35- İmam Ebü Yusuf (113-182 Hicri, 731-798 Milâdî)
îsmi Yakup, babası İbrahim b. Habîb Ensârî´dir. Kûfe´de doğup büyümüş, orada okumuştur. Soyca Araptır. Mevâlîden değildir. 113 Hicrî senesinde doğmuş, 182 de vefat etmiştir. Fakir bir ailede yetişmiştir. İhtiyaç onu ekmek parasını kazanmak için çalışmak zorunda bırakmış, ilim aşkı da okumağa sevk etmiştir. Ebû Hanîfe onun bu hâlini anlayınca ona maddî yardımda bulunmuş, o da artık kendisini tamâmiyle ilme vermiştir.
Ebû Yusuf, Ebû Hanîfe´nin dersine gelmezden önce îbn-i Ebî Leylâ´nın dersine giderdi. Sonra bırakıp Ebû Hanîfe´ye devama başladı. Öyle anlaşılıyor ki, o Ebû Hanîfe´nin vefatından sonra ve hattâ belki de onun sağlığında Hadîs ulemâsiyla görüşüyor, onlardan ders alıyordu. îbn-i Cerîr Taberî diyor ki: «Kadı Ebû Yusuf b. İbrahim fakîh ve âlim idi. Hadîs bilirdi. Hadîsleri ezbere bilmekle tanınmıştı. Muhaddislerin dersine gelir, bir derste elli, altmış Hadîs ezberler, sonra dersten kalkınca bunları yazdırırdı. Çok Hadîs bilirdi.»[1]
Üç Halifeye kadılık yaptı: Mehdi, Hadi ve Harunreşid zamanlarında kadı idi. îbn-i AbduJber diyor ki: «Harunreşid ona ikram eder, tazimde bulunurdu. Onun nezdinde itibar sahibi idi, hatırı sayılırdı.»
Ondan az Hadîs rivayetlerinin sebebine gelince; kadılık gibi resmî bir vazife kabul etmesi, bâzı muhadislerin ondan Hadîs rivayetinden çekinmelerine sebep olmuştur. Ayrıca o re´y taraftan olduğundan, fürû mes´eleleri ve ahkâmla meşgul olmasiyle beraber sultanla sohbette bulunması ve kadılığı kabul etmesi yüzünden bâzı Hadîs erbabı ondan Hadîs rivayetinden çekinmişlerdir.»[2]
Hanefî fıkhı Ebû Yusuf´tan çok fayda görmüştür. Çünkü o kadılık vazifesini deruhte ettiğinden bu mezhebi amelî bir surette hazırlamıştır. Zira kadıhk esnasuıda halkın bir çok müşkilâtım halletmekle karşı karşıya gelmekteydi. Onları halletmek yollarım araştırmak, halkın dertlerine derman olmak icabeder. Bu vasıta ile umumî olaylara muttali olur. Böylece onun istihsanları ve kıyaslan amelî hayattan almıyor, realitelere uyuyordu, Mücerred nazari faraziyelerden ibaret kalmıyordu.,
Ebû Yusuf´un kadılık vazifesini alarak Devletm-Başkadisi olması, Hanefîyye mezhebine büyük bir nüfuz sağlamıştır.
Ebû Yusuf, re´ylerini Hadîsle takviye eden re´y fukahâsımn birincisi olmuştur. Böylelikle ehl-i re´y yoliyîe ehl-i Hadîs yolu arasını bir arada toplamıştır. Zira muhaddislerden .ilim almış, Hadîs ezberlemiş ve Ebû Hanîfe´nin ashabı arasında en çok Hadîs belleyenlerden addolunmuştur.
36- Ebü Yusuf´un Kîtapları
Ebû Yusuf´un kitapları çoktur. Kendi görüşlerini ve üstadının re´ylerini onlardan toplamıştır. îbn-i Nedim onun kitaplarını şöyle sıralıyor: «Ebû Yusuf´un usul ve emâliye dair kitapları şunlardır: Kitab´us-Salât, Kitab´-uz-Zekât, Kitab´us-Sıyam, Kitab´ul-Ferâiz, Ki-tab´ul-Buyu, Kitab´ul-Hudud, Kitab´ul Vekâle, Kitab´ul-Vasâya, Ki-tab´ul-Sayd Vel-Zebâih, Kitab´ul-Gasb ve îstibrâ, Kitab-ü îhtilâf-ul Emsâr, Er-Red ala Mâlik b. Enes, Harunreşid´in emriyle hazırladığı Kitab´ui-Harac, Kitab´ul-Cevâmi” ki, bunu da Yahya b. Hâ-lid için yazmıştır, 40 kitabı ihtiva eder. Bunda ihtilaflı mes´eleleri ve hangi re´ym alınmış olduğunu zikreder. Ebû Yusuf´un bir de îmlâ adlı eseri vardır. O´nu Kadı Bişr b. Velid rivayet etmiştir. Ebû Yusuf´un kurduğu mes´eleler hakkında 36 kitabı ihtiva eder.»[3]
îbn-i Nedim´in zikrettikleri bunlardır. Fakat onun zikretmediği başka kitaplar da vardır. Bunlar Ebû Hanîfe´nin re´ylerini rivayet ve onları müdafaaya dairdir. Kitab´ul-Asâr, îhtiîâf-u îbn-i Ebî Leylâ, Er-Red Alâ Siyer-i Evzâî bunlardandır. Bu üç kitapta Ki-tab´uI-Harac üzerinde biraz durmak istiyoruz.
37- Kîtab´ul- Haraç
Bu kitabı Ebû Yusuf devletin malî işleri, gelir kaynaklan hakkında Halife Harunreşid için yazmıştır. Bunda devletin malî kaynaklarını, devlet geliri yollarını etraflı bir surette anlatmaktadır. Bu hususta Kur´ân´a Hz. Peygamber´den rivayet olunanlara, Sahabe fetvalarına dayanmaktadır. Hadisleri rivayet eder, illetlerini bulup çıkarır, Ashabın ne yaptıklarını anlatır, onların sözlerinden hükme esas kaideler bulur, hükme medar olan illet hususunda Sahabenin ihtilâfını nakleder, meselâ bâzan Hz. Ömer´in takdir ettiğine muhalif olan bir takdir yapar, buna vârid olacak itirazları yürüttükten sonra kendi takdirini müdafaa eder. îşte vârid görülen bir itirazı kendisi yapıyor ve cevabını da veriyor:
Ebû “-Yusuf´a şöyle denildi:Neden araziden hâsıl olan envâî mahsulâtın, hurma bağ, yemiş ağaçlan meyvelerinin haraç sahipleri tarafından o beyân ettiği surette taksim edilmesine kail oluyorsun Neden onları Hz. Ömer b. Hattab´ın onların arazisine, hurmalarına ve yemiş ağaçlarına vazetmiş olduğu vergi üzere bırakmıyorsun Halbuki onlar, kendileri buna razı idiler. Bu taşıyabilecekleri bir vergi idi: Ebû Yusuf buna şöyle cevap verdi: «Hz. Ömer o zaman arazinin bu vergiye mütehammil olduğunu gördü de ona göre o vergileri koydu. Fakat o haracı vazettiği vakit bu koyduğum haraç, haraç sahiplerine mutlaka lâzımdır, onlara vâ-cibdir, demedi. Bana ve benden sonra gelecek Halifelere onları eksiltmek veya çoğaltmak caiz olmaz demedi. Hattâ Huzeyfe ve Osman b. Hanif Irak arazisi hakkında tatbik ettiklerini söyledikleri zaman onlara; «Belki de siz araziye taşıyamayacağı kadar vergi koydunuz!» dedi. Bu söz şunu gösteriyor kî, eğer onlar arazinin bu vergiyi taşıyamayacağını söyleselerdi, Ömer, behemaha! o haraç vergisini indirirdi. Eğer Ömer´in araziye koyduğu vergi eksilmesi ve arttırılması câlz olmaz kat´î bir miktar olsaydı, onlara koyduğu vergiyi arazinin taşıyıp taşıyamiyacağını sor nazdı. Demek oluyor ki, bunda ziyade ve noksan caizdir. Osman b. Hanif, Hz. Ömer´e cevabında şöyle diyor: «Araziye taşıyacağı bir vergi yükle-dim.» Huzeyfe de Hz. Ömer´e şöyle cevap veriyor: «Araziye taşıyacağı bir vergi koydum. Artıya daha çok kalıyor.»[4]
Kitab´ul-Harac´da olanların hepsi Ebû Yusuf´un kendi fikirleridir. Onda başka fukahâmn rivayetlerine yer vermemiştir. Bununla beraber birçok meselelerde Ebû Hanîfe´ye muhalif olduğunu zikretmektedir. Bundan biz üstadının muhalefetini zikretmediği mes´elelerde ikisinin de ayni re´yde olduğu neticesini acaba çıkaramaz mıyız İhtilafsız zikrettiği re´y acaba Ebû Hanîfe´nin değil mi Zahir olan bunu gösterir. Her ne olursa olsun, şu muhakkaktır ki, o Ebû Hanîfe´nin re´yini zikrettiği vakit onun delillerini de zikreder. Kıyas ve istihsan yollarını anlatır. Üstadına vefasından dolayı ilim emâneti üzerine titriyerek kendi re´yinin delilini beyândan ziyade üstadının delilini beyâna önem verir. Üstadı Ebû Hanîfe´ye muhalefet ettiği mes´delerden birini misâl olarak zikredelim; o da hâli araziyi ihya hususunda, Ebû Yusuf sultanın iznini şart koşmuyor, Ebû Hanîfe ise, izni şart koşuyor. Bu iki görüşü ve delilleri Ebû Yusuf şöyle anlatıyor:
«Bir kimse hâli bir araziyi ihya ederse o onun olur. Rahmetli Ebû Hanîfe şöyle derdi: «Bir kimse hâli bir araziyi ihya ve imar ederse, sultan izin verip caiz görürse, o zaman onun mülkü olur. Bir kimse sultanın izni olmaksızın bir hâli araziyi ihya ederse onun mülkü olmaz. Sultan onu, onun elinden alır, onu dilediğine kira ile verir, mukâtaa usulüne bağlar.» Ebû Yusuf´a denildi ki:
Ebû Hanîfe her halde bir delile dayanarak söylemiş olmalıdır. Zira Hz. Peygamber´in şu hadîsi rivayet olunur: «Her kim ki hali bir arazîyi ihya ederse o onun olur.» Bize bu hususu beyan et, ümit ederiz ki sen Ebû Hanîfe´nin bu husustaki delilini işitmiş olmalısın.
