45- Halifelere Karşı Tutumu:
İmam Malik (Allah ondan razı olsun) 93 yılında doğdu, 179 yılında da öldü. Bu mübarek ömür içinde iki İslam Devleti gördü. Bu iki devlet sırasında İslam ülkeleri genişledi, İslam hakimiyetinin hududu/ üzerinden güneş batmayan, her tarafa uzanmış geniş ülkelere yayıldı. Doğudan İslam hudutları Çin´e batıdan Avrupa ortalarına, karanlık denize, Atlantik sahillerine ulaştı. Emevi ve Abbasi Devletleri, Hilafet adına hüküm sürerlerdi, fakat bu krallık ve istibdat idi. Halbuki bu ikisi birbirinden farklıdır, zira hilafet müslümanlar arasında şura yoluyladır. Halbuki krallık ve saltanat, parmak ısırtacak derecede şiddete dayanır, oğullar babadan miras yoluyla alır. Hükümdarlar arasında kavga eksik olmaz, silahlar çekilir, kılıçlar çarpışır, İmam Malik, işte böyle bir şeyin hüküm sürdüğü bir devrede yaşadı. Hariciler hükümete karşı geldiler, fakat kendileri onlardan daha adil değildirler. Onların en az adaletlisi kadar bile hgkuka riayet etmediler, daha çok zulüm yaptılar. Bundan başka devlete karşı çıkıp ayaklanmada, ayrıca daha çok kargaşalık, anarşi, düzenin bozulması, bütün işlerin fesada uğraması vardır. Haram tanınmaz olur, ırzlara tecavüz edilir, mal, can emniyeti kalmaz. Ne idiği belirsiz, baldırı çıplak takımı meydan bulur, bir saat anarşi içinde, nizam dairesinde yıllarca işlenemeyen zulümler irtikâp
olunur.
Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman (Allah cümlesinden razı olsun) devirlerinde olduğu gibi, sağlam bir şura hükmü kurulmaksızın böyle kötü hava içinde, ümitsiz bir hayat süren kimse, çaresiz bulunduğu hali kabul eder, İslamın çağırdığı ve olması gereken üstün, örnek bir hüküm şeklini bulamayınca, buna razı olur. O zamanki durum buydu, bu halden kurtulmak için daha büyük bir zararı, daha geniş ve derin bir fesadı göze almak gerek. Fakat başkaldırmakla bunların düzeleceğinden kim emin olacak Netice belli değil. Tecrübeler gösteriyor ki, bu halden başka hale geçişin, kurulu düzenin değişmesi, daha kötü haller doğurur, zulüm daha artar, zarar çoğalır, akılca bedihi olduğu kabul edilmiş bir kuraldır ki, ikisi de zarar olan bir şey arasında tereddüt hasıl oldu mu, o zaman zararı daha ehven, şerri daha az olan tercih olunur, bu bir fıkıh kaidesidir (Mecelle bunu ehven-i şerreyn ihtiyar olunur, diye almıştır). İşte bu durum, ağır başlı, sakin tabiatlı, bir fakih olan İmam Malik´i, bulunduğu hali kabule, o duruma razı olmaya sevketmiştir. Olması gerekene, Allah´ın hükmü cari oluncaya kadar iş böyle gidecektir. «Bir millet kendisini bozmadıkça, Allah onun halini bozmaz.» (Kur´an-ı Kerim)
«Layık olduğunuz şekilde idare edilirsiniz.» (Hadisi şerif) İmam Malik, onun için sustu. Ona göre susmak, vaki´ olan hali kabul sayılmaz, sükût ikrardan değildir. Onu değiştirmek elinden gelmeyince, gücü yetmeyince ne yapsın Onu değiştirmek elinde değil. Zararın çoğundan kaçınmak için, azı kabul edilir.
46- Ömer B. Abdîilazizi Takdir Ettiği:
Bu özeti biraz açalım: İmam Mâlik´in doğumu Emevilerden Velid b. Abdülmelik zamanına rastlar. Sonra kardeşi Süleyman hüküm sürdü. Sonra Allah hayır diledi, Süleyman´dan sonra Emevîlerin en hayırlı hükümdarı olan Ömer b. Abdülaziz Halife seçildi.[1] Mâlik´in gönlü ferahladı. Ömer b. Abdülaziz, son derece takva, zühd sahibi, akıllı, iradesi kuvvetli bir zattı. İslam ülkelerini, selefi Hz. Ömer b. Hattab´ın idaresine benzer bir tarzda idare etti, her ne kadar Hz. Ömer´in (Allah ondan razı olsun) bir benzeri yoksa da, onun yolundan yürüdü. İmam Mâlik, Ömer b. Abdülaziz´de tam manasıyla bir İslam hakimi vasıflarını gördü: İnsanların haklarını koruyor, onların canlarını, mallarını, ırz ve namuslarını koruyor. Müslümanların mallarını, devlet hazinesini son derece dikkatle muhafaza ediyor, halife olduktan sonra, devlet hazinesinden gayet az maaş alıp onunla yaşamaya razı oluyor, kendi Emevî ailesini, daha önce görmedikleri şekilde zabtü rabt altına alıyor, onları daha önce yaptıkları haksızlıkları iadeye mecbur tutuyor, insanların onlardan haklarını alıyor, bu hususta hiçbir gayreti esirgemiyor, adilane bir idare kuruyor. İmam Mâlik, bu adil hükümdarı, son derece beğendi. Onda yüksek ve adil bir İslam hükümdarı suretini gördü. Onun slretine uyardı. Hatta onun slretinin bir kısmını ezberlemişti. Bazı talebeleri onun suretinden ezberlediklerini naklederler.
