98- Kitaba Dair Bahisler:
Dinin temeli ve anadireği Kur´an-ı Kerim´dir, hükümlerin ana kaynağı O dur. Zamanların ve mekanların değişmesiyle onun hükümleri değişmez. Onun getirdiği hükümler bütün insanlara şamildir. Bir bölüğü bırakıp diğer bölüğe hitabetmez, hitabı bütün insanlaradır. Sahih İslam inancını o beyan eder, bütün hükümleri o bildirir.
O, İslam Dininin ilk kaynağı olduğundan ulema eskiden beri onun üzerinde çalışmalar yapmışlar, ondan hüküm alma yollarını tesbit etmişler, ibaresinden, işaretinden, naslarından, zahirinden nasıl mana çıkarılır araştırmışlar, müteşabih olanları te´vil, mücmel olanları beyan etmişler, Aam ve hâs olanları ayırmışlar, nasih ve mensuhunu bildirmişler ve Kur´an´la ilgili her ilmi çalışmayı yapmışlar, bazı hususlarda ihtilafa düşmüşler, fakat ittifak ettikleri cihet şudur ki: Kur´an-ı Kerim İslam Dininin birinci kaynağıdır. Bunda asla ihtilaf yoktur. Sünnet de Kur´an´ın beyanıdır. Ancak yeni hüküm getirip ziyade yapabilir mi, bunda ayrıcalık vardır.
Ehli Sünnetin üç imamı olan Ebû Hanife, Malik ve Şafiî hakkında yazdığımız üç kitapda bu konuyu biraz açıklığa kavuşturduk. Yerine göre kısa kestik, gereğinde sözü uzattık: Ancak eskilerin tabiriyle: Bıktıracak kadar uzatmadık, bozacak kadar da kısaltmadık. İtnâb-ı mümilden.icazı muhıldem sakındık.
99- Kur´an-a Göre Sünnetin Yeri:
Şimdi o bahislere burada tekrar dönecek değiliz. Zaten, İmam Ahmed´in bu konuda söylediği fazla bir şey yok. Talabeleri onun bu
konuda bir görüşünü nakletmiyorlar. Ancak, bir hususa açıklık getirmemiz gerek. Çünkü bunda Ahmed´in ayrı bir görüşü var. Vakıa ona yukarıda biraz değindik, fakat burada daha açmamız yerinde olacak. Çünkü bu Hanbeli fıkhının özüyle ilgili birşey. Ahmed´e nisbet olunan bir söz var: O da Kur´an´a göre sünnetin yeri nedir Sünnet Kur´an´dan sonra gelen bir delil midir, yoksa hüküm, istinbatı bakımından onunla müsavi midir Ulemadan hiç bir kimse sünneti, Kur´an´la müsavi itibar etmez. Ulema, sünneti, Kur´an´dan sonra gelen bir delil olarak kabul etmekte ittifak halindedirler. Çünkü Kur´an birinci ve ana delildir, doğrudan Huccetül- İslam´dır. Sünneti delil olarak kullanmak ise, ayetle sabittir. »Erkek, kadın hiç bir mii´mîn kişiye, Allah ve Resul bir işde hüküm verince, o işde muhayyerlik yoktun “Yine Allah Teâlâ şöyle buyurur: »Peygamber size ne verirse onu alın, neden nehyederse ondan sakının.» «Kim ki Resulüne İtaat ederse, Allah´a itaat etmiş olur.» Bu ve benzeri ayetler sünnetin delil olduğunu gösterir. Sünnetin delil olduğu Kur´an´la sabit olunca, şüphesiz ki o, Kur´an´dan sonra gelen bir delildir. Çünkü Kur´an olmasa, o delil sayılamayacak.