Ebû Yusuf şöyle cevap verdi: «Bu hususta delil olarak şöyle diyebilir: îhyâ ancak sultanın izniyle olur. Başka türlüsü nizaı mucip olur. Nasıl ki, iki adamdan her biri aynı yeri ihtiyar etseler ve biri diğerini menetse, hangisi daha haklı sayılır Bir adam, başka bir adamın yurdunda gayri ma´mur bir araziyi ihya etmek istese arazi sahibi de. O´nu ihya etme, çünkü o benim yurdumdadır, bu bana zarardır, dese buna ne buyurulur
Ebû Hanîfe burada sultanın iznini, insanlar arasındaki nizaı önlemek için şart koşmuştur. Hâli araziyi ihya için sultan kime izin verirse o ihya eder. Bu izni yerindedir. Sultan bir kimseyi ihyadan menederse bu men´i de muteberdir. Ebû Hanîfe´nin böyle demesi Hadis´e karşı değildir. Şayet sultanın izniyle ihya ederse onun mülkü olmaz, demiş olsaydı o zaman Hadîse muarız olurdu. Ihyâ ettiği yer onundur, demek, Hadîse tâbi´ olmaktır. Ancak sultanın iznini şart koşmak, insanlar arasındaki nizaı kaldırmak ve birbirlerine zarar vermeği önlemek içindir…»
Bense şuna kaniim ki, bir kimseye zarar vermiyorsa, husûmet de yoksa Resûluîlâh´ın izni kâfidir, o kıyamete kadar caizdir, zarar varsa o da başka Hadîsle menolunur. Zulüm yapan için hiçbir hak yoktur.»[5]
İşte Ebû Yusuf nerede üstadının bir ihtilâfım zikretse onun delilini de, icabına göre, uzun boylu zikreder. Burada hâli araziyi ihya ve imar meselesinde yaptığı gibi. Çünkü; üstadının Hadîs-i şerife muhalefet etmediğini, yalnız Hadîsin mânâsım kayıt altına aldığını isbat etmek endişesiyle tafsilât vermek lüzumunu hissetmiş, üstadının dâvasını müdafaa eylemiştir. Bâzan da üstadının delilini kısaca kaydeder, tafsilâta lüzum görmez.
Doğrusu, Ebû Yusuf´un ihtilâfları anlatmakla tutmuş olduğu usul tam mânâsiyle örnek bir usuldür. Eğer Ebû Hanîfe´nin fıkhından naklolunanlarm hepsinde bu usul tutulmuş olsaydı. Hanefiy-ye fıkhı bize delilleriyle, aydın usulleriyle gelmiş olurdu.
Kitab´ul-Harac kendi sahasında öyle bir fıkıh hazinesidir ki, yazıldığı asırda başka bir eşi daha yoktur.
38- Kitab´lil Asar
Bunu Ebû Yusuf´un oğlu Yusuf, babasından ve o da, üstadı Ebû Hanîfe´den rivayet eder. Ondan sonra rivayet senedi ya Hz. Peygambere, ya bir Sahabeye veyahut da Ebû Hanîfe´nin beğendiği bir tabiîye ulaşır. Bu itibarla bu kitap Ebû Hanîfe´nin Müsne-di olmuş olur. Onu Ebû Yusuf rivayet etmiş, ondan da oğlu naklet-miştir. Bu kitap Ebû Hanîfe´nin Müsncdi olmaktan başka onda Küfe fukahâsının akvalinden seçilmiş fetvalar da vardır. İhtilaflı olanların senedi de beyân olunmaktadır. Kitap fıkıh bablanna göre tertip olunmuştur.
Bu kitap üç bakımdan ilmî kıymeti hâizdir:
1- Ebû HanîCe´nin Müsnedi´dir. Onun rivayet ettiği Hadîslerin bir kısmını orada görüyoruz. Çıkardığı fıkhı hükümlerde ve fetvalarında itiınad ettiği Hadîslerin bir kısmını orada buluyoruz.
2- Ebû Hanîfe´nin Sahabe fetvalarım nasıl aldığını, Hadîsin merfu´ olmasını şart etmeyip mürscl Hadîsi nasıl kabul etmiş olduğunu da bize açıklar. Daha umumî bir tabirle İtimat ettiği rivayetlerinde Ebû Hanîfe´nin şartlarını gösterir.
3- Kitapta tabiînden olan Küfe ve umumiyetle Irak fuka-hâsmdan seçilmiş bir kişim fetvalar vardır. Bu itibarla o devirde Irak fukahâsınca malûm olup aralarında inceledikleri ve üzerine hüküm bina ettikleri, ona göre karara bağladıkları bir fıkıh mecmuasını önümüze sermiş oluyor. Bunları ve Ebû Hanîfe´den rivayet olunan diğer fıkıh mes´elelerini incelemek suretiyle Ebû Hanîfe´nin hüküm çıkardığı o fıkıh devrini, onun eskilere nazaran aldığı rolü, umumî olarak müçtehitler arasındaki mevkiini öğrenmiş oluyoruz.
39- Îhtılâf-U Ebü Hanîfe Ve İbn-i Ebl Leyla
Bu kitapta Ebû Yusuf, üstadı Ebû Hanîfe iie tbn-i Ebî Leylâ´nın ihtilâf ettikleri mes´eleleri toplamıştır. Ebû Yusuf her ikisinin de talebesi ise de umumiyetle Ebû Hanîfe etrafını tutmaktadır. Bu kitabı İmam Muhammed Ebû Yusuf´tan rivayet etmiştir. Onun için kitabın içerisinde «Muhammed de dedi» sözlerine rastlıyoruz. Biz buna kailiz. Serahsî ise Mebsut eserinde îmam Muhammed´in Ebû Yusuf´un kitabına bâzı mes´eleler ilâve ettiğini söylüyor. Se-rahsi´nin bu hususta dediklerini nakledelim:
«Bilmiş ol ki, Ebû Yusuf bidayette îbn-i Ebî Leylâ´nın dersine gelirdi. Ondan dokuz sene ders aldı. Sonra Ebû Hanîfe´nin meclisine katıldı. Ebû Hanîfe´nin ders halkasına katılmasına sebep ola* rak şunu söylerler: Ebî Leylâ ile beraber bir adamın nikâh merasiminde bulundular. Şeker saçıldığı zaman Ebû Yusuf onlardan aldı. îbn-i Ebî Leylâ bunu hoş görmedi. Onu azarladı. Bunun helâl olmadığını bilmiyor musun diye çıkıştı. Ebû Yusuf, Ebû Ha-nîfe´ye gelerek bu meseleyi sordu. O da Bunda beis yoktur, dedi. Zira bize kadar gelen haberler de şöyledir:
Hz. Peygamber Ashabiyle Ensardan bir zatın nikâhında bulundu. Hurma saçıldı, Hz. Peygamber de hurma topluyor ve hem de Ashabına «Yağma, kapışın» diyordu. Yine bize ulaşmıştır ki, veda Haccında 100 deve kurban kestiği vakit emri ve arzusu üzerine her kurbandan birer parça et alındı ve sonra «Parça almak isteyen kesip alsın» buyurdu. Bu kabil hediyeler şer´an müstahsendir.»
Bu izahatı dinledikten sonra Ebû Yusuf iki üstad arasındaki farkı anladı ve Ebû-Hanîfe´nin meclisine geldi. Bu hususta başka sebep gösterenler de var: Denildiğine göre Ebû Yusuf, Züfer´le münakaşa ve mübahaselerde bulunurdu. Züfr´in nasıl kuvvetli deliller ortaya attığını görünce Ebû Hanîfe ile İbn-i Leylâ arasındaki farkı anladı ve Ebû Hanîfe´nin ders halkasına geldi. Sonra bu iki üstadı arasındaki ihtilaflı mes´eleleri toplamak arzusu uyandı ve bu eseri topladı. îmam Muhammed bunu ondan aldı ve rivayet etti. Ancak şu kadar var ki, Ebû Yusuf´un cem´inde bulunmiyan bâzı şeyler ziyade etti. Kitabın aslı Ebû Yusuf´un tasnifidir. Telif îman Muhammed´indir. Onun için bu kitap îmam Muhammed´in eserinden sayılır. Onun için Hâkim onu bu muhtasarda beyan etmiştir.[6]
Mebsut´un dedikleri böyledir. Bu bize iki şeyi açıklıyor:
1- Kitaba imam Muhammed bâzı ilâveler yapmıştır. Bunları Ebû Yusuf´tan başkalarından duymuştu.
2- Tasnif Ebû Yusuf´un, tel´if İmam Muhammed´indir, yani kitabın ihtiva ettiği malûmat Ebû Yusuf´undur. Fakat onu bab-lara bölüp, sıraya koyup tertip üzere yazan îmam Muhammed´dir. Lâkin bu kitap müstakil olarak da bulundu. Onda îmam Muham-med´in Ebû Yusuf´tan başkasından duyduklarım ilâve ettiğini gösterecek birşey yok. Belki de onda zikrettiklerinin hepsini Ebû Yusuf´tan rivayet ettiğini söylüyor, öyle olunca biz onun ilâveler yaptığını iddia edemeyiz.
Te´lîf ederek bablara göre tertip mes´elesine gelince: Zahirin hilafını isbat etmek elimizden gelmez; meğer ki zahirin hilâfına bir delil bulunmuş ola. Eserin Ebû Yusuf´a nisbet edilmesine bakarak zahir olarak tasnif ve bablara ayırma da onun olmalıdır. Birisinin elinde bunun hilâfına isbat edecek bir delil varsa getirsin, bizde tasdik edelim. Yoksa zahir olan şey hâli üzere kalır.
Bu kitabın Hâkimin Muhtasar´ında nakledilmiş olmasına gelince: Hâkim bundan îmam Muhammed´in kitaplarını ihtisar et-mistir. Bu onun Ebû Yusuf´un te´üfi olmasını nefi etmez. Zira îmam Muhammed ondaki mes´eleleri Kitab´ul Asl´a dercetmiş olabilir, îmam Muhammed Irak fıkhını bu kitaba toplarken umumiyetle üstadı Ebû Yusuf´tan aldıklarına itimat ediyordu.
40- Bu Kitabın Decerî
Bu kitap o devirde ulemâ arasındaki ilıtilâflt mes´eleîeri öğrenmek için çok kıymetli bir kaynaktır. Ebû Yusuf onda ihtilaflı görüşleri, delilleriyle zikreder. Ekseriya Ebû Hanîfe´den yana olur.
Nadir olarak ta İbn-i Ebî Leylâ tarafını tutar. Bu nâdir olaylardan bir tanesi Kitab-ı Kaza da şöyle geçer:
Ebû Yusuf dedi ki: Kadı mahkemede yapılan ikrarı ve şahitlerin şahitliğini tesbît ve tescil etse, sonra bu kendisine arz olununca hatırlamasa; Ebû Hanîfe´ye göre buna cevaz verilmez, İbn-i Ebî Leyi âise bunu caiz görüyordu. siz de bunu kabul ediyoruz.[7]
Ebû Yusuf´la îbn-i Ebî Leylâ görüşlerinin birleşmesinde hayret edecek bir şey yoktur. Çünkü her ikisi de kadılıkta bulundular. Onun için dîvanda mahkeme siciline tescil olunan bir şey, unutulsa da yine onu muteber tutarlar. Fakat kadılıkta bulunmamış olan Ebû Hanîfe, bunu nazarı itibare almıyor.
