26- İsyana Cevaz Vermezdi:
İmam Ahmed, bazı siyasetle ilgili çalışmalarında esere uyan, itidal mesleğinden ayrılmıyan bir tutum içindedir. Ashab ile ilgili görüşlerinde menkul eserlere bakar, sahabe ve Tabiinin (Allah onlardan razı olsun) ekserisinin sözüne uyardı. Her çalışmasında olduğu gibi bu hususta da âsâra uyar.
Hilâfet ve Halife mes´elesinde, kim seçildi ve nasıl seçtiler, bunlarda fitneden kaçınan olumlu bir tutumu vardı. Müslümanların birliğini korumaya gayret ederdi. Mütegallibeden olan bir İmam-Halife zalim dahi olsa- ona karşı isyan etmektense, itaat etmeği tercih ederdi. Çünkü isyan, milleti parçalar.
Siyaset mes´elesinde İmam Ahmed in görüşü ile İmam Mâ-lik´in görüşü birbirine benzer. Ashabın mertebelerini sıralamada birleşirler, Halife intihabında birleşirler, ikisi de, zâlim dahi olsa, Halifeye karşı isyanı caiz görmezler. Çünkü zulüm dolayısıyla çıkacak isyandaki fitnelerde, müstebit hükümdarın yapacağı kötülüklerden, daha çok zulüm işlenir.
Bu konuda, bu iki imam arasında bir fark varsa, oda: İmam Malik Haricilerin isyan fitneleri içinde yaşadı, inkilablar zamanındaki çalkantıları gözüyle gördü. Çağı fitneler çağıydı. İmam Ahmed ise, böyle çok fitneler görmedi, isyanlar zamanı geride kalmıştı. Sadece Emin ile Me´mun, bu iki kardeş arasındaki isyanı gördü. Onun da hayırla değil, şerle bittiğine şahit oldu. Çnükü, İran nüfuzu hâkim oldu, muhtelif dini cereyanlar baş gösterdi, dinde bid´atlar türedi.
Hükümdarlar kendini bid´atlere kaptırdı. O kendisi böyle bir zalim hükmün kurbanı oldu. Bu yüzden dayak yedi, hapse atıldı, şiddetli baskıya uğradı. Öyle ki, bu, her aklıbaşında olanı gayrete getirir, kalb-lere kin tohumu eker, intikam hissi doğurur, bu bakımdan onun zalime karşı isyanı destekleme yanlısı olması gerekirken, o, duygularına kapılmadı. Hal böyle iken nefsinin hevesinin esiri olmadı. Çağındaki hükümdarlara karşı olanlara katılmadı, hilâfet ve zalim olana karşı isyanda görüşünü, selefin amellerinden ve cemiyetin umumunun maslahatını düşünerek ona göre belirledi, bunları gözönünde tutardı. Devlete isyandan nehyetti,Baştakininhali ne olursa olsun,ona karşı isyanı Bagıy saydı, haksız yere ayaklanma addetti, baştaki onu öldürse, üzerine azap ateşi dökse, işkence yağmuru yağdırsa da, isyana cevaz vermedi.
27- Türlü Konularda Görüşleri:
Onun bu görüşünü biraz açıklamak istiyoruz: Hz. Peygamberin ashabı onların derecelerine göre sıralanması, hangisinin daha üstün olduğu, bunları beyan edeceğiz. Sonra ashabdan birine dil uzatan hakkında-hükmü nedir Halifenin seçimi nasıl olacak, ona karşı isyan etmek, onu halife tanıyıp tanımamak, bunlar hakkındaki görüşlerini öğrenelim.
