80-Aam ve Hükmü:
Karâfi âami şöyle tarif eder: Hükmü her birine şâmil olmak üzere küiîî mânaya vaz´olunan lafızdır. Aammın şümulüne giren herşey onun taşidığı-amum hükmüne girer. Akıl bâüğ olan insan, namaz, zekât, oruç ve hacla mükelleftir. Dediğin zaman, insan ismi verilen herkes bu hükme dahildir. Sâri´: Hırsızın eli kesilir, deyince, hırsızlık vasfı tahakkuk eden herkes bu hükme girer. Böylece âam efradından her birine müşterek miktarda delâlet eder. Lafz onlara uyar, bunun gereği olarak hükümde tatbik olunur.»[1]
Eğer kelimeyle umumda müşterek değif de, belli miktarı isteniyorsa o hâstır. «Mü´min köle âzad etmek» ayetinde veya «temes etmeden önce köle azat etmek» ayetinde olduğu gibi bunlarda kelime hâstır, Çünkü bunlarda kelimenin vasfının uyduğu hepsi değil, ancak biri murad edilmiştir. Birincide bir sıfatla mukayyed ise de ikincide o kayıd yoktur, mutlaktır.
81- Mâliki ve Hanefîlere Göre Aam´ın Hükmü:
Bu sözlerden anlaşılıyor ki, âam´ın tarifi ve hükmü bakımından Mâliki ve Hanefî görüşleri farklıdır. Hanefî kitaplarına göre âam: Bir çok şeyleri toplayan bir kelimedir, çoğul kelimeler, bir topluluğa delalet eden kelimeler gibi: Aliler, kavm, ins, cin… Hâs ise tek tek bir mânaya mevzu olan kelimedir, yani bir mânaya delalet eder, ortaklık kabul etmez; hayvan kelimesi gibi cins olur, insan sözü gibi nev´i olur, Ali gibi şahıs, has isim olur. Bunların delalet ettikleri şey birdir.[2]
Bundan iki mezhebin tarifteki farkı görülmektedir. Birinci hüküm kasdolunan müşterek mânada her külliyi âam itibar eder, ikinci onu lafz ve mânada âhada şümulü itibar eder. İkinci fark da hüküm bakımından olup Mâliklere göre âam olan kelimenin karinesiz umuma delâleti, zahirin delâleti kabilinden olup bu itibarla zannldir. Hanefîlere göre âam´ın umuma olan delâleti kafidir, delilden neş´et etmiyen ihtimalin tesiri olmaz.
82- Şâtıbî, Aam Zannî Olamaz, Diyor:
Mâliki mudakkık âlimlerinden olan Şâtibl, anlaşıldığına göre, Hanefi görüşünü seçiyor ve âam´ın zannl delil veya kafi delil sayılmasını önemli buluyor ve bunu Arapların ve şer´İn naâıl kullandıklarına bakarak neticeye bağlamak istiyor ve şöyle diyor: «Zahirde bu ihtilaf kötüdür. Çünkü dini delillerin pek çoğunun temeli âam olan kelimelerle varid olmuştur. Umumların hepsi veya çoğu tahsis edilmiştir, denirse: O takdirde şeriatın çoğu ihtilaflı olur, bu hüccet midir, değil midir denir. Bu daha kötü diğer birşeye götürür. Kur´an´daki umumi lafızların delil olma durumu ne olur Onlar tahsisten sonra delildir, denirse bunda da Kur´an´ıp külliyatını zedeler, Bu ise dini delilleri bir nevi´ zayıflatma sayılır. Onlar bu hususta İbni Abbas´ın şöyle dediğini naklederler: «Kur´an´da hiçbir âam yoktur ki, ondan tahsis yapılmış olmasın, ancak Allah Teâlânın: «Allah herşeyi bilir.» kavli müstesna,» Bunların hepsi Arapların sözüne muhaliftir. Selef-i Salih´in Kur´an´ın umumları kafi olduğu görüşüne de aykırıdır. Dilde Arapların kasdettiklerine, şâri´in ahkâmda kasdettiklerine bunlar hep terstir. Malumdur ki, Hz. Peygamber Aleyhisselâm Cevami-i Kelâm ile gönderilmiştir. O kelâmı gayet muhtasar, en derli toplu ve beliğ surette söyler. Bu cevâmiin başı tabirde de umum olan kelimelerdir. Kur´an´da cevâmi´ mevcut olmadığı farzolunursa, bu umumlar muhtasar cevami´ olmaktan Çıkar, bu. bir takım kayıdlara muhtaçtır. İbni Abbas´dan naklolunan sahih bir yolla sabit olursa, o zaman te´vil ihtimali mevcuttur.»[3]
