51- Kimlerden Feyz Aldı
Ebû Hanîfe diyor ki: «Ben ilim ve fıkıh ocağında yetiştim. îlim erbabiyle düşüp kalktım. Fukahâdan en değerli birine devam ettim.»
îlmî yetişmesi, talebe olarak fıkıh tahsili hakkında Ebû Hanî-feînin kendi söyledikleri işte bunlardır. Bu sözler gösteriyor ki : Ebû Hanîfe bir ilim muhitinde yetişmiş, ilim ocağında yaşamıştır. Bu ilim muhîtindeki ulema ile buluşup görüşmüş, onlardan ilim almış onların ilmî bahis usullerini öğrenmiş, sonra onların arasında bir fakım kendine üstad seçmiş. Çünkü onda ilmî temayüllerini tatmîn edecek dirayeti, arayıp bulmuş, onun dersine devam etmiş, bir daha ondan ayrılmamış, ancak ara sıra diğer ulema ile de ilmî müzakereler yapmıştır. Çünkü bir üstadın dersine devam etmek, onu, diğer ulema ile görüşmekten meneder demek değildir. Bütün rivayetler onun ö devirde Irak´ın fıkıh üstadhğı kendisinde toplanmış olan Hammâd b. Ebî Süleyman´ın talebesi olduğunda birleşmektedir. Bununla beraber o başkalarından da ilim almış, birçok ulemadan rivayet etmiş, birçoklariyle müzakerelerde bulunmuştur. Bunlar bilhassa Hammâd´m vefatından sonra ve daha önce de Emevî valilerinden Ibn-i Hübeyre yüzünden Kûfe´den muhacir olarak çıkıp Mekke´ye gittiği zaman olmuştur. İşte bu sebeple onun hayatını yazanlar, Hammâd´m dersine devam ettiğini söylemekle beraber ders aldığı birçok üstadları olduğunu da kaydederler.
52- Lüzumlu Üç Nokta
Bu üstadlarm zikretmeğe,, daha doğrusu onların içinde hususi bir fıkıh görüşü sahibi olmakla ma´ruf olanların hayatını anlatmağa başlamazdan önce, burada üç noktaya kısaca da olsa derli toplu bir surette temas etmek istiyoruz :
53- Her Tabaka Ve Sınıftan Üstadları Var
Birincisi: Ebû Hanîfe´nin üstadları muhtelif mezhcblerden, çeşitli dînî fırkalardan idi. Yalnız Ehl-i Sünnet fukahâsından veyahut: sade ehl-i reyden değildiler. Ders aldığı üstadlan arasında Hadîs ftıkabası olanîar bulunduğu gibi, ilmini ve Kur´ân-ı anlayışı, tercüman´i Kur´ân unvanını taşıyan Abdullah b. Abbas´dan alanlar da vardır. Biliyoruz ki, Ebû Hanifc, Mekke´de altı sene kadar kaldı. Bâzı kitapların rivayeti bize bunu gösteriyor. Bu kadar bir müddet Mekke´de kalan bu büyük fikir ve derin akıl sahibi hiç şüphesiz ki, îbn-i Abbas´ın ilmine vâris olan Tabiîni görüp onlardan ders ve iîim aldı, Kur´ân-ı fıkhı Öğrendi. Sonra îrok´da görüşüp buluştuklarının çoğu türlü Şia fırkalarından idiler. Bunların bâzısı Keysâniye. Zcydive idi. Bir kısmı da, oniki imâmı tutan İmâmiy-yeden, îsmâiliyyeden idiler. Bunların hepsinin onun fikir ve görüşünde tesiri olabilir. Onun bu Şia fırkalarının temayüllerine kaydığı asla olmamıştır. Onda yalnız Al-i Bcyt sevgisi yardır. Onun muhtelif fırkalardan ve mezhebi er den ders alması, türlü gıdalardan enerji toplayan vücude ben7er. O gıdalar, vücutta erir, kana karışır, enerjiye inkılâp eder. Ebû Hanîfe de böyle yaptı. Her unsurdan alıyor, fakat onları işliyor, temizini alıyor fenasını atıyor, nev´i kendine mahsus olan yepyeni ve kuvvetli bir fikir hâlinde onu meydana çıkarıyor.
54- Ashabın Fetvalarını Öğrenmesi
ikincisi: Aldığı bu çeşitli dersler Ebû Hanîfe´yi şu neticeye gÖ-türdü: îştihat, iyi görüş ve işlek zekâ ile meşhur olan kibar Sahabe fetvalarını öğrendi,
Târih-i Bağdad sahibi diyor ki : «Ebû Hanîfe bir gün Man-sur´un yanına girdi. İsa b. Musa orada bulunuyordu. Bu sofî ve muttaki âlim Mansur´a :
Bugün dünyanın yegâne âlimi bu zattır, dedi. Mansur:
Ey Numan, bu ilmi kimden aldın, dedi. O da şu cevabı verdi:
Hz. Ömer´den ilim planlar vasıtasiyle Ömer´den Hz. Ali´den ilim alanlar vasıtasiyle Ali´den, Abdullah b. Mes´ul´dan ilim alanlar vasıtasiyîe Ibn-i Mes´ut´tan aldım. îbn-i Abbas zamanında yeryüzünde ondan daha âlimi yoktu.
Bunun üzerine Mansur:
Sen işini gayet sağlara tutmuşsun, ilmi asıl menbaından almışsın, dedi.»[1]
Ebû Hanîfe Hazretleri, bu değerli Sahabe-i Kiramın fetvalarını öğrendi. Mansur´un huzurundaki sözü onun Ashabın fetvalarını araştırdığını göstermektedir. En azından ashabla görüşen Tabiînden onların akvâlini aldığına delâlet etmektedir. Çünkü kibar Ashabîa görüşenlerden arada bir vasıta zikretmeksizin doğrudan ilim aldığını söylüyor.
