28- Asıl Maksada Geliş
Bu etüdün asıl gayesi, Ebû Hanîfe´nin fıkhını incelemektir. Çünkü Ebû Hanîfe fıkhıyle şöhret kazanmıştır. Onun mümeyyiz vasfı fakıhhk sıfatıdır. Onunla tanınmış ve nam almıştır. Bu eserin gayesi de onun fıkhını incelemektir.
Ebû Hanîfe´nin fıkhını incelemeğe başlayınca bu yolun pek işlek olmadığını görüyoruz. Çünkü Ebû Hanîfe kendisi fıkha dair yazılı bir eser bırakmamıştır. Ona nisbet olunan kitaplar akaide dair ve o mahiyyettedirler. Fıkh-ı Ekber, Âlim vel-Mütaallim. Osman Bettîye risalesi, Kaderiyye´ye red[1] ve saire gibi ulemanın eline geçebilen bu eserler hep küçük risalelerdir.
Fıkh-ı Ekber denen eserin akaide dair değil de, fıkha ait bir eser olduğu da söyleniyor. 60 bin veya daha fazla mes´ele ihtiva edermiş. Fakat böyle bir eser bugün elde bulunmuyor. Göz önünde olmıyan bir eser hakkında tedkikat yapıp birşey söylemek olmaz. Meşhur olan Fıkh-ı Ekber´in akaide dair olduğudur ve elde mevcut olup her tarafa yayılmıştır. Bunun nisbetinde söz varsa da elde olan budur. Meydanda olmıyan başka bir eserin varlığını far-zetmeğe hacet yoktur, eldeki Fıkh-ı Ekber akaide dairdir.
29- Ebü Hanîfe Fıkhının Naklî: O, Bablara Göre Fıkıh Kitabı Yazmıştır
Ebû Hanîfe´nin fıkıh bablanna göre tertiplenmiş fıkha dair bir eseri bilinmiyor. O asrın ruhuna ve zamanına akışına uygun düşen de budur. Zira kitap yazmak onun ömrünün son günlerine kadar şuyû bulmuş değildi. Bu iş onun vefatından sonra yayıldı. Mücte-bitler sahabe devrinde bile fetvalarını ve içtihatlarını yazmaktan çekinirlerdi. Hatta Hz, Peygamberin Hadislerini bile yazmadılar Kur´ân-ı Kerîm´in bulunmasını arzu ediyorlardı. Çünkü Şeriatın direği Kur´ân´dır, O açık nurdur, kıyamete kadar kopmadan devam edecek bağlantı O´dur. Sonra ulema Hadisleri, fetvaları ve fıkhı yazmağa mecbur oldular. Medine fukahası Abdullah b. Ömer´in, Hz. Âişe´nin îbn-i Abbas´in fetvâlariyle onlardan sonra Medine´de gelen tabiînin fetvalarını toplamağa başladılar. Onlara bakıyorlar, onlara göre hüküm veriyorlardı. Iraklılar Abdullah b. Mes´ud´un fetvalarını, Hz. Ali´nin hükümlerini ve fetvalarını, Kadı Şurcyh´in hükümlerini ve diğer Küfe kadılarının verdikleri hükümleri topladılar. İbrahim Nahaî fetvaları ve-esasları bir mecmua halinde toplanmıştır. Ebû Hanîfc´nin üstadı Hammâd´ın da bir mecmuası vardı.
Fakat anlaşıldığına göre bu mecmualar bablara ayrılmış, umum arasında yayılmış kitaplar halinde değildi. Bunlar müetehidin kendisi müracaat etmek için hazırladığı hususî notlar, müzakereler hâlinde idi. Kitap hâlinde halka çıkarılmıyordu. Unutmıyayım diye kaydettiği notlar kabilindendi. Ashabdan bâzısının dahi bâzı nadir hallerde böyle yaptıkları olurdu, bâzı şeyleri not ederlerdi. Hattâ
Hz. Ali´nin bâzı fıkıh hükümleri yazılı bir defteri yanında taşıdığı rivayet olunmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, bu nadir haller tabiîn devrinde biraz artmağa başlamış, daha sonra te´Iif ve tedvinin nüvesini bunlar teşkil etmiştir. îmam Mâlik Muvatta´ kitabım yazdı, imam Ebû Yusuf Kitab´ül-Harac´ı ve Irak fıkhına dair diğer eserlerini yazdı. Sonra îmam Muhammed b. Hasan te´Iif işini esaslı bir şekilde ele aldı. Irak fıkhını tamâmiyle bir bütün hâlinde yazdı.
