66- Münazaraları, Seyahatleri, Ders Usulleri
Bir şahsın hususî hayatını saran ahval ve hâdiseler, onun başkalarına itimad etmeksizin yaptığı eîüdler ve edindiği tecrübeler, bunların hepsinin o şahsın ilmî hazırlığında, hayatına istikamet verip fikrini kullanmasında tesiri görülür. Ebû Hanîfe´nin hayatı, ilmî araştırmaları, edindiği tecrübeler bunların hepsi Irak fıkhını yoğurup meydana getirmiştir.
a) Her şeyden evvel o, ticaretle meşgul bir aile yuvasında yetişti. Ve sonraları hayatı boyunca bu ticaretten ayrılmadı. Ticaret işlerine doğrudan kendisi bakmadıysa bile, bunları vekili veya or~ tağı vasıtasiyle yürütmüştür. Bu itibarla çarşı-pazardaki alış veriş usulünü ticaret örf ve âdetlerini yakından tanırdı. Bu bakımdan çarşı-pazarda edindiği tecrübeleri ona ticarette halkın muameleleri, alış veriş yolları hakkında vukufla konuşma imkânını verdi. Ve belki de bunun için fıkıh mes´delerinde hüküm çıkarırken, aşağıda izah olunacağı veçhile. Kitap ve Sünnet olmayan hususlarda, örf ve âdete mühim bir yer vermiş olacaktır. İhtimal ki, kıyas maslahata, adalete veya örfe muhalif olduğu zaman istihsan yoluyla hükme varma hususunda, ticarete olan bu vukufu sayesinde iyi bir muvaffakiyet göstermiştir. Talebesinden Muhammed b. Hasan diyor ki: «Ebû Hanîfe kıyas yaptığı zaman ashabı ona itiraz ederler, şöyle böyle derler. Fakat istihsan yapıyorum, dedi mi hiç birisi karışamazdı. Çünkü istihsan mes´elelerinde öyle çok deliller bulurdu ki, hepsi boyun eğip ona teslim olurlardı.»
Bunun sebebi: Mes´elelerin inceliğini kavraması, halkla temas neticesi onların muamelelerini, meramlarını gayet iyi bitmesidir, îstihsan yaptığı zaman bunun malzemelerini, şer-i şerifin usuliyle beraber, insanların ahvalini iyiden iyiye bilmesinden alırdı.
b) Ebû Hanîfe çok seyahat ederdi. Rivayetler onun elli beş defa hacca gittiğini söylüyor. Bu rakam biraz mübalâğalı olsa da yine çok haccettiğine delâlet eder. Hac esnasında ders alır, ders verirdi. Başkalarından ilim öğrenir, rivayet eder, kendisi feîvâ verirdi. Mekek´de Atâ b. Ebî Rebah´Ia görüşürdü. İlk defa görüştüklerinde Atâ ona sordu :
Sen nerelisin
Küfe ahalisindenim, deyince.
Dinlerini ayrı ayrı bölüp fırkalara dağılan diyardan desene!
Evet oradan.
Sen hangi sınıftansın ;
Ben selefe sövmiyen, kadere îman eden, günahtan dolayı bir kimseyi tekfir etmeyen sınıftanım.
Hac esnasında îmâm Mâlik´e gider, onunla fıkıh müzakeresi yapardı. İmâm Evzâî ile görüşür, onunla mubahaselerde bulunurdu. Onun hac seferinin işte böyle bir de ilmî cephesi vardı. Vahiy diyarında, o mukaddes risâlet ülkesinde Hazret-i Peygamberin harekâtını ve ahvalini yakından tetkik etmek imkânını bulur, Resûluî-lah´m âsânnı araştırır,, onu görmüş gibi olurdu.
Bu seyahatler esnasında kendi fetvalarını başkalarına arzeder, onlar hakkında başkalarının ne dediklerini duyar, tenkidlerini dinler ve zayıf noktalarını anlardı. Bunlardan başka bu seyahatler onun zihnini açar, görüş ufkunu genişletirdi. Muhtelif memleketleri görüp tanır, halkın muamelelerini ve örflerini Öğrenir, fıkıh mes´elelerini ona göre yürütür ve hüküm verirdi.