Ebû Hanîfe´nin ilimlerini ve kavillerini araştırıp aldığı bu Ashab, aklî temayül erbabından idiler. Kitap ve Sünnetin yâni Kur´-ân ve Hadîsin ışığı altında fikir ve akıl istiklâlinden faydalanmasını biliyorlardı; Ashabm müctehidler in dendir. Bu içtihadlann Ebû Hanîfe üzerindeki tesiri açıktır. Hükümlerin illetlerini anlamakta, hadisleri benzerlerine kıyas edip hüküm vermekte aklım kullanmağa onu sevketmiştir. Bundan başka zaten onda felsefî bir akıl temayülü vardır.
55- Bazı Ashab-ı Kiramla Görüştüğü
Üçüncüsü : Bütün menakıb kitapları o´nun bâzı Ashabla görüştüğünü kaydederler. Bâzıları onlardan Hadîs rivayet ettiğini de söylerler. Böylelikle o, Tabiînden olmak şerefine de yükselmiştir. Çağdaşı olan fukahâdan Süfyan Sevrî, Evzâî, îmâm Mâlik ve saire gibi akranlarını bu şerefle de geçmiştir.
Ebû Hanîfe´nin uzun ömürlü, çok yaşamış bâzı ashabla görüştüğünde ihtilâf yoktur. Kendilerine yetişip gördüğü Ashabın isimlerini zikrederken: 93 hicrî yılında vefat eden Enes b. Mâlik´i 87 senesinde vefat eden Abdullah b. Evfâ´yi, 85 senesinde vefal eden Vasile b. Eska´ı, 88 senesinde vefat eden Sehi b. Saide´yi ve en son ölen Sahabî olup 102 senesinde Mekke´de vefat eden Ebu´t Tufeyl Amir b. Vasile´yi zikretmektedirler.[2]
Bunlar gibi uzun ömürlü Ashab-ı Kiram´ı gördüğü şüphesiz dir. Ancak onlardan Hadîs rivayet edip etmediği ihtilaflıdır. Ule manın bir kısmı bu Ashabdan Hadîs rivayet ettiğini söylüyorlar vç rivayet ettiği Hadîsleri de zikrediyorlar. Fakat Hadîs ulemasımr müdakkıklan bu senedleri biraz zayıf bulmaktadırlar. Her ne ka dar bir kısmı başka yolla takviye olunmakta iseler de hepsi böyl< değildir. Ashabdan rivayet ettiği söylenen Hadîsler şunlardır: 1- «Bir kimse Allah rızası için, velev bağırtlak kuşunun yu vasi kadar olsun, bir mescid bina ederse, Allah da onun için Cen nette bir ev bina eder.» 2- «Seni şüpheye düşüren şeyi bırak, gönlünü tırmalarm-yan şeyi al.» 3- «Allah´u Tcâlâ bîçarelerin imdadına koşmayı sever.» 4 - «İlimöğrenmek her Müslümana farzdır.» 5 - «Bir hayra delâlet eden onu yapan gibidir.» 6 - «Kardeşinin başına gelene sevinme, zira Allah onu kurtarır,) seni o belâya duçar ediverin»[3] Ulemanın birçoğu Ebû Hanîfe Ashabdan bâzılariyle görüşse de onlardan Hadîs rivayet etmedi, diyorlar. Bu hususla öne sürdükleri deliller: Ebû Hanîfe Hazretleri onlarla görüştüğü zaman, ilim öğrenecek ve onu belleyip nakledecek bir yaşta değildi, diyorlar. Aynı zamanda o, hayatının ilk çağlarında ticaret işlerine atılmıştı. Nasıl ki, yukarıda geçtiği üzere Şa´bî´nin verdiği öğüt sayesinde lime sarılmıştı. Bunlara ilâveten Ashabdan işitip de ondan rivayet olunan Hadîslerin senedine ya bir yalancı veya rivayette zayıf kimsenin ismi karışmıştır. Ebû Yusuf, Muhammed b. Hasan, Abdullah b. Mübarek, Zufer vesair gibi talebeleri de yazdıktan kitaplara bu Hadîsleri kaydetmedikleri gibi, onlardan naklolunan sözlere Ebû Hanîfe´den rivayet olunduğu söylenen bu Hadîslere dair bir şey yoktur. Halbuki böyîe bir şey olsa bunu kaçirmazîarcîı. Eğer bu nisbet doğru olsa onu bilirler ve yaparlardı. Onu îmâm-ı A´zam´ın faziletleri arasında sayarlardı. Çünkü onlar bu gibi şeylere son derece itina gösterirler, önem verirlerdi.[4] 56- Ebü Hanîfe Tabiînden Mîdîr Biz bu görüşe meylediyor, onu alıyoruz. Artık diyebileceğimiz cihet şudur: Ebû Hanîfe kendi zamanına kadar yaşamış olan uzun Ömürlü bâzı Ashab-ı Kiramla görüştü. Fakat onlardan Hadîs rivayet etmiş değildir. Buna göre o Tabiî sayılır mı Sayılmaz mı mes´elesi ortaya çıkıyor. Ulema, Tabiînin tarifinde ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları Sa-habivle buluşup onu gören kimseve Tabiî derler[5] Kendisiyle sohbet etmese de bir Sahabeyi mücerred görmekle bir şahıs Tabiî olur. Bu itibarla Ebû Hanîfe´nin Tabiînden olduğu şüphesizdir. Ulemadan bâzısı ise Tabiîyi tarif ederken Sahabeyi mücerred görmüş olmakla iktifa etmiyor, onunla görüşüp konuşmuş olmayı, ondan rivayet etmeyi de şart koşuyor. Buna göre Ebû Hanîfe Tâbiîn zümresinden sayılmıyor, meğer ki yukarıda isimlerini zikrettiğimiz Ashabın bazısından rivayet ettiğini kabul etmiş olalım.