdarın yaptıklarına rızaları varmış zannı uyanmasın diye, sarayın yakınında bulunmak istemiyorlardı. Muaviye´nin etrafında ancak Amr b. As ve emsali gibi ondan yana olanlar, onun yoluna gidenler Haldi.
Sonra Yezid halife oldu, Mervan Hanedanı tam hüküm sürmeye başladı. Fitneler çoğaldı, devlete karşı ayaklanmalar başladı. O zaman, tâbii´nin uleması, Medine´de Harem-i Nebevi, Ravza-i Mutahhara civarında bulunmakla huzura kavuştular. Orada dini çalışmalara kendilerini vererek insanlara din işlerini açıkladılar, yeni olayları çözdüler. Ömer b. Abdiilazİz, insanları din işlerinde aydınlatmak istediği zaman, Medine´yi seçti, ora ulemasına başvurdu, irşada ve din bilgisi öğreticisi olarak onları buldu.
121- Ömer b. Abdülaziz´in Yaptıkları:
Sadık ve âdil halife Ömer b. Abdülaziz şöyle demişti: «İslam´ın hududu, kanun ve nizamları ve sünnetleri vardır. Onları işleyip yerine getiren kimse, imanını olgunlaştırır. Onları tutmayan kimsenin imanı tam olmaz. Ben, eğer sağ olursam, size onları öğreteceğim ve onları size yaptıracağım. Şayet ölürsem, ben sizin sohbetinize o kadar haris değilim.» [2]
Halka bunları öğretmek için, bu âdil halife iki yol tuttu. Bu ikisinin başında da Medine önde gelir.
1- Medine´deki ulemayı, halkı, öğretmek, îrşad etmek, İslam dininin hükümlerini beyan etmek üzere diğer büyük şehirlere, İslam merkezlerine gönderdi. Böylece fıkıh yayıldı, irşad her tarafa dağıldı.[3]
İşte Medine´de etrafa dağılan bu Tâbirler, belki de Kuzey Afrika´daki müslümanlara Medine ilmini sevdirenler, bunlar olmuştur. İmam Mâlik, mezhebini kurduğu zaman, onlar Mâlik´ten başka bir imama tâbi´ olmadılar. Çünki ömrü boyunca Medine´de yaşayan imam o dur, ilmini orada öğrendi, başka kaynaktan ilim alıp içmedi, onun fıkhının kaynağı orasıdır.
2- Yine! Ömer b. Abdülaziz, Medine´de sünnetin tedvin olunup yazılmasını ehnretti. Medine kadısı olan Ebû Bekir b. Hazm´e sünneti tedvin etmesi için yazdı. Muvatta şunu kaydeder: «Muhiddin Hasan rivayetiyie ojMâlik´ten, o da Yahya b. Said´den demiştir ki: Ömer b Abdülaziz, dbû Bekir Muhammed b. Hazm´e şunu yazdı: «Bak, Hz Peygamber Aieyhisselam´fn hadis ve sünnetinden ne varsa araştır onları.bana }jaz. Çünki ben ilmin sönmesinden, ulemanın gitmesinden korkuyorum.» Kadı İyad, Medarik´de şöyle der: «Ömer b. Abdülaziz Ebû Bekir bi Hazm´e yazarak ondan hadisleri, sünneti toplayıp ona yazmasını istedi, fakat o arada vefat etti.» Hulasa Ömer b. Abdülaziz İslam merkezlerine yazarak onlara sünneti ve fıkhı öğretirdi. Medine ehline yazarak onlara geçmişteki meseleleri, amel ettikleri şeyleri sorardı.[4]
122- Ashabın Fikrimi Nakledenler:
Hiç bir kimse, fıkıh ve sünnet her yönüyle sadece Medine´deydi diye bir iddia da bulunamaz. Çünki Hz. Peygamber Aleyhisselamın ashabı bir çok şehirlere, İslam merkezlerine dağılmışlardı. Her nereye varsalar oraya nur ve irfan götürüyorlardı. Fakat bu konuda Medine hepsinden daha bol şanslıydı. Çünki oradaki Ashab-ı Kiram ve Tabiîn, sayıca daha çoktu. Bir de oradakiler İslam´ın ruhunu daha açık anlayan ulu kişilerdi. İbni Kayyım sahabe ve onların talebelerinden fetva verenleri bize şöyle anlatır: Din ve fıkıh, bu ümmet arasında İbni Mes´ud´un, Abdullah b. Ömer´in, Zeyd b. Sâbit´in, Abdullah İbni Ab-bas´tn arkadaş ve talebelerinden yayıldı. Umum insanların bilgisi bu dört kimsedendir. Medine halkının ilmi, Zeyd b. Sabit ile Abdullah ibni Ömer´in yetiştirdiklerinden, Mekke halkının ilmi, Abdullah İbni Ab-bas´dan, Irak halkının ise, Abdullah İbni Mes´ud´un yetiştirdiklerinden gelmektedir.