Böylece sünnetin Kur´an´dan sonra gelen bir delil olduğu ihtilafsız anlaşılıyor. Dikkat çeken husus, Kur´an´dan ahkam alırken mutlaka sünnet tazım mı Çünkü sünnet Kur´an´ın beyanı yerinde. Allah Teâlâ şöyle buyurur: «Sana bu kitabı indirdik, tâ kî kendilerine indirilenleri insanlara beyan edesin.» (Nahl: 44) Hanefiler ve Maliki-ler, Kur´an´dan hüküm alıyorlar, Hadisleri ona arzediyorlar. Kitaba uygun olan Hadisleri alıyorlar, kitaba uygun olmıyanları Hanefiier reddediyor. Malikiler de bazen böyle yapıyor, mesela: Köpeğin kabı yalaması Hadisi, Kur´an´ın zahirine muarız olduğu için onu reddettiler. Şafillerce de sünnet Kur´an´ın beyanıdır. Sünnet Kur´an´ın zahirine muhalif olunca, onu reddetmezler, belki Kur´an´ın zahirini tahsis ediyor, derler. Sünnetin beyanı yolunda yorumlar. Hatta bazı fukaha sünnetin beyan olmasını: Kur´an´a yön verir, manasına alıp Kur´an´ın tefsirini, beyan yolunu açar, mücmelini beyan eder, nasih ve mensuhunu belirtir, mutlakını takyid eder demişlerdir. Onun için Şaffiler sünneti istidlal bakımından ayni mertebede sayarlar. Birinci derece İtibar her ne kadar Kur´an´a ise de, sünnet de onun beyanıdır, derler. Hemen belirtelim ki, İmam Ahmed de aynı görüştedir. İbni Kayyım gayet yerinde ve doğru olarak belirtir ki: İmam Ahmed beş aslı tesbit ederken birinci asıl olarak nass kabul etti ve burada Kur´an nasslarını, sünnet nasslanndan önce saymadı, belki müsavi tuttu, ancak birinciyi daha muteber saydı. Bu nokta Hanbeli görüşünün özüdür ve mühimdir.
100- Kur´an´ın Zahirine Muarız Sünnetin Durumu:
İmam Ahmed, sünneti, Kur´an-ı Kerim´in en sahih beyanı ve tefsiri saymakta çok dikkatlidir. Sünnetle Kur´an´ın zahiri arasında tearuz olacağını farzetmez. Çünkü Kur´an´in zahiri, sünnetin getirdiğine hamlolunur, zira onun beyanıdır, şamil olduğu hükümleri tefsirde hâkimdir. Kur´an´ın zahirini alıp sünneti terkedenlere red için kitap bile yazdı. O kitabın mukaddemesinde şöyle der:
«Allah Teâlâ (c.c.) Hz. Muhammed´i hidayetle gönderdi. Müşrikler hoşlanmasa da bütün dinlere üstün gelsin diye onu Hak Dinle gönderdi. Ona kitabını hidayet ve nur olarak indirdi. Kur´an-ı Kerim´in zâhiri,batını, hassı, ââmı, nasihı, mensuhu, kitabın kasdettikleri var. Kitabın delâlet ettiği manaları Hz. Peygmaber açıklar, tefsir eder, bu hususta onun yanında olanlar, Allah ´in ona yâr ettiği ashabıdır. Onlar da ondan naklettiler. Onlar Hz. Peygamberi, en iyi bilen, Allah ı Teâlâ´nın kitabında neyi jmurad ettiğini en iyi anlayanlardır. Hz. Peygamberden sonra bunları onlar beyan ettiler.»
Bundan sonra Ahmed, Hz. Peygambere itaat etmenin farz ve ^/acib olduğuna delalet eden bir çok ayet-i kerimeler zikrediyor, ve Kur´an´ın zahiriyle sünneti reddedenlere cevap veriyor.
101- Ashabın Ve Tabiînin Tefsiri:
İmam Ahmed´in bu sözleri üç şeye delâlet etmektedir:
1- Kur´an´ın zahiri, sünnete takdim olunamaz, bu açıktır.
2- Kur´an´ın manasını açıklayıp tefsir eden Hz. Peygamber´dir. Başkası onu te´vil edemez. Çünkü onun beyanı sünnettir. Başka yoldan beyan istemez.