[6] 57- Tabiînden Rîvâyetî Ashabdan Hadîs rivayet edip etmediği hususunda söz ne olursa olsun, bütün ulema onun Tabiîlerle görüştüğünde, onlardan ders aldığında ve onlardan rivayet ettiğinde ittifak etmektedirler. On Tabiînin büyüklerinden fıkıh okudu. Yaşı buna müsaittir. Onları gördü, ders aldı ve rivayet etti. Bunda hiç kimsenin şüphesi yoktur. Kendilerinden rivayet ettiği -kimselerin ilim usulleri, bilgi yollan muhtelifti, kimisi Hadîsle şöhret almıştı, Şa´bî gibi; kimisi re´y ve kıyas ile meşguldü, bunlar az değildiler. O hepsinden ilim aldı. îbn-i Abbas´m ilmini taşıyan îkrüne´den aldı, Abdullah b. Ömer´in ilmini toplayan Nâfi´den, Mekke´nin fakıhi olan Atâ b. Ebî Rabah´dan aldı. Atâ ile pek kısa sayılmıyacak bir müddet görüştüğü anlaşılıyor. Ebû Hanîfe onunla tefsir münakaşası yaptığını, ondan tefsîr aldığını kendisi söylüyor. El - întika naklediyor: Ebû Hanîfe diyor ki, Atâ b. Ebî Rabah´a: «Ona ehlini, onlarla beraber mislini de verdik.» [7] Âyetine ne buyurulur, diye sordum. Ona ehlini ve ehlinin mislini verdi, demektir, dedi. Bir adama ondan olmıyan birisinin katılması caiz olur mu Öyleyse sana göre burada ne denebilir dedi. Dedim ki: Yâ Ebâ Muhammed, ehlinin ücretini ve onların ücretlerinin mislini verdin demektir. Sahih bu böyle, Allah en iyi bilendir, dedi .[8] Bu rivayet doğru ise, iki şeye delâlet etmektedir; 1- Ebû Hanîfe, Atâ b. Ebî Raban´m meclisine oturdu, ondan ders okudu, ilim aldı. Atâ 114 senesinde vefat ettiğine göre bu şu demek olur: Ebû Hanîfe o zaman Mekke´ye Hac için gidiyor, orada ulemanın ders halkalarına oturuyor, onlardan ilim öğreniyordu. Bunu yaparken Hammâd´m talebesi idi. Hammâd´ın dersine devam etmesi başkalarından da ders almasına hiçbir mâni teşkil etmez. 2- Bu rivayetten anlıyoruz ki, Atâ Mekke´deki derslerinde Kur´ân-ı Kerîm´in tefsirine de temas ediyor, âyetlerin tefsirine girişiyordu. Mekke ekolü, Ashabdan olan Abdullah b. Abbas´ın ilmine varisti. îbn-i Abbas ise en ziyade Kur´ân-ı Kerim . tefsirinden şöhret sahibi idi. Tercüman-ı Kur´ân unvanı taşır. Nâsih ve men-suhu onun kadar bilen yoktu. 58- En Meşhur Üstadları Şimdi artık Ebû Hanîfe´nin üstadlanndan birer birer bahsetmek sırası gelmiş bulunuyor. Ebû Hanîfe´nin kendilerinden ders aldığı ve muayyen bir fikir tarzı olup da onun üzerinde bir tesir bırakan bu üstadîanm tanımak, Ebû Hanîfe´nin feyz aldığı yerleri, ilim susuzluğunu gidermek için kana kana içtiği menbalan bize öğretmiş olur. Ve "böylece onun fıkhî kültürünün her cephesi aydınlanmış, bulunur. Ebû Hanîfe´nin en başta gelen üstadı., ölünceye kadar dersine devam ettiği Hammâd b. Ebî Süleyman Eş´arî´dir. Hammâd, îbrahim b. Ebî Musa el-Eş´arî´nin kölesi idi. Kûfe´de yetişti. İbrahim Nahaî´den fıkıh okudu. Onun re´y ve görüşünü en iyi bilenlerdendi. 120 hicrî yılında vefat etti. Hammâd, yaînız îbrahim Nahaî´den fıkıh Öğrenmekle kalmadı, Şa´bî´den de fıkıh dersi aldı. Bu ikisi Şureyh´den, Alkame b. Kays´dan, Mesruk b. Ecda´den ders almışlardır. Bu üstadlar da Abdullah b. Mes´ud, Ali b. EbîfTalib gibi iki büyük Sahabeden fıkıh ilmini öğrenmişlerdir. Kibâr-ı As-habdan olan bu iki zat yâni Hz. Ali ve îbn-i Mes´ud Kûfe´de ikamet etmeleri hasebiyle Kûfe´ye kendi ilimlerini mîras bıraktılar ki, Küfe fıkhının temeli bu olmuştur. Bu ikisinin fetvaları ve onların izinden giden talebelerinin ekvali sayesinde o büyük fıkıh mirası ortaya çıkmıştır. İşte Hammâd bu ilmin içinde yetişti. * îbrahim Nahaî´nin fıkhını ve Şâ´bî´nin fıkhını okudu, öğrendi. Öyle görünüyor ki, Hammâd daha ziyade îbrahim Nahaî´nin fıkhım tuttu. Onun fıkhı ehl-i re´y fıkhı kulundandır. Şâ*bî ise ehl-i re´y fukahâsın-dan ziyade ehl-i Hadîs fukahâsma daha yakındır. Kendisi her ne kadar Irak´da yaşadı ve orada okuyup yetişti ise de Eserci ulemadandır. Ehl-i re´y fukahâsının yolunu beğenip sevemedi. Ebû Hanîfe 18 sene Hammâd´ın dersine devam etti. Ondan ehl-i Irak fıkhım Öğrendi ki, bu fıkhı, Hz. Aîi ve Abdullah îbn-i Mes´ud´un fıkıhlarının hulâsası demektir. îbrahim Nahaî´nin fetvalarını, fıkıh hükümlerini Hammâd´dan bizzat aldı. Onun için, Şah Veliyullah Dehlevî, «Hanefiyye fıkhının kaynağı îbrahim Nahaî´nin kavilleridir» hükmünü