İbni Kayyım, İbni Carîr Taberin´in şöyle dediğini nakleder: Denildiğine göre Abdullah İbni Ömer ve Medine´de Hz. Peygamber´in ashabından bir cemaat yalnız Zeyd b. Sâbit´in mezhebi üzere fetva vermişlerdir.[5]İbni Kayyım´ın yalnız bunlara hasretmesi doğru değildir. Zira Hz. Peygamber Aleyhisselam´ın, bu nitelikte bunlardan başka daha nice ashabı vardır. Mesela Hz. Ömer (Allah ondan razı olsun), Hz. Pey-: gamber (s.a.s.)´in ashabı arasında en bilgili olan değilse bile en bilgili, olanlardan biridir. Şa´bi şöyle derdi: «Bir kimse yargı hususunda en sağlam bilgi almak isterse Hz. Ömer´in vermiş olduğu yargı hükümlerini örnek alsın.» Mücâhid´de şöyle demiştir: «İnsanlar bir hususta ihtilafa düşerse, Hz. Ömer´in ne yaptığına bakın ve onu alın.» Sâid b. Müsey-yeb: «Peygamber Aleyhisselam´dan sonra, Ömer b. Hattab´dan daha bilgili bir kimse bilmiyorum.» demiştir. Hz. Ali´nin bir çok fetva ve hükümleri var, Hz. Osman´ın da öyle. Hz. Aişe validemizin {Allah ondan razı olsun) fetvaları var. O, ilimde önde gelenlerdendir. Kardeşi Muhammed İbni Ebû Bekir´in oğlu Kasım, kız kardeşi Esma´nın oğlu Urve b. Zübeyr ondan ilim aldı. İşin doğrusu şudur: Adı geçen bu dört sahabenin talebeleri bu dördün (İbni Mes´ud, Zeyd, İbni Abbas, İbni Ömer) fıkhını rivayet ettikleri gibi onların yanısıra diğer bir çok sahabeden de fıkıh rivayet ettiler. Mesela Abdullah İbni Ömer, babası Hz. Ömer´in fıkhını rivayet etti. İbni Mes´ud´un yetiştirdikleri, onun fıkhıyla beraber Kûfe´de Hz. Ali b. Ebû talib´in fıkhını da rivayet ettiler. Doğrusu İbni” Mes´ud, İbni Ömer, Zeyd b. Sabit, üçüde Hz. Ömer´in izinden gittiler. Çok defa onun görüşlerine katılırlar, onun hükümlerini alırlardı.