c) Ebû Hanîfe ilim tahsiline başladığından itibaren cedel ve münazaraya son derece meraklı bir zattı. îslâm fırkalarının ocağı olan Basra´ya sık sık gider, dînî fırkaların reisleriyle mücadele ve münakaşa yapar, onların görüşlerini çürütürdü. Gençliğinde onun yirmi iki kadar fırka ile mücadele yaptığı rivayet olunur. Yaşı ilerledikçe ömrü boyunca îslâm fıkhını müdafaadan bir an hâli kalmamıştır. Fıtrî mantıki sayesinde münazaraları kolayca kazanırdı. Devrindeki dehrilerle bu kâinatın bir yaratıcısı bulunduğuna, îmanın zaruri olduğuna dair yaptığı münakaşa meşhurdur. Dehri-Iere şunu sorarak münazaraya başlamıştır:
Bir adam size gelse de şöyle bîr şey anlatsa: Denizin ortasında bir fırtına koptu, dalgalar ve rüzgâr çarpışırken birdenbire içi çeşitli mallarla dolu bir gemi meydana geliverdi. Kuvvetli fırtınaya rağmen bu gemi kaptansız ve tayfasız kendi kendine istikametini bulup hareket ediyor; dese buna ne dersiniz. Akıl bunu kabul eder mi
Hayır, dediler, Böyle şey olmaz. Bu akim kabul etmeyeceği ve havsalanın almayacağı bir şeydir.
Mademki öyledir. Denizde bir geminin kendi kendine olu-vereceğini ve kaptansız yüzeceğini kabul etmiyorsunuz. Şu sonsuz âlemler, en ince nizam üzere kurulmuş bu dünya, içindeki akıllara hayret verici varlıkları ve olaylariyle kendi kendine nasıl oluverir, bunların bir yaratıcısı, bir sahibi yok mudur
Dehriler buna cevap vermeyi sustular [1]
Kelâm ve akaid mes ´eklerinde yaptığı münakaşalar onun fikrini işletmiş, kavrayışım derinleştirmiştir. Münazara ve mübahase melekesi gayet gelişmiştir. Onun için Mekke´ye, Medine´ye gidişlerinde vesair Hicaz seferlerinde fıkıh münakaşaları yapar, vardığı yerde âdeta fıkıh pazarı kurardı. Onun meclisinde herkes görüşünü ve delilini ortaya atar, serbestçe konuşurdu. Bu münasebetle o zamana kadar işitmediği Hadîsleri, Sahabe fetva ve içtihatlarını duyar, yeni yeni kıyas ve hükümlere vakıf olurdu. Yukarıda da zikri geçtiği üzere o, kölelerin verdiği emâm tanımıyordu. Fakat kendisine Hz. Ömer´in kölelerin emânı tanıdığı söylenince o da bunu kabul etti ve eski re´yinden döndü.
ç) Ebû Hanîfe´nin ders usulü bambaşka idi. Talebesine dersi yalnız takrir yoluyla vermezdi. Hocayla talebe beraber müzakere yaparak mes´eleyi müşavere ile hallederlerdi. Meselâ ortaya bir fıkıh mes´elesi atılırdı. O mes´ele hakkında talebeleri söz alır her biri görüşünü söyler, delilini getirir, itirazlar yapılır, cevaplar verilir, o mes´ele hakkında he risteyen konuşur, deliller çarpışır, mes´ele olgunlaşır, en sonunda Ebû Hanîfe de re´yini söyler ve mes´ele hükme bağlanırdı. Bu mübahaseler yapılırken talebeleri Ebû Hanîfe´nin kıyaslarına ve içtihatlarına itirazlarda bulunurlar, yukarıda Mis´ar b. Kidam´dan naklettiğimiz gibi, bâzan gürültüler olur, sesler yükselirdi. Mes´ele her yönden incelendikten sonra Ebû Hanîfe´nin re´yine göre karara bağlanırdı. (Hattâ bir mes´ele halledince şükür için toptan tekbir alırlardı. Dînî bir mes´elenin halli onlar için bir zafer olurdu. Küfe mescidi tekbir sadalariyle inlerdi). Bu usul ders okutmak, hem hocanın, hem de talebenin bilgisini arttırır. Talebe derse iştirak ederek açılır, hoca talebesinin re´yini işitir, onlân mes´ele halline alıştırır, bu usul çok faydalıdır. Ebû Hanîfe´nin derslerinde bu yolu tutması, ölünceye kadar onu talebe olarak yaşatmıştır, ilmi daima artmış, fikri yükselmiştir. Kendisine bir Hadîs arzolununca onda beyan olunan hükmün illetini araştırırdı. Hükmün illetini bulunca, o usul üzerine kurulan fürû´ mes´elelerine onu tatbik ederdi. Ve ona göre işte fıkıh da budur. Şöyle derdi: «Hadis toplayıp da fıkıh bilmiyen kimse ilâç satan eczacıya benzer. İlâçları toplar, fakat hangi hastalıklarda kullanacağını bilmez, ilâçların kullanılacağı yeri doktor gösterir. Hadîsciler toplar, fakih Hadîsden hüküm alır.»[2]
Görülüyor ki, Ebû Hanîfe taleeblerini münazara yapmağa alıştırıyor, onları donmuş bir halde durup dersle alâaklanmaz bir durumda bıyrakmıyordu. Onları üç şeye alıştırdı;
1- Onlara malca yardım yapardı. Geçinme sıkıntılarım giderirdi. Evlenme çağma gelip de evlenme masraflarını karşılayacak parası olmıyanlann, masraflarını görerek evlendirir, kızlara cihaz verirdi. Şüreyk onun hakkında şöyle diyor: «İlim öğrettiği talebesini zenginleştirirdi. Talebesine ve ailesine yardım yapardı. Talebesi ilim Öğrendikten sonra ona :
«Helâl ve haramı Öğrenmek suretiyle en büyük zenginliğe ulaştın» derdi.