83- Hâssın Hükmü Kafidir;
Hâssın delâletinin kafi olduğunda ulema arasında ihtilaf yoktur. Onun için, âamın delaleti zahir kabilindendir, diyenlerce de onun delâleti en kuvvetli mertebededir. Hâssın delâleti, nassın delâleti gibi kafidir. Delâleti nass kabilinden kafi olan şüphesiz ki, delaleti zahir kabilinden olanın delaletinden daha kuvvetlidir, bunu biliyorsun. Hanefî-lere göre ise hâs ile âam aynı mertebededirler. Onun için hâs ile âarri tearuz ederse, zarrian itibariyle yakınsalar, hâs âamı tahsis eder, her ikisi de imai edilir, aralarını tevfik etmek mümkün olmayınca bu yola girilir. Eğer zaman bakımından ayrı iseler, sonra gelen, baştan gelenj nesh etmiş sayılır. Sonra gelen âam olsun, hâs olsun, hep birdir. Çünkü Hanefilerce âam, hâs´ı- nesh eder, diğer imamlar buna muhaliftir….
84- Tahsis Olunan Aamın Hükmü:
Aam, fukahanin çoğuna göre, her birferd hakkında delaleti icma´a yakın bir kuvvetle sabit olmakla beraber, tahsis kabul eder. Yani tahsis eden bir delil bulununca hüküm şamil olduğu ferdlerden bazısına ait olur. Tahkik erbabı ulemaya göre tahsis, âam´ın umumuna dahil olduktan sonra bazı ferdieri ondan çıkarmak değil, şâri´in maksadının daha baştan oniarı tahsis edip ayrı tuttuğunu beyandır. Zira sözlük anlamı olarak âam´ın şâmil olduğu âhadın hepsi baştan delâlete girmiş değildir. Gazali Mustesfa´da bu gerçeği şöyle beyan eder: «Delillere Muhas-sıs demek mecaz yoluyladır… Tahsis eden delil söyleyenin iradesiyle bellidir. O mevzu´ kelime ile, hâs bir mana murad eder. Buna göre tahsis, kelimenin vasfı itibariyle umumilikten hususi manaya çıktığını beyandır. Bu şuna benzer: Kelimenin hakiî mânadan mecaz manasına çıktığını beyan için getirilen karine gibidir.
Gerçekten tahsis ile nesh arasındaki farkın temeli budur. Nesh, sabit olan hükmü değiştirir, aâm veya hâs, nesh olduğu zaman bazı âhada sabit olan hüküm değişir. Tahsis ise, kelimenin delâlet ettiği hükme daha baştan bazı âhadın girmesini menetmektir. Böylece o âam olan kelimenin hükmünün bazı âhada münhasır olduğunu göstermektedir.
85- Aam Neyle Tahsis Edilir:
Asıl vasfı itibariyle âam olan kelimenin delaletinin kuvvetine göre, tahsis eden az veya çok olur. Aslı itibariyle âam´ın umum âhadı hakkında delâleti kafidir, diyenlere göre tahsis edici az olur. Çünkü onu tahsis edecek mertebeye çıkan şey, onun gibi kafi olmak gerekir, zanniler onu tahsis edemez. Onlara göre Kur´an´ın umumları, hem sübut ve hem de delâlet bakımından o mertebede olanlar ancak tahsis eder. Buna göre haber-i vâhid olan hadisler Kur´an´ın umum olan kelimelerini tahsis edemez, onlar umum mânada kalırlar. Çünkü haber-i vâhid olan hadisler sübut bakımından zannldtrler, mevzuuna delâlet bakımından kafi olsalar da, sübut zannldir. Kur´an´ın umumları ise Hanefilere göre her iki bakımdan kafidir.
