1- Bu Kısmın Mevzu
Eserimizin bu kısmında iki şey üzerinde konuşacağız:
Birincisi, Ebû Hanîfe´nin siyasî fırkalar ve akâid mes´eleleri hakkındaki görüşü nedir, bunu araştıracağız. Çünkü bu mes´eleler, devrin ulemâsının çoğunu meşgul etmiştir.
İkincisi: Ebû Hanîfe´nin fıkhını ve fıkha nasıl hizmet ettiğini göreceğiz.
Birinci kısımda hilâfet ve hilâfete kimin lâyık olduğu hususundaki görüşünü, halifeliğin şartı, £ i´atm esası hakkında düşüncelerini gözden geçireceğiz.
imam, günah işleyen kimse hakkındaki re´yi, insanların ef´ali kaderle olan alâkası, böylece kelâm ilminin kader mes´elesini nasıl mevzuubahs ettiği görüldükten sonra içtimaî ve ahlâkî bakımdan Ebû Hanîfe´nin görüşleri incelenecektir.
2 – Siyasî Görüşleri
Okuduğumuz menakıb ve tarih kitaplarında Ebû Hanîfe´nin siyaset hakkındaki fikirlerine derli toplu bir arada yazılı olarak rastlayamıyoruz. Onun için bunları dağınık haberlerden ve kitapların arasından bulup çıkarmağa çalışacağız. Böylelikle belki de onun siyasî görüşü hakkında tam bir fikir edinmek kabil olur.
Ebû Hanîfe´nin hayatını anlatırken söylediklerimizden iki şeyi anlamış bulunuyoruz:
1- O, Hz. Ali´nin Hz. Fâtıma´dan doğma evlâtlarını yâni Âl-i Beyti pek fazla seviyordu. Bu sevgi yüzünden eza ve cefalara maruz kaldı. Hattâ bu sevgi uğruna şehit gitti bile denebilir.
2- Gerek Emevîlere ve gerekse Abbâsîlere karşı ayaklanan evîâd-ı Ali iîe bir olup fi´len bu ayaklanmalara katılmamıştır. Derslerinde sözle onlara yardım etmekte iktifa ediyor, sorulduğu zaman onların haklı olduğuna fetva veriyordu. Hasan b. Kahtabe ile aralarında geçen olay bunu gösterir. Bu işte kendisinden fetva sorulan bir müftü vaziyetinden ileri geçmez. Hükümdarın kuvvet ve sultasını nazarı itibare almıyarak vicdanının sesine uyar ve hükmünü verir.
Bunlara dayanarak diyebiliriz ki, Ebû Hanîfe´de Hz. Ali taraftarlığı vardı. Fakat bunun hududu nereye varır, o Şia´dan bir fırkaya mensup mudur İşte burada bunu araştırmak istiyoruz.
3 – Ehl-1 Beyt Sevgtsîndekî Îtîdalî
Ebû Hanîfe´nin Hz. Ali taraftarlığı Öyle Ashabın fazilet derecelerini görmesine mâni olacak neviden kör bir taassup değildi. AI-i Beyt taraftarlığıyle beraber Hz. Ebû Bekir ve Ömer´i faziletçe Hz. Ali´den üstün tutardı. Ebû Bekir´in takvasını takdirle anardı. Onun yüksek seciyesinin hayranı idi. Hattâ ticaret hayatında ve cömertlik yapmakta Ebû Bekir´i örnek tutar, onun gibi olmak isterdi. Hz. Ebû Bekir´in Mekke´de kumaş dükkânı mı vardı, o da Kûfe´de bîr kumaş dükkânı açtı. Faziletçe Ebû Bekir´den sonra Hz. Ömer gelirdi. Fakat Hz. Osman´ı, Hz, Ali üzerine takdim etmez,-di. İbn-i Abdulber Intikâ´da diyor ki :
«Ebû Hanîfe; Ebû Bekir´le Ömer´i başkalarına tafdîl eder, Ali ile Osman´ı severdi.», oğlu Hammâd, babasının şöyle dediğini naklediyor: «Ali bize Osman´dan daha sevgilidir.»[1] Hz. Ali´yi sevgide tercih etmesiyle beraber Hz. Osman´a asla dil uzatmazdı. Hz. Osman anıldığı zaman onu rahmetle yâdederdi. Hattâ dersine hazır olanlardan biri şöyle demiştir : «Kûfe´de ondan başka Osman´a rahmet okuyup da dua eden işitmedim.»
