79- Ebû Hanîfe´nin Ashabının Kavîllerînîn Çok Olması Ve Bunun Sebepleri
Hanefiyye Mezhebinde kaviller pek çoktur ve muhteliftir. Kaviller muhtelif olduğu için birbirine mübayin hükümler de vardır. Ebû Hanîfe´den ve ashabından muhtelif rivayetler naklolunuyor. Bazan bir mes´ele hakkında bir hüküm rivayet olunuyor. Başka bir rivayette ona muhalif bir hüküm rivayet ediliyor.
Mezheb imamları birbiriyle ihtilâf etmişlerdir. Ebû Hanîfe´-ye bâzan Ebû Yusuf´la Muhammed muhaliftir. Bazan Züfer üçüne muhalefet eder. Ebû Yusuf´la Muhammed´in birbiriyle ihtilâf ettikleri olur. Hattâ bir mes´ele hakkında bâzan Ebû Hanîfe´den iki re´y rivayet olunur, bunlardan birinde rücû, ettiği söylenir, bâzan bu rücû´ sabit olmaz. Hangi re´y daha eski, hangisi yeni bu da bilinemez. Talebelerinden her biri hakkında da ayni şey vârid-dir. Sonraları mezhepde ictihad yapanlar da, mezheb imamlarından hükmü naklolunmryan mes´eleler hakkında hüküm verirken, aralarında ihtilâf etmişlerdir. Hattâ onlar bâzan mezheb imamlarının örfe dayanarak vermiş oldukları hükümlerde onlara muhalefet bile etmişlerdir. Çünkü örf değişmiştir, öyle ki şayet mezheb imamları onların ´asrında bulunsalardı, onların hükmünün aynini verirler, onların dediklerini derlerdi.
Hanefiyye mezhebinde kavillerin bu kadar çok olması ´sebeplerini dört kaide hâlinde toplamak mümkündür:
1- Rivayetlerin ihtilâfı,
2- Bir mes´ele hakkında îmâm-ı A´zanYdan müteaddit kaviller nakli,
3- Bir mes´elede imamların muhtelif hükümler vermesi,
4- Tahrîc yapanların ihtilâfı, ve bâzan imamlara muhalefet etmeleri.
Bunlardan her birini biraz izah edelim.
80- Rivayetlerin Muhtelif Olması Sebebî
Rivayetlerin böyle, muhtelif oiması acaba neden ileri gelmişti Ebû Hanîfe´nin fıkhından bahse başlarken onun fıkhım kendisinin tedvin etmediğini söylemiş, onun akvâlinin talebeleri tarafından not edilip toplandığım ve Ebû Yusuf ve diğerlerinin kaydettiklerine bâzan bakıp gözden geçirdiğini belirtmiştik. Demek kavillerini bir kitapta toplayıp kendisi yazmamıştır. Onun fıkhı bu kaviller hâlinde talebesi tarafından naklolunmuştur. İmam Mu-harnmed kendi kitaplarında onun akvâlini nakletmiştir. Fakat onun kitapları da bir tertibe konulmuş değildi, imam Muham-med´in bu nakilferinin sıhhat bakımından kıymeti büyüktür, onun kitaplarının rivayetleri doğrudur, lâkin bu naklin esası yine rivayettir, rivayetler de müteaddittir. Bu itibarla rivayetler muhtelif of ur. Hattâ bâzan birbiriyle çarpışmaları tabiî bir neticedir. Ve böyle de olmuştur. Ebû Hanîfe´den ve ashabından naklolunan rivayetler muhtelif olmuştur ve hattâ bâzan birbiriyle çarpışmaktadır. İşte bu kavillerden birini diğerine tercih etmek, Hanefiyye mezhebinin üçüncü tabakasını teşkil eden fukahâ için -içtihat mevzuu olmuştur,