Âam´ın delâletini zannldir, diyenler, âam´ı tahsis edenleri genişletip çoğalttılar. Onlara göre, haber-i vâhid´in sübuti zannl olduğu gibi Kur´an´ın umumları da delalet bakımından zannldir, zannl olanı tahsis eder. Bildiğin üzere, Mâlikilerin dediğine göre, İmam Mâlik, âam´ın, umum âhâdına delâleti, zahirin delâleti ise zannldir, kafi değil. Çünkü zanninin delilden neş´et etmeyen ihtimale bile mâni durumu yok. Onun için âam´ı tahsis edici, Mâlik´e göre, çoktur, tahsis ihtimali yakındır, uzak değil, onun görüşü gereği bu.
86- Mâlikîlerce Aam´ı Tahsis Edenler:
Kar´âfi, Mâlik´e göre âam´ı tahsis edenlerin 15 olduğunu söyler ki, onlar da şunlardır:[4] 1 – Akıl, 2- İcma1,3- Kitabı kitapla, 4- Kıyas-ı celi ve hafi, 5- Mütevâtir sünnet misliyle, 6- Kitap, mütevâtür sünnetle, 7-Kitap haber-i vâhidle, 8- âdetler, 9- Şart, 10- İstisna, 11- Sıfat, 12- Gaye, 13- İstifham, 14- His. Mâlikilere göre mefhum muhalif, âamı tahsis eder, denilmiştir. Bu sayı biraz kabarık olup hayret uyandırabilir, Çünkü âam´ı tahsis kapısını çok geniş açıyor. Biz Mâliki Mezhebinde âam nasslan tahsis edenlerin çokluğunu, bunda şüpheye yer olmadığını itirafla beraber, şunu da söyleyelim ki, bu 15 sayısı, çoğuna göre tahsis türünden olmıyan şeyleri de içine almıştır. Meselâ aklı, his sayıyorlar. Halbuki bunları biz âam olan kelimeyi îsti´mal yönünü gösteren hal karineleri itibar etmekteyiz, hakikat mânasından mecaz mânasına götürür. Yine istisna, şart, sıfat ve gayeyi de tahsis edici sayıyorlar. Halbuki bunlar sözde kayıdlardır. Söz onlarsız tam olmaz, ondan ayrı değildirler. Onun için Hanefiier bunları tahsis edici değil, sözü takyid edici sayarlar… Bunların dışında 8 tahsis edici kalıyor. Bunların dördünde, fukaha arasında ittifak vardır. Onlar da: Kitabın kitapla ve mütevâtir sünnetle tahsisi,, mütevâtir sünnetin mütevâtir sünnetle ve kitapla tah- sisi, bunlarda diğer fukaha, Mâliklerle ittifak halindedirler, bunda icrna´ vardır. Ancak sünnetin kitapla tahsisine Şafiî muhaliftir. Kitabın icma´la kıyasla, haberi vâhidle ve âdetlerle tahsisi ihtilâf konusudur. Öyleyse Mâük´le diğer fukahanın bu mes´efelerdeki ihtilâfı üzerinde ayrı ayrı konuşalım:
87- İcma´la Tahsis:
Kitabın icma´la tahsisinde Mâiîk´le diğer fukaha arasındaki ihtilâfı çözmek kolay. Çünkü Kur´an´ın öyle umumları var ki, Sahabe ve Tâ-bi´inin uleması ve onlardan sonra gelenler, itimad ettikleri delillerle bunların tahsis edildiğinde icmâ´ halindedirler. Bunlardan biri Allah Teâlâ´nın «Veya elinizin altında bulunanlar» ayetidir, çünkü bu ayet umumi olup tahsis edilmiştir, Çünkü bunlardan süt kız kardeşte diğer nikâhı haram olanlar çıkarılmıştır, diyorlar. Fakat bana kalırsa, burada tahsis eden icma´ değil, Kur´an´ın kendisidir. Çünkü «Size analarınız haram kılındı…» ayeti, hem nikâh akdini, hem de cinsi yaklaşmayı haram kılar, bunda icmâ´ vardır. Burada tahsis icma´la değil, tahsis burada icma1 mahallidir, tahsis eden ise Kür´an´dtr. Kitap, kitapla tahsis edilmiştir.