41- Kitaptan Bâzı Misâller
Ebû Yusuf bu kitapta delilleri ve kıyas yollarını beyâna önem vermiştir. Şu misâle bakın: Satın almağa vekil olan bir kimse bir şey alsa ve o mal kusurlu çıksa, husûmet kime teveccüh eder Bunda ihtilâf etmişlerdir. Ebû Hanîfe´ye göre husûmeti vekil yapar, îbn-i Ebî Leylâ diyor ki: «Müvekkil bu kusurlu mala razı olmadığına yemin ettirilmeyince vekil malı reddedemez. Kitap bunu aynen şöyle yazıyor: «Bir adam, bir adamın emriyle onun için bir şey satın alsa, mal kusurlu çıksa, Ebû Hanîfe´ye göre müşterinin dâva hakkı vardır, aldiye emri veren adam ister hazır olsun, ister olmasın. Malı satan kimse, Müvekkil kusurlu mala razı oldu ise müşteriye yemin lâzım gelmez. îbn-i Ebî Leylâ ise şöyle diyor: Emri veren müvekkil hazır olmadıkça müşteri malı reddedemez, kusurlu mala razı olmadığına yemin ettirilir, velev ki başka memlekette bulunsun. Bir adamda muzâraba malı olsa, başka yere ticarete gitse, Ebû Hanîfe der ki: O malla satın aldığı malda bir kusur bulursa malı reddedebilir. Âmirin kusura razı olduğuna yemin istemez, îbn-i Ebî Leylâ ise şöyle derdi: Muzârabe malıyla bir şey alan müşteri onu reddedemez. Mal sahibi gelir, kusurla kabul etmeğe razı olmadığına yemin ettirilir. Malı görrnediyse, gaipse böyle yapılır. Bir adam bir kimseye emretse, bir malı satsa, müşteri malı kusurlu bulsa, malı satanı mı dâva eder, yoksa mal sahibini mi Elbet mah satanı. Mal sahibi ile arasında husûmet yoktur. Onun için satın almada da böyledir. Şİrâ ve bey´a vekâlet hep birdir. Bir adam görmeden bir mah satın alsa, onu gördüğü zaman müvekkil olmasa da, müşteri için muhayyerlik hakkı vardır. Bir köle satın ai$a, onun kör olduğunu anlayınca elbet onu reddeder. Böyle köle bana lâzım deiğldir. der. Müvekkilin gelmesine lüzum yoktur.»[8]
Burada Irak fıkhının kiyascısı Ebû Hanîfe´yi görüyoruz. O satın almağa vekil olanı kusurlu malı red hususunda satmağa vekile kıyas ediyor. Kusur yüzünden reddetmek selâhiyeti vardır. Hı-yar-ı aybı da Hıyar-ı rü´yete kıyas ediyor. Kitap ihtiva ettiği mes´eleleri ve sevk olunan delilleriyle fıkıhcı Ebû Hanîfe´nin aydm fikirlerinin bir suretidir.
42- Kîtâb´ur-Red Ala Sîyer-i Evzaî
Bu kitapta Ebû Yusuf, harb ahkâmı, aman verme, mütâreke, ganimet hükümleri hususunda Ebû Hanîfe´ye muhalefet eden Ev-zâî´ye cevap vermektedir. Müellif, üstadından yana olup bu mes´e-leler hakkında Evzâî´nin sözlerini reddetmektedir. Burada Ebû Hanîfe´nin delilleri kuvvetli hüküm verme yolu gayet açıktır. Bunlarda kıyascı Ebû Hanîfe´nin fıkhını görüyoruz. Naslari gaye ve maksatlara uygun olarak tefsir eden, ibarelerin zahirine saplanıp kalmayan Ebû Hanîfe´nin fıkhı böyledir. Kölenin verdiği amanı Ebû Hanîfe muteber tutmuyor. Ancak efendisiyle beraber savaşırsa o zaman müstesna sayıyor. Evzâî ise kölenin verdiği amam caiz görüyor, İster harbe iştirak etsin, ister etmesin. Bu mes´eleyi kitapta şöyle anlatıyor:
Ebû Hanîfe dedi ki: Efendisiyle birlikte harbde döğüşüyorsa verdiği aman caizdir. Yoksa bâtıldır. E^zâî diyor ki: Amanı caizdir zira Hz, Ömer b. Hattab onun amanını caiz gördü döğüşüp döğüş-mediğine bakmadı.
Ebû Yusuf da köle hakkında der ki: Burada söz Ebû Hanîfe´nin dediği gibidir. Köle için aman vermek hakkı yoktur. Onun şahitliği de yoktur. Görmez misin, o kendisine bile mâlik değildir. Bîr şey satın alamaz. Evlenmeğe mâlik değildir. Nasıl olur da bütün müslümanlar üzerine lâzım olan amanı muteber olabilir Onun yaptığı kendi hakkında bile caiz değildir.
Şayet köle kâfir olsa, efendisi de müsîüman olsa, onun amanı caiz olur mu Ehl-i harb kölesi olsa, dâr-ı İslâm´a âmânla gelip Müslüman olsa ve sonra tutup bütün ehl-i harbe âmân verse caiz olur mu Köle Müslüman ise, efendisi zımmî ise ehl-i harbe âmân verse onun verdiği âmân caiz sayılır mı …
Fudeyl b. Zeyd´den rivayetle Âsim bize şöyle rivayet etti ki: Bir kavmin kalesini muhasara ettik; bir köle, üzerinde (âmân) yazılı bir ok attı. Hz. Örner de bu âmânı muteber, caiz gördü. Bize göre bu köle döğüşen, harbe iştirak eden köledir. Hadîs böyledir. Gerçekte âmânın caiz görülmesi, orada olan herkes döğüşür de ondandır, eğer öyle olmasa âmân hakkı yoktur…»[9]
Bu kitapta hadîs fukahâsı ile kıyasça fukahâ arasındaki ihtilâflardan bir çok suretler görüyoruz. Bunlardan onların birbirine muhalif olan temayüllerini anlıyoruz. Bunlardan biri harb ganimetlerinden ata ne kadar hisse verileceği mes´elesidir. Kitap bunu bize şöyle anlatıyor:
«Ebû Hanîfe dedi ki: Bir adamın yanında iki atı olsa, yalnız birine hisse verilir. Evzâî´ye göre ise iki ata hisse verilir, fazlasına verilmez. Ulemâ da bunun üzerinde karar kılmıştır, imamlar da bununla amel eder. Ebû Yusuf dedi ki: Gerek Peygamberden, gerekse Ashabından bize rivayet olunan Hadîslerden yalnız bir Hadîste Peygamberimizin iki ata hisse verdiği naklonuyor, bu ise ha-ber-i vâhiddir, haber-i vâhid bizce şazdır, onu delil tutmayız. İmamlar bununla amel eîti, sözüne gelince bu Hicaz ehlinin: Sünnet böyle câri oldu, sözü gibi umumidir. Bu da kabul olunamaz. Bunda bir meçhullük var. Bununla amel eden hangi imam, bunu kabul eden âlim kim Bunu bilmiyoruz ki, o, ilmine güvenilir bir zat mı bakalım! Nasıl oİur da iki ata hisse verilir de üçe hisse verilmez Bu niçin böyle Harbe başka atla gittiği halde üzerine harb yapılmadan hanesinde bağlı duran ata nasıl hisse verilir Bu zikrettiklerimizi anla ve Evzâiînin dediUerini bir düşün.»
Işîe Ebû Yusuf´un kitapları bunlardır. Onlardan bâzılarından bâzı metinleri size takdim ettik. Görülüyor ki, tabirler güzel, ifade açık ve selim, kıyaslar gayet ince, fikirler sağlam, görüşler olgun ve yerinde. Tara Ebû Hanîfe´nin fikir yönelişlerine uygun kuvvetli fıkhı delillerle dolu. ibareler aynen Ebû Hanîfe´nin değilse de fikirler ondan alınmadır. Eğer Ebû Hanîfe´nin fıkhını nakieden kitapların hepsi böyle olsa, Ebû Hanîfe´nin fıkhı açıklanmış, kendisi aydın bir surette anlaşılmış, fıkhî şahsiyeti tam olarak beyân edilmiş olurdu. Fakat onun mezhebini nakil ve rivayet eden kitapların hepsi bu tarzda değil ki…
43- Muhammed B. Hasan Şeybânî (132-189 Hicrî, 749-804 Milâdî)
İsmi Muhammed, babası Hasan El-Şeybânî´dir. Künyesi Ebû Abdullah´tır. 132 senesinde doğdu. 189 da öldü. Ebû Hanife vefat ettiği zaman 18 yaşına basmıştı. Uzun müddet Ebû Hanîfe´den ders almadı. Fakat fıkhını Ebû Yusuf´tan tamamladı. Süfyan Sev-rî ve Evzâî´den ders aldı. Mâlik b. Enes´in ayağına gidip ondan Hadîs ve rivayet ilmini öğrendi. Iraklılardan da re´y ve rivayet ilmini öğrendi. Mâlik´in yanında üç sene kadar kaldı, üstadı Ebû Yusuf gibi Başkadı olmadıysa da, Harıınreşid devrinde kadılık yaptı. Lügat ve edebiyatta geniş bilgisi vardır. Onda lisan kültürü ve edebiyat üslûbu bir arada toplanmıştır. Elbisesine dikkat ederdi, iyi giyinirdi, vakarlı bir görünüşü vardı. Onun için îmam Şafiî: «Mu-hammed b. Hasan hem gözü, hem kalbi doldururdu.» demiştir. Yine Şafiî onun hakkında şöyle der: «O, insanların en fasihidir. Konuştuğu zaman onu dinleyen kimse, Kur´ân onun lûgatıyle inmiş sanırdı.»[10]
Sultanla münasebeti olmakla beraber kendi şerefim korumuş, izzetinefsini kırmamış, kimseye yüz suyu dökmemiştir. Hatib Bağdadî rivayet ediyor: «Bir defa Harunreşid geliyordu. İnsanların, hepsi ayağa kalktı. Muhammed b. Hasan kalkmadı. Mabeyinci gelip Muhammed b. Hasan´ı huzuruna çağırdı. Arkadaşları korktular, huzurdan çıkınca ne oldu diye sordular. O da şöyle anlattı: Halife bana: Halkla birlikte sen niye ayağa kalkmadın diye sordu. Ben de şu cevabı verdim:
Senin beni koyduğun sınıftan çıkmamı hoş görmedim. Sen beni ilim sınıfına lâyık gördün, ben ondan çıkıp hademe sınıfına girmek istemedim.»[11]
Muhammed b. Hasan Ebû Hanîfe´nin talebelerinden olan üstadı Ebu Yusuf´tan başkasına nasib olmayan hasletleri ve meziyetleri toplamıştı. Irak fıkhını kadılıkla cila verdikten sonra olgun bir halde öğrendi. Çünkü fıkhı kadı Ebû Yusuf´tan Öğrendi. Hadîs fıkhını Medine´nin üstadı İmam Mâlikten, Şam´ın üstadı Evzâî´den öğrendi. Mes´eİe çıkarmakta ve hesapla mahareti vardı. Edebiyata hâkimdi. Sonra kadılık yaptığı esnada daha da olgunlaştı. Bu onun için ikinci bir ders veren mektep oldu. Ona ilim ve tecrübe kazandırdı. Fıkhı amelî sahaya daha yakmîaştırdı. Yalnız tasavvur ve mücerret nazariyelerle iktifa etmeyip tatbikatını da gördü.