vermektedir. Hüccet´ullahi´1-Bâliga kitabında şöyle diyor: «Ebû Hanîfe Hazretleri (Allah razı olsun) ibrahim Nahaî´nin ve akranlarının mezhebine sarılmıştı. îbrahim Nahaî´nin dediklerinden geçmiyor, onları aşmıyordu. Ancak az bir şey bundan hariç kalır. Onun mezhebine göre, mes´ele çıkarma hususunda büyük dirayeti vardı. Tahric yollarında gayet ince görüsü vardı. Furu1 mes´elelerini cok1 mükemmel işlivordu. Eğer bu dediklerimin hakikata uygun olduğunu anlamak istersen : Kitab´ül-Asâr´dan, Abdu´r-Râzık ın El-Camitnden, Ebü Bekir b. Şeybe´nin Musannef´inden îbrahim. Nahaî´nin akvalini topla, sonra onları Ebû Hanîfe´nin mezhebiyle mukayese yap, göreceksin ki, gayet az meseleler hariç, Ebû Hanîfe bu delillerden ayrılmıyor ve gayet az olan mes´elelerde de yine Küfe fukahâsmm kail olduklarından dışarı çıkmıyor.»[9] îşi bu kadar dar bir çerçeve içine sokmakta belki de biraz mübalâğa vardır. Ebû Hanîfe´nin fıkhı aşın derecede dar gösterilmiş oluyor. Fakat Ebû Hanîfe´nin Hammâd´a devamı ve Ham-mâd´ın da bütün rivayetlerde geçtiği veçhile, İbrahim Nahaî´nin fıkhını en iyi bi.en bir insan olması, şüpheye yer bırakmadan ortaya çıkıyor ki, Ebû Hanîfe fıkhının en büyük-ve başlıca kaynağı üstadı Hammâd´m, îbrahim Nahaî´den aldığı ilim mirasıdır. Hanefiyye´nİn eski eserlerini dikkatle okumakda bilhassa bunu isbat etmektedir. 59- Ders Aldığ Diğer Kimseler Hammâd´m dersine devam eden bir talebe olmakla beraber başkalarından da ders alıyordu. Bunu yukarıda da söylemiştik. Hammâd´m ölümünden sonra dersi bırakıp ilimden vazgeçmiş değildi. Hem öğreniyor, hem Öğretiyor. Bu hususta Hz. Peygamber´-in Hadîs-i şerîfiyle amel eden ilme sadık ulema gibi hareket ediyordu. «Bir adam ilim peşinde oldukça âlim olmakta devam eder. Alim olduğu zannına düştüğü zaman cahil olur gider.» Yukanda da zikrettiğimiz gibi Ebû Hanîfe Hac mevsiminde hacca gittiğinde ve Mekke´ye vâki olan seyahatlerinde Atâ b. Ebî Rabah´dan ders alıyor, Beyt-i şerifte mücavir bulunduğu müddetçe oradaki ders halkalarına devam ediyordu. Hayatında 55 defa Hac ettiğim söylerler. Bunun mânâsı delikanlılık çağına ayak bastıktan sonra her sene haccetmiş demektir. Biz bu sayının kesin olduğuna hükmetmiş değiliz. Hac niyetiyle Mekke´ye gelince bir taraftan ilim ve Hadîs öğrenme imkânını buluyordu. Diğer taraftan da hac menâ-sikini, hacda yapılması gereken ibadetleri yapmakla dînî farîzesini ifa ediyor, takvasını tamamlıyordu. Mekke ekolünde Atâ´dan İbn-i Abbas´ın ilmini aldığı gibi onun azadhsı Ikrime´den de ilim aldı. Bu Ikrime, Efendisi tbn-i Abbas´ın ilmine vâristi. îbn-i Abbas´m ölümünden sonra oğlu onu dört bin dinara satınca: Senden hayır gelmez, babanın ilmini dört bin dinara satıyorsun, dedi. O da bu satıştan vazgeçti. Hz. Ömer´in ve onun oğlu Abdullah´ın ilimlerini, Abdullah´ın azadhsı Nâfi´den aldı. Böylece îbn-i Mes´ud´un ilmiyle Hz. Ali´nin iimini Küfe ekolü voliyle almış oldu. Hz. Ömer´in ve tbn-i Abbas´-m ilimlerini de görüşüp buluştuğu Tabiînden ahp öğrendi. 60- Zeyd B. Ali´den Ders Alması Buna göre İslâm cemaatının fıkıhlarım türlü yollardan aldığını söyleyebiliriz. Her ne kadar kendisinde^ ehl-i re´y ve kryasçila-rın görüşü galip ise de, bu böyledir. Hattâ ehl-i re´yin üstadı sayılmıştır. Fakat Ebû Hanîfe yalnız bu üstadlardan ilim almalka iktifa etmedi, hattâ Şia imamlarından da ilim aldı, ders okudu. Onlarla zaten münasebeli vardı, onlara yardımda bulunuyordu. Eme-vîler zamanında olduğu gibi Abbasîler zamanında da, ihtiyarlık çağında bu yüzden hesaba çekildi. Nihayet Ali Beyt´e olan candan bağlılığı sebebiyle ihlâsı uğruna şehid oldu. Hak ve takvadan ayrılmadan bu uğurda can verdi. Bu imamlardan Zeyd b. Ali, Mu-hamftıed Bakır, Ebû Muhammed Abdullah b. Hasan´dan ilim öğrendi. Bunların her biri fıkıhda ve ilimde esaslı bilgi sahibidirler. îmânı Zeyd b. Ali Zeynel-Abidin (ölümü 122 hicrî senesi) her nevi islâm ilimlerinde gayet geniş bilgi sahibi olan bir âlimdi. Kur´ân-m okunma tarzına dair kıraat ilimlerini ve diğer Kur´an ilimlerini çok iyi bilirdi. O fıkıh ilminde olduğu gibi, akaid ve kelâm ilminde de üstad idi. Hattâ mu´tezile, kelâmdaki üstün bilgisinden dolayı pnu kendi üstadlanndan sayarlar. Ebû Hanîfe iki sene kadar ona talebelik yaptığını söyler. (Ravdun-Nâdir) in kaydettiğine göre Ebû Hanîfe şöyle demiştir: «Zeyd b. Ali´yi ve arkadaşlarım gördüm. Zamanında ondan daha fakıh, ondan daha bilgili olan bir kimse görmedim. Onun kadar sür´atle cevap veren ve gayet açık sözlü olan yoktu. O emsalsizdi.» Ebû Hanîfe´nin onunla görüştüğünde bizim hiç şüphemiz yok. Fakat onun dersine devam ettiği kanaatmda değiliz. Belki dersine devam etmeden onunla görüştüğü, buluştuğu zamanlarda onun bilgisinden istifade etmiş, ondan ilim öğrenmiştir. 