247- İçtihada Duyulan İhtiyaç:
Bir mezhebin gelişmesi, ufkunun genişlemesi, insanların karşılaştıkları meseleleri çözebilmesi, içtimai sorunları tedavi edebilmesi için mutlaka ictihad lazımdır. Bu, ya mutlak ictihad ve istinbatyoluyla, ya o mezhebin usulüne göre mezhebde ictihad ile veyahut da mezhebde sabit hükümlere tahric yoluyla yapılır. Müftiler değişik içtimai meseleleri çözmek zorunda kalırlar, çapraşık örf ve âdetlerle karşılaşırlar. Bu muhtelif örf ve âdetler, türlü, karışık içtimai olaylar, düğümlenmiş problemler, bunlar fakihin zihnini kurcalar ve açar, onu ictihade, hükümler çıkarmaya sevkeder. Muhtelif usulleri genişletip artırmaya, tedavi edeceği içtimai problemlere göre onları ayarlaması lazımdır. Fukahanın akılları kuvvetince, ufuklarının genişliği nisbetinde, kullandıkları usulün esnekliği derecesinde mezhebin hayat kuvveti, gelişmeye selahiyeti olur, o miktarda büyür ve bol meyve verir.
Mâliki Mezhebi için bütün bu unsurlar mevcuttur. Kuvvet, genişlik ve bol meyve için şartlar mevcuttur. Birçok ve muhtelif ülkelerde hüküm, Mâliki Mezhebi esasına göreydi. Hatta bu İmam Mâlik´in sağlığında başladı. Endülüs´de, Mağrib´de hüküm Mâliki mezhebine göreydi. Mısır´da Mâliki Mezhebinin mevkii vardı. Endülüs´de medeniyet yükselip bayındırlık çoğalınca meselelerde çoğaldı, Mağrib´de hakimiyeti kuvvetlendi, meseleler arttı. Bunlar çözüm bekliyor. Bu mezhebde müctehidler yetişti, ictihad ufku genişledi. Kitap, sünnet, icmal ümmet ve mesalih ile mukayyed olarak istinbat çoğaldı. Usuldeki yumuşak müsaade, mezhebi maslahatları ihyaye bir ilaç haline getirdi. Mesalih-i Mürsele ve istihsân maslahatların bir nevi´ olup kitap ve sünnetten sonra onun iki esas cevheridirler. İlaç, insan hayatının içinde bulunduğu olaydan alınmadır ve ona yaramaktadır. Böylece mezhe temiz bir surette yaşadı ve güzel meyvelerini verdi. Öyleyse ictihad v tahricden bahsedelim, mezheb fukahasının onlarla ne kadar mukayyet olduklarını görelim, sonra da kısaca mezhep usulünün müsâidliğine değinelim.
248- Şâtibî, Mâlikîlerde İçtihadı Anlatıyor:
Mâliki Mezhebi fukahası, İmam Mâlik´in büyük ölçüde mukayyed bulunduğu usul dairesinde füru´ meselelerin halline, tahric ve istinbata kendilerini vermişler, çok çalışmışlardır. Mutlak ictihad ve mezhebde ictihad hakkında Mâliki ulemasının bazı sözlerini nakledelim de Mâliki usulü dairesinde fer´î hükümlerin nasıl verildiğini öğrenelim.
