Fetih Seferinin Tarihi ve Mevkii
Abdulmuttalib’le Huzâalar Arasında İttifak Antlaşması Yapılışı
Benî Bekrlerle Huzâalar Arasındaki Düşmanlık
Benî Bekrlerden Benî Di’llerin Huzâalardan Öç Almaya Niyetlenmeleri
Huzâalara Saldırmak İçin Bahane Edilen Son Hadise
Kureyş Müşriklerinin Nüfâseleri Gizlice Destekleyerek Huzâaları Öldürtmeleri
Kureyş Müşriklerinin Yaptıkları İşin Sonucunu Düşünerek Korkuya Düşmeleri
Huzâaların Yardım Dileklerini Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine’den Cevaplayışı
Huzâaların Medine’ye Gelişi
Kureyş Müşriklerine Mektup Gönderilişi
Ebu Süfyan Medine Yolunda
Ebu Süfyan’ın İşlenilen Cinayeti Gözardı Etmeye Çabalayışı
Acele Sefer Hazırlığına Girişilişi ve Bunun Gizli Tutuluşu
Hâtıb’ın Kureyş Müşriklerine Harekât Durumunu Bir Yazı ile Bildirmeye Yeltenişi
Mektubun Kureyş Müşriklerine Bir Kadınla Gönderilişi
Hâtıb’ın Sorguya Çekilişi
Medine’den Mekke’ye Doğru Yola Çıkış
Zübeyr b. Avvam’ın Bir Süvari Birliğinin Başında Öncü Olarak İleri Sürülüşü ve Hevâzin
Casusunun Yakalanıp Sorguya Çekilişi
Uyeyne b. Hısn’ın Arc’da Gelip Mücahidlere Katılışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Orucunu Açışı ve Mücahidlere Oruçlarını Açmalarını Emredişi
Medine’ye Gelmek Üzere Yola Çıkan Hz. Abbas’ın Yolda Peygamberimiz Aleyhisselamla Buluşması
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidleri Savaş Düzenine Koyuşu
Ebu Süfyan b. Hâris’le Abdullah b. Ebi Ümeyye’nin Peygamberimiz Aleyhisselamla Buluşmaları ve
Müslüman Olmaları
Peygamberimiz Aleyhisselamın Merru’z-zahran’da Konaklayışı
Kureyş Müşriklerinin Ebu Süfyan b. Harb’i Denetçi ve Elçi Olarak Göndermeyi Kararlaştırmaları
Ebu Süfyan’la Hakîm b. Hizam ve Büdeyl b. Verkâ’nın Müslüman Olmaları
Ebu Süfyan’a Dar Geçitte Mücahidlerin Geçişinin Seyrettirilişi
İslâm Mücahidlerinin Tamamıyla Gelip Zî Tuvâ’da Toplanışı
Mekkeli Müşriklerin İslâm Mücahidlerine Karşı Koymaya ve Çarpışmaya Hazırlanmaları
Mücahidlerin Savaş ve Mekke’yi Fetih Düzenine Konulması ve Kumandanlara Harekât
Hakkında Talimat Verilişi
Üsâme b. Zeyd’in Mekke’de Nereye İnileceğini Soruşu ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayf’a
İnileceğini Bildirişi
Ebu Kuhâfe’nin İslâm Mücahidlerini Ebu Kubeys Dağından Kızına Gözetletişi
Ebu Süfyan’la Hakîm b. Hizam’ın Kureyşlileri Uyarmak ve İslâmiyete Davet Etmek Üzere Önden
Gönderilişi
Hz. Abbas’ın Peygamberimiz Aleyhisselamdan İzin Alarak Mekke’ye Gidişi
Halid b. Velid’in Ellît Mevkiinden Mekke’ye Girişi
Ebu Süfyan’la Hakîm b. Hizam’ın Müşriklere Öğüt ve Tavsiyeleri
Zübeyr b. Avvam’ın Mekke’ye Yukarı Tarafından Girişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke’ye Girişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekkelilere Eman Verdiğini İlân Ettirişi
Ensarın Duydukları Endişelerin Giderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hacun’da Kurulan Çadıra İnişi
Abdullah b. Hatal’ın Suçu ve Öldürülüşü
Hâris b. Tulaytıla’nın Öldürülüşü
Huveyris b. Nukayz’ın Öldürülüşü
Mıkyes b. Subâbe’nin Öldürülüşü
Safvan b. Ümeyye’nin Cidde’ye Kaçışı
İkrime b. Ebu Cehil’in Yemen’e Kaçışı
Hebbar b. Esved’in Kaçıp İzini Kaybedişi
Abdullah b. Zibârâ İle Hübeyre b. Ebi Vehb’in Necran’a Kaçmaları
Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’in Öldürülmek İçin Aranılışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescid-i Haram’a Gelişi ve Kâbe’yi Tavaf Edişi
Fadâle’nin Kötü Niyetini Değiştiren ve İmanını Berkiştiren Bir Hadise
Ebu Süfyan b. Harb’in İçinden Geçirdiği Bir Kuruntudan Dolayı Uyarılışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kâbe’nin Anahtarını Getirtmesi
Kâbe Çevresindeki Putların Yıktırılışı
Bilal-i Habeşî’nin Kâbe Üzerinde Ezan Okumasından Müşriklerin Tedirgin Olmaları
Yıkılan Putların Kırılacaklarının Kırılışı ve Yakılacaklarının Yakılışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ümmü Hani’nin Evinde Fetih Namazı Kılışı
Mücahidlerin Fetih Gecesini Zikir ve İbadetle Geçirmeleri
Kâbe’nin İçindekiler ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Kâbe’ye Girişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Birinci Fetih Hutbesi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Birinci Fetih Hutbesi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hicâbe ve Sikâye Hızmetlerini Eski Görevlilerine Vermesi
Ebu Ahmed’in Müşrikler Tarafından Gaspedilen Evleri Karşılığında Cennette Verilecek Köşke Razı Oluşu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Karşısında Titremeye Başlayan Adamı Teskin Edişi
Mekkelilerin Peygamberimiz Aleyhisselama İslâmiyet Üzerine Bey’atları
Ebu Kuhâfe’nin Peygamberimiz Aleyhisselama Getirilip Bey’at Ettirilişi
Hz. Ebu Bekir’in Bacısına Alınan Gerdanlığı Hakkındaki Tavsiyesi
Ebu Leheb’in Oğulları Utbe ve Muattib’in Getirtilip Bey’at Ettirilişi
Mekkeli Kadınların Peygamberimiz Aleyhisselama Bey’at Ettirilişi
Hind ve Kızkardeşinin Peygamberimiz Aleyhisselamla Konuşmaları
Hind’in Peygamberimiz Aleyhisselama Oğlak Kebabı Hediye Edişi ve Koyunlarının ve
Kuzulayıcılarının Bereketlenişi
Mekke Evlerindeki Putların Kırılışı ve Bazı Şeylerin Yasaklanışı
Mekkeli Çocuklar İçin Peygamberimiz Aleyhisselama Dua Ettirilişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Süheyl b. Amr’a Eman Verişi
Huvaytıb b. Abduluzzâ’nın Müslüman Oluşu
İkrime b. Ebu Cehil’e Eman Verilişi ve Kendisinin Müslüman Oluşu
Hâris b. Hişam’ın Müslüman Oluşu
Şair Abdullah b. Zibârâ’nın Necran’dan Gelip Müslüman Oluşu
Abdullah b. Sa’d b. Ebi Serh’in Özür Dileyişi ve Müslümanlığa Dönüşü
Peygamberimiz Aleyhisselamın Safvan b. Ümeyye’ye Eman Verişi
Enes b. Züneym ed-Di’lî’nin Suçunun Affedilişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ordu İhtiyacı İçin Mekkeli Üç Zenginden Ödünç Para Alışı
İşkence ile Dininden Döndürülen Cebr’in Yeniden Müslüman Oluşu
Peygamberimiz Aleyhisselama Sa’d b. Bekrlerden Bir Kadının Hediye Olarak Süt ve Keş Peyniri Getirişi
Peygamberimiz Aleyhisselama İçmesi İçin Üzüm Şırası Getirilişi
Peygamberimiz Aleyhisselama Sakîfli Bir Dostu Tarafından Hamr (Şarap) Hediye Edilmek İstenilişi
Mekke’nin Fethinde Haram Kılınan, Yasaklanan Şeyler
Soylu Bir Kadının Hırsızlık Suçundan Dolayı Elinin Kesilişi
Fetih Müyesser Olursa Beytü’l-Makdis (Kudüs)’te Namaz Kılmayı Adamanın Hükmü
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke’de Kaldığı Müddetçe Namazlarını Seferî Olarak Kıldığı, Kıldırdığı
Saîd b. Saîd’in Mekke Çarşısı Müfettişliğine Tayin Edilişi
Mekke Harem Sınırı ve Sınır Taşları
Mekke Hareminin Sınırı:
Kureyş Müşriklerinin Harem Sınır Taşlarını Söktükten Sonra Yerine Koymaları
Mekke Çevresindeki Putların Yok Edilmeleri İçin Birlikler Gönderilişi
Halid b. Velid’in Uzzâ Putunu Kesişi
Amr b. Âs’ın Süva’ Putunu Yıkmaya Gönderilişi
Sa’d b. Zeyd el-Eşhelî’nin Menat Putunu Yıkmaya Gönderilişi
Amr b. Selimetü’l-Cermî’nin Müslüman ve Küçük Yaşta Kavminin İmamı Oluşu
Halid b. Velid’in Benî Cezîmelere Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Beni Cezimelere Yapılandan Üzüntü Duyuşu ve Allah’a sığınışı
Abdurrahman b. Avf’ın Halid b. Velid’i Kınaması ve Onunla Tartışması
Hz. Ömer’in Halid b. Velid’i Kınaması ve Kendisine Tavsiyesi
Gerekli Bir Açıklama
MEKKE’NİN FETHİ
Fetih Seferinin Tarihi ve Mevkii
Mekke’nin fethi seferi, Hicretin 8. yılında Ramazan ayında vuku bulmuştur.[1]
Mekke; Arap yarımadasının Hicaz bölgesinde olup, Batlamyus’a göre, Mağrib tarafından 78 derece tul, 23 veya 21 derece arz dairesinde, Seratan Burcunun alt noktasında ve ikinci iklimde bulunmaktadır.[2]
Mekke; her taraftan yükselen dağlarla çevrili bir vadide kurulmuştur.