61- Muhammed Bâkır´dan Ders Alması Adı geçen Zeyd´in kardeşi olan Muhammed Bakır b. Ali Zeyn´eî-Abidin, Şîa imamlarından ve on iki imâmdan biridir. O kardeşi Zeyd´den önce vefat etmiştir. îmâmiye fırkalarının en meşhurlarından olan on iki imâm ve îsmailiye fırkası onun imamlığında ittifak etmişlerdir. Ona Bakır unvanı verilir. Çünkü o ilmi deşelemiş-tir. O, Al-i Beyt´ten oiduğu halde Hulefa´yı Raşidîn´den olan Ebû Bekir, Ömer ve Osman Hazretleri haklarında asla kötü bir söz sarf etmemiş tir. Rivayet olunduğuna göre, Irak ahalisinden bâzj-ları onun yanında Ebû Bekir, Ömer ve Osman´ı kötülükle anmışlar, onlara dil uzatmışlar, Muhammed Bakır buna fena halde kızmış onlara sitem ederek: Siz mal, mülk ne varsa hepsini terkederek kendi yurtlarından çıkarılan muhacirlerden misiniz diye sordu. Hayır, dediler, Muhacirlere kucağım açan, yer hazırlayan Ensar´dan mısınız Hayır. Bunlardan değilsiniz, onlardan değilsiniz! Hiç olmazsa onlardan sonra gelip de: Yâ Rab bizi ve îman etmede bizi geçen kardeşlerimizi affet diyenlerden de mi olamıyorsunuz Bari onların aleyhinde bulunmayın. Bunu da mı yapamıyorsunuz Yanımdan defolun! Benden uzak olun. Müslüman olduğunuzu söylüyorsunuz, fakat islâm ehlinden değilsiniz. Muhammed Bakır 114 hicrî yılında vefat etti.[10] Muhammed Bakır gayet derin bilgi sahibi idi. Anlaşıldığına göre Ebû Hanîfe, Ehl-i re´y ve kıyastan olarak ortaya çıkmaya başladığı ilk zamanlarda onunla görüşmüş ve buluşmuştur. Ve ilk defa buluşmaları da, Ebû Hanîfe´nin Medine´yi ziyareti sırasında Medine´de olmuştur. Zira rivayet olunduğuna göre Muhammed Bakır ilk görüştüklerinde ona : Sen ceddim Resûlullâh´m dînini ve Hadîslerini kıyasla de-ğiştiriyormuşsun demiş, Ebû Hanîfe de: Allah korusun, böyle bir şey nasıl olur demiş. Belki değiştirdin. Lâyık olduğunuz makamınıza oturunuz, ben de bana yakışır şekilde yerime oturayım, zira benim size hürmetim var, hayatında Ashabı arasında muhterem olan ceddiniz hürmetine, sîzlere hürmet etmeğe hepimiz borçluyuz. Bunun üzerine Muhammed Bakır oturdu. Ebû^Hanlfe de onun önüne diz çöktü. Ve arada şu konuşma cereyan etti; Ebû Hanîfe : Size üç sualim var, onlara cevap lütfedin diye söze başladı. Evvelâ: Kadın mı daha zayıftır, erkek mi Kadın. Kadının mirasta hissesi kaç Adam iki hisse alıyor, kadın bir hisse. Bu, ceddin Resûlulîâh´ın kavli değil mi Eğer ben atanın dinîni bozmuş olsam, kıyasa göre; erkeğin hissesini bir, kadının hissesini iki yapardım. Çünkü: kadın zayıftır, kazanç yollan azdır, erkek kuvvetlidir, çok çalışır, çok kazanır, nasıl olsa geçinir. Fakat ben kıyas yapmıyorum, nasla amel ediyorum. î kincisi: Namaz rnı daha faziletlidir, yoksa oruç mu Namaz daha faziletlidir. Atanın kavîi böyledir. Eğer ben onun dînini bozmuş oîsam, kadın hayizden temizlendikten sonra, kıyasa göre; namazını kaza etmesini emrederdim. Orucunu kaza ettirmezdim. Fakat ben kıyasla böyle bir şey yapıyor muyum Üçüncüsü: Bevil mi daha pistir, yoksa meni mi Bevil daha pistir. Eğer ben atanın dînini kıyaslarımla değiştirmiş olsam, kıyasa göre; bevilden gusül yapılmasını, meniden abdest alınmasını emrederdim. Fakat ben Hadîse aykırı re´y kullanarak, kıyas yaparak ceddin Resûlullâh´m dînini değiştirmekten Allah´ıma sığınırım. Böyle şeyden beni Allah korusun. Bunun üzerine. Muhammed Bakır ayağa kalktı. Ebû Hanîfe´yi kucakladı ve onu abımdan öptü. Bu konuşmayı Muvaffak Mekkî, Menakıbmda nakletmiştir. Sözün gelişinden anlaşılıyor ki, bu konuşma ilk görüşmede olmuştur. Zira ona tanımadığı bir kimseye sorar gibi sormuştur. O, yalnız Ebû