Zâtürrika’ Gazvesi
Gazvenin Adı, Mevkii, Tarihi ve Sebebi
Müşriklerden İğtinam Edilen Mallar
Abbâd b. Bişr’in Gece Nöbeti Sırasında Namaz Kılarken Atılan Oklarla Yaralanışı
Cuayl b. Süraka’nın Medine’ye Müjdeci Olarak Gönderilişi
Ana Kuşun Yavrusu İçin Kendisini Tehlikeye Atmasına Ashabın Hayret Edişi
Cabir b. Abdullah’ın Yorulup Hızlandırılan Devesinin Satın Alınıp Kendisine Bağışlanışı
Harre Vak’ası
Bedru’l-mev’id Gazvesi
Gazvenin is İsimleri ve Sebebi
Nuaym’ın Yaptığı Propagandalarla Müslümanları Tereddüde ve Korkuya Düşürüşü
Münafıkların Müslümanları Seferden Alıkoymaya Çalışmaları
Mücahidlerin Ticaret Mallarını da Yanlarına Alarak Bedir’e Hareket Etmeleri
Ebu Süfyan’ın Ordusu ile Birlikte Yola Çıkışı ve Yolda Korkuya Düşüp Mekke’ye Dönüşü
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidlerle Birlikte Medine’ye Dönüşü
Zina Eden İki Yahudinin Cezalandırılmaları İçin Peygamberimiz Aleyhisselama Başvurulması
İslâm Ceza Hukukuna Göre Zina Cezası ile İlgili Bazı Hükümler
Ay ve Güneş Tutulması, Yerin Sarsılması
Güneş ve Ay Tutulma Namazı
Yer Sarsılması Namazı
Abs Oğullarından Bir Topluluğun Müslüman Oluşu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Abs Oğullarına Halid b. Sinan’ı Soruşu ve Onlara Onun Başına
Gelenleri Haber Verişi
Selman-ı Fârisî’nin Kölelikten Kurtarılışı
Yumurta Kadar Bir Altın Külçesinin Yarısının Bütün Altın Borcunu Ödemeye Yetmesi
Medine’de At ve Deve Yarışları Yaptırılışı
Yarış Ödülü Hakkındaki İslâmî Hükümler
Dûmetü’l-Cendel Gazvesi
Gazvenin Adı, Mevkii, Sebebi, Tarihi
Sa’d b. Ubâde’nin Annesi Amre Hatunun Vefatı ve Onun Adına Hayırlar Vakfı Yaptırılışı
Benî Mustalık (Müreysi’) Gazvesi
Gazvenin Ad fan, Mevkii, Sebebi ve Tanhi
Benî Mustalıkların Casusunun Yakalanıp Boynunun Vuruluşu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Müreysi’ Kuyusu Başına Karargâhını Kuruşu, Mücahidleri Savaş
Düzenine Koyuşu
Benî Mustalıkların Müslümanlarla Çarpışmayı Tercih Etmeleri
Ganimetlerin Bölüştürülmesi
Kölelikten Azadlanan Mes’ud b. Hüneyde’nin Sefere Katılıp Aldığı Ganimet Develerinin Hayatı
Boyunca Onun Maişetine Yetmesi
YENİ GAZVELER
Zâtürrika’ Gazvesi
Gazvenin Adı, Mevkii, Tarihi ve Sebebi
Zâtürrika’ Nahl yakınında, Sa’d ile Şukra arasında, üzerinde yama gibi kırmızı, siyah ve beyaz yerler bulunan bir dağın adı olduğu için; [1]
Yahut arazi yamalı gibi siyahlı beyazlı bulunduğu için;[2]
Yahut mücahidler orada bayraklarına yamalar koyduklan için;
Ya da orada Zâtürrika’ diye anılan bir ağaç bulunduğu için;[3]
Yahut mücahidlerin sıcakta yürümekten ayakları yarılıp ayaklarına bez parçaları sarmış olmalarından dolayı;
Bu gazveye Zâtürrika1 gazvesi denildiği bildirilmektedir.[4]
Süheylî’ye göre, sonuncu rivayet, en sağlam rivayettir.[5]
Nahl, Necd bölgesinde Salebe oğullarının menzillerinden olup, Medine’ye iki günlüktür.
Zâtürrika1 da, Nahl’de, Kays, Fezare, Eşca1, Enmar kabilelerinin vadisi olan Şadh vadisindedir.
Sa’d ile Şukra arası 3 günlüktür.[6]
Zâtürrika1 gazvesine Hicretin 4. yılında Cumâdelûlâ’nın bir kısmı Medine’de geçirildikten sonra,[7] Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine’ye hicretinin 47. ayının başlarında, 10 Muharrem Cumartesi gecesi[8] veya Hicretin 5. yılında,[9] Muharrem’in 10’undan sonra çıkıldı.[10]
Ticaret maksadı ile Necd bölgesinden Medine’ye gelen bir adamın, Enmar ve Sa’lebe oğulları kabilelerinin[11] ve Gatafan kabilelerinden Muharib ve Sa’lebe oğullarının[12] Müslümanlarla çarpışmak üzere yığınak yaptıklarını gördüğünü haber vermesi üzerine,[13] Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine’de yerine Ebu Zerri’l-Gıfârî’yi veya Hz. Osman’ı vekil bırakarak,[14] 400 veya 700 mücahidle birlikte[15] Necd’de Gatafanlardan Muharib ve Sa’lebe oğullarıyla karşılaşmak ve çarpışmak üzere Medine’den yola çıktı.
Zâtürrika’da, Gatafanlardan büyük bir toplulukla karşılaşıldı. İki taraf birbirine yaklaştılarsa da, aralarında bir çarpışma olmadı.[16] Müşrikler, İslâm mücahidlerini görünce, çarpışmaktan yüz çevirdiler. [17] Dağ başlarına kaçtılar. [18] Peygamberimiz Aleyhisselamı öldürmek için fırsat kollamaya başladılar.[19]
Zâtürrika’da namaz vakti girince, İslâm mücahidleri namazlarını kılarken düşmanın saldırılarına uğramaktan korktular.[20]
Korku halinde kılınacak namaz hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
“Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, kâfirlerin size fenalık (ansızın baskın) yapacağından endişe ederseniz, namazdan kısaltmanızda size bir vebal yoktur.
Şüphesiz ki, kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.
Böyle, korku halinde, sen de içlerinde bulunup namaz kıldıracağın vakit, onlardan yalnız birtakımı seninle birlikte namaza dursunlar.
Silahlarını da, üzerlerinde bulundursunlar.
Onlar bu suretle secde ettiler mi (bir rekat kıldılar mı?), hemen sizin arka tarafınıza geçsinler (namaza durur gibi, düşman karşısında dikilip dursunlar, bir iş işlemesinler, sizi gözetsinler).
Bundan sonra, henüz namazlarını kılmamış olan öbür takım gelip seninle birlikte namazlarını kılsınlar.
Bunlar da, hem uyanık davransınlar, hem de silahlarını elden bırakmasınlar (namazlarını silahlı olarak kılsınlar).
Çünkü, kâfirler, silahlarınız ile eşyalarınızdan gafil olmanızı, böylece size baskın yapmayı arzu ederler.
Eğer size yağmur yüzünden eza verir yahut hasta bulunursanız, namazda iken silahlarınızı üzerinizde taşımamanızda ise, size bir vebal yoktur.
Fakat, bu takdirde de, yine tedbirli olunuz (düşmanınızın ansızın baskın yapmamaları için uyanık bulununuz).
Şüphe yok ki, Allah kâfirleri hor ve hakir edici bir azap hazırlamışt]r.”[21]
Abdullah b. Ömer der ki:
“Resûlullah Aleyhisselamla birlikte Necd’e doğru gazaya çıkmıştım.
Düşmanın hizasına geldik. Onlara karşı saf bağladık.
Namaz vakti gelince, Resûlullah Aleyhisselam, bize namaz kıldırmak üzere namaza durdu.
Mücahidlerden birtakımı da, Resûlullah Aleyhisselamla birlikte namaza durdular.
Öbür takımı ise, yönlerini düşmana doğru çevirdiler.
Resûlullah Aleyhisselam, yanında bulunanlarla birlikte rükua vardı ve iki kere secde yaptı.
Sonra, onlar, henüz kılmamış olan takımın yerine çekildiler.
Bu sefer, ötekiler de gelip Resûlullah Aleyhisselamın arkasına durdular.
Resûlullah Aleyhisselam, onlarla da bir rüku ve iki secde yaptı. Sonra, selam verdi.
Bundan sonra, o iki takımın her biri nöbetleşe namaza durup kendi kendilerine birer rüku ve iki secde daha yaptılar.[22]
Abdullah b. Ömer:
“Korku ve düşmanın bundan da ziyade olduğu zamanlarda, namazını ister binitli, ister yaya, ayak üzeri (rükusuz ve secdesiz) olarak imâ ile kıl!” demiştir.[23]
Benî Muharib ve Gatafanlardan Gavres isimli kişinin, Peygamberimiz Aleyhisselamı bu gazvede öldürmeye teşebbüs ettiği bildirildiği gibi, [24] aynı teşebbüsün daha önce Gatafan gazvesinde ve Du’sur diye anılan kişi tarafından yapıldığı ve sonradan kendisinin Müslüman olduğu da bildirilir. Hâdisenin nasıl cerayan ettiği hakkındaki bilgi için, oraya bakınız.[25]
Müşriklerden İğtinam Edilen Mallar
Zâtürrika’da, müşriklerin davar, sığır ve deve gibi yaylım hayranlarından ele geçirilebilenler, harp ganimeti olarak sürdürüldü.[26]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine’ye dönmek üzere, Zâtürrika’dan ayrıldı.[27]
Abbâd b. Bişr’in Gece Nöbeti Sırasında Namaz Kılarken Atılan Oklarla Yaralanışı
Cabir b. Abdullah’ın bildirdiğine göre; Zâtürrika’da, müşriklerden birisinin karısı öldürülmüştü.
Peygamberimiz Aleyhisselamın İslâm mücahidleri ile Zâtürrika’dan ayrıldığı sırada, kadının başka bir yerde bulunan kocası karısının durumunu öğrenince, Peygamberimiz Aleyhisselamın ashabından kime yetişirse onun kanını dökmeye yemin etmiş ve mücahidlerin peşlerine düşmüştü.[28]
Peygamberimiz Aleyhisselamla ashabı, konak yerlerinden bir vadinin boğazında konakladıkları sırada, Peygamber Aleyhisselam:
“Gecemizde, bizi kim bekleyecek?” diye sordu.
Muhacirlerden Ammar b. Yâsir ve Ensardan da Abbâd b. Bişr, hemen:
“Biz bekleriz yâ Rasûlallah!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“İkiniz, vadinin ağzında bulununuz ve göz kulak olunuz!” buyurdu.
Ammar b. Yâsir ile Abbâd b. Bişr, boğazın ağzına doğru gittiler.
Abbâd b. Bişr, Ammar b. Yâsir’e:
“Sen gecenin hangi kısmında; önünde mi, yoksa sonunda mı beklemek istersin?” diye sordu.
Ammar b. Yâsir:
“Ben gecenin önünde beklemek isterim!” dedi ve yanının üzerine uzanınca uyuyuverdi.
Abbâd b. Bişr ise, kalkıp namaza durdu.
O sırada, kadının kocası çıkageldi.
Uzaktan bakınca, onun Müslümanların ileri karakolu, gözcüsü olduğunu anladı. Hemen, ona bir ok atıp sapladı!
Abbâd b. Bişr, saplanan oku çekip yere bıraktı ve namaz kılmaya devam etti.
Kadının kocası, ona ikinci bir ok daha atıp sapladı.
Sonra, ona üçüncü bir ok daha attı ve sapladı.
Abbâd b. Bişr, saplanan oku yine çekip yere bırakarak rükûa ve secdeye vardı. Selam verdikten sonra, Ammar b. Yasini uyandırdı ve:
“Kalk, otur! Ben kimıldayamayacak halde yaralandım!” dedi.
Ammar b. Yâsir, hemen kalkıp oturdu.
Oku atan adam, onları görünce, kendisini farkettiklerini anladı, hemen dönüp kaçtı.
Ammar b. Yâsir, Abbâd b. Bişr’den kanlar aktığını görünce:
“Sübhânallah! Adam sana oku ilk attığında beni uyandırsaydın a?!” dedi.
Abbâd b. Bişr
“Ben sûreyi okumaya başlamıştım, onu bitirmedikçe kesmek istemedim!
Oklar üzerime ardarda gelmeye başlayınca, uyandırıp sana haber vermek için, okumayı kestim, rükûa vardım.
Vallahi, Resûlullah Aleyhisselamın korumayı emrettiği boğaz ağzı nöbetini zayi etmekliğim korkusu olmasaydı, sûreyi okumaya devam ederdim. Sûreyi bitirmeden de, adam benim işimi bitirirdi!” dedi.[29]
Cuayl b. Süraka’nın Medine’ye Müjdeci Olarak Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Pazar günü İslâm mücahidleri ile bitlikte Sirer’e geldi.
Siner, Medine’ye üç mil uzaklıkta, Irakyolu üzerinde biryerolup, orada Cahiliye devrinden kalma bir su kuyusu bulunmaktadır.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sirer’den, kendisinin ve Müslümanların selamet haberini ulaştırmak için, Cuayl b. Sürakayı Medine’ye müjdeci olarak gönderdi.