Mekke’nin akarsuları yoktur, suyu gökten gelir.
Kuyu suları içinde devamlı olarak içilen Zemzem’den daha tatlısı yoktur.
Mekke’de, çöl ağaçlarıyla tektük hurma ağacından başka, meyve ağaçlarına da pek rastlanmaz.
Fakat, Mekke Hareminin sının dışına çıkılınca, birçok akarsuları, bahçe, bostan ve ekinlikleri bulunan vadilerle karşılaşılır.[3]
İbrahim Aleyhisselam, zevcesi Hz. Hacer’le süt emen oğlu İsmail Aleyhisselamı Şam’dan alıp Mekke şehrinin bulunduğu vadiye getirdi.
Onları bugün Mescid-i Haram’ın bulunduğu yerde, Zemzem kuyusunun yukarısındaki büyükçe bir ağacın yanına bıraktı.
O tarihte Mekke’de ne bir kimse, ne de içecek su vardı.
İbrahim Aleyhisselam, Yüce Allah’ın emriyle getirdiği Mekke’nin bu ilk sakinlerine, bir kırba su ile bir dağarcık hurma bıraktı.
Kendisi, dönüp Şam’a gitti.
Gideceği sırada, ellerini kaldırarak:
“Ey Rabbim! Zürriyetimden bir kısmını, ekin bitmez bir vadide, Senin dokunulmaz Beyt’inin yanında yerleştirdim.
İnsanlardan bir kısmını, namaz kılmak için, zürriyetimin bulunduğu bu yere meylettir, heveslendir!
Onları her çeşit meyvelerden nzıklandır! Umulur ki, Sana şükrederler”[4] diyerek dua etti.
Onlara Yüce Allah tarafından gönderilen melek (Cebrail Aleyhisselam), Zemzem kuyusunun suyunu meydana çıkardı.
Bu ana oğul orada yaşayıp dururlarken, günün birinde, yurt edinmeye çıkan Cürhümilerden bir cemaat, Kedâ yolu ile gelip Mekke’nin alt tarafına kondular.
Onlar, oraya bir kuşun gelip gittiğini görünce:
“Herhalde, şu kuş, su başında dönüp dolaşıyordun Halbuki, biz bu vadide su bulunmadığını biliyorduk” dediler.
Durumu öğrenmek üzere, ayağına çevik bir-iki kişi gönderdiler.
Bunlar dönüp suyun bulunduğunu topluluklarına haber verdiler.
Bunun üzerine, Cürhümîler, Hz. Hacerl Zemzem’in başında görünce:
“Bizim de gelip şuraya, senin çevrene konmamıza izin verir misin?” diye sordular.
Hz. Hacer:
“Evet! Konabilir ve bir hak iddia etmemek şartıyla bu sudan da yararlanabilirsiniz!” dedi.
Cürhümîler bu şartla oraya kondular.
Hz. Hacer de, böylece, ıssızlıktan kurtulmuş oldu.
Cürhümflerin geride kalan cemaatleri de geldiler, Mekke şehir haline gelmeye başladı.
İsmail Aleyhisselam, büyüyüp yiğitlik çağına basınca, Cürhüm ilerden bir kızla evlendi.
Daha sonra, İbrahim Aleyhisselam Şam’dan geldi. Oğlu ile birlikte, Kabe’yi eski temeli üzerine yeniden çattı. Yüce Allah’ın emriyle, insanlan hacca çağırdı.[5]
Cürhümîler, Yemen Kahtanlarından idiler.
Bunlar, Amalika’dan Katura oğullarıyla birlikte Hicaz’a gelmişler, onları hakimiyetleri altına almışlardı.[6]
Cürhümiler, o zaman, Mekke’ye yakın bir vadide,[7] Amalika’dan olan bir kısım halk da, yine Mekke çevresinde oturmakta idiler,
O zaman, Mekke; selem ve semüre denilen dikenli ağaçların, çalıların bittiği bir yerdi.
Beytullah’ın yeri ise, kırmızı kesekli, tepemsi bir yer halinde idi.[8]
Fethin tek sebebi, Hudeybiye muahede ve musalahasının Kureyş müşriklerince ihlal edilişi, bozuluşu idi.
Hicretin 6. yılında Hudeybiye’de Peygamberimiz Aleyhisselamla Kureyş müşrikleri arasında yapılmış olan muahedenin 8 ve 9. maddelerine göre; Peygamberimiz Aleyhisselamın da, Kureyş müşriklerinin de akd ve ahdlerine girmek isteyenler, serbest bırakılmışlardı.[9]
Muahede ve musâlahayı yazdırma işi bittiği sırada:[10]
“Resûlullah Aleyhisselamın akd ve ahdine girmek isteyen, girsin!”[11] denilince:
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bu yoldaki taahhüt ve şartlarım, yanıma katılacak olan kişiler hakkında da caridir!” buyurmuştu.[12]
Bunun üzerine, Huzâalar, Ka’b oğulları sıçraşmıslar:
“Biz, Muhammed’in akdine ve ahdine gindik![13] Yâ Rasûlallah! Biz senin yanındayız![14]
Bizim bu sözümüz, gerimizdeki kavmimizden olan kişilerin de adınadır!” demişlerdi.[15]
Kureyş müşrikleri de:
“Bizim bu yoldaki taahhüt ve şartlarımız, yanımıza katılacak olan kişiler için de caridir, geçerlidir!” demişlerdi.[16]
Bunun üzerine, Bekr oğulları sıçraşıp:
“Biz de, Kureyşîlerin akdine ve ahdine girdik![17] Bizim bu sözümüz, gerimizdeki kavmimizden olan kişilerin de adınadır!” demişler;[18] böylece, Bekr oğulları Kureyş müşriklerinin, Huzâalar da Peygamberimiz Aleyhisselamın akd ve ahdine girmişlerdi.[19]
Huzâalar; Peygamberimiz Aleyhisselamın dedesi Abdulmuttalib b. Hâşim’in antlaşmalısı, müttefiki idiler.
Abdulmuttalib b. Hâşim’in bu hususta yazdığı yazı, Huzâaların elinde bulunuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu, Hudeybiye günü Übeyyb. Ka’b’a okutturmuşt.[20]
Abdulmuttalib’in Mekke’deki biricik yardımcısı, savunucusu ve işlerinin görüp gözeticisi olan amcası Muttalib b. Abdi Menaf ölünce, öteki amcası Nevfel b. Abdi Menaf, Abdulmuttalib’in dağ eteklerindeki mülklerini gaspetmiş, Abdulmuttalib bundan dolayı çok bunalmıştı.[21]
Abdulmuttalib, Kureyş kavminin ileri gelenlerine gidip, amcasının gasbına karşı kendisine yardım etmelerini istemişse de,[22] onlar:
“Biz seninle amcanın arasına girici değiliz! (Bu, sizin iç işiniz!)” demişlerdi.[23]
Bunun üzerine, Abdulmuttalib, Medine’deki Hazrecîlerden, dayılan olan Neccar oğullarına yazdığı bir manzume ile durumu anlatmıştı. Ebu Es’ad en-Neccârî, hemen, 80 süvari ile birlikte yola çıkıp Ebtah’a geldi.
Abdulmuttalib, onun yanına vardı ve:
“Ey dayı! Evime in!” dedi.
Ebu Es’ad:
“Nevfel ile hesaplaşmadıkça, olmaz!” dedi.[24]
Kabe’nin yakınında, develerini ıhdırdılar.[25]
Kalkanlarını astılar, sırmalı elbiselerini tersine çevirdiler.[26]
Nevfel b. Abdi Menaf, o sırada, Hicr’de Kureyşlilerin yaşlılarıyla birlikte oturuyordu.[27]
Onları görünce:
“Herhalde bunlar bir kötülük için gelmişlerdir!” dedi .[28]
Ebu Es’ad gidip onun başucuna dikildi, kılıcını sıyırdı[29] ve:
“Şu Beyt’in Rabbine andolsun ki; ya Abdulmuttalib’e dağ eteklerindeki mülkünü geri vereceksin, ya da seni kılıçtan geçireceğim!” dedi.[30]
Nevfel korktu[31] ve:
“Şu Beyt’in Rabbine andolsun ki; Abdulmuttalib’e, dağ eteklerindeki mülkünü geri verdim!” dedi. Orada bulunanları da buna şahit tuttu.[32] Yapmış olduğu işten dolayı da özür diledi. Abdulmuttalib’e karşı iyi davranmaya başladı.[33]
Bunun üzerine, Ebu Es’ad, Abdulmuttalib’e:
“Haydi, kızkardeşimin oğlu! Evine gidelim!” dedi.
Abdulmuttalib’in evinde üç gün oturdu ve umre yaptı .[34]
Huzâalar, Hazrec oğullarının Medine’den gelip Abdulmuttalib’e yardım ettiklerini görünce:
“Vallahi, şu vadide ondan daha güzel, daha nazik, uslu ve yumuşak huylu olan; insanları bozup helak eden kötülüklerin her çeşidinden ondan daha uzak duran bir kimse görmedik.
Hazrecîlerden olan dayıları ona yardım ettiler.
O, onların oğlu olduğu gibi, bizim de oğlumuz bulunuyor. Çünkü, onun dedesi Abdi Menaf, Huzâaların ulu kişisi Huleyl b. Hubşiyye’nin kızı Hubban’ın oğludur.
Keşke ona biz yardım etmiş, kendisiyle ittifak yapmış olsaydık da, biz ondan yararlansaydık, o da bizden yaralansaydı!” dediler.
Huzâaların ileri gelenleri, Abdulmuttalib’in yanına vardılar ve:
“Ey Ebu Haris! Sen, Neccar oğulları cemaatinin oğlu olduğun gibi, bizim de oğlumuzsun![35]
Bizler, bu yerde komşularız.[36]
Kureyşîlere karşı kalblerde olan hınç ve kinleri, geçen günler öldürmüş, yok etmiş bulunuyor.[37]
Gel, seninle ittifak ve antlaşma yapalım” dediler.[38]
Bu teklif Abdulmuttalib’in hoşuna gitti.[39] Huzâaların davetini hemen kabul etti.[40]
Abdulmuttalib’le Huzâalar Arasında İttifak Antlaşması Yapılışı
Benî Mazin b. Adiyy b. Amr b. Luhayy’lardan:
Verka’ b. Abduluzzâ,
Süfyan b. Amr el-Kumeyrî,
Ebu Bişr,
Hacer b. Umeyr el-Kumeyrî,
Hacer b. Abdi Menaf b. Dâtır,
Abduluzzâ b. Kutm el-Mustalakî, ve daha başka ileri gelenlerle birlikte geldiler.[41]
Abdulmuttalib de, yanında Muttalib oğullarından bazıları ile birlikte,
Erkam b. Nadle b. Hâşim ve
Ebu Sayfî b. Hâşim’in iki oğlu Dahhâk ve Amr olduğu halde, 7 kişilik bir heyetle[42] Dârü’n-Nectv’e’ye girdiler.[43]
Birbirlerine yardım ve iyilik yapmak hususunda antlaştılar.[44]
Bu antlaşmada ne Abduşşems oğullarından bir kimse bulundu, ne de Nevfel!