123- Medine´nin Yedi Fukahası:
Hz.Ömer ki, onun görüşleri daima başta gelmekte, zamanındaki ashabın çoğu onun görüşlerine uymakta, onun fikrini paylaşmaktadır. Bunlardan bazılarının, mesela Hz. Ali, Zeyd, İbni Mes´ud ve İbni Abbas gibi sahabeleri kendi Şura Meclisi´ne seçmişti. Bunların hepside değerli ve üstün sahabedendirler, Hz. Ömer´in fıkhını alıp rivayet eden kimse, bunların fıkhını da rivayet ediyor demektir. Hz.Ömer´in fıkhını Medine´de rivayet edenler, oğlu Ömer ile Zeyd b.Sabit ve diğerleridir.
Bu fıkhı rivayet ettiler, ona göre meseleler çıkardılar, onun metoduna uydular, onun mesleğini takip ettiler, bunu yapanların başlıcası ulemaya göre Tâbü´nden yedi fakîh denen zatlar olup bunlar: Hz. Ömer ile oğlu Abdullah´ın, Hz. Aişe´nin ve Zeyd b. Sâbit´in fıkhını benimseyip nakletmişlerdir ki, onlarda: 1) Sâid b. Müseyyeb, 2) Urve b. Zübeyr, 3) Kasım b. Muhammed, 4) Hârice b. Zübeyr, 5) Ebû Bekir b. Ubeyd b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam, 6) Süleyman b. Yesar, 7) Ubeydullah b. Abdullah b. Uîbe b. Mes´ud´dur. Şair bunları şu iki beyitte toplamıştır:
«Rivayetleri derin, ilimde deniz gibi olan o yedi âlim kimdir denirse: De ki! Onlar, Ubeydullah, Abdullah, Urve, Kasım, Sald, Ebû Bekir, Süleyman ve Hârice´dir.»[6]
(Ashabın yedi fakihi de şunlardır: Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Aişe, Zeyd İl^ni Mes´ud, İbni Ömer ve İÖni Amf).
Yukarıda naklettiğimiz üzere, İmam Mâlik, Salim´i ve Ebû Sele-me´yi Tâbii´nin yedi fakihi arasında sayar. Bazıları da Süleyman b. Yesar´ı saymaz. Ebû Bekir b. Haris ile Abdullah b. Utbe b. Mes´ud´u onlar arasında saymazdı.
İşin doğrusu şudur: Sahabenin fıkhını nakledenlerin bu yedi fakihe hasretmek birçok bakımdan yerinde sayılamaz, nakledenler çoktur, içlerinde seçkin olanlar da yediden fazladır. Yedi seçkinler, onların diğerlerinden daha etkili olduğunu ileri sürerler, içlerinde zaten ittifak* üzere oldukları adlar azdır: Saîd b. Müseyyeb, Urve ve Kasım.
Bu yedi fakihin ilmini de İbni ŞihabZührî, İbni Ömer´in azadlısı Nâfi´ [7] Ebû Zinad Abdullah b. Zekân, Rabiatür-Rey, Yahya b. Saıd alıp naklettiler. Bunlardan dördünden, İmam Mâlik´in üstadlannı anlatırken kısaca söz ettik.
Şimdi de yedi fakihten kısaca bahsetmemiz gerekli. Madem ki Medine ilmi onlara borçlu, madem ki Mâlik´e göre Medine fukahası ve ilmini taşıyan onlardır, diğerleri onlara tabidir. Öyleyse onların hayatını kısa da olsa anlatmak boynumuzun borcudur.