Zâtürrika1 seferi, onbeş gece sürdü.[30]
Ana Kuşun Yavrusu İçin Kendisini Tehlikeye Atmasına Ashabın Hayret Edişi
Cabir b. Abdullah der ki:
“Resûlullah Aleyhisselamla birlikte bulunduğumuz sırada, ashabından bir zât, bir kuş yavrusu bulup getirmişti.
Resûlullah Aleyhisselam ona bakarken, yavrunun anası ile babası veya onlardan birisi, gelip yavrusunu tutan elin içine kendisini atıverdi. Müslümanlar, bunu görünce, hayrette kaldılar.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam:
‘Siz, yavrusunu tuttuğunuz şu kuşun yavrusu için kendisini avucunuza atmasına mı hayret ediyorsunuz?!
Vallahi, Rabbinizin size olan rahmeti, şu kuşun yavrusuna olan şefkatinden daha fazladır!1 buyurdu.[31]
Cabir b. Abdullah’ın Yorulup Hızlandırılan Devesinin Satın Alınıp Kendisine Bağışlanışı
Cabir b. Abdullah derki:
“Zayıf erkek devemin üzerine olduğum halde, Resûlullah Aleyhisselamla birlikte Zâtürrika1 gazvesine çıkmıştım.
Seferden dönüşte, yanımızdaki arkadaşlarımız ilerlerken, ben geride kalmaya başladım.
Resûlullah Aleyhisselam bana gelip kavuştu ve bana:
‘Ey Cabir! Sana ne oldu da geride kaldın?1 diye sordu.
‘Yâ Rasûlallah! İşte, benim şu erkek devem yorulup beni geciktirdi!’ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Çoktur onul’ buyurdu; çöktürdüm. Deveyi çöktürdükten sonra, Resûlullah Aleyhisselam:
‘Şu elindeki değneği bana ver! Yahut, benim için, ağaçtan bir değnek kes!’ buyurdu.
Ben de, bana buyurulanı yaptım.
Resûlullah Aleyhisselam, değneği aldı ve deveme onunla birkaç kere vurdu.
Sonra da, bana:
‘Bin!1 buyurdu.
Devenin üzerine bindim, yola devam ettik.
Kendisini hak (din ve Kitab)la gönderen Allah’a yemin ederim ki; devem, sür’atte, onun bindiği dişi devesi ile yanşırcasına gidiyordu.
Giderken, Resûlullah Aleyhisselamla sohbet ediyorduk.
Resûlullah Aleyhisselam, bana:
‘Ey Cabir! Sen bu bindiğin deveyi bana satar mısın?’ diye sordu.
‘Yâ Rasûlallah! Bilakis, ben onu sana hediye ederim’ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Onu bir dirheme satın aldım!’ buyurdu.
‘Hayıryâ Rasûlallah! Böyle olursa, beni aldatmış olursun!’ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Öyleyse, iki dirhem olsun!1 buyurdu.
‘Hayır!’ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam, benim için onun bedelini yükseltmeye, bir ukiyyeye kadar devam etti.
Ben:
‘Ya Rasûlallah! Razı oldun mu, kabul ettin mi?’ diye sordum.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Evet!’ buyurdu.
Ben:
‘O halde, o senindir1 dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Aldım!’ buyurduktan sonra, bana:
‘Ey Cabir! Evlendin mi?1 diye sordu.
‘Evetyâ Rasûlallah’ dedim.
‘Dul mu aldın, yoksa kız mı?’ diye sordu.
‘Dul aldım yâ Rasûlallah! Babam Uhud günü şehit olup arkasında yedi kız çocuğu bıraktı.[32] Doğrusu, ben bunların arasına kendileri gibi küçük bir kız daha getirmeyi uygun görmedim de, yaşlı başlı dul[33] bir kadınla evlenmeyi, onun da onların saçlarını başlarını taramasını, onlar üzerinde birmüreb-biye olmasını daha hayırlı buldum’ dedim.[34]
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Allah zevceni hakkında hayırlı ve mübarek kılsın![35] (Böyle yapmakla) inşaallah çok isabet etmişsindir1 buyurdu.
Sabahladığım zaman, erkek devenin başından tutup götürdüm, Resûlullah Aleyhisselamın kapısının önünde çöktürdüm.
Sonra, Mescidde, Resûlullah Aleyhisselamın yakınında oturdum.
Resûlullah Aleyhisselam, Mescidden çıktı, erkek deveyi gördü.
‘Nedir bu?’ diye sordu.
‘Cabir’in getirdiği devedir!’ dediler.
‘Cabir nerede?’ diye sordu.
Ben kendisinin yanına çağrıldım.
Bana:
‘Ey kardeşimin oğlu! Devenin başından tut. O senindir!’ buyurduktan sonra, Bilal’i çağırdı ve ona:
‘Cabirl götür. Ona bir ukiyye ver!’ buyurdu.
Ben de Bilal ile birlikte gittim. Bilal, bana bir ukiyye verdi ve biraz da fazla verdi.
Vallahi, o bir ukiyye, yanımda artmaya devam etti.
Evimizde onun tesiri, bereketi, başımıza Harre günü musibeti gelinceye kadar görüldü durdu.”[36]
Harre Vak’ası
Aralarında, Medine eşrafından Abdullah b. Hanzale, Abdullah b. Ebu Amrve Münzir b. Zübeyr’in de bulunduğu bir heyet, Şam’a gidip Yezid b. Muaviye ile görüşmüşlerdi.
Heyet, Medine’ye döndükleri zaman, Yezid’in dinsiz olduğunu, içki içtiğini, çalgı çaldırdığını, yanında şarkıcı kadınlar bulundurduğunu… söyleyerek, kendisini halifelikten hal’ettiklerini açıklamışlar; bunun üzerine, Medineliler ayaklanarak henüz çocuk denilecek yaşta bulunan Medine valisi Osman b. Muhammed b. Ebu Süfyan’ı Medine’den sürüp çıkardıkları gibi, Medine’deki Emevîleri de Mervan b. Hakem’in evinde muhasara etmişlerdi.
Emevîlerin acele imdad istemeleri üzerine, Yezid, Müslim b. Ukbeyi oniki bin kişilik bir ordu ile Medine ve Mekke halkını tepelemeye memur etmişti.
Müslim, Medine’de Kureyş’ten ve Ensardan birçok kişiyi asıp kesmiş, istendiği gibi yağmacılık ettikten sonra Mekke üzerine yürümüş, Müşellel’e gelince ölmüştü.
Ölürken, Husayn b. Numeyr’i yerine bırakmıştı. O da mancınıklar kurdurarak Mekke’yi taşa tutmuş, Mescid-i Haram’ın duvarları yıkılmış, Kabe’nin örtüsü ve ahşap kısmı yanmış, o sırada Yezid de ölmüştü.
Husayn b. Numeyr, Yezid’in öldüğünü haber alınca, muhasarayı kaldırarak Şam’a dönmüştü.[37]
Bedru’l-mev’id Gazvesi
Gazvenin is İsimleri ve Sebebi
Bedru’l-mev’id gazvesine Bedru’l-âhire,[38] Bedru’s-safra,[39] Bedru’s-suğra[40] ve Bedru’s-sâniye denilir.[41] Sadru’s-sâlise denildiği de vardır.[42]
Ebu Süfyan ile yanındakiler, Uhud’dan ayrılacakları sırada:
“Gelecek yıl buluşma, çarpışma yerimiz Bedir’dir!” diyerek seslenmişler, Peygamberimiz Aleyhisselam da Hz. Ömer’e:
“‘Olur![43] İnşaallah[44] gelecek yıl Bedir bizimle sizin buluşma ve çarpışma yerimiz olsun!1 de” buyurmustu .[45]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zâtürrika1 gazvesinden dönünce, Ebu Süfyan’a vermiş olduğu sözü yerine getirmek üzere, Hicretin dördüncü yılında İslâm mücahidlerini Bedir’e çıkarmaya hazırlandı ve çıkardı.[46]
Kureyş müşriklerinin lideri Ebu Süfyan da, verdiği söze uyarak Bedir’e gitmek üzere hazırlandı.
Fakat, Mekke’den hareket edeceği gün yaklaşınca, kararını değiştirdi. Gitmekten vazgeçmek iste-di.[47]
O sırada, henüz Müslümanlığı kabul etmemiş bulunan Nuaym b. Mes’ud el-Eşcâî, umre yapmak üzere Medine’den Mekke’ye gitmiş bulunuyordu.
Kureyş müşrikleri ona:
“Ey Nuaym! Ne taraftan geliyorsun?” diye sordular.
Nuaym:
“Yesrib’den (Medine’den)!” dedi.
Müşrikler:
“Muhammed’in hareketleri hakkında bir görgün, bilgin var mı?” diye sordular.
Nuaym:
“Onu sizinle çarpışmak için hazırlıklara girişmiş olarak geride bıraktım!” dedi.[48]
Ebu Süfyan:
“Ben Muhammed’in ashabına ‘Bedir’de buluşalım, vuruşalım’ diye söz vermiştim. Bu vakit gelmiş, çatmış bulunuyor.
Halbuki, bu yıl, kuraklık, kıtlık biryıldır. Bizim için sert, kurakyıl değil, belki yumuşak, otlu, sulu, bolluk yıl daha iyi ve elverişlidir. Çünkü, böyle olan yılda, develere yayılacakları ot, bize de içeceğimiz su bulunur.
Ben bu yıl Muhammed’le karşılaşmak istemiyorum. Fakat, karşılaşmadığım takdirde, o bize karşı cesaretlenecektir.[49]
Sen hemen Medine’ye yetiş! Şimdi benim yanımda kendilerinin dayanamayacakları kadar kuvvet toplamış olduğumu bildirerek, Muhammed’in ashabını Bedir’de bizimle çarpışmaktan vazgeçin Caymanın onlardan gelmesi, bizim tarafımızdan gelmesinden, bence daha iyidir.[50]
Bu işi başarmana karşılık, sana yetişkin yirmi deve verelim. Süheyl b. Amr da, bunu sana ödemeye kefil olsun!” dedi.[51]
O sırada, Süheyl b. Amr, yanlarına çıkageldi.
Nuaym:
“Ey Ebu Yezid! Muhammed’e gidip onu vazgeçirmeme karşılık bu develerin bana verilmesine sen kefil olur musun?” diye sordu.
Süheyl b. Amr “Evet!” dedi.[52]
Nuaym’ın Yaptığı Propagandalarla Müslümanları Tereddüde ve Korkuya Düşürüşü
Nuaym, devesine atlayıp, son süratle Medine’ye geldi.[53] Müslümanları savaş hazırlığı içinde buldu.[54] Onlara:
“Siz nereye gitmek, ne yapmak istiyorsunuz?” diye sordu.
Müslümanlar
“Bedru’s-safra’da bu mevsimde buluşmak, çarpışmak için Ebu Süfyan’a söz verdik!” dediler.
Nuaym:
“Ne kötü görüş, ne kötü karar!
Bana bakın! Siz evlerinize gidip oturun! Eğer Bedir”e gitmeye kalkarsanız, sizden, dağılıp kaçabilenlerden başkası kurtulmaz!” dedi.[55]
Ebu Süfyan’ın yanında bol sayıda kuvvet topladığını haber verdi.[56] Müslümanların arasında dolaştı durdu. En sonunda, onların kalblerine korku düşürmeye muvaffak oldu.[57]
“Sizin Kureyş’le tekrar çarpışmaya kalkışmanız hakkındaki bu tutum ve davranışınız yerinde değildir. Muhammed’in kendisi bile yaralanmadı mı? Birçok ashabı öldürülmedi mi?” dedi. Müslümanları, Kureyş müşrikleri ile çarpışmaktan vazgeçirecek dereceye getirdi .[58]
Münafıkların Müslümanları Seferden Alıkoymaya Çalışmaları
Müslümanlar arasında bulunan münafıklar da, Müslümanları oyalamaya, seferden alıkoymaya çalışmaktan geri durmadılar.[59]
Peygamberimiz Aleyhisselam durumu öğrenince:
“Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki; yanımda hiç kimse gitmese de ben tek başıma Bedir’e gideceğim!” buyurdu.
Yüce Allah Müslümanlara yardım etti, onlardan korkuyu kaldırdı.[60] Kalb gözlerini açtı, onları Nuaym’ın tuzağından kurtardı.[61]
Mücahidlerin Ticaret Mallarını da Yanlarına Alarak Bedir’e Hareket Etmeleri
Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine’de yerine Abdullah b. Übeyy b. Selûl’ün oğlu Abdullah’ı[62] veya Abdullah b. Revâha’yı vekil bırakarak,[63] onu atlı olmak üzere[64] binbeşyüz kişilik bir kuvvetle Medine’den Bedir’e doğru hareket etti.[65]
Atlı olanlar:
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Hz. Ebu Bekir,
Hz. Ömer,
Ebu Katâde,
Saîd b. Zeyd,
Mikdad b. Amr,
Habbab,
Zübeyr b. Avvam,
Abbâd b. Bişr ve bir başka sahabi daha idi.[66]
Cihad birliğinin sancaktarı Hz. Ali idi.[67]
Müslümanlar, kendilerine ait ticaret mallarını da yanlarında götürdüler.[68]
“Ebu Süfyan’ı bulursak onunla çarpışırız, bulamazsak Bedir pazarında alışveriş yaparız!” dediler.[69]
Müslümanların Bedir’e gelişleri Bedir panayırı zamanına rastladığı için, yanlarında getirmiş oldukları ticaret mallarını orada sattılar. Bir dirheme bir dirhem kazanç sağladılar.[70]
Bir dirheme iki dirhem kazanç sağladıkları da rivayet edilir.[71]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu Süfyan’a vermiş olduğu sözde durarak, Bedir’de onu bekledi.