Abdulmuttalib ile Huzâalar, aralarında bir de yazı yazıp, Kabe’nin duvarına astılar.[45]
Yazıyı yazan, Ebu Kays b. Abdi Menaf b. Zühre b. Kilâb idi.[46]
Nevfel b. Abdi Menaf, bunu görünce; o da, bütün Hâşim oğullarına karşı, Abduşşems oğullarıyla ittifak ve antlaşma yaptı.[47]
Abdulmuttalib; Huzâalarla yaptığı bu antlaşmaya riayet edilmesini, oğlu Zübeyr’e, söylediği bir manzume ile sıkı sıkı vasiyet etti.
Zübeyr de bunu Ebu Talib’e, Ebu Talib de Hz. Abbas’a öylece vasiyet etti.[48]
Sözü geçen antlaşma yazısı, kaynaklarımızdan bazılarında kısmen veya tamamen yazılı bulunmakta dir.[49]
Benî Bekrlerle Huzâalar Arasındaki Düşmanlık
Kureyş müşriklerinin müttefiki olan Benî Bekrierin, öteden beri, Huzâalaria aralarında düşmanlık vardı.
Esved b. Rem ed-Di’lî’nin müttefiki olan Benî Hadramilerden Malik b. Abbâd adındaki adam, ticaret maksadıyla yola çıkıp Huzâaların yurtlarının ortasına geldiği sırada Huzâalar tarafından baskına uğratılarak öldürülmüş ve malı da alınmıştı.
Bekr oğulları da, buna karşı, Huzâalardan bir adamı öldürmüşlerdi.
İslâmiyetin Mekke’de zuhurundan biraz önce, Huzâalar da, Benî Kinanelerin eşrafından, Benî Esved b. Rezn ed-Di’lîlerden Selma, Külsûm, Züeyb adlarındaki üç kardeşi Arafat yanındaki harem hudut belliklerinin yanında öldürmüşlerdi.
Cahiliye çağında Benî Bekrierden Esved b. Reznlere-başkalarına üstün tutulmaları sebebiyle-kan bedelinin iki katı ödenirdi. Kendileri ise bunu bir kat olarak öderlerdi.
Benî Bekrlerie Huzâalar birbirlerine karşı böyle kinli ve hınçlı birtutum içindelerken, İslâmiyet araya girdi, onları ister istemez Hudeybiye musalahasına kadar[50] oyaladı.[51]
Benî Bekrlerden Benî Di’llerin Huzâalardan Öç Almaya Niyetlenmeleri
Benî Bekr kabilesinden Benî Diller; Hudeybiye musalahasıyla birbirlerine karşı güvenç içinde yaşamalarını fırsat bilerek, Benî Esved b. Reznlerden vaktiyle öldürülmüş olan adamlarının öcünü Huzâalardan almak istediler.[52]
Benî Dillerin başkanı ve kumandanı Nevfel b. Muaviye, bu yolda bazı girişimlerde bulundu.
Ferve b. Hübeyretü’l-Kuşeyrî, Hicretin 7. yılında umre yapmak üzere Mekke’ye gidince Kureyş müşriki eriyle düşüp kalkmış, onların Peygamberimiz Aleyhisselama karşı son derecede düşmanlık beslediklerini görmüş, Kureyş müşrikleri ona:
“Ya senin görüşün nedir? Sen göçebe halkın ulususun” diye sordukları zaman:
“Sizinle onun arasındaki şu musalaha müddeti içinde dâvamızı halledeceğiz. Bütün Arapları kendimize çekeceğiz, sonra da, yurdunun ortasında onunla çarpışacağız!” demiş, Mekke’de bulunduğu müddetçe, Kureyş müşriklerinin danışma meclislerine katılmıştı.
Nevfel b. Muaviye, Ferve’nin Mekke’den geldiğini ve Kureyş müşriklerinin meclislerine katılmış olduğunu işitince, Ferve’nin çölüne indi.
Ferve, Kureyş müşriklerine neler söylediğini, ona haber verdi.
Nevfel:
“O halde, ben sizde muhakkak birşeyler bulacağım demektir.
Bizim için, düşman, yurdu yakın olandır.
Onlar, Muhammed’in heybesi gibidir! İşlerimizden bir harf bile onlara gizli kalmaz!” dedi.
Ferve:
“Kim bunlar?” diye sordu.
Nevfel:
“Kim olacak? Huzâalardır. Hayırsız, kötü Huzâalar! Muhammed’in sağ yanına oturdular!” dedi.
Ferve:
“Bu da ne demek?” diye sordu.
Nevfel:
“Sen Kureyşîlerin Huzâalara karşı bize yardım etmelerini iste ve sağla! Ötesine karışma!” dedi.
Ferve:
“Ben size bu hususta yeterim!” diye söz verdikten ve Nevfel’e yardımlarını sağlamak için Kureyş müşriklerinin Safvan b. Ümeyye, Abdullah b. Rebia ve Süheyl b. Amr gibi ileri gelenleriyle buluştuktan ve onların aradaki muahedeyi bozmanın akıbetinden korktuklarını gördükten sonra, “Kureyş kavminde iş yok!” dedi.[53]
Huzâalara Saldırmak İçin Bahane Edilen Son Hadise
Huzâalarla Kinaneler arasında en son olarak şöyle bir hadise vuku buldu: Kinanelerden Enes b. Züneym ed-Di’lî, bir gün, söylediği bir şiirle Peygamberimiz Aleyhisselamı hiciv ve tahkir edince, Huzâalardan bir genç kızmış, vurup Enes’in başını varmıştı.
Benî Bekrler, Enes’in başının yarılmasını da, Huzâalardan öç almak için bahane etmişlerdir.[54]
Kureyş Müşriklerinin Nüfâseleri Gizlice Destekleyerek Huzâaları Öldürtmeleri
Şaban ayının başında Benî Bekri erden Nüfâse oğulları, Kureyş müşriklerinin eşrafının yanlan na gittiler.
Müdlic oğulları ise, Hudeybiye muahedesi hükmünü bozmuş olmaktan sakındıkları için, Benî Nüfâselerden uzak durdular.
Nüfâse oğulları, düşmanları olan Huzâalara karşı, kendilerine adam ve silah vererek yardım etmelerini Kureyş müşriklerinden istediler.
Huzâaların vaktiyle adamlarını nasıl öldürmüş olduklarını anlattılar.
Kureyş müşriklerine, aralarındaki akrabalığı ve Hudeybiye muahedesinde nasıl kendilerinin tarafını tutup akd ve ahdlerine girdiklerini, Huzâaların ise Muhammed (Aleyhisselam)ın akd ve ahdine girdiğini hatırlattılar.
Bütün Kureyş müşriklerini bu işe seğirtir ve çok istekli buldular.
Ebu Süfyan’a bu hususta danışılmamıştı. Onun bu işten haberi yoktu.
Kureyş müşrikleri, Nüfâse ve Bekr oğullarına, silah, at ve adamlar vererek yardım edeceklerini söylediler.
Yaptıkları yardımı, Huzâalaryüzünden doğabilecek sorumluluktan sakındıkları için, gizli gizli yaptılar.
Huzâalar ise, muahede halinin gereği olarak, herhangi birtopluluğun baskınına uğramak endişesinden uzak ve gafil bulunuyorlardı.
Öyle olmasaydı, düşmanlarına karşı, hazırlıklı ve tetikte bulunurlardı.[55]
Huzâalar, Mekke’nin aşağı tarafında Vetir diye anılan mevkide kendilerine ait bir suyun başında oturmakta idiler.[56]
Vetir; Arafat dağı ile Edam arasındadır.[57]
Edam da, Mekke’nin en meşhur vadilerindendir.[58]
Benî Bekr kabilesinden Benî Dillerin başkanı ve kumandanı Nevfel b. Muaviye idi.
Benî Bekrlerin hepsi ona tâbi değillerdi.
Nevfel b. Muaviye; Benî Dillerle Benî Bekrlerden kendisine tâbi olanları yanına alarak Vetir’de suları başında oturan Huzâalara geceleyin birden baskın yaptı. Huzâalardan birisini yakalayıp öldürdü.
İki taraf birbirleriyle çarpışmaya başladılar.
Kureyş müşrikleri de, Benî Bekrleri silahlarla,[59] atlarla,[60] kölelerie[61] ve su ihtiyaçlarını karşılamakla desteklediler.[62]
İçlerinden bazıları da:
“Bizi şu gece karanlığında hiç kimse görmez. Muhammed, bizim yaptığımızı bilmez!” diyerek,[63] geceleyin gizlice Benî Bekrlerin yanında çarpışmaya katıldılar.[64]
Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden olup, kendilerini bildirmemek için yüzlerini örterek[65] gizlice çarpışmaya katılanlar arasında:
Safvan b. Ümeyye,[66]
Mikrez b. Hafs,
Huvaytıb b. Abduluzzâ,[67]
İkrime b. Ebu Cehil,
Süheyl b. Amr,[68]
Şeybe b. Osman… gibi kişiler ve köleleri de bulunuyordu.[69]
Benî Bekrlerin baskın gecesinde Huzâalardan ilk yakalayıp öldürdükleri kişi Münebbih adındaki kimse olup,[70] kendisi çok korkak, yüreksiz bir kimse idi.
Benî Nüfâselerin baskına geldiklerini, Münebbih ile onun Temim adındaki arkadaşı görmüşlerdi.
Münebbih, arkadaşıyla birlikte Huzâaları uyarmaya giderlerken, ona:
“Ey Temim! Sen kendini kurtarmaya bak!
Bana gelince, vallahi, ben bir ölü gibiyimdir!
Beni öldürseler de, bıraksalar da birdir. Kalbim neredeyse duracak!” dedi.