88- Aam´in Haber-i Vâhidle Tahsisi:
Aam´ın icma´la tahsis kaziyyesi o kadar karışık değil. Başka bir şeyle takviye edilmiş haber-i vâhidle tahsis de öyle, bunu sünnet bahsinde açıklayacağız. İmam Mâlik bu kaziyyeyi ıtlakı üzere almıyor ve bunda yalnız değil. Ondan sonra İmam Şafiî de bunu, Mâliki Mezhebinde olduğu gibi almıştır. O da âam´ın delaleti zannî, demektedir. Delâleti zannt olunca, sübutu zannî olan haber-i vâhid onu tahsis eder. Çünkü zannî, zanniyi tahsis eder. Irak fukahası yani Hanefilere göre âam tahsis edilmeden önce kafidir, tahsis edildikten sonra zannî olur. [5]O zaman haber-i vâhidle tahsis olunabilir. Çünkü Hanefiyye de haber-i vâhid tahsisten önce kafi olarak âam mertebesinde değildir. Bu mes´eleler Medine ehli fıkhı ile Irak ehli fıkhı arasında ihtilaflı olanlardandır. İmam Mâlik ve ondan sonra gelen Medine uleması, âam´ın haber-i vâhidle mutlak surette tahsisini söylediler. Irak fukahası ise başka bir şeyle tahsis edilmeden önce haber-i vâhidle Kur´ân´ın umumunu tahsisi menettiler.[6] Medineliler sözüyle, Mâlikten sonra gelen ve Şâffi 9ibl Medine umması mesleğini tutanları kasdediyoruz.
89- Kıyasla Aam´ın Tahsisi:
Geriye iki mes´eie daha kaldı. Bunlar da: Kur´an´ın âamının kıyasla tahsis ve bir de Kur´an´daki âam kelimelerin âdetlerle tahsisi, bu iki mes*ele, üzerinde dikkatle durulmağa değer niteliktedir. Çünkü Mâlik, daha ince bir ifadeyle Mâliki fıkhı, bu iki mes´eiede diğer fukahadan ve fakihlerden tamamiyle ayrılmaktadır. Bunlarda Mâliki fıkhında Rey´in payı ve derecesi meydana çıkmaktadır. Mâlik hem Rey ve hem eser faklhidir.
Kıyas hakkında Karâfı şöyle der; «Kıyasda Şafii, Ebû Hanife,
Eş´arl, Ebû Hüseyn Basri bize muvafıktırlar. Ebû Hâşim kıyasta mutlak surette yani celi ve hafi kıyasta bize muhaliftir. İsa b. Ebân şöyle der: «Eğer âam daha önce kafi bir delille tahsis olunduysa, caizdir, yoksa değildir.» Hanefllerden Kerhl şöyle der: «Eğer daha önce munfasıl bir delille tahsis edilmiş, caizdir, yoksa caiz olmaz. İbni Şureyh ve Şâfillerin çoğu, hafiyle değil, celiyle tahsisi caiz görürler. Celide ihtilaf vardır. Kıyas-ı Mâna denildi, kıyas-ı şibh denildi.[7] Celi kıyas illeti açık anlaşılandır. Hz. Peygamber Aleyhisselam´ın «Kadı, gazab halindeyken hüküm vermesin» hadisinde olduğu gibi. Hilâfiyle kaza nakız olunan denildi. Gazali der ki: «Eğer ikisi müsavi ise, tavakkuf ederiz, yoksa tercih isteriz. Kadı Ebû Bekir ve İmam Haremeyn tavakkuf ettiler, birşey demediler. Bunlar, kıyasın aslı mütevâtir olduğu zamandır. Eğer haber-i vâhid olursa, o takdirde hilaf daha kuvvetli olur.[8]
Karâfı, Kur´an-ı Kerim´in âamlarını kıyasın tahsis etmesi huşu- . sunda fukahanın ihtilafını böyle anlatıyor. Görülüyor ki, Mâlik´e göre kıyasın aslı haber-i vâhid olsun, mütevâtir olsun, onunla Kur´ân´ın âamı tahsis olunur, kıyası da, ister, celi, ister hafi kıyas olsun hep birdir. Sonra da ona muhalifi olanların görüşlerini naklediyor. Ancak muhaliflerin görüşlerini naklederken sözleri esaslı bir incelemeye dayanmıyor, Şöyle ki;
1- Diyor ki, Ebû Hanife ye göre kıyas, Kur´an´ı mutlak olarak tahsis eder. Halbuki Ebû Hanife´den böyle birşey naklolunmuş değil, Zira onun usulü ondan naklolunmadı, onun görüşleri, mezhebinde tahric yapanlar tarafından fer´i mes´elelerden çıkarılmıştır. Başta İsa b. Ebân ve Ebû Hasan Kerhl olmak üzere, tahric erbabından hiçbiri onun âam´ın tahsisi ve kıyastn onun tahsis edeceği hususunda bir görüşünü belirtmemişlerdir.