O sırada Mahşiy b. Amr ed-Damrî, Bedir’e geldi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onunla, Veddan gazvesi sırasında Damre oğulları adına antlaşma yapmış bulunuyordu.
Mahşiy:
“Ey Muhammedi Sen Kureyş ile karşılaşmak, vuruşmak için mi şu su üzerine geldin?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet! Ey Damre oğullarının kardeşi!
Eğer sen de böyle birşey istiyorsan, aramızda bulunan antlaşmayı sana reddeder, sonra da, Yüce Allah aramızda hükmünü verinceye kadar seninle de çarpışırız!” buyurdu.
Mahşiy:
“Hayır, vallahi yâ Muhammedi Sana karşı böyle birşey yapmak bize düşmez, gerekmez!” dedi.
Ma’bed b. Ebu Ma’bed el-Huzâîde, Bedir’e uğramıştı. Peygamberimiz Aleyhisselamın orada bulunduğunu gördüğü sırada, devesi ürkerek koşmaya başladı. Ma’bed durduramadığı devesinin üzerinde geçip giderken söylediği kıt’ada şöyle dedi:
“Devem ürküp Muhammed’e arkadaşlıktan ve Medine’nin siyah kuru üzüm gibi olan en iyi Acve hurmasından uzaklaştı.
O deve, babasının eski âdetine bağlı ve düşkündür.
Artık, kavuşulacak yer, Mekke yakınındaki Kudeyd suyu, yarın kuşluk vakti de Dacnan suyu olacaktı r!”[72]
Ma’bed b. Ebu Ma’bed, Mekke’ye varınca, Peygamberimiz Aleyhisselamın iki bin kişilik ashabı ile gelerek Kureyşlileri beklemek suretiyle vermiş olduğu sözü yerine getirdiğini, her taraftan gelip toplanmış bulunan halkın Peygamberimiz Aleyhisselamın ashabının çokluğunu gördüklerini ve Mahşiy’e söylediği şeyleri, işittiklerini müşriklere ilk duyuran kişi olmuştu.[73]
Ebu Süfyan’ın Ordusu ile Birlikte Yola Çıkışı ve Yolda Korkuya Düşüp Mekke’ye Dönüşü
Sefer için bütün hazırlıkları yapmış bulunan Ebu Süfyan, Kureyş müşriklerinden, 50’si atlı olmak üzere, 2.000 kişilik bir kuvvetle Mekke’den yola çıktı.[74] Merru’z-zahran nahiyelerinden Mecenne’ye kadar ilerledi.[75] Hatta, bazılarına göre, Usfan’a erişti.[76]
Yüce Allah, Ebu Süfyan’ın kalbine korku düşürdü.[77] Oradan geri dönmek aklına uygun geldi.[78]
Ebu Süfyan ve adamları, biraraya gelip konuştular.[79]
Ebu Süfyan:
“Ey Kureyş topluluğu! Biz, Nuaym b. Mes’ud’u, Muhammed’in ashabını Bedir’e çıkarmaktan vazgeçirmesi için göndermiştik. O, bunu başarıcı kişidir.
Fakat, biz yola çıkmış bulunuyoruz. Bir-iki gece gittikten sonra döneceğiz demektir.[80]
Ey Kureyş topluluğu! Sizin sefiere çıkacağınız yılın, içinde hayvanlarınızı ağaçlardan yaymaya, kendinizin de içeceğiniz sütü bulmaya elverişli bolluk bir yıl olması gerekir.
Sizin şu yılınız ise, kuraklık ve kıtlık bir yıldır.
Ben buradan geri dönüyorum, siz de dönün!” dedi.[81] Dönüşün gerekçesi olarak, yılın kuraklık ve kıtlık yılı oluşunu ileri sürdü.[82]
Safvan b. Ümeyye ise, Ebu Süfyan’a:
“Ben seni Müslümanlara karşı hazırlanıp çıkmaktan men etmiştim. Sen benim sözümü dinlemedin.
Şimdi onlar verdiğimiz sözden caydığımızı görünce bize karşı cesaretlenecekler ve yiğitleşecekler!” dedi.[83]
Ebu Süfyan, oradan, ordusu ile birlikte geri dönüp Mekke’ye gelince, Mekke halkı onlara:
“Sizler ancak sevık (kavut) içmek için gittiniz!” diyerek, “Sevık askeri” adını taktılar.[84]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidlerle Birlikte Medine’ye Dönüşü
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidlerle birlikte Bedir’de sekiz gün veya gece Ebu Süfyan’ın gelmesini bekledikten sonra,[85] hiçbir yaramazlıkla karşılaşmadan, elde edilen[86] ticaret kazancı ile[87] Medine’ye döndü.[88]
Bedru’l-mev’id seferi onaltı gece sürdü.[89]
Zina Eden İki Yahudinin Cezalandırılmaları İçin Peygamberimiz Aleyhisselama Başvurulması
Peygamberimiz Aleyhisselamın Müslümanlar ile Yahudiler ve müşrik olan bütün Meciineliler için düzenlediği Medine Yönetmeliği belgesine göre Yahudiler kendi dinlerinde, Müslümanlar kendi dinlerinde olacaklar; herhangi birşeyde anlaşmazlığa düşüldüğü zaman, bu, Yüce Allah ve Muhammed Aleyhisselama arz ve havale edilecektir.[90]
Hicretin dördüncü yılında Zilkade ayında idi ki, [91] evli bir Yahudi erkeği ile evli bir Yahudi kadın zina etmişlerdi.
Beytü’l-Midrasta toplanan Yahudi bilginleri:
“Bu adamı ve kadını Muhammed’e gönderin ve onlar hakkındaki hükmün nasıl olduğunu sorun ve kendisini onlar hakkında vereceği hükümde serbest bırakın!
Eğer, o bunlar hakkında, sizin yaptığınız tecbiyye gibi, elyaftan örülmüş, katrana bulanmış kamçı ile dövüldükten sonra yüzlerinin karalanmasına, sonra da iki merkebe yüzleri ters olarak bindirilip dolaştırılmalarına hüküm verirse, ona tâbi olun.
Çünkü, o bir hükümdar demektir; kendisini doğrulayın!
Eğer, o bunlar hakkında recm cezasının uygulanmasına hüküm verirse, kendisi peygamberdir.
Onun bir gün ellerinizdekini çekip almasından sakının!” dediler.[92] Peygamberimiz Aleyhisselam Mescidde ashabı ile birlikte otururken.[93] Yahudiler gelip:
“Yâ Muhammed! Zinadan korunacak vasıfta bulunan bu adam, zinadan korunacak vasıfta bulunan şu kadınla zina etti. Seni bunlar hakkında hüküm vermeye yetkili kıldık!” dediler[94] ve kendisini Medine’nin Kuflf adındaki vadisine davet ettiler.[95]
Peygamberimiz Aleyhisselam, giderken, yolda yüzü karalanmış ve kendisi kamçı ile dövülmüş bir Yahudiye rastladı.
Oradaki Yahudileri çağırıp, onlara:
“Siz zina edenin cezasını Kitabınızda böyle mi buluyorsunuz?” diye sordu.
Yahudiler
“Evet!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların ilim adamlarından birisini çağırıp ona:
“Tevratı Musa’ya indiren Allah aşkına, doğru söyle! Zina edenin cezası böyle midir?” diye sordu.
Yahudi bilgini:
“Hayır! Eğer sen bana yemin vermemiş olsaydın, sana doğrusunu haber vermezdim.
Biz, zina edenin cezasını Kitabımızda recm olarak bulmaktayız.
Ama, eşraf ve yüksek tabakamızdan zina edenler çoğalınca, onlardan recm için yakaladıklarımızı bırakır, zayıf halk tabakasına mensup olanlardan yakaladıklarımıza recm uygular olduk.
Bunun üzerine ‘Gelin! Birşey üzerinde birleşip, eşraf-halkayırmadan herkese o cezayı uygulayalım’ dedik ve recm cezası yerine, böyle yüzü karalama ve dayak atma cezası üzerinde birleştik” dedi.[96]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Beytü’l-Midras’a yürüyerek gitti ve:
“Ey Yahudiler topluluğu! Bilginlerinizi karşıma çıkarınız” buyurdu.
Yahudiler, Abdullah b. Suriya ile Ebu Yâsir b. Ahtab ve Vehb b. Yahuzayı çıkardılar ve:
“İşte, bizim bilginlerimiz bunlardır” dediler.[97]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Musa’ya Tevrafı indiren Allah aşkına doğru söyleyiniz.
Zinadan korunacak vasıfta bulunduğu halde zina eden bir adam hakkında Tevrat’ta siz ne gibi bir hüküm buldunuz?” diye sordu.[98]
Yahudiler
“Hiçbir şey bulamadık![99]
Zina edenler, tecbiyye olunur; karalanır, kamçılanır, merkebe ters bindirilip dolaştırılarak teşhir edilir” dediler.[100]
Abdullah b. Selam:
“Yalan söylüyorsunuz! Tevrat’ta recm âyeti vardır!” dedi. [101]
Yahudi bilginlerinin en genci olan Abdullah b. Suriya ise, hiç ağız açmamakta, hep susmakta idi.[102]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onunla başbaşa kalınca, Kitablarında recm âyeti bulunup bulunmadığını tekrar sordu ve:
“Ey Suriya’nın oğlu! Sana Allah adına and veriyor, Allah’ın İsrail oğullarının başına getirdiği günleri hatırlatarak soruyorum:
Evlendikten sonra zina eden bir kimse hakkında Allah’ın Tevratta recm ile hükmettiğini bilmiyor musun?” buyurdu.
İbn Suriya:
“Allah hakkı için, evet! Biliyorum.
Vallahi, ey Ebu’l-Kasım! Onlar hiç şüphesiz senin peygamber olduğunu biliyorlar, fakat seni kıskanıyorlar” dedi.
Ne yazık ki, kendisi de, sonradan küfür ve inkâr yoluna saptı.[103]
Yahudiler, Kitablarında recm cezası bulunmadığında direndikleri zaman, Yahudi bilginlerinden birisi gelerek Kitabı açtı ve okumaya başladı. Recm âyetine gelince, elini recm âyetinin üzerine koyarak üst ve alt tarafta kalan satırları okudu.
Abdullah b. Selam, ona:
“Kaldır elini!” dedi.
Yahudi bilgini elini kaldırınca, recm âyeti göründü.[104]
Abdullah b. Selam:
“İşte recm âyeti, ey Allah’ın peygamberi! Onu sana okumaktan kaçınıyor!’ dedi.[105]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
“Yazıklar olsun size Yahudi topluluğu! Kitabınız elinizde bulunduğu halde sizi Allah’ın hükmünü ter-ketmeye sevkeden nedir?” buyurdu.
Yahudiler
“Vallahi, o, bizim içimizde uygulanmakta idi.
Bizim kralların ailesinden ve eşraftan olan bir adam, evlendikten sonra zina etti. Kral da onu recm-den korudu.
Ondan sonra, halktan bir adam zina etti. Kral onu recmetmek istedi.
Krala:
“Hayır! Vallahi, eşraftan filan kimseyi recm etmedikçe, bunu recmedemezsin!” dediler.
Bunun üzerine, toplandılar. Zinakârları tecbiyye etmek, dayak atmak, karalamak, merkebe tersine bindirip dolaştırmak, işlerine elverişli geldi.
Böylece recmin adını andırmadılar, onunla ameli yok ettiler” diyerek itirafta bulundular.[106]
Peygamberimiz Aleyhisselam, çağırdığı Abdullah b. Suriya ile başka bir Yahudi bilgine and vererek zina fiiline tam bir görgü ile dört şahit tanıklık ettikleri takdirde recm cezasının uygulanacağı hükmünün de Kitablarında bulunduğunu onlara itiraf ettirdikten sonra, Yahudilerden dört tanık getirtti. Tanıklar, zina fiilini şüphe edilmeyecek bir görüşle gördüklerine tanıklık ettikleri zaman, recm cezasının uygulanması hükmünü verdi ve infazını emretti. [107] Recm edildiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Allah’ın ve Kitabının uygulanmasını emrettiği recm hükmünü ilk ihya eden, benim!” buyurdu.[108]
İslâm Ceza Hukukuna Göre Zina Cezası ile İlgili Bazı Hükümler
İslâm ceza hukukunda, zina, meşru bir akde dayanmaksızın yapılan haram bir birleşme olup, bunu işleyen erkeğe zâni, kadına da zâniye denir.
Zina eden erkek ve kadın hakkında şöyle buyurulur:
“Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine yüzer celde (değnek) vurunuz. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, bunlara acıyacağınız tutmasın! Mü’minlerden bir zümre de, bunların cezalarına şahit olsun.”[109]
Celde; ete geçmemek üzere yalnız deriye tesir edecek derecede vurmak demektir.
Bu da, ne ince, ne de kalın olmayan, budaksız, kenarsız, düğümsüz bir değnekle yapılır.
Bunların hepsinin bir günde vurulması gerekmeyip, yansının ertesi güne bırakılması caizdir.
Celde vurulurken, başa, yüze, tenasül uzvuna vurulmaz.