30- Onun Akvâlînî Talebeleri Toplamıştır
Ebû Hanîfe´nin fıkha dair bablara göre yazılmış bir fıkıh kitabı yazdığını bilmiyoruz. Fakat talebelerinin onun re´ylerini topladıklarını onun sözlerini kaydettiklerini kat´î olarak biliyoruz. Hattâ bazen bunları bizzat Ebû Hanîfe talebesine dikte ettirirdi. Ebû Hanîfe´nin re´ylerini nakleden imam Muhammed´in kitaplarının hepsi üstadından işitir, fakat kaydetmediği şeyler olmasına imkân yoktur. Onları üstadının vefatından sonra yazmış olamaz. Belki de bunlar hususî notlarda kayıth olup aynı zamanda üstadı olan Ebû Yusuf´un ve başkalarından almış olmalıdır. Onların bir kısmını ancak Ebû Hanîfe´den doğrudan almıştır, Çünkü o küçücüktü. Ebû Hanîfe´nin dersinde bulunduğu zamanlar kısadır, bunca mes´eleler o dar zamana sığmaz. ;Ebû Hanîfe öldüğü zaman onun yaşı bunca mes´eleleri ihata etmesine müsait değildi. Ebû Hanîfe´-nin vefatında 18 yaşında bulunuyordu. Bu yaş onun kitaplarına doldurduğu o mes´elelerin hepsini Ebû Hanîfe´den duymasına imkân verecek yaş olamaz. Bunları İmam-i A´zam´ın talebelerine maruf olan tedvin edilmiş mecmualardan almış olmalıdır. Başka türlüsüne ihtimal verilmez. Bunların hepsini Ebû Yusuf´tan dinleme suretiyle alıp yazmasına da imkân yoktur. Eğer böyle olmuş olsaydı behemehal senedi zikreder, rivayet yolunu gösterirdi. îlmî emanete riayet ederdi.
Bâzı rivayetler biliyoruz ki, onlar Ebû Hanîfe´nin talebeleri üs-tadlarinm re´ylerini tedvin ettiklerini, yazıp kaydettiklerini gösteriyor. Ebû Hanife o yazılanları gözden geçiriyor, muvafık olanları bırakıyor, yanlış olanları düzeltiyordu. İbn-i Bezzazı Menakıbı´nda şunu kaydeder:
Ebû Abdullah diyor ki, Ebû Hanîfe´ye kendi kavillerini okurdum. Ebû Yusuf da ona kendi kavillerini katmıştı. Onun sözünün yanısıra Ebû Yusuf´un kavlini zikretmeğe çalışırdım. Birgün dilim kaydı, onun kavlini zikrettikten sonra burada başka bir kavil de var, dedim. O kavli söyleyen kim diye sordu. Bundan sonra zikret-miyeyim diye Ebû Yusuf´un kavillerine işaret koyardım. [2]
Bu rivayet bizim yukarıda çıkardığımız mâkul mânayı teyit etmektedir. Ebû Hanîfe´ye kitap nisbet edenlerin veya fıkıh kitabı yazdı diyenlerin sözleri bu esasa göredir. Yani talebeleri onun nezareti altında ve bâzan onun gözden geçirmesi suretiyle onun akvâ-lini yazmışlardır.
