119- Mürcîe Nedir, Nasıl Başladı
Bu bir siyasî fırka olarak başlamıştır. Sonradan dînî esasları da içine almıştır. Ve o sırada İslâm efkârını meşgul eden büyük günah işleme mes´elesini bahis mevzuu etmişlerdir ki, bunu Hâriciler, Şia ve Mutezile fırkaları da kurcalamakta idi.
Mürcie fırkasının ilk tohumları Hz. Osman´ın son devirlerinde ekilmiştir. Zira Hz. Osman´ın hâkimiyeti, Valilerin hükmü hakkında sözler çoğalıp îslâm âleminin her tarafında dedikodular artıp nihayet Hz. Osman´ın şehit edilmesiyle îslâmda bir yara açılınca, Ashabdan bir kısmı bu hususta sükûtu ihtiyar ettiler ve Müslümanları birbirine tutuşturan bu fitneye katılmaktan çekinerek bir köşeye çeşildiler.
Bu hususta Ebû Bekir´in Hz. Peygamberden rivayet ettiği şu Hadîs-i şerifi kendiîerine delil tuttular: «İleride bir takım fitneler kopacak, o zamanda oturan yürüyenden daha hayırlıdır, yürüyen koşandan daha hayırlıdır. Bu fitneler koptuğu zaman kimin devesi, koyunu varsa ona baksın, kimin arazisi varsa ona sarılsın.» Bir adam sordu: «Yâ Resûlallah devesi, koyunu ve arazisi olmayan ne yapsın » Hz. Peygamber: «Kılıcını eline alsın, onun keskin yüzünü bir taşla ezsin, sonra eğer kurtulabilirse kurtulsun.» Bunun için bâzıları, Müslümanlar arasında kopan bu. fitnelere karışmaktan çekindiler, birbiriyle çarpışan iki Müslüman gurubundan hangisinin hak üzere olduğunu araştırmadılar. Sa´d b. Vakkas, yukanki Hadîsin râvisi Ebû Bek´ir´e, Abdullah b. îmran b. Husayn ve saire bunlardandır. Bunlar hangi taifenin haklı olduğu hususunda hükmü Allah´a bıraktılar, kendileri bir karara varmaktan çekindiler.
Müslim Şârihî bu fitneler hakkında şöyle diyor: «Bu mes´ele sahabe arasında şüpheli meselelerdendi. Hattâ bir kısmı bu hususta bir karara varmadan hayrette kaldılar ve her iki taraftan da çekindiler. Onlardan biriyle savaşa katılmadılar, doğruyu kestirip
atamadılar.»
îbn-i Asâkir de bunlar hakkında şöyle diyor: «Bunlar bu hususta şüphede kaldılar. Çünkü kendileri bu işler olup biterken harbte bulunuyorlardı. Hz. Osman´ın şehit edilmesinden sonra Medine´ye geldiler. Baktılar ki vaziyet değişmiş. Halbuki onîar Medine´de Müslümanları birleşik bir halde bırakmışlardı.
Aralarında ihtilâf yoktu. Dediler ki: «Biz sizi bıraktığımızda işiniz birdi, aranızda ihtilâf yoktu. Şimdi ise, geldiğimizde sizi ihtilâf hâlinde bulduk. Bâzınız: Osman haksız yere öldürüldü, o ve
adamları adalet üzere iş görürlerdi diyor; diğer bir kısmınız ise: Ali ve taraftarları hak üzeredir, diyor. Halbuki bunların hepsi bizce güvenilir ve doğru kimselerdir. Biz bu iki gruptan hiç birinden teberrî etmeyiz, onlara lanet de, okumayız. Onların aleyhinde bulunmayız. Onların işini Allah´a bırakır onları Allah´a salarız.´ Onlar hakkında hükmü verecek olan Allah´tır.»