Zina fiilinden dolayı ceza uygulanabilmesi için, en başka akıl ve erginlik çağına ermiş olmak üzere, birtakım ağır şartlar vardır.
Zina fiilinin sübutu için de, ikrar ve şehadet şart olduğu gibi, bu ikrarve şehadetin makbul ve muteber olması için de ayrıca birtakım kayıt ve şartlar vardır. [110]
Karısını yabancı bir erkekle birarada bulan kimsenin, onun zina ettiğini dört tanık getirip ispatlaması gerekir.[111]
Zorla zina yapılan kadına hadd vurulmaz.[112]
İyileşinceye, akıllanıncaya kadar deliden,
Uyanıncaya kadar uyuyandan,
Âkil ve baliğ oluncaya kadar çocuktan kalem kaldırılmış olduğuna göre, zina eden delilere ve bunaklara da hadd vurulmaz.[113]
Zina eden erkek zina eden veya müşrik olan kadından başkası ile evi enemeyeceği gibi, zina eden kadın da zina eden veya müşrik olan erkekten başkası ile evlenemez. Aksine hareket, mü’minlere haramdır.[114]
Ay ve Güneş Tutulması, Yerin Sarsılması
Hicretin 5. yılında Cumâcielâhir ayıncia[115] veya Ramazan’ın ilk gecesinde[116] Ay, [117] Ramazan’ın ortasında ise Güneş tutuldu.[118] yer de sarsıldı.[119]
Ay tutulduğu zaman, Yahudiler, “Ay büyülendi!” diyerek tas çalmaya başladılar.[120]
Peygamberimiz Aleyhisselam, irad buyurduğu hutbelerinde:
“Cahiliye devri insanları ‘Güneş ve Ay, ancak yeryüzü halkının büyüklerinden bir büyük için tutulur1 derler, öyle sanırlardı.
Hal hiç de böyle değildir. [121] Eğer insanlar ‘Şu Ayın tutulması ve şu yıldızların doğdukları yerlerden batmaları yeryüzü büyüklerinin ölümlerinden dolayıdır1 derlerse, yalan söylemiş olurlar.[122]
Şüphesiz ki; Güneş ve Ay, hiçbir kimsenin ne vefatı, ne de hayatı için tutulmazlar!
Fakat, bunlar, Allah’ın varlığını, kudretini, yüceliğini gösteren âyetlerinden iki âyettirler.
Siz, onların tutulduklarını gördüğünüz zaman, namaz kılınız, dua ediniz!” buyurdular.[123]
İbn Hibban’ın Sahîh’inde rivayetine göre; Ayın tutukluğu geçinceye kadar, Peygamberimiz Aleyhisselam Müslümanlara ay tutulma namazı kıldırmıştır.[124]
Güneş ve Ay Tutulma Namazı
Güneş ve ay tutulma namazı sünnettir. Rükû ve secdeleri, nafile namazlarda olduğu gibi yapılır. İstenilirse, uzatılır, kısaltılır. Güneş, Ay açılıncaya kadar dua ile meşgul olunur.
İmamın güneş tutulma namazını halka cemaatle kıldırmasında bir sakınca yoktur. Ay tutulma namazı da, güneş tutulma namazı gibidir, fakat cemaatsiz kılınır.[125]
Güneş ve ay tutulma namazlarının Mescidde kılınması da sünnettir. [126] Güneş ve ay tutulma namazları için ezan ve kamet okunmaz. Ancak, güneş tutulma namazı için:
“Haydi toplayıcı namaza!” diyerek halka seslenilir.[127]
Peygamberimiz Aleyhisselam, güneş tutulma namazını kıyam, kıraat ve rüku ile secdelerini uzatmak, ikinci rekatı birinciden biraz kısa tutmak suretiyle kiIdırmıştır. [128]
Altı rükû, dört secde ile, [129]
Sekiz rükû, dört secde ile iki rekat kıldırdığı da, rivayet edilir.[130]
Yer Sarsılması Namazı
Hicretin beşinci yılında, Medine’de yer sarsıldı. [131]
Peygamberim iz Aleyhisselam:
“Hiç şüphesiz, Rabbiniz sizi hoşnut olacağı duruma döndürmek istiyor. Öyle olunca, siz de O’nun hoşnutluğunu dileyiniz” buyurdu.[132]
Abdullah b. Abbas’ın, Basra’da bulunduğu sırada, güneş ve ay tutulma namazına kıyasla[133] dört secde ve alü rükû ile yer sarsılma namazı kıldırdığı bil dirilmektedir. [134]
Abs Oğullarından Bir Topluluğun Müslüman Oluşu
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına, Abs oğullarından:
1. Meysene b. Mesruk,
2. Haris b. Rebi1 (Kâmil),
3. Kenan b. Dâri1,
4. Bişr b. Haris b. Ubâde,
5. Hidm b. Mes’ade,
6. Siba1 b.Zeyd,
7. Ebu’l-Hısn b. Uukman,
8. Abdullah b. Malik,
9. Ferve b. Husayn b. Fedâle adlarında dokuz kişilik bir cemaat gelip Müslüman oldular ve Medine’ye yerleştiler.
Bunlar, Medine’ye gelip yerleşen ilk muhacirlerden idiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu Abs oğullarına:
“Bana sizi 10’a dolduracak bir adam daha bulun da, sizin için sancak bağlayayım?” buyurdu.
Talha b. Ubeydullah aralarına girince, Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara bir sancak bağladı. Savaşlarda parolalarını da “Yâ Aşere!=Ey Onlar!” olarak belirledi.[135]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Abs Oğullarına Halid b. Sinan’ı Soruşu ve Onlara Onun Başına
Gelenleri Haber Verişi
Abs oğullarından Medine’ye üç kişi daha geldi.
Peygamberimiz Aleyhisselam onlara Halid b. Sinan’ı sordu ve onun başından geçenleri onlara anlattı.[136]
Peygamberimiz Aleyhisselam da, Enuşervan (Nûşirevan) devrinin sonlarına doğru doğmuştu.[137]
Peygamberimiz Aleyhisselamın geleceğini, İsa Aleyhisselam gibi, Halid b. Sinan da müjdelemişti. [138]
Halid b. Sinan Abs oğulları kabilesini doğru yola kılavuzlamak istediği zaman, onlar ona inanmadılar.
İçlerinden, Kays b. Züheyr:
“Eğer şu kayalıktan üzerimize bir ateş çağırır, akıtırsan, sana tâbi oluruz. Çünkü, sen bizi ancak ateşle korkutabilirsin! Sen bize böyle bir ateş akıtmayacak olursan, seni yalanlar dururuz!” dedi.
Halid b. Sinan:
“Bu, aramızda bir ahd ve misak olsun mu?” dedi.
Abs oğulları:
“Evet!” dediler.
Bunun üzerine Halid b. Sinan abdest aldı, sonra da:
“Ey Allah’ım! Beni yalanladılar. Sen şu kayalıktan üzerlerine bir ateş seli akıtmadıkça, bunlar bana inanmayacaklar!” diyerek dua etti.
Abs oğulları kabilesinin Hidsan dedikleri, deve boynu gibi uzanan bir ateş zuhur etti!
Ateşin ışığı, gece karanlığında, sekiz gecelik yere kadar olan mesafeyi aydınlattı.
Ateş, uzandığı yerde hiçbir şey bırakmadı, kastı, kavurdu!
Abs oğulları:
“Ey Halid! Sen onu geri çevir! Biz artık sana inanacağız!” dediler.
Halid b. Sinan, Abs oğullarına:
“Ey kavmim! Size zarar veren bu ateşi söndürmemi, Allah bana emretti. Her aileden bir adam, benimle birlikte gelsin!” dedi.[139]
Abs oğullarından Umare b. Ziyad:
“Ey Halid! Vallahi, sen bize şimdiye kadar hak ve gerçekten başka şey söylememiştin! Şimdi, ateşi söndüreceğini söylüyorsun! Ama, senin ateşe karşı halinin, ateşin de sana karşı halinin ne olduğunu pek bilmiyoruz!” dedi.
Bunun üzerine, Halid b. Sinan, ona:
“Sen benimle birlikte gel!” dedi.
Umare b. Zeyd, yanına Abs oğullarından otuz kişi alarak, birlikte gittiler. Dağ tarafındaki Eşca1 kayalığına doğru ilerlediler.
Halid b. Sinan, orada bir çizgi çizdi, onları orada oturttu.[140]
Onlara:
“Sakın, sizden hiç kimse bu çizgiden ileri geçmesin! İleri geçen yanar![141]
Eğer ben gecikirsem, sakın beni ismimle çağırmayınız! Ben al at gibi yanınıza döner gelirim.[142] Eğer sizden birisi beni ismimle çağıracak olursa, ben helak olurum!” dedi.[143]
Halid b. Sinan, ateşe doğru ilerledi ve elindeki asası ile:
“Dağılınız! Dağılınız! Çıktığınız yere çekiliniz!” diyerek ateşe vurmaya başladı.[144]
Ateşi, geriledikçe, kayalığın ortasındaki, çıkmış olduğu kuyunun içine soktu ve söndürdü.[145]
Halid b. Sinan’ın dönmesi gecikince, Umare b. Zeyd:
“Vallahi, adamımız sağ olsaydı, bu kadar zamandan sonra, yanınıza döner, gelirdi” dedi.
Arkadaşları da:
“Onu ismi ile çağırın bari! Herhalde o ismi ile çağıralım diye bizden gizlenmiştir!” dediler.
Halid b. Sinan’ı ismi ile çağırmaya başladılar.
O da, başını elleri ile tutarak yanlarına geldi ve onlara:
“Ben sizi ismimle çağırmaktan men etmemiş miydim?! Vallahi, siz beni öldürdünüz! Beni taşıyın ve gömün arbk!” dedi.[146]
Abs oğulları, yurtlarından çıkan bu ateş dolayısıyla ibtilâya uğradılar: Onun ışığına taparak Mecûsîleşmeye başladılar.[147]
Sözlerine güvenilir kişilerin bildirdiklerine göre; deniz ortasında, tepesine hiç kimsenin kolay kolay çıkamayacağı büyük bir dağın en yüksek tepesindeki bir mağarada, duru beyaz sofdan ihrama bürünmüş, elleri başında, uyuyormuş gibi, hiçbir şeyi değişmemiş bir zât görmüşler, o taraf halkından bir cemaat da, bunun Halid b. Sinan olduğunu söylemişlerdir. [148]
Selman-ı Fârisî’nin Kölelikten Kurtarılışı
Selman-ı Fârisî; İran İsbahan (İsfahan) halkından olup, Ammuriye’den Kelb kabilesi tacirleri tarafından Vadi’I-kura’ya getirilince, bir Yahudiye köle olarak satılmış, satın alan Yahudi de onu Medineli Kurayza oğulları Yahudilerinden bir Yahudiye satmış; böylece o Medine’ye gelmiş bulunuyordu.[149]
Hicretin 5. yılına kadar, yakasını kölelikten kurtaramadı.[150]
Selman-ı Fârisî der ki:
“Bir gün, Resûlullah Aleyhisselam, bana:
‘Ey Selman! Kendini kölelikten kurtarmak için, ağan (efendin) ile kesişme yapsan al’ buyurdu.
Bunun üzerine, çukurlarını da kazmak şartıyla 300 hurma ağacı dikmek ve ayrıca 40 ukiyye (600 dirhem) altın vermek üzere, ağam (efendim) ile antlaştım.
Resûlullah Aleyhisselam, ashabına:
‘Kardeşinize yardım ediniz!’ buyurdu.
Bunun üzerine, ashabın kimi on fidan, kimi yirmi fidan, kimi onbeş fidan, kimi on fidan; hülasa, herkes yanlarındaki hurma fidanları nisbetinde bana yardımda bulundular.
Nihayet, benim için gerekli 300 hurma fidanı toplandı.
Resûlullah Aleyhisselam, bana:
‘Ey Selman! Git de, şu fidanlar için çukurlar kaz! Çukurları kazıp bitirdiğin zaman bana gel de, onları ben kendi elimle dikeyim” buyurdu.
Hurma fidanları için çukurlar kazmaya başladım. Arkadaşlarım da bana yardım ettiler.
Çukurları kazıp bitirince, Resûlullah Aleyhisselama gidip haber verdim.
Resûlullah Aleyhisselam, hurma fidanı dikilecek yere benimle birlikte gitti.
Biz, dikilecek hurma fidanlarını onun yanına yanaştırıyorduk.
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki; [Resûlullah tarafından] dikilen hurma fidanlarından bir tane bile tutmayan, kuruyan olmadı, hepsi tuttu.
Böylece, hurma ağacından olan borcumu ödemiş oldum.[151]
Ancak, dikilen fidanlardan birisi tutmamıştı.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Kim dikti bunu?’ diye sordu.
‘Ömer!’ dediler.[152]
Resûlullah Aleyhisselam onu söküp kendisi tekrar dikti, o da tuttu. Bu suretle dikilen hurma fidanları yılında meyve vermeye başladı ve meyvesi yendi. [153]
Üzerimde yalnızca mal, altın borcu kalmıştı.”[154]
Yumurta Kadar Bir Altın Külçesinin Yarısının Bütün Altın Borcunu Ödemeye Yetmesi
Resûlullah Aleyhisselam bazı gazalarda, madenlerden, tavuk yumurtası kadar bir altın külçesi getirmişti.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Ağası (efendisi) ile azadlanmayı kesişen Selman ne yaptı?1 diye sorduğu zaman, kendisinin yanına çağrıldım.