31- Talebeleri Notlarını Ona Okurlardı
Bu yazılmış mecmuaların Ebû Hanîfe´ye nisbeti derecesi ne olursa olsun, fıkıhta Ebû Hanîfe´nin kitabı addolunacak bir eser biz bilmiyoruz. Ortada böyle bir eser yoktur. Fakat Mekkî Menakıbı´nda şöyle diyor:
«Ebû Hanîfe bu şeriat ilmini ilk tedvin edendir. Ondan önce kimse bunu yapmamıştır. Çünkü ashab ve tabiîn şeriat ilmini bab-lara ayırmadılar ve kitaplar tertip etmediler. Onlar anlayış kudretlerine güvenirlerdi. Kalblerini ilim sandığı ittiaz etmişlerdi. Hafızalarına dolduruyorlardı. Onlardan sonra Ebû Hanîfe yetişti. İlmi
yayılmış gördü. Sonra gelen kötü nesiln onu zayi etmesinden korktu. Nasıl ki Hz- Peygamber buyurur: «Allahu Teâlâ insanların elinden çekip almak suretiyle ilmi ortadan kaldırmaz; ilim, ulemanın ölümü sebebiyle ortadan kalkar. Cahil riiesâ kalır. İlimleri olmadığı halde fetva verirler, hem saparlar, hem sapıtırlar.» Ebû Hanîfe işte bunun için fıkhı tedvin etti. Onu bablara ayırdı. Kitab hâlinde kısım kısım tertip etti. Kitab-ı Taharetle başladı. Sonra namaz, son-la diğer ibadetleri yazdı. Arkasından muamelât kısımları geldi, sonra mirasla bitirdi. Evvelâ taharetle başlayıp ve arkasından namaz kısmına geçti, çünkü mükellef olan insan îman edip itikadım düzelttikten sonra ilk olarak namazla muhatap olur. Namaz ibadetlerin başıdır.»[3]
Bu sözden anladığımız tedvinden maksat onun talebelerinin hazırladığı şeylerdir. Râcih olan onlar bunu üstadlanmn irşadiyle japiyorlardı. Onun içindir ki Mekki, kitabında Ebû Haıüfe´nin ta-iebeleriyle birlikte mes´eleleri nasıl incelediklerini bize şöyle anlatıyor:
«Ebû Hanîfe mezhebini talebeleriyle müşavere yoliyle vazetmiştir. Onlarsız tek başına kurmuş değildir. Dindeki içtihadında AlIah ve Resûlâ için mü´minlere nasihatta gayet samimî idi, Mes´eleleri birer birer ortaya atar, onları her cihetten inceler, talebelerinin, düşüncelerini dinler, kendi görüşlerini söyler onlarla münazara yapar nihayet bir kavil üzere karar kılarlar, sonra Ebû Yusuf onu usule göre tesbit ederdi. Böylelikle usulün cümlesi tesbit edilmiş oldu.»[4]
32- Müsned-I Ebû Hanîfe
Ebû Hanîfe´nin fıhka dair kendi tarafından yazılmış bir eserini bulamıyoruz. Fakat ulema Hadise dair onun bir Müsned kitabını zikrediyorlar. Bu Müsned kitabı fıkıh kitapları tarzında tertip olunmuştur. Ve onîar gibi ahkâm sırasiyle toplanmıştır. Bu Müsned acaba onun tarafından mı yazılmıştır, yoksa talebelerinin ondan aldıkları ve dinledikleri rivayetler midir Yâni derste onun söylediklerini kaydedip sonra onları bablara ayırarak bir tertibe koyup neşretmeleri suretiyle mi meydana gelmiştir Şüpheye yer kalmıya-cak surette kat´î olan bir cihet varsa o da: Ebû Yusuf´un bu rivayetlerin çoğunu topladığı ve onları El-Âsâr adını vermiş olduğudur. Keza îmam Muhammed de bunlardan bir kısmını toplamış ve onlara El-Âsar adını vermiştir. Bu rivayetlerin büyük bir kısmı her iki kitapta birleşmektedir, birbirinin aynıdır.
Ona nisbet olunan Müsned kitabı acaba talebelerinin bu rivayet ettikleri midir Ulemadan bir kısmı bunu ileri sürüyor. Ve bir çokları bunu tercih ediyor, îbn-i Hacer Askalânî, Ta´cîl´ül-Menfaa kitabında şöyle diyor: «Müsned´i Ebû Harıîfe onun cem´i değildir. Ebû Hanîfe´nin Hadislerine dair mevcut oîan eser Muham med b. Ha-san´ın rivayet ettiği Kitab´ül-Âsâr´dır. Ondan önce de Muhammed b. Hasan´ın ve Ebû Yusuf´un eserlerinden Ebû Hanîfe´nin Hadislerinden diğer bir kısım mevcuttur. Hafız Ebû Muhamrned Harisi ki, 300 senesinden sonra yaşamıştır Ebû Hanîfe´nin Hadislerine dikkatle önem vermiş ve onları bir cilt hâlinde toplamıştır. Onları Ebû Hanîfe´nin üstadlarına göre tertip etmiştir. Hafız Ebû Bekir b. Mak-karî de ondan merfû olan Hadisleri çıkartmıştır. Onun eseri adı geçen Hârisî´nin eserinden daha küçüktür. Onun benzeri Hafız Ebû Hasan b. Muzaffer´in, Müsned-i Ebû Hanîfe adındaki kitabıdır. Ebû Zür´a b. Fazl b. Hüseyin Irakî Hüseyin´in ricali lahricte itimat ettiği ise Hüseyin b. Hüsrev´in tahric ettiği müsneddir, o daha sonradır.