îbn-i Emir Hac, Tahrir şerhinde Ebû Hanîfe´den yapılan rivayetlerin muhtelif olması sebeplerini anlatıyor: «îmam Ebû Bekir Belîgî, Gurer´de diyor ki: Ebû Hanîfe´den rivayetlerin muhtelif oİmasının çeşitli yönleri vardır. Onlardan biri; yanlış duymak, işi-tileni yanlış anlamaktır. Meselâ bir hâdise sorulduğu vakit o menfi olarak cevap verir, nefî edatı olan (la yi kullanır), (Lâyecuz) der. Râvi bunu karıştırır,, çünkü bu iki türlü anlaşılabilir. (Lâ, ye-cüz Hayır, caiz olur) veya olabilir. İkinci sebep şudur:
İmamın rücû´ etmiş olduğu bir kavli vardır, birisi ondan rücû´ ettiğini bilmez, onu rivayet eder, diğeri de rücû´ ettiğini bilir, sonraki kavlini rivayet eder. Böylece rivayetler muhtelif olur. Bence bu birinciden daha akla yatkındır. “Üçüncü bir sebep şudur:
Kıyasa göre bir kavıi vardır, sonra istihsâna göre başka bir kavli olur. Râviîer bunlardan birini duyar, herkes duyduğunu rivayet eden (Bu vecihte de beis yoktur. Çünkü evvelâ kıyasa göre bir hüküm verir. Kıyas istihsândan öncedir. Yalnız bâzı mes´eleler müstesnadır. Sonra istihsân ile başka hüküm verir. Kıyas rücû´ olunmuş kavil mesabesinde kalır, istihsân ise râcih olan kavil olur. Her biri işittiği kavli nakleder.) Diğer bir sebeple de şu olabilir: Bir mes´ele hakkında iki türlü cevap verilmiştir. Birisi kaideye göre hükümdür, diğeri de ihtiyat kabilindendir. Her râvi duyduğu kavli rivayet eder, onun için rivayetler muhtelif olmuştur.»[1]
İbn-i Emir Hâcc´m, Ebû Hanîfe´den yapılan rivayetlerin muhtelif olması hakkında sözü budur. Bunları az bir tasarrufla hemen hemen aynen naklettik. Bizim de onu sözü üzerine iki mülâhazamız var:
1- İkinci sebebi zikrederken: «Bence bu birinciden daha akla yakındır» demesiyle ihtilâf sebebinin yanlışlık olacağını uzak bulduğunu söylemek istiyor.Bununla güya Hanefiyye mezhebini, Ebû Hanîfe´den nakilde hatâdan tenzih ediyor. Bu hayreti mûcibdir.Çünkü Sünnetin rivayetinde nakil hatâsı kabul olununca, bir fakıhtan nakil hatâsı neden olmasın. Birincide kendisinden rivayet olunan Peygamberdir, ikincisinde ise, imamette derecesi ne kadar yüksek olursa olsun, bir fakıhtır. Ondan yapıdan naklin sahih olmasında gösterilen dikkat ve titizlik, Hz. Peygamber´den yapılan rivayetin sahih olmasına gösterilen itina derecesinde olamaz. Halbuki Hz. Peygamber´den yapılan rivayetleri inceleyip doğruyu bulmak Hadis ulemasının tedkîk mevzuudur.
2- Onun tercih ettiğine göre ihtilâf sebepleri ancak ahvâlin ihtilâfına dayanmaktadır. Rivayet ihtilâfı, ahvâlin muhtelif olmasından ileri gelmiş oluyor. Kimisi rücû´ edilmiş, vaz geçilmiş bir kavli beklediyor, ona mukabil re´ylerin karar kıldığı son re´y olarak bir kavil rivayet olunuyor.
Bazan rivayet ihtilâfı, bir nâkilin rivayetinden de olabilir. Meselâ İmam Muhammed Zâhir-i Rivaye´de bir türlü, Nevâdır´da başka türlü rivayet eder. Bu şundan ileri gelir: O behemahal bu her iki rivayeti de buldu, onları öylece iki rivayet halinde nakletti.
Doğrusu rivayet ihtilâfları, kavillerin ihtilâfından olduğu gibi işittiğini yanlış nakilden veya işitenden alırken yanlış telâkki etmekten de neş´et etmiş olabilir.