Resûlullah Aleyhisselam, bana:
‘Ey Selman! Şunu al da, üzerindeki borcu öde!1 buyurdu.
‘Yâ Rasûlallah! Üzerimde bulunan o kadar borca, bu kadarcık altın parçası nereden, nasıl yetecek?!’ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam altın külçesini eline alıp diline sürdükten sonra:
‘Al bunu! Yüce Allah, muhakkak, senin üzerindeki borcu bununla ödeyecektir!1 buyurdu.
Bunun üzerine, onu aldım. Alacaklıya, ondan tartıp tartıp verdim.
Selman’ın varlığı Kudret Elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki; o altın külçesinden 40 ukıyye (600 dirhem) tartıp alacaklıya verdim! [155]
Resûlullah Aleyhisselamın bana yardım ettiği yumurta kadar altın eğer Uhud dağıyla tartılmış olsaydı, muhakkak, ondan daha ağır gelirdi. [156]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Selman-ı Fârisî’ye verdiği yumurta kadar altından, alacaklıya verildiği kadar, Selman-ı Fârisî’nin yanında da kalmıştı.[157]
Selman-ı Fârisî kölelikten yakası m kurtardıktan sonra Hendek savaşına hür olarak katılmış, bundan sonra hiçbir savaşta Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulunma fırsatını kaçırmamıştır.[158]
Yüce Allah ondan razı olsun![159]
Medine’de At ve Deve Yarışları Yaptırılışı
Peygamberimiz Aleyhisselaım; Hicretin 5. yılında,[160] atlar, [161] develer arasında[162] yarışlar yaptırdı.[163]
Hz. Ali’ye:
“Halk arasındaki şu at yarışı yönetmeye seni memur ettim” buyurdu.
Bunun üzerine, Hz. Ali, gidip Sürâka b. Malik’i çağırdı. Ona:
“Ey Sürâka! Peygamber Aleyhisselamın bu yarışta boynuma yüklediği şeyi ben senin boynuna da yükledim:
Yarış meydanına gidip, yarışa salınacak atları sırala! Sonra da, halka:
‘Meydan düzeltici, genç binici, at çulunu alıcı kim var içinizde?1 diyerek üç kere seslen!
Bu davetine kimse icabet etmezse, üç kere tekbir al, üçüncü tekbirle birlikte atlan yarışa sal!
Allah, halkından, dilediğini yarışta mutlu kılar” dedi.
Hz. Ali yansın bitiş noktasında oturdu. Bitişe boydan boya bir çizgi çizdi. Çizginin iki tarafına karşılıklı iki kişi durdurdu.[164]
Yapılan deve yanşlarında Peygamberimiz Aleyhisselamın devesi Kasvâ yarıştığı develeri geçmiş; Lizaz veZarib adındaki atları da, yarıştığı atları geride bırakmıştı.
Kasvâ’nın üzerinde, Bilal-i Habeşî bulunuyordu.
Lizaz ve Zarib’in binicisi de, Ebu Useyd es-Sâidî idi.[165]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Lizaz, Zarib ve Sekb adlarındaki üç atı arasında yarış yaptırdığı da olmuş; Lizaz birinci, Zarib ikinci, Sekb ise üçüncü gelmiştir.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu Useyd es-Sâidî’yi Lizaz’dan dolayı Yemen elbisesi ile, Zarib’den dolayı da Yemen bürüdü ile ödüllendirmiştir. [166]
Abdullah b. Ömer der ki:
“Resûlullah Aleyhisselam, yarış için idmanlanmış, yarışmaya elverişli hale getirilmiş atlarla yarış yaptırdı.
Buyansın başlangıcı Hafya, bitim yeri Seniyyetü’l-Vedâ idi.
Yarış için idmanlanmamış, yarışa elverişli hale getirilmemiş atlar arasında da yarış yaptırdı.
Bunun başlangıcı Seniyyetü’l-Vedâ, bitim yeri Benî Zurayk Mescidi idi.
Abdullah b. Ömer de yarışma yapanlardandı !”[167]
Hafya ile Seniyyetü’l-Vedâ arasındaki uzaklık 5, 6 veya 7 mildir.
Seniyyetü’l-Vedâ ile Benî Zurayk Mescidi arasındaki uzaklık ise, 1 mildir. [168]
Yine Abdullah b. Ömer’in bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, birçok atlar arasında yanşlar yaptırmış ve sonunda, 5 yaşını bitirmiş olan atlan çok üstün tutmuştur.[169]
Ebu Lebid, Enes b. Malik’e:
“Ey Ebu Hamza! Siz Resûlullah Aleyhisselamın devrinde at yarıştırır mıydınız?
Resûlullah Aleyhisselam da at yarıştırmış mıydı?” diye sorunca, Enes b. Malik:
“Evet! Vallahi, Resûlullah Aleyhisselam, Sebha diye anılan atının üzerinde yarışçı olarak yarış yapmış ve herkesi geçmişti!” demiştir. [170]
Yine Enes b. Malik’in bildirdiğine göre; Resûlullah Aleyhisselamın Adbâ diye anılan devesini yarışta hiçbir deve geçemezdi.
Bir bedevî, iki yaşında bir erkek deve köşeği üzerinde gelip yarışa katıldı ve Adbâ’yı geçti.
Bu, Müslümanların çok gücüne ve ağırına gitti.
Resûlullah Aleyhisselam, onların yüzlerinde beliren hoşnutsuzluğu gördü.
“Yâ Rasûlalları! Adbâ geçildi?!” dediler.
Resûlullah Aleyhisselam:
“Allah’ın dünyaya ait şeylerden, yükselttiğini alçaltması, hakikîdir.[171]
Halk birşeyi yükselttikleri veya yükseltmek istedikleri zaman, Allah onu alçaltır!” buyurdu.[172]
Yarış Ödülü Hakkındaki İslâmî Hükümler
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Kim atını yarışta iki at arasına sokar ve yanşa soktuğu atın ötekileri geçip yarışı kazanacağından emin olmazsa, bu kumar değildir.
Kim de, geçeceğine emin olarak atını iki at arasına sokarsa, bu kumardır!” buyurmuştur. [173]
İki yarışçıdan biri, diğerine:
“Sen beni geçersen, ben sana şu kadar ödeyeceğim!
Ben seni geçersem, senden birşey istemem!” derse, caiz olur; bu yarışma kumar olmaz.
Fakat, iki kişi yarışa girecekleri sırada, biri diğerine:
“Sen beni geçersen, ben sana şu kadar vereceğim.
Ben seni geçersem, sen bana şu kadar vereceksin!” derse, bu, iki taraflı olduğu için, kumar olur.[174]
Ancak araya bir muhalin, yani yansı kazanacağından emin olmayan üçüncü bir atlı girer, kazanırsa, yanşmayı kumarlıktan kurtarmış, helâlleştimniş ve ödülü de helâl olarak o almış olur.[175]
Peygamberimiz Aleyhisselam, atlar arasında yaptırdığı yanşta, en önde gelene ödül vermiş[176] ve:
“Deve, at ve atış yansından başkasında ödül yoktur!” buyurmuştur. [177]
Dûmetü’l-Cendel Gazvesi
Gazvenin Adı, Mevkii, Sebebi, Tarihi
Duma, İsmail Aleyhisselamın oğlunun adıdır.[178]
Cendel; lugatta, taşlı yer ve değirmi taş anlamındadır.[179]
İsmail b. İbrahim Aleyhisselamın oğlu vaktiyle Dûmetü’l-Cendel’in bulunduğu yere gelip konduğu ve orada taştan bir kale yaptığı için, orası Dûmetü’l-Cendel diye anılmıştır.
Dûmetü’l-Cendel, akarsuyu, hurmalık ve ekinlikleri bulunan bir yerdir. [180]
Şam (Suriye) yollarının ağzında olup Dımaşk’a 5, Medine’ye 15 veya 16 gecelik uzaklıktadır.[181] Şam’ın (Suriye’nin) Medine’ye en yakın beldelerindendir. Tebük şehrinin yakınındadır.[182]
Dûmetü’l-Cendel büyük bir panayır ve tüccar merkezi olduğundan, birçok Arap kabilesi Medine’ye yaklaşmak için oraya yerleşmişti.
Mallarını satmaya gelenler, orada işkencelere uğrarlardı. [183]
Dûmetü’l-Cendel, Şam’a giden yol ağızlarındandı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Rum kayserini korkutmak için, Şam’a yaklaşmak istiyordu.[184]
Kudaa ve Gassan kabileleri, Hicaz’a saldırmak maksadıyla Dûmetü’l-Cendel’de toplanmışlardı.[185]
Peygamberimiz Aleyhisselam bunu haber alınca[186] ashabını topladı. Durumu onlarla konuştuktan sonra, Medine’de yerine Siba’ b. Urfutatu’l-Gıfârî’yi vekil bıraktı.[187]
Hicretin 5. yılında,[188] Rebiülevvel ayında,[189] Rebiülevvel’in çıkmasına beş gece kala,[190] Uzre oğulları kabilesinden Mezkûr adındaki kişinin kılavuzluğuyla yola çıktı.
Geceleri yürüdüler, gündüzleri gizlendiler. Dûmetü’l-Cendel’e yaklaştılar. [191]
Kılavuz Mezkûr, Dûmetü’l-Cendel halkının deve, sığır ve davar izlerini buldu.
O sırada, Dûmetü’l-Cendel halkı uzakta bulunuyorlardı.
Mezkûr, izi sıra geri dönüp, gördüğünü Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi.
Bunun üzerine, Müslümanlar, Dûmetü’l-Cendel halkının deve, sığır ve davar gibi yaylım hayvanları ve çobanlarına baskın yaptılar.
Her yanda, ölenler öldü, kaçanlar kaçtı, kurtuldu.
Baskın haberini alır almaz, Dûmetü’l-Cendel halkı dağıldılar.[192]
Dûmetü’l-Cendel kralı Ukeydir b. Abdulmelik, Kindelerdendi. Hıristiyandı.[193]
Peygamberimiz Aleyhisselam onu yakalamak istemişse de,[194] kendisi Peygamberimiz Aleyhisselamın geldiğini haber alınca, çarşıyı boşaltmış[195] ve kaçmıştı.[196]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Dûmetü’l-Cendel meydanında konakladı.
Birkaç gün orada oturdu. Etrafa askerî birlikler saldı.
Birlikler, Dûmetü’l-Cendel halkından, bir tek kişiden başka kimseyi yakalayamadılar.[197] Onu da, Muhammed b. Mesleme yakalamıştı.[198]
Peygamberimiz Aleyhisselam, yakalanan kişiye, Dûmetü’l-Cendel halkının nereye gittiklerini sordu.
Adam:
“Onlar kendilerine ait deve, sığır ve davarları senin iğtinam ettiği işitince, kaçtılar!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam İslâmiyet] anlatıp Müslüman olmasını teklif edince, adam Müslüman oldu.
Allah ondan razı olsun!
Dûmetü’l-Cendel’den, hiçbir zayiat verilmeden, Rebiülâhir ayından on gece kala, Medine’ye dönüldü.[199]
Sa’d b. Ubâde’nin Annesi Amre Hatunun Vefatı ve Onun Adına Hayırlar Vakfı Yaptırılışı
Ensar eşrafından Sa’d b. Ubâde’nin annesi Amre binti Mes’ud Hatun, Hicretin 5. yılında, Rebiülevvel ayında, Peygamberimiz Aleyhisselamın Dûmetü’l-Cendel’de bulunduğu sırada vefat etti.
Allah ondan razı olsun!
Amre Hatunun vefatı sırasında, oğlu Sa’d b. Ubâde Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulunuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, seferden dönünce, Amre Hatunun kabrine gidip cenaze namazını kıldı.[200]
Sa’d b. Ubâde:
“Yâ Rasûlallah! Annem vefat etmiş bulunuyor. Vefat etmeden benimle konuşma imkânını bulabilseydi, muhakkak, bir hayır, bir vakıf yapmayı vasiyet ederdi, sanırım. Şimdi, ben onun adına bir hayır, bir vakıf yapabilir miyim?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet!” buyurdu.[201]
Sa’d b. Ubâde:
“Hayrın, vakfın efdal ve üstünü hangisidir?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bir kuyu kazdırıp su içirmektir!” buyurdu.
Bunun üzerine Sa’d b. Ubâde, bir kuyu kazdınp:
“Bu, Sa’d b. Ubâde’nin annesi tarafındandır!” dedi.[202]
İşte, Medine’deki Sa’d b. Ubâde hanedanının su vakfı böyle meydana gelmiştir.[203]
Sa’d b. Ubâde, annesi için ayrıca bir bostan da vakfetmek isteyerek:
“Yâ Rasûlallah! Ben yanında değilken annem vefat etmiş bulunuyor. Onun adına bir hayır, bir vakıf yapacak olursam, ona bir faydası dokunur mu?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet!” buyurdu.
Sa’d b. Ubâde:
“Şahit ol ki; bana ait bostan da onun hayn ve vakfıdır!” dedi.[204]
Yüce Allah ondan razı olsun![205]
Benî Mustalık (Müreysi’) Gazvesi
Gazvenin Ad fan, Mevkii, Sebebi ve Tanhi
Benî Mustalık gazvesine, Müreysi1 gazası da denir.
Benî M ustalıklar, Huzaalara bağlı küçük bir kabile, obadır.