Muhammed b. Abdullah b. Abdülhakem, Ömer b. Abdülaziz´in slretini naklederken başında şöyle demektedir:
«Bana babam Abdullah b. Abdülhakem anlattı ve dedi ki: Bana k/lâlik İbni Enes ve Leys b. Sa´d ve Süfyan b. Uyeyne Abdullah b. Lehia Bekir b. Mudar, Süleyman b. Yezid Ka´bî Abdullah b. Vehb, Abdurrahman b. Kasım, Musa b. Salih ve ilim ehlinden isimlerini yazmadığım daha niceleri anlatmışlardır ki, bu kitapta Ömer b. Abdülaziz´e dair yazdıklarımın hepsi, yazdığım ve anlattığım gibidir, onlardan her biri bana bir kısım anlattılar, bildiklerini haber verdiler. Ben de bunların hepsini topladım.»[2] Bu kitaba baktığında Mâlik´ten rivayet olunanların çokluğunu görürsün, ki bu da Mâlik´in bu âdi! halifenin slretine olan hayranlığı, onu adil İslam hükümdarının sağlam bir sureti saydığını
47- Hâricilerin Ayaklanmasını Hoş Karşılamadığı:
Bu adil hükümdarın saltanat müddeti, gece karanlığında parlayan şimşek parıltısı gibi parlayıp söndü, uzun sürmedi.
Ondan sonra gelen Emevî Halifeleri onun çığırından yürümediler, onun yolunu takip etmediler, milletin yolu sarpa sardı. Kötü arzular meydan buldu. Heva ve heves hüküm sürdü, Allahu Teala sanki bu adi! imamı bu karışık hava içinde, eğer doğru yolda giderlerse, insanlara iyilik vereceğini göstermek için başlarına getirmiştir. Allah´ın kudreti her şeyi kuşatmıştır.
İmam Mâlik, Emevı Hükümdarlarını, Haricilerin Devlet´e karşı çıkıp kafa tutmalarını, Ali hanedanının çöküntüsü, uğradıkları takipleri, bunların neticesi olarak millete gelen zararları gördü. Hakkın yerine getirilmediğine, batılın def edilmediğine şahid oldu. Geçmişi yaşayıp olayları gözleriyle gören üstadlarıntn ağzından bunları dinledi. Onların ağzından Harre olayını işitti. Hz. Peygamberin (ona salat ve selam olsun)
Harem-i Şerifi olan Medine-i Münevvere´nin üç gün üç gece nasıl mubah kılınıp, tecavüz edilmedik namus bırakılmadığını (çünki üç gün ırza geçmek, malları yağma etmek, insan öldürmek, Emevilerce helal sayılmıştı). Ensar-ı Kiramın evladları nasıl zelil edilip esir sayılarak zincirlere bağlandığını, hakkın çiğnenip batılın hüküm sürdüğünü hep dinledi. Abdullah İbni Zübeyr ile Abdülmelik b. Mervan arasında cereyan eden olayları, Harem-i Şerifin nasıl mubah sayılıp orada Müslüman kanı döküldüğünü, Allah evi sayılan Kâbe-i Muazzama´nın nasıl mancılıkla taşa tutulduğunu onlardan öğrendi. Hicaz´ı baştan başa fitne ve fesad kaplamıştı. Halbuki Mekke-i Mükerreme, insanlar için sevap ocağı idi. Hac yeri, Meş´ari Haram orada idi. Fakat fitne ateşi, hiç birşey bırakmıyor, hepsini silip süpürüyor…
Bundan dolayı İmam Mâlik her ne kadar zalim olsalar da, hükümdarlara karşı çıkmayı, isyanı yerinde bir hareket bulmuyordu. Çünki fitneler kopup kanlar dökülür, fitne zamanında evinde oturan, ayağa kalkandan, ayağa kalkan da savaşa gidenden hayırlı sayılır. Bu Ebû Musa EI-Eş´eri´den böyle rivayet olunur.