28- Ashab-ı Kiram´a Saygılı Olmayanlar:
O, bütün ashaba son derece saygılıdır, Ashabdan birine dil uzatan; söven kimsenin İslâmından şüphelidir veya onu ehli İslâmdan saymaz. Oğlu Abdullah diyor ki: «Babama Rafızi kimdir dedim. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer´e şovendir, dedi. Ona ashabdan birine söven hakkında ne dersin diye sordum. Onu müslüman sayamam, cevabını verdi.»[1] onun şöyle dediği rivayet olunur: «Ashabdan birini kötülükle anan bir kimse görürsen, onun müslümanhğı töhmet altındadır.»[2] Ona göre, sahabilere söven kimsenin dini töhmet altındadır. Sa-habinin mânasını geniş tutar: Bir yıl, bir ay, bir gün, bir saat Hz. Peygamberle görüşen kimse sahabidir. Onunla ne kadar görüşüp ondan ne dinlerse, onu bir defa görse yine sahabidir. Şahabının en ednası, ondan sonra gelenlerin en sevaplısından daha faziletlidir. Hz. Peygamberin sohbetinde bulunanlar, bütün hayırları işlemiş olan tabiinden daha efdaldırlar. Ashabdan birini kusurlu gören, bir sebepten dolayı ona kin besleyen, veya onu kötülükle anan kimse, bid´atcıdır, Bütün ashabı, rahmetle anmak gerekir, kalbi onlara karşı saygılı olmalı.»[3] Görülüyor ki, ona göre ashaba karşı kalbinde ihlas bulunmayan, onlara dil uzatan kimse bid´atcıdır, bid´atct ise dininde töhmet içindedir.
29- Ashabın Dereceleri, Ulemaya Bağlılığı:
Ashab-ı Kiram´fn faziletlerine göre derecelerine gelince, bu hususta yine selefe uymakta, sahabe ve tabiinin görüşlerini almaktadır. Fazilet derecelerine göre sıra şöyledir: Hz. Peygamber Aleyhisse-lâm´dan sonra bu ümmetin efdalı, Hz. Ebu Bekir, sonra Hz. Ömer, sonra Hz. Osman´dır. Bu üçten sonra gelenler şûraya ayrılan beş sahabidir: Hz. Ali, Zübeyr, Talha, Abdurrahman b. Avf ve Sa ´d. bunların hepsi de Halife ve İmam olmaya lâyıktırlar.»
Onun bu sözüne İbni Cevzi şunu ekliyor: «O, bu hususta İbni Ömer´in sözüne uymuş, o der ki: Hz. Peygamber sağken biz efdal olarak Ebû Bekir´i ve Osman´ı sayardık, sonra susardık .»[4]
Şuraya ayrılan beşsahabedensonra:Bedir harbinde bulunan Muhacirleri, sonra Ensar´ı, İslama ilk önce girenleri, hicretteki derecelerine göre mertebelere ayırırdı.
Bunları, onun esere, selefe uymadaki tutumunu göstermek için yazdık, bunların amelî bir faydası yok, ancak tarihi bir araştırma niteliğindedir.
Bu hususta o, Hulefâyi Raşid´in dereceleri hakkında iki imamın görüşü arasında orta bir görüştedir. Ebû Hanife, sağlam rivayete göre, Hz. Ali´yi,Hz. Osman´dan üstün tutmaktadır. Bunu, onun hakkındaki Ebû Hanife kitabımızda açıkladık. İmam Mâlik ise: Ebû Bekir, Ömer ve Osman´ı (Allah onlardan razı olsun) ilk başta sayar ve bundan sonrakiler müsavidir, der. imam Ahmed ise, geri kalanları İslama hizmette müsavi tutmuyor, Hz. Osman´dan sonra şûra ehli olan beş saha-biyi faziletli sayıyor, onlardan sonra gelenler de derecelerine göre yer alıyor.