Temim hemen kaçıp kurtuldu. Münebbih yakalanıp öldürüldü.[71]
Benî Bekrler, Kureyş müşriklerinin yardımlarıyla çarpışmaya devam ederek Huzâalan yerlerinden ayırdılar ve Harem’e kadar sürdüler.[72]
Harem sınırını işaretleyen dikilmiş taşlara kadar çarpışmaktan, onlan öldürmekten geri dur-madılar.[73]
Harem sınırına varıp dayanınca, Benî Bekrler, kumandanlarına:
“Ey Nevfel! Biz Harem dahiline girmiş bulunuyoruz!
Allah’ından kork! Allah’ından kork![74]
Sen Harem dahiline girdin![75] Harem’i helâlleştirme!” dediler.[76]
Nevfel:
“Ağır bir söz amma, bugün benim için ilah yoktur!
Ey Bekr oğulları! Öcünüzü almaya bakınız!
Vallahi, siz Harem’de hırsızlık yaptığınız (bunda bir sakınca görmediğiniz) halde, orada öcünüzü almak için Huzâaları ne diye öldüremeyesiniz!” dedi.[77]
Huzâalar geri çekile çekile Mekke’ye girdiler ve Huzâalardan Büdeyl b. Verkâ ile köle Râfi’in evlerine sığındılar.[78]
Büdeyl b. Verkâ’nın evine sığınanlar, Huzâalardan kadınlar, çocuklar ve zayıf kimselerdi.
Benî Bekrler, onlan Büdeyl b. Verkâ’nın evine sığınmak zorunda bıraktılar.
Oraya sokuluncaya kadar da, onlan öldürmekten geri durmadılar.[79] Bu hadise, Hudeybiye muahedesinden onyedi-onsekiz ay sonra idi.[80]
Kureyş Müşriklerinin Yaptıkları İşin Sonucunu Düşünerek Korkuya Düşmeleri
Benî Bekrleri gecelen gizlice desteklemiş olan Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri, sabah karanlığında gelip evlerine girmişlerdi.[81]
Onlar, geceleyin yaptıkları yardımı hiç kimsenin görmediğini, bunu Peygamberimiz Aleyhisselamin bilmediğini, bilemeyeceğini sanıyorlardı.[82]
Sabaha çıkıp da, Râfi1 ile Büdeyl’in evine sığınmış olan Huzâalardan yirmi erkeğin sığındıkları evin kapılarının önünde boğazlanmış olduklarını görünce, Kureyş müşriklerinin akıllan başlarından gitti, yüreklerine korku düştü. Yaptıklarına çok pişman oldular.
Peygamberimiz Aleyhisselamla aralarındaki mütareke ve muahedeyi bu tutum ve davranışlarıyla bozmuş olduklarının anlaşılacağını anladılar.[83]
İbn Lût ed-DPlî, söylediği bir şiirde; Huzâalan Râfi1 ve Büdeyl’in evlerine sokup onlara uzun günler geçirttiklerini, kendilerini koç boğazlar gibi boğazladıklarını övünerek dile getirir.[84]
Beni Bekrier, Huzâalan Budeyl ile Râfi’in evlerinde üç gün hapsettiler.[85]
Nevfel b. Muaviye’ye gizlice yardım eden Kureyş müşriklerinden Süheyl b. Amr:
“Sana ve senin adamlarına yaptığımız yardımı gördün!
Huzâalardan sağ kalıp da öldürmek istediğin kimseleri öldürme artık!
Biz onlar hakkında senin bu arzuna uyucu değiliz! Onları bizim için serbest bırak!” dedi.
Nevfel:
“Olur!” dedi ve serbest bıraktı.
Huzâalar çıkıp gittiler.
Kureyş müşriklerinden Haris b. Hişam’la Abdullah b. Ebi Rebia; Safvan b. Ümeyye’ye, Süheyl b. Amr’a ve İkrime b. Ebu Cehil’e gidip:
“Sizin bu yaptığınız şey o mütareke ve muahedeyi bozmaktır!” diyerek, onları Benî Bekrlere yapmış oldukları yardımdan dolayı kınadıktan sonra, Ebu Süfyan’ın yanına vardılar.[86]
Ebu Süfyan, o sırada, Şam’dan gelmiş bulunuyordu.[87]
Haris b. Hişam’la Abdullah b. Ebi Rebia, ona:
“Bu, düzeltilmesi gereken bir iştir.
Vallahi, bu iş düzeltilmezse, muhakkak, Muhammed ashabıyla birlikte gelip bizi Mekke’den zorla sürer, çıkarır!” dediler.
Ebu Süfyan, karısı Hind binti Utbe’nin bir rüya gördüğünü söyledi ve:
“Doğrusu, o rüya benim hiç hoşuma gitmedi. Ben onu korkunç buldum: Onun başımıza bir kötülük getirmesinden korktum!” dedi.
Kendisine:
“Nasıl bir rüya imiş bu?” diye sordular.
Ebu Süfyan:
“Hind, rüyasında Hacun’dan bir kanın uzun müddet akıp Handeme dağında durduğunu, sonra da bu kanın yok olup gittiğini görmüş!” dedi.
Onlarda bu rüyadan hoşlanmadılar ve:
“Kötü birşey!” dediler.
Ebu Süfyan, işin kendileri için hiç de iyilik getirmeyeceğini anlayınca:
“Bu iş, vallahi, ne içinde bulunduğum, ne de bir müddet bulunup bıraktığım bir iştir. Bunun sorumluluğu, benim üzerime yüklenemez!
Vallahi, bu iş ne bana danışılmıştır, ne de vukuunu işittiğim zaman onu benimsemişimdir!
Vallahi, Muhammed bize savaş açar ve bütün bu işleri benden sanırsa, hakkı vardır!
Herhalde, bu işi haber almadan önce Muhammed’in yanına vanp mütarekenin müddetini arttırmak, muahedeyi yenilemek hususunda kendisiyle görüşmem gerekecek” dedi.[88]
Abdullah b. Sa’d b. Ebi Şerh, onlara:
“Benim bu hususta bir görüşüm ve kanaatim vardır ki, ona göre; Muhammed sizin için savaştan daha kolay olan üç şeyden birini seçmekte sizi serbest bırakacak, onlardan birini seçtiğiniz takdirde özrünüzü kabul edecek, size savaş açmayacaktır” dedi.
Müşrikler:
“Nedir bu şeyler?” diye sordular.
Abdullah b. Sa’d:
“Ya Huzâalardan, öldürülen yirmiüç kişinin kan bedellerinin gönderilmesini, yahut aramızdaki muahedeyi bozan kimselerle ittifak ve ilişkinin kesilmesini, ya da size karşı savaşılmasını kabul edersiniz!
Bunlardan hangisi elinizden gelir?” dedi.
Süheyl b. Amr:
“Benî N üfâseler hakkındaki ahd ve akdden geri durmak, bize hepsinden kolay gelir!” dedi.
Şeybe b. Osman:
“Benî N üfâselere kızdın da, dayıların olan H uzâalan korudun!
Onları öldürmek bizim için daha hayırlı, daha kolaydır!” dedi.
Kurata b. Abdi Amr:
“Hayır! Vallahi, biz ne kan bedeli öderiz, ne de Nüfâseler hakkındaki ahd ve akdimizden el çekeriz!
Fakat, biz onunla [Muhammed Aleyhisselamla demek istiyor!] savaşırız!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Bu görüş, hiçbir şey değildir!
Bizim için yerinde ve uygun olan görüş; Kureyşîler ahdi bozmak veya mütareke süresini kesmekle suçlanıyorsa, bunu bizim nza ve muvafakatimizi almadan, bize danışmadan bir cemaat yapmışsa, bundan bize ne?’ diyerek inkâr yolunu tutmaktır!” dedi.
Kureyş müşrikleri:
“Yerinde olan görüş işte budur! Daha başkası yok!” dediler.[89]
Bütün olan bitenleri inkâr yoluna saptılar.
Ebu Süfyan:
“Ben bu işte hiç bulunmadım. Bu hususta benimle bir görüşme de yapılmadı.
Doğrusu, yaptığınız bu işi ben hiç beğenmedim! Size bundan dolayı karanlık bir gün geleceğini sanıyorum!” dedi.
Kureyş müşrikleri, Ebu Süfyan’a:
“Sen Muhammed’e git![90] Muahedeyi yenile! Halkın arasını bul![91]
Vallahi, biz muahedeyi bozmadık! Çarpışma yapmadık! Ancak, onlara yardım ettik: Onların su ihtiyaçlarını karşıladık!” dediler.[92]
Bununla beraber, Huzâalara karşı Benî Bekrlere yaptıklan yardımla muahede hükmünü bozmuş olmaktan da korktular durdular.[93] Çok pişman oldular.
Peygamberimiz Aleyhisselamın, savaşmadıkça, kendilerini bırakmayacağını anladılar.[94]
Huzâaların Yardım Dileklerini Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine’den Cevaplayışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Meymûne binti Hâris’in bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, onun evinde gecelediği ve namaz için kalkıp abdest aldığı sırada, üç kere:
“Lebbeyk! Lebbeyk! Lebbeyk! (Davetine icabet ediyorum! Davetine icabet ediyorum! Davetine icabet ediyorum!)”
Üç kere de:
“Nusirte! Nusirde! Nusirte! (Sen yardım olundun gitti! Sen yardım olundun gitti! Sen yardım olundun gitti!)” buyurdu.
Hz. Meymûne:
“Sen sanki bir insanla konuşuyorsun! Yanında bir kimse mi var?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Şu Ka’b oğullarının recez okuyucusu, feryad ederek bana sesleniyor ve imdatlarına yetişmemi istiyor! Kendilerine karşı Kureyşflerin Benî Bekrlere yardım ettiklerini söylüyor!” buyurdu.[95]
Peygamberimiz Aleyhisselam, hadisenin vuku bulduğu gecenin sabahında da, Hz. Âişe’ye:
“Huzâalarda bir hadise çıktı!” buyurdu. [96]
Hz. Âişe:
“Yâ Rasûlallah! Kılıç kendilerini yok etmişken, Kureyşîler, seninle aralarındaki muahedeyi bozmaya mı kalkıştılar dersin?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onlar, Allah’ın olmasını dilediği iş için, muahedeyi bozdular!” buyurdu.
