«Selam üzerine olsun. Ben, kendisinden başka Tanrı olmayan Allah´a hamd ederim. Allah, bizi de, sizi de korusun. Dünya ve ahirette akibetimizi, hayırlı, güzel kılsın. Mektubun bana ulaştı. Onda, durumunuzun iyi olduğunu yazıyorsun. Buna çok sevindim. Allah sizi afiyette daim eylesirij Onu şükür ve ihsanının artmasına yardımcı kılarak tamamlasın.
Sana gönderdiğim mektuplar hakkındaki görüşünü, onları düzelttiğini ve üzerini kendi mührünle mühürlediğini anlatıyorsun. Onlar bize geldi. Allah, seni yaptığından daha hayırlısı ile mükafaatlandtrsın. İşte onlar, senden bize gelen mektuplardır. Ben de, senin görüşünle onların hakikatına ulaşmak istemiştim.
Mektubunda, senin hakkında bana gelen şeyleri düzeltmek ve bana nasihat etmek imkanlarını verdiğin İçin sana yazdıklarımın seni sevindirdiğini, yazdıklarına değer vermemi umduğunu, bunun diğer hususlarda bize karşı iyi düşünmene engel olmadığını, çünkü benim seninle böyle bir şeyi münakaşa etmediğimi, yanınızdaki cemaatın Medine ameline muhalif olarak bazı şeylere fetva verdiğimi işittiğini, vanımdakilerin kendilerine verdiğim fetvalara itimat etmeleri sebebiyle nefsim için korkmam gerektiğini, insanların, hicret edilen ve Kur´an´ın nüzulüne sahne olan Medine ehline tabî olduklarını söylüyorsun.
Umarım yazdıklarında isabet etmişsindir. Onlar, benim katımda istediğin yeri aldı. Şaz fetvalardan en çok nefret eden, Medine halkı alimlerini son derecede üstün gören ve onların ittifak ettikleri şeyleri hararetle benimseyen, benden başka kendisine Him nisbet edilen bir kimse yoktur. Bunun için alemlerin Rabbı olan, şeriki olmayan Allah´a hamd olsun.
Resulullah´ın Medine´deki makamı, Kur´an´ın orada O´na sahabi-ler arasında nazil oluşu, Allah´ın onlara peygamberi vasıtasıyle öğrettiği şeyler ve bu hususta insanların onlara tabi olmaları gibi anlattığın hususlara gelince : Bunlar söylediğin gibidir.
Zikretmiş olduğun «Muhacirlerle Ensardan birinci dereceyi kazananlar ile onlara güzelce uyanlardan Allah razı olmuştur. Onlar da, Allah´tan razı olmuşlardır. O, bunlara, içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, en büyük kurtuluştur.» ayetine gelince; Muhacirlerden birinci dereceyi kazananların çoğu, (Tevbe:100) Allah´ın rızasını talep için Allah yolunda cihada çıkmışlar ve ordular teşkil etmişler, insanlar onların etrafında toplanmışlar, onlar da, bunların arasında Allah´ın kitabı ve Peygamberinin sünnetiyle hükmetmişler ve bildikleri şeyi onlardan giziememişierdir.
Onların ordusunda, Allah İçin, O´nun kitabını ve peygamberinin sünnetini öğreten, Kur´an ve Sünnetin açıkladığı konularda reyleriyle içtihat yapan bir zümre vardı. Bu konuda onların başında, Müslümanların kendilerini idare etmek için seçmiş oldukları Hz. Ebu Bekir, Ömer ve Osman geliyordu. Bunların her üçü de, müslüman ordularını gözden çok uzak tutmuyorlar ve onlardan habersiz olmuyorlardı. Aksine hepsi de, dini dosdoğru tutmak ve ihtilaftan kaçınmak için küçük bir meselede bile Allah´ın kitabı ve Peygamberinin sünnetiyle hareket edilmesini yazıyorlardı. Kur´an´ın açıki dığıve Peygamber (s.a.v.)´in amel ettiği, yahut da Peygamberden sonra kendilerinin istişare ettikleri bir meseleyi mutlaka onlara bildiriyoriards.