124-Saîd b. Müseyyeb ( 93 H. / 711 M.):
Medine fukahası arasında mevkii ve ilim bakımından birinci derecede olan Said b. Müseyyeb´dir (Allah ondan razı olsun). O Kureyş´in mahzum kabilesindendir. İlim, Mevalinin : Arap olmayanların elinde, olduğu bir zamanda, Arapların alim olabileceğini gösterdi. Plâmül-Muvakkiîn şöyle der: «Dört Abdullah yani Abdullah İbni Abbas, Abdullah İbni Ömer, Abdullah İbni Zübeyr, Abdullah İbni Amr b. As ölünce, bütün İslam ülkelerinde ilim Mavâli´ye, Arap olmayanlara kaldı. Mekke´nin alimi, Ata b. Ebû Rebah idi. Yemen´in alimi Tavus, Yernâ-me´nin alimi, Yahya b. Kesir, Kûfe´nin fakihi İbrahim Nahat, Basra´nın Hasan Basri, Şam´ın Mekhul, Horasan´ın alimi Horasanlı Atâ idi. Bunlar Arap cinsinden değildir, ancak Medine´nin fakihi Araptı. Allah Teala oraya Kureyş´den bir alim nasip etti, o da Saîd b. Müseyyeb´dir.[8]
Saîd, Hz. Ömer b. Hattab´ın halifeliği devrinde dünyaya geldi, 93 hicri yılında öldü. Böylece Hz. Osman´ın, Hz. Ali´nin hilafetleri çağında bulundu. Emeviler´den Muaviye, Yezid, Mervan b. Hakem oğlu ve Abdulmelik devirlerinde yaşadı. Öyle anlaşılıyorki, o Emevilerden yana değildi. Bununla beraber kendini ilme verdi, derse kapandı, fitne uyandırmadı, kimseyi tahrik etmedi. Ancak Muaviye, Ziyâd´ı üzerine aldığı, babası belli değilken kabullendiği için onu kınıyordu. Çünki Hz. Peygamber, hadisinde şöyle demiştir: «Çocuk kimden doğduysa onundur, zina edene taş vardır.» Muaviye bu hadise aykırı davranmıştır. Sald, Emevilere karşı kimseyi kışkırtmamasına rağmen, onların yaptıklarına , karşı olduğu yaygın haberler arasındadır. Bazıları onun hakkında şunu söylerler: O, hacca gitmekten vazgeçti. Çünki, eğer hacca giderse, Kabe´de Emevilerin aleyhine beddua etmeye and içmişti. Böyle bir adağı vardı. Kendisine bu soruldu: «Halk seni hacca gitmekten alıkoyan şöyle bir şey olduğunu söylüyor; sen şöyle bir adakta bulunmuşsun, Kabe´yi gördüğün vakit, Mervan oğullarına beddua etmeye nezir etmişsin» dediler. Şöyle karşılık verdi: «Bunu yapmadım, Allah için ne zaman namaz kılsam zaten onlara beddua ederim.»
Kendisini tam manasıyla fıkha verdi. Ondan başkasına dikkatini vermedi, tefsirle meşgul olmadı. Halbuki Abdullah İbni Abbas´ın azad-lıst ve talebesi olan İkrime, hem onun fıkhının ve tefsirinin nâkili olup aynı zamanda tefsire de önem vermiştir. Taberî tefsiri şöyle der:
«Yezid b. Ebû Yezid´den rivayet olunur: Biz Saîd b. Müseyyeb´e helal ve haramı sorardık, o insanların en bilginiydi, Kur´an-ı Kerim´den “bir ayetin tefsirini sorduğumuzda: Bana Kur´an ayeti sorma, onu kendisine Kur´an´dan hiç bir şeyin gizli olmadığını söyleyen o zata, yani İkrime´ye sor, derdi.»[9]