Hz. Âişe:
“Yâ Rasûlallah! Bu iş hayırlı mıdır, yoksa zararlı mıdır?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hayırlıdır!” buyurdu. [97]
Huzâaların Medine’ye Gelişi
Aradan üç gün geçmiş, Peygamberimiz Aleyhisselam halka sabah namazını kıldırmıştı.[98]
Arkası halka dönük olarak Mescidde oturuyordu.
Kureyş müşriklerinin Benî Bekrleri gizlice desteklemesi ile Benî Bekrler Huzâaları yenip onlardan öldüreceklerini öldürdükleri ve böylece Peygamberimiz Aleyhisselamla aralarındaki ahd ve misakı bozdukları zaman, Amr b. Salim el-Huzâî,[99] yanına Huzâalardan kırk süvari alarak, başlarına gelenleri anlatmak ve yardımını dilemek üzere[100] Medine’ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve başucunda durdu.[101]
Amr b. Salim, şairdi.[102]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelince, söylemiş olduğu şiirini okumasına izin istedi. Peygamberimiz Aleyhisselam izin verince, şiirini okudu.
Okuduğu şiirinde meal olarak şöyle diyordu:
“Ey Rabbim! Ben, bizim babamızla onun babası arasındaki eski ittifakı anıyor ve yardımını diliyorum!
O zaman, biz doğurucu (ana) mevkiinde idik. Sen ise oğul mevkiinde idin (bizden doğdun)[103]
Sonra, Müslüman olduk ve sana yardımdan el çekmedik!
Öyleyse, Allah’ın sana hazırlamış olduğu yardımla, bize yardım et, destek ol!
Allah’ın kullarını çağır, acele gelip, imdadımıza yetişsinler!
İçlerinde Allah’ın Resûlü de olduğu; yapılan zulme öfkesinden renkten renge girdiği, savaşmaya hazırlandığı ve büyük bir ordunun başına geçmiş bulunduğu halde, denizler gibi köpükler saçarak akıp gelsinler!
Çünkü, Kureyşîler sana verdikleri sözde durmadılar; seninle yaptıkları en sağlam misakı bozdular: Bizi Mekke’nin aşağı tarafındaki yerimizde gözetlediler, gafil avladılar. Halbuki, onlar hem çok zayıf ve önemsiz, hem de sayıca çok az idiler.
Benim kimseyi yardıma çağırmayacağımı, çağıramayacağımı sandılar[104]
Bizi Vetir’de, geceleyin uykuda iken, birden baskına uğrattılar.
Bizi, Müslüman olduğumuz halde, rükû ve sücud halinde iken öldürdüler!”[105]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Siz bu hususta kimi suçluyor, suçlu buluyorsunuz?” diye konuştu.
Amr b. Salim:
“Benî Bekrleri!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hepsini mi?” diye sordu.
Amr b. Salim ve yanındakiler:
“Hayır! Suçladığımız, onların amca oğulları Benî Nüfâselerdir! Kavmin başkanı da, Nevfel b. Muaviyetü’d-Di’lîdir!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bu, Benî Bekri erden bir kabiledir.
Ben Mekkelilere adam gönderip bu işi onlara soracak, kendilerini bazı hususları seçmekte muhayyer kılacağım!” buyurdu.[106]
ŞairHassân b. Sabit de, söylediği birşiirde, Benî Ka’blardan (Huzâalardan) birçok kişilerin kılıçları kınlarına sokulu olduğu halde Mekke Bathâ’sında öldürülüp bırakıldıklarını açıklar.[107]
Öldürülenler, yirmi [108] veya yirmiüç kişi idi.[109]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Amr b. Sâlim’in şiirini dinledikten sonra, ridasının eteğini toplayarak ayağa kalktı ve kalkarken de:
“Eğer kendime yardım ettiğim şeylerle Benî Ka’blara yardım etmezsem, ben de yardım görmeyey-im![110]
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah’a andolsun ki; kendimi ve ev halkımı koruduğum şeylerle, bunları da koruyacağım![111]
Huzâalar bendendir, ben de Huzâalardanım![112]
Ey Amr b. Salim! Sen yardım olundun gitti!” buyurdu.
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselama, gökte bir bulut göründü.[113] Gök, gürlemeğe başladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bu gök gürlemesi, Benî Ka’blara (Huzâalara) yardıma işarettir.[114] Bu bulut, yağmur yağdırırcası-na Benî Ka’blara yardım olunacağına işarettir” buyurdu.[115]
Hz. Âişe’nin bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam Benî Ka’blara (Huzâalara) yapılana o kadar kızmıştı ki, o güne kadar, hiç bu kadar kızdığı görülmemişti.[116]
Kureyş Müşriklerine Mektup Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kureyş müşriklerine bir yazı gönderdi.
Gönderdiği yazısında şöyle buyurdu:
“…Bundan sonra derim ki; siz ya Benî Bekrlerle olan ittifakınızdan vazgeçersiniz, ya da Huzâalardan öldürülmüş olanların diyetlerini (kan bedellerini) ödersiniz!
Bunlardan birini yerine getirmeyecek olursanız, sizinle çarpışacağımı bildiririm!”[117]
Peygamberimiz Aleyhisselamın bu mektubunu, Kureyş müşriklerine, ashabdan Damrâ götürdü.
Damrâ, Kureyş müşriklerine, kendilerinin üç şeyden birini seçmekte muhayyer bırakıldıklarını; ya öldürülen Huzâaların kan bedellerini ödemek veya Benî Bekr ve Benî Nüfâselerle olan ittifak, ahd ilişkilerini kesmek zorunda bulunduklarını, ya da Hudeybiye muahedesini bozan kötülükleri yüzünden kendileriyle çarpışılacağım kendilerine tebliğ etti.[118]
Kurata b. Abdi Amr b. Nevfel b. Abdi Menaf:
“Benî Bekrier, uğursuz, yaramaz bir kavimdir.[119]
Benî Bekrlerden Nüfâseler de, yoksulluk ve darlık içindedirler.[120]
Huzâalardan öldürülenlerin kan bedellerini biz ödeyemeyiz. Bunu ödemeye kalkmak, bizde tüy tozak bırakmazın[121]
Nüfâselerie ittifak ve ahd ilişkilerimizi kesmemize gelince; Araplar içinde, Nüfâseler kadar şu Beytullah’ı hac ve ziyaret eden, Beytullah’ı tazime onlar kadar özenen bir kavim yoktur.
Onlar, bizim müttefiklerimizdir.[122]
Biz, onlarla olan ittifak ve ilişkilerimizi kesmeyiz.[123]
Fakat, biz onunla [Muhammed Aleyhisselamla demek istiyor] savaşacağımızı bildirelim!” dedi.
Damrâ, hemen geri dönüp, Kureyş müşriklerinin söylediklerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi.
Kureyş müşrikleri, elçiyi bu biçimde reddettiklerine pişman oldular.
Hudeybiye muahedesini yenilemek üzere, Ebu Süfyan b. Harb’i Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdiler.[124]
Ebu Süfyan’a:
“Muahedeyi yenile. Mütareke süresini de uzat” dediler.[125]
Ebu Süfyan Medine Yolunda
Ebu Süfyan, azadlısıyla birlikte iki hayvana binip Medine’ye doğru hızla yol almaya başladı.
Mekke’den yola çıkıp Peygamberimiz Aleyhisselama doğru gidenlerin ilkinin kendisi olduğunu sanıyordu.[126]
Amr b. Salim ve arkadaşlarından sonra, Büdeyl b. Verkâ da, Huzâalardan bazılarıyla birlikte, Medine’ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler[127] ve Peygamberimiz Aleyhisselama seslendiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam o sırada yıkanıyordu. Onlara:
“Sizin davetinize icabet ediyorum!” buyurdu.[128]
Büdeyl b. Verkâ, Kureyş müşriklerinin yardımlarıyla Benî Bekrlerin Huzâaları nasıl öldürdüklerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdikten sonra, Mekke’ye dönmek üzere Medine’den ayrıldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına:
“Ebu Süfyan, Hudeybiye muahedesini sağlamlaştırmak ve mütareke süresini uzatmak için yanınıza gelmek üzere bulunuyor gibidir![129] Fakat, istediğini elde edemeden, öfke ile geri dönüp gidecektir!” buyurdu.[130]
Amr b. Salim ile arkadaşları, Ebvâ’ya gelince, dağılıp yoldan sapmışlar, sahile doğru gitmişlerdi.
Büdeyl ile arkadaşları ise, yola devam ettiler.[131]
Usfan’da Ebu Süfyan’la karşılaştılar.
Ebu Süfyan, onun Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından geldiğini sanıyordu ve kendisine:
“Ey Büdeyl! Nereden geliyorsun?” diye sordu.[132]
Sorusunu Büdeyl’in yanındakilere de yöneltti ve:
“Bana Yesrib’den (Medine’den) haber veriniz?” dedi.
Onlar:
“Bu hususta bizde bilgi yok!” dediler.
Ebu Süfyan, onların bu işi gizli tuttuklarını anladı.
Kendilerine:
“Yesrib hurmasından, yanınızda var mı? Biraz da bize yedirseniz olmaz mı?” diye sordu.
“Hayır!” dediler.[133]
Ebu Süfyan, daha açık olarak:
“Ey Büdeyl! Muhammed’in yanına vardın mı?” diye sordu.
Büdeyl:
“Hayır![134] Şu vadinin içindeki Huzâaların yanına gitmiştim.[135]
Oradaki Huzâa ve Ka’blar arasında bir kıtal hadisesi üzerine çıkan anlaşmazlığı düzeltip giderdim!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Vallahi, ben senin iyi bir arabulucu olduğunu bilmiyordum!” dedi.
Sonra, onlarla birlikte öğle sohbeti ve dinlenmesi yaptı.
Büdeyl ile arkadaşları kalkıp Mekke’ye doğru yol almaya başladılar.[136] Ebu Sülyan:
“Eğer Büdeyl Medine’den geliyorsa, muhakkak, hayvanı hurma çekirdeği yemi yemiştir” dedi.[137]
Kalkıp onların konak yerlerine,[138] Büdeyl’in devesinin çöktüğü yere vardı. Devesinin dışkısını alıp ezdi. İçinde, hurma çekirdeği yemi bulunduğunu gördü.[139]
Konak yerlerinde de, Medine’nin kuş gagalarına benzeyen meşhur hurmasının çekirdeklerini buldu.[140]
“Allah’a yemin ederim ki; Büdeyl, Muhammed’in yanından geliyor!” dedi.[141]
Büdeyl ile arkadaşları, hadise gününün sabahında Mekke’den çıkıp Medine’ye gitmişlerdi.[142]
Ebu Süfyan’ın İşlenilen Cinayeti Gözardı Etmeye Çabalayışı
Ebu Süfyan Medine’ye gelip kızı Üımımü Habibe’nin evine girdi. Ki, Ümmü Habibe, Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi idi.