İmam Muhammed´de kitap yazma temayülü vardı. Haklı olarak Irak-fıkhını sonra gelen nesillere nakleden oduf. Onun nakli yalnız Iraklıların fıkhına münhasır kalmadı. Muvatta´m tamamını İmam Mâlik´ten rivayet etmiştir ve onu yazmıştır. Onun rivayeti en güzel rivayetlerden sayılır. Sırası düşünce Irak fukahâsmdan aldığı re´ylere göre Mâlik´c ve Hicaz fukahâsma münasip yerlerde yaptığı itirazları ve redleri de zikretmektedir.
44- Eser Yazmaca Sarılması Ve Tuttuğu Yol
îmamı Muhammed´in Iraklılar arasındaki mevkii çok yüksektir. Çünkü o fıkıh bakımından kıymetli olan re´y sahibi müçtehit bir imamdır. Re´yleri doğruya en yakındır. Re´y fıkhı ve Hadîs fıkhı arasını toplamıştır. Irak fıkhının toplayıcısı ve râvîsi ve onun gelen nesillere nâkili sıfatıyla da değeri daha da artmaktadır. Bu fıkhm hepsini o Ebû Hanîfe´den doğrudan aldı diyemeyiz. Çünkü Ebû Hanîfe vefat ettiği zaman 18 yaşında bulunuyordu. Bu genç yaş, bu fıkhın hepsini Ebû Hanîfe´den almağa müsait değildir. Fakat Ebû Hanîfe´nin fıkhını Ebû Yusuf´tan ve diğerlerinden almıştır. Hakikaten o, bazı kitaplarında Ebû Yusuf´tan rivayetler zikretmektedir. Câmi´us-Sagir kitabının hepsi Eb Yusuf´tan rivayettir. Zira her faslın başında Ebû Yusuf´tan rivayet olduğunu zikreder ki* bu faslın bütününün ondan rivayet olduğunu gösterir.
Fakat bakıyoruz ki, Cami´ul Kebir´de bu yolu tutmuş değildir. Oradaki fasılların ve bablann başlarında Ebû Yusuf´tan rivayet olduğunu söylemiyor,. Rivayet zikretmeksizin mes´eleleri sıralıyor. Bundan anlıyoruz ki, o bunun tedvininde yalnız Ebû Yusuf´tan olan rivayetlere dayanmış değildir. Başkalarından olan rivayetleri, naklolunan müdevven mes´eleleri de almıştır ki, bunlar her halde Irak fukahası arasında meşhur ve ma Yuf mes´elelerdi.
îbn-i Nuceym, Bahr´ı kitabında teşehhüd babında şöyle diyor:
«Muhâmmed b. Hasan´ın (Sagir) vasfım taşıyan her eseri, mutlaka Ebû Yusuf´la Muhâmmed (yâni kendisini) ittifak ettikleri eserlerdir. (Kebir) adını taşıyanlarsa böyle değildir. Zira onları Ebû Yusuf´a göstermemiştir.» Müdekkık Âlim îbn-i Emîr Hac Halebî, Münye şerhinde tesm´ babında diyor ki:
«îmam Muhâmmed kitaplarının ekserisini Ebû Yusuf´a okuyup arzetti. Yalnız (kebir) adım taşıyanlar müstesnadır. Zira bunlar sırf onun eseridir,.. Mudârabet´ul-Kebir. Muzârat´ul-Kebir, Me-zun´el-Kebîr, Câmi´ul-Kebîr, Siyer-i Kebîr gibi.[12]
45- ZAHİRİ Rlvâye VE Nevâdlr KİTAPLARI
İmam Muhammed´in kitapları Hanefiyye fıkhının baş kaynağı sayılır, ister İmam Ebû Yusuf´tan rivayet edilip ona arzedilmiş olsun, ister Ebû Yusuf´tan ve diğer Irak fukahâsından alarak yazmış olduğu eserler olsun, hepsi birdir.
Yalnız îmam Muhammed´in kitaplannın hepsi mevsûkiyet bakımından bir derecede değildir. Ulemâ onları bu bakımdan iki kısma ayırırlar :
1- Zahir rivâye kitapları ki bunlar: Mebsut, Ziyâdât, Ca-mi-i Sagir, Siyer-i Sagir, Siyer-i Kebîr, Cami-i Kebîr ki bunlara (usul) namı da verilir bunlara zahir rivâye denildi, çünkü bunlar imam Mühammed´deri .mevsuk´ kimselerin rivâyetleriyle naklolunmaktadırlar. Bunlar tevatür yoluyla veya meşhur olarak ondan sabit olmuştur.»[13]
Zahir rivâye kitaplarından maada Kitab´ul-Âsâr da bu kısma dahildir. Bunda Ebû Hanîfe´nin delil tuttuğu eserleri, Hadisleri toplamıştır. Red ala Ehl-il-Medine de bu kısımdadır. Bu eseri imam Şafiî (El-Um) kitabında ondan rivayet etmişrve sonunda da ona, red yazdırmıştır ki, bunun bir çok yerlerinde Medine ehline halç verir.
2- Nevâdir, gayri zahir rivâye kitapları ki, bu kısımdakilerm îmam Muhammed´e olan senedleri birinciler derecesinde kuvvetli değildir. Bunlar da: Keysâniyât, Hârinuyât, Curcâniyât, Rukıyyât, Ziyâdet´uz-Ziyâdat´tır. Bunlara gayri zahir rivâye denir. Çünkü îmam Muhammed´den birinciler gibi sabit ve zahir bir rivayetle naklolunmuş değillerdir.
46- Îmam Muhadded´în Kîtapları Hanefîyye Fıkhının Kaynaklarıdır Ve Bunlardan Mebsut Kîtabı
Hanefiyye fıkhının nakil temeli birinci kısım eserleridir. Onun için bu kitaplardan her biri hakkında biraz izahat verelim:
1- Mebsut kitabı, bu (Asi) adiyle maruftur. îmam Muhammed´in en uzun kitabı budur. Ebû Hanîfe´nİn fetva verdiği mes´ele-lerin bir kısmım bunda toplamıştır. Eğer ihtilâf varsa, Ebû Yusuf´un ve Muhammed´in ihtilâfları da zikrolunur. Eğer ihtilâf zik-redilmezse, o mes´ele aralarında ittifakı olmuş olur. Her kitaba sıhhutı onlarca sabit olmuş Hadîslerle başlar. Sonra mes´eleleri ve cevaplarını zikreder. Bazen îbn-i Ebî Leylâ´nın ihtilâfını da zikreder. Kitap bu itibarla Irak fıkhının sadık bir suretidir. Fakat hükümlerin sebep ve illetlerini gösteren deliller kitapta yoktur.
Bu kitabı îmam Muhammed´in talebesi Ahmed b. Hafs ondan rivayet eder.
îbn-i Abidin şöyle diyor: «imam Muhammed´den rivayet olunan Mebsut nüshaları mütaaddittir. Bunların içinde en zahir olanı Ebû Süleyman Cüzcânî´nin Mebsutudur. Mütaahhîrînden bir takım ulemâ Mebsutu şerh etmişlerdir. Hâherzâde namiyle maruf olan Şeyh´ul-îslâm Bekir´in yaptığı şerhe Mebsut-u Kebir denir. Şems´ul-Eimme Halvâm´nin ve başkalarının da şerhleri vardır. Bu mebsutlar birer verh olup, İmam Muhammed´in Mebsutiyle kanşık yazılmışlardır. Fahr´ul-îslâm, Kâdıhan ve emsali böyle yapmışlardır. Cami- Sagir sarihlerinin yaptıkları da böyledir. Bu mebsutu Kâdıhan Cami-i Sagir´de zikretmiştir deniyor. Hulâsa olarak Eşbah üzerine Piri şerhinden Dürr şerhi üzerine İsmail Nablusî şerhinden alınmıştır.»[14]
Bu kayıtlara göre Mebsut´un en zahir nüshası Ebû Süleyman Cüzcânî´nin nüshası olduğunu görüyoruz. Bu, Ebû Süleyman Mu-hammed b. Musa b. Süleyman´dır. Fıkhı doğrudan îmam Muhammed´den almıştır. Halife Me´mun ona kadılık teklif etmişse de o kabul etmemiştir. Ölümü: 200 senesinden sonradır.[15]
Bu itibarla Ahmed b, Hafs´tan sonra İmam Muhammed´den Asi kitabını ikinci râvisidir. îbn-i Abidin´in naklettiği veçhile İmam Muhammed´den bunun rivayetleri ve nüshaları müteaddittir.
Öyle anlaşılıyor ki, bâzı râviler, İmam Muhammed´in bâzı sahih rivayetlerini (Asl)a ilâve etmişlerdir. Bakıyoruz, Hâkim, îmam Muhaifcmed´in Ebû Yusuf´tan rivayet ettiği: İhtilâfı Ebû Hanîfe ve îbn-i Ebî Leylâ kitabını ihtisar ediyor. Serahsî Mebsutunda bu kitap hakkında şunları söylüyor:
«Ebû Yusuf iki üstadı Ebû Hanîfe ile îbn-i Ebî Leylâ arasında olan ihtilaflı mes´eleleri toplamak istedi de, bu kitabı yazıp meydâna getirdi. Bunu İmam Muhammed alıp ondan rivayet etti. Ancak başkasından duydukları bâzı şeyleri de ona ilâve etti. Tasnifin aslı Ebû Yusuf´undur. Te´lif imam Muhammed´indir. Bu itibarla o îmam Muhammed´in eserlerinden sayılmıştır. Onun için Hâkim onu bu muhtasarda zikretmiştir.[16]
Fakat Kitab´ul-Asl´ın bâzı yazma nüshalarma bakarsak onda îhtilâf-ı Ebû Hanîfe ve îbn-i Ebî Leylâ kitabını bulamıyoruz. Bazı nüshalarda ise bâzı bablarda, vedia, ariyet gibi değişiklik göze çarpıyor. Bu bizi iki ihtimale götürüyor:
1- Ya bâzı râviler İhtilâfı Ebû Hanîfe ve İbn-i Ebî Leylâ kitabını asla ilâve etmişlerdir. Her ne kadar Asi kitabının zımnında değilse de rivayet yine doğrudur, eser onundur. Hâkim işte bu ilaveli nüshalardan birini İhtisar etmiştir.
2- Veyahutta bu kitaptaki mes´eleler Asî kitabında dağınık bir halde idi. Hâkim bunları karşılaştırarak bir yere topladı. Bence birinci ihtimâl daha racihtir.