Mustalık lakap olup, asıl adı Cüzeyme b. Sa’d b. Amr’dır.[206]
Benî M ustalı ki ar, Benî Müdliclerin de müttefiklerindendi.[207]
Müreysi1; sahile doğru uzanan Kudeyd nahiyesinde Huzaalara ait su kuyularından bir kuyunun adıdır.[208]
Benî M ustalıklar, Müreysi1 kuyusunun başına iner, konarlardı.
Müreysi1, Furu’a yaklaşık olarak bir günlük uzaklıktadır. Furu1 ile Medine arası ise sekiz beridliktir.[209]
Berid, 12 mildir.[210]
Benî Mustalıkların lideri Haris b. Ebi Dırar, kavmi arasında dolaşarak onları ve Araplardan söz geçirebildiklerini Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya davet etmiş; daveti kabulle karşılanınca, atlar ve silahlar satın alarak hep birlikte Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine yürümek için hazırlanmışlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bunu haber alınca, durumu incelemek ve öğrenmek üzere Büreyde b. Husayb el-Eslemî’yi Haris b. Ebi Dinar’ın yurduna gönderdi.[211]
Büreyde; Benî Mustalıkların şerlerinden korunabilmek için, gerektiğinde gerçeğe aykırı birşeyler söylemesine müsaade buyurmasını da Peygamberimiz Aleyhisselamdan istedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam müsaade edince, Büreyde Benî Mustalıkların yurduna gitti, yanlarına vardı, topluluklarını gördü.
Benî M ustalıklar, Büreydeyi görünce:
“Kimdir bu adam?” diye sordular.
Büreyde:
“Ben sizlerden bir adamım! Şu adam [Peygamberimiz Aleyhisselam] için derlenip toplandığınızı işittim.
İstedim ki, ben de kavmim ve bana boyun eğenlerle birlikte gideyim. Onların [Müslümanların] köklerini kazıyıncaya kadar sizinle el ve iş birliği yapalım!” dedi.
Haris b. Ebi Dırar:
“Biz de bu iş üzerindeyiz! Haydi, yanımıza gelmekte acele et!” dedi.
Büreyde:
“Şimdi hayvanıma atlar, kavmimden büyük bir cemaatle yanınıza gelirim!” diyerek oradan ayrıldı.[212] eygamberimiz Aleyhisselama haber verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, durumu ashabı ile konuştuktan sonra, yola çıkmak üzere acele askerî bir birlik hazırladı.[213] Hazırlanan birlik 700 kişilikti.[214]
Hazırlanan birliğin içinde 10’u Muhacirlere, 20’si Ensar’a ait olmak üzere 30 at da bulunuyordu.[215] Peygamberimizin Lizaz ve Zarib adlı atları da bunlar arasında idi.
Başka seferlere hiç katılmayan münafıklardan birçok kimseler de, cihad için değil, ancak dünya menfaati için, çokça katılmış bulunuyorlardı.[216]
Peygamberimizin Aleyhisselam Benî Mustalık gazvesine Hicretin 5. yılında, Şaban ayında,[217] Medine’de yerine Ebu Zerri’l-Gıfârî’yi veya Nümeyle b. Abdullah el-leysî’yi[218] ya da Zeyd b. Hârise’yi[219] vekil bırakarak yola çıktı.[220]
Peygamberimiz Aleyhisselam, gideceği yeri gizli tutmak maksadı ile:
“Tihame halkı, bu yılımızda kendimize geleceğimizi sanmazlar. Fakat, Şam’ın Tihame halkına casuslar, gözcüler saldığını işitiyorum!” buyurdu.
Müslümanlar, Benî Mustalıklar için gidilmediğini sandılar.
Zaten, Peygamberimiz Aleyhisselam da, savaş birliği ile Medine’den yola çıkarken, Ensardan Benî Selimelerin mahallelerine yönelip Şam’a doğru gidiyormuş gibi yapmış, o gün yoluna böylece devam etmişti.
Akşam olunca, olduğu yerde konaklamış, sonra kalkıp Tihame tarafına yönelerek sür’atle yol almaya başlamıştı.[221]
Peygamberimiz Aleyhisselamın konakladığı Halâık’ta* Abdulkays kabilesi halkından bir adam, gelip Peygamberimiz Aleyhisselama selam verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Senin ev halkın nerededir?” diye sordu.
Adam:
“Revhâ’dadır!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Benim yanıma gelmekten maksadın nedir? Ne yapmak istiyorsun?” diye sordu.
Adam:
“Sana iman etmek için geldim. Ben şehadet ederim ki; senin getirdiğin din hak ve gerçektir. Senin yanında, düşmanınla çarpışacağım!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Seni İslâmiyete hidayet ve irşad eden Allah’a hamd olsun!” buyurdu.
Adam:
“Yâ Rasûlallah! Amellerin, Allah’a en sevgili ve makbul olanı hangisidir?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“İlk vaktinde kılınan namazdır!” buyurdu.
Bundan sonra, adam öğleyi, ikindiyi, akşam namazını ilk vaktinde kılmaktan geri durmadı [222]
Onu Müslüman olmaya Mes’ud b. Hüneyde teşvik etmişti.[223]
Allah ikisinden de razı olsun![224]
Benî Mustalıkların Casusunun Yakalanıp Boynunun Vuruluşu
Haris b. Ebi Dırar’ın Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında kendisine bilgi getirsin diye salmış olduğu casusu, Bak’â’da yakalanarak “Geride ne haber var? Halk neredeler?” diyerek sorguya çekildi.
Fakat o:
“Benî Mustalıklar hakkında benim hiçbir bilgim yok!” dedi.
Hz. Ömer:
“Ya doğrusunu söylersin, yahut boynunu vururum!” dedi.
Casus:
“Ben Benî Mustalıklardan bir adamım.
Haris b. Ebi Dinar’ı, sizin için pek çok topluluklar meydana getirmiş ve birçok halkı kendisine çekmekte olduğu bir sırada gerimde bırakmıştım.
O, beni, sizin Medine’den hareket haberinizi kendisine getireyim diye size salmıştı” dedi.
Hz. Ömer onu Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına götürdü ve ondan aldığı bilgiyi kendisine arzetti.
Peygamberimiz Aleyhisselam adama İslâmiyeti anlattı ve Müslüman olmasını söyledi.
Adam Müslüman olmaktan kaçındı ve:
“Kavmimin ne yaptığını görmedikçe, sizin dininize tâbi olucu değilim.
Onlar dininize girerlerse, onlardan bir fert olarak, ben de dininize girerim.
Eğer onlar dinlerinde sebat ederlerse, ben de, onlardan birisi olarak dinimde dururum!” dedi.
Hz. Ömer:
“Yâ Rasûlallah! Şunun boynunu vur gitsin!” dedi.
Adamın boynu vuruldu.[225]
Benî Mustalıkların başkanı Haris b. Ebi Dırar ile yanında bulunanlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın yurtlarına doğru gelmekte olduğunu ve casuslarının yakalanarak öldürüldüğünü haber alınca, son derece korktular.
Yardım için Benî Mustalıkların yanına gelmiş bulunan birçok Araplar da, Benî Mustalıkları bırakıp dağıldılar.[226]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Müreysi’ Kuyusu Başına Karargâhını Kuruşu, Mücahidleri Savaş
Düzenine Koyuşu
Peygamberimiz Aleyhisselam, Müreysi’ kuyusuna gelip erişince, kuyunun başına kendisi için deriden bir çadır kuruldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Muhacirlerin sancağını Hz. Ebubekir’e, Ensarın sancağını da Sa’d b. Ubade’ye verdi.[227]
O gün, İslam mücahidlerinin parolaları “Ya Mansur! Emit! Emit!” idi.[228]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Beni Mustalıkları yurtlarında, geceleyin, kendilerinin gafil bulundukları ve yayılım hayvanlarının da su başında sulandıkları bir anda ansızın bastırmıştır.[229]
Benî Mustalıkların Müslümanlarla Çarpışmayı Tercih Etmeleri
Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Mustalıklara:
“‘Lâ ilahe illallah=Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur!1 deyiniz de, canlarınızı ve mallarınızı koruyunuz!” diyerek seslenmesini, Hz. Ömer’e emretti.
Fakat, onlar Hz. Ömer’in bu teklifini kabullenmekten kaçındılar ve ilk ok atan da onlardan birisi oldu.[230]
Bunun üzerine, Müslümanlar bir müddet onlarla ok savaşı yaptıktan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam onlara hep birden bir koldan hücum etmelerini emir buyurdu.
Benî M ustalıkların savaşa girişenlerinden hiç kimse kaçınlmadı; yalnız, on kişi öldürüldü.[231]
Hz. Ali onlardan Malik ile oğlunu, Abdurrahman b. Avf da Benî Mustalıkların süvarilerinden Ahmer’i (veya Uhaymer’i) öldürdü.[232]
Ebu Katâde da onların sancaktarı Salvan Zü’ş-şukr’u öl dürdü.[233]
Benî Mustalıkların bütün erkekleri, kadınları ve çocukları esir; deve, sığır ve davarları da iğtinam edildi.[234] Esir edilenlerin 200 ev halkı olduğu rivayet edilir.
Bu savaşta, Müslümanlardan, yanlışlıkla öldürülen bir kişiden başka öldürülen olmadı. [235]
O da Benî Kelb kabilesinden Hişam b. Subâbe olup, kendisini, Ensardan Abdullah b. Sâmit’in cemaatinden birisi, düşman sanarak öldürmüştür.[236]
Benî Mustalıklardan alınan esirlerin elleri boyunlarına bağlanıp, Büreyde b. Husayb onların üzerlerine memur edildi.
Ganimet malları, biraraya toplandı.
Peygamberimiz Aleyhisselamın azadlısı Şükran (Salih) onların üzerine dikildi.
Çocuklar da bir tarafta toplandı.
Ganimetlerden ayrılan beşte bir ile mücahidlerin hisseleri üzerine Mahmiyye b. Cez’ memur edildi.[237]
Ganimetlerin Bölüştürülmesi
Esirler gazilere bölüştürüldü ve kendilerine teslim edildi.
Deve ve davarlar da bölüştürüldü.
Bir deve on davara eşit tutuldu.
Süvarilere biri at, biri de kendisi için olmak üzere iki hisse; piyadelere bir hisse verildi.[238]
İğtinam edilen develerin sayısı 2.000, davarların sayısı 5.000 idi.[239]
Geleneğe göre; ganimet bölüştürülmeden önce, başkumandan hakkı olmak üzere, ganimetlerin içinden bir köle veya bir cariye veya bir kılıç veya bir zırh veya bir at., seçilip alınırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselam da böyle yaptı.
Sonra da, ganimet mallarını beş parçaya bölüp kur’a çekti.
Kur’ârvı Kerîm’e göre; gerekli yerlere harcamak üzere, beşte biri aldı. Geride kalan beşte dördün içinden mücahidlerle birlikte kendisine ve atlarına düşen hissesini de aldı.[240]
Harp ganimetinden hisse alanlara zekat ve sadaka verilmezdi.
Zekat ve sadakadan yetimler, miskinler ve zayıflar yararlanırlardı. Yetimler erginlik çağına erince, zekat ve sadakadan çıkarılıp ganimet hisseleri arasına katılır ve kendileri cihadla mükellef tutulurdu.
Eğer cihaddan hoşlanmaz ve kaçınırlarsa, kendilerine zekat ve sadakadan birşey verilmezdi.
Bununla beraber, Peygamberimizin Aleyhisselam hiçbir istekliyi boş çevirmezdi.[241]
Kölelikten Azadlanan Mes’ud b. Hüneyde’nin Sefere Katılıp Aldığı Ganimet Develerinin Hayatı
Boyunca Onun Maişetine Yetmesi
Mes’ud b. Hüneyde; Peygamberimiz Aleyhisselama Bak’â’cia rastlamıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Ey Mes’ud! Sen nereye gitmek istiyorsun?” diye sordu.
Mes’ud:
“Sana selam vereyim diye geldim. Ebu Temim beni azad etti, serbest bıraktı” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Allah, hakkında mübarek eylesin! Sen ev halkını nereye bıraktın?” buyurdu.
Mes’ud:
“Sana selam vereyim diye geldim. Ebu Temim beni azad etti, serbest bıraktı” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Allah, hakkında mübarek eylesin! Sen ev halkını nereye bıraktın?” buyurdu.
Mes’ud:
“Onları Cederat diye anılan yerde bıraktım. Ora halkı iyi insanlardır. Halkın İslâmiyete meyil ve rağbeti eri vardır; İslâmiyete isteklenenler, çevremizde çoğalmışlardır” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onlara doğru yolu gösteren Allah’a hamd olsun!” buyurdu.
Mes’ud:
“Yâ Rasûlallah! Beni gördüğün akşam, Abdulkayslardan bir adama rastlamış, kendisini İslâmiyete davet ve teşvik etmiştim. O da Müslüman olmuştu” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onun senin önünde ve elinde Müslüman olması, senin için, güneşin üzerine doğup battığı herşey-den daha hayırlıdır!
Düşmanımıza kavuşuncaya kadar, bizimle birlikte sen de gel!
Düşmanın mallarını Allah’ın bize ganimet olarak ihsan edeceğini umuyorum” buyurdu.
Mes’ud, İslâm ordusu ile birlikte sefere katıldı. Kendisine:
“Ganimet mallarından kur’a çekimine mi katılırsın?