Ebu Süfyan Peygamberimiz Aleyhisselamın döşeğine oturmak isteyince, Hz. Ümmü Habibe döşeği hemen dürüp babasını onun üzerine oturtmadı.
Ebu Süfyan:
“Ey kızcağızım! Sen bu döşeği mi benden esirgedin, yoksa beni mi bu döşekten esirgedin; anlayamadım!” dedi.
Hz. Ümmü Habibe:
“Hayır! Bu, Resûlullah Aleyhisselamın döşeğidir![143] Müşrik onun üzerine oturamaz![144]
Sen müşriksin! Necissin! Bunun için, seni onun döşeğine oturtmak istemedim!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Vallahi, ey kızcağızım! Benim evimden ayrıldıktan sonra sana kötülük gelmiş! Sen kötüleşmişsin!” dedi.[145]
Hz. Ümmü Habibe:
“Hayır! Allah bana kötülüğü değil, İslâmiyeti nasip etti!
Sen ise, işitmez, görmez, taştan yontulmuş puta hâlâ tapıp duruyorsun!?
Babacığım! Senin gibi, Kureyşîlerin ulusu ve yaşlısı olan kişi[146] nasıl olur da İslâmiyete uzak kalır?!” dedi.[147]
Ebu Süfyan:
“Yazıklar olsun sana! Demek, ben senden bunu da (bu azarı da) mı işitecektim ha?!
Ben atalarımın tapageldiklerini bırakacağım da, Muhammed’in dinine mi tâbi olacağım?!” dedi.[148]
Hz. Ümmü Habibe’nin evinden çıkıp gitti.[149]
Doğruca Mescide, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vardı.[150]
Ebu Süfyan, kızı Hz. Ümmü Habibe’nin yaptıklarını ve kendisinin de ona:
“Sen o bıraktığım gibi kalmamışsın. Araplığı bırakmışsın!” dediğini anlattı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, gülümseyerek, ona:
“Yâ Ebâ Hanzale! Sen demek ona böyle söyledin hâ?” buyurmakla yetindi.[151]
Ebu Süfyan:
“Yâ Muhammedi Ben Hudeybiye barışında bulunamamıştım.
O muahedeyi berkiştirve mütareke müddetimizi de uzat![152]
Gel! Aramızdaki muahedeyi bir yazı ile yenileyelim?” dedi.[153]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Ebu Süfyan! Sen bunun için mi geldin?” diye sordu.
Ebu Süfyan:
“Evet!” dedi.[154]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
Biz, o aramızdaki ahd üzerinde duruyoruz![155] Yoksa, siz bir hadise çıkarıp onu bozdunuz mu?” buyurdu.[156]
Ebu Süfyan:
“Allah korusunu[157] Hayır! Öyle birşey olmamıştır![158]
Biz, ahdimizin ve barışımızın üzerinde duruyoruz. Biz, ona ne aykırı davranışta bulunuruz, ne de onu değiştiririz” dedi.[159]
Peygamberimiz Aleyhisselam da:
“Biz de, Hudeybiye gününde yaptığımız mütareke ve musalahanın üzerinde duruyoruz! Ona ne aykırı davranışta bulunuruz, ne de onu değiştiririz!” buyurdu.[160]
Ebu Süfyan muahedeyi yenilemek hususundaki dileğini tekrarladı.[161]
Fakat, Peygamberimiz Aleyhisselam ona hiçbir cevap vermedi[162]
Bundan sonra, Ebu Süfyan, Hz. Ebu Bekir’in yanına gitti ve Peygamberimiz Aleyhisselamla konuşmasını istedi[163] ve:
“Ey Ebu Bekir[164] Aramızdaki muahedeyi yenilen[165] Mütareke müddetimizi uzat[166] Halkın arasını bul!” dedi.[167]
Hz. Ebu Bekir:
“Ben bu işi yapamam![168] Bu, bana ait bir iş değildir. Allah’a ve Allah’ın Resûlüne ait bir iştir.[169]
Sen Ömer’le de buluş!” dedi.[170]
Ebu Süfyan:
“Öyleyse, beni himayeye alır ve bunu halkın içinde açıklar mısın?” diye sordu.[171]
Hz. Ebu Bekir:
“Biz, ancak Resûlullah Aleyhisselamın himaye ettiğini himaye edebiliriz!” dedi.[172]
Ebu Süfyan, Hz. Ebu Bekir’den sonra, Hz. Ömer’e gitti.[173]
Ona da, Hz. Ebu Bekir’e söylediği gibi söyledi:[174]
“Muahedeyi yenile, halkın arasını düzelt!” dedi.[175]
Hz. Ömer:
“Demek muahedeyi bozdunuz hâ?[176]
Eğer ondan yeni birşey kalmışsa, Allah onu da yok etsin[177]
Onun sağlam,[178] bitişik[179] olan tarafı varsa, Allah onu da kesip atsın.[180]
Ben sizin için mi Resûlullah Aleyhisselama gidip şefaat dileyeceğim?[181] Ben mi bu işi yapacağım?![182]
Vallahi, ben küçücük bir karıncadan başkasını bile bulamasam, yine, ondan yararlanmaya çalışır, sizinle çarpışırım!” dedi.[183]
Ebu Süfyan, Hz. Ömer’den bu sözleri işitince:
“Sen de akrabalarından kötülükle cezalanasın![184]
Vallahi, kavmine karşı senin kadar katı ve kötü davranan görmedim!” dedi.[185]
Kendi kendine de:
“Ben bugünkü gibi çetin bir gün görmedim!
Bir kavim bir kavme karşı başka bir kavmi silah ve yiyeceklerle destekleyecek olursa, muahedeyi bozmuş olacakları tabiîdir!” diyerek söylendi.[186]
Ebu Süfyan, Hz. Osman’a gitti ve:
“Şu cemaat içinde, bana akrabalık yönünden senden daha yakın bir kimse yoktur.
Sen şu mütarekeyi uzat ve muahedeyi yenile! Çünkü, sahibin seni hiçbir zaman reddetmez!
Vallahi, ben Muhammed’in ashabına yaptığı kadar çok ikram yapan hiçbir kimse görmemişimdir” dedi.
Hz. Osman:
“Ben ancak Resûlullah Aleyhisselamın himayesinde bulunanı himaye edebilirim!” dedi.[187]
Ebu Süfyan, Ensarın ileri gelenlerinden Sa’d b. Ubâde’nin yanına vardı ve:
“Ey Ebu Sabit! Sen ikimizin arasındaki dostluğu biliyorsun!
Ben senin için Mekke Haremimizde bir himayeciyim!
Sen şu memleketin (Medine’nin) ulu kişi sisin!
İki taraf halkını himayene al, mütareke müddetini uzat!” dedi.
Sa’d b. Ubâde:
“Ey Ebu Süfyan! Ben ancak Resûlullah Aleyhisselamın himayesinde olanları himaye edebilirim.
Resûlullah Aleyhisselama karşı hiç kimse himayeye alınamaz!” dedi.[188]
Ebu Süfyan, bundan sonra, Hz. Ali’nin evine gitti.
O sırada, Hz. Fâtıma Hz. Ali’nin yanında bulunuyor ve henüz bir çocuk olan Hz. Hasan da önlerinde gezip duruyordu.[189]
Ebu Süfyan:
“Ey Ali! Şu cemaat içinde akrabalık yönünden bana en yakın olan sensin! Ben bir iş için gelmiştim.
Umduğumu elde edemeden, geldiğim gibi geri dönüp gideceğim.
Resûlullaha gidip benim için şefaatçi ol![190] Araya girip, kavmine karşı himayeci ol. Onlar için, muahede ve mütareke yazısını yeniletil [191]
İki taraf arasında himayeci, arabulucu ol da, Muhammed’le mütareke müddetinin uzatılmasını konuşup sağla!” dedi.[192]
Hz. Ali:
“Bu, bana ait bir iş değildir. Allah’a ve Allah’ın Resûlüne ait bir iştir.[193]
Allah senin iyiliğini versin ey Ebu Süfyan! Vallahi, Resûlullah Aleyhisselam bir işe karar verdi mi,[194] onu muhakkak yapar.[195]
Resûlullah Aleyhisselama ait bir iş hakkında ben hüküm veremem![196]
Biz bu iş hakkında onunla da konuşamayız.[197]
Hiç kimse, onun istemediği şeyi konuşamaz!” dedi.[198]
Ebu Süfyan, Hz. Fâtıma’ya dönerek:
“Ey Fâtıma! Sen, kavminin kadınları arasında büyüklüğünü gösterecek bir iş yapmak istemez misin?” dedikten sonra, ona da Hz. Ali’ye söylediği gibi söyledi[199] ve:
“Sen iki taraf halkını himayene alıp uzlaştırsan da, Araplar içinde büyük kadınların hayırlısı olsan olmaz mı?” dedi.[200]
Hz. Fâtıma:
“Ben ancak bir kadınım!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Senin himayeci olman caizdir.[201] Nitekim, kızkardeşin (Zeyneb), Ebu’l-Âs b. Rebi’i himayesine almıştı.[202] Bunu Muhammed de caiz görmüştü.[203] Buna aykırı davran il mam ıştır” dedi.[204]
Hz. Fâtıma:
“Bu, bana ait bir iş değildir. Allah’a ve Allah’ın Resûlüne ait bir iştir.[205]
Ben Resûlullah Aleyhisselama ait bir iş hakkında hüküm veremem” dedi.[206]
Bunun üzerine, Ebu Süfyan:
“Ey Muhammed’in kızı! Şu yavrucuğuna emretsen de, iki taraf halk arasında himayeci olduğunu söylese olmaz mı?
O, böyle yaparsa, kendisi, zamanın sonuna kadar Arapların ulusu olur!” dedi.
Hz. Fâtıma:
“Vallahi, benim bu yavrum ne halk arasında himayeci olacak yaşa gelmiştir, ne de Resûlullah Aleyhisselama karşı bir kimse himayeye alınabilir!” dedi.[207]
Ebu Süfyan, Hz. Ali’ye dönerek:
“Ey Hasan’ın babası! Bana karşı, işlerin çok zorlaşmış olduğunu görüyorum.