Said, sahabeden büyük bir kısmıyla görüştü. Onlardan ilim aldı. Özellikle Hz. Peygamber´in yargı hükümlerini, Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman´ın verdikleri hükümleri öğrendi. İlminin yarısını Zeyd b. Sa-bit´ten, rivayetlerinin çoğunu kaynatası Ebû Hüreyre´den (Said, Ebû Hüreyre´nin kızıyla evliydi) aldı. Hz. Ömer´in fıkhını onun arkadaşlarından öğrendi. Hatta ona: Ömer´in fıkhının raviyesi, nakleden, aktaran denir. Cafer b. Rabia şöyle der: «İrak b. Mâlik´e, Medine´nin en büyük fakihi kim dedim. Şöyle cevap verdi: «Fıkhı en çok bilen Hz.Peygamber Aieyhisselamın verdiği hükümleri, Hz. Ebû Bekir´in Hz. Ömer´in, Hz. Osman´ın fetva ve yargı hükümlerini en iyi bilen, insanların eskiden yapageldikierine en vakıf olan Safa b. Müseyyibe´dir. Hadisi en çok bilen Urve b. Zübeyr´dir. Ubeydullah (yani Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mes´ud) bir deniz gibidir, ilim fışkırır. İrak devamla dedi ki: Bana göre en büyük fakih İbni Şihab Zühri´dir. Çünkü o, bütün onlarrn ilimlerini kendi ilmine-kattı. Zühri şöyle der: «Ben ilmi üç kişiden elde ettim: Said b. Müseyyibe ki, o en büyük bir fakihtir. Urve b. Zübeyr ki, ondan ilim almak için dalan kovalar onu bulantamaz, derindir, bir de başkalarında bulamayacağın ilmi Ubeydullah indînde bulursun.»[10]
Saîd, bütün varlığıyla ilme yöneldi. Hadiste en çok önem verdiği husus Hz. Peygamber (s.a.s)´in verdiği yargı hükümleriydi. Hulefa-i Raşidin´in fetva ve yargı hükümlerine bu derece önem verdiğinden, bu arada ashabın fakihi olan Ömer b. Hattab´ın İlmi onun rivayetlerinde elbet bol bol yer atacaktır. Onun yaşadığı çağ, İslam fıkıh ve fetvasının ilk çağıdır. İslam Devleti genişledi. Çözüm isteyen birçok olaylar meydana geliyor, onları da fetvalar, yargı hükümleri çözecek, işte onlar, bunlardı.
Saîd b. Müseyyeb, fıkıh ve yargıda Hz. Ömer´in yolunu tutup onun izinden gittiğinden, rey´e büyük değer ve önem vermesi gerekir. Çünki kitap ve sünnetten bir nass bulunmayan hususlarda, Hz. Ömer´in rey´ini kullandığı çok olmuştur. Saki de, kitap ve sünnetten nass bulunmayan yerde sahabe reyini kullanır, ietihad ederdi. Ancak bunda ana yoldan asla sapmazdı. Onun için başkalarının fetva vermekten kaçın-“*´ dıkları hususlarda, onun fetva verdiği söylenir. i´lâmül-Muvakkiîn şöyle der: «Sald b. Müseyyeb fetva konusunda genişti. İbni Vehb, Muham-mad b. Süleyman Mürâdî´den, o da Ebû İshak´tan rivayet ederek der ki: «O zaman görürdüm, bir adam birşey sormak için, gelirdi, herkes onu başından savar, cevap vermez, adamcağız meclisten meclise dolaşır dururdu. Nihayet Sâid b. Müseyyeb´in meclisine gelir, cevap alırdı. Ona: Cesur-atak Said b. Müseyyeb derlerdi.»[11]
Hal böyle olunca, Tabiîn çağında Medine fukahasının imamı olan zat, ihtiyaç duyulunca rey ile hüküm vermekten çekinmiyordu. Onun içtihadı. Kur´an ve hadis fıkhı esaslarına dayalı, Hz. Peygamber´in ve Hulafâ-i Râşid´in hükümlerine uygun olurdu. Bu gerçeği burada böylece belirtiriz. Çünki ileride lazım olacak.