120- Bâzı Fırkaların Ağır Hükümleri
İslâm fırkaları kurulunca Şia, Ehl-î Beyte karşı son derece ´bağlılıklarım ilân ettiler ve bunda çok ileri gittiler. Hattâ kibar Ashaba dil uzatarak işi Ebû Bekir, Ömer gibi büyük Ashaba tekfire kadar vardırdılar. Fasit hayallerinde bâzı kuruntular kurarak Hz. Ali ile bâzı Ashab arasında düşmanlık olduğunu bile iddia ettiler. Diğer taraftan; Hâriciler ortaya çıkarak Müslüman cemâatlerini tekfir ettiler. Müslümanların bilmedikleri yepyeni bir taife hâlinde ortaya çıktılar. Günah işleyen herkesi kâfir addettiler. Diğer taraftan; Emevî Devleti, kendi sancakları altında toplananları, istiyerek veya istemiyerek onların hükmüne razı olanları Müslüman addediyor, diğerlerini ümmet camiasından ayrılmış sayıyord». Bu parçalanmalardan sonra, Mürcie taifesi ortaya çıktj. Onlar bu fırkalarda her hangi bir fırkaya dayanmaktan, onlara yardımdan çekindiler. Onlar hakkında işi ve hükmü gaybı bilen Allah´a bıraktılar. Bu siyasî mevzulara dalmaktan kaçındılar. Emevîleri kötülükle anmaktan çekindiler. Ortlar da : Lâ ilahe illallah, Muhammed Re-suluHah, diyerek kelime-i şahadeti söylüyorlar. Öyleyse ne kâfirdirler, ne de müşrik. Onlar da Müslümandırlar. Onların işini insanların sırrını bilen Allah´a bırakınız, onların hesabını o görür, dediler.
121- Mürtekîb-i Kebîre Hakkında
Büyük günah işleyen hakkında ihtilâf çoğalınca, Hâriciler, onun kâfir olduğunu iddia ettiler. Diğer bir kısım ise, günah işleyenlerin hesabını Allah´a bıraktılar, hükmü verecek O´dur, dediler. Bunların ardı sıra gelenlere muhalifleri Mürcie adını verdiler. Bunlar büyük günah işleyenler hakkında birinciler gibi jnenfi bir vaziyet almakla kalmıyorlar; îman, ikrar ve tastikten ibarettir ve marifettir, diye hüküm veriyorlar, ameli mertebece geri bırakıyorlar, îmanla beraber mâsiyet zarar vermez, îman amelden ayrıdır, diyorlardı. Bunlardan bâzıları daha ileri gidiyor, îman sırf kalble itikattan ibarettir, lisaniyle küfürü söylese de, zahirden puta tapsa da kalbiyle inandıkça mü´mindir. Kalbiyle tasdik bulundukça o Allah´ın dost kuludur ve cennet ehlindedir.[2]
Bunlardan bâzıları ise şöyle garip zanlara düşüyorlardı: «Domuz yemeği Allah haram etti, bunu biliyorum. Fakat haram olan domuz şu koyun mu, yoksa başka bir hayvan mı onu kestiremiyorum, dese yine mü´mindir. Allah Kabe´ye Hacca gitmeği farz etti. Fakat, Kabe nerededir, bilmem, belki de Hind´dedir, dese mü´mindir.» Bunları söylemekten maksadı bunlar îmandan sonra gelen akidelerdir, çünkü aklı olan bir insanın Kabe´nin nerede olduğunu bilmemesi olamaz. Koyun ile domuzu ayıramıyan insan olur mu »[3]
îman hakikatlerine ve iyi amellere karşı böyle mübâlâtsız davranan bu taifenin görüşü fesatçıların işine yaradı, dinde mübâlâtsız olanlar bunu fırsat bildi. Kendi arzularına göre işler uydurmağa başladılar. Onu kendilerine mezhep tuttular. Kendi fesatlarını kapatmak için bu mezhebi bir vasıta kıldılar. Fasit garazlarını, habîs emelleri yürütmek için yol yaptılar. Bu çapkınların ve fesatçıların işine yaradı. Bu hususta Ebû El-Ferec Isfahanı şunu naklediyor:
«Bir Şîi ile bir Mürciî hangi mezhep daha hayırlı diye münakaşaya başlamışlar, kavgayı uzatmışlar. Nihayet ilk rastladıkları adama sorup onu bu işte hakem yapmayı kararlaştırmışlar. îbâhi-yeci bir mülhide raslamışlar, ona sormuşlar:
Hangisi daha hayırlıdır. Şia mı, yoksa Mürcie mi Sen han-gisindensin
Herif şu cevabı vermiş :
Benim yukarı tarafım Şia´dır, aşağı tarafını Mürcie´dir.
122- Mürcîenîn Îkîye Ayrılması
Onun için biz diyoruz ki: Mürcie kelimesi iki zümreye ıtlak olunurdu: Birisi, sahabe devrinde ve sonra Emevîler zamanında yukûa gelen ihtilâflar hakkında hüküm vermekten çekinenlere Mürcie denir, ikincisi, Allah´u Teâlâ küfürden başka her günahı affeder diyen zümreye de bu isim verilir. Onlara göre; imanla beraber masiyet zarar vermez. Küfürle beraber taat fayda vermediği gibi.