Sen bana bir öğüt ver![208] Senin bu husustaki görüşün nedir? Zorlaşmış bulunan şu işimi bir kolaylaştı r!
Sence, benim için yararlı olabilecek işi, çareyi bana emret!” dedi.[209]
Hz. Ali:
“Ben şu gündeki kadar, senin gibi, ne yapacağını şaşırmış bir adam görmedim.[210]
Vallahi, ben senin için yararlı olabilecek birşey bilmiyorum.
Fakat, sen Benî Kinanelerin ulu kişisisin!
Kalk, iki taraf halkını uzlaştırmak için himayene aldığını ilân et! Sonra da yurduna çekgit![211] Halkın arasını bul!” dedi.[212]
Ebu Süfyan:
“Bunun benim için bir yarar sağlayacağını sanıyor musun?” diye sordu.
Hz. Ali:
“Hayır! Vallahi, yarar sağlayacağını pek sanmıyorum.
Fakat, senin için, bundan başka, yapılacak birşey de bulamıyorum!” dedi.[213]
Ebu Süfyan:
“Sen doğru söyledin! Ben bunu yapmalıyım!” dedi.[214]
Bunun üzerine, Ebu Süfyan, Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidine gidip ayakta dikilerek:
“Ey insanlar! Ben iki taraf halkını ahd ve emanım altına aldım ![215]
Vallahi, benim bu ahdime hiç kimsenin muhalefet edeceğini sanmıyorum.[216]
Muahedeyi yeniledim, halkın arasını bulacağım!” dedi.[217]
Böyle derken de, sağ elini sol elinin üzerine koydu.[218]
Sonra da, Peygamberimiz Aleyhisselamin yanına vardı ve:
“Ey Muhammedi Sen benim bu eman ve himaye taahhüdümü zannetmem ki reddedesin!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Ebu Süfyan! Bunu sen söylüyorsun! (Bu, senin sözündür!)” buyurdu.[219]
Ebu Süfyan, devesine binip Mekke’ye döndü.[220]
Ebu Süfyan’ın Mekke’ye dönüşü gecikince, Kureyş müşrikleri:
“Vallahi, onun Muhammed’e gizlice tâbi olduğunu ve Müslümanlığını gizli tuttuğunu sanıyoruz!” diyerek, onu suçlamaya başlamışlardı.
Ebu Süfyan, geceleyin Mekke’ye varıp evine girince, karısı Hind:
“Kavmin seni Müslüman oldu diye suçlayıncaya kadar, orada tutuldun kaldın.
Kalışını kavminin yanına başanyla dönmek için uzattınsa, değer!” dedi.
Ebu Süfyan, olan bitenleri haber verip:
“Ali’nin dediğini yapmaktan başkasına yol bulamadım!” deyince, Hind ona:
“Sen Kureyş kavminin iyilikten uzaklaştırılmış, kötüleşmiş bir elçisi oldun” diyerek hakaret etti.
Ebu Süfyan, sabaha çıkınca, İsaf ve Naile putlarının yanında başını kazıtıp onlara kurban kestikten sonra:
“Ben, babamın üzerinde öldüğü şeyden, ölünceye kadar sizinle birlikte bulunmaktan ayrılmayacağım” diyerek kurbanın kanını pufların başlarına sürdü.
Bunun üzerine, Kureyş müşrikleri onun Müslüman olmadığını anladılar, kendisini suçlamaktan vazgeçtiler.[221]
Kureyş müşrikleri, Ebu Süfyan’a:
“Gerinde ne haber var?[222] Muhammed’den bize bir yazı getirdin mi? Yahut mütareke müddetini uzatabildin mi? Ya da, onun bize savaş açmamasını sağlayabildin mi[223] Ne getirdin bize?” diye sordular.
Ebu Süfyan:
“Ben, kalbleri bir tek kalb haline gelmiş bir kavmin yanından geliyorum.
Vallahi, onlardan yarar umduğum, küçük büyük, kadın erkek hiçbirini bırakmaksızın, hepsiyle konuştum.
Onlardan birşey koparmayı başaramadım ![224]
Muhammed’in yanına vardım, kendisiyle konuştum. Vallahi, bana hiçbir cevap vermedi.
Sonra, Ebu Kuhâfe’nin oğluna (Ebu Bekir’e) gittim. Onda da bir hayır bulmadım.
Sonra, Hattab’ın oğluna (Ömer’e) gittim. Onu düşmandan daha düşman buldum!
Sonra, Ali’nin yanına vardım. Kendisini kavmin en yumuşağı buldum.
Ali bana birşey işaret etti. Ben de onu yaptım.
Vallahi, o yaptığım şeyin bana bir yararı olur mu, yoksa olmaz mı, bilmiyorum” dedi.
Kureyş müşrikleri:
“O sana neyi emretti?” diye sordular. Ebu Süfyan:
“Bana insanların arasında ahd ve eman vermemi emretti. Ben de onu yaptım” dedi.
Kureyş müşrikleri:
“Muhammed buna icazet, izin verdi mi?” diye sordular.
Ebu Süfyan:
“Hayır![225]
Ben, bunu yaptıktan sonra Muhammed’in yanına vardım ve:
‘Ben iki taraf halkını, uzlaştırmak için, himayeme aldım. Zannetmem ki, sen bu himayeye alışımı reddedesin!1 dedim.
Bana:
‘Ey Ebu Süfyan! Ey Hanzale’nin babası! Bunu sen söylüyorsun “Bu, senin sözündür!” dedi ve bundan başka birşey söylemedi” dedi.[226]
Kureyş müşrikleri:
“Yazıklar olsun sana! Vallahi, adam (Ali) sana oyun etmiş, seninle eğlenmekten başka birşey yapmamış!
Yaptığın şey sana bir yarar sağladı, bir işine yaradı mı?” dediler.
Ebu Süfyan:
“Hayır! Bir yarar sağlamadı. Fakat, vallahi, bundan başka da, yapacak birşey bulamadım” dedi.[227]
Kureyş müşrikleri:
“Demek, sen hiçbir şey yapamamışsın![228] Bize hiçbir şey getirememişsin.[229]
Vallahi, biz bugün dönen elçi gibi başarısız hiçbir elçi görmedik.[230]
Sen bize ne savaş haberi getirdin ki savaşa hazırlanalım, ne banş haberi getirdin ki güvenlik içinde bulunalım!” dediler.[231]
Acele Sefer Hazırlığına Girişilişi ve Bunun Gizli Tutuluşu
Ebu Süfyan, dönüp Mekke’ye gittikten sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam, kendisinin sefer hazırlığını görmesi için Hz.Âişeye emir verdi.[232]
“Sefer hazırlığımı yap! Bunu hiç kimseye söyleme![233] İşini gizli tut!” buyurdu.[234]
Hiç kimse, ne için hazırlanıldığını bilmiyordu.[235]
Hz. Ebu Bekir, kızı Hz. Âişe’nin evine gitmişti.
O sırada, Hz. Âişe, Peygamberimiz Aleyhisselam için sevık, un ve hurmadan yol azığı hazırlamakla uğraşıyordu.[236]
Hz. Ebu Bekir:
“Ey kızcağızım! Resûlullah Aleyhisselam sefer hazırlıklarını görmenizi mi size emretti?” diye sordu
Hz. Âişe:
“Evet![237] Resûlullah Aleyhisselam, kendisi için yol, sefer hazırlığı yapmamı bana emretti” dedi.[238]
Hz. Ebu Bekir:
“Sence, nereye gitmek istiyor olabilir?” diye sordu.[239]
Hz. Âişe:
“Vallahi, bilmiyorum!” dedi.[240]
Hz. Ebu Bekir, kendi kendine:
“Vallahi, şu Benî Asfarlar(Rumlar)la savaş zamanında Resûlullah Aleyhisselam nereye gitmek istiyor ola?![241]
Resûlullah Aleyhisselam, birsefere niyeti en s ey di, bizim de hazırlanmamızı bildirirdi” dedi.
Hz. Âişe:
“Bilmiyorum. Belki Benî Süleymlere gitmek istiyor, belki Sakîflere gitmek istiyor, belki de Hevâzinlere gitmek istiyor olabilir” dedi.
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam içeri girdi.
Hz. Ebu Bekir:
“Yâ Rasûlallah! Sefere mi çıkmak istiyorsun?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet!” buyurdu.
Hz. Ebu Bekir:
“Ben de hazırlanayım mı?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet!” buyurdu.
Hz. Ebu Bekir:
“Nereye gitmek istiyorsun yâ Rasûlallah?[242] Sanırım ki; Benî Astarların (Rumların) üzerine gitmek istiyorsun d ur” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hayır!” buyurdu.
Hz. Ebu Bekir:
“Yoksa, Necd halkının üzerine mi gitmek istiyorsun?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hayır!” buyurdu.
Hz. Ebu Bekir:
“Öyleyse, Kureyşîlerin üzerine gitmek istiyorsun d ur” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet![243] Kureyşflerin üzerine gideceğim ey Ebu Bekir! Bunu gizli tut!” buyurdu ve hemen hazırlanmasını emretti.
Hz. Ebu Bekir:
“Yâ Rasûlallah! Onlarla senin aranda bir mütareke müddeti belirlenmiş değil miydi?” dedi.[244]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sen onların Benî Katılara (Huzâalara) yaptıklarını işitmedin mi?[245]
Hudeybiye muahede ve mütarekesinin hükmüne riayetsizlik edenlerin ilki onlar oldu.[246] Onlar ahd-lerine vefasızlık ettiler ve muahedelerini bozdular.
Ben de onlarla savaşacağım!
Sana söylediğim şeyi gizli tut, açığa vurma!” buyurdu.
Kimi Peygamberimiz Aleyhisselamın Şam’a gitmek istediğini, kimi Sakîflere gitmek istediğini, kimisi de Hevâzinlere gitmek istediğini sanıyordu.[247]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına sefer için hazırlanmalarını emretti ve fakat, önce, nereye gidileceğini gizli tuttu, açıklamadı .[248]
Sonra, Mekke’ye doğru gidileceğini bildirdi.[249]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke’ye giden dağ yollarını ve geçitleri nöbetçilerle tuttu.[250] Hz. Ömer’i de, nöbetçiler üzerinde denetçi olarak görevlendirdi.