Hanîfe´nin kıyascı olarak şöhretini duymuştu. Fakat Ebû Hanîfe nas olan yerde kıyas yapmadığını ve bunu misallerle açıklayınca onu takdir ve tebcil etti. Bu konuşma aynı zamanda bize şunu da gösteriyor ki: Ebû Hanîfe, henüz üstadı Hammâd´m ders sıralarında otururken bile re´y ve. kıyas sahibi olarak şöhret almıştır. Hammâd´m ders halkasında oturması onun şöhret kazanmasına bir mâni teşkil etmemiştir, ilmi ve ilimdeki usulü etrafa yayılıp duyulmuş ki, Muhammed Bakır onu kıyascı olarak tanıyor. Hammâd 120 senesinde öldü. Muhammed Bakır ise 1İ4 senesinde vefat etti. Buna göre bu konuşmanın cereyan ettiği görüşme yapıldığı zaman, hiç şüphesiz ki, Hammâd hayatta idi. Bu nevi haberler bize gösteriyor ki Ebû Hanîfe henüz Ham-mâd´ın ders halkasında otururken şöhret kazanmıştır. Hayatının gelişi ve akışı onu bu şöhrete erkenden narazed kılmıştır. Zira onun birçok defalar Basra´ya seyahati, birçok defalar Hacca gidip gelmesi, ulema ile görüşmesi, üstadı Hammâd´Ia müzakeresini yaptığı re´y ve kıyas usulü ve yolunu işlemesi, etrafında ulema ile münakaşalarda bulunması, şüphesiz ki bunlar onu şöhret yapmıştır. Henüz müstakil bir ders halkası kurmadan önce daha talebeyken namı etrafa yayılmıştır. 62- Ca´fer Sâdık´la İlmî Münasebeti Ebû Hanîfe´nin Muhammed Bâkır´İa münasebeti olduğu gibi onun oğlu Ca´fer Câdık´la da ilmî temasları vardı, ikisi aynı yaşta idiler. Aynı senede doğmuşlardı. Fakat Ca´fer Sâdık, Ebû Hanîfe´-den daha evvel ahirete göçtü. Ebû Hanîfe´den iki yıl önce 148 senesinde vefat etti. Ebû Hanîfe ondan bahsederken: «Vallah Ca´fer Sâdık´dan daha fakih bir kimse görmedim» demiştir. Muvaffak Mekkî Menakıb-ı Ebû Hanîfe eserinde şunu nakleder : Ebû Ca´fer Mansur bir defa : Yâ Ebû Hanîfe bu insanlar Ca´fer Sâdık´a meftun oldular. Ona sormak üzere en çetin mes´ele hazırla da sor bakalım, dedi. Ebû Hanîfe de 40 soru hazırladı. Bundan sonrasını Ebû Hanîfe´den dinleyelim. Diyar ki: Ebû Ca´fer, Hîre´de iken Ca´fer Sâdık yanında bulunduğu bir sırada huzuruna girdim. Ca´fer Sâdık Halifenin sağ tarafında oturuyordu. Gördüğüm anda Ca´fer Sâdık´ııı heybeti beni kapladı, meclise Halifenin heybetinden ziyade onun heybeti hâkimdi. Selâm verdim. Otur, diye işaret ettiler. Ben de oturdum. Mansur, Ca´fer Sâdık´a dönerek : Yâ Ebâ Abdullah, işte Ebû Hanîfe bu zattır, dedi. Alâ, dedi. Sonra bana dönerek ; Yâ Ebû Hanîfe, Ebâ Abdullah´a mes´elelerini arzet bakalım, dedi. Ben de hazırladığım mes´eleleri arzetmeğe başladım. Ben soruyordum, o cevap veriyordu. Ve siz şöyle dersiniz, Medine ehli şöyle der, biz ise böyle deriz,; diyerek bütün ihtilâfları naklediyor, bazan bizim kavlimize, bazan Medine ehli kavline tâbi oluyor, bazan bize muhalefet ediyordu. Kırk mes´eleyi de böyle bütün tafsilâtiyle cevaplandırdı, bir tanesini bile cevapsız bırakmadı. Ebû Hanîfe bunu anlattıktan sonra Ca´fer Sâdık´m ilmî kudretini belirterek şöyle dedi: «insanların en âlim olanı, mes´eleler etrafındaki ihtilâfları en iyi bilendir.» Bu rivayet bize gayet açık olarak gosierıyor ki: Ebû Hanîfe Ca´fer Sâdık Hazretleriyle daha ilk görüşmede onun yüksek ilmî kudretini anlamış, onu takdir etmiştir. Ca´fer Sâdık´ın fıkıh hakkındaki derin bilgisine hayran kalmıştır. Şüphesiz ki, hâdise Man-sur ile evlâd-ı Ali arasında düşmanlık baş göstermezden Önce olmuştu. Ca´fer Sâdık her ne kadar Ebû Hanîfe ile aynı yaşta ise de ulema onu Ebû Hanîfe´nin üstadlanndan addetmişlerdir. 63- Abdullah B. Hasan´la Münasebeti Ebû Muhammed Abdullah b. Hasan da Ebû Hanîfe´nin üstadlarından biridir. Mekkî ve İbn-i Bezzazı menakıblanrîda geçtiği üzere Ebû Hanîfe onun talebesidir. Abdullah Hazretleri, sözünde sâdık bir âlim, güvenilir bir muhaddisti. Süfyân-ı Sevrî, îmâm Mâlik ve diğerleri ondan Hadîs rivayet ederler. Ulema nezdinde onun değeri büyüktür. O, kadri yüce bir âbiddir. Emevî Halifelerinin en sofularından olan Ömer b. Abdulâziz´le görüştü. Ondan son derece i´zaz ve ikram gördü. Abbâsîlerin ilk devrinde Ebu´l-Abbas Sef-fâh´îa görüştü. Ondan da aynı i´zaz ve ikramı gördü. Seffâh kendisine bir milyon dirhem ihsanda bulundu. Mansur, Halife olunca ona bunların aksine muamele yaptı. Onun