«Ortaya çıkan bir işi, Resulullah´ın ashabı bir hükme bağiamışsa ve Mısır´da, Şam´da, İrak´ta Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman devrinde kendileri vefat edinceye kadar o hal üzere kalmışlar ve onlara bundan başkasını emretmemişlerse, biz de, müslüman orduları için bu gün, Resulullah´ın ashabı ve onlara tabi olan seleflerinin amel etmediği bir işi ortaya atmalarını caiz görmüyoruz. Bununla beraber, daha sonra Resu-lullah´ın ashabı birçok şey hakkındaki fetvalarda ihtilaf etmişlerdir.´ Senin bildiğini bilmeseydim bunları sana yazardım.
Resulullah´ın ashabından sonra Safa b. Müseyyeb ve bunun gibi tâbHler bir çok ihtilaflara düşmüşlerdir. Keza, bunlardan sonrakiler de ihtilafa düşmüşlerdir. Ben, onlarla Medine ve diğer yerlerde görüştüm. Bunların başında o gün İbni Şihab ve Rabia b. Ebî Abdurrahman vardı.
Rabia´nın bazı geçmiş şeylere muhalif olduğu hususlardan bazısı da: Bildiğin ve senin, Yahya b. Said´in, Ubeydullah b. Ömer´in, Kesir b. Ferkad´ın ve ondan daha çok yaşlı bir çok rey sahibi Medinelilerin görüşünü işittiğim meselelerdir. Hatta bunlar seni onun meclisini bi-rakmak gibi, hoşlanmadığın bir şeye mecbur etmiştir.
Rabia´yı kınadığımız bazı şeyler hakkında sen ve Abdülaziz b. Abdullah ile müzakere etmiştim. Siz ikiniz, benim kabul etmediğim şeyde bana muvafakat ediyor, benim hoşlanmadığım gibi siz de ondan hoşlanmıyordunuz. Bununla birlikte, Allah´a hamd olsun; Rabia´da çok hayır, sağlam bir akıl, beliğ bir dil, apaçık bir üstünlük, islâml güze! bir yaşayış, genel olarak bütün arkadaşlarına ve özel olarak bize karşı sadık bir muhabbet vardır. Allah, ona rahmet ve mağfiret eylesin. Onu, amelinden daha güzeli ile mükafaatlandırsın!
İbni Şihab´la karşılaştığımız ve yazıştığımız zaman da, onun bir çok ihtifafa düştüğü olurdu. Bazen bir mesele hakkında, -ilim ve reyinin üstünlüğüne rağmen- o´na birbirini nakzeden üç türlü görüş yazılırdı ve bu kohuda o, önceki reyinin farkında olmazdı.
İşte bu, terketmemi senin hoş görmediğin o terketmeme sebep oldu. Yine biliyorsun ki, benim İbni Şihab´ı reddettiğim bir husus da, müslüman ordularına mensup birisinin, yağmurlu gecede iki namazı birleştirmiş olması meselesidir.[1] Şam´ın yağmuru, Allah bilir ya, Medine´nin yağmurundan çok fazladır; oradaki imamlardan hiçbirisi qmurlu´gecede namaz birleştirmemiştir. Halbuki aralarında Ebû Ubeyde b. Cerratı, Halid b. Velid, Yezid b. Ebı Süfyan, Amr b. As ve Muaz b. Cebel vardı. .
Peygamber (s.a.v.)´in haram ve helali en iyi bileniniz Muaz b. Cebel´dir, buyurduğu bize ulaşmıştır. Yine «Muaz, kıyamet günü alimler arasında bir adım ileride gelecektir» denilmiştir. Keza bu arada Şurahbil b. Hasene, Ebû´d-Derdâ ve Bilal b. Rabah vardı.
Mısır´da Ebû Zerr, Zübeyr b. El-Avvam, Sa´d b. Ebu Vakkas; Humusta, Bedir ehlinden yetmiş kişi vardı. Müslüman ordularının hepsinde durum böyle idi. Irak da İbni Mesûd Huzeyfe b. Yemân, İmran b. Huseyn vardı. Emîri ül-mü´minin Ali b. Ebl Talib de (Allah cennette onu şerefli eylesin), burada senelerce oturmuştu. Yanında da Resulullah´ın ashabı vardı.Bunlar asla akşam ile yatsı namazını birleştirmemişlerdir. İhtilâf konusu mes´elelerden birisi de, bir şahid ve davacının hak sahibinin yemini ile hükmetme işidir. Biliyorum ki, Medine´de bununla hüküm verilmektedir. Halbuki ne Şam ve Humus´ta, ne Mısır´da, ne de Irak´da peygamberin ashabı bununla hüküm vermiştir. Hulefa-i Raşi-din: Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali de, onlara, buna göre hüküm
verilmesini yazmamıştır.