59) 60) 180
Sonra görüyoruz ki, İmam Ahmed, Hz. Ali Efendimizi Hilâfete daha lâyık görüyor, bunu açıkça söylüyor: «Her kim ki, Hilâfeti Ali´ye lâyık görmezse, o eşekten daha sapıktır… Sübhanallah, o şer´i hadleri tatbik ediyor, sadaka ve zekâtı topluyor… Onları haksız surette mi dağıtıyor, bu sözden Allah´a sığınırız. Evet o hak Halifedir. Hz. Peygamber Aley-hisselâmın ashabı onun halifeliğine razı oldular, arkasında namaz kıldılar, onunla gazaya gittiler, cihad yaptılar, haccı ifa ettiler, ona Emîr´ül-Mü´minin dediler, hepsi ondan razı idiler, hiçbir şeyi inkâr etmediler. Biz onlara tâbi olmaktayız,» (61)
Böylece onu savunmaktadır. Bir kimse Hz. Ali´ye veya onun Halifeliği aleyhinde birşey söyleyecek olursa, o zaman daha şiddetle müdafaa etmektedir. Mütevekkii´in devrinde, Islâmın kılıcı ve arslanı olan bu âdil Halifeye dil uzatanlar çoğaldı.Çünkü Mütevekkil Ali´ye düşmanlık besleyen Nâsibi´ler dendi. İmam Ahmed onların sözlerini reddeder, Hz. Ali´yi ve onun hilâfetini överdi. Şöyle derdi: «Hilâfet Ali´ye şeref vermedi, Ali Hilâfete şeref verdi. Hz. Ali Ehli Beyttendir, onlarla hiç kimse mukayese olunamaz. Hz. Ali´nin fazileti hakkında olduğu kadar, hiç bir sahabi için sahih senetle öyle rivayet yoktur.» (62)
Görüldüğü üzere o, Hz. Ali´nin faziletini çok iyi biliyor. Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman´ı anmakla beraber, Ali´nin fazileti hakkında sahih rivayetleri naklediyor. Tertibe gelince, bu hususta sahabenin koyduğu sıraya uyuyor, onu aşmıyor. Bu hususta üstadı İmam Şafiî gibi davranıyor. O da Hz. Ali´nin faziletlerini, menkıbelerini nakleder, onu sever. Fazilet derecesine gelince Ebû Bekir´i başa geçirir ve şöyle der: «İş sevgiye göre değil.»
Hz. Ali´ye bunca bağlı olduğu halde, sahabeden Hz. Ali´ye düşman olanlara dil uzatmaz, Hz. Ali´nin haklı olduğu inancındadır, fakat sahabi diye kimsenin aleyhinde bulunmaz, bir defa Hz. Ali ile Muaviye arasında olanlar soruldu. «Ben onlar hakkında iyilik söylerim… Allah cümlesine rahmet eylesin. Muâviye, Amr b. As, Ebû Musa El-Eş´ari. Hepsi sahabi. Allah onları Kur´an´da şöyle vasfeder: «onların yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır.» (Fetih: 29)
Hangisinin daha haklı olduğunu tartışmaya müsaade etmezdi. Hâşimılerdenbiri onajıangisinin hak üzere olduğunu sordu,cevap vermedi, onun Hâşimile.rden olduğunu anlayınca, ona döndü ve şu ayeti
61) İbni Cevzi, Menâkıb, 161.
62) Aynı kaynak, 162.
181
oku dedi. «Onlar bir ümmetti, gelip geçti, onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandaklarınız da sizindir. Siz onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz.» (Bakara: 134)
Bu da gösteriyor ki, o, Ali´yi seviyor, büyük tanıyor, fakat Muavi-yeye de dil uzatmıyor, Fakat fıkhî yönden hüküm gereğince, Hz. Ali´nin Maklı olduğunu söylüyor. İmam Şafiî, devlete karşı gelenler hakkında ki hükümleri, Muaviye ile Haricilerin, Hz, Ali ile olan savaşlarından aldı. Onları, bağı saymış oluyor diye Şafiî´ye Şiî dediler, bu hususta İmam Ahmed şunları söyler: Hz. Ali kendisine karşı ilk isyan edilen sahabi Halifedir.» Demek ona karşı gelenler âsi olmuş oluyor. Asiler hükmünü, Muâviye´nin Ali ile savaşından almakta, İmam Şafiîyi tenkit edecek bir şey yok. Bunda zımnen Muâviye´nin âsi olduğu hükmü yatıyor. Hz. Peygamber Efendimiz Ammar b. Yasire, «Seni âsi bir taife öldürecek!» demiştir. Gerçekten onu, Muâviye taifesi öldürdü. Hz. Peygamberin Hadisi ile âsi taraf belli olmuştur.
Onun inancı böyle olmakla beraber, baktı ki, ashabdan bir kısmı, Muâviye taraftndadır. Onun için ona dair konuşmadı ve münakaşadan kaçındı. Çünkü daima ashabın yolundan gitti, başka yöne sapmadı.