125-Urve b. Zübeyr b. Avvam ( 94 H. – 712 M.):
Tabiîn çağında Medine fıkhını oluşturan yedi fakihten biri de Zübeyr b. Avvam oğlu Urve´dir. O, halifeliğini ilan eden Abdullah İbni Zübeyr´in kardeşi, mü´minlerin anası, Hz. Aişe´nin kız kardeşi Esma´nın oğludur. Hz. Osman´ın halifeliği zamanında doğdu. 94 Hicri y.ılÜhda öldü. Hz. Osman´ın kanlı bir ihtilalle şehid edilmesinden sonra kopan fitneleri gördü. Nihayet Emeviler duruma hakim olup devlet´kurdular. Fakat Urve´nin kardeşi Abdullah b. Zübeyr, sonradan Emevi hükümdarı Abdulmelik b. Mervan´a karşı çıktı, aralarında iş çok kızıştı. Bununla beraber, Urve´nin kardeşinin tarafını tuttuğu ve kardeşinin ondan bu konuda yardım istediğine dair haber yok. Öyle anlaşılıyor ki, o kendini tamamiyle ilmi çalışmalara vermiş, fıkıh ve hadis okumuştur. Talebesi İbni Şihab ZührVnin dediği gibi, onun hadis bilgisi öyle derin ki, onu kovalar asla bulandıramazdı. Medine´de Tâbii´nin en son fıkıh alimi İbni Müseyyeb olduğu gibi. en çok Hadis bilen de Urveydİ. Fakat bilgisini ashabın bir kısmından aldı. En başta da teyzesi, mü´minlerin anası Hz. Aişe gelir. Hz. Aişe validemiz, ilim, feraiz ve ahkâmda önde gelenlerdendir. Kardeşi Muhammed b. Ebû Bekir´in oğlu Kasım, ondan ders aldı. Kız kardeşi Esma´nın oğlu Urve b. Zübeyr ondan çok şey öğrendi. Urve, Hz. Aişe hadislerini en iyi bilendi.
Urve, öğrendiği hadis ve fıkıh meselelerini yazardı. Rivayete göre, birkaç kitap halinde bunları yazdı. Fakat, Allah´ın kitabı yanında başka kitap olmasını istemedi ve bunları yok etti. Oğlu Hişam diyor ki: Onun kitapları vardı, fakat Harre vakıasında onları yaktı, lakin sonradan pişman da oldu. Sonraları şöyle derdi: «Onların elimde olması, ehlimin ve malımın olması gibi sevgili olurdu.» Görülüyor ki, o fıkıh ve hadis alimi olup, Said İbni Müseyyeb gibi fetva vermeye cesaret edemezdi.
126- Ebû Bekir b. Abdurrahman b. Haris ( 94H.-712M.):
Medine´nin yedi fukahasından üçüncüsü de Ebû Bekir b. Abdurrahman b. Haris´di. Hicretin 94. yılında vefat etti. O kendini ibadete vermiş, dünyaya önem vermeyen zahid bir zattı. Hatta ona Kureyş´in Rahibi adını takmışlardı. Hz. Aişe´den ve Ümmü Seleme´den (Allah onlardan razı olsun) hadis rivayet etmiştir. Hem fıkıh ve hem de hadis bilen bir alimdir. Fetva vermekte biraz çekingendi, Saîd İbni Müseyyeb gibi çok fetva vermezdi. Onun fıkhının hadis yönü üstündür.
127- Kasım b. Muhammed b. Ebû Bekir ( 108 H./ 726 M.):
Medine´nin meşhur yedi fukahasından dördüncüsü de Hz. Ebû Bekir´in oğtu Muhammed´in oğlu Kasim´dır. Mü´minlerin anası Hz. Ai-şe´nin (Allah ondan razı olsun) kardeşinin oğludur. Hicretin 108. yılında öldü. Hadis ve fıkıh bilgisini, halası Hz. Aişe´den ve İbni Abbas´tan aldı. O, hadis alimidir. Hadisin metnini Kur´an ile ve her tür hadisle karşılaştırıp tenkid ederdi. Aynı zamanda fıkıh alimidir. Hem hadis ve hem fıkıh bilir. Talebesi ofan Ebû Ziynad Abdullah b. Zekyan, onun için şöyte der: «Ben, Kasım kadar fıkıh bilen bir alim görmedim, ondan daha çok hadis bilen de görmedim.» Öyle anlaşılıyor ki, o son derece dindar olmakla beraber, işten anlar, iyi idareci ve azim sahibi bir kişiydi. İmam Mâlik şunu rivayet eder: Emevi Halifesi Ömer b. Abdülaziz şöyle demiş: «Eğer iş benim eümde olsa, Kasım b. Muhammedi yerime halef tayin ederdim.»