2- Karâfî diyor ki, Kerhî´ye göre, eğer Kur´an munfasıl ile tahsis edilirse, bundan sonra kıyasla tahsis caizdir. Gerçek şudur ki, Hanefi-lere göre tahsis zaten müfastl olur, ayrı yapılır. Şart, sıfat gibi kavlen muttasıl olanlara kayıd denir. Onlar tahsis edici sayılmaz. Bunda Kerhî ile İsa b. Ebân arasında ihtilâf yoktur.
3- Şafiî, kıyas âam´ı tahsis eder, görüşündedir diyor. Biz bakıyoruz ki, Şâfi ı Risaiesi´nde ve Cumâul-ilim´de nassı, kıyasa takdim ediyor ve şöyle diyor: «İlmin iki yönü vardır: İttiba´ ve istinbat, ittiba´ Allah´ın kitabına tâbi olmaktır, onda yoksa Peygamberin sünnetine, onda da bulunmazsa, selefin kavline, orada da yoksa, Allah Teâlâ´nın kitabına kıyas yapılır. O da bulunmazsa, Hz. Peygamber Aleyhisselâm´ın sünnetine kıyas yapılır. O da bulunmazsa, muhalifi bulunduğu malumumuz olmıyan selefin kavline kıyas yapılır. Kıyassiz söz caiz olmaz. Kıyasa yetkili olan kıyas yaparsa ve ihtilâf olursa her biri içtihadının ulaştığını söyler; içtihadının götürdüğünden başka türlü diğerine tâbi olamaz.»
Bundan görülüyor ki, kıyas ilmi, istinbat ilmidir. «Kitap ve sünnet ilmi ittiba´ ilmidir. İttiba´ mümkün olan yerde istinbata gidilmez.
90- Kıyasın, Aam´ı Tahsisinin Vechi Nedir
Karâfî bundan sonra, seçtiği mezheb Mâlikilerin: Kıyas aam´ı tahsis eder, görüşünü savunmak için getirdikleri delilleri zikrediyor. İmam Mâlik´ten naklolunan fer´i meseleleri sıralıyor. Onların delili şuna dayanmakta: Kıyas da nasslar gibi güvenilir bir delildir. Her kıyasın zaten dayanağı nassdır. Asıl nassla sabittir, fer´i müşterek illet dolayısıyle onun hükmünü alır. Buna göre: Aam umumi hükmü bakımından kıyasla tearuz ederse, kıyas da aslında bir delil olduğundan: İki asıl tearuz etmiş demektir. Biri aâm´dır, onun tahsise ihtimali vardır: Delâletinde ihtimal oian bir asılla, delâletinde ihtimal olmıyan bir asıl tearuz ederse, delâletinde ihtimal olmıyan alınır, Çünkü bu ikisi arasını bulmak ve her ikisini de i´mal etmektir. Sözün i´mali, ihmalinden evlâdır. Her ikisi de i´mal etmek ise, birini ihmalden daha evlâdır. Her ikisini ümal etmek ise, birini ihmalden daha evlâdır. Burada kıyas alınıp da âamı onunla tahsis etmek, her ikisini de i´mal etmek olduğu açıktır. Çünkü âam, tahsis edildikten sonra kalan kısımda hükmü bakidir. Eğer tahsisi menedersen, bu kıyası ihmal etmek olur ve sebepsiz yere kıyasın illetinin ıttırarı önlenmiş olur. Burada onu meneden birşey yoktur.