Kitab´ul-Asl´m bu kitabı ihtiva edip etmediği hususunda ihtilâf ne olursa olsun, kitabın ihtiva ettiği malûmatın doğruluğunda söz eden yoktur. Bunun Ebû Hanîfe´ye ve iki arkadaşına (Ebû Yusuf´la Muhammed´e) veya Küfe Kadısı îbn-i Ebî Leylâ´ya nisbeti doğrudur. Rivayet sahihtir.
47- Câamî-Î Sagîr
Bu kitabın ihtiva ettiği malûmatı îrnam Muhammed, Ebû Yusuf´tan rivayet etmektedir. Onun için kitabın her babına şu ibare ile başlamaktadır: «Muhammed Yakup´tan; o da, Ebû Hanîfe´den nakleder…»
Ulemadan bir kısmı İmam Muhammed´in kitapları arasında yalnız Ebû Yusuf´tan rivayet ettiği bu kitaptan başka bir eseri yoktur, diyorlar. îbn-i Bezzazı Menakıb´ında diyor ki: «imam Muhammed´e bu kitabı yani Camii Kebîr´i Ebû Yusuf´tan dinlediniz mi dediler. Hayır dedi. Ondan dinlemedim, halbuki o bunları en iyi bilendir. Ben Ebû Yusuf´tan yalnız Carri-i Sagir´i dinledim.»
.Fakat Öyle anlaşılıyor ki, İmam Muhammed´in kitapları arasında Sagir namım taşıyanların hepsi Ebû Yusuf´tan rivayettir.
Bu kitabı, İmam Muhammed´den îsâ b- Ebân ve Muhammed b. Semaa rivayet etmişlerdir. Zahir olan bu kitaptaki malûmatı imam Muhammed toplamışsa da bablara göre tertib edilmiş de-´ğildi. Onun içindir ki, Ebû Yusuf´un Kitab´ul-Harac´ı derkenarında Mısır´da tabolunan nüshanın mukaddimesinde şöyle deniyor: «Muhammed b. Hasan fıkha dair kitap yazmış, ona Cami-i Sagir adını vermiştir. Onda, kırk kadar fıkıh kitabı (bölümü) toplanmıştır. Fakat her kitabı mebsut kitaplarında olduğu gibi, bablara göre ayırmamıştır. Sonra Kadı Ebû Tahir Debbas öğrenenlere okuması ve bellemesi kolay olsun diye bablara göre ayırarak tertip etti. Sonra talebesi fakıh İbn-i Abdulber b. Mahmut ondan bunu Bağdad´da evinde yazmış ve 322 senesi aylarında onu ona okumuştur. Doğrusunu Allah bilir.»
Bundan da görülüyor ki, kitabı toplayan imam Muhammed-dir. Onu üstadı Ebû Yusuf´tan rivayet etmiştir. Mes´eleleri o toplamış, fakat bir tertibe koymamıştı. Serâhsî´nin dediği gibi «tasnif onundur, te´lif değil.»[17]
48- Cami-i Kebir
Ulemâ, İmam Muhammed´in bunu Ebû Yusuf´tan rivayet etmediğinde ittifak etmişlerdir. Fakat yine İmam Muhammed´in tabiri veçhile, Ebû Yusuf bunda onları biliyordur Şüphesiz ki, bunda”´ Ebü Yusuf´tan aldığı, öğrendiih bir çok mes´eleler mevcut olduğu “gibi, kendisinin bildiği veya hususi müzakerelerde toplayıp “bulduğu ve diğer Irak fukahâsından öğrendiği mes´eleler de bulunmaktadır.
imara Muhammed Cami-i Kebir´r iki defa te´îif etmiştir. Evvelâ te´lif etti ve, bunu ondan talebeleri Ebû Hafs-ı Kebir ve Ebû Süleyman Cüzcânî, Hişam b. Abdullah Razı, Muhammed b. Semâa vesaire rivayet ettiler. Sonra onu ikinci defa gözden geçirdi ve ona bir kısım bab´Iar ve bir. ço,k mes´eleler ilâve etti. Bir çok yerlerinin ibarelerini yeniden yazdı. Böylelikle sözleri daha düzgün, mânâsı daha zengin oldu. Ve talebeleri bunu ikinci defa olarak.ondan rivayet ettiler.
Ulemadan bir kısmı bu kitabı şerhle meşgul olmuşlar, mes´e-lelerini çıkarmışlar, onların asıl kaidelerini ve kıyaslarım bulmuş-Jardır.Ebû Hazım Abdulhamid b. Abdulaziz, Ali b. Musa Kummî, Ahmet b. Muhammed Tahayî, Ebû Amr Ahmed Taberî, Ebû Bekir Cessas Razî, Ebü Leys Nasr b. Muhammed Semerkandî, Şemsül Eimme Serahsî, Fahrül İslâm Ali Pezdevi, Ebû Üsr Muhammed Pezdevî, Sadrüşşehid Hüsâmeddin Amr, b. M&ze Mahnıut b. Ahmed Burhan, Alaedin Muhammed Semerkandî, Ebû Hâmid Ahmet Attâbî, Kadihan, Bürhanneddin Mergînâdî, Cemaleddin Hasî-ri.[18]
Kitabın tabii, Hasîrî şerhi hakkında şöyle diyor: «Hasîrî´nin şerhi Tahrir dört cilt halindedir. Birinci ve dördüncü ciltlerini mütalâa ettim, o nefâisler dolu bir şerhtir. Bir çok fürûu hâvidir. Onları bazen İmanı Muhammed´in Aslından ve diğer eserlerinden almakta, bâzan Kerhî, Cassas Serahsî şerhlerinden faydalanmaktadır. Bakarsın EbûHâzim Râzî, Cürcâni gibi şanlıların kitabın bâzı mes´elelerine yaptıkları itirazlara cevap veriyor; bakarsın,. Ces-sas´m tek başına ileri sürdüğü re´yleri münakaşa ediyor, bunların hepsinin üstünde, her babın başında îmam Muhammed´ (Kadde-sallahu Sirrehu) in mes´eleleri bina ettiği asılları beyan ederek babın aslı şudur, onun üzerine bina etmiştir, tier. Böylelikle fürû´ mes´eleleri çıkarmak yolu kolaylaşmıştır.»[19]
Cami-i Kebîr de Cami-i Sagir gibi fıkhı istidlalden hâlidir. Kitap ve Sünnetten deliller gösterilmemiştir. Tafsilâtiyle beyan edilmiş kıyaslar yoktur. Fakat her babın mes´elelerini okuyan kimse satırlar arasında kıyas parıltıları görüp sezer. Onu tafsilâtın arkasından çıkarmağa çalışır, doğrudan alamaz.
Kitaptan bir misâl nakledelim : Müşteri satın aldığı malı usulen kabzetmeden önce, onda bir kusur ihdas etse, bir noksanlık yapsa, bu kabzetmek sayılır. Bunu bize şöyle anlatıyor: «Bir kimse bir elbise satın alsa, onu kabzetmeden onda bir kusur ihdas etse, bu onu kabul ettiğine delildir, kabzetmek sayılır. Bundan sonra o mal satanın elinde zayi olursa müşterinin parayı vermesi lâzımdır. Şayet bayi kabızdan müşteriyi menettikten sonra mal zayi olursa müşteri o zaman parayı vermez .ancak noksan yaptığı hisseyi öder. Müşteri bir kusur ihdas ettiğizi zaman elbise bayi´in elinde, veya kucağında veya omuzunda ise, veya hayvan olduğu takdirde bayi onu tutuyorsa, veya gömlek bayi´in sırtında ise, veya sattığı hayvana kendisi binmiş ise veya sattığı yüzük parmağında olup ta müşteri onda bir kusur ihdas etse, sonra o mal zayi olsa, bu takdirde bayi´in malı olarak zayi olmuş olur.»
Görülüyor ki, burada medar olan illet tasrih olunmuyor. Mes´e-leler sıralanıyor. Fakat birbirleriyle karşılaştırılınca kaide olacak esas illet çıkarılabiliyor ki o da : Müşterinin satılan malda noksanlık ihdas etmesi onu kabzetmek sayılır, şu şartla ki, o noksanlığı zaman kabzetmesi mümkün olmalıdır. Kabz imkânı ve kusur ih* dası bu ikisi satılan malı müşterinin tazmini altına sokan illettir. Zayi olursa müşterinin hesabına zayi olur. îşte yukarıda zikrolu-nan mes´eleler ve benzerleri buna kıyas olunur ve îşte böylece kıyas yolunu bilmiş oluruz. İbarede illet, hükme medar olan sebep zikrolunmasa da biz sözü mânâsından onu anlarız.
Bu iki kitabın- babiannm ekserisinde mes´eleîer hep böyledir.
Bu naklettiğimiz ibareler gösteriyor ki, kitapta ifade açıktır. Fikirler sağlamdır, ibareler selistir. Üslûp güzeldir.
49- Siyer-i Kebir, Siyer-i Sağir
Bu iki kitapta cihad hükümleri, harbde caiz olmıyan şeyler, mütâreke hükümleri, bunlar ne zaman bozulabilir, âmân verme ahkâmı, kimler verebilir, ganimet hükümleri, fidye, harb esirleri vesaire gibi harbe ve harb sonrası işlerine ait mes´eîeler ele alınmıştır.
Bu siyer ahkâmı tamâmiyle Ebû Hanîfe´den rivayet olunmuştur. Hattâ ulemadan bâzıları bunları talebesine okuttuğunu söylerler. Bunları Ebû Yusuf Red Alâ Siyer-i Evzâî eserinde naklet-miştir. Ondan Hasan b. Ziyad Lü´lüi rivayet etmiştir. Muhammed b. Hasan Siyer-i Sagir ve Siyer-i Kebir´de rivayet etmiştir. Muhammed b. Hasan önce Siyer-i Sagir´i yazmış. Yukarıda kaydettiğimiz veçhile bunlar Ebû Yusuf´tan rivayet edilmiş olmak gerektir. Hiç olmazsa o, onları görmüş ve ikrar etmiştir. Yukarıda geçtiği veçhile İmam Muhammed´in kitaplarından Sagir adını taşıyanların hepsi Ebû Yusuf´tan rivayettir. Kebir vasfını taşıyanlar, ondan rivayet değildir.
Siyer-i Kebir´e gelince : Bu kitabın yazılması hususunda İbn-i Âbidin Serahsî´den naklen şöyle diyor: «Bu eser İmam Muhammed´in fıkha dair yazdığı son eseridir. Bunun te´lifi hakkında şunu anlatırlar: imam Muhammed´in Siyer-i Sagir kitabı Şam ulemâsından b. Amr Evzâî´nin eline geçti:
Bu kitap kimin diye sordu.
Iraklılar nasıl olur da bu mevzuda ,eser yazarlar Çünkü onların Siyer ve Magazî hakkında bilgileri yoktur. Peygamber´in Ashabı Hicaz ve Şam tarafındandir. Irak´tan değildi, dedi.