Mâliki Mezhebi fukahasının büyüklerinden ve kendisi de tahric erbabından olan Şâtıbl içtihadı iki kısma ayırır:
1- Kullara teklif devam ettikçe kıyamete kadar sürecek olan ictihad,
2- Dünya yok olmazdan önce kesilebilen ictihad.[1] Kıyamete kadar kesilmeyecek olan birinci nev´i ictihad için şöyle
der: İnsanlar madem ki bu dünyadadırlar, madem ki ortada tatbik olunacak dini hükümler vardır, mükellef olan kullar vardır. Öyleyse ictihad lazımdır, o da hükme medar olan menâtın tahkiki ile olur.[2] Beli hükmün sübutunu iktiza eden vasfı öğrenip tanır. Bundan sonra vasfın uyup uymadığına bakar, O mevzu´ hakkında kitap ve sünnetten bir delil olmadığı anlaşılınca, maslahat da onunla ameli gerektiriyorsa, amelle hüküm olunur. Bu nevi´ ictihad yapan müctehidin meseleyi araştırması gerekir. Bunda maslahat var mı, yok mu Eğer maslahat varsa, menât da tahkik oluriduğundari, hükmetmek icabeder ve bu böyle yapılır…
Bundan sonra içtihadın bu nev´ine herzaman ihtiyaç olduğunu şöyle anlatır: Olaylar sayılmayacak kadar çoktur, her biri hakkında ayrı ayrı hüküm bulmak mümkün değil, taklid ile bu hailolunmaz. Bunları hal için hükme medar olan illeti bilmek ve hakkı bulmak lazımdır. Her olay kendi sebeplerinden dolayı meydana gelir, önceden olmuş, tekrarlıyor değildir. Bizim için o yenidir. İctihad yoluyla onu behemahal inceleyip gözden geçirmek lazımdır. O olayın bir mislinin daha önce olduğunu farzetsek bile, onun misli olup olmadığına da bakmamız, incelememiz gerekir, bu da bir nevi´ ictihad bakışıdır… Bu hususta şunu bilmek yeter; din, her bir cüz´i olay için teker teker, ayrı hüküm vazetmemiştir. O külli umur için, mutlak ibarelerle sayılmaz âdetleri ifade eden hükümler getirmiştir. Bununla beraber her birinin diğerinde bulunmayan hususiyetleri vardır. Mutlak hükümlerde imtiyaz olunan şey muteber değildir, ve bu dâima muttarid olmaz. Belki de bu iki nev´e ayrılır.[3] Üçüncü bir kısım bu iki taraf arasında olup onlardan birine yamanır. Alim müctehid için zor veya kolay inceleme gerekir, tâ ki hangi delil altına girdiği belli olsun. Her iki tarafa benzediği alınırsa, bu daha zor olur.Bunlar ilim erbabınca bilinir. Hâsılı, nazır, hâkim, müfti herkes için ictihade ihtiyaç vardır, her mükellefe nisbetle de bu fereklidir.
Ortadan kalkmayan, durmayan bu nev´i içtihadı beyandan sonra, inkitaa uğrayan içtihadı beyan eder. Mutlak içtihadın esas hükümlerin illetini bilmektir; nasslardan onları almaktır.
249- İctihad Durmaz:
Geçmiş Mâliki fukahasının ictihad görüşleri böyle. Onlara göre vâki´ meselelerin tahric yoluyla hükümlerini beyan ve eskilerin menatı hüküm yoluyla verdikleri esasa göre fetva vermek suretiyle ictihad yapmak mutlaka lazımdır. Ve bu kesilmez, durmaz. Çünkü olaylar her-gün vuku bulmaktadır. Nassla sabit hükümleri onlara tatbik için ictihad lâzımdır, her olayın kendine has bir vasfı vardır. Mensûs hükümlerden hangisine uygundur, münasibdir, illet hangisine kıyas yapılır, birbirine benzer meselelerde hükmün dayandığı asıl nedir, bunlar ictihad ile olur.