Aam´ın delâleti ihtimallidir.
Bu delili bir misalle O «Allah bey´i helal kıldı, ribayı haram etti» avetiyle izah ederler. Şöyle ki; bu ayet umumunun zahiriyle: pirinci pirinçle fazla ve nesie olarak satışın helâl olmasını iktiza eder. Çünkü bu bir satıştır, ayetin zahiri de satış helâldir, diyor. Halbuki Hz. Peygamber Aleyhisselâm altını altınla, hurmayı hurmayla, arpayı arpayla sıtışı yasakladı, ancak misliyle ve peşin olarak müsaade etti. Buna kıyasla, pirincin fazlasıyla satışı yasaktır. Çünkü o da arpa, buğday gibidir. Fazlalık ye nesie illeti vardır. Eğer Kur´an´ın aam´ı tahsis olunmazsa, bu kıyas boşuna olur. Eğer tahsis edersen ayeti de, kıyası da i´mal etmiş oluruz. Ayet, hadistekilerden başkasında hükmünü yürütür.[9]
91- Kârâfî´nin Deliline İtirazlar:
Mâlikîlerin veya ekserisinin kıyasın âam´ı tahsis etmesi için getirdikleri delil böyle. Biz bunu birkaç yönden inceleyeceğiz.
1- Bu delil, umumiyetle âam´ın delilden neş´et etmeyen ihtimallere ma´ruz olacağını itibar etmek, esasına dayanmaktadır. Yukarıda beyan ettik ki, Mâliki, Şatibî bu görüşte değildir. Çünkü bu şer´i delilleri zayıf-latmak olur, sebepsiz yere nassların umumunu zedelemektir. Kelimelerin delâletinin umumi olması gereklidir, hilâfına delil olmadıkça böyledir. Ancak delilden neş´et eden ihtimale itibar olunur. Irak fukahasınin, Hanefilerin görüşü budur ve kuvvetli olan da budur.
2- Dinde yerleşmiş bir usuldür: Müctehid, nass bulamadığı zaman ancak kıyasa gidilir. Bura da ise nass olan yerde kıyasa gidiliyor. Hadis var. Hattâ nassdan anlaşılanların bazı lağv ediyor, bu ise tertibi ters etmektir. Ve şeriat umurunda sabit olanın hilâfına gitmektir.
3- Kârâfî´nin getirdiği Hadisin nassı tahsis eden bir yanı yoktur. Çünkü riba mallarının satışı, “ribayı haram kıldı” ayetiyle helâl olmaması, kıyasla tahsis edilmesi değil, Kur´an´ın nassiledir. Hadis ve Kur´an nba mallarını beyan ettiler. Tahsis eden Kur´an´dır, kıyas değil. İki itibar arasında fark büyüktür. Çünkü Mâlikilerin itibarına göre kıyas, ayetin umumiliğini lağv ediyor, halbuki bize göre ayetin umumiliğini tahsis eden Kur´an´dır.
4- Karâfî, kıyasın delaletinde ihtimal yok, farzediyor. Halbuki vasıfların tearuz ve onların içinden illetin çıkarılması, delâletini ihtimalii yapar. Bundan başka kıyasın dayanağı olan aslın delaleti de ihtimali olabilir, bazen senedi zanni olur.
92- Medine Fukahası Kıyasda Hiç de Geri Değildir:
Ebû Hanif e kitabımızda Hanifiliği incelerken demiştik ki: Iraklıların elinde sahih Hadislerin az bulunması, onları Kur´an´ın nasslannı en şümullü şekilde işlemeğe, onun umumiliğine itikad etmeğe ve fıkıh usulünde bu esaslar üzere yürümeye onları şevketti. Şimdi biz, Medine İmamı Malik´in fıkhını incelerken görüyoruz ki, Medineliler ve Medinelilehn ilmine varis olan Mâlİkîler, nassların umumîliğini daraltıyorlar ve kıyas, Kur´an´ın ve hadislerin umumlarını tahsis eder, diyorlar.