Sonra Ömer b. Abdülaziz halife olunca, -bildiğiniz gibi bu halife, sünnetleri ihya ve dini doğru tatbik etmek için gayret gösterme, reyde isabetli olma, insanların geçmiş olan meselelerini bile uğrunda çok çalışmıştır.- Ona Züreyk b. Abdulhakem şöyle yazmıştır: «Sen, Medine´de bir şahid ve hak sahibinin, davacının yemini ile hükmediyordun.» Ömer b. Abdülaziz de: «Biz Medine´de bununla hükmediyorduk. Şamlıları bundan başkası üzere buldum. Buna göre ancak, âdil iki erkek veya bir erkekle iki kadının şehadetiyle hükmediyoruz.» diye cevap vermiştir.[2] Bu halife de, akşamla yatsı namazını yağmurlu gecede asla birleştirmemiştir. Halbuki kendisinin oturmakta olduğu Hanasır´daki evine! yağmur, bardaktan boşanırcasına yağardı. ´
İhtilaflı meselelerden biri de şudur: Medineiiler, kadınların müeccef mehirleri hakkında istediği vakit bir talepte bulunma yetkisine sahip olduğuna, talep ettiği zaman da mehri´nin verilmesine hükmederler. Iraklılar, Şamlılar ve Mısır´lılar, bu konuda Medine´lilere muvafakat etmişlerdir. Halbuki ne Resululiah´ın ashabından, ne de Tâbii´lerin hiçbirisi, kadının müeccelmehri´ne hükmetmiştir. Ancak kadın, ölüm veya talâk sebebiyle kocasından ayrılınca hakkını alırdı.
İhtilaflı diğer bir mesele de şudur: Onlara göre «İ!â»da, isterse dört ay geçmiş olsun, kocası boşanma kararını belirtmedikçe talâk vaki olmaz. Halbuki Nafi´nin, Abdullah b. Ömer´den dört ay geçtikten sonra kocanın boşama kararını belirtme işi kendisinden rivayet edilen o dur-bana anlattığına göre Abdullah b. Ömer, Allah´ın kitabında zikrettiği «İlâ» hakkında şöyle derdi: «İlâ yapan kimse, müddet tamam olunca, ya Allah´ın emrettiği gibi geri dönecek veya talaka karar verecektir. Başka türlü yapması caiz olmaz.» Siz ise Allah´ın tayin ettiği dört aydan sonra bekler ve kararını bildirmezse talak vaki olmaz diyorsunuz.
«Halbuki Osman b. Affan, Zeyd b. Sabit. Kabîsa b. Zueyb, Ebû Seleme b. Abdurrahman b. Avf´ın, ilâ hakkında şöyle dedikleri bize kadar oluşmaştır: «Dört ay geçerse bain bir talak olur.» Said b. Müsey-yeb, Ebû Bekir b. Abdurrahman b. Haris, Ibni Hişam ve İbni Şihab da: «Dört ay geçerse bir talak vaki olur ve iddet içerisinde erkeğin geri dönme hakkı vardır» demiştir.[3]
«Başka bir mesefe de şudur: Zeyd b. Sabit şöyle diyordu: «Kişi boşanma yetkisini karısına verse, karısı da kocasını ihtiyar etse, bu bir talak olur. Kendisini üç talakla boşarsa, bu da bir talak olur.» Abdulmelik b. Mervan bununla hükmetmiştir Rabia b. Ebi Abdurrahman da ayni şeyi söylüyordu. Halbuki insanlar şunun üzerinde birleşmişlerdir. Bu kadın, kocasını ihtiyar ederse talak vaki olmaz. Kendisini bir veya iki talakla boşarsa, kocasının ric´at, dönme hakkı vardır. Eğer üç talakla boşarsa, bu bain bir talak olup kocasına helal olmaz. Ancak, kadın başka bir koca ile evlenip yeni kocası kendisi ile birleşip sonra ölür veya onu boşarsa, ilk kocası ile tekrar evlenebilir. Yalnız kocası, aynı mecliste karısına karşılıkta bulunarak, «ben ancak sana birtalak hakkı verdim» derse, kendisine yemin ettirilir ve buna göre karısı ile o baş başa bırakılır. [4]
Diğer bir mesele de şudur: Abdullah b. Mes´ud şöyle diyordu: «Herhangibir erkek, bir cariye ile evlense, sonra bu onu satın alsa, bununla üç talak vaki olur, nikah bozulur, çünki rakabesine malik olan, nefaatına da maliktir. Raiba´da böyle söylüyordu. Keza hür bir kadın bir köle ile evlense ve sonra onu satın alsa, durum yine aynıdır.
