1- İmam Mâlik Hadis Ve Fıkıhtan Başkasına İltifat Etmedi:
İmam Mâlik, hem hadis âlimi ve hem fakihtir. O, bu iki vasıftan başka bir sıfat aramadı. Çünki o kitap ve sünnet ilmincjen ve Selef-i Salih´in yolundan başka birşey istemiyordu. O araştırıcı bir hadis alimi, rivayet erbabını inceleyici bir münakkıddı. Hz. Peygamberin hadisle-riyle Kur´an-ı Kerim´i tevfika çok önem verirdi. Fıkıhta müracaat olunan bir imamdı. Görüşler onun rey´ile ölçülürdü. O hükümlerini önce Kur´andan alır, sonra sünnete bakar, sonra da selefin kavillerinden, yargılarından faydalanırdı. Karşılaştığı olayları, bildiklerinin ışığında inceler ve düşünen bir akıl, anlayan bir zeka, keskin bir basiretle onları çözerdi. O, Selef-i Sâlihin ilmine dayanamayan bilgiye önem vermezdi, Ehli-hevanın, sapıkların görüşlerine bakmazdı, muhtelif fırkalardan hiçbiriyle tartışmaya girmedi, onların düşüncelerini kaale almadı, onların sözlerini hiçe sayıp cevaba bile tenezzül etmedi, unları daldıkları sapık vadide kendi başlarına bıraktı.
Gerçekten o zaman Medine´de, İmam Mâlik´in sevip sarıldığı hadis ilminden başka ilim yoktu: Fıkıh ilmi, Hz. Peygamber Aleyhisselam´ın ashabından ve tabiilerinden naklolunan bu zengin servete dayanıyordu. Medine-i Münevvere İslama karışan çeşidli cereyanlardan, sapık eğilimlerden uzaktı. Yeni çıkan bu fikir çalkantılarından en keskin akıl bile bocalar, kuvvetli imanı olmıyan şaşırırdı. Bu hareketler, Basra ve Küfede çoktu, Şam ve diğer yerlerde de vardı. Ancak Peygamber şehri olan Medine bunlardan uzaktı, kurtulmuştu. Bununla beraber,. bunlara dair haberler Hicaz´a da ulaşıyordu. Çünki bunlardan hacca gelenler oluyor orada kendi görüşlerine dair konuşuyorlardı. Onun için İmam Mâlik´ten onlar hakkında bazı sözler nakil olunmaktadır. Bazısında onlardan sakındırıyor, bazısı onları mü´min saymak hususunda, onların konularını ele alıp tartışmada. Fakat bunlar selef yoluyla yapılıyor, bid´at yoluyla değil. Bu bakımdan, bu muhtelif fırkaların ortaya attıkları inanç meselelerine dair İmam Mâlik´in bir takım sözleri nakil olunmaktadır. Ancak ö bunları, mücerred, akli nazariyelere göre ele alan kelam uleması gibi değil, Selef-i Salih usulüyle işlemektedir.
2- Onun Çağında Hilafet Çekişmeleri:
İmam Mâlik´in yaşadığı çağ, hilafet çekişmelerinin çalkalandıği bir devirdir. Dünyaya gözlerini açtığı zaman kulağına, Abdüimelik b. Mervan ile Abdullah İbni Zübeyr arasında hilafet için kanlt çarpışmaların haberleri çalındı. İslam diyarı, Müslüman kanıyla bulandıktan, gökler feryad ve figanla dolduktan sonra, hakimiyetin Mervan oğluna, yani Emeviiere geçtiğini gördü. Haricilerin isyanlarına şahid oldu. Onların inançlarını öğrendi. Hz. Fatıma sülalesinden Hz. Ali evladlarının hilafet davasıyla Emevüere karşı gelmelerini, Abbasilerin, Emevi Devletini yenip hakimiyeti ele geçirmelerini, sonra da ikisi de aynı hanedandan oldukları halde Abbasilerin, amca oğulları Hz. Ali evladına karşı sert davranışlarını, bunları hep gördü. İmam Mâlik bu haberler içinde boğuldu. Medine´nin bir defa Haricilerin eline geçtiğini gördü. Bir defasında Hz. Ali evladından Nefs-i Zekiyye denen Muhammed b. Abdullah b. Hz. Hasan´ın idaresine geçtiğine şahid oldu ve bu defa Medinelilerin Emeviiere verdikleri biati bozarak Nefs~i Zekiyye´ye biatin helal olduğuna dair fetva vermiş olmakla itham olundu. Ve İmam Mâlik daima Selef-i Salih´in yolundaydı. Onların ise, etrafında çekişmeler ve tartışmalar olan bu niza´lı mesele hakkında bir tutumları vardı. O, elbet bu kendi usulüne göre bu yolu incelemiş ve tutumunu çizmiştir. Bu mesele hakkırıda asla fitne uyandırmamak ve´ buna karışmamak, Ancakbu hususta fitneden kaçındığında, kendi kanaatini açıklamaktan son derece sakınırdı. Çünki uzak, yakın bütün İslam aleminde onun yüksek ve itibarlı bir mevkii vardı. Taraflar onun sözlerini propaganda âleti yapmalanndan korkardi. Onun kanama göre, ortada hakim olan idare ne kadar batı! ve bozuk da oisa, kopacak fitne ondan daha kötüdür. Onun için hilafet konusunda onun açık görüşünü belirten sözler naklolunmamıştır. Bize´ ulaşan sözler çok azdır ve açîk değildir. Bununla beraber, az da olsalar, onları kısaca incelememiz gerekir.