48- Hâricilerin Hicaz´da Yaptıkları, Asıp Kesmeleri:
İmam Mâlik 40 yaşına yaklaşıp yetişkin, olgun bir adam olunca Hicaz da büyük bir Harici fitnesi koptu.[3] Haricilerden Ebû Habza, çetesiyle birlikte Mekke´ye saldırdı. Hacılar Arafat´da idi. Mekke valisiyle andlaşma yaptılar, Hacılar hacdan dağılıncaya kadar sulh oldular. Onlara Hacılardan bir heyet gönderildi, içlerinde. İmam Mâlik´in hocası Rabia b. Abdurrahman da vardı. Heyet sözcüsü oydu. Onlara ahidlerini hatırlattı. Ebu Hamza «Maazallah, biz ahdimizi bozmayız, sözümüzden dönmeyiz vaflah, hayır yapmam, boynum kesilse yine yapmam, sizinle aramızda andlaşma son buluncaya kadar, dedi.»
130 Hicri yılında Ebu Hamza, çetesiyle Medine halkı arasında olan bir çarpışmadan sonra Medine-İ Münevvere´ye girdi, nice insanlar öldürdü. Kureyş´den nice canlar uçtu. Bozulanlar Medine´ye geldiler. Kadınlar yakınlarına matem yaparlar, ağlayıcı, yascı tutarlardı. Erkeklerinden haber gelinceye kadar orayı terketmezlerdi. Birer birer çıkıp erkekleri öldürülürken bakmaya giderlerdi. O kadar çok adam öldürüldü ki, matem çadırından kalan olmadı.»[4]
Sonra Haricileri oradan kovdular. Bu olaylar sırasında Medine askerlerin cirit oynadığı yer oldu, İnsanların acılarını duyan, bir kalp taşıyan İmam Malik, bunları Peygamberin kavmi Kureyşin katli ama uğramasını, Peygamber ilminin vârisi olan Medine halkının kılıçtan geçirilmesini, kendisinin hayvana binmekten çekinerek yaya yürüdüğü o kutsal yerlerde böyle fitnelerin azgınca koptuğunu gördü. Bu halde, bu duygular içinde isyandan ve isyancılardan hoşlanmadı, çünki isyanın, kargaşalığın sonu hiç de hayır getirmedi…
Çünki bu çatışmalardan, bunca insan kıyımından sonra sonuçta yine adalet gelmedi. Gayenin meşruiyeti, vasıtayı meşru´ kılar, veya iyi netice karşısında kötü vasıtanın günahı azalır, kuralları ona göre bu ortamda sökmez. Tutulan yol günah, neticeden hayır yok. Onun için, o isyana teşvik edici olmadı, hükümete karşı gelenlere yardım etmedi. Fitneye asla taraftar ve yardım edici olmadı.
49- Mekke ve Medine Halkının Fitnelerden Usanıp Yüz Çevirmeleri:
İmam Mâlik´in (Allah ondan razı olsun) fitneden yüz çevirmesi, isyana taraftar olmaması, Medine halkına hiç de garip gelmedi. Çünki onlar da aynı eğilim, özlem ve arzu içinde idiler. Çünki İslam hakimiyeti Hicaz´ın elinden çıkıp idare, Hz. Ali çağında Irak´da, sonra da Emeviler çağında Şam´da, daha sonra Abbasiler çağında tekrar Irak´da yerleşince, o zamandan itibaren Hicaz halkı, siyasetten e! çektiler, onunla meşgul olmaz oldular, onları siyasete sürüklemek isteyene kulak asmadılar. Yalnız Yezid b. Muaviye çağında Hz. Hüseyin (Allah ondan razı olsun) ile ayaklanıp onun tarafını tuttular. Ondan sonra Medineliler, hiçbir siyasi arzuya alet olmadılar, hiçbir harekete katılmadılar, ancak, Medine´ye saldırıldığı zaman kendilerini savundular. O zaman Medine halkı canlarını, mallarını, ırz ve namuslarını korumak için müdafaaya geçtiler. Bunu bir kavme taraftar çıkmak veya bir devlete yardım etmek için yapmadılar, yalnız sükûnu korumak için yaptılar. Nasıl ki Haricilerden Ebû Harnza´ya karşı tutumları böyle oldu. Bundan dolayı Medine-i Münevvere, Emeviler çağında, Abbasiler devrinin bir kısmında, diğer Hicaz ülkeleri gibi, sükûn içinde şairler, alimler ve kendilerini Allah´a veren zahidler yatağı oldu. Dünyaya iltifat etmediler, ´Rahmana ibadet, Kur´an´ı anlamak, hadis-i şerifleri öğrenmek, dini konularda fetva vermek gibi işlerle meşgul oldular, şartları uygun buldukça bunu yaptılar. İmam Mâlik (Allah ondan razı olsun) bu hal üzere yetişti. Muhitinden bu terbiyeyi aldı. Olayların gelişi, onun gönlünde bu arzuyu kuvvetlendirdi. Görüşünün sağlam, yolunun doğru olduğunu, kanaatinin isabetli bulunduğu, delillerle kuvvetlendi, ömrünün sonuna kadar bu yoldan ayrılmadı.