Sizden bize, hoş olmayan bazı fetvalar ulaşmıştır. Ben, bunların bir kısmını sana yazmıştım; fakat sen, mektubuma cevap vermedin. Ben de bunun sana ağır geldiğinden korktum ve bunun üzerine kabul etmediğim ve senin görüşün üzerine ileri sürdüğüm şeyler hakkında sana mektup yazmaktan vazgeçtim.
Bir de ben duyduğuma göre sen, yağmur duası yapmak istediğin zaman Züfer b. Asım Hilâli´ye, namazı hutbeden önceye almasını emretmişsin. Buna çok hayret ettim doğrusu; çünkü hutbe ve yağmur duası namazı, aynen Cuma namazı gibidir. Ancak İmam, hutbeyi bitireceği sırada cübbesini ters çevirir ve dua eder, sonra inip namazı kılar. Ömer b. Abdülaziz, Ebû Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm ve başkaları yağmur duası yapmışlar, hepsi de hutbe ve duayı namazdan önceye almışlardır. Bunun için Züfer b. Asım Hilâl´i nin fiilini bütün halk kınamış ve hoş karşıla mamışttr. [5]
Diğer bir mesele de şudur: İşittiğime göre sen; «İki mal ortağından her birinin hissesi nisap miktarı olmadıkça, bunlara zekat vacip olmaz.» diyormuşsun. Oysa ki, Ömer b. Hattab´ın mektubunda, bunlara zekat vacip olduğu ve bunun aralarında hisselerine göre paylaşacakları vardır. Sizden önce Ömer b. Abdülaziz ve başkaları devrinde buna göre amel olunuyordu ve bunu, bana Yahya b. Said anlatmıştı. Bu zat, zamanın üstün bilginlerinden geri değildi. Allah, ona rahmet ve mağfiret etsin, makamını da cennet eylesin.[6]
İhtilaflı meselelerden biri de şudur: Yine işittiğime göre sen şöyle söylüyormuşsun: «Kendisine bir başkasının herhangi bir ma! sattığı bir kimse iflas etse, satıcı da parasının bir kısmını alsa veya müşteri malın her miktarını sarfetse, bu satıcı malından neyi bulursa onu alır.»
Halbuki insanlar, satıcı parasının bir kısmını almışsa veya müşteri malın bir miktarını sarfetmişse, malın aynı olarak geri alınmasına kail değildir.
Başka bir mesele de şudur: Sen, Peygamber aleyhisselamın Zü-beyr b. El-Avvam´a ganimetten ancak bir at için hisse verdiğini söylüyorsun. Oysa ki insanların hepsi, Peygamberin ona iki at için hisse verdiğini ve üçüncü at için birşey vermediğini rivayet ediyor. Ümmetin hepsi: Şam´lılar, Mısırlılar, Irak´tılar ve Afrika´lılar, bu hadis üzerinde ittifak etmişler, bu konuda iki kişi ihtilafa düşmemiştir. Kendisinden razı olunan bir kişiden bunun aksini işitmiş olsan dahi, senin bütün ümmete muhalefet etmen uygun olmaz.[7]
Bunlara benzer birçok şeyi bıraktım. Allah´ın seni muvaffak kılmasını ve ömrünün uzun olmasını dilerim. Çünkü bunda insanlar için fayda umar, senin gibi birisinin ziyanından korkarım. Yurtlarımız birbirinden uzak da olsa, senin kalbimde yerin başka, sana yakınlık duymaktayım. İşte benim yanımda senin mevkiin böyledir, bundan emin olmalısın. Sıhhat haberini, durumunu, çoluk ve çocuklarının durumlarını, senin ve yakınlarından birisinin herhangi bif. ihtiyacız olursa, bana yazmayı ihmal etme;çünkü ben, bununla sevinç duyarım.