Bu bize başta hocaları Malik olmak üzere (Allah ondan razı olsun) Medine ulemasının Rey fıkhından büyük pay almış olduklarını göstermiyor mu İmam Maliki, Rey fuka-hasından saymak, Ebû Hanifeyi onlardan saymaktan kuvvetçe hiçte aşağı değildir. Her ikisinin tutumu ayrı da olsa, sonuç birdir, gaye de ihtilaf yok.
93- Adetlerin Tahsis Etmesi:
Nasslartn âam´ınt kıyasla tahsis böyle. Kur´an´ın umumiliğini örf, adetlerle tahsise gelince, Malikiler, bunda fukaha arasında icma´ olduğunu söylerler. Buradaki adetten murad, kavli adettir, yani Kur´an indiği asırda isti´mal olunan hususi beyan örfüdür. Müslümanlar ne anlardıfar, o çevrede nasıl kullanırdı, Çünkü bunlar sözü kayıd altına alan şeylerdir. Bu hususta Karafî şöyle der:
“Bunda kaide şudur: Örf ve adet keiimesi, söyleyenin Örfüne göre anlaşılır. Şeriattaki örf, onun örfüne göre anlam alır. Örf eğer onun umumiliği tahsisi iktiza ederse, tahsis ederiz, mecazi iktiza ederse, hakikat manası bırakılır, mecaze gidilir. Kısacası, örfün delaleti, lügatin delaletine takdim olunur. Çünkü örf, lügati nesh eder, nesh eden nesh olunandan önde gelir. Söyledikten sonra doğan adetlere İtibar olunmaz. Mesela bir satış akdi yapılır, satışın bedeli, o zaman muteber olan para taayyûn eder. Ondan sonra parada olan değişiklik adetlerin
bakılmaz, adak, ıkrar, vasiyet de böyledir.Yapıldığı zaman ki örf muteber olur.Şer i nasslar da böyledir, o zamanki adetler muteberdir. [10]
Nassların umumiliğini tahsis eden adet, sözde kullanılan adetlerdir, kelimelerin kullanış yoludur.Söz vazı itibariyle öyle konulmuştur, dinleyenler onu ona göre anlarlar.Buna söz adeti ve beyan örfü denir.Şatıbi,bunu şöyle anlatır: Umumilik istimalle muteber olur.İstimal yolları çoktur.Bunu belirleyen şey halin icaplarıdır: Rabbinin emriyle her şeyi mahveder, ayetiyle:Gökleri yeri,dağları,suları ve diğer bu anlamda olan şeyleri mahveder manasıdır.Nasıl ki alt tarafında şöyle buyurmuştur: Derken onlar o hale geldiler ki, evlerinden başka bir şey görülmez oluverdi.[11]
Bu sözlerden anlaşılıyor ki amm ın örf ve adetle tahsisi,üzerinde icma hasıl olmuş bir şey gibidir.Çünkü bu sözü makamın icabına, istimal örfüne göre sözü tefsirden başka bir şey değildir. Bu garip bir şey değildir.
94- Mesâlih-i Mürsele´nin Tahsis Etmesi:´
Aam´mı tahsis eden diğer birşey vardır ki, onu bazı Malikiler aldığı halde Karâfî zikretmemiştir, o da Mesâlih-i Mürsele dir Bazı Mâlikilere göre bu aamı tahsis eder.İbnül-Arabi bunu Ahkâm-ı Kur an da Analar ,çoçuklarını iki yıl emzirsinler ayetinin tefsirinde söyler, imam Mâlik şöyle demiştir: “Eğer kad,n yüksek, aileden ise, çocuk başka bir kadının memesini alıp emerse, çocuğu emzirmeğe zorlanmaz, Arap âdeti üzere, güzelliğini korumak ,çın böyle yapar. Bununla Kur´an´ın umumiliği maslahat için tahsis olunmuştur. Buna dair sözümüzü, Malik´e göre maslahattan bahsedeceğimiz yere bırakırız.
95- Has İle Aamın Tahsisi:
Zahir ve nass, bunların Mâlik´e göre delil olmalar, hakkında kısaca sözümüz bunlarla bitiyor. Aam ve hâsdan bahsedişimiz, aâm´ın delâleti zahir kabilindenclir, hâsın delaleti nass kabilindendir, tezine göredir. Bu bakımdan âamın hâsa hamli mevzu´unda birleşiyorlar. Tearuz halinden nass zahire takdim olunduğu gibi hâs da aama takdim olunur ve onu
tahsis eder.