îhn-i Hüsrevin Müsnedinde, Hârisî ve îbn-i Makkâri müsnedlerinde onlar üzerine bâzı ziyadeler mevcuttur.»
Bundan anlıyoruz ki, îbn-i Hacer, Ebû Hanîfe´ye mensup oîan müsnedin onun cem´i olmadığını söylüyor. Ve ulemanın bu Müsned hakkında rivayetlerini açıklıyor. îbn-i Hacer´in zikrettiği rivayetlerden başka bir de Haskef´nin rivayeti vardır.»[5]
Kâtip Çelebi merhum Keşf´üzzünun´da Müsned-i Ebû Hanîfe´nin rivayetini, bu husustaki ihtilâfları onu cemi´ ve tertip edenlere, ihtisar yapanları bize şöyîe naklediyor:. «Bu Müsnedi Hasan b. Ziyad Lü´lüî rivayet eder. Bunu asım b, Kutupluboğa, Hârisî rivayetine göre fıkıh babları üzerine tertip etmiştir. Onun bu eser üzerine iki ciit Enısâlî´si de vardır. 770 senesinde vefat eden Şamlı Ce-maleddın Mahmud b. Ahmet Konevî bu müsnedi ihtisar ederek ona El-Mutemed adını vermiştir. Sonra onu şerh ederek Müsned namını vermiştir. 665´de vefat eden Ebû Müeyyed Muhammed Harezmî bimun zeyaidini toplamıştır. O şöyle diyor: «Suriye´de Ebû Hanîfe´nin kadrini bilmiyen bazı kimselerden onu küçük düşüren ve ondan başkasını büyük sayan bâzı sözler duydum. Onun az Hadis rivayet ettiğini söylüyorlar. Şafiî´nin Müsnedi, Mâlik´in Muvattâ´ı var deyip bunları Hadiste ilim derecelerine delil tutuyorlar. Ebû Hanîfe´nin Müsnedi yok sanıyorlar. Onun sayılı bir kaç Hadis rivayet ettiğini söylüyorlar. Bu sözler benim dînî gayretime dokundu. Bunun üzerine Hadis ulemasının ulularından onbeş batın toplamış oldukları müsnedlerden bu eseri cemettim. Onlar da şunlardır:
1- Bu hususta âdil bir şahit olan îmam Hafız Ebû Kasım Taİha b. Muhammed b. Ca´fer.
2- îmam Hafız Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed b. Yakub Haris Buhârî ki, üstad Abdullah diye mâruftur,
3- îmam Hafız Ebû Nuaym îsfahâni, bu zat Şâfiîdîr.
4 – îmam Hafız Ebû Hasan Muhammed b. Muzaffer b. Musa b. Muhammed.
5- Ebû Bekir Muhammed b. Abdulbâki b. Muhammed En-sârî.
6 – îmam Ebû Ahmed Abdullah b. Adiy Curcânî.
7 – îmam Hafız Ömer b. Hasan Şeybanî.
8- Ebû Bekir Ahmed b. Muhammed b. Hâlİd kilâî.
9- Baş kadı îmam Ebû Yusuf, Ebû Hanîfe´nin baş tilmizidir, bundan rivayet olunan nüshaya Ebû Yusuf Nüshası denir.
10- îmam Muhammed b. Hasan Şeybani, buna da Muhammed Nüshası denir.
11- Oğlu Hamrnâd.
12- Yine İmam Muhammed, bunun çoğunu tabiînden rivayet etmiştir, buna EI-Âsâr namı verilir.