250- Malik Talebesini Ezberciliğe Değil,İctihade Teşvik Ederdi:
Asırların arkasına dönüp geriye gidersek, Şâtıbî´yi ve Karafî´yi bırakıp İmam Mâlik´in talebelerine ve onlardan İlim alanlara dönersek görürüz ki, üstadlarından aldıkları meslek üzere onun usulüyle mukay-yed olarak ictihad yolunda yürümüşlerdir. Mâlik, onlarda fıkıh melekesi yaratmaya çok önem verirdi, sadece kendi fetvalarını ezberlemelerine değil. Nice defalar kendi fetvalarını yazmaktan onları mehetrniştir. Muvatakat´da şöyle der: İmam Mâlik fetvalara dair ilmi yazmayı hoş görmezdi, ne yapalım, diye sordular. Şöyle dedi: «Ezberleyin, anlayın ki, kalbleriniz aydınlansın, sonra kitaba muhtaç olmazsınız,» Görüyoruz ki, o fıkıh melekesini geliştirmeye çalışıyordu. Bunu şöyle ifade etti: «Kalbleriniz aydınlansın!» Böylelikle pnları fıkıh öğrenmeye teşvik etti. Sadece ezberlemek, tâbi olmak yetmez. Onlara şöyle derdi: «Benim kalbime öyle doğuyor ki, hikmet, Allah´ın dinini iyi bilmek, fıkhı anlamaktır ve o emirdir ki, Allah lütuf ve merhametinden onu kalblere kor.»[4]
251- Müctehidlerin Dereceleri:
Böylece İmam Mâlik´in arkadaşları ve talebeleri arasında İctihad çoğaldı, onlardan sonra gelenler de öyle yaptı, fakat sonraki asırlar gelince, akıllar kapanıp durdu, anlayışlar daralıp dondu, kendjierine güvenme zayıfladı. Müslümanları saran zaaf salgını ulemanın akıllarına da sirayet etti. Onlar da zaafa düştü, güvencelerini kaybettiler. Sonra gelen ulema, anlamadan ve incelemeden eskilerin yazdıkları kitapların üzerine kapandılar. Onların yolunu takip etmediler. Halbuki eskiler, çok zengin bir ilim serveti bırakmışlar, onları gelecek nesillere sunmuşlardı, Onların kalbleri kuvvetli, himmetleri yüce, akılları anlayışlı idi. Ancak eskilerin intaç ettikleri zengin servet baki olduğundan sonra gelenlerin zaafından mezheb o kadar zarar görmedi. Mâliki Mezhebinde fukaha: Müntesib müctehidler, Tahric sahibi müctehidler, ki bunlara ashab-ı yücûh denir. Bir de Fukaha-İ Nefs olmak üzere üçe ayrılır. Bunların dışında kalanlar mukallid, avamdan sayılır. Çünkü fetva verme yetkisi, yukarıda geçen üç sınıfa aiddir. Onlardan başkaları o dereceye yükse-lemezler, avamdan sayılırlar. Müntesib müctehid, meseleleri deliller müstakil olarak takrir eden fakihtir. Ancak o bunu yaparken imanının usul ve kavaidini aşamaz, dışına çıkamaz, mezheb imamının usulüyle mukayyeddir. Fakat imamının istinbat ettiği füru´un hükümleriyle mu-kayyed değildir. Onun için füru´da imamın görüşüne aykırı görüşleri olabilir.
Bu tarzdaki müctehidin fıkhını ve usulünü, hükümlerin delillerini tafsilatıyla bilmesi, kıyas yollarına vakıf olması şarttır. Tahric ve istinbat ile bağlantılı olması, imamı tarafından fazla belirlenmeyenleri ilhak etmeyi bilmelidir. İbni Kasım, Ibni Vehb ve onlardan sonra gelenler bunlardandır. İmam Mâlik´in görüşleri yanında bunların da görüşleri vardır. İmam Şafii´nin yanında Müzeni´ Ebû Hanife´nin yanında Ebû Yusuf, Muharnmed ve Züfer ne ise, Mâlik´in yanında bunlar da böyledir (Alah cümlesinden razı olsun).
Mâliki. mezhebinde böyle değerli alimlerin kesretle bulunması mezhebi geliştirdi, onu besledi, her türlü hadislerin hükümlerini verir bir hale getirdi.