O, selefe söğmeğe asla cevaz vermezdi. Hattâ onun kimseye dil uzattığı duyulmamıştır. Mekke´de Atâ b. Ebî Rebah´la buluştuğu zaman Atâ ona :
Sen şu dinde fırkalara ayrılan diyardan mısın diye sordu. Ve sen onlardan hangi fırkadansın deyince :
Selefe soğmeyen, kadere îman eden, günahtan dolayı kimseyi tekfir etmiyen sınıftanım, cevabını vermişti.[2]
öyle anlaşılıyor ki, Ebû Hanîfe Âl-i Beyi sülâlesini Ebû Bekir ve Ömer hakkında gayet nezih lisanh görmek isterdi. Mekkî Me-nakıbında şunu naklediyor: «Ebû Hanîfe diyor ki, Medine´ye geldim. Ebû Cafer Muhammed Bakır b. Ali´nin yanına gittim :
Ey Iraklı kardaş, bizim yanımıza oturma, dedi. Ben oturdum ve:
Allah iyilikler versin, Ebû Bekir ve Ömer hakkında ne dersin diye sordum.
Allah Ebû Bekir´i ve Ömer´i rahmetine gark eylesin, dedi. – Irak´da senin onlardan teberrî ettiğin söyleniyor, dedim.
Allah korusun, onlar yalan söylüyorlar. Bilmez misin Ilz. Ali Efendimizin,, Hz. Fâtima´dan doğma kızı Ümmü Gülsüm´ü Hz. Ömer´le evlendirdi. Bu Ümmü Gülsüm kimdir, bir düşün. Büyük annesi Cennet kadınlarının ulusu Hz. Hatice, dedesi bütün Peygamberlerin ulusu ve sonuncusu Hz. Muhammed, anası cihan kadınlarının ulusu Hz. Falıma, kardeşleri Cennet ehlinin gençlerinin efendileri Hasan ile Hüseyin, babası îslâmda şerefli mevkî sahibi ars-laniar arslanı Hz. Ali´dir. Eğer Ömer ona münasip ve lâyık bir eş olmasaydı onunla evlendirmezdi. Böyle olana birşey denir mi
Bunun üzerine dedim ki :
Onlara bunu böylece yazsan, o söylenenleri tenkîd etsen.
Onlar yazılana itaat etmezler ki, Iraklılar öyledir, sana yanımıza oturma dedim, oturdun. Yazsam onlar da dinlemezler.»[3]
Ebû Hanîfe´ye îmamiye imamlarından olan Muhammed Bakır arasında geçen bu konuşmadan anlıyoruz ki, Ebû Hanîfe Al-i Beyt´e taraftarlığa toz kondurmak istemiyor onlara sürülmek istenen lekeyi temizlemeğe çalışıyor. Ona göre en büyük leke Ebû Bekir´e sövüp dil uzatmak idi. Bu iş onun vicdanını kemiriyordu. O bunu silmeğe çalışıyordu.
4- Hz. Alı Ve Muhalifleri Hakkındaki Görüşü
Ebû Hanîfe Hz. Ali´nin yaptığı her “harbde haklı olduğu ka-naatında idi, hiçbir şeyi tevile kalkışmıyordu. Fakat muhaliflerine de taan edip dil uzatmıyordu. Ve şöyle diyordu : «Ali ile harb edenlerden hiç biri yoktur ki, Ali bu hakka ondan daha lâyık olmasın.»[4] Ali ile Talha ve Zübeyr arasında olan harb hakkında şöyle diyor : «Şüphesiz ki Emir´ül-Mü´minm olan Hz. Ali´dir. Talha ile Zübeyr ona bi´at ettikten sonra muhalefet ettiler.»
Kendisine Cemel vak´ası soruldu. «Ali adalet üzere gitti. O âsilerle muharebe hakkında sünneti Müslümanlar arasında en iyi bilendir.» dedi.[5]
Görülüyor ki, o hakkı açıkça söylüyordu. Hiç birşeyden çekinmiyordu. Fakat muhalifleri de hiç kötülükle zikretmiyor, te´vil kapısı da açmıyordu.
Hz. Ali´ye muhalefet eden ashab hakkında re´yi böyle olunca, Emevîler hakkındaki görüşü şüphesiz ki, onların hükmünü teyit edici, onların hilâfetini kabul edici bir görüş olamaz. Asnndaki Eınevî Halifeleri hakkında bu şüphe taşımaz bir surette böylece sabittir. Ondan Öncekiler hakkında da mantık yoliyle ayni hükme varmak kabildir.
Faraziye ve kıyasları bir yana bırakalım da şüpheye mahal bırakmıyan söz ve amellere bakalım : Gördük ki: Zeyd b, Ali Emevî Halifelerinden Hişâm b. Abdulmelik´e karşı ayaklandığı zaman Ebû Hanîfe, Zeyd´i takviye etti. Zeyd ile beraber cihada katılmak nasıldır diye sorulunca: Onun bu çıkışı, Hz. Peygamberin Bedir Harbine çıkışma benzer, dedi. Onun askerlerine malca yardımda bulundu. Fakat onun etrafındaki adamlara itimadı azdı. Bunun için şöyle dedi:
Eğer bilsem ki, bu halk onu aldatmıyacak, kendisiyle beraber sadâkat üzre sebat gösterecekler, ben de O´na tâbi olur, O´nun-la Leraber ben de çalışırdım. Çünkü hak imam odur.»