3- Ashab-ı Kiram da Kur´an´ı tefsir ederler, eğer Hz. Peygam-ber´den bir beyan ve Hadis yoksa. Çünkü onlar Kur´an inerken bulundular. Yorumunu dinlediler. Hz.Peygamberin onu tefsirini bilirler. İbni Teyyime Tefsire dair yazdığı eserde tefsirin ancak eserle yapılmasını ister. Sahabeden bir tefsir yoksa, o zaman tabiînin ayeti tefsirini alır.
İbni Teyyime der ki: «Tefsiri sünnete ve sahabede bulamazsan, imamların çoğu o zaman tabiine müracaat ederler. Şube ve başkaları demiştir ki: Tabiinin kavilleri, füru´ mes´elelerde delil olmazken, Kur´an tefsirinde nasıl delil olabilir Yani kendilerine muhalif olanlara karşı delil olmaz. Bu doğru. Amma ittifak halinde iseler delil olur. Birbiriyle ihtilaf ederlerse o zaman delil sayılmaz. O zaman Kur´an ve sünnetin lisanına müracaat olunur veya umum Arap diline bakılır…»[1]
İbni Teyyime, Zemahşerî ve başkalarının yaptığı gibi, Kur´an´ı reyle tefsiri inkar etmektedir. Eğer sünnet veya sahabeden bir tefsir yoksa, o zaman bu inkar yersizdir. Elbette reyle tefsir yapılacak, bu yapılmazsa Kur´an anlaşılmadan kalır, bu Kur´a. t anlaşılmasın demektir. Bu ise Kur´an´a aykırıdır, Allah Teâlâ: Mübin yani açık, beyan olunmuş diye vasıflıyor. Tefsir edilemeyince kapalı kalır. Bu ise maksada aykırıdır. Mümtaz bir çok ulema Kur´an´ın reyle tefsirini caiz gördüler. Huccetül- İslam imam Gazali ve başkaları bunlardandır. Ancak bunun şartı vardır; O da Kur´an´ı kendi mezhebine uydurmağa çalışmamaktır. Müfessirin zorlayarak sözü kendi mezhebine uygun bir hale getirmeye çalışması olamaz. Nasıl ki Zemahşeri uzaktan, yakından mutezile görüşlerine temas eden bazı ayetlerin tefsirinde bunu yapmıştır.
102- Kur´an´m Zahiriyle Sünnet Reddolunur mu :
Burada zikrettiğimiz bu satırlardan maksadımız, İmam Ahmed´in Kur´an´ı anlamak için Hadis bulamayınca seleften me´sur olan kavillerde durduğunu belirtmektir. Onun görüşüne göre Kur´an´ın zahiri ile sünnet reddolunmaz, onun mana ve delaletini sünnet tayin eder. Öyleyse Kur´an´ın âam olanına muarız diye sünneti reddedemez. Kur´an´ın umumî olan manası sünnetin has olan hükmüne hamlolunur, mutlaki sünnetin mukayyedine, mücmeli mufassalına göre yorumlanır. İbni Kayyım Kur´an´a göre sünneti üçe böler. Birincisi; Sünnet her yönden Kur´an´a muvafıktır. Aynı hükmü taşırlar. İkincisi Kur´an´ın beyanı ve tefsiri yerindedir. Üçüncüsü: Kur´an´ın meskut bıraktığı yeni bir hüküm getirir, bir şeyi haram veya helal kılar. Bu kısımların dışında ve ona muarız olmaz, kur´an´da olmıyan bir hükmü beyan ederse bu Hz. Peygamberin doğrudan bildirdiği bir hükümdür, ona itaat etmek vacibdir. Ona isyan, helal olmaz. Bu sünneti, Kur´an´a takdim demek değildir. Allah´ın emri gereği Rasûlüne itaattir. Ehli ilimden olan bir kişi, Allah´ın kitabına ziyade yapan bir sünneti nasil kabul etmez. Bir kadının halasıyla veya teyzesiyle bir nikah altında toplanmasını yasaklayan Hadisi veya neseb yoluyla nikahı haram olanlar gibi süt kardeşliği ile haram olma Hadisini nasıl kabul etmez.[2]
103- Kur´an´ın Zahiri Sünnetle Tayin Olunur.