30- Halife Seçimine Dair Görüşleri:
Ashabın dereceleri ve tertibi hakkında İmam Ahmed´in görüşleri işte bunlardır. Görüyoruz ki, o her şeyde olduğu gibi bu hususta da esere ve nakle dayanıyor, ashabın yolunu tutuyor. Şimdi de Halife seçimi hakkındaki görüşünü görelim.
Bu hususta Halife seçimi nasıl olacak, Halife kimlerden olacak Bu konuda onun açık bir beyanını bulamıyoruz. Bizim zannımızca o, Halife seçimini kendisinden sonra en iyi nizamı kuracak kimseyi seçmeye bırakmıştır. Bunun böyle olmasına işaret eden eserler de var. Hz. Peygamber hastalığında, namaz için Ebû Bekir´i seçmekle, ibareyle değilse de, işaret yoluyla onu Halife seçmeye işaret etmiştir. Ebû Bekir de kendisinden sonra yerine geçmek üzere Hz. Ömer´i seçmiştir. Hz. Ömer´de Halife seçimini 6 kişilik şûraya bırakmıştır. Onlar içlerinden birini seçti. İmam Ahmed ashabın yoluna uyduğundan onun görüşü de böyle olacaktır. Çünkü o ashaba uymaktadır.
Baştakinin yerine geçecek kimseyi seçmesinden sonra Cumhur-u Müslimîn ona itaat etmek için bi´at edecektir. Sabık halifenin seçtiği kimse, makamına oturmadan, idareyi eline almadan önce halktan bi´at almak lâzımdır. Çünkü idareye başlaması için bi´at, halkın tasvibini almak şarttır. Sabık Halifenin yerine geçecek kimseyi seçmesi bağlayıcı değildir, kesin değildir. O İslama ve Müslümanlara ihlas üzere hizmet için bir nevi tekliftir. O aday göstermek kabilinden bir öneridir. Müslümanlar o öneriyi kabul veya ret etmekte serbesttir. Bu önerinin faydası, aralarında ayrılığa düşmeden onlara ışık tutmak ve yol göstermektir. İmam Ahmed´de, diğer fukaha gibi bu görüşteydi, hattâ bunu, ashabın yolu olduğundan diğerlerine tercih ederdi, başka yollan da caiz görürdü. İbniHazm, bu usulü çok beğendi ve bunun doğruluğunda fukaha birleşti, diyerek şunu anlatır:
«Ümmet için iyilik dileyerek iyi seçer ve kötü bir maksat gözetmezse, ölen halifenin yerine birini veliahd göstermesinin caiz olduğunda ihtilâf yoktur.» Çeşitli usulleri saydıktan sonra bu usulü beğendiğini söyleyerek devam eder: «en iyi ve doğru yol şudur: «Halife ölümünden sonra yerine geçecek birini veliahd tayin eder, ister bunu sağlamken, isterse hastalığında yapar, çünkü bunları yasaklayan bir nass veya icma´ yok. Nasıl ki Hz. Peygamber Aleyhisselâm Ebu Bekir´i, Ebû Bekir de Ömer´i gösterdi. Süleyman b. Abdülmelik de Ömer b. Abdülaziz´i , yerine seçti. Biz bu usulü beğeniyoruz, başkasını beğenmiyoruz… Halife ölürse yerine birini de aday göstermediyse, o zaman başkanlığa lâyık olan biri kendisi aday olarak ortaya çıkar ve kendisine bi´ata davet eder. Nasıl ki, Hz. Osman şehit olunca, Hz. Ali böyle yaptı, Abdullah İbni Zübeyr!de böyle yaptı.»