5 – Abbasîler Hakkındaki Fikrî
Abbasîler hakkındaki fikri, Emevîler hakkındakinden daha iyi değildi. Bilhassa Abbâsîlerle Hz. Ali evlâdı arasında ihtilâf baş gösterince onlardan soğudu. İbrahim, Mansur´a karşı ayaklanınca ona taraftar oldu. Bâzı kumandanlar, hükümet tarafından ona karşı gitmeyi sorunca, onları vaz geçirdi. Kendisine soranları ayaklanmaya teşvik etti. Mekkî Menakıbında diyor ki:
«İbrahim b. Süveyd diyor: İbrahim b. Abdullah b. Hasan ayaklandığı zaman Ebû Hanîfe´ye sordum :
Farz olan Haccı yaptıktan sonra sence hangisi daha hayırlıdır, İbrahim´le beraber ayaklanma mı, yoksa Hacca gitmek mi
Bir gaza elli Hac´dan daha efdaldir, dedi. İbrahim zamanında bir kadın Ebû Hanîfe´ye gelerek:
Oğlum o adamın yanına gitmek istiyor, bense buna manî oluyorum, ne dersin dedi.
«Ona manî olma…»[6]
Hammâd b. A´yen diyor ki: «Ebû Hanîfe, halkı İbrahim´in tarafına geçmeğe teşvik eder, ona tâbi olmalarım söylerdi. Muham-med b. Abdullah b. Hasan Ebû Hanîfe´nin yanında anılınca gözlerinden yaşlar boşanırdı.[7]
6- İlmi Bağlantılar
Ebû Hanîfe´yi Âl-i Beyt´e bağlıyan yalnız bu siyasî temayül değildi. Onun AI-i Beyt´le ilmî bağlantısı çok daha kuvvetli idi. Hattâ bu siyasî temayülün sebebi asıl bu ilmî bağlantıdan doğuyordu, îmam Zeyt ile ilmî münasebeti vardı. O üstadlanndan mâduttur. iki hak şehidi Muhammed ve İbrahim´in babaları Abdullah b. Hasan da üstadlarındandır. O, Muhammed Bâkır´dan, Cafer Sâdık´-dan Hadîs rivayet ediyordu, Müsned´i buna şahittir.
Ebû Yusuf´un Kitab´ül-Asâr´ında zikrolunuyor: Ebû Yusuf, Ebû Hanîfe´den rivayet ediyor, o da Ebû Cafer Muhammed b. Ali´den rivayet ediyor: Hz. Peygamber yatsıdan sonra fecre kadar namaz kılardı. Bunların arasında sekiz rek´at kılar, üç rek´at.vitr kı-´ lar, iki rek´at fecr namazı kılardı.»[8] Burada Ebû Cafer´den mün-kati´ senedi kesik bir Hadîs rivayet ediyor.. Senet onda kesiliyor ve daha yukan çıkmıyor. Ebû Hanîfe bu nevi Hadîsin mutadı hilâfına ancak birinci derecede mevsuk olan en kuvvetli râviden kabul eder. Bu mücerred rivayet değil, ilim almaktır. Yine ayni eserde menâsik bababında Cafer Sâdık´tan şu rivayet var:
«Ebû Yusuf, Ebû Hanîfe´den, o da Cafer b. Muhammed´den o da İbn-i Ömer´den rivayet ediyor ki: Bir adam gelerek : Ben, Tavaftan mâda bütün menâsiki yaptım, sonra ehlimle yaklaştım, dedi. O da: Kalanını da yap, kurbanını kes, gelecek sene sana yine . Hac lâzım.» dedi. Adam döndü ve :
Ben çok uzak yerden geldim, dedi. Yine aynı şekilde cevap verdi.[9]
7 – Hz. Ali Taraftarı Olmakla Beraber Şîa Fırkalarından Bîrine Katılmış Değildir
Hâsılı bütün bunlardan vardığımız netice şudur: Ebû Hanîfe´de Hz. Ali taraftarlığı vardı. Onun siyasî gidişi o tarafadır. Fakat onun hayatının akışından ve geçen olaylardan iki şey açıkça meydana çıkıyor:
1- Al-i Beyt´e olan şiddetli taraftarlığı onu başkalarından ilim almağı terke veya diğerleri hakkında kötü zan beslemeğe asla sevketmiyordu. Asrının bütün ulemasiyle ilmî münasebeti vardı. Üstadlannın çoğunun zaten her hangi bir siyasî temayülü yoktu. Ve daha ziyade onların tesirinde idi.