Bu nakillerden çıkan netice şudur: İmam Ahmed´e ve ondan sonra Hanbeli ulemasına göre, Kur´an´ın zahiri ancak sünnetle tefsir edilir, iki ihtimalden birini o tayin eder. Eğer bu konuda sünnet yoksa, o zaman zahiri üzere kalır.
Lafzın umumi olması da zahirden sayılır. Malikilerin dediği gibi, umumi lafızların zahirine göre delaletleri de umumidir ve söz zahirine göre tefsir olunur. Ancak sünnetten onun has olduğuna delil varsa, o zaman umum ona hamlolunur. Böylece sünnet, ister Hadis mütevatir, müstefîz veya haber-i vâhid olsun, Kur´an´ın umumi olmasını tahsis eder. Muttakını takyid, mücmelini tafsil ve beyan eder. Çünkü bu da beyandır. Öyleyse sünnetle Kur´an arasında tearuz kalmaz ki, sübutu kuvvetli olan Kur´an, Hadise takdim olunsun. Çünkü tearuz yok, beyanı var.
Bundan dolayı Ahmed´e göre sünnet beyan bakımından Kur´an´a hâkim sayılır, onun ahkamını takrir eder. Şatıbî sünnetin Kur´an´a hakim olmasını şöyle açıklar; Ulemaya göre sünnet, kitaba hakimdir, Kitap hakim değil, çünkü kitabın, iki ve daha ziyade şeye ihtimali vardır. Sünnet gelir, bu ihtimalden birini tayin eder, böylece sünnete müracaat olunur, kitabın muktazası belli olur, yine bazen kitabın zahiri bir emir olur. Sünnet gelir, onu zahirinden çıkarır… Nasil ki, kitabın mutlakınt takyid, umumunu tahsis eyler, onu zahirinden başka bir manaya ham-leder. Kur´an eti kesme hükmü getiriyor. Sünnet bunu, nisab miktarı, muhafaza olunan malı çalana tahsis ediyor. Kur´an bütün zahirdeki mallardan zekat almağı emrediyor, sünnet bunu belli mallara tahsis ediyor. Kur´an: Nikâhı haram olanları saydıktan sonra «Bunlardan başka kadınlar size helaldir» diyor. Sünnet bir kadını halası veya teyzesiyle birlikte nikahlamağı bunlardan çıkarıyor.[3]
104- Kur´an´da Beyana Muhtaç Olan, Olmıyan Hükümler:
İmam Ahmed´in Kur´an hakkında mezhebinin durumu böyle. Bunu sünnetten alıyor. İmam Şafiî´nin mesleği de budur, bunu meşhur Risalesinde yazmıştır. Belki de ilk defa Mekke´de Şafii´yi ders verirken gördüğü zaman onun en hoşuna giden bu olmuş, onu beğenmiştir. Bu dersler nâsih ve mensuh hakkındaydı. Burada onun beğendiği şey, Şafiî´nin sünnete olan eğilimi ve bağlılığıdır. Bu Ahmed´in sünneti, bu dinin beyanı olarak kabul eden ruhunu çok okşadı. Hanbeli mezhebini açıklarken, İmam Şafiî´nin bu yoldaki görüşlerinden yardım-lanırsak, yanlış adım atmış olmayız. Çünkü o da, aynt yoldadır.
İmam Şafiî, Kur´an´daki hükümleri iki kısma böler: Bir kısmı beyana muhtaç değildir, Liân ayeti gibi. Bunda Hân´ın hakikati, adedi, yeri beyan olunmuştur, ancak buna tereddüt eden netice belirtilmemişse de, onu sünnet beyan etmiştir. Oruç ayeti de böyledir, açıktır. Sünnet, vakit ve özürleri bakımından onu tam olarak beyan etti ve oruca mahsus diğer hükümleri anlattı.