Bunu sana yazdığm anda ,Allah a hamdolsun, biz iyi ve afiyetteyiz.Allah tan bizi ve sizi ,verdiği nimetlerin şükrü ile nasiplendirmesi ve bize olan ihsanlarını tamamlamsını dikerim.Selamla ve Allah ın rahmeti üzerinize olsun.
102- Yazışma Suretiyle, Uzak Ülkeler İle İlim Baglantı Kurma
İslam Fıkıh Tarihi´nin kıymetli ve ebedi birer belgesi olan bu iki mektubu, ikincisi uzun olduğu haîde, İmam Malik ile diğer alimler arasındaki ilmi bağlantıyı göstermek üzere buraya koymuş bulunuyoruz. O. oniara yol gösterici bir rnürşid gibi yazıyor, onlar da ona, hem irşad isteyen ve hem de muhalif tavır alan bir sıfatla yazıyorlar. Onlar, muhalefet yaparken, hak gördükleri bir noktai nazarlarını ona izah ediyorlar, dayandıkları delilleri gösteriyorlardı. Ülkeler birbirine uzak olduğu halde, böyle ilmi münasebet ve bağlantı kurmak ile nice faydalar ortaya çıkıyor. Mâlik, böylece başkaları nezdinde olan rivayet ve esere dair bilgileri öğreniyor, olabilir ki ondan uzakta kalmış olan bu âlimler, onun Medine´de elde edemediği, bulamadığı bir sahabe kavlini, bir rivayeti kendi ülkelerinde bulmuş olabilirler. Zira Hz.Peygamber´in (O´na satat ve selâm oisun) Ashab-ı Kirâm´ı hidayet dîni olan islâmı yaymak için, ülkeler fethetmek üzere gazalara ve cihada çıktıklarından, bilhassa Hz.Ömer´in Hakk´ın rahmetine kavuşmasından sonra, Medine´deki fakih sahabiler de onlarla birlikte çıkmışlardır. Çünki Medine, onlara kapılarını açmış, diğer islâm ülkelerine gitmelerine yol vermiştir. İşte İmam Malik; bu yazışmalar vasıtasıyla onlarla temas kuruyor, onların düşüncelerini yokluyor, o ülkelerin örf ve âdetlerini öğreniyordu. Böyle mektuplaşma ile bağlantı kurma onunla diğer uzak ülkelerdeki fukuha arasında ilmi bağlantı kurma, fikir aiış-verişi devam etmiştir.
103- Mektupların Anlattığı Gerçek:
İkinci mektup, yani Leys´in yazdığı bizim işaret etmiş olduğumuz bir çok noktaları açığa çıkarıyor, onları beyan ediyor. Biz dedik ki: – İmam Mâlik üzerinde çok büyük tesir bırakan iki mühim ve seçkin kişi vardır ki onlar da Rabia b.Ebû Abdurrahman ile İbni Şihab Zührî´dir.
Mektup bunu sarih olarak kaydediyor. Çünkü mektup bir yerinde Tâbii´nden sonra gelen ulema sınıfından bahsederken şöyle diyor: «Sonra onların ardından gelen ve senin de Medine´de onların yanında bulunduğu kimseler ihtilafa düştüler. Onların başında o gün İbni Şihab Zührî ile Rabia İbni Ebû Abdurrahman vardı.» Açtkca görülüyor ki, bu ikisi, İmam Mâlik´in en büyük üstadıdırlar.
Mektup bize açıkça gösteriyor ki, bu yüksek mertebedeki üstadlar, Hz.Ebû Bekir, Hz.Ömer ve Hz.Osman devirlerinde müslümanlar toplu halde bulundukları sırada bir meseie hakkında icma´ varsa, ona muhalefet caiz olamayacağındaittifak halindedirler. Onlardan sonra gelenlere, onların görüşlerinin birleştiği ve karar kıldığı şeyi değiştirip bozmak caiz değildir. Mektup bu hususta şöyle diyor: «Hz.Ebû Bekir, Ömer ve Osman devrinde Resûlullah´ın ashabının Mısır, Şam (Suriye) ve Irak´da devamlı surette amel ettikleri ve onu değiştirmeyi emretmedikleri bir iş geldiğinde, Resûlullah´ın ashabı, selefin yapmadığı şeyi, bir emri yapmaları müslümanlara caiz değildir. Mektup şu ciheti de açıklamaktadır: «Eser ile reyi ve fıkıh kıyasını bir araya toplayan hadisci f ukuha şuna da kail ki, fıkhın ve fıkıh araştırmanın esası, ashabın ve tabii´nin görüşlerini inceleyip araştırmaktır. Onun için Leys İbni Sa´d´in, İmam Mâlik´e karşı en çok kullandığı delil: Ashab ve Tâbi´nin kavilleri ile amelleridir. Mâ-lik´de Medine halkının amelini kabule çağırırken önce, Tabii´nin, Saha-be´nin ve Resulü Ekrem´in asarına uymağa davet etmiş oluyor. Sahabe ve Tâbi´inin fıkhını bilmek, onfarın münakaşıstnın temeli budur.