13- imam Hafız Ebû Kasım Abdullah b. Ebû´l-Avvam Sa´di.
14- îmam Hafız Ebû Abdullah Hasan b. Muhammed b. Hüs-lev, bu zat Belhîi olup 523 de ölmüştür. Eseri gayet güzel hazırlanmıştır.
15- îmam Mâverdî.
îşte ben bu 15 zatın eserlerinden toplayıp fıkıh bablanna göre tertip ettim. Tekrar olanları hazf eyledim. îsnadı mükerrer olanları bıraktım.»
Bu müsnedin etrafında muhtelif rivayetler hakkında Kâtip Çelebi´nin ve Ebû Müeyyed Harezmînin dedikleri böyledir. Bütün bunlardan görülüyor ki, bu Müsnedin Ebû Hanîfe´ye nisbeti Muvat-ta´nın imamı Mâlik´e nisbeti gibi değildir. Çünkü Muvattâ´ı bizzat îmam Mâlik kendisi yazmış, bablara ayırmış başkaları da ondan o tarzda rivayet etmişlerdir. Ebû Hanîfe ise Müsnedi kendisi bab sırasiyle tertip edip yazmış değildir. İçindekiler ondan rivayet olunuyor ancak onları bablara tertip edenler rivayet yapanlardır. Arada bu fark vardır. Bunun böyle olması eserin ona nisbetinin doğruluğunu asla çürütmez. Rivayet edenlere göre bu nisbet değişiyor. Bana göre bunların içinde senedi en kuvvetli olan Ebû Yusuf´un El-Âsâr´i ile İmam Muhammed´in El-Âsâr´ıdır. Bu iki kitapta mevcut rivayetlerin şüphesiz bir surette Ebû Hanîfe´ye dayanan sahih rivayetler olduğuna tamâmiyie güvenebiliriz. Her ne kadar tertip vt cem´i ve bablara ayırmak Ebû Yusuf´la Muhammed tarafından yapıldıysa da rivayetler onundur.
33- EBÛ Hantfe´nîn FIKHINI NAKLEDEN TALEBELERİ
Biz Ebû Hanîfe´nin fıkhını ancak talebeleri yoliyle öğrenebiliriz. Onlara bu yolu hazırlayan odur. Üstadlariyle birlikte bir fıkıh mcs´clesini müzakere yaparlar, mes´elcyî halledip bir karara bağladıktan sonra onu yazarlardı. Demek Ebû Hanîfe´nin fıkhım biz bu mes´eleleri onunla müzakere eden talebelerinden alacağız. Fakat burada üç mülâhazayı göz önünde tutmamız lâzım:
1- Ebû Hanîfe´nin ashabının, onun fıkhını zikretmeleri, bizzat kendisinin kendi fıkhını yazmaktan onu müstağni kılamaz. Zira fakının kendi re´ylerini kendisinin yazmış insana tam bir fikir verebilir. Çünkü içine doğan fikirleri en doğru olarak ancak kendisi ifade edebilir. Aklına gelenleri doğru ve açık bir surette kaydetmek onlara bir canlılık ve dirilik verir, fikirleri daha tatlı ve cazibeli olur. Kendi re´ylerini kendisi çok daha hoş ifade eder. Ebû Hanîfe´nin kendisinin yazdığı bâzı risaleleri elimizde mevcut. Onlara bakınca fıkhını da bu risalelerin diliyle ve üslûbiyîe yazmış olmasını içimiz ne kadar arzu ediyor, fakat her arzu olunan elde edilemiyor ki…
2- Ashabının nakletmiş olduğu kavilleri delilden hâli olup ancak menkul bir eser, meşhur bir Hadîs veya sahabe fetvası veya tabiînden birinin re´yi varsa onlar zikrolunmuştur. Bu ahvalde Ebû Hanîfe´nin kıyaslan veya istihsanları gayet az zikrolunur. Yalnız Ebû Yusuf´un kitaplarında onlar böyle değildir. O bunları biraz nakleder. Şüphesiz ki bu hal devrinde en kuvvetli kıyascı olarak tanınan Ebû Hanîfe´nin kıyaslarını tanımaktan uzaklaştırır, Ebû Hanîfe kıyascı idi. Hâttâ muhalifleri onu kıyasta aşırı derecede ileri gitmekle itham ediyorlar, kıyaslariyle Sünnetten ayrıldığım, îslâm müstehidi hâlini aştığım bile iddia ediyorlardı. Biz iman Muhammed´in kitaplarını okursak orada sebep ve illetlerin, hüküm çıkarma tarzı beyân edilmiş gayet az kıyas bulabiliyoruz.