128- Ubeydullah b. Abdullah b. Mes´ud ( 98 H/716 M):
Yedi fukahantn beşincisi Ubeydullah b. Abdullah İbni Utbe b. Mes´ud´dur. İbni Abbas´dan, Hz. Aişe´den, Ebû Hureyre´den hadis rivayet eder. Emevi halifesi oian Ömer b. Abdülaziz´in hocasıdır. Onun aklı ve ruhu üzerinde büyük etkisi olmuştur, onu yetiştiren odur. Fıkıh ve hadisteki bilgisi, yüce ahlakı yanı sıra şiir de söylerdi: Hicretin 98. yılında öldü. 99 veya daha önce 94 diyenler de var.
129- Süleyman b. Yesâr ( 100 H / 718 M):
Medine´nin yedi fukahasından altıncısı Süleyman b. Yesar´dtr. Hz. Peygamber Aleyhisselamın zevcesi Meymune binti Hâris´in azadiı kölesiydi. Denildiğine göre belli bir miktar para kazanıp getirmesi suretiyle azad etmek üzere onu serbest bıraktı. Onu kazanıp ödedi ve hür oldu. Kendisi şunu anlatır. Hz. Aişe ile görüşmek üzere izin istedim. Beni sesimden tanıdı: «Süleyman sen misin » dedi. Ben de: «Evet» dedim. «Üzerine aldığın, borçlandığın parayı ödedin mi » dedi. «Evet az bir şey kaldı,» dedim. «Gir, borcun oldukça sen köle sayılırsın» dedi.
O, ashabdan Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Ömer, Ebû Hüreyre, Hz. Aişe, Meymûne ve Ümmü Seleme´den hadis rivayet etmiştir. İnce anlayışlı bir zattı. Ömer b. Abdülaziz, Medine valisi iken o, Medine çarşı. pazarında murakıptı. Hicretin 100. yılında öldü.
130- Hârice b. Zeyd b. Sabit ( 100 H / 718 M):
Yedi fukahanın yedincisi meşhur Zeyd b. Sâbit´in oğlu Harİce´dir. Babası Zeyd gibi rey taraftan bir fakihtir. Babasının ilmine varis oldu. Babası gibi rey fıkhıyla meşhurdur ve onun gibi ferâiz ilmini bilir. Hârice az hadis bilirdi. Rey ile çok fetva verirdi. Ferâiz bilgisi kuvvetliydi. İnsanların mirasını kitabullah uyarınca taksim ederdi. Mus´ab b. Abdullah şöyle der: «Harice ve Talha b. Abdurrahman b. Avf´e bizim zamanımızda fetva sorarlardı, insanlar onların sözlerine bakarlardı. Ölenden, bina, hurmalık, mal, ne gibi miras kalırsa, onları sahiplerine taksim ederler, insanlara belge yazarlardı. O ilmi, fıkhı, fetva vermesi yanısıra, ilk zamanlarda insanlarla ilgilenir, görüşürdü, bununla beraber Medine´nin abidlerinden sayılırdı. Son zamanlarda bir köşeye inzivaya çekildi. İnsanlarla pek görüşmezdi. Bu yüzden onun ilmi ve fıkhı çok yayılmadı. Hicretin 100. yılında öldü.