31- İyiye de, Kötüye de İtaat İster
İmam Ahmed, Hz. Ebû Bekir´in yaptığı usulü, keyfine uymaksızın veliaht tayin etme yolunu beğenmekle beraber, halk kabul edip itaat ederse, zorbalıkla hilâfet makamına geçip oturmağı da kabul etmektedir. Bu hususta üstadı İmam Şafiî´ye uymaktadır, çünkü ona göre kuvvet sayesinde zorla o makama geçenin başkanlığı caizdir, İmam Malik de: Daha lâyık varken Mefdulün yani üstün olmıyan kimsenin halifeliğini caiz görür. Bu konudaki sözlerini görelim:
«Emir-i Mü´minin, iyi olsun, fâcir olsun ona itaat gerekir. Hilâfet makamına geçmiş, halk ona razı olmuş, hattâ kılıçla o makama oturmuş, Emîr´ül-Müminin admt almış, emrine uyulur. Hayırlı olsun, facir olsun, gaza onunla yapılır. Ganimeti taksim eder, hududu o tayin eder, onlara dil uzatılmaz. Onlarla niza´ yapılmaz, zekatları onlar toplar, onlara zekatını veren borçtan kurtulur, iyi olsun, facir olsun, arkasında Cuma namazı caizdir. Onun tayin ettiğinin imamlığı caizdir. Caiz görmeyip iade eden kimse bid´atcıdır, âsâra uymuyor demektir.Sünnete aykırıdır, İyi, facir imamların arkasında namazı caiz görmeyen kimsenin cumanın faziletinden nasibi yoktur, sevap alamaz. İki rek´at farzı onlarla kılmak sünnettir, o namaz tamdır, gönlünde şüphen olmasın. İster isteyerek, ister zorla, her ne suretle olursa olsun Hilâfet makamına geçmiş olup, Müslümanların kabul ettiği, baş tanıdığı bir Müslüman başkana karşı isyan eden kimse, isyan asasını kaldırmış, Müslümanlara isyan etmiş otur. Hz. Peygamberin asarına muhalefet etmiştir, eğer âsi olarak ölürse, cahiliyet üzere ölmüştür.»[5]
32- İsyanı Asla Caiz Görmezdi:
İmam Ahmed´in bu sözleri açık olarak gösteriyor ki, ona göre İmamet halkın rızasıyla seçilmekle olur, onun velayet vermesiyle veliaht tayin etmesiyle olur, hattâ kılıçla o makama zorla geçmesiyle de olur. Müslümanların umurunu idare eder, onlar da ona itaat ederler. Müslüman cemaatının iyiliği, ona karşı isyan etmemektir. Onun kusurlarını, iyilikle emir, kötülükten nehy suretiyle ıslaha çalışırlar. Hayırlı, facir hepsine itaat lâzımdır. Gizli, aşikâre ona bağlılık gösterilir. Ona karşı ayaklanmak Bagıy´dır, topluluğun birliğini bozmaktır. Sünnete karşı gelmektir, bid´ata uymaktır.
İmam Ahmed ma´siyet: Günah olan bir işde baştakine itaati uygun görmüyordu. Bu onun sözlerinden değil, işlerinden, yaptıklarından anlaşılıyor. Halife Mutasım ve Vâsık, onlardan önce Halife Me´mun´un adamları, Kur´an hakkında, onun inancına uymayan sözleri söylemesi için onu zorladılar. Onlara uymadı, itaat etmedi. Bu uğurda, onların dediklerini kabul etmektense, en kötü işkencelere razı oldu. Bu tarzda pasif davranması, devlete isyan veya isyana davet sayılmaz. Çünkü isyan, bunu açıkça söylemek ve silaha sarılmakla olur. İsyana davet ise insanları başkaldırmaya, silaha sarılmaya davetle olur, inatçılık ruhunu kalblere üfürmekle yapılır. İmam Ahmed´in Kur´an, hakkındaki sözü dememesinde bunların hiç biri yok. Bu konuda o, kendisine doğru gördüğü sağlam ipe sarılıyor ve bu uğurda meşakkat-lara katlanıyor. Sultan böyle zulüm yapsa da, ona itaat yine vacip, isyana izin yok. Sünnetin davet ettiği yol budur deyip bunu gösteriyor. Ve sultanın sancağı altında sabır gerek, haksızlık yapsalar da onlara karşı kslıç kullanmak olmaz, diyor.[6]
İmam Ahmed´in yasakladığı şey devlete karşı kılıç kullanmaktır, bu gibi şeylere teşviktir. Taat demek, Halifenin hoşuna gitsin diye hak, batıl her dediğine evet demek de değildir. Bu riya ve nifak olur.