50- Huzur, Fitne İle Değil, Halkı ıslah ile Sağlanır:
İmam Mâlik, İslam topluluğunun çoğunluğundan, cemaattan ay-nlmadı. Devlete karşı gelip itaatsizliği hoş görmedi, isyana asla davet etmedi, onu teyid etmedi. Doğruyu söylemek gerekirse, o çağının halifelerinden ve devlet adamlarından yana olmaya , onları teyide de çağırmadı, o, tarafsızdı, yan tutmadı. Bir isyan çıkar veya bir fitne koparsa, kimseden yana olmaya da davet etmedi. Onun mantıkına uyan, görüşüyle barışan da budur. O, cemaata uyup devlet´e itaat tarafını tutuyorsa da, bu çağında sultanın siyasetini İslam hükümleriyle ve Kur´an-ı Kerim hidayetiyle uygun bir sarih hak yolundan değil, ancak devlete itaata rıza gösterdiğinden böyle yapıyor. Çünkü bunda nisbeten bir nevi´ salah var. İsyanda ise zarar var. Bu hali güzel öğüt, sırasında hak sözle ıslah etmek, irşad yoluyla hidayete ulaştırmak mümkün. Zira
hakimin salahı, idare edenin iyi halde olması, çok defa idare olunanların salahına bağlıdır. Öyleyse alimlere düşen şey, insanları ıslah etmektir, irşad yoluyla doğrulmaktadır. Halk ıslah olup İyi hale gelirlerse, onların, iyi halde olmalarına uyarak idareciler, baştakiler de iyi olur, hadis-i; şerifte geçtiği üzere; milletler layık olduğu idareye kavuşur. İslah yolunda onun görüşü nasıl olursa olsun, o hiçbir sebeple fitneyi doğru bulmaz ve ondan yana olmaz, çünki fitnede iki taraf da günah işlemektedir. Hiçbir taraf diğerine karşı desteklenemez, Halifeye karşı isyan eden Haricilerin öldürülmesi hakkında kendisine sorulduğu zaman cevabı bu tarzda olmuştur. Birisi, onları öldürmek caiz olur mu diye sordu. «Eğer Ömer b. Abdülaziz gibi adil birine karşı çıkarlarsa, evet» dedi. «Şayet onun gibisi değilse ne olacak >> deyince:
« Bırak, Allah zalimden zalimle intikam alsın, sonra da her ikisinden intikam alsın.» dedi.[5]
Bunu hangi devlet hakkında söyledi Emevİ Devleti veya Abbasi mi bilemiyoruz! fakat ihtimal Abbasi Devleti hakkında olmasıdır. Çünki İmam Mâlik´in olgunluk çağı o zamandır. Bundan onun Abbasiieri değil de Emevileri tuttuğu anlaşılmasın. Çünki onun hayatında, üzerinde yürüdüğü mantık, buna uygun düşmez, sonra o, soran kimsenin önüne canlı bir misal koyuyor: Şayed Halife Ömerb. ^düiazizgibi doğru, adil, takva sahibi, insanlara karşı şefkatli olursa, o zaman ona isyan edenler öldürülür, yoksa bıraksınlar, hepsi de sapıklık içinde yüzsün dursunlar, diyor.
51-Hasan Basri ile İmam Mâlik´in Görüş Birliği:
imam Mâlik´in, Haricilerin halifelere karşı silaha sarılması hakkındaki sözleri bize Emeviler çağında Basra nın meşhur vaizi ve fakihi Hasan Basri nin tutumunu hatırlatır.[6] Kendisine Haricilerin Emevi Halifelerinden Abdülmelik b.Mervan a karşı ayaklanmaları sorulduğunda:<>,dedi.Şamlılardan bir adam:<>deyince kızdı ve eliyle işaret yaptı.Sonra şöyle dedi:
<ßEmir ül Mü minin den yana da evet , Emir ül Mü minin den yana da >>
Görülüyor ki, bu iki âlim arasında görüş birliği var. İkisinin de Hariciler hakkındaki görüşü bir, ifade farklı ise, manası ayni.
Gerçekten çağında idareciler hakkında İmam Mâlik´in görüşünü inceleme ve zamanındaki Emevi idarecilerine dair Hasan Basri´nin görüşünü araştırma bizi şu neticeye götürmektedir: Bu iki değerli imamın kanaati aynıdır. Zira ruh, kaynak ve sebep bir. Her ikisi de çok çalkantılı, çok fitneli siyasi ahval içinde yaşadılar. Böyle fırtınalı fitnelerin gürültüsü içinde hak söz duyulmaz, kin ve intikam hakimdir. Kötü arzu ve isteklere uyulur. O gibi günlerde mü´mine yakışan, hadis-i şerifte olduğu gibi kılıcı elinden bırakıp taşa çalmak, insanlardan kaçıp dağ tepelerine sığınmaktır. Eğer kırda otlatacağı koyunu yoksa, dağ tepelerine gidemezse, insanlar arasında yaşamak zorunda ise, onların içine düştükleri fitnelere dalmamalı, dini konularla meşgul olmalı, Selef-i Salih´in izinden gitmeli, kendi yakınlarına ve sözü geçen kimseler aynı yolu göstermeli.