Belirttiğimiz üzere Irakfukahasının görüşü böyle değil. Onlara göre delâlet bakımından âam, hâs kuvvetindedir. Eğer âarn ile has tearuz ederse, zamanca biribirine yakın değilse, önceki, sonra ile nesh edilmiş sayılır, sonraki âam veya hâs olsun, birdir. Eğer zamanlan birse, o zaman hâs, âam´ı tahsis etmiş sayılır. Çünkü zamanın yakın olması karinesiyle, âam´ın bütün umumiyetiyle hepsine şâmil olmadığı anlaşılıyor. Aâm, delâletinde her ne kadar kafi İse de, delilden neş´et eden ihtimali kabul eder. Zamanlarının yakın olması, bir ihtimal delili sayılır. O bakımdan hâs, bu durumda âam´ı tahsis eder.
Burada zahir ve nass hakkındaki sözleri, usul ilmindeki kitapların tafsilatına bırakalım da, Kur´an ve sünnetin delâletlerinden alınan iktiza delâleti veya Lahn-ı Kavi île mefhumu muhalefet ve mefhum muvafaka-
ten bahsedelim:
——————————————————————————–
[1] Karâfî´nin tarifi böyle. Bu Mâliki Mezhebi meselelerine uymaktadır. Onlarca mutlak ile mukayyed arasında fark var, mutlak külli mânalara mevzudur: Adam, köle gibi, fakat hükümde ve teklifte bunların hepsi değil, biri dahildir. Ayet: «Köle âzâd etmek” diyor. Murad her köleyi değil, içlerinden birini âzâd etmektir. Aam olanlara ise müşterek vasıf tahakkuk eden her biri matlubdur. Mutlakta müşterek vasıftakilerin.biridir. Mutlak bir kayıtla mukayyed olunca kastedilen bir oiur. Mutlakla Aam arasındaki bu farka göre Mâliki mezhebinde dört fıkıh meselesi ortaya çıkar: 1- «Temas etmeden önce mü´min köle âzâd etmek» ayet-i kerimesi, kölelik vasrf bulunanlardan birini âzâd etmeyi farz kılıyor, bütün köleleri değil, bu mutlaktır. 2- «Size leş, kan ve domuz eti haram kılındı» ayet-i kerimesi müşterek vasıftakile-rin her birini haram kılar, âam´dır, her leş, her kan, her domuz eti haramdır. 3- Kanlarına; biriniz boştur, dese Mâlik´e göre her biri ona haram olur, Çünkü biriniz, tâbirine her biri girer, bu müşterek bir tâbirdir. (Bu düşünülecek bir şeydir). 4- Adam, kölelerimden birini âzâd etöm, dese, kölelerinden biri âzâd olun, onu tayin etmesi gerekir. Bu mesele ile Önceki mesele arasındaki fark düşünülecek bir şeydir. Maksadın bir olması müsavi olmağı gerektirir. Belki de talak, yaklaşmayı haram kıldığından, ihtiyaten umum tarafını tercih etti. Fakat kelime âam değil, âam hükmü nasıl tatbik olunur. Bak: Karâfi, Envaul-Furuk, C.1, S. 157.
[2] Pezdevi nin Usûlüne bak.
[3] Şatıb´ı, Muvakkat C. III. S. 292
[4] Karafi, TenMhul-Füsûl, S. 90
[5] Hanefî Mezhebinin görüşünü Ebû Hanife adlı kitabımızda açıkladık. Bak, S. 244
[6] Bu konu içinde aynı esere bak, orada etraflıca anlattık.
[7] Kıyas-ı mâna; Hükmün illeti olan mânada fer´i asılla müttefik olandır. Kıyası Şibh: Fer´i iki asıl arasında çalkalanıp çoklukla muvafık olana İlhak edilendir.
[8] Karâfı, TenkîhuMüsûl, S. 90
[9] Karafi, Tenkİh, S. 90-91 ´dekilerin özeti.
[10] Karafi, Tenklhut-füsûl, S. 194, özet olarak alındı
[11] Şâtıbı, Muvafakat, C. III, S. 271.