Rivayet ihtilâfı, kavillerin ihtilâfından neş´et ettiğine göre, behemahal kaviller vaktinde muhtelif idi. Râvi hangisi birinci kavil, hangisi ikinci bilemedi. Şayet bilmiş olsaydı, birinci kabil hükümsüz bırakılmış, rücû´ edilmiş sayılır da yalnız sonuncu bir kavil olarak naklolunurdu.
Mezhebde tercih erbabı olan ulema, kitaplardaki muhtelif rivayetleri incelediler, usulleri icabı bir kısmını diğerlerine tercih ettiler. îmarn Muhammed´in Zâhir-i Rivâye kitaplarım, onun diğer kitaplarına ve Hasan b. Ziyâd gibi diğerlerinin kitaplarına tercih ettiler. Ebû Yusuf´un Emâlî´si de bunlar meyânındadır[2].
Bir mes´ele hakkında Zâhir-i Rivâye´de muhtelif rivayet bulunursa onlardan birini seçerler. Bu, rivayetlerin ihtilâfına sebep olan kavillerin ihtilâfı kabilindendir. Mezhebdeki tercih uleması, takip ettikleri tercih yoliyle bu kavillerden birini diğerine tercih ederler.
81- Bir Mes´ele Hakkında Îmâm-I A´zam´dan Muhtelif Kaviller Bulunması
Bazan bir mes´ele hakkında İmâm-ı A´zam´dan iki kavil bulunur. Bunlardan birinci ve ikinci olan bilinir. O zaman ikinci kavil, birinciyi hükümsüz bırakmış olur. Veya birinci kavil bırakılmış, vazgeçilmiş sayılır. Bâzan öyle olur ki,-hangisi birinci, hangisi sonuncu olduğu bilinmez, hangisi bırakılmış, hangisi alınmış kavil olduğu söylenmeden her iki kavil rivayet olunur. Böylelikle bir mes´ele hakkında ondan iki kavil rivayet edilir. Bu kavillerden hangisinin daha sahih olduğunu bildirmek, tercih erbabının işidir. Çünkü bu ondan rücû etmemiş, bir kavil sayılır.
Bir mes´ele hakkında muhtelif zamanlarda başka başka hüküm vermek o fakıh için bir kusur teşkil etmez. Belki de o fakının hakikati aramadaki ihlâsına ve dîne bağlılığın* bir delildir. Çünkü baştan doğru bulduğu bir kıyasa göre bir hüküm verir, sonra o kıyasın yerine sahih bir Hadîs olduğunu öğrenir. Kıyasından dönerek sahih olan Hadîsin hükmünü alır. Bâzan olur ki, birinci hükmünü kıyasla vermiştir. Bakar ki, onunla amel etmek halkın teamülüne, örfe uymuyor. O kıyastan vaz geçer, halkın teamülüne uygun olan istihsânı alır. Bâzı defa, kıyasla vermiş olduğu hükmün esası muayyen, bir vasıf ve sebebe dayanır. Sonradan anlar ki, birinci kıyasına esas yaptığı vasıftan daha kuvvetli tesiri olan bir başka vasıf mevcuttur, illet olmağa bu daha elverişlidir, hemen birinci kıyasdan dönüp ikinci kıyasa göre hüküm verir.
İşte böylece birinci kavilden dönmeği icabettiren kuvvetli bir delil karşısında kalınca ondan döner. İkinci bir hüküm verir. Fakat re´ylerden hangisinin sonraki olduğunu beyan eden bir delil yoktur. Tercih ve tahdîc erbabı fukhâ, işte bunlardan hangisi daha kuvvetli, amel ve tatbikata daha elverişli ise onu tercih ederler.
Bâzı öyle olur ki, hakkı aramakta ihlâs sahibi olan rnüctehid, mûcib delillerin tearuz ve hakikati açıklayıcı emarelerin birbiriyle çarpışması sebebiyle bir mes´elede verilecek hüküm hakkında tereddüde düşerek o mes´ele için iki veçhe bulur ve böylelikle onun hakkında iki kavil ortaya çıkar. Bu iki kavil arasında bir zaman bölümü yoktur. Her iki kavil de rivayet olunur. Bunların râvileri hir olabilir. Bâzı ulema bunlara da rivayet ihtilâfı nâmını vermişlerdir.