Bu sözleri İmam Muhammed duyunca kızdı* kaleme sarılarak bu kitabı yazdı. Hikâye” olunur ki, bu eseri görünce beğenmiş ve şöyle demiş :
İçindeki Hadîsler olmasa bu ilini o yeniden vazediyor, derdim. Allah Teâlâ cevapta isabeti onun re´yine bahşetmiş. Ulu Tanrı ne doğru söylüyor; her ilim sahibinin üstünde ondan daha iyi bilen vardır.»[20]
Serahsî´den naklen İbn-i Âbidin´in sözleri böyledir. Bundan iki netice çıkıyor :
1- Siyer-i Kebir İmam Muhammed´in yazdığı son eserdir.
2- Eserin te´Iif sebebi: Evzâî´p.in Iraklılar Sİyer´e dair nasıl kitap yazabilirler, demesidir. Evzâî sonra Siyer-i Kebir´i görmüş ve beğenmiş. Biz bu iki noktayı kısaca münakaşa etmek istiyoruz.[21]
Birinci nokta : Yani bu kitabın İmam Muhammed´in son eseri olması, bu doğrudur. Onun içindir ki, îmam Muhammed´in kitaplarının vârisi ve nâkili olan Ebû Hafs-ı Kebir Ahmed b. Hafs bunu ondan rivayet etmemiştir. Çünkü bunu o, Irak´tan ayrıldıktan sonra yazmıştır. Bunu ondan Ebû Süleyman Cüzcânî, İsmail b. Sevvâbe rivayet ederler. Bu eseri îmam Muhammed´le üstadı Ebû Yusuf arasında dargınlık vuku bulduktan sonra yazdı, diyenler var. Onun için bu kitapta onun ismini bile anmıyor. Ondan bir Hadîs rivayet ettiği zaman onun ismini söylemiyor da Sîka´dan biri bana Hadîsi rivayet ediyor; diyor ki, maksadı Ebû Yusuf´tur.
îkinci noktaya gelince : Evzâî´nin sözleri üzerine bu kitabı yazması ve Evzâî´nin bu kitabı görmüş olması işte bu cihet kabul olunmaz. Çünkü bu, tarihî gerçeklere çarpmaktadır, vak´alara ay-kındır. Zira Evzâî 157 senesinde ölmüştür. îmam Muhammed ise 132 senesinde doğup 189 da Ölmüştür. Eğer yukarıdaki hikâyeyi kabul edecek olursak, o zaman İmam Muhammed´in en sonuncu kitabım 25 yaşında yazmış olması icabeder ki, bu olamaz, akıl ve mantığa aykırıdır. 25 yaşında son eserini veren îmam Muhammed, bundan sonra ömrünün en verimli ve feyizli çağlarında 32 sene eli kolu bağlı, hiç yazmadan boş durması lâzım gelir ki, bu mantıkla bağdaşmiyan garip bir şey olur. Kitabın metni bunun Ebû Yusuf´la aralarında dargınlık vuku bulduktan sonra yazdığını gösteriyor. Zira bunda Ebû Yusuf´un adı asla geçmiyor. Bu ise îmam Muhammed ilmin zirvesine çıkıp üstadına rekabet edebilecek bir dereceye geldiği zaman olmuştur. Ve bu 25 yaşında olacak bir iş değildir.
Siyer-i Kebir ve Siyer-i Sagîr, ahkâmı beyan eder, eser ve haberlerin senedlerini bildirir.
50- Kîtab El-Zîyâdat
Bu eser, zahir rivâye adı verilen kitapların altıncısıdır. Adlan Önce geçen kitaplara ilâve bâzı mes´eleleri ihîivâ eder, onun için Ziyâdat adını taşır. Ulemadan bir kısmı bunu zahir rivâye kitaplarından saymazlar. Nevâdir kitaplarından sayarlar. Ekseriyet zahir rivâyeden addeder.[22]
51- Dîğer İkî Eseri
imam Muhammed´in diğer ikf kitabı vardır ki onlar da meşhurdur. Hattâ ulema zikretmese de onlar zahir rivâye derecesin-dedirJer. Onlan da görelim :
a) EI-Red Alâ EhI-i Medine, birisi budur. Bu kitabı îmam Şafiî Kitab´ul Ümme´de rivayet etmiştir ve ona taîikâti vardır. îmam Muhammed´in naklettiği Ebû Hanife´nin reylerini ve ehl-i Medine reylerini münakaşa eder, her mes´elenin münakaşası sonunda ya Ebû Hanîfe´nin veya Ehl-i Medine´nin görüşünü muvafık olduğunu da ilâve eder. Bu kitabın iki bakımdan önemi vardır:
1- Senedi sabittir, rivayeti doğrudur, sağlamdır, İmam Şa-fiînin onu rivayet ederek Ümm kitabına alması yeter.
2- Kitapta hem kıyas ve hem de sünnetle istidlaller vardır. Bu, mukayeseli fıkıh demektir. Şafiî´nin tâlikatı ve muhtelif re´y-ler arasında mukayeseler yapması da buna ilâve olununca bu eser mukayeseli fıkıh bakımından çok önem taşır.
b) Bu iki kitaptan diğer Kitab´ul-Asân´dır. Bunda Irak fuka-hâsınca bilinen ve Ebû Hanîfe´nin rivayet ettiği Hadîsleri ve eserleri toplamıştır. Bu eserde rivayet olunanların çoğu Ebû Yusuf´un Kitab´ül-Âsâr´ında olanlarla birleşir. Ve her ikisi de Ebû Hanîfe´nin Müsnedi sayılır, Ebû Hanîfe´nin Hadîslere ve Tabiîn .eserlerine olan vukuf ve ıttilamı gösterme bakımından, bu iki eserin de. Önemi vardır. Ebû Hanîfe´nin Hadîs ve eserle istidlale itimadinin derecesini, rivayette aradığı şartları, Hanefiyye mezhebimi neye dayandığım gösterir. Bunlarda naslardan alınan fetvalar vı hükümler olduğu gibi bunların arasında hükme medar olan illet bulup çıkarma suretiyle yapılan kıyaslar, asıllar ve fürû mes´ek leri, vaz olunan esas kaideler de vardır.
52- Zâhîr Rtvâye Kitaplarının Toplanması
Zahir rivâye kitapları, Ebû Hanîfe´nin ve ashabının esası s: yılır. Bir mes´elenin hükmünün ne olduğunu söyledi mi, mezhebd itibar onadır. Ona muhalif olan rivayetlere itibar yoktur. Bunda gayet az mes´eleler müstesna tutulmuştur. Bunlar esas olduğui dan, ulemâ eskidenberi bunlara çok önem vermişler, şerhetmişle mes´elelef çıkarmışlar, asılları tesbit etmişler, onlara göre hüküı vermişlerdir. Bu eserlere verilen ehemmiyet neticesidir ki, onla bir kitap hâlinde toplamağa teşebbüs edenler olmuş, dördüne Hicri asır başlarında Hâkim Şehit namiyle meşhur olan Ebû Fa Muhammed b. Muhammed b. Ahmed Mervezî onları kitap hâli de toplamış ve ona El-Kâfi adım vermiştir. İmam Muhammed´ altı kitabından olanları bir yere cemetmiştir. Mükerrer olan mes´ leieri atmıştır, tmam Muhammed bir mes´eleyi kitaplarından b kaçında zikrettiği olmuştur. Hâkim Şehit bunları bir araya topk ken bir mes´eleyi bir yerde zikretmekle iktifa etmiştir.
Şems´ül-Eimme Serahsî El-Kâfi kitabını şerhederek ona Me sut adını vermiştir. Mes´elelerin esaslarını, delillerini ve kıyas yi larını uzun boylu beyan etmiştir, O bütün muhteviyatiyîe bir hı cet sayılır. Tarsûsî onun hakkında şöyle der: «Şerahsî´nin Mi sut´una muhalif olanla amel edilmez. Ancak bu kitaba itin: olunur.»
Serahsî kendisi de mukaddemesînde şöyle diyor: «Baktım ki, bulunduğum şu zamanda talebeler bâzı sebepl le fıkıhtan biraz yüz çevirir cldu. Zira:
1- Himmetleri noksan, uzun mes´elelerde yalnız hilâfıya iktifa ediyorlar.
2- Bâzı müderrisler, onlara, fıkhı teşvik edici nasihati ti ediyorlar. Lüzumsuz şeylerle uğraşıyorlar.
3- Fıkıh mânâlarını şerh ve izah ederken, bâzı mütekell lerin, feylosoflarm sözlerini karıştırıp hududu aşmaları bu set lerdendir.
Ben bir muhtasar şerh yazmağı doğru buldum. Her mes´ nin beyanında naklolunan rnânâ üzerine fazla birşey ilâve et den, her babda mûtemed olanla iktifayı münasip gördüm. Buna ilâve olarak hapishanede bulunduğum zaman[23] has dostlarımdan bazısının, can yoldaşlığı yaparak, onlara bunları yazdırmamı dilemeleri de buna inziman edince, onların arzusunu yerine gelirdim.»
Kitap tatlı ibarelerle, akıcı bir üslûpla yazılmıştır. Dolaşık ve kapalı yerleri yoktur. Derin yerleri vardır. İnce kıyasları ele alır, açık ibarelerle onları aydınlatır,
53 – Züfer B. Hüzeyl (110-158´hicri, 728-774 Milâdî)
Ebû Yusuf´tan ve Muhammed´den daha önce Ebû Hanîfe ile tanışmıştır. 158 senesinde 48 yaşında öldü. Babası Araptır, anası îranlıdır. Her iki milletin hususiyetlerini taşır. Kuvvetli deliller bulmağı bilir. Ebû Hanîfe´den re´y ve kıyas fıkhını aldı ve bunun tesiri altında kaldı. Ebû Hanîfe´nin en keskin kıyascı talebesi idi. Bağdad Tarihî, dört imam arasındaki mukayese için şunları naklediyor : Müzenî´ye birisi gelip Irak fukahâsını sormuştur:
Ebû Hanîfe hakkında ne dersin demiş.
Onların efendisidir, ulusudur.
Ya Ebû Yusuf
Hadîse en çok tâbi olanlarıdır.
Muhammed b. Hasan
Fürû´ mes´delerini en çok açıkhyanlardır.
Ya Züfer
Kıyasta en keskin olanıdır.
İmam Züfer´den naklolunmuş bir kitap yoktur. Üstadın mezhebini rivayet ettiğini de bilmiyoruz. Bunun sebebi her halde üstadından sonra az yaşamış olmasıdır. Ondan sekiz sene sonra öldü. Halbuki Ebû Yusuf´la Muhammed ondan 30 seneden fazla yaşadılar. Yazmak, kitap te´Iif etmek, onları tashih etmek, incelemek
için bol bol vakit buldular.