evlâtlarına ve ailesine de aynı kötü muamelede bulundu. Elleri kollan bağlı bir haîde onları Medine´den Haşimiye´ye getirtti. Onları merhametsizce hapse tıktı. Çoğu hapiste can verdiler. Burada şuna işaret etmek isteriz ki, bilûmum evlâd-ı Ali´ye ve bilhassa Abdullah b. Hasan ailesine karşı bu gaddarca muameleler, işte Ebû Hanîfe´nin kalbini Abbasilerden çeviren bunlardır. Bu gaddarca zulümleri gördükten sonra onlardan soğumuş, fırsat buldukça Ebû Ca´fer´in idaresi aleyhinde bulunmağa . başlamış, hükümetine acı tenkîdlerini yöneltmiştir. Çünkü o* Hz. Ali evlâdını seviyordu. Yukarıda görüldüğü veçhile bunlardan birçoklan onun üstadları idi, onlardan ilim ve feyz almıştı. Bilhassa Abdullah ile aralannda gayet samimî bir dostluk mevcuttu. Abdullah 70 senesinde doğmuştur. Ebû Hanîfe´den on yaş kadar büyü kdemektir. 75 yaşında olduğu halde 145 senesinde bu fâni âlemden ebediyet âlemine göçmüştür. 64- Bazı Ehl-Î Heva Île Görüşmesi Ebû Hanîfe´nin ilmî münasebetleri yalnız ehl-i sünnet ve cemaat mensuplanna, Al-i Beyt imâmlanna münhasır değildi. Menakıb kitaplarının kayıtlarına göre o bâzı sapık fırkalarla temas ederdi. Onlardan bâzı hocaları vardı. Meselâ Câbir b. Yezid Cu´-fı´yi (ölümü 165 yılı) onun üstadlarmdan sayarlar. Halbuki o, Gu-lât-ı Şiîa´dandır. Bunlar Hz. Muhammed´in veya Hz. Ali´nin veyahut da son imamların tekrar geleceklerine inanırlar. îbn-i Bezzâzî, Menakıb-ı Imâm-i A´zam eserinde bunun Abdullah b. Sebe´in et-bâindan olduğunu söyler. Fakat bence bu uzak bir şeydir. Bana göre o, Şia´nın Sebeiyye kolundan değildir. Zira Sebeiyye : Hz. Ali´ye uîûhiyyet nisbet ederler, veya buna yakın bir şey söylerler. Hz. Ali onları küfre nisbet etmiştir. Ebû Hanîfe´nin Islâmilmini bu nevi kimselerden almasına ihtimal verilmez. Câbir b. Yezid, Hz. Ali´nin tekrar döneceğine kail ise ve bu da Sebeiyye´nin kavline uygun düşüyorsa, bu aynı zamanda Keysâniyye´nin akidesine de uygun demektir. Onlardan sayılması daha uygun düşer . Öyle anlaşılıyor ki, Ebû Hanîfe, yanlış anlayışını bildiği halde, ondan bâzı aklî ilimleri okumuştur. Onun kendisini sapık heveslere kaptırdığını biliyordu. Bunun için olacak ki, onun hakkında şöyle, derdi: «Câbir Cu´fî açığa vurduğu hevesleriyle nefsini ifsad etti, bence kendi babında Küfe´de ondan daha büyüğü yoktur!»[11] Ebû Hanîfe, Câbir´in ilim bablarından hangisinde çok bilgi sahibi olduğunu beyan etmiyor. Belki de tahric kısmında, veyahut aklî ilimlerde derin bilgisi vardı. Şunu da kaydedelim kî, Ebû Hanîfe kendisi onunla müzakerelerde bulunur, fakat arkadaşlarım ve talebelerini onunla oturmaktan görüşmekten menederdi. Demek onların onun fitnesine kapılmalarından, sapık düşüncelerinin tesiri altında kalmalarından korkuyordu. Dalâlete saplanmış olan bu adamın hevâ ve hevesine göre, onları da sapıtmasından endişe ediyordu. Ebû Hanîfe onu yalancılıkla vasıflandırarak ondan sakındırırdı. Mîzanü´l-l´tidal kitabının kaydına göre, Ebû Yahya el-Humânî diyor ki: «Ebû Hanîfe´yi şöyle derken işittim: Gördüklerimin içinde Atâ´dan daha faziletli bir insan, Câbir Cu´fî´den daha yalancı bir kişi görmedim.»[12] Bunlar bize gösteriyor ki, Ebû Hanîfe ilmin herhangi bir sahasında kuvvetli olan birini buldu mu, her ne kadar bâzı sapık düşünceleri olsa da, onlardan ilim alıyordu, ilmin faydalı olanını alıyor, zararlı olan yerlerini ayıklıyordu. Temizini pis olandan ayırıyor, iyisini seçip alıyor, pis ve. zararlı planını fırlatıp atıyordu. îlmi her kaptan atmaktan çekimiyordu, kabı taşıyana ve kaba bakmıyordu. Faydalı ve yararlı gördüğünü alıyor, onun kirini, pasını temizliyor, temiz bir hale sokuyordu. İlimden bu yoida faydalanmayı herkes yapamaz. Bunun ancak düşünce ufukları geniş, kabiliyetleri yüksek olan kuvvetli akıllar yapabilir. Zira aradıkları doğruyu bulmaktan, hayrı tanımaktan onları alıkoyacak, saplandıkları sapık bir düşünceleri yoktur. Ebû Hanîfe ise bu hususta asrının biricik âlimi idi. 65- Arasında Îkî Nevî Ulema Onun çağında ulema iki sınıf -idi. Bir kısmı yalnız İslâm fıkhı île iktifa eder, başka bir şeye uzanmızdı. Eğer daha biraz ufku genişlerse, tahric ve kıyasa kadar giderdi. Diğer bir sınıf