İbn-i Âbidin bu hususta şöyle diyor: İhtilâf vecihlerinden biri olarak şöyle de denebilir: Tercih edilmiyecek surette deliller tearuz ettiğinden, müctehid hükmünde tereddüt etmiş olabilir. Yahut
îmam Karâfî´ye göre kavillerden biri râcih olmadıkça hüküm ve fetva vermek helâl değildir. Ancak, deliller müctehidin indinde tearuz ettiyse ve tercihten de âciz kaldıysa o zaman müstesnadır Zira onun nezdinde deliller müsavi olduğundan o takdirde diledi ği ile hüküm verebilir. Bu itibarla her iki kavli ona nisbeti doğrı olur. Yoksa bâzı usulcülerin dedikleri gibi ona bu kavil de nisbe olunmaz, veya bâzılarının kanaatma göre yalnız birisi nisbet olu nur değildir. Çünkü müctehidin o. kavillerden birinden rücû´ etti ği belli değildir. Zira biz onların müsavi olduğunu ve birinin diğe rine tercih edildiğini farz ve takdir ederek hüküm yürütüyorum Evet onun nezdinde vre´ylerden biri râcih ise ve diğerinden de rii cû´ etmemiş ise, râcih olan re´yi ona nisbet olunur. İkinci re´yi d bir rivayet halinde kılar. Eğer birinciyi tercih edip diğerinden va: geçtiyse, artık o onun kavli olarak kalmaz. Râcih olan kavil onu kavli olur.»[3]
Böylece görülüyor ki, îmâm-ı A´zam Ebû Hanîfe´den de diğer muhlis müctehitîer gibi bir mes´ele hakkında iki kavil rivayet olunur. Bâzan onlardan birinden rücû´ ettiği sabit olur, bâzan bu rücû sabit olmaz. Belki her iki kavil de müsavi olarak kalır. Çünkü bu iki re´yeten biri diğerine tercih olunmadan hüküm ikisi arasında tereddüd kalmıştır. Her iki kavil de ondan rivayet olunur.
Talebelerinden Ebû Yusuf, Muhammed b. Züfer için de ayni şeyler söylenebilir. Çünkü bunlardan her biri içtihadında müstakil birer müetehiddirler. Ictihadda Ebû Hanîfe´nin çiğrindadırlar, bu yolu delilden aldıkları kanaatle ihtiyar etmişlerdir,
82- Ebû Hanîfe´nîn Ve Ashabının Kavîllerî, Mezhebin Esasıdır
Ebû Hanîfe´nin ashabı yâni talebeleri bir çok cüz´i mes´eleler-de üstadlariyle ihtilâf etmişlerdir. Hattâ Hanefiyye fıkhının dayandığı usulü inceleyenler, az da olsa bâzı kavaid-i asliyede bile olsa muhalefet ettiklerini söylerler. Onların akvâli muhalif olsun, muvafık düşsün, üstadlannin akvâli gibi Hanefiyye mezhebi kavil-!´-) inden itibar olunur. Çünkü Hanefiyye mezhebi îmâm-ı A´zam´ın başında bulunduğu fıkıh mektebinin re´ylerinin mecmuu demektir. Zira ittifak veya ihtilâf hâlinde olsun o ahkâmın istinad ettiği usul umumiyetle birdir. Ayrıldıkları cihetler gayet azdır. Bu onların aynı çığırda yürümelerine ve istinbat yollarının birleşmesine mâni teşkil etmez. Onun içindir ki, zaten bütün bu imamların = üstad-iannin ve talebelerinin re´yteri ve kavilleri birbirine karışık bir halde toptan rivayet olunmuş, bu bahse başlarken işaret ettiğimiz veçhile, kitaplara o haliyle yazılmıştır.