İkinci kısım beyana muhtaçtır, kemal veçhile beyanı sünnetle olur. Bunun için getirdiği misalleri üç bölüme ayırabiliriz:
1- Sözün iki ihtimali vardır, sünnet bunlardan birini tayin eder, üç talakla boşanan hakkındaki ayet gibi: «Eğer onu yine boşarsa, başka bir eşle nikah olmadıkça helal olmaz. (Bakara suresi) Buradaki nikah kelimesi iki ihtimaldir. Nikah akd manasına geldiği gibi, cinsi yaklaşmağa da kullanılır. Böylece iki ihtimal ortadır. Başka koca mücerred akd yapsa, birleşme olmasa da, birinci kocaya varmak helal olur, bu bir ihtimal, Diğer ihtimal ise, birleşme olmadıkça, mücerred akdle helal olmaz. Sünnet bu ihtimallerden birini beyan etti. Üç talak ile boşanan ve birinci kocasına dönmek isteyen kadına Hz. Peygamber: «Sen onun balından, o da senin balından tatmadıkça, birinciye helal olmazsın» dedi. Böylece birleşme olmayan nikahla helal olmayacağı beyan edildi.
2- Kur´an Mücmeldir. Hz. Peygamber onu açıklar. Farzların çoğu böyledir. Namaz Kur´an´da mücmeldir. «Namaz müminlere belli vakitlerde farz kılındı» ayeti gibi. Keza farz olan zekat da öyle. «Onların mallarından zekat al» ayetinde olduğu gibi. Hac da böyle.. Hz. Peygamber namazın beş vakit olduğunu, rek´atlerin adedini, mukîm iken,seferde iken nasıl kılınacağını beyan etti. Zekat da böyle. Sünnet hangi nevi´ mallardan ne miktar verilmesi farzdır, farz olmanın şartlarını beyan etti. Yine sünnet hacet, usulünü bildirdi, bu suretle sünnet
Kur´an´ın beyanı oldu.
3- Umumi olanı tahsis eder. Kur´an´daki kelime umumidir. Sünnet onu özel manada açıklara, bu tahsis onun tefsin ve beyanıdır. Mesela: «hırsızlık yapan erkek ve kadının ellerini, yaptıklarının cezası olarak kesin.» bu ayet umumidir. Buna göre az olsun, çok olsun, birşey çalan kimsenin eli kesilir, çalınan şeyin nev´ıne de bakılmaz. Halbuki sünnet bunu açıkladı. Hz. Peygamber meyve de, yemişte el kesmek yok, dedi. Dinarın dörtte biri tutarında mal çalarsa, o zaman kesileceğini bildirdi. Ondan azda kesmek yok. Kur´an umumidir, sünnet onunla murad olunan hususi manayı beyan etti. Çalınan malın muhrez yani muhafaza olun´an, korunan mal olmasını da şart koştu ve çeyrek dinardan az olmıyacağını bildirdi. Kur´an´da umumi olup onunla hususi mana murad olunanlardan bin de miras ayetidir. Ayet şöyle buyurur:
«Allah, çocuklarınız hakkında, erkeğe, iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder. Eğer kadınlar ikiden çoksa, bırakılan malın üçte ikisi onlarındır. Şayet birse yansı onundur. Ana babadan her birine, ölenin çocuğu varsa yaptığı vasiyetten veya borcundan artakalanın altıda biri, çocuğu yoksa, anası, babası, ona mirasçı olur, anasına üçte bir düşer. Kardeşleri varsa altıda biri ananındır…» (Nisa: 11)
Bundan sonraki ayette şöyle buyurur: «Karılarınızın çocukları yoksa, bıraktıkları malların yansı sizindir. Çocukları varsa, bıraktıklarının – yaptıkları vasiyetten veya borçtan artakalanın- dörtte biri, sizindir. Sizin çocuklarınız yoksa, yaptığınız vasiyet veya borç çıktıktan sonra-bıraktığınız malların dörtte biri karılarınızındır. Çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onların olur. Eğer bir erkek veya kadına Ketale yollu (babası ve çocuğu olmadığı halde) mirasçı oluyor ve bunlarda ana bir, erkek veya kız kardeşi bulunuyorsa, her birine edilen vasiyetten ve borçtan artanın altıda biri düşer. İkiden çoksalar üçte birine zarara uğramaksızın ortak olurlar. Bunlar Allah tarafından tavsiye edilmiştir. Allah bilendir ve halimdir, (Nisa: 12) Bu ayetin zahirine göre, vasiyyetin miktarı ne kadar olursa olsun, mirastan öne alınır. Sünnet geldi, vasiyyetin, miras kalan malın üçte birinden fazla olamıyacağını beyan etti. Böylece ayette umumi olan lafz tahsis olundu. Vasiyyet üçte birden muteber tutuldu.