Bu iki mektup, İmam Mâlik´in hüküm almada temel tuttuğu meselelerden birini ele almaktadır ki o da Medine halkının amelidir.Yukanda geçtiği üzere Rabia bazı sözleriyle buna işaret etmektedir. Mâlik mektubundan buna dayanıyor. Leys b. Sa´d ise Ashab-ı Kirâm´ın muhtelif ülkelere dağılmış olmasından doiayı buna karşı çıkıyor. Böylece bu fikir, iki büyük imam arasında med ve cezir halinde kalıyor.
Bundan ayrıca bu iki mektup baştan başa edep ve nezaket, kıymetli araştırmaları, samimi sadakat, ağır başlı olarak hakkı arama gayretiyle doludur. Ne inad var, ne de düşmanlık, belki sevgi, saygı, dostluk ve samimiyet dolu, budur onların yolu.
——————————————————————————–
[1]Yağmurlu vakitte iki namazı cami´de birlikte kılmak mes´elesi ihtilaflıdır. Bunda namazlardan biri ya vaktinden önceye alınır veya sonraya bırakılır. Meselâ akşam namazı kılınırken yats; da beraber kılınır veya akşam namazı yatsı vaktinde onunla beraber kılınır. Bunlar kaza değil, edadır. Hacda Arafatta öğle ile ikindi beraber kılınır, Müzdelife´de akşam ite yatsı birlikte kılınır. Bunda ittifak var, fakat başka sebeplerle diğer zamanlarda iki namazı birlikte kılmada ihtilâf vardır. HanrFe´ye göre caiz değildir. Diğer mezhebler bazı şartlarla caiz görürler. Şafiî´ye göre çok yağmur varsa, gece ve gündüz namazları birlikte kıtınabilir. İmam Mâlik gece namazlannda müsaade eder, gündüz namazlarında bunu ma´zeret saymaz, ona göre sadece akşam ife yatsı birlikte kılınabiür. Leys de Hanefiler gibi caiz görmez. Şafiî, İbni Abbas´ın rivayetine dayanarak yağmurlu havada öğle ile ikindi, akşam ve yatsıyı birlikte kılmayı caiz görür. İmam Mâlik ise Hz. Peygamber´in sadece akşam ve yatsı namazlarını bir arada kıldığını söyler. İbni Abbas´ın rivayetinin yansını alır, yansını almaz. Şafii ise tamamını alır. Safi onu tenkid eder, kıyasla, Hadisin yansını tahsis ediyor, der. Şia ise yağmur olmasa da caiz görür!
[2] Bir şahid ve davacının yeminle mahkemede hüküm vermek mes´elesi, Medine fukahası İle İrak fukahası arasında ihtilaflıdır. Sonraları bu ihtilâf hep sürdü. İmam Mâlik, imam Şafiî, İmam Ahmed, Ebû Dâvud, Ebû Sevr ve Medine´nin yedi fakihi bir şahid ve davacının yekimi ile hükmü mai davalarında kabul ederler, imam Ebû Hanife, Sevr´i, Evzâî, Leys b. Sabit ve Câbir´in rivayetlerine dayanırlar. Müslim, ibni Abbas´tan şunu rivayet eder: «Hz. Peygamber, bir şahid ve yeminle hüküm verdi.» Buharı bunu almadı.