2- Şiadan her hangi bir fırkaya intisap etmiş değildi. Zeydi-ye imamları ve Imâmiye imamları ile olduğu gibi Keysâniye´den bâzilariyîe de münasebeti vardı. Fakat bu fırkalardan her hangi birine intisabı yoktu. O her hangi bir mezheple mukayyed olmaksızın takdir hürriyeti» tedkîk hürriyeti sahibi olarak Âl-i ´Beyt´e sırf ictihadiyle bağlı idi. Onları candan severdi. Taassuptan uzaktı.
O muayyen dîni zümrelerden birine intisap etmemekle beraber onuri\re´y ve görüşlerinin ekseriyetle Zeydiye fırkasının fikirlerine yaklaşmakta olduğunu görüyoruz. Meselâ o da Ebû Bekir ve Ömer´in hilâfetlerini doğru bulanlardandır. Vasiyet voliyle Halifenin Peygamber tarafından tâyin edilmiş olduğuna kani değildir. Bunlar ise hep Zeydiye´nin görüşleridir. Ebû Hanîfe´nin görüşlerinin Zeydiye görüşlerine yaklaşmasında hayret edilecek bir cihet yoktur. Çünkü Zeydiye, Şia fırkalarının Ehl-i Sünnete en yakın olanıdır.
8- Halîfe Seçimi Hakkında Görüşü
Yukarki sözlerden çıkardığımız netice şudur: Ebû Hanîfe asrının Hükümdarları hakkındaki düşüncelerinde ve temayüllerinde Hz. Ali taraftarıdır. Yâni Hilâfet Hz. Ali´nin Hz. Fâtıma´dan doğma evlâtlarının hakkı olduğuna kanidir. O devirde bulunan Halifeler onların hakkını gasbetmişler demektir.
Fakat bir mese´le kalıyor. Hilâfete ehil olanlar arasından Halife ne suretle seçilir Ebû Hanîfe´nin bu husustaki görüşünü açıklayan bir sözünü araştırdık. Ve şöyle bir ibaresini bulduk ki, ona göre umumun Halîfeyi intihap etmesi, Halifenin iktidar makamına geçip sultayı ele almasından önce olmak lâzımdır. Yâni evvelâ intihap yapılıp, intihaptan sonra makamına geçer. Yoksa makamına geçtikten sonra bi´at edilme suretiyle intihap edilmiş sayılmaz. Mansur´un teşrifat memuru olan Rabî´ b. Yunus naklediyor : Man-sur, îmam Mâlik´i, îbn-i Ebî Züeybi ve Ebû Hanîfe´yi huzuruna toplamış ve onlara hilâfeti hakkındaki kanaatlerini sormuş. Mâlik yumuşak konuşmuş, îbn-i Ebî Züeyb sert konuşmuş. Ebû Hanîfe de şoylc demiş : «Dinde doğruyu arayana kızmamalıdır. Eğer siz kendi kendinize öğüt verirseniz bu içtihadınız Allah için değil demektir. Siz umuma şunu anlatmak istiyorsunuz ki, biz korktuğumuzdan, nasıl nice sizin istediğiniz şeyi söyleyelim. Siz Hilâfet makamına geçtiniz. Halbuki ehl-i fetvadan iki kişi bile bu işde birleş-memiştir. Hakikatta ise Hilâfet mü´minlerin içtimai ve meşvere-tiyle olur.»[10]
Bu sözler şüpheye mahal bırakmadan gösteriyor ki, Ebû Ha-nîfe´ye göre Hilâfet ancak Müslümanların önceden intihabiyle olur. Hilâfet vasiyetle, tavsiye ile olmaz. Müslümanlar üzerine bir oldu bitti ile kendini halife gösteren kimse, boyun eğip onu kabul etseler bile, halife sayılmaz.
Hilâfet, o makama geçmeden önce hür bir seçimle bir baş tâyin etmektir.
——————————————————————————–
[1] Mekki, Menâkıb-ı Ebû Hanîfe, c. II, s. 02.
[2] Habib Bagdari, Tarih-i Bağdad, cüz XIII. s. 331.
[3] Mekki, Menâkıb-ı Ebû Hanîfe, c. II, s. 165.
[4] Mekkî, Menâkıb-ı Ebû Hanîfe, c. II, s. 83.
[5] Mekki, Menâkib-ı Ebû Hanife, c. II, s. 84.
[6] Mekkî, Menâkıb-ı Ebû Hanîfe, c. II, s. 84
[7] İbn-i Bezzâzi, Menâkıb-ı İmam-i A´zam, c. II, s. 72.
[8] Ebû Yusuf, El-Asrı , S. 34.
[9] Aynı eser, s. 124
[10] lbn-i Bezzâzi, Menâkıb-ı İmam-ı -A´zam., c. II. s. 16.