105- Hadis Fukahası ile Rey Fukahasının Tutumları:
Bu bölümde İmam Ahmed´in, sünneti, Kur´an´ın zahirini tefsir edici, manasını açıklayıcı tanıdığını bildirdik, hatta ona göre, haberi, vahid olan Hadisler bile, Kur´an´ın umumini tahsis eder. Gerçekte rey taraftarı fukaha ile eser yanlısı fukaha arasında asıl ayırım noktası burasıdır. Zira rey taraftarı olan fukaha, ister umumi bir sığayla olsun, Kur´an´ın temas ettiği yerlerde haber-i vahidi onları tahsis eder mertebede tanımazlar. Eser yanlısı fukaha ise, mutlak surette haber-i vahidle Kur´an´ın umumi lafızlarını tahsis ederler. İmam Şafii onların yolunu risale´sinde açıklamıştır. İmam Ahmed de Nasıh ve Mensuh kitabında açıkladığı gibi İbni Teyyime ve İbni Kayyım da yazdıkları kitaplarda bu konuya değinmişlerdir, İbni Teyyime Minhacüs-Sünnet de, İbni Kayyım I´lâmül-Muvakkin´de yaptığı gibi. Biz de üç İmam (Ebû Hanife, Malik, Şafiî) hakkında yazdığımız kitaplar da, onların usulleri bakımından bu konuyu işledik.
Eser ve Hadis fukahasının görüşlerini beyan etmiş bulunuyoruz. Burada rey fukahasının dayandığı ve ashaba nisbet ettikleri me´sur kavillere ve mesleklerine işaret etmek istiyoruz: (Allah cümlesinden razı olsun) Kur´an´ın umumu karşısında haber-i vahidleri reddetmelerine sebep olarak şunu gösteriyorlar. Hz. Ebû Bekir ashabı topladı ve onlara Kur´an´a muhalif olan her hadis-i reddetmelerini emretti. Hz. Ömer bâin talakla boşanmış kadına nafaka hususundaki Fatıme bint Kays Hadisini rivayet etti ve: «Doğru mu, yalan mı söylediğini bilmediğimiz bir kadının sözü ile Allah´ın kitabını terkedemeyiz dedi.»[4] Hz. Aişe validemiz ehlinin ağlaması yüzünden, ölünün azaba uğrayacağı Hadisini reddetti ve: «Bir kimse başkasının günahını taşımaz.» ayetini okudu.
Bunlardan görülüyor ki Kur´an´a muhalif olan Haber-i vahidleri kabul etmeyen rey fukahası da, bu mesleklerinde, Ebû Bekir, Ömer, Aişe ve diğer Ashab-ı Kiram´a itimad ediyorlar (Allah cümlesinden razı olsun) ve usullerinde onları örnek tutuyorlar, onların yolundan ayrılmıyorlar, onlar yeni bir şey çıkarmış değil, onlar da ashaba uyuyorlar.