Sonra Ebû Hanîfe´nin istihsanları nerede O ki, istihsan yapıyorum, dediği zaman hiç kimse onun karşısında diyecek birşey bulamaz, teslim olurdu. Çünkü bu istihsanlarda büyük bir idrâk, keskin bir basiret vardı. Kıyaslarına karşı onlar da kıyas yaptıkları halde istihsanlarına asla karşı gelemezlerdi, işte bunlar Ebû Hanî-fe´yi incelerken hep boş kalan gediklerdir. Bina tam olsun diye o boşlukları doldurmak İsterdik. Evet onun talebelerinden sonra ge-. len fukaha tabakası, istidlal ve istihraç voliyle ahkâmın kıyaslarını çıkarmağa ve İstihsamn vecihlerini beyân etmeğe ve Örf ahkâmına önem verdiler. Fakat bizler onların ileri sürdükleri, bulup çıkardıkları bu delillerin Ebû Hanîfe´nin düşündüğü delillerin tıpkı olduğuna, bunların ışığı altında hüküm verdiğine tamamiyle nasıl itimat edebiliriz
Katî olan bir cihet varsa Ebû Hanîfe meseleler hakkında kıyas veya istihsan voliyle fetva vermemiştir. Ondan sonra talebeleri onun kıyas veya istihsan voliyle vermiş oldukları hükümleri te´yid eden Hadisler bulmuşlardır. Delilleri arayanlar da bu te´yid ve takviye edici Hadisleri zikretmişlerdir. Çok defa bunlarla iktifa edip ondan kıyas ve istihsana bakmamışlardır. Böylelikle bizimle Ebû Hanîfe´nin düşünceleri uzaklaşmış oldu.
3- Ebû Hanîfe´nin talebelerinin, üstadîarının mezhebini beyân ederek yazılı bir tarzda sonrakilere nakil suretiyle bu mezhebe yaptıkları hizmet, Ebû Hanîfe´nin mevkiini çok yükseltmiştir. Çünkü bu zatların her biri haddi zatında kendileri de birer imamdır. Ebû Hanîfe´nin mevkiini çok yükseltmiştir. Çünkü bu zatların her biri haddi zatında kendileri de birer imamdır. Ebû Yusuf şanı büyük bir imamdır. Uzun müddet Devletin başkadısı idi. îmam Mu-hammed de, Ebû Yusuf gibi, re´y fıkhı iîe Hadîs fıkhını bir arada toplamış bir zattı. Irak fıkhının râvîsi olduğu gibi imam Mâlik´in Muvattânın da râvisidir. O bu iki meslek arasını gayet uvfrun bir surette birleştirmiştir. Îİmî kudretleri meydanda olan bu imamların üstadİarının fıkhını sonra gelenlere naklederek onun fıkhının râvisi olmağa razı olmaları, sonraki asırlarda Ebû Hanîfe´yc bir ilmî mevki kazandırmıştır. O fıkhını böyle imamların naklettiği büyük imam olarak tanınmış, îmam-ı A´zam unvanına bihakkın liyakat kazanmıştır.
Bu meseleleri inceleyen bazı Avrupalılar, Ebû Hanîfe´den naklolunan re´ylerin gerçekten onun re´yi olup olmadığı etrafında şüphe uyandırmak isterler. Onların düşüncelerine göre Ebû Hanîfe´ye nishet olunan bu görüşler onun görüşleri olmayabilir. Zira onlarca Ebû Hanîfe´nin hayatım, devrini içinde bulunduğu şartlan anlatan mevsuk kaynaklar azdır. Üyle olunca bu görüşlerin ona nisbeti, üzerinde durulması gereken bir mes´elcdlr, diyorlar. Bu, garip bir düşüncedir. Ebû Hanîfe´nin bu görüşlerini nakledenler, üstadlarını gözleriyle görmüş onunla konuşmuş talebelerdir. Hepsi de güvenilir fazilet sahibi kimselerdir. Haberleri değiştirerek birşey ilâve etmek, söze yalan katmakla itham olunamazlar. Herbirinin yaşadıkları devirde ve o nesil arasında yüksek bir mevkii vardır, işte o zatlar: Üstadımız şöyle dedi, böyle hüküm verdi diye naklediyorlar. Onlardan asırlarca sonra gelen Avrupa ulemasından bazısı ortaya çıkıp: Sizin üstadınızdan naklettiğiniz sözler üzerinde durulmak gerektir, diyorlar. Evet, onlar öyle düşünebilirler. îşin daha şerefli bâzı mütefekkirler de onlara uyuyorlar.