Züfer, Ebû Hanîfe´nin re´ylerini kalemle yazmasa da lisanla neşretmeğe çalıştığını görüyoruz. Ebû Hanîfe hayatta iken onun Basra Kadılığında bulunduğu anlaşılıyor. îbn-i Abdulber´in En-ln-tikâ´da kaydettiğine göre Züfer, Basra Kadılığına tayin olundu. Ebû Hanîfe ona dedi ki:
«Basrahlarla aramızda olan düşmanlığı, hasedi, rekabeti biliyorsun. Zannetmem onlardan kolay kolay kurtulasm.» Kadı olarak Basra´ya geldiği zaman ilim erbabı yanma toplandılar,, onunla fıkıhta münazara yapmağa başladılar. Arzettiği mes´eleleri, getirdiği delilleri beğenip kabul ettiklerini görünce üstadını öğerek:
îşte bu Ebû Hanîfe´nin sözüdür, dedi. Onlar ise:
Ebû Hanîfe´nin böyle güzel buluşları var mı derlerdi. O da:
Evet, o daha âlâ, daha güzel buluşların sahibidir, cevabını verdi.
îşte böyle bir fırsattan istifade ederek getirdiği delilleri kabul ve teslim ettiklerini görünce bunların Ebû Hanîfe´nin sözü olduğunu söyler; bu, onların hoşuna gider, Ebû Hanîfe´nin görüşlerine hayran kalırlardı. Bu sayede Basralıların nefreti sönüp, Ebû Hanî-fe´ye karşı bir sevgi uyandı, onun hakkında kötü konuşanlar bile onu öğmeğe başladılar.»
Züfer, Ebû Hanîfe´nin yerine geçti. O Ölünce de Ebû Yusuf onun yerine geçti.
54- Dîger Fukahâ: Hasan B. Ziyad Lü´lüî ( -204 Hicri, -819 Milâdî)”
Ebû Hanîfe´nin mezheb görüşlerini nakledenlerden sayılan Hanefî Mezhebi fukahâsmdan biri de Hasan b. Ziyad Lü´lüî´dir. Kûfeli olup 204 Hicri yılında öldü. Ebû Hanîfe´nin talebesinden-dir. Ebû Hanîfe´nin re´ylerini rivayetle meşhur olduğu gibi Hadîs rivâyetleriyle de şöhret almıştır. İbn-i Cureyc´ten 12 bin Hadîs y^ -dım derdi. Fakat muhaddislerin çoğu onun rivayetlerini almazlar. Ahmed b. Abdulhamîd Hâzimî onun hakkında şöyle diyor :
«Hasan b. Ziyad´dan daha güzel ahlâklı bir kimse görmedim. Onun hakkında söz edenler var. Hadîste pek o kadar işe yarar değildir.» Fukahâ da Hanefiyye fıkhında onun rivayetlerini îmarn Muhammed´in zahir rivayet kitapları derecesinde tutamazlar.
Muhammed b. Semâa, Muhammed b. Şucâ Selcî, Ali Râzi, Hassaf´ııı babası Ömer, ondan ders almışlardır. Onun fıkhını çoktan öğer, Yahya b. Adem : «Hasan b. Ziyad´dan daha fakıhını görmedim.» diyor.
194 senesinde Küfe Kadılığına getirildi. Fakat fıkhı güzel bildiği kadar kadılık vazifesini iyi yapamadığını söylerler. Onun için kadılıktan çekilip istirahat etti. îbn-i Nedim fihristinde şunu kaydeder : «Tahâvî der ki, onun şu kitapları vardır: Rivayeti Ebû Ha-nîfe´den olan Kitab´ül-Mücerret, Edeb´il-Kâdı, Kitab´ul-Hısâl, Mea-niy´ül-Iman, Kitab´ul-Nafakât, Kitab´ul-Haraç, Kitab´ul-Ferâiz, Ki-tab´uİ-Ve saya.»
Abdulhay Leknevî, Fevâid-i Behiyye´den onun EI-Amâli adlı kitabı olduğunu kaydediyor.
55- Talebelerinin Yetiştirdiği Talebeler
Şimdiye kadar zikrettiğimiz, Ebû Hanîfe´nİn doğrudan doğruya kendisinden ders alan talebeleridir. Şimdi de onun talebelerinin talebelerinden oJup Hanefiyye fıkhını tedvin ve rivayetle temayüz edip onu, sonra gelenlere nakledenlerden bazısını tanıyalım:
1- Isâ B. Aban: ( -220 Hicrî, -836 Milâdî)
İmam Muhammed´den ders aldı. Fıkıhta onda yetişti. Basra´da kadılık yaptı. İlk zamanlarda Muhammed b. Hasan´in meclisinden çekinirdi. Ebû Hanîfe´nin talebeleri hakkında : «Bunlar Hadîse muhalefet ediyorlar» derdi. Bir defa Muhammed b. Semâa alıp onu imam Muhammed´in dersine götürdü. Onu dinledikten sonra «Hadîse muhalefet ettiği bir şey gördün mü » diye sordu, imam Muhammed´e Hadîsten 25 bab sordu, imam Muhammed cevaba başlıyarak mensuh olanları bildirdi, delillerini getirdi. Isa bundan sonra Muhammed b. Hasan´dan ayrılmadı.
îbn-i Nedim´in kaydettiğine göre, Isâ Abâ´nın : Kitab´ul-Hac, Haber-i Vâhid, El-Câmi´, Îsbat´ul-Kıyas, İctihad´ul-Re´y nammdaki kitapları vardır.
220 Hicrî senesinde vefat etmiştir.
2- Muhammed B. Semâa: ( -223 Hicrî, – 847 Milâdî)
Muhammed b. Hasan´in ve Hasan b. Ziyad´ın talebelerinden-dir. Nevâdir kitaplarını Ebû Yusuf´tan ve Muhammed´den rivayet eder. 192 senesinde Me´mun onu kadı tayin etti. Gözleri zayıflayıncaya kadar o makamda kaldı. Ebed´ül-Kâdı, Kitab´ul-Mchâdir, Vel-Sicillât ve Nevadir kitapları vardır. 223 de ölmüştür.
3- Hîlâl B. Yahya El-Re´y ( -245 Hicrî, -859 Milâdî)
Basralıdır. Ebû Hanîfe´nin talebelerinden olan Yusuf b. Hâ-lid Semtî´den ders almıştır. Yusuf Semtî Ebû Hanîfe´den ayrılıp Basra´ya giderken Ebû Hanîfe, ona gayet kıymetli nasihatlarda bulunmuştu. Hilâl ondan okudu. Ondan malûmat nakleder, Hilâl Ebû Yusuf ve Züfer´den de ders okumuştur.
Hilâl vakıflar ve vakıf ahkâmı hakkında Irak fıkhını nakleden iki zattan biridir.´ Vakıf eseri meşhur, olup Hind´dc basılmıştır, îbn-i Nedim bu vakıf kitabını onun eseri arasında zikretmiyor. Onun kitaplarından olarak Tefsir´iş-Şurut, Kitab´uî-Hudud´u zikreder.
Hilâl 245 senesinde ölmüştür.
4- Ahmed Hassaf B. Ömer ( -261 Hicrî, – 874 Milâdî)
Hassaf diye meşhur olan Ahmed 261´de ölmüştür. Ebû Hanîfe´nin fıkhını babasından ve Hasan b. Ziyad´dan okuyup öğrendi. Farazi mes´eleler hakkında peşin hüküm veren, hesaba, Ebû Ha-nîfe´yi kavramış bir fakıhtı. Şems´ül-Eimme Halvânî diyor ki:
«Hassaf, ilimde büyük bir adamdır. .Kendisine uyulması gereken bir zattır.» Kitab´ul-Evkaf eseri meşhurdur. Hanefiyyc fıkhına göre vakıf mes´eleleri ve hükümleri hakkında bu kitap ikinci eser sayılır. Birinci Hilâl´in kitabıdır.
Hassaf´m diğer eserleri şunlardır: Kitab´ul-Hıyel, Kitab´ul-Ve-sâya, Şurut´u Kebir, Şurut-u Sagir, Kitab-ü Rcdâ´, Mahâdır ve Si-cillât, Edeb´ül-Kâdi, Kitab´ul-Harâc, Lilmühtedî, Ikrar-ül-Vcrcse, Kitab´ul-Kasr, El-Semir, Vel-Kabir.
56- Ebü Cafer Tahavî Ahmed B. Muhammed B. Selâme ( -321 Hicrî, -932 Milâdî)
Tahavî, meşhur bir fakîh olup 321´de vefat etmiştir. İlk defa Şafiî fıkhını okumağa başladı. Şali´nin talebesinden olan dayısı İsmail b. Yahya Muzenî´den ders ;ıhyordu. Irak fıkhını daha çok okuyordu. En sonunda büsbütün ona sarıldı. Doğup büyüdüğü yer olan Mısır´dan çıkarak Suriye´ye gitti. Şam Başkadısı olan Ebû Hâzin Abdulhamid´den Irak fıkhını öğrendi. Bu zat ise Muhammcd b. Hasan´dan ders almış tsâ b. Ebâmn talebesi idi.
Tahavî hem Şafiî, hem de ´Irak fıkhını okuyup öğrenmiş olduğundan; bu, ona başkalarından ziyade tenkîd hürriyeti vermiştir. Her iki fıkhı müdakkık bir tenkidei gibi İncelemiştir, Ve sonunda Hanifiyye fıkhını benimsemiştir: O, mukallit bir fakıh değil, müetehit bir fakıh sayılır. .Şah Vcliyyullah Dehlevî, onun hakkında şöyle diyor: «Muhtasar-ı Tahavî gösteriyor ki, o müetehit bir zattır. O Hancfiyye Mezhebinin sırf mukallidi değildi. Delil doğru olduğunu görünce Ebû Hanîfe Mezhebine muhalif de olsa seçip alırdı.»
Hadisleri ve haberleri iyi bilmesi Tahavî´nin bu temayülünü kuvvetlendirdi. O muhaddisti. Mısır Ulemasının çoğundan ve diğerlerinden Hadîs dinledi. Re´y ve kıyas ilmi, Hadîs ilmini kendisinde toplamış bir fakıh âlimdir. Hanefıyye Mezhebindeki kitapları mütakaddimin ve müteahhirîn arasında orta halkayı teşkil eder. Mütekaddiinînin ilimlerini toplamış, onları temiz bir halde sonrakilere nakletmiştir.
Eserleri: Ahkâm-ı Kur´ân, Maâniy.ül-Âsâr, Müşfcil´ül Âsâr, Muhtasar, Şerhi Cami-i Sagir, Şerhi Cami- Kebir, Şurut´u Kebir ve Sağir ve Evsat, Mahûdır ve SiciJiât, Vasâya ve Ferâiz, Hükm-ü Ara-ziy-i Mekke, Ganimet Taksimi vesaire…
57- Anâ Kitapların İhtisar Ve Şerh Edîlmelerî
İşte, Ebû Hanîfe´nin yazdığı kitaplar bunlardır, içlerinde senedi Ebû Hanîfe´ye muttasıl olanlar var, bâzısında senedsiz olarak akval naklolunuyor. Bu kitapların bâzısı akvali şerhediyor, bâzısı hülâsa yapıyor, bâzısı tenkîd ediyor. Bu kitaplar Hanefiyye fıkhının ana kaynaklandır. Onlardan sonra gelen fukah: bu kitapları şerhetmişler, bunlardaki esaslara göre fetvalar vermişler, delilleri zikrolmayan yerlerde delilleri bulup çıkarmışlar. Sonra bu kitapları derli toplu muhtasar metinler hâlinde ihtisar etmişlerdir. Bir kısım ulema da bu muhtasarları şerhetmişlerdir. Bu kitaplar bâzı muhtasar metin, bâzı şerh hâlinde şekil değiştirerek Hanefiyye fıkhının esas malzemesi olmuşlardır. Bunlara esasta ilâve yoktur, yalnız fürû´ mes´eleler çıkarılmıştır.