Görüldüğü üzere Hasan Basri ve İmam Mâlik (Allah ikisinden de razı olsun) aynı noktada birleşiyorlar. Çünki her ikisi de muttaki, Allah´tan korkan, temiz yürekli kişilerdi. Güzel ahlaklı, yüce.görüşlü, keskin akıllı, işin sonunu düşünen ve gören kişilerdi. İkisinin de kanaatına göre; sırasında güzel öğüt, tatlı söz; isyandan, ayaklanmadan, fitne ve fesat çıkarmaktan daha faydalıdır. Her ikisi de dinleyecek kulak, anlayacak kalb buldular mı, aynı güzel öğütleri söylerlerdi. Onun için fitne ve fesatlar karşısında ikisinin tutumu aynı olmuştu. İmam Mâlik bu konuda Hasan Basri´nin izine uymuştur. Onun tutumunu biliyordu. Çünki Hasan Basri öldüğü zaman, İmam Mâlik 18 yaşında idi.[7] Said b. Müseyyeb´İn Halifeye dair tutumu aynıdır, Malik onlara uyar.
Hasan Basri ile, İmam Mâlik siyasi bakımdan aralarında görüş birliği olmakla beraber, bir noktada ayrılıyorlar: Hasan Basri siyasetten uzak bulunduğu halde, Hz. Ali´ye taraftardı, Muaviye ile savaşında Hz. Ali haklıdır, Muaviye haksızdır, hatta Muaviye ona göre bağındır, devlete karşı, meşru hükümete karşı başkaldırmıştır. Hz. Ali (Allah onu şerefli kılsın) kendisinden önceki üç Hulefa-ı Raşidin mertebesindedir.[8] Dereceleri farklı olmakla beraber, o da Hz. Peygamberin cennetle müjdelediği Aşere-i Mübeşşere´den, on zattan biridir. İmam Mâlik ise (Allah ondan razı olsun) bütün haberlerden anlaşıldığına göre pek Hz. Ali yanlısı değil, onun, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman (Allah onlardan razı olsun) diğer sahabiler derecesindedir, ona göre üç halifenin mertebesine yükselemez. Bu hususa biraz açıklık getirilmesi gerekir: Hz. Ali yanlısı biri, İmam Mâiik´e dersinde.sordu:
Hz. Peygamber aleyhisselamdan sonra insanların en hayırlısı kimdir
Hz. Ebubekir´dir, dedi.
Sonra kimdir dedi.
Ondan sonra Hz. Ömer´dir, cevabını verdi.
Sonra şehid edilen Halife Osman´dır, dedi.
Talebesi Musab rivayet eder: İmam Mâlik´e, Hz. Peygamberden (O´na salat ve selâm olsun) sonra insanların en faziletlisi kimdir diye sordular. «Ebubekir´dir» dedi. «Sonra kimdir» sorusuna da «Ömer´dir» diye cevap verdi. «Sonra kimdir dediler, «Osman´dır» dedi.Ya sonra kimdir » denince, burada durakladı. Sözünü şöyle tamamladı: «Bu üçü insanların en hayırlılarıdır. Hz. Peygamber hastalanınca, Ebû Bekir´e namazı kıldırmasını emretti, Ömer´i Ebû Bekir seçti, Hz. Osman´ı Hz. Ömer´in tayin ettiği 6 kişi şura seçti ve durdu. Diğer bir rivayette, bu işi, hilafeti taleb eden etmeyen gibi olamaz.»
İbni Vahbin rivayeti ise şöyledir: «İnsanların en faziletlisi Ebû Bekir ile Ömer´dir, dedi. Sonra kimdir, dedim. Sustu. Dedim ki: Ben din hususunda sana tabi bir kişiyim. Bunun üzerine «Osman´dır» dedi.[9]
Bu muhtelif rivayetlerden şu iki netice çıkmaktadır: İmam Mâlik Hulefayı Râşidin´den Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman´ı aynı mertebede saymaktadır, diğerleri onlardan aşağıdadır. Ancak İbni Vehbin zikrettiği son rivayete göre Hz. Osman´ı, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer´in derecesinde saymakta tereddüt ettiği anlaşılıyor. Çünki onu sorduğu zaman sustu.