252- Tahric Erbabı Müctehidler:
Tahric erbabı müctehidler, mezheb imamının kavillerini takrir, nasslarını tahrir ederler, istinbat usulünü bildirirler ve onlarla mukayyed olurlar. İmamın füru´una mesele çıkarmazlar. Birinci sınıf müctehidlerle bunlar arasında fark budur. Bunlar imamdan hükmünü nakil olunmayan meselelerin hükmünü tahric ederler. Hükmünü bilinenlere kıyas yoluyla bilinmeyenlerin hükmünü bildirirler. İmamdan yapılan muhtelif rivayetler arasında tercih yaparlar. Onun için bunların bazıları tercih erbabı, bazıları da tahric erbabıdır.
Bana göre bunların yaptıkları iki sınıftır, bir sınıf değil. Her biri bir asırda bulundu ve asrının ihtiyaçlarını-karşıladı. Talebelerinden sonra gelen asırlarda tahrice ihtiyaç vardı. Zira mezhebde hükmü belirlenmeyen nice meseleler belirdi. Tercihden ziyade tahrice ihtiyaç hasıl oldu, tahric çoğaldı, tercih azaldı. Mezheb genişleyip kaviller çoğalınca bu defa birbirine zıd kaviller arasında mukayese eylemek, ravisi, kaili ve delili bakımından-muvazene yapmak ihtiyacı duyuldu. Bu tercih işi de tahricden az önemli değildi. Her birinin zamanı oldu ve ihtiyaç duyuldu. Tahric erbabı, ihtiyaç olunca tercih de yapar, tercih yapan da hacet duyulunca tahric yapar. Bu sınıfı Mâliki Mezhebinde Mazerl, İbni Rüşd, İbni Arabi, Karâfi, Şâtıbl ve diğerleri teşkil eder.
253- Fukahâün- Nefs´in Yaptıkları;
Fukahâün-Nef s denen müctehidler, mezhebi tanrttılar, mesele-erini takdir ettiler, delilleri belirlediler. Ancak bunlar, öbürleri gibi istinbat ve tahric yapamazlar. Fetva verirler, zaruret halinde tahric yaparlar. Fakat yaptıkları öncekilerin derecesinde sayılmaz, hatta ulema onlara bunu caiz görmede müttefik değillerdir. Bazıları fetva verir, dediler, bazıları tahric ve tercih erbabından kimseler yoksa zaruret halinde bunu yaparlar, dediler. Bazı ulema ise müctehid tahric erbabı yoksa, o zaman fetva verir dediler. Demek fetvaları zaruret dolayısıyledir, tahricleri ise ittifaken zaruret halindedir.
254- Bu konuda Karâfî´nîn Dedikleri:
Mâliki mezhebinde fetva verecek müctehid fukahanın tabakaları bunlardır. Bunlardan geri kalanlar mukallid sayılırlar. Fetva veremezler. Fetva hususunda Mâlikiler kadar şiddetli davranan başka bir mezheb bulamadım. Eski ulemanın çoğunun kitaplarında bu böyledir, sonra gelenler de onları te´yid etmişlerdir.
Karâfî, İbnü Rüşd, Mâzerî gibi alimlerin fetvaya ehil olanları olmayanları belirleyen sözlerini gördüm. Sonra gelenler de onları te´yid etti…
Hattab, Halil´in kitabı, şerhinde İbni Rüşd´den şunu nakleder: «İlim ve temyiz sahibi olup mahfuz ve mefhumu bilen cemaattan olanlar üç taifeye ayrılır: Bir kısmı delilsiz, Mâliki Mezhebinin sahih olduğuna inanırlar, fıkıh meselelerinde onun ashabının kavillerini mücerred ezberlemişlerdir. Mânasını düşünmezler, sahihini, olmayanı ayırmazlar. İmam Mâlik´in ve ashabının sözlerine göre bunların fetva vermesi sahih değildir. Çünkü ilirnsiz, mücerred taklid ile fetva sahih olmaz. Ancak yakınları ona sorabilirler.