ise akaid ve kelâm okur, onların felsefesine dalmak ister, dînin ruhunu ve özünü bilmeksizin böyle felsefe taslamağa kalkışınca, bu felsefe onu maksattan ayırır, bâzan şaşırtıp dalâlete sürüklerdi. Hem fıkıh mes´elelerinde derinleşip, hem de aklî bilgileri inceleyip bu ikisinin arasım bularak sapmadan, gayeden ayrılmadan doğru yolu tutup giden adeta yoktu. İkisi arası bu orta yolu ilk tutan Ebû Hanîfe olmuştur. Ondan başkası bu yola koyulmamıştır. Ebû Hanîfe bu yolu hem ilk tutan olmuş ve hem de en yüksek mertebeye çıkmış ve gayeye ulaşmıştır. Onun için her nevi ilim kapısından dalmış ve her türlü ilmi öğrenmek istemiş, ilme giden her yolu tutarak daima ilim peşinde koşmuştur. Hakikatte hâkim ve doğru bir akıl, kuvvetli ve metîn bir dîn, araştırıcı ve tenkidci bir kafayla ortaya atıldı. Biliyordu ki, talebelerinin gücü bunların hepsine yetmez, onun yaptıklarını onlar yapamaz. Onun için talebelerini fıkıhtan başka mevzulara dalmaktan sakındırır, fukahâ-dan başkasından ders almalarını yasak ederdi. Yukarıda oğlu Hammâd´ı kelâmda münazara yapmaktan nasıl menettiğini söylemiştik [13]. Halbuki o, bu mevzuda temayüz etmiş bir âlimdi. -------------------------------------------------------------------------------- [1] Hatib Bağdadî, Tarih-i Bağdad c. XIII, s. 334 [2] Mekki, Menâkıb-ı Ebû Hanîfe, c. 1, s. 24; lbn-i Hacer Heysemi, [3] Mekki, Menâkıb-i Ebû Hanîfe, c. 1. s. 24; Ibn-i Hacer Heysem, [4] İbn-ı Hacer Heysemî, Hayrat´ul Hisan, s. 25 [5] lbn-i Abdulber, El-İntika, s. 158 [6] Muharrir her nedense, Ebû Hanîfe Hazretlerinin Ashabdan rivayetini kabule taraftar değil gibi görünüyor. Halbuki bu hususta İleri sürülen sebepler gayet çürüktür. İsimleri tarihçe teabit edilmiş olan Ashabla görüştüğünü kabul ettikten sonra Ebû Hanîfe gibi daha gençliğinde ilme merak eden, kuvvetli ilmi tecessüsü olan ve mükemmel bir tahsil gören bir zeki gencin görüştüğü Ashabdan hiçbir şey bellememiş ve anlamamış olduğunu iddia etmek biraz yersiz olur. 55 No. lu bendde ileri sürülen sebeplere şöyle bir göz atalım: 1- îlim belleyecek; bir yaşta değildi, deniyor. Görüştüğü Ashab arasında Enes b. Mâlik Hazretleri 93 senesinde öldüğüne göre Ebû Hanîfe o zaman 13 yaşında demektir. Bu yaşta bir çocuk bir Hadiste mi belleye-mez Hele Ebû´t-Tufeyl 102 senesinde Öldüğüne göre´ o zaman Ebû Hanîfe 22. yaşma basmış bir* gençtir. Bu da mı. ilim alma çağı sayılmıyacak Görüşmeler, vefat tarihinden birkaç sene önce bile olsa, yine onun ya-şmı ilim alma çağından aşağı düşürmez. Yukarıda Ebû Hamfe´nin genç yaşta mükemmel bir tahsil gördüğünü kaydetti. Onları okuyunca bu yag "mes´eîesi de çürük kalır. 2- Ticaretle iştigali de bir sebep olarak ileri sürülüyor. Halbuki, ticaretle meşgul olması onun ilmine hiçbir suretle mani teşkil etmez. Nasıl ki hayatı, boyunca tiacretini bırakmadı; ve nasıl ki muharrir de bunu müteaddit yerlerde tekrarlamaktadır. Bütün bir İlim dünyasını hayran bırakan o ilim deryasının toplanmasına mâni olmıyan ticaret, .gençliğinde birkaç Hadîsi belleyip rivayetine mi mâni olacak Muharririn de sık sık tekrarladığı veçhile, Ebû Hanîfe Ashabın fetvalarını, ak-vâlini araştırıp toplardı. Bunları Ashabın talebelerinden alırdı. Ashabı görüp de doğrudan onları alnia imkânına bulunca bunu hiç kaçırır mı 3 - Senedlerin zayıf olması, Ebû Hanîfe´den sonra gelen isimler yüzündendir. Senedin başı zayıf değildir, sonu zayıftır. Sonraki halkaların zayıf olması bu sened zincirini baş taraftan koparmaz. 4- Talebelerinin, eserlerine bu rivayetleri almaması da bunları rivayet etmediğine bir delil olarak gösterilemez. Bir şeyin bir yerde zikredil-memesi onun sabit olmadığına delâlet etmez. Ebû Hanîfe´nin rivayet ettiğini çürütmek için ileri sürülen deliller çürüktür. Mütercim [7] Sûre: 21 (Enbiya), âyet 84 [8] İbn-i. Abdulber, El-Intika, s. 158. [9] Şah Veliyullah Dehlevî, Huccetu´l-Iah´ü-Bâliga, c. 1, s. 146. [10] îbn-i Bezzazı onun 117 senesinde öldüğünü kaydederse de îbn-î Esir, El-Kâmil´inde 114 senesinde öldüğünü yazar. [11] Muvaffak mekki, Menakib-i Ebû Hanîfe, c. 2, s.88 [12] Mekkî Menakıbının hâmisi, c. 1, s 42. [13] 19 nolu başlıklı bahise bak. -