İkincilerin delili de kitap ve sünnettir. Kur´ân-ı Kerim şöyle der: «Eğer iki şahjd yoksa, o zaman şahidliği kabul edeceğiniz bir erkek ve iki kadın şahidlik yapar.» (Bakara Sûresi). Burada şahidlik yapacaklar beyan olunmuştur, bunlardan başka $ahid tanımak, Kur´an´t nesih etmek i, olur Mütevatir olmayan bir hadis, Kur´ân´ı nesh edemez. Sünnetten delilleri de şudur: Buhâri î´ve Müslim Eş´as b. Kays´ten şunu rivayet ederler: «Benim birisiyle dâvam vardı, Hz. Pey-dgamber benden şâhid istedi, veya davalıya yemin düşer, dedi. Ben de o yemin eder, |çekinmez, dedim. Hz.Peygamber de: ´Bir kimse haksız yere yemin ederse, ofâcirdir, Allah´ın iîhuzuruna çıktığında Allah ona gazab eder.´ buyurdu.»
[3] İlâ´ Araplar arasında câri bir tür kadından ayrılma yolu ve yemin usulüdür. 4 ay 10 gün süreyle idevam eder. Onun sonunda ya kadına yaklaşır veya aynlırlar. Kur´an-ı Kerim bunu anlatır.Fukaha arasında ihtilaflı bir konudur. Bunda Ebû Hanife´nin görüşü ile diğer imamların, Şafiî. Mâlik ve Ahmed´in görüşleri ayrıdır. Ebû Hanife´ye göre 4 ay 10 gün geçerse kadın boş olur.
[4] Ibni Hazme göre, bir adam karısına boşanma yetkisi verse, kadın bu hakka sahib olmaz. Çünki boşama yetkisi erkeğindir. Onu kadtına veremeyiz. Ebû Hanife, Mâlik, Safi ve Evzâl ve diğertukahaya göre kadın bu hakka sahib olur, kadın muhayyerdir, dilerse kocasının yanında kalır isterse boşama hakkını kullanır. Kendisini boşar, kocasından ayrılır.
[5] İmam Mâlik ve Şafii´ye göre yağmur duasında hutbe, bayram namazlannda olduğu gibi sonra
okunur. Leys ve Ebû Davud´a göre Cuma´da olduğu gibi önce okunur, Ebû Hanife´ye göre ise
yağmur duasında hutbe yoktur.
[6] İmam Mâlik ve Ebû Hanife´ye göre ortaklar ayrı ayrı nisaba mâlik olmadıkça onlara zekat düşmez. Safi´iye ve Leysre göre ise ortak mal, bir kişinin gibidir, mal nisab miktannı bulunca, ortaklara zekat vermek farz olur. Birinciler mal sahiplerinin hâline bakıyor, ikinciler mala bakıyor. Hadis-i Şerif iki türlü yorumlanıyor. Ebû Hanife´nin ve Mâlik´in yorumlan daha yerindedir. (Şafiî ve Leys yoksulu gözetiyor).
[7] Cihad atına verilen hisse hakkında fukaha arasında iki noktada ihtilâf var. Birincisi: Bir at İçin iki hisse mi, yoksa bir hisse mi verilir Ebû Hanife´ye göre atıyla gazaya gidene iki hisse verilir: Biri kendisi, biri de atı için. Yani ata bir hisse verilir. Hayvanın hissesini, insanın hissesinden fazla yapamam diyor. Mâlik, Evzâî, Leys ve diğerlerine göre bir hisse kendisi, İki hisse de atı İçin olmak üzere üç hisse alır. Yani ata iki hisse verilir. Bunların delili İbni Ömer´in rivayetidir.
Diğer ihtilâf da şurada: Gazada iki atı varsa, iki at İçin hisse verilir, yoksa bir at için mi Ebû Hanife ve Mâlik´e göre bir at için hisse verilir. Leys, Evzâl ve başkaları iki at için hisse verilir. ikiden fazlası için verilmez, diyorlar. Leys: Şam, Irak, Mısır ve Afrika müslümanlan bunda ittifak halindedir, diyor. Birinci görüş sahipleri bunu reddediyorlar. İmam Ebû Yusuf, EvzâVye red kitabında bunu tartışıyor ve bu konuda Hz. Peygamber´den ve Ashabdan ancak bir hadis var, bir hadis ise şazdır, onunla amel edemeyiz, diyor. Ve devam ediyor: «Ümmet bununla amel etti, ulema bunu aldı, diyorlar. Bu kabul olunmaz. Bunu alan âlim, bununla amel eden imam kimdir. Buna ehil midir bakalım İki ata.verilir de, üçe neden verilmez Üzerinde gaza edilmemiş, evde bağlı ata nasıl hisse verilir (Bak: Ebû Yusuf´un Siyeri Evzâl´ye red kitabı, S-40)