İkinci taife, Mâliki Mezhebinin sahih olduğunu bilir, onun usulünü tanır, fıkıhta onun ve ashabının kavillerini hıfzetmiştir. Onların mânalarını bilir, onun usulüne göre sahih olanları, olmayanları tanır. Ancak onun.usulüne füru´u kıyas yoluyla tahkik edecek dereceye ermemiştir. Buna eğer fetva sorulursa, Mâlik´in veya ashabının kavillerine göre fetva vermesi sahihtir, ancak kendi ictihadiyie fetva vermez. Çünkü eskilerden menkul bir kavil bilmiyor, kendisi kıyas ile füru´u usule tatbik edecek derecede değil.
Üçüncü taife: Mezhebin usulünün sıhhatini bilir.Kur´an´ınahkamı-na, nâsih ve mensuhuna vakıftır. Mücmeli, mufassali, hâsı, âamı tanır, onlardan sonra gelen fukahanın kavillerini, ihtilaf ve ittifak ettikleri noktaları lisan ilmini, sözden ne anlaşılır, delillerin yerini bilir. Bu gibi kimselerin içtihadı ve kitap, sünnet ve icma´a kıyasla fetva vermeleri sahihtir.[5]
Karâfî, Furuk´da ilim talibinin ahvalinden ve ne zaman fetva vermesi caiz olacağından bahsederek şöyle der: «Bilmiş ol ki, ilim talibinin bir takım halleri vardır. Birinci olarak mezhebinin bir muhtasar kitabiyle meşgul olmalıdır. Ancak bu yeterli olmaz. Bununla fetva veremez. İkinci hal: Mezhebde tahsilini genişletir, şerhlerin tafsilatını öğrenir, mutlakı takyid, umumi tahsis eden uzun kitaplara muttali olur. Fakat füru´daki dayanakları tam bellemiş değildir. Bunları üstadların ve talebelerin ağzından işitmiş, bellemiştir. Bunun mezhebde nakil olunan kavillerle şartlara uyarak fetva vermesi caizdir. Ancak hıfzında olmayan bir mesele olunca, bu filan meseleye benziyor, deyip fetva veremez. Çünkü bunu, imamın delillerini, kıyaslarını, illetlerini bilen yapabilir.
Bundan sonra üçüncü hal, yani yüksek dereceyi beyan eder ki, o tahric erbabının derecesidir. Tahric, kıyas ahvalini, illetleri, mesalih derecelerini, kayaid şartlarını muarız olanı, olmayanı bilen yapar. Bunlara usul fıkhı gayet güzel bilen vakıftır. Bu vasıfları kazanan, bu dereceye çıkan kimse dini kaideleri, bu mesalihi, kıyas nev´ilerini tanımak için cehd ve gayret sarfeder. Bütün gayretini sarfettikten sonra tam ilim hasıl olursa o zaman tahric yapmak caiz olur.[6]
255- İctihad, Dünya Durdukça Devam Eder:
Mâliki Mezhebindeki tahric erbabından bir kısım ulemanın sözleri böyle. Hepsinin sözleri fetvayı sıkı tutmakta birleşiyor. Bunu Mâliki Mezhebinde hakkında hüküm bulunmayan meseleleri istinbat yoluyla tahric edenlere mubah görüyorlar. Bunlar, mensus olan meselelere benzeyenleri kıyas yoluyla mezheb ulusünden yararlanarak onlara ilhak ederler. Bunlardan aşağı derecede olanlara fetva vermek mubah değildir. Ancak nakil sahih ise hıfz ettiğini nakil etmesi mubah olur. Bu da orada fetva verecek biri bulunmayınca zaruret dolayısıyle mubahtır, bu istisnai bir haldir.