Bâzı müellifler, Ebû Hanîfe´nin ashabının kavillerini onun kavli imiş gibi göstermek istiyorlar.* Onlar, bu ashabın yâni Ebû Hanîfe´nin talebelerinin (Allah cümlesinden razı olsun) ona tâbi olup kavilleri de onun kavillerinden seçilmiş akvâl olduğunu söyr lemek istiyorlar. Bu iddiayı yukanda reddetmiştik.
îbn-i Âbidin onların kavilleri üstadlarımn kavilleri itibar edilmesini şu bakımdan ileri sürüyor: Üstadları onlara kendi akvâlin-den delilin gösterdiklerini almalarını tavsiye etmiştir. Ve yine ondan şöyle dediği rivayet olunmaktadır: «Hadîs sahih olunca benim mezhebim odur.»
îbn-i Âbidin bakın nasıl diyor:
«îmam-ı A´zam ashabına kendi akvâlinden delilin gösterdiklerini almalarını emredince, buna göre onların kavilleri, üstadların kavli sayılır. Çünkü onun kurmuş olduğu kaidelere göre böyle söylemişlerdir… Allâme Pîrizâde Eşbah şerhinin başında, Ibn-i Şahne Kebîr´in, Hidâye şerhinden naklettiği de buna benzer. Orada diyor ki: «Hadîsin sıhhati sabit olunca, mezhebindeki kavle muhalif ise de, Hadîsle amel olunur. Ve Hadîsin hükmü mezhebin kavli olur. Zira Ebû Hanîfe doğru olarak şöyle demiştir: «Hadîsin sıhhati sabit olunca benim mezhebim olur…» Mezheb ehli delile bakar ve delilin mucibince amel ederlerse bunun mezhebe nisbeti doğru olur. Çünkü bu, mezhep sahibinin izniyle yapılmış bir iştir. Mezhebin sahihi delile bakarak hüküm vermelerini talebesine emretmiştir. Şüphesiz ki, o delilinin zayıf olduğunu bilseydi ondan dönerdi, daha kuvvetli olan delili alırdı.»[4]
Bu sözlerle İbn-i Âbidin´in ve kendilerinden nakil yaptığı kimselerin Ebû Hanîfe´nin talebelerinin ictihadlarmı ona râci´ göstermek istediklerini görüyoruz. Ona tâbi olduklarım belirtmek için onların akvâlini onun kavli itibar ediyorlar. Onların nazarında talebelerinin akvâli bu itibarla Hanefiyye mezhebi akvâli sayılırlar.
Bence bu talebelerde aranan tâbi olma mes´elesi, mukallidin müctehide veya müctehid-ı mukayyedin müctehid-i mutlaka tâbi olması değildir. Belki de bu, talebenin üstada tâbi olması, kendi ihtiyariyle onun prensibini almasıdır. Kanaatiyle, ictihadiyle ona uymasıdır. Aradaki tâbilik, metbu´Iuk mânâsını silen bu ilim sılası, ders bağı üstadla talebeyi birleştirip hepsini bir mezhep altında toplamış ve bu mezhebe üstadın adı şerefli bir unvan olmuştur. Talebeleri üstadına muvafakat da etseler, muhalefet de etseler ayni mezhebe mensupturlar.
Ebû Hanife ile talebeleri arasındaki bağlantının nevi ne olursa olsun, talebelerinin kavilleri mezhebin kavillerinden sayılırlar. Ebû Hanîfe´nin kavillerine bunlar da ilâve olunca mezhebde kaviller çoğalıyor, gayet kabarık bir akvâl yekûnu meydana geliyor. Kavillerin böyle çokluğu mezhebi daha kolay, daha elverişli yapıyor, ufkunu genişletiyor. Bütün hâdiseleri içine alıyor, her arayan aradığını buluyor.