52- Hz. Ali´nin Hulefayi Raşidin´den Sayılıp Sayılmadığı:
Bu görüşüyle İmam Mâlik, kendisiyle aynı çağda yaşayan diğer iki imamdan ayrılmaktadır. Birisi ondan daha yaşlı olup daha önce ölen İmam-ı A´zam Ebu Hanife´dir. Diğeri kendisinden daha küçük ve talebesi olan İmam Şafii´dir. Çünkü İmam-ı A´zam Ebû Hanife, Hz. Ali´yi diğer ashab derecesinde değil, onu Hulefayı Raşidin derecesinde saymaktadır. Hatta onu derece serisinde Hz. Osman´dan öncede tutmaktadır. İmam Şafii´ye gelince: Hz. Ali´ye olan sevgisinin aşikare söylemektedir. Onun düşmanlarını hükümete başkaldırmış Bâgıfer saymaktadır. Bağıler, hükümete karşı başkaldıranlar hakkındaki hükümleri, Hz. Ali´nin hükümetine karşı isyan eden Haricilere karşı Hz.Ali´nin uyguladıklarından çıkarmaktadır. Hatta İmam Şafii bu yüzden Şiilikle itham olunmuş, bu nedenle hesaba çekilmiş, tehlike bile atlatmıştır. Şu da var ki, o Hz. Ebu Bekir´in güzel menakıbıni daima anar, onu Hz. Ali´den üstün tutardı (Allah ikisinden de razı olsun). Bu sebeple onu Rafızi sayanlar bile olmuştur (M. Akif, Safahat- Asımda Şafii´nin buna dair şiirini nakleder).
Mâlik Hz. Ali´yi acaba neden diğer üç Halife derecesinde sayıp üstün tutmadı. Hz. Osman´ı saydıktan sonra durur ve «Burada artık insanlar aynı seviyededir.» derdi. Halbuki Hz. Ali, diğer insanlar gibi değildir, bu büyük İmam Hz. Ali´nin faziletlerini, dillere destan olan menakıbı bilmez midir İslama olan hizmetlerini, onun gazalarını, bu uğurdaki kahramanlıklarını, Hz. Peygambere olan yakınlığını inkar mı ediyor Bunları bilmediğini hiç zannedemeyiz. Böyle bir şey asla hatıra gelemez. O Hz. Ali´yi (Allah ondan razı olsun) gayet iyi, tanır, onun yüksek mevkiini, makamını bilir, fakat o bu mes´eleye cevap verirken buna hilafet bakımından bakmakta, o noktadan eğilmektedir. Belki bu bakımdan cevap vermekte, biz ne kadar buna muvafakat.etmiyorsak da, onu mazur gösterecek sebepler vardır: Bizim bulabildiğimiz sebepler şunlardır:
a- Ona göre, Hz. AH Efendimiz, hilafete talip idi. Onu elde
etmeye çalışıyordu, istiyordu. Bu onun için bir kusurdur, onu istemeden o makama geçenlerin mertebesinde sayılmaz. Bazı rivayetler de şöyle dediği söylenir: «Bu işi isteyenle istemeyen bir olmaz. İstemek, arzuyu gösterir, arzu da ise bir nevi´ itham bulunur. İstememek ise zühd ve takvaya delalet eder, takva da ise nezahet vardır, ithamdan uzaktır, «Talip olma, matlup ol.» derler.
b- Hz. Ebû Bekir´in Halife seçilmesi Hz. Peygamber Aleyhisse-lamın bir nevi işaret ve emriyle olmuştur, Hz. Ömer´in Halifeliği de, Hz. Peygamberin işaretiyle seçilen Hz. Ebu Bekir´in seçim ve tayiniyle olmuştur. Hz. Osman ise, Hz. Ömer´in gösterdiği altı kişinin seçmesiyle o makama gelmiştir; onu Şura Hey´eti intihab etmiştir. Hz. Ali´ye gelince iş böyle olmamıştır, Onun ihtiyari, ondan öncekilerin İhtiyari gibi olmadığından onlar gibi sayılamaz.
Geçen rivayetlerden birinde buna işaret sayılacak bir şey vardır. Onun bu ´sözünde Muâviye´nin ve Emevilerin havası sezilmektedir.
c- İmam Mâlik mes´eleleri incelerken realist bir adam gibi davranır, işlere bakar, başka birşeye değil. Hz. Ali (Allah ondan razı olsun) devri baştan başa savaşlarla, iç çatışmalar ve kargaşalıkla dolu bir devirdir. İmam Mâlik bu gibi şeylerden hoşlanmaz, nefret eder.
Onu: İslamın kılıcı, Zülfikar sahibi olan Hz. Peygamberin amcasının oğlu ve sevgili kızının kocası bulunan Ali Beyt´in temeli sayılan Hz. Ali hakkında bu görüş sevkeden ma´zeretler ne olursa olsun, bunda bir nevi´ Emevi eğilimi vardır, Emevilerin yaptıklarını her ne kadar beğenmiyorsa da, bu hava seziliyor, her ne kadar Hz. Ali aleyhinde birşey söylediği, onu hayırdan başka bir ^eyle andığı bilinmiyorsa da bu, onu tam manasıyla takdir etmeyi göstermez.