Onun için önce onun inanca dair sözlerini sonrada hilafet hakkındaki görüşünü öğrenelim.
3- Sünnete Bağlılığı, İnanç Hakkındaki Sözleri:
İmam Mâlik´in (Allah ondan razı olsun) sık sık şairin şu beytini tekrarladığı söylenir:
«Dünyada en hayırlı İş sünnete uygun olandır. En kötü şey de sonradan çıkan bid´atlardir.»[1] Ömer b. Abdülaziz´in sünnet hakkındaki sözünü ezberlemiş ve her münasebetle onu söylerdi. O adil halife şöyle demişti: Hz. Peygam-ber´in birtakım sünnetleri var, ondan sonra gelen emir sahiplerinin tuttukları bir yol var: Onları almak ve onlara uymak, Allah´ın kitabına tâbi olmaktır, Allah´a itaati tamamlamaktır, Allah´ın dinini kuvvetlendirmektir. Kimse onları değiştiremez, onlara muhalif iş tutamaz.Onlara uyan hidayettedir, onlara uyan yardım görür, onları bırakan, mü´mihlerden başkasının yolunu tutmuş olur. Allah onu kendi haline bırakır ve cehenneme sokar, orası ne kötü yerdir.»
İmam Mâlik bu sözleri nakleder, onları söylediği zaman neşesinden sevinerek tasdik ettiği görülürdü.[2]
4- Bid´at Tartışmalardan Çekinir, Selef Yolunu Tutardı:
Bundan dolayı, İslam´da baş gösteren yeni fırkaların akaid hakkındaki sözlerine kızar, hoşlanmazdı. Çünki onlar Selef-İ Salih´in tanımadığı şeyleri kurcalıyorlardı. Onları karıştırmak İslam´ın yararına birşey değildi. Onlar mücerred akil görüşe dayanır, cedel ve niza dolu tartışmalı şeylerdi. Selef-i Salih´in yolu bu değildi. Dini rehbertutmaymca, akıl ıssız çöle düşmüş gibi olur. Orada yürüyen şaşırır. Gece karanlığında odun toplayana döner. Onun için bu fırkalardan uzak durdu, onların yoluna uymadı. Ebû Talîb Mekkî, bu hususta şöyle der: «İmam Mâlik kelamcıların yolundan en uzak olandı. O, sahabe ve Tabiinden Selef-i Salih´in yoiunu tutmuştur.» Adamın birisi ona ehli sünneti sordu. O da sünnet ehli: Ne Cehmidîr, ne Rafızldir, ne de Kaderi olur cevabını verdi. Muhtelif fırkaların kurcalayıp daldıktan meselelerde den biri kendisine sorulunca ya hiç cevap vermez, yahut kısa cevap verirdi. Münakaşadan kaçınmak için böyle yapardı. Onun kısaca vermiş olduğu cevaplar da esere dayanırdı. Kitap ve sünnetten bir nass bulamadığı zaman kendine çizmiş olduğu yoldan ayrılmaz, selefe uyardı. Süfyan b. Uyeyne der ki: Bir kişi İmam Mâlik´e şunu sordu: Allah, arşa istiva etti, ayet böyle diyor. Nasıl istiva etti İmam Mâlik uzun süre düşündü, alnında iri iri terler belirdi. Mâlik´in bu sözden alındığı kadar hiç bir şeye böyle alındığını görmemiştim. Yanındakiler ne diyecek diye beklemeye başladılar. Sonra bu hat geçince «İsitvâ malûm, fakat onun istivasını akıl kavrayamaz, bunu sormak da bid´attır, buna iman ise farzdır, ben seni şaşırmış görüyorum,» dedi. Adam ona şöyle hitabetti:
« Ey Ebû Abdullah, ondan başka Tanrı olmayan Ulu Allah´a and olsun ki, bu soruyu Basralılara, Kûfelilere ve Irak ehline sordum. Senin kadar hiç birinden uygun bir cevap alamadım» dedi.[3]
Onun araştırma ve öğretileri böyle nassların delaletine dayalıydı.Kur´an-ı Kerim´in ve hadis-i şeriflerin lafızlarının, özellikle inanç hakkında olanların açık manasından öte geçmezdi. Çağında tartışmalı olan nice mesele sorulunca, cevabı hep bu yolda olurdu.
Çağındaki tartışmalardan bir kısmı şunlardı: İman artar veya eksilir mi İmanın hakikati nedir O kavil ve amel midir, yoksa sadece itikad mıdır İnsanların fi´tinin haliki kimdir Büyük günah işleyen imandan çıkar mı, çıkmaz mı Ahirette Allah´ı görmek mümkün mü, yoksa değil mi Kur´an mahlûk mu, değil mi Bunların hepsi ona derslerinde soruldu. Bunlara cevap Selef-i Salih´in yolunda ve kısa oldu. Nass´ı zahiri üzere anlar, ötesine geçmezdi. Aklın çözemeyeceği bir tarzda müna-Jjaşalara dalmaz, tartışmaya girmezdi.
——————————————————————————–
[1] İbnü Abdül-er Intikâ Kadı lyâd, Medârik
[2] Kadı lyad, Medârik, S. 200
[3] Aynı Kaynak, S. 198