Yoksa, beşte bir Beytülmâl hakkından mı almak istersin?” diye soruldu.
Mes’ud:
“Vallahi, ne yapacağımı bilmiyorum!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona ganimetten bir miktar deve ile bir miktar davar verdi.
Mes’ud:
“Yâ Rasûlallah! Yanımda davarlar varken, develeri nasıl sürüp götürmeye kadir olabilirim? Ya hepsini davar yap veya hepsini deve yap!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam gülümsedi ve:
“Sence, bunların hangisi daha sevgili, daha makbuldür?” diye sordu.
“Hepsini deve yap!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“On deve ver ona!” diye, ganimet görevlisine emir buyurdu.
Kendisine on deve verildi.
Mes’ud b. Hüneyde derki:
“Vallahi, bu günümüze kadar, o ganimetin hayır ve bereketi bizden eksilmedi.”[242]
[1] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 395, İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 2, s. 61, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1 , s. 340, Taberî, Târih, c. 3, s. 39, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 372, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 174, Yakut, Mu’cemu’l-büldân, c. 3, s. 56, Zehebî, Megâzî, c. 200, İbn Haldun, Târîh, c. 2, s. ks. 2, s. 29.
[2] Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 371, Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 6, s. 241 , Yakut, Mu’cemu’l-büldân, c. 3, s. 56, İbn Seyyid, UyÜnu’l-eser, c. 2, s. 52.
[3] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 214, Yakut, Mu’cemu’l-büldân, c. 3, s. 56, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 52, Zehebî, Megâzî, s. 201, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 83, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1 , s. 138.
[4] Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 181 .
[5] Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 6, s. 242.
[6] Semhûdf, Vefâu’l-vefâ, c. 4, s. 131 9.
[7] İbn İshak, İbn Hişam , c. 3, s. 213, Taberî, Târîh, c. 3, s. 39, İbn Hazm, Cevâmiu’s-sfne, s. 182, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 370, Zehebî, Megâzî, s. 200, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 83, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 28, Kastalânf, Mevâhib, c. 1 , s. 137.
[8] Vâkıdî, c. 1, s. 395, İbn Sa’d, c. 2, s. 61, Beyhakî, c. 3, s. 371, Zehebî, s. 200.
[9] Belâzurî, c. 1, s. 340, Taberî, c. 3, s. 39, Kastalânf, c. 1, s. 1 37.
[10] Belâzurî, c. 1, s. 340.
[11] Vâkıdî, Megâzf, c. 1, s. 395, İbn Sa’d, Taba kât, c. 2, s. 61, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 371, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 53, Zehebî, Megâzî, s. 201.
[12] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 214.
[13] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 395, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 61, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 371, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 2, s. 53, Zehebî, Megâzî, s. 201.
[14] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 214, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, c. 1 83, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 28.
[15] Vâkıdî, c. 1, s. 396, İbn Sa’d, c. 2, s. 61, Beyhakî, c. 3, s. 371 , İbn Seyyid, c. 2, s. 53, Zehebî, s. 201, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 83.
[16] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 214.
[17] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 340.
[18] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 396, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 61 .
[19] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 340.
[20] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 61.
[21] Nisa: 101-102.
[22] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 1 50, Buhârî, Sahîh, c. 1, s. 226, Müslim, Sahîh, c. 1, s. 574, Nesâf, Sünen, c. 3, s. 171-173, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 379.
[23] Müslim, Sahîh, c. 1, s. 574.
[24] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 215-216, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 61-62, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 364, 365, Taberî,Târîh, c. 3, s. 40, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 183, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 374-376, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 174, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 2, s. 52, Zehebî, Megâzî, s. 201 -202, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 84-85.
[25] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/341-344.
[26] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 340.
[27] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 61.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/344.
[28] İbn İshak, İbn Hişam, Sfre, c. 3, s. 218, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 39 7, Tab en”, Târih, c. 3, s. 39, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 378, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 1 77, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 85.
[29] İbn İshak.İbnHişam, Sire.c.3, s. 219, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 397, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 343-344, Taberî, Târîh, c. 3, s. 39, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 378, İbn E ar, Kâmil, c. 2, 3.175, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 85.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/345-346.
[30] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 61.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/346.
[31] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 398, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, 86, Halebî, İnşânu’l-uyûn, c. 2, s. 577.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/347.
[32] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 217, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 374, 376.
[33] Müslim, Sahih, c. 2, s. 1222.
[34] Buhârî, Sahih, t 3, s. 15.
[35] Şuh ân, Sahih, c. 6, s. 194.
[36] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 217-218, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 375-376.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/347-349.
[37] Ezrakî, Ahbânj M ekke, c. 1, s. 196-204, İtan Abdi Rabbih, Ikdu’l-ferfd, c. 4, s. 387-391 , Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 4, s. 42, Taberî. Târîh. c. 7. s. 3-5.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/349-350.
[38] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 320, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvıe, c. 3, s. 384, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 83.
[39] Vâkıdî, M egâzf, c. 1, s. 3 84, İ bn Sa’d, Ta bakât ü’l-küb râ, c. 2, s. 59-60, Bel âzurf, E nsâ bu’l-eş râf, c. 1, s. 339-340.
[40] İbn Sa’d, c. 2, s. 60, Zehebî, s. 204, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 29.
[41] Taberî, Târîh, c. 3, s. 41, İbn EsiY, Kâmil, c. 2, s. 1 75.
[42] İbn Hazm, Cevâm iu’s-Sîre, s. 184.
[43] İbn İshak, İbn Hişam.c. 3, s. 100, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 297, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 59, Taberî, Târih, c. 3, s. 24, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 19.
[44] Vâkıdî, c. 1, s. 384, İbn Sa’d, c. 2, s. 59, Diyarbekrî, c. 1, s. 465.
[45] İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 100, Vâkıdı, c. 1, s. 297, İbn Sa’d, c. 2, s. 59.
[46] İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 220, Taberî, c. 3, s. 42, İbn Hazm, s. 1 84, Zehebî, s. 204, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 89.
[47] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 59.
[48] Taberî, Târîh, c. 3, s. 41.
[49] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c.2,s. 59.
[50] Taberî, Târîh, c. 3, s. 42.
[51] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 59.
[52] Taberî. Târîh. c. 3. s. 42.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/350-352.
[53] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 59.
[54] Taberî, Tânh.c. 3, s. 42.
[55] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 523.
[56] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 59.
[57] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 386, Halebî, İnsânu’l-u^ûn, c. 2, s. 580.
[58] Taberî, Târîh,c.3, s. 42.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/352-353.
[59] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 89.
[60] Vâki cif, c. 1.S.387, İbn Sa’d, c. 2, s. 59, Taberî, c. 3, s. 42.
[61] Taberî, Târîh, c. 3, s. 42.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/353.
[62] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 220, Ebu’l-Fidâ, c. 4,s.87,İbn Haldun, Târih, c. 2,ks. 2, s. 29.
[63] Vâkıdî, c.1, s. 384, İbn Sa’d, c. 2, s. 59, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1 , s. 340, Taberî, c. 3, s. 42, İbn Hazm, Cevâmiu’s-sfne, s. 184, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 1 76, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 54, Zehebî, Megâzî, s. 204, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 140.
[64] Vâkıdî, c. 1.S.387, İbn Sa’d, c. 2, s. 59, İbn Seyyid, c. 2, s. 54, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 140.
[65] Vâkıdî, c. 1, s. 387, İbn Sa’d, c. 2, s. 59, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 388, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 54, Zehebî, s. 204, Kastalânf, c. 1, s. 1 40.
[66] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 387, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 54.
[67] Vâkıdî, c. 1, s. 388, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 59.
[68] Vâkıdî, c. 1, s. 387, İbn Sa’d, c. 2, s. 59-60.
[69] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 385, Zehebî, Megâzî, s. 202, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 89.
[70] Vâkıdî, c. 1.S.387, İbn Sa’d, c. 2, s. 60, Zehebî, c. 204.
[71] Taberî, Târîh, c. 3, s. 42, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 87, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 140.
[72] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 220-221, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 388-389, Taberî, Târîh, c. 3, s. 41, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve , c. 3, s. 385, 387.
[73] Vâkıdî, M egâzf, c. 1, s. 388-389.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/353-355.
[74] Vâkıdî, c. 1, s. 388, İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 2, s. 60.
[75] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 220, Vâkıdî, c. 1 ,s.388, İbn Sa’d, c. 2, s. 60, Taberî, c. 3, s. 41, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, c.184, Beyhakî, c. 3, s. 386.
[76] İbnİshak, İbn Hişam, c. 3, s. 220, Taberî, c. 3, s. 41, İbn Hazm, s. 184, Beyhakî, c. 3, s. 387, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 175, İbn Seyyid,c.2, s. 53, Zehebî, s. 203, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 87, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 29.
[77] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 465.
[78] İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 220, Taberî, c. 3, s. 41, İbn Hazm, s. 184, Beyhakî, c. 3, s. 387, İbn Seyyid, c. 2, s. 53, Kastalânf, c. 1 ,s.14O.
[79] Zehebî, Megâzî, s. 203.
[80] Vâkıdî, Megâzî, c. 1,s.387.
[81] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 220, Vâkıdî, c. 1, s. 388, İbn Sa’d, c. 2, s. 60, Taberî, c. 3, s. 41, Beyhakî, c. 3, s. 387, İbn Seyyid, c. 2, s. 53-54, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 87.
[82] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, c. 184, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 29.
[83] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 389, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 60.
[84] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 200, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 388, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 60, Taberî, Târîh, c. 3, s.41, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 387, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 175, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 53-54.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/355-356.
[85] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 220, Vâkıdî, c. 1, s. 384, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 340, Taberî. c. 3. s. 41. İbn Hazm. Cevâmiu’s-sîre. s. 184.
[86] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 60, İbn Habfb, Kitâbu’l-muhabber, s. 113, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 89.
[87] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 60, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 89.
[88] İbn Sa’d, c. 2, s. 60, İbn Habıb, s. 11 3, Zehebî, Megâzî, s. 203, Ebu’l-Fidâ, c. 4,s. 89.
[89] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 384.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/356-357.
[90] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.2, s. 147-150, Ebu Ubeyd, Kitâbu’l-emvâl, s. 290-294.
[91] Diyarbekrî, Târıhu’l-ham fs, c. 1, s. 467.
[92] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre,c.2, s. 213, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 7, s. 246-247.
[93] Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 155.
[94] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre,c.2, s. 213.
[95] Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 155.
[96] İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 855.
[97] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.2, s. 213.
[98] Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 155.
[99] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 170.
[100] Ebu Dâ’vud, Sünen, c. 4, s. 155.
[101] Buhar, Sahih, c. 4, s. 186.
[102] Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 155.
[103] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.2, s. 214.
[104] Buhârî, Sahıh,c.4, s. 1 86, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1326.
[105] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.2, s. 215.
[106] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.2, s. 215.
[107] Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 156.
[108] İbn İshak.İbnHişam, c. 2, s. 215, Buhârî, c. 4, s. 186, Ebu Dâvud, c. 4, s. 154.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/357-360.
[109] Nur: 2.
[110] Ömer Nasuhi, Istılâhat-ı Fıkhiye Kamusu, c. 3, s. 208-241.
[111] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 465.
[112] Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 55.
[113] Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 139-141.
[114] Nur: 3, Tirm izf, Sünen, c. 5, s. 329.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/361-362.
[115] Ebut-Tayyib, Ikdu’s-simfn, c. 1, s. 249, Semhûdf, Vefâu’l-vefâ, c. 1, s. 300, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 469.
[116] Dârekutnî, Sünen, c. 2, s. 65.
[117] Dârekutnî, Sünen, c. 2, s. 65, Ebut-Tayyib, Ikdu’s-simfn, c. 1, s. 249, Semhûdf, Vefa, c. 1, s. 300, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 469.
[118] Dârekutnî, Sünen, c. 2, s. 249.
[119] Ebut-Tayyib, Ikdu’s-simfn, c. 1, s. 249.
[120] Semhûdf, Vefa, c. 1, s. 300, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 469.
[121] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 267, İbnMâce, Sünen, c. 1, s. 401, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 3, s. 333-334.
[122] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 16, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 1, s. 154.
[123] İbn Ebf Şeybe, Musannef, c. 2, s. 467, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 318, Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 24, 25, 29, Müslim , Sahih, c.1, s. 628,630.
[124] İbn Hibbân’ın Sahîh’inden naklen. Semhûdf. Vefa. c. 1. s. 300.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/362.
[125] Tahâvf, Muhtasar, s. 39.
[126] İbn Ebf Şeybe, Musannef, c. 2, s. 470471.
[127] İbn Ebf Şeybe, Musannef, c. 2, s. 471, Ahmed b.Hanbel, Müsned, c. 6, s. 98, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 25, Müslim, Sahih, c. 2, s. 620, 627.
[128] Buhârî, c. 2, s. 4-25, 31, Müslim, c. 2, s. 620, Tirmizî, c. 2, s. 447.
[129] Müslim, Sahih, c. 2, s. 621, 623, E bu Dâvud, Sünen, c. 1, s. 306, Tirmizî, Sünen, c. 2, s. 448-449.
[130] Müslim, Sahih, c. 2, s. 627, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 297, Dârekutnî, Sünen, c. 2, s. 64.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/363.
[131] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 29.
[132] İbn Ebf Şeybe, Musannef, c. 2, s. 472, 473, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 29.
[133] Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 3, s. 343.