Fâsık ve fâcir takımı bu mezhebin kapılarım geniş buldular, işledikleri kötülükleri, istedikleri yere sığdırabiliyorlardı. Onun için Zeyd b. Ali b. Hüseyin «Fâsıklan Allah´ın affına tama ettiren Mürcieden ben uzağım.» demiştir. Bu zümre, mürcie adım kötüye
tulİanmışlar, onu en şeni kelimeler sırasına koymağa sebep olmuşlardır.
123- Mutezileye Göre Mürcîe
Mutezile taifesi, büyük günah işleyen Cehennemde ebedî kalmaz, günahı miktarı azap görür, belki Allah onu affeder, diyenlere Mürcie namını verirdi. Bu itibarladır ki, îmâm-i A´zam Ebû Hanî-fe´ye ve arkadaşları imam Ebû Yusuf´la İmam Muhammed´e Mürcie demişlerdir. Bu hususta Şehristânî El-Milel Vel-Nihal´de şöyle diyor:
«Ebû Hanîfe´ye ve ashabına Ehl-i Sünnet Mürciesi denirdi.
Kelâmcılardan çoğu onu Mürcie arasında sayar. Bunun sebebi şu olsa gerek: O İman kalbîe tasdiktir, ne artar, ne eksilir, diyordu.
Bundan onun ameli îmandan geri bıraktığını zannettiler, halbuki
amel hususunda o kadar titiz davranan Ebû Hanîfe ameli terkle
ietvâ verir mi Ona Mürcie denilmesi şu yüzden olabilir: O birinci asırda meydana çıkan Kaderiyyeye ye Mutezileye muhalifti. Mutezile kader mes´elesinde kendilerine her muhalif olana Mürcie derlerdi. Hâriciler de böyle yaparlardı. Bu isim ona mutlaka Mutezile veya Hâriciler tarafından verilmiş olmalıdır.»[4]
Bu itibarla Ebû Hanîfe´den ve arkadaşlanndan başka daha bir çok kimseler Mürcie´den sayılmıştır. Onlardan bâzıları şunlardır: Hasan b., Muhammed b., Ali b., Ebî Tâlib, Said b., Cübeyr, Talk b., Hubeyb, Amr b.,, Mürre, Muharip b., Disâr, Mukatil b., Süleyman, Hammâd b. Ebî Süleyman, Kubeyd b. Cafer. Bunların hepsi Hadîs ulemâsındandır. Bunlar da büyük günah sahibi tekfir etmezler, cehenemde ebedî kalacaklarına hüküm vermezler.
124 – Münazara Meclîsleri
Mürcie ile başkaları, bilhassa Hâriciler arasında münazara meclisleri yapılırdı. Ebû Ferec Isfahâni, Egânî´de diyor ki: Sabit b. Kutana, Horasan´da toplanıp münakaşa yapan şerir takımıyla ve Mürcie zümresiyle görüşürdü. Mürcie´ye meyletti ve onları sevdi. Onların medhi hakkında bir kaside bile söyledi. Onda Mürcie görüşlerini anlatıyordu. Şi´rin özeti şöyledir:
«Bizim Şiarımız Allah´a tapmak ve ona şirk koşmamaktır. Eğer bir iş şüpheli ise, onda hükmü Allah´a bırakırız. Müslümanlar İslâm üzeredir. Bir Allah´a inandıktan sonra günah insanı şirke götürmez. Biz kan dökmeyiz, Hâriciler hata işliyorlar. Ali ve Osman ikisi de Allah´ın sevgili kuludur. Allah´a asla şirk koşmamış-lardır. Aralarında sevgi, saygı vardı. Allah´u Teâlâ Ali´ye ve Osman´a çalıştıklarının mükâfatını versin. Herkesin ne yaptığını Allah bilir. Her kul Allah´ın huzuruna varacaktır.»
——————————————————————————–
[1] Mürcie: İrca edenler demektir. îrcâ kelimesi im mânaya gelir: Birincisi geri bırakmak,mühlet vermek mân asındadır. İkincisi ümid vermek, ümid düşürmektir.Bu taifeye Mürcie denilmesi birinci mânaya görede doğrudur. Çünkü onlar: Ameli , niyet ve maksattan geri bırakırlar. İkinci manaya göre ise münasebet açıktır. Çünkü onlar: İman olduktan sonra mâhiyet zarar vermez diys ümid verirler. Nasıl ki küfürle taat fayda, vermezse, imanla da ameli zarar vermez. İrca: Büyük günah sahibi hakkındaki hükmü ahiret gününe bırakmak mân aşırıdadır. Onun rennet ehlinden veya cehennem halkından olup olmadığına bu dünyada nüküm verilmez.
[2] İbn-i Harm, El-Milel vel´l-Nihal.
[3] Aynı eser.
[4] Şehristâni, El-Milel ve´I-Nihal –