34- Ebû Hanîfe´nîn Talebelerini Takdîmî
İş ne mahiyette olursa olsun, biz Ebû Han´ife´nin fıkhını, onun bu talebelerinden alacağız. Bizim için başka çıkar yol yoktur. Onun için şimdi bizim Ebû Hanîfe´nin talebelerini tanımamız gerekiyor. Onlardan her birini kısaca tanıtalım.
Ebû Hanîfe´nin bir çok talebesi vardır. İçlerinden bâzıları ondan ders almak üzere başka yerlerden gelirler, bir müddet onun derslerine devamla onu dinliyerek onun usulünü ve yolunu öğrendikten sonra memleketlerine dönerler, içlerinden bâzıları ise daima onun dersine devam eder, ondan ayrılmazdı. Dersine devam edip ayrilmıyan talebeler hakkında bir defa şöyle demişti: «İçlerinde 36 yetişmiş adam var, onlardan 28´i kadılığa yarar, altısı fetva makamına yarar, ikisi ise hem başkadıhğa ve hem de fetva makamına lâyıktırlar, bunîar da Ebû Yusuf´la Züfer´dir.[6]
Kadılık ve fetva makamlarına liyakat hususunda Ebû Hanîfe´nin talebeleri hakkında bu hükmü, onun hayatta bulunduğu sırada idi. İlmî olgunlukları ve yaşları itibariyle bu mühim mevkiler işgale müsait olanlar o zaman bunlardı. Bu bakımdan İmam Mu-hammed b. Hasan´ı onları/ı arasında saymağa imkân yok. Çünkü Ebû Hanîfe öldüğü zaman o henüz 18 yaşında bir gençti. Bu yaşta bir genç ise akıl ve fıkıh bakımından kadılığa ehil olacak derecede olgunlaşmış sayılmaz. Kadıları bu yaştaki gençler arasından seçmek âdet değildir. Yaşı küçük olan îmarr. Muhammed, Ebü Hanîfe´nin vefatından sonra parlamıştır. Şunu da kaydedelim ki, hassaten Ebû Hanîfe´nin fıkhı ve umumî olarak da îrak fıkhı Muhammed b. Hasan´m kitaplarına borçludur. Onun hıfzedip gelecek nesillere veren odur. Baş vurulacak mercii, kana kana içilen kaynağı o hazırlamıştır.
Onun tein biz, Ebû Hanîfc´den ders alma müddetlerinin uzunluğuna veya kısalığına bakmıyarak, Hanefiyye fıkhını tedvin eden talebelerinden bahsedeceğiz. İşte İmam Muhammcd de bunlardan biridir. Çünkü Hanefiyye fıkhını gelecek nesillere nakledenler arasında enbaşta o gelir. Hanefiyye fıkhını nakledenler bu talebelerdir. Evvela Ebû Hanîfeyle daha uzun müddet görüşmüş olan Ebû “Yusuf´la başlayalım.
——————————————————————————–
[1] Ibn-i Nedim, Fihrist, s. 286.
[2] İbn-i Zezzâzî, Menâkıb-ı îmam-ı A´zam, c. II, s. 109.
[3] Mekki, Menakıb-ı Ebû Hanîfe, c. II, s. 136.
[4] Mekkî, Menakıb-: Ebû Hanîfe, c. II, s. 136.
[5] Bu eser, Buhari´nln Edeb´ül-Müfredl derkenarında 1209 da istanbul´da basılmıştır.
[6] Îbn-i Bezzâzî, Menâkıb-ı İmam-ı A´zam, c. n, s. 125. –