[134] İbn Ebf Şeybe, Musannef, c. 2, s. 473, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 3, s. 343.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/363.
[135] Ibn Sa’d. Tabakâtü’l-kübrâ. c. 1. s. 295-296.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/364.
[136] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 200.
[137] Dineuerf, Kitâbu’l-ahbâr, s. 74.
[138] Mes’ûdf, Murûcu’z-zeheb, c. 2, s. 226.
[139] Semhûdf, Vfefâu’l-vefâ, c. 1, s. 1 53-154.
[140] Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 599.
[141] Semhûdf, “vefa u’l-vefa, c. 1, s. 1 53.
[142] Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 599.
[143] Semhûdf, Vfefâu’l-vefâ, c. 1, s. 1 54.
[144] Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 599.
[145] Mes’ûdf, Murûcu’z-zeheb, c. 2, s. 68.
[146] Semhûdf, Vfefâu’l-vefâ, c. 1, s. 1 54.
[147] Mes’ûdf, Murûcu’z-zeheb, c. 2, s. 67-68.
[148] Hâkim. Müstedrek. c. 2. s. 599-600.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/364-366.
[149] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 228-234, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 75-79, Ahmed b. Hanbel, Müsned.c.5, s. 541 -543, E bu N ua ym, D elâi lü’n-nübü we, c. 1, s. 258 -262, Beyhak f, D ela ilü “n-n übü we, c. 2, s. 92-9 7, İ bn E sf r, U sdu ‘l-gâbe, c. 2, s. 417-419, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 60-64, Zehebî, Târîhu’l-İslâm , s. 95, 101, Heysemî, Meanau’z-zevâid, c. 9, s. 332-335.
[150] Semhûdf, Vfefâu’l-vıefâ, c. 1, s. 300, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 468.
[151] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 234-235, İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 79, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 443, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 263-264, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 10, s. 321 -322, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 64, Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 101-102.
[152] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 635, İ bn Asâkfr, Târîh, c. 6, s. 198-199, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 65.
[153] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 635, Kadı I yaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 277-278, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 65.
[154] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/367-368
[155] İbn İshak.İbnHişam , Sîre, c. 1, s. 235, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 79-80, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 443- 444, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 1, s. 264, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 10, s. 322, İbn Asâkfr, Târih, c. 6, s. 196-197, İbn Seyyid, Uyun, c. 1 , s. 64, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 367-368, Heysemî, M eanau’z-zevâid, c. 9, s. 335-336.
[156] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 41 9.
[157] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 185, Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 278.
[158] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 1, s. 235, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 79-80, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 443-444, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 1, s. 264, İbn Asâkfr, Târih, c. 6, s. 196-197, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c.1, s. 64, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 367-368, Heysemî, M eanau’z-zevâid, c. 9, s. 335-336.
[159] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/368-369.
[160] Ebut-Tayyib, Ikdu’s-simfn, c. 1, s. 249, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1,s.468.
[161] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 426, E but-Tayyib, Ikdu’s-sim m, c. 1, s. 249, Diyarbekrî, c. 1, s. 468.
[162] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 426.
[163] Vâki dr, c. 2, s. 426, Ebu’t-Tayyib, Ikdu’s-amın, c. 1, s. 249, Diyarbekrî, c. 1, s. 468.
[164] Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 10, s. 22, Dârekutnî, Sünen, c. 4, s. 304, 305, Alâüddin Ali, Kenzu’l-ummâl, c. 4, s. 463.
[165] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 426.
[166] Belâzuıî, Ensâb, c. 1 , s. 510.
[167] Mâlik, Muvatta’, c. 2, s. 467-468, Ahmed b. Han bel, M üsned, c. 2, s. 5, Buhârî, Sahih, c. 3, s. 219-220, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1491 -1492, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 29, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 205, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 510, Dârekutnî, Sünen, c. 4, s. 299.
[168] Buhârî, Sahih, c. 3, s. 219-220, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 510, Dârekutnî, Sünen, c. 4, s. 300.
[169] Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 29.
[170] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 160, 256, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 132, Dârekutnî, Sünen, c. 4, s. 301, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 10, s. 21.
[171] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1,s.493, Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 220, Nesâf, Sünen, c. 6, s. 227.
[172] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 493.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/369-371.
[173] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 505, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 30, İtan Mâce, Sünen, c. 2, s. 960, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 114, Dârekutnî, Sünen, c. 4, s. 111, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 10, s. 20.
[174] Kâsânf, Bedâyiu’s-sanâyi’, c. 6, s. 206.
[175] Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 468, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 10, s. 20.
[176] Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 468.
[177] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 256, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 29, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 205, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 960, Nesâf, Sünen, c. 6, s. 226.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/372.
[178] Taberî, Târih, c.1, s. 163.
[179] Ffruzâbâdf, Kâmûsu’l-muhit, c. 2, s. 362.
[180] Yakut, Mu’cemu’l-büldân, c. 2, s. 487.
[181] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 62.
[182] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 581 .
[183] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 403, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 62, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 2, s. 54, Zehebî, Megâzî, s. 212, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye vıe’n-nihâye, c. 4, s. 92.
[184] Vâki dr, c. 1.S.403, Zehebî, s. 212, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 92.
[185] Belâzuıî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 341.
[186] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 62, Taberî, Târih, c. 3, s. 43, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 54.
[187] Vâkıdî, c. 1, s. 402, İbn Sa’d, c. 2, s. 62, İbn Seyyid, c. 2, s. 54, Zehebî, s. 21 2.
[188] Vâkıdî, c. 1, s. 402, İbn Sa’d, c. 2, s. 62, İbn Habfb, Kitâbu’l-muhabbet-, s. 114, Belâzun, c. 1, s. 341, Taberî, c. 3, s. 43, İbn Hazm , Cevâmiu’s-Sîre, s. 185, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 1 77, İ bn Seyyid, c. 2, s. 54, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 92, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks.2,s.29.
[189] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 224, Vâkıdî, c. 1, s. 402, İbn Sa’d, c. 2, s. 62, Belâzun, c. 1, s. 341, Taberî, c. 3, s. 43, İbn Hazm, s. 185, İbn Esîr, c. 2, s. 177, Zehebî, s. 212, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 92.
[190] Vâkıdî, c. 1, s. 402, İbn Sa’d, c. 2, s. 62, İbn Seyyid, c. 2, s. 54.
[191] Vâkıdî, c. 1, s. 402-403, İbn Sa’d, c. 2, s. 62, İbn Seyyid, c. 2, s. 54, Zehebî, Megâzî, s. 212.
[192] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 403, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 62.
[193] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 169, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1025, İbn Sa’d, c. 2, s. 166, Taben, Târih, c. 3, s. 146.
[194] Zehebî, Megâzî, s. 212.
[195] İbn Habıb, Kitâbu’l-muhabber, s. 114.
[196] İbn Habıb, Kitâbu’l-muhabber, s. 114, Zehebî, Megâzî, s. 212.
[197] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 403, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 62.
[198] Vâkıdî, c. 1, s. 404, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 54, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 92.
[199] Vâkıdî, c. 1, s. 403-404, İbn Sa’d, c. 2, s. 62-63, İbn Sey/id, c. 2, s. 54.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/372-375.
[200] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8, s. 451.
[201] Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 51, Buharı, c. 2ıs.193ıNesâr,c.6ı s. 250.
[202] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 7, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1 , s. 469, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 583.
[203] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 7, Nesâf, Sünen, c. 6, s. 255.
[204] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8, s. 451.
[205] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/375-376.
[206] Kastalânf, c. 1, s. 141, Diyarbekrî, c. 1, s. 470.
[207] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 404, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 63, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 4, s. 47, Zehebî, egâzî, s. 215.
[208] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre, c. 302, Taberî, Târih, c. 3, s. 64, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 203,204, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 93.
[209] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 63.
[210] Ffruzâbâdf, Kâmûsu’l-muhft, c. 1, s. 287.
[211] Vâkıdî, c. 1, s. 404, İbn Sa’d, c. 2, s. 63, Beyhakî, c. 4, s. 47, İbn Seyyid, c. 2, s. 92, Kastâlânf, c. 1, s. 141, Diyarbekrî, c. 1, s. 470, Halebî, c. 2, s. 583-584.
[212] Vâkıdî, M eg âzf, c. 1, s. 404-405, Ha lebî, İ nsânu’ l-uyÛn, c. 2, s. 58 3-58 4, Zürk ânî, M e vahibü’l-l edünni ye Ş erh i, c. 2, s. 96-97.
[213] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 405, İ bn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 63, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 4, s. 47, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 2, s. 92, Halebî, İ nsân, c. 2, s. 584, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 97.
[214] Zehebî, Megâif, s. 214, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 1 56.
[215] Vâkıdî, c. 1, s. 405, İbn Sa’d, c. 2, s. 63, İbn Seyyid, c. 2, s. 94, Halebî, c. 2, s. 584.
[216] Vâkıdî, c. 1, s. 405, İbn Sa’d, c. 2, s. 63, Halebî, c. 2, s. 584.
[217] Vâkıdî, c.1 , s. 404, İbn Sa’d, c. 2, s. 63, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf.c.1 , s. 341 .Zehebî, Megâzî, s. 21 4,Ebut-Tayyib, Ikdu’s-simfn, c. 1, s. 249, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1 , s. 141.
[218] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 302, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 342, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 203, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 92, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 156, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 33, Halebî, c. 2, s. 584.
[219] İbn Sa’d, c. 2, s. 63, Zehebî, Megâzî, s. 214, Kastalânf, c. 1, s. 141, Diyarbekn, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 470, Halebî, c. 2, s. 584.
[220] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 302, İbn Sa’d, c. 2, s. 63, Belâzurî, c. 1, s. 342, İbn Hazm, s. 203, İbn Seyyid, c. 2, s. 92, Zehebî, s. 214, Ebu’l-Fidâ, c.4,s. 156, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 33, Kastalânf, c. 1, s. 141, Diyarbekrî, c. 1, s. 470, Halebî, c. 2, s. 584.
[221] Vâkıdî, M egâzf, 1367-1948 baskı sı, s. 30 5.
* Belka: Medine yakınında, ekinlikleri, kuyuları çok bir yerdir (Zürkânf, c. 2, s. 97).
[222] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 406.
[223] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 409.
[224] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/376-379.
[225] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 406, Halebî, İnsânu’l-uvûn, c. 2, s. 584-585, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şertıi, c. 2, s. 97.
[226] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/379-380.
[227] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 407, İbn Sa’d, Tabakatu’l-Kübra, c. 2, s. 63-64, Beyhaki, Delailu’n-nübüvve, c. 4, s. 47-48; İbn Seyyid, Uyunu’l-eser, c. 2, s. 92, Kastalani, Mevahibu’l-ledünniyye, c. 1, s. 141, Diyarbekri, Tarihu’l-hamis, c. 1, s. 470.
[228] İbn İshak, İbn Hişam, Sire, c. 3, s. 306, Vakidi, Megazi, c. 1, s. 407, Beyhaki, Delal, c. 4, s. 48, İbn Esir, Usdu’l-Gabe, c. 2, s. 463, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 95, Ebu’l-fida, el-Bidaye ve’n-nihaye, c. 4, s. 158, Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, c. 6, s. 142, Diyarbekri, c. 1, s. 470, Halebi, İnsanu’l-uyun, c. 1, s. 585.
[229] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 31, Buhari, Sahih, c. 3, s. 122, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1356, Ebu Davud, Sünen, c. 3, s. 42, Belazuri, Ensabu’l-Eşraf, c.1, s. 342, Beyhaki, Delal, c. 4, s. 48, İbn Seyyid, c. 2, s. 92, Zehebi, Megazi, s. 215, Ebu’l-Fida, c. 4, s. 156, Kastalani, c. 1, s. 141, Diyarbekri, c. 1, s. 470.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/380-381.
[230] Vâkıdî, Megâzî, c. 1 , s. 407, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 4, s. 48, Zehebî, Megâzî, s. 21 5, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 156, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 585, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 97.
[231] Vâkıdî, c. 1, s. 407, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 64, Beyhakî, c. 4, s. 48, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 92, Zehebî, s. 215, E bu’l-Fidâ, c. 4, s. 156, Kastalânf, ç. 1, s. 141, Diyarbekrî, c. 1, s. 470, Halebî, c. 2, s. 585.
[232] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 306, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 95.
[233] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 4, s. 48.
[234] Vâkıdî, c. 1, s. 407, İbn Sa’d, c. 2, s. 64, Beyhakî, c. 4, s. 48, Kastalânf, c. 1, s. 1 41, Diyarbekrî, c. 1, s. 470.
[235] Vâkıdî, c. 1, s. 407, 410, İbn Sa’d, c. 2, s. 64, Diyarbekrî, c. 1, s. 470.
[236] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 302, Vâkıdî, c. 1, s. 407-408, Taberî, Târîh, c. 3, s. 64, İbn Haim, Cevâmiu’s-Sîre, s. 204, İbn Esîr, Kâm il, c. 2, s. 192, İbn Seyyid, c. 2, s. 93, E bu’l-Fidâ, c. 4, s. 156, Diyarbekrî, c. 1, s. 470-471.
[237] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/381-382.
[238] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 410, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 64.
[239] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 410,İbn Sa’d, Tabakât.c. 2, s. 64, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 93, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 470, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 585, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 98.
[240] Belâzuıî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 342.
[241] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/382-383.
[242] Vâkidi, Megâzı, c. 1, s. 409-410.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/383-384.