131- Medine Fıkhında Hadis ve Rey´in Yeri:
İşte Medine´nin fukahası bu zatlar olup, bunlar ve onların ilim derecesinde ve tabakasında bulunanlar, Hz. Peygamber´in ve Ashab-ı Kiram´ın fıkhının izinde olan Medine fıkhı ekolünü kurdular, ona mümtaz bir yer hazırladılar. Bu fıkhın esası, Hz. Peygamberin Ashab-ı Ki-ram´ının vermiş oldukları fetvalara göre fetva vermek, onların izinden gitmek, onların metoduna uymaktır. Onlarca verilmiş fetva bulunmayan olaylarda ise, onlannkine kıyas yaparak ictihad yoluyla kendi reyleriyle hüküm verirlerdi. Fakat bu hususta sahabe fıkhı dairesinde yürüdüler. Irak fukahası gibi çok mesele kurup ortaya atmadılar. Ancak burada gözönünde tutulması gereken bir şey vardır ki, bu fukaha, her bakım-. dan tam bir surette geçmiş asara uyuyor, değillerdi. Onlar, selefin fıkhını inceliyorlar. Hz. Peygamber´den ve ashabdan bir eser bulunmayan hususlarda, onların fetvalarına göre akıllarını işleterek hüküm verirlerdi. Bunların arasında bir kısım hadis ilminde üstün olup fıkıh ve fetva da pek ileri değildi. Urve b. Zübeyr bunlardandı. Çoğu ise fıkıh ve fetva ilminde üstündü. Onun için bizim kanımızca, onların fıkhında selefin asarının büyük etkisi olmakla beraber, reyin de yüksek yeri bulunmaktadır. Irak fukahası reyi ile onların reyi arasındaki fark, İraklılar vukubu-lan meselelerde olduğu gibi vukubulmamış, farzettikleri takdiri mesele-iere fetva veriyorlardı. Ve reyleri ashabın verdikleri hükümlerle mu-kayyed değildi. Medine fukahası ile sade vâki´ olan meseleler hakkında hüküm veriyorlar ve bu hususta Hz. Peygamberin ve Ashab-ı Kiram´ın vermiş oldukları hüküm ve fetvalardan me´sur olanlara bakıyorlardı.
Medine fukahasının fıkhını İbni Şihab Zührî, Rebiatür-Rey ve onların tabakasında olan diğer ulema aldılar. İmam Mâlik de onlardan aldı. İmam Mâlik´in üstadları arasında fıkıh ve rey´de üstün olanlar bulunduğu gibi, hadis ilminde üstün olanlar da vardı. İbni Şihab Zührî´nin hadis yönü üstündü, Rabiatür-Rey ve Yahya b. Sald´in ise rey yönü üstündü. Öyle olunca İmam Mâlik´in fıkhında rey´in büyük yeri olması hiç garip görülmemelidir.
——————————————————————————–
[1] Medine, Hulela-i Râşidin devrinde ilim merkeziydi. Ibni Abbas Basra´dayken oradaki Medine-titere halkı öğretmelerini emretti.
[2] Ömer b. Abdülaziz Sireti, S. 63
[3] M- H. Hacevı, Fıkıh Tarihi, S. 110
[4] Kadı lyâd, Medârik, S. 32
[5] İbni Kayyım, İ´tâmül-Muvakkıîn, C. 1, S. 16-17
[6] İbni Kayyım, I´lâmül-Muvakkıln, C. 1, S. 18
[7] Mâlik, Nâfi´i Şihab tabakasında saymaz, O tabiî olduğundan onu yedi fakih arasında sayar.
[8] İbni Kayyım, I´lâmül-Muvakkıln, C. 1, S. 18
[9]İbni Cem, Taberi Tefsiri, C. 1, Bu söz aralarında dostluk olmadığını, onun ilmine pek güvenmediğini gösterir.
[10] İbni Kayyım, i´lâmül-Muvakknn, C. 1, S. 18
[11] Aynı Kaynak.