58- Hanefîyye Fıkhı Kitaplarının Dereceleri
Hanefiyye fıkhını ihtiva eden kitaplar, rivayetin kuvveti bakımından bir derecede değildirler. Bu rivayet olunan kitaplar mezhebi kuran imamlardan kendilerine nakloîunanları müteahhirûnun fetvaları ve bâzı tahricleri ilâvesi suretiyle meydana gelen Ha-nefiyye fıkhı kitapları üç mertebedir :
1- Usul namı verilen kitaplar ki, bunlara Zahir Rivayet de denir. Bunlar Ebû Hanîfe´nin, Ebû Yusuf´un ve imam Muham-med´in akvâlini ihtiva eder. Bunları îmam Muhammed, yukarıda zikrettiğimiz altı kitapta toplamıştır.
2- Nevâdir kitapları; bunlar da yine mezheb imamlanndan naklolunuyor. Fakat mezkûr ahi kitapda değil de, İmam Muham-med´in başka kitaplarında geçen mes´eleleri ihtiva eden kitaplardır : Keysâniyat, Haruniyat, Curcâniyat, Rukıyyat gibi. Hasan b. Ziyad´ın ve başkalarının kitaplannda geçenler de böyledir. İbn-i Âbidin, Ebû Yusuf´un Emâli kitabının da bu kısmından olduğunu söyleyerek diyor ki:
«Bu kısımdaki kitaplardan biri de Ebû Yusuf´un emâli´sidir. Emâli, imlânın cemidir. Yani dikte ettirmektir. Talebeler kalem, kâğıl alıp müctehidin etrafına toplanırlar âlim Aîlah´ü Teâlâ´mn kendisine açtığı ilim mes´elelerinden ezberine olanları söyler talebeleri de onları yazarlar. Sonra bu yazdıkları notları bir araya toplarlar, kitap olur. Buna imlâ-Emâlir derler. Geçmişte fukahâ, rau-haddisler ve Arap edebiyatı ulemasının âdeti böyle idi. İlim ve ulemanın gitmesiyle bu da söndü.»[24]
Mukarrer rivayet yoluyla naklolunanlar da bu kısımdadırlar. Muhammed b. Semâa´mn, Muallâ b. Mansur´un ve diğerlerinin, muayyen mes´eleler hakkındaki rivayetleri böyledir. Bunlar da ne-vâdirden sayılır, usulden sayılmaz.
Bu kısım, birinci kısımdan daha aşağı mertebede kalır. Onun için bir mes´ele hakkında usul ve nevâdir taâruz ederse usul tercih olunur. Çünkü: Mezhebe asıl, esas olarak onlar kabul edilmiştir, senedleri daha kuvvetlidir.
3- Fetvalar ve vâkıât: Bir mesele hakkında mütekaddimîn-den rivayet bulamayınca mütaahhir müctehitlerin o mes´ele hakkında çıkardıkları hükümler bu kısmı teşkil eder. Burada mütaahhir müct eh itlerden maksat Ebû Yusuf´un ve Muhammed´in tale-budur. Halbuki Hadîs kıvastan ileri tutulduğundan, Kerhî, râvinin” beleri ve onlardan sonrakilerdir. Bunlar pek çokturlar, tercüme-i halleri tabakat kitaplarında yazılıdır.
îbn-i Abidîn bunların yaptıklannı şöyle anlatıyor:
«Ebû Yusuf´un ve Muhammed´in talebelerinden bir Jcısmı şunlardır: İslâm b. Yusuf, îbn-i Rüstem, Muhammed b. Semâa» Ebû Süleyman Cüzcânî, Ebû Buhârî onlardan sonra şunlar gelir: Muhammed b. Seleme, Muhammed b. Mukâtil Neseyr b. Yahya, Ebû Nasr Kasım b. Sellâm. Bunlann bazan buldukları bir delile dayanarak mezheb kurucularına muhalefet ettikleri de olmuştur. Bizim bildiğimize göre onların fetvalarım ilk toplayan Ebû Leys Se-merkandî´dir. Kitab´ul-Nevâzil´de bunları toplamıştır. Sonra diğer üstadlar da başka kitaplar toplamışlardır. Nâtifî´nin Nevazil ve Va-kiâti, Sadr-ı Şehid´in Vakıat bunlardandır. Sonra gelenler bu mes´e-Jeleri ayn ayrı değil de karışık bir halde zikretmişlerdir, Kâdınhân fetvalarında olduğu gibi. Bazıları da ayn zikrederler. Radiyeddin Serahsî´nin Muhîtinde olduğu gibi.. Zira o önce usul mes´elelerini sonra da nevadır mes´eleîerini zikretmiş ve ne güzel yapmıştır.»[25]
Şüphesiz ki, fetvalar ve vâkıat mes´eleleri usul ve nevadır mes´eleîerinden daha geri mertebelerdir. Çünkü; usul ve nevadır mes´eleleri aralarında fark varsa da mezheb sahiplerinin akvâlı-dirler. Fetvalar ve vâkıat ise onların kavillerinden yapılan tahric-tir, bundan şu çıkar yollu hükümlerdir. Bazen onlardan rivayet olunanlara muhalif olurlar. Bunlar Ebû Hanîfe´nin ve talebelerinin sözleri olarak değil de, sahiplerinin içtihatları ve re´yleri olarak kabul olunur.
59- Kîtablarda Akvâlîn Zîkrî Usulü
Bu üç kısmın mecmûmdan Hanefî mezhebi teşekkül eder. Ebû Hanîfe´nin ve ashabının kurdukları mezheb budur. Bu kitaplarda ihtilafsız olarak naklolunan mes´eleler, Ebû Hanîfe´nin ve Ebû Yusuf´la” Muhammed´in ittifakiyle olmuş olur. thtilâflı olanlar ise, ihtilâf yerinde beyan olunduğu veçhiledir.
Zahir rivâye kitapları Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf´un ve Muhammed´in ihtilâflarını zikreder, gösterir. Gayet az ahvalde Züfer´in ihtilâfını da zikreder. Nevâdir ve fetva kitapları ise, eğer ihtilâf varsa onu ekseriya zikreder.
Bu muhalif akvâl arasında tercih yapmak işine gelince: Bunun yeri mezhebde -tercih ve tahric bahsidir ki aşağıda gelecektir.[26]
——————————————————————————–
[1] îbn-i Abdulber, İntikâ, s. 172.
[2] îbn-i Abdulber, întika, s. 173.
[3] İbn-i Nedim, Fihrist, s. 286.
[4] Ebû Yusuf, El-Harac, s. 1OO, Selefiyye tab´ı Kahire.
[5] Ebû Yusuf, El-Harâc, s. 78.
[6] Şemsü´I-Eimme Serahsî, Mebsût, c, II, s. 128.
[7] Ebû Yusuf, İntİIâf-u Ebû Hanift» ve İbn-i Ebü. Leylâ, s. 148
[8] Ebû Yusuf, İhtilâf-u Hanîfe ve îbn-i Leylâ.
[9] Ebû Yusuf, El-Red Alâ Siyer-i Evzâî, s. 70.
[10] îbn-i Abdulber, întika, s. 174
[11] Hatib Bağdadî, Tarih-i Bagdad, c. II, s. 173
[12] İbn-i Abidin, Kesm´ul-Müftî risalesi, s. 19.
[13] İbn-i Abldin, Resm´ul-Müftî risalesi, s. 19.
[14] İbn-i Âbidin, Resmu´l-Müftî, s. 17.
[15] Abdulhay Lekvenî, Fevâid´ül-Behiyye, s. 216.
[16] Serahsî, Mebsut, c. 30, s.128.
[17] Cami-üs Sagiri Ebû Tahir Debbas´m babiara göre tertip ettiği söyleniyor. Abdulhay Lehvenl, Fevâid-i Behiyye kitabında ise Hasan b. Ahmed Za´ferânî´nln tercüme-i hâlinde şöyle diyor: «O mevsuk bir imamdır. Muhammed b. Hasan´m Cami-üs-Sağir´ini gayet güzel bir surette tertip etmiştir. Muhammed´in Ebû Yusuf´tan rivayet ettiği mes´eîelerin hususiyetlerini belirtmiş, kitabı bab, bab ayırmıştır. Kitab önce babiara ayrılmış değildi.» Benim anladığıma göre Mısırda tabolunan nüsha Debbas´ın tertibi olsa gerektir, Za´ferânî´nln tertibi üzere Cami´us-Sağiri Mutahhar b. Hüseyin Yezdî iki cilt olarak merhetmiş ve bu şerhine Tehzîb adını vermiştir. Onu da Ali Ebû Kasım Yezdî şerh etmiştir.
[18] Bak, Câmi-i Kebîr mukaddemesi, Mısır tab´ı.
[19] Câmi-i Kebir, Mısır tab´ı mukaddemesl, s. 5.
[20] Siyer-i Kebîr Şerhi, Antepii Mehmet Münip tarafından Türkçe.
[21] îbn-i Abidin, Resm´ül Mtifti, s. 19; Siyer-i Kebir Şerhi 4 Hind tab´ı. ye çevrilmiştir.
[22] Siyâdâti 53″ de ölen Ahmed b. Mııhammed Ebû Nasr Attâbî şerhetmi^tir. Fevâid-i Behiyye onun hakkında diyor ki: «Onun eserlerinden biri de Ziyâdât şerhidir. Başkalarında bulunmıyan tedkikatı hâvidir. Ben Ziyâdât şerhini okuyarak ondan çok faydalandım. O muhtasardır, ne yoracak kadar fazla uzundur, ne de mânayı bozacak kadar fazla kısadır.» .
[23] Şems´ül-Eimme Sarahsî 490 senednde ölmüştür. Bâzı ümerâya nasihatlerde bulunması sebebiyle hapsedilmiştir. Kitabını hapishanede iken dikte ettirdiğini söylerler. Talebesi dışarıya pencerenin önüne top-lanırmış, o pencereden söyler ye onlar yazannış. Şurut babına gelinceye kadar böyle yazdırmış, sonra serbest bırakılmıştır.
[24] İbn-i Abidin, Resm´ül-Müfti, s. 117.
[25] îbn-i Abidin, Resm´ül-Müfti, s. 17.
[26] XXX. fasla bak.