106- Kur´an´ın Zahiriyle Sünnet Hakkında İmam Malik´in Görüşü:
Biz burada Kur´an´a ve onun zahirine itimad eden Irak fukaha-sının görüşlerini kısaca beyan ettik. Onlar Kur´an´a muhalif olan haber-i vahid kabul etmiyorlar, Kur´an´in umumine bakıyorlar. Bir de sünnette imam sayılan büyük İmam Malik´in bu konudaki görüşünü belirtelim: «O da Kur´an´a muhalif olan Haber-i vâhidier hususunda rey fıkhı sahibi olan Irak fukahasına, tam değilse de,yakın bir görüştedir, ancak İmam Malik,Kur´an´ın umumu anlayışında farklıdır. Ona göre Kur´an´ın umumunun delaleti zan ifade eder, bu görüş ile Şafiî ve Ahmed´le birleşmektedir. Ancak hemen onlardan ayrılır ve haber-i vâhidier Kur´an´ın umumuna her halde tahsis eder ve ona muarız olur, der. Hicret yurdu imamı Malik, kur´an´ın zahir ve âminin delâletini alır ve haber-i vahidi reddeder. Hz. Peygamberin şu Hadisi var: «Pençeli kuşları yemekten nehyetti». Maliki mezhebinin meşhur kavline göre bütün kuşlar helaldir, isterse pençesi olsun. Bunda şu ayetin umumunu alır: «De ki, bana vahiy olunanda: Ölü hayvan eti leş, akıtılmış kan ve domuz eti dışında, başka şeylerin yenmesini haram kılan birşey bulamıyorum..» Hadis buna muarız olduğundan onu zayıf saydı, ancak pençeli, yırtıcı kuşların yenmesi Hadisindeki nehyi haram değil, kerahat manasına aldı ve Malikiler, İmam Maiik´e nisbet ederek böyle diyorlar. Fakat Muvatta´ bu hadisin zahirine göre.at eti haram der.«Binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkepleri yarattı.» (Nahl:8) Çünkü ayette yemekten söz yok. Kur´an´ın zahiri haram olmasıdır. Bazı Hadislerin sarahatına göre ise, helaldir. Bir kadını halası ve teyzesiyle birlikte almayı da haram saydı, çünkü Hadis «bunlardan başka kadınlar size helaldir» ayetinin umumunu tahsis etmektedir.
Bunlardan görüyoruz ki, bazı hallerde Hadis Kur´an´ın zahirine muhalif olunca, Maiik´e göre onu tahsis eder, bazen de Kur´an´ın zahiriyle haber-i vahidi reddeder, bunların ışığı altında maliki uleması, İmam Malik´in Kur´an´ın zahirini sünnete takdim ettiği görüşüne vardılar Bu görüşünde O, Ebû Hanife ile birleşiyor. Ancak kıyas veya ehli Medine´nin ameli gibi başka bir şey, sünneti te´kid ederse, bu halde sünnet Kur´an´ın umumunu tahsis eder, mutlaktnı takyid eder. Ehli Medine´nin ameli sünneti te´kid ederse,”yırtıcı hayvanların yenmesinin haram olması Hadisi gibi, o zaman Kur´an´ın umumuna muhalif olsa da sünneti alır. Onun için yırtıcı hayvanları yeme yasağı Hadisinden sonra M uvattada: Bizce de iş böyle der.Demek Medine halkı ameli böyleymiş. Bir kadını halası ve teyzesiyle birlikte almanın haram olması da böyle. Çünkü icma´ ve Medine halkı ameli de böyle. Bunlar sünneti te´kid ediyor, «Bunlardan başka kadınlar size helaldir» ayetini de tahsis ediyor. Sünnet Medine ameli veya kıyasla takviye olunmazsa, nass zahiri üzere kalır, ona muarız olan Haber-i vahid reddolunur. Fakat Hadis mütevatir olursa, Kur´an´ı nesh derecesinde bile olur, âamı tahsis, mutlakı takyid etmesi evladır. Zahirin ihtimallerini tercih eder, Bu da her iki nass´ı imal için yapılır, sözün i´mali, ihmalinden evladır.