2- Talebelerinin rûh haletini gözönünde tutar, onların üzerinden himayesini eksik etmezdi. Onların hayrını gözetirdi. İçlerinden birine ilim gururu gelip onun ders halkasından ayrılma sevdasına düştüğünü sezince onu ikaz ederdi, onun henüz başkasından ders alma ihtiyacında olduğunu sezdirirdi.
Rivayet olunduğuna göre, talebesi Ebû Yusuf kendisinin müstakil bir ders halkası kurup ders okutma vakti geldiği kanaatma kapılmış ve mescidin bir köşesinde derse başlamış. Ebû Hanîfe yanındakilerden birine demiş ki: Yakub´un (Ebû Yusuf´un) meclisine git ve ona şu mes´eleyi sor;
Bir adam iki dirhem ücretle temizlemek üzere temizleyiciye elbise verse, elbisesini almak için gidip istediği zaman evvelâ İnkâr etse, aradan birkaç gün geçtikten sonra tekrar isteyince bu defa elbiseyi temizlenmiş bir halde verse temizleme ücretini istihkakı var mıdır de. Eğer:
Evet vardır derse, olmadı, de. Şayet:
Yoktur, derse yine olmadn, cevabını ver.
Adam aldığı talimat üzerine İmâra Ebû Yusuf´a gider ve mes´eleyi sorar. İmâm Ebû Yusuf :
Evet ücreti ha ketmiştir, der.
Olmadı, deyince biraz düşünür ve bu defa da :
Hayır, yoktur, cevabını verir. Yine:
Olmadı, deyince, zeki talebe bu sorunun nereden geldiğinin farkına vardı ve kalkıp Ebû Hanîfe´nin dersine geldi. İmâm-ı A´zam, Ebû Yusuf´u görünce :
Seni buraya getiren temizleyici mes´elesi olsa gerek, dedi. Oda:
Evet, cevabını verdi.
Henüz böyle icâre mes´elesine cevap veremiyen bir kimse Allah´ın dîninden bahisle ilm-i fıkıhdan ders vermeğe nasıl cesaret eder
Bu mes´eleyi bana Öğret!
Mes´eleyi ayırmak lâzım. Eğer inkâr ve gasbettikten sonra temizlediyse ücret istemeğe hakkı yoktur. Çünkü inkâriyle icare akdi bâtıl olduğundan kendisi için temizlemiş olur. Eğer inkârdan önce temizlediğini isbat edebilirse o zaman ücret istemeğe hakkı vardır.»[3]
Ebû Hanîfe´nin böyle yapması belki de ders halkasında takip ettiği usul icabıdır. Çünkü o talebelerini kendisiyle mübahase ve müzakere yapacak bir mertebeye yükseltir, bu yüzden içlerinden bâzılarına gurur gelebilir! Bu gururu sebebiyle kendisi ayn ders vermeğe kalkışana ilminin henüz noksan olduğunu, daha olgunlaşmağa muhtaç bulunduğunu, müstakil ders için ilminin yeter dereceye ulaşamadığını hatırlatır, onu irşad ederdi.
3- O, taleeblerine daima nasîhat ederdi. Bilhassa ayrılık sırasında onlara, başına bir hal gelenlere nasîhatta bulunurdu. Bu hususta Mekkî ve îbn-i Bezzazı menakıblerinden nice ibretli ve güzel nasihatler naklolunmuştur. Yusuf b. Hâlid Simtî´ye vasiyeti, Nûh b. Ebî Meryem el-Cami´ye vasiyeti, Ebû Yusuf´a vasiyeti meşhurdur.
Hülâsa, Ebû Hanîfe talebelerini kendisine emsal ve dost gibi tutardı. Onlara bütün ruhunu ve kalbini verirdi. Onlara şöyle derdi : «Sizler benim kalbimin sevinci ve hüznümün tesellîsisiniz!»
——————————————————————————–
[1] Mekkî Menakıb-ı Ebü Hanîfe, c. 1, s. 179
[2] İbn-i Hacer Hesemi Hayratu´l Hisan, 22´nci Fasıl.
[3] Mekkî, Menâkıb-ı Ebû Hanîfe, c. II, s. 91.