53- Hz. Ali´den Az Hadis Rivayet Etmesi Mes´elesi:
İmam Mâlik in bazı çağdaşları, onun Hz. Ali´den ve Abdullah İbni Abbas´dan çok hadis-i şerif rivayet etmediğini İleri sürmüşler, onu buna sevkeden şeyin Emevi eğilimi olduğunu söylemişler, Bunun sebebi sorulunca cevabında: Kendisi o iki zatı görmediğini, onların asha-biyle, arkadaşlarıyla buluşmadığını söylemiş.´Çünki o: Rivayetlerinde zikri çok geçen ve ashabiyle görüşmüş olan kimselerden, Tabiilerden nakletmektedir. Soran bu zat, Abbasi Halifelerinden Harun Reşit idi. Zürkâni Muvatta şerhinde şöyle diyor:
«Harun Reşid, İmam Mâlik´e dedi ki: Kitabında Hz. Ali´nin ve Abbas´ın zikrini görmüyoruz. Buna cevap olarak: «O ikisi benim memleketimde değildi, onların adamlarıyla da buluşup görüşmedim. » dedi. Eğer bu doğru ise, bundan maksad çok zikirleridir. Çünkü muvatta da ikisinden de rivayet olunan hadisler var.»[10]
Mâlik´in: Benim memleketimde yani Medine´de değildiler, demekten maksadı eğer ömürlerinin son devirlerinde burada değildiler demekse, doğrudur. Zira Hz. Ali´nin (Allah ondan razı olsun ve onu şerefli kılsın) Hilafet makamı Irak idi ve oraya defnolundu. Abdullah İbni Ab-bas´ın son yıllan Mekke-i Mükerreme de geçti, ders halkası oradaydı, orada ders verirdi. Özellikle Kur´an-ı Kerim tefsirini orada yapardı. Bundan dolayı bu iki zattan, Hz. Ali ve Hz. Abbas´dan rivayet bu iki ülkede çoktur. Fakat Hz. Ali´nin hayatının çoğu Medine-i Münevvere´de geçti. Çünkü kendisinden önceki üç halife devrinde orada yaşadı. Bu sebeple Medine´deki ravilerin ondan hadis-i şerif duymamış olmaları düşünülemez. Meğer ki, Emevilik eğilimi üstün gelip de, Emevilerin hoşuna gitmek veya onların ezasından korkarak, Hz. Ali´den az rivayet etmiş olalar. Çünkü Emeviler, Hz. Ali´nin (Allah onun şanını artırsın, onu şerefli kılsın) adını unutturmak, namını silmek için hiçbir şeyden, çekin-miyorlardı. Onlar ki, sağken ona düşman kesildiler, sonra da onun zürriyetinin kanını helal sayıp dökmekten çekinmediler.
54-Onun Siyasi Görüşünün Özeti:
Sözün özeti olarak şöyle denebilir: İmam Mâlik (Allah ondan razı olsun) zühd ve takva sahibi bir alim olup siyaset batağına dalmak İstemeyenlerdendi, hiçbir suretle devlete karşı ayaklanmaya, isyana teşvik etmezdi. Fitne ve fesada asla razı olmazdı. Diğer yandan halifelere, devlet adamlarına, öğütten, nasihatten çekinmez, sözünü esirgemezdi. Halifelerden ihsan kabul eder, hediye alırdı. Emevilerin hoşlanacağı bir eğilim içinde idi, fakat bunu sözle ve işle açığa vurmazdı, belirtmezdi. Bununla beraber Hz. A!i hakkındaki görüşü umumiyet itibariyle onların görüşüyle birleşik sayılabilecek niteliktedir.
——————————————————————————–
[1] Ömer b. Abdülaziz 99 yılında halife oldu, 101 yılında vefat etti. Mâlik o zaman 8 yaşındaydı, bu yaşta bir gencin artık aklı çalışır.
[2] S.17,Bu kitap Mısır da basılmıştır.
[3] İbni Esir, Kâmilin´dederki: 129 yılında Harici Ebû Hamza hacca geldi, insanlar Arafat´da iken bir de baktılar ki, 700 kadar kara sarıklı ve bayraklı kişi ellerinde oklargeimişer. Halk korktu. Ne istediklerini sordular. Mervane ve âli mervâne karşı olduklarını söylediler. O zaman Mekke ve Medine Valisi olan Abdülvahid onlardan sulh istedi. Ve insanlar dağılıp hac bitinceye kadar barış yaptılar.