Görüyoruz ki, Malik, bir köpek kabı yalarsa, mes´elesinde Kur´an´ın zahirini alıyor, haber-i vahidi terkediyor. «Birinizin kabını köpek yalarsa, onu yedi defa yusun, biri toprakla olmak şartıyle» Hadisi, «Öğretilmiş av köpeklerinin avladıkları helaldir» ayetinin zahirine muhaliftir. Etin yenmesi mubah kılması, köpeğin temiz olduğunu gösterir.»[5] Necis olduğuna delâlet eden haber-i vâhid reddolunur. İşte İmam Malik´in sünnet karşısında Kur´an´ın umumları hakkındaki görüşü böyledir. Bu Irak fukahasına yakındır, arada az bir fark vardır.
107- Haber-î Vâhid Hakkında Görüşler:
Kur´an´ın umumları karşısında Haber-i Vâhidier hakkında ulema-nın görüşleri böyledir. Hanefiler Kur´an´ın umumuna muhalif haber-i vahidleri reddeder, İmam Malik, az farkla onlara katılır, ancak Ehli Medine´nin ameli veya kıyas Hadisi takviye ederse, o zaman reddetmez. Şafii, bu ikisine de muhaliftir. Her Haber-i vâhid ona göre, Kur´an´ın umumini tefsir ve tahsis eder, Kur´an´ın beyanı demek olur.
(Allah cümlesinden razı olsun)
İmam Ahmed´e gelince, o İmam Şafii´nin usulüne uygun hareket eder. İbni Kayyım, Ahmed´in ve Şafii´nin görüşlerini destekleyerek şöyle der: «Eğer bir kimsenin kitabın zahirinden anlayışına göre Hz. Peygamber Aleyhisselamın sünnetleri reddolunacak olursa, o zaman sünnetlerin çoğu reddolunur ve sünnet batıl olur. Hiç bir mezhebe, ona muhalif olan sünnetle itiraz olunamaz. Hemen bir ayetin umumuna ve ıtlâktna sanlır.bu sünnet,bu ayetin umummuna ve ıtlâktna aykırı der. İşte Rafaziler ortada, «Biz Peygamberler, miras bırakmayız…» Hadisini «Allah erkek, kız çocuklarınız hakkında ikili birli olarak tavsiye eder…» ayetinin umumu ile, reddettiler. Hiç bir kimse bulunmaz ki, Kur´an´dan anladığımla sünneti reddetsin de, sonra kat kat emsalini almış olmasın…»
İmam Ahmed´in her sünneti kabul edip onu Kur´an´ın beyanı ve tefsiri saymaşinı savunma hususunda İbni Kayyım´ın sözleri böyle. Kur´an´ın zahirine muhalif de bulunsa, Kur´an´ı başta muteber tutmakla beraber, onu tefsir edici kabul ediyor ve sünneti asla reddetmiyor. Şimdi de sünnet bahsine geçelim:
——————————————————————————–
[1] Tefsir Usulü Mukaddimesi adlı eser.
[2] Ibni Kayyım, I´lâmül-Muvakkıîn, c.ll, s.232.
[3] Şâtıbî, Muvafakat, c.lV, s.9.
[4] Hz. Ömer´in işaret ettiği ve bu Hadis´e muhalif olan ayet Talak sûresincledir. Ayet, iddet içinde kadına nafaka veriyor, Fatma vermedi, diyor. İmam Ahmed Falıma Hadisini alır.
[5] Köpeğin temizliği edebiyatımızda kelime oyunlarına yol açmıştır. Tahir adlı bin Nef i´ye kelp demış Tahır efendi, bize kelb demiş. Mâliki mezhebim benim zira.
İltifatı bu sözde zatındır. İtıkadımca; kelb Tahırdır. (Mütercim) –