33- Halk Islah Olursa, Bütün isler Düzelir:
İmam Ahmed, taate ve cemaatten ayrılmaya teşvik edip silahlı isyandan ve ona benzer şeylerden nehyediyor. Acaba baştakileri adalete sevk için nasıl bir çare düşüyor Zulmü kaldırmanın yolu ne İmam Mâlik de İmam Ahmed gibi düşünürdü. Müslümanların başlarına nasihat ederek onları adalete, sünnete sevketmek en güzel yoldur, diyordu. Ve onun için o dan onlarla münasebet kurup görüşür, öğüt verir, iyiliği emir, kötülükten nehy görevini yapardı. Bunda hiyleden, aşırılıktan sakınırdı. Şüphesiz ki, emir sahibi ıhlaslı kimselere kapılarını açar, onların hak sözlerine kulak verirse, onları kalbine yerleştirirse, bu yol çok faydalı olur, güzel meyveler verir. Zira sürekli nasihat ve irşat, idareyi düzeltir, kemâlât merdivenlerinde yükseltir. En mükemmel amaca ulaşmak için, sadece öğüt kâfi değilse de, faydası olur.
Bakınız İmam Ahmed, İmam Mâlik gibi idarecilerle görüşüp temas etmedi. Onları zulümden sakındırmaya, sünnete uymaya davet ettiğine dair bir rivayete rastlamıyoruz. O pasif bir tavır aldı, ne onlarla temasa geçti, ne de onları başka türlü harekete davet etti. Acaba bu tarzdaki hareketi, siyasete karışmamak için midir Siyaset işlerini çok karışık . bulduğundan, ondan j
34-Hilâfette Araplığı ve Kureyş´ten Olmayı Aramaz.
İtaat hususunda İmam Ahmed in görüşü böyle. Halife´nin seçimi ve seçim usulü hakkındaki görüşünü, daha önce beyan ettik. O, Hilâfetin Arap Hanedanından birine veya herhangi bir Arap kabilesine mahsus olduğunu tasrih etmiş değildir. Onun sözlerinden çıkan netice şudur: Halk, herhangi bir adama bi´at ederse, o kimse halife olur, isterse Arap veya Kureyş kabilesinden olmasın. Kureyş olmak şartını aramıyor. Ona itaat vâcib olur. O cihadı emreder, Cuma ve Bayram namazlarını, diğer namaziarı kıldırır, dinî hadleri tatbik eder. Din umuru yolunda yürür. Zira kendisinden daha lâytkı varken, ondan daha aşağı ierecede olanın hilâfeti caizdir, buna Mefdûlün imameti denir.
Fakat o, Hadisin, hilâfeti bir hanedana tahsis ettiği konusunda acaba ne diyor. «Kureyş´i başa geçirin, onun önüne geçmeyin!» Bu Hadisteki başa geçirmek´den murat,hilâfettir,devlet başkanlığı değil. Talebesinden İbrahim Harbi ona buradaki takaddümü: Başa geçmenin mânasını sordu, o da bu hilâfettir, dedi. (65)
Sünnet İmamı, Hadis âlimi, madem ki bu Hadisi biliyor, elbette onunla amel edecektir. Ona göre Kureyş, hilâfete diğerlerinden daha lâyıktır. Çünkü insanlar, onların önüne geçmekten nehyolundular. Bu umumî bir nehiydir, hususi değildir. Fakat fitneleri önlemek için mefdûlün, daha lâyıkından başkasının imameti, başkan olmasını caiz görüyor, zaten Muâviye´nin devlet başkanı olmasını ashab kabul etmiştir, onlara da uymuş oluyor. Böylece sünnet ile amel arasını birleştiriyor. (Allah ona rahmet etsin.)
——————————————————————————–
[1] Ibni Cevzi, Menâkıb s.165.
[2] Aynı kaynak, s.160.
[3] Aynı kaynak, s. 161.
[4] ibni Cevzi, Menâkıb, 161.
[5] Ibni Cevzi, Menâkıb, 176.
[6] Ibni Cevzt, Menâkıb, 176. –