[4] İbni Esir, C. V, S-146 Ebû Hamza´nın bir hutbesi şudur: «Ey Medineliler! Yılık olan Hişâm´ın devri geçti, sizin meyvelerinize afet vurdu. Vergiyi kaldırmasını istediniz, o da yaptı. Bununla . zenginin serveti, fakirin yokluğu arttı. Ona Allah hayrını versin dediniz, vermesin. Ey Medineliler! Biliniz ki biz memleketimizden şer ve abes için çıkmadık. Devlet veya öç içinde çıkmadık, baktık ki, hak ışıkları söndü, hak diyen ezildi, adelet istiyen öldürüldü. Yeryüzü bize dar geldi, . Rahmana taate, Kur´an ile hükme çağıran birini duyduk. Biz ona uyduk. Çeşitli kabilelerden toplandık. Biz yeryüzünde azız, Allah´ın nimeti sayesinde kardeş olduk. Sonra sizin adamlarınızla karşılaştık, onları Rahmana itaata, Kur´an´a uymaya çağırdık. Onlarsa bizi şeytana itaata, Mervane uymaya çağırdılar, Buikîsi; zulüm ve adalet arasında fark ne büyüktür. Şeytan onları tuzağına düşürdü, onların kanıyla kazanını kaynattı. Allah´ın yardımcıları kitleler halinde geldiler. Ellerinde parlak kılıçlar, kavga değirmeni döndü. Ey Medineliier! Siz Şayet Mervane ve. onun âline yardım ederseniz, Allah sizi ya kendi tarafından, ya bizim elimizle bir azaba çarpar, mü´min kavmin Öcünü alır.
Ey Medineliler! Evveliniz hayırdı, sonunuz ise şer. Bana Allah´ın kitabında larz kıldığı 8 hisseden, zekattan haber verin. Bu zenginden alınıp fakire verilir. Dokuzuncusu çıktı, bunu zorla kendisi için aldı. Ey Medine halkı, duydum ki, siz benim arkadaşlarımı, adamlarımı küçümsüyorsunuz. Tecrübesiz gençler, yeni yetişmiş çocuklar ve baldın çıplak Araplar dermişsiniz. Allah için onlar, gençliklerinde bile yetişmiş olgun kimselerdi. Gözleri sere bakmaz, ayakları batıla yürümez…>>
[5] Ahmed Emin, Duhal-İslam.
[6] Hasan Basri Hazretleri, 110 H. 728 M. yılında öWü, 90 yıldan fazla yaşadı.
[7] Hasan Basri´nin Emevilere karşı tutumuna kısaca işaret edelim: Hasan Basri fi´ilen siyasetten ayrı durdu, fakat fikren siyaseti bırakmadı. Ömer b. Abdülaziz´den maada Emeviler hakkındaki görüşü kötüydü, fakat onlara karşı isyanı da doğru bulmaz, halkı buna davet etmezdi. Çünki: a- Devleî´e karşı gelmek İslamı temelinden sarsar, din muattal kalır. Emir onlara bakıyor, onların elinde; Cuma kılmak, ganimeti toplayıp tevzi etmek, hududu muhafaza etmek, şeriat kaidelerini îatbik eylemek. Din bunlarla ayakta durur. Baştakiler her ne kadar cevr ve zulüm yapsalar da, ıslah ettikleri, ifsatlanndari daha fazla ve yararlı, zararlardan daha çok. b-Devfet´e karşı isyan, İslam Devletine zarar getirir, Müslümanların birbirine kini artar, zararı dokunur, düşman onlara saldırır.
c-Gördü ki, Devlet´e karşı isyanda haksız yere kanlar akar, (Harialer bunu yaptı) zulüm artar. İnsanlar bizim zalimin elinden, daha büyük bir zalimin eline düşer.
d-Ona göre fesadı ıslah yolu, isyan değil, ıslah etmektir. Fesad iki başlıdır, idare edenlerde ofduğu gibi, idare edilenlerde de kusur var. Baştakilen ıslah zor, fakat halkı ıslah daha kolay. Halk iyi olunca baştakiler de iyi idare eder. Birdef´a birini Haccac Zalime beddua ederken işitti; Allah aşkına yapma, dedi.O bize göre geldi. Eğer Haccac azlolunur veya ölürse başımıza(maymun ve domuz tabiatlılar göçer, bundan korkarım.Peygamberimiz; Başınızdakiler, amellerinize göredir, buyurmuştur. Lâyık olduğunuz gibi idare olunursunuz. Bir adam, salih olan bir dostuna mektup yazarak, idarecilerin zulmünden şikayet etmiş. O da ona şu cevabı yazmış:Eykardeşim, mektubun geldi, baştakilerin zulmünden şikayet ediyorsun. Bu amelinize göredir. Günah isteyenin cezadan şikayete hakkı olmaz. Başınıza gelen günahınızın vebalidir.Kendinizi ıslah edin. Baştakiler de ıslah olur. Selam.»
[8] Muhammad Ebû Zehra, Tarihül-Cedel, S. 345
[9] Kadı, Medârik, S. 205
[10] Zürkani, Şerhi Muvatta´ Mukaddimesi, S. 9