83- Tahrîc Erbabının Kavilleri Ve Gördükleri
Ebû Hanîfe ve ashabı bütün mes´elelerde ictihad ederek hüküm vermişler değildir. Onlar asırlarında vukua gelen hâdiseler hakkında ictihadda bulunup hüküm vermişler, bir de vukuu muhtemel olan hâdiseler farz ve takdir ederek aradaki müşterek illet dolayısiyle kıyaslarını onlara tatbik edip onların hükümlerini bildirmişlerdir. Asırlarında vuku bulup hükümlerini bildirdikleri ve vukuu beklediğinden bir karara bağladıkları işler, ne kadar çok olursa olsun, her asırda yeni bir takım hâdiseler meydana çıkar ki, onların hükümleri hakkında evvelki imamlardan bir kavil yoktur. Halbuki insanlara her hâdisenin hükmü lâzımdır. Onun için mez-hebde tahric erbabının bulunması icâbeder ki, bunlar mezheb imamlarının asrında vukubulmamış ve haklarında imamlardan bir hüküm naklolunmamış hâdiselerin hükümlerini mezhebin kaidelerine göre beyan ederler.
Mezhebde tahric erbabı nâmım verdiğimiz bu fukahâ tabakası, Ebû Hanîfe Hazretlerinin ashabının asrından sonra geîen bu-ashabın talebeleridir. Onlardan sonra gelenler de bu tabakaya dahildirler. Bunlar muhtelif asırlarda vukua gelen hadisleri tanıyıp onların hükümlerini bilmeğe çalıştılar, Ebû Hanîfe´den ve ashabından naklolunan fürû´ mes´eîeîerinin mecmuundan çıkardıkları kaidelere göre hüküm ve kararlar verdiler. Yukarıda da belirttiğimiz gibi ilk tahric yapanların işi iki şeyden ibarettir.
1- Ebû Hanîfe ve ashabının fıkhında hüküm istinbatı için esas usul sayılan umumî kaideleri çıkarıp tesbit etmek,
2- Haklarında bir nas ve hüküm bulunmıyan mes´elelerin hükümlerini bu usul dairesinde beyân etmek,
îkî tahric erbabı bu yolu hazırladıktan sonra tahric erbabı tabakasının işi daha kolay oldu, kendilerinden Öncekiler zamanında vukubulmadığından hükmü de beyân edilmemiş olan hâdiselerin hükümlerini verip bildirmek onlara düştü/
Bu tahric erbabının buldukları hükümlere ulemâ : Vâkıât ve fetvalar nâmını vermişlerdir. (Nevazil de´denir.)
Bu tahric erbabı, yalnız kendilerinden Öncekiler nezdinde hükmü beyân olunmamış hâdiselerin ahkâmını meydana çıkarmakla iktifa etmediler, belki de zaruretin veya örf ve âdetin şevkiyle bâzı umurdan geçmişlere muhalefet ettikleri olurdu. Bu mes´eleler, geçmişler nezdinde hükümleri örfe göre verilen mes´eîelerle kıyas ve istihsânın, örfün te´sîri altında kaldığı mes´eîelerdi. Örf değiştiğinden başka bir örf buldular. Eğer eski fukahâ onlann zamanında sağ olsalardı, hükümlerini bu son örfün icabına göre verirlerdi. İşte Örfe dayanan bu meselelerde îahric erbabı, eskilerin´dediklerinden başka türlü fetva verirler.
îşte tahric erbabının yaptıkları bunlardır. Mezheb imamları ilk defa istinbat yaparken ihtilâf ettikleri gibi tahric erbabının da kıyas ve tahriclerinde ihtilâf etmeleri tabiî bir şeydir. Böylece onların birçok kavilleri oldu. Mezhebde kaviller büyüdü de büyüdü. Mezheb genişledi ve gelişti. Fıkıhta tercih ve tahric babı nâmını taşıyan bu bab geniş ufuklu bir babdır. Şimdi de onu beyân edelim.
——————————————————————————–
[1] İbri-i Emir Hâc, Takrir, Şerh-i Tahrir, c. III, s. 334.
[2] Hanefiyye Mezhebindeki kitapların dereceleri XIV, fasılda beyan olunmuştur.
[3] îbn-i Abidin, Şerh-i Risâlet-i Resm´il – Müftî, s. 22.
[4] lbn-i Abidin, Şerh-i Risalet-i Resm´ü – Müfti s. 24.