Fetva her asırda lazımdır. Çünkü hergün insanlar fetva soracakları meselelerle karşılaşmaktadırlar. Öyle olunca her asırda müctehidlere ve tahric erbabına ihtiyaç vardır. Yoksa müctehid bulunmayınca, halk ilimsiz nakil yapanlara başvurur. Böyle nakil de bulunmazsa, bunda insanlar için zorluk olur. Bu suretle, bu bahsin başında Şâttbî´den naklettiğimiz şu noktaya geliyoruz: Tahric suretiyle ictihad veya tahkik-i menât ile ictihad, kıyamete kadar kesilemez, dünyadurdukca devam eder.
256- İctihad, Mezhebi Hayat ve Yaşayanlar Mezhebi Yayar:
Tahric yoluyla ictihad veya Tahkik-i Menât suretiyle ictihad, madem ki, asla kesilmeyecektir, öyleyse fetva da kesilmez, bu onun şartıdır. Fukahasının bunu söylediği mezheb, sürekli bir gelişme halindedir, hayatla devamlı bağlantı içindedir. İmam Mâlik´tn mezhebi böyledir. Hayatla sımsıkı bağlıdır. Çünkü mezhebin tahric erbabı, soruldukları umurun özelliklerini, fetva verdiklerinde maslahatın miktarını, mazarratın derecesini anlamaya gayret sarfettiler. Böylece mezheb, yaşayanların ihtiyaçlarını karşılayan dibdiri bir mezheb oldu. Yoksa, geçmişlerin nassiarında durup bir parmak kımıldamayan donuk bir mezhep değil. Fakih mezhebin nasslarından birini, kendisinden önceki fukaha-nın hallettikleri gibi, durumun icabına uyarak tatbik eder, uygunluk sağlar. Eski nasslan mücerred şeklî benzerliğinden dolayı aynen nakletmez, onu yeni olaya tatbik etmez. Belki her birinin hususi ayrıcalıklarını dikkate alır, yeni hâdisede, eski hükmü maslahata uygun, zararı defe yararlı olmayan bir özellik bulunabilir. Onun İçin aynen almaz. Çünkü nass bulunmayan hususlarda, hükümlerin takdirinde: Maslahatı celb, mazarratı defetmek bu büyük mezhebde iki şaşmaz esastır. Tev-fik ve, hidayet yüce Mevla´dandır.
——————————————————————————–
[1] Şâtıbi Muvafakat, C. IV, S. 48.
[2] Menâtın tahkiki usul ulemasınca şu demektir: Nass, icma´ veya başka bir delille bir hükmün vasfı, illeti sabit olur. Müctehid ele aldığı meselede o illet ve vasfın bulunup bulunmadığını araştırır, hüküm illetle beraber deveran ettiğinden, kıyasa esas olan vasfın bulunduğu yerde aynı hüküm de var demektir.
[3] Şâtıbı, Muvafakat, C. IV, S. 48. Bu sözün anlamı şudur: Hükmün illeti olan ve vasıt kendine tatbik olunan haller, hususiyet itibariyle birbirinden ayrıdır. Bu mümeyyiz vasıflar, hüküm İtibariyle her şeyde aynı da olsa, illet onda muttarid olmaz, veya hükümde muteber olmaz. Müctehid burada iki nev´in uyumluluğunu tahkik eder, ona göre fetva verir. Meselâ: Şarabın haram olmasının illeti sarhoşluk vermesidir. Meşrubattan bir şey görüyoruz ki, onda yeni bir hassa var, müctehid onda bu illetin, yani sarhoşluk verme var olup olmadığını tahkike muhtaçtır. Bu mümeyyiz vâsıflann İlletin bulunmasında tesiri var mı Bunu inceler, müctehidin yaptığı budur.
[4] Sâtıbî, Muvafakat, C. IV. S. 51.
[5] Karâfî, Tehzib-i Furuk, C. IV, S. 129.
[6] Karâfî, Furuk, C. II, S. 107, 78. fark.