Hz. Ömer, dağ yolları ve geçitler üzerinde dönüp dolaşmakta[251] ve nöbetçilere:
“Rastlayacağınız, gizlice Mekke’ye geçip gitmek isteyen hiçbir kimseyi bırakmayacaksınız! Onları geri çevireceksiniz!” demekte, hiç kimsenin Mekke’ye gitmesine meydan vermemekte idi.[252]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Allah’ım! Yurtlarına ansızın varıp kavuşuncaya kadar, Kureyşîlerin casus ve habercilerini tut, görmez ve işitmez et! Kureyşîlerin gözlerini bağla! Beni birdenbire görsünler!” diyerek dua etti.[253]
Peygamberimiz Aleyhisselam, çöl halkına, Medine çevresindeki Müslümanlara ve her tarafa dav-etçiler gönderip:
“Allah’a ve ahiret gününe imanı olan, Ramazan’da Medine’de hazır bulunsun!” diyerek, onları sefere katılmaya davet etti.
Esma b. Harise ile Hind b. Hârise’yi Eşlemlere gönderdi. Bunlar, Eşlemlere:
“Resûlullah Aleyhisselam, Ramazan’da Medine’de bulunmanızı size emrediyor!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Cündüb b. Mekîs ile Râfi’ b. Mekîs’i Cüheynelere gönderdi.
Bunlar, Ramazan’da Medine’de hazır bulunmalarını Cüheynelere emrettiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, İmâ’ b. Rahasa ile Ebu Rühm Külsûm b. Husayn’ı Benî Husaynlara, Benî Gıfârlara, Benî Damrâlara;
Ma’kıl b. Sinan ile Nuaym b. Mes’ud’u Eşca’lara;
Bilal b. Haris ile Abdullah b. Amr el-MüzenPyi Müzeynelere;
Haccac b. Ilâtü’s-Sülemî ile Irbaz b. Sâriye’yi Benî Süleymlere;
Bişr b. Süfyan ile Büdeyl b. Verkâyı Benî Ka’blara (Huzâalara) gönderdi.[254]
Huzâî b. Abdi Nühm, Müzeyneleri yanına alarak Revhâ’da;
Abdullah b. Malik, Gıfârîleri yanına alarak Sukyâ’da;
Kudâme b. Sümâme, Benî Süleymleri yanına alarak Kudeyd’de;
Sa’d b. Cessâme, Benî Leysleri yanına alarak Kedid’de;[255]
Benî Ka’blar da Kudeyd’de; gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın ordularına katılacaklardı.
Eşlemler, Cüheyneler, Eşca’lar ve daha başka Arap kabileleri Medine’ye geldiler.
Ebu İnebe kuyusunda ordugâh kuruldu, toplanıldı.[256]
Toplananların mevcudu 10.000 idi.[257]
Mevcudun 12.000 kişi olduğu rivayeti de vardır.[258]
Medine’den 10.000 kişi ile çıkılmış, 2.000’i yolda gelip kati İm işti.[259]
Muhacirlerlerle Ensardan, sefere katilmayan kimse yoktu.[260]
Muhacirlerin sayısı 700 idi, yanlarında da 300 at vardı.
Ensarın sayısı 4.000 idi, yanlarında da 500 at vardı.[261]
Müzeynelerin sayısı 1.000 idi[262] veya sayıları 1.300 olup,[263] yanlarında 100 at vardı.[264]
Eşlemlerin sayısı 400 idi,[265] yanlarında 30 at vardı.[266]
Cüheynelerin sayısı 800 İdi[267] veya 700[268] veya 1.000 İdi[269] veya 1400 idi.[270] Yanlarında da, 50 at vardı.[271]
Gıfârîlerin sayısı 400 idi.[272]
Süleymlerin sayısı 900[273] veya 1.000[274] veya 1.400[275] veya 1.800 idi.[276]
Diğerleri, Muhacirlerden ve Ensardandı.
Kays, Esed, Temim ve başka kabilelerden de, gelip mücahidler arasına katılanlar vardı.[277]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine’de yerine Ebu Rühm Külsûm b. Husayn’ı vekil bıraktı.[278]
Abdullah b. Ümmi Mektum’un vekil bırakıldığı da rivayet edilir.[279] Sanıldığına göre; Abdullah b. Ümmi Mektum imamlıkla, Ebu Rühm de idarî işlerle görevlendirilmişti.[280]
Hâtıb’ın Kureyş Müşriklerine Harekât Durumunu Bir Yazı ile Bildirmeye Yeltenişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke üzerine yürüyeceği sırada, ashabdan Hâtıb b. Ebi Beltea, Mekkeli müşriklere biryazı yazarak, Peygamberimiz Aleyhisselamın bu husustaki kararını bildirmek istedi.[281]
Hâtıb; yazısını, Salvan b. Ümeyye, Süheyl b.Amrve İkrime b. Ebu Cehil’e verilmek üzere yazdı ve yazısında şöyle dedi:
“Resûlullah Aleyhisselam; gazaya çıkacağını halka bildirdi.
Kendisinin sizden başkasına gitmek isteyeceğini sanmıyorum.
Size gönderdiğim yazımla, yanınızda benim bir iyilik ve minnet elimin bulunmasını arzu ettim.”[282]
Başka rivayetlere göre, Hâtıb mektubunda şöyle dedi:
“Peygamber (Aleyhisselam); geceler gibi karaltılı, seller gibi akan askerleri ile size doğru yönelmiş geliyor!
Allah1 a yemin ederim ki; o size yalnız başına bile gelecek olsa, Allah, muhakkak yardım edip onu size galip kılacaktır.
Çünkü, Allah ona yaptığı va’dini yerine getiricidir!
Hiç şüphesiz, Allah onun dostu ve yardımcı sı dır.”
“Muhammed Peygamber (Aleyhisselam), amma size karşı, amma sizden başkasına karşı, savaşmaya hazırlanmış bulunuyor.
Hazırlıklı ve uyanık olunuz!”[283]
“Hâtıb b. Ebi Beltea’dan:
Resûlullah (Aleyhisselam), sizin üzerinize yürümek istiyor!
Tedbirinizi alınız!”[284]
“Muhammed Aleyhisselam, kesin olarak sizin üzerinize yürümek üzeredir!”[285]
“Bundan sonra, derim ki:
Muhammed (Aleyhisselam) kesin olarak sizin üzerinize yürümek istiyor.
Tedbirinizi alınız! Hazırlanınız!”[286]
Bazı ravilerin bu yazı muhtevasını kısaltarak nakletmiş oldukları gözönünde tutulunca, yukarıdaki yazılarda geçen sözlerin hepsinin Hâtıb’ın yazısında yer almış olduğu kabul edilebilir.[287]
Mektubun Kureyş Müşriklerine Bir Kadınla Gönderilişi
Hâtıb b. Ebi Beltea, Kutıeyş müşriklerine yazdığı mektubu bir kadına vermişti.
Rivayete göre; kadın, Müzeynelerdendi.[288] Müzeynelerin de Arc halkından, Kenud adında bir kadındı.[289]
Kendisi, Ebu Amr b. Sayfî b. Hişam (Hâşim) b. Abdi Menafın[290] yahut Ebu Leheb’in[291] azadlı cariyesi olup, Sâre diye anılırdı.
Sâre Medine’ye geldiği sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam Mekke’yi fetih hazırlığıyla uğraşıyor-du.[292]
Sâre’ye:
“Sen Müslüman olarak mı geldin?” diye sordu.
Sâre:
“Hayır!” dedi.[293]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Öyleyse, sen ne için geldin?” diye sordu.
Sâre:
“Sizler köle azadlayıcılarsınız, aşiret sahibisiniz![294]
Köle azadlayıcılar Bedir günü ölüp gittiler.[295]
Ben son derecede muhtaç duruma düştüm. Bana yiyecek ve binecek veresiniz, beni giydirip kuşatasınız diye yanınıza geldim!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Tagannilerin, şarkı söylemelerin, ağıt yakmaların seni ihtiyaçtan kurtarmadı mı?” diye sordu.
Sâre:
“Yâ Muhammedi Kureyşliler, kendilerinden birçok kimseler öldürüldüğünden beri, şarkı dinlemeyi bıraktılar.[296] Bedir vak’asından sonra, benden birşey söylememi isteyen olmadı.[297] Ben de, şarkı söylemeyi, ağıt yakmayı bıraktm” dedi.[298]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Abdulmuttalib oğullarını, Sâre’ye yardıma teşvik etti.
Onlarda, hemen onu giydirip kuşattılar. Birde, hayvan bulup kendisini bindirdiler, yol azığını da koydular.
Hâtıb b. Ebi Beltea, Sâre’nin yanına vardı. Ona on dinar (altın lira) ile bir elbise verdi.[299] Bunlar, Kureyş müşriklerine yazdığı mektubu onlara ulaştırma ücreti idi.
Hâtıb, Sâreye:
“Bunu, elinden geldiği kadar gizli tut! Mekke’ye giderken de, anayoldan gitme! Çünkü, yol üzerinde bekçiler, nöbetçiler var!
Sen dağ yolları ve geçitlerinden başka bir yol tutup, Mahacce’nin solundan Fuluk içine, Akik yoluna doğru git!” dedi.[300]
Sâre, mektubu başına yerleştirdikten sonra, üzerinden, saçlarını bölükler halinde örerek gizledi, Kureyş müşriklerine teslim etmek üzere yola çıktı.
Hâtıb’ın bu uygunsuz tutum ve davranışı hakkında gökten haber geldi.[301]
Hâtıb’ın Sorguya Çekilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hz. Ali ile Zübeyr b. Avvam ve Mikdad b. Esved’e:[302]
“Acele gidiniz! Hâh bahçesine vardığınızda, orada, hayvan üzerinde giden ve yanında bir mektup bulunan bir kadın bulacaksınız!
Mektubu ondan alınız ve bana getiriniz![303] Kendisini serbest bırakınız![304]
Mektubu vermek istemezse, boynunu vurunuz!” buyurdu.[305]
Hz. Ali ve arkadaşları, atlarını koştura koştura Hâh bahçesine varıp kavuştular. Orada, yolcu bir kadına rastladılar.[306]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hz. Ali ve arkadaşlarına, devesinin üzerinde giden bir kadının Hâtıb b. Ebi Beltea tarafından müşriklere yazılan ve Resûlullahın kendilerine doğru gelmekte olduğunu haber veren bir sahifeyi yanında taşıdığını haber vermişti.
Hz. Ali ve arkadaşları, kadına:
“Yanında götürmekte olduğun mektup nerede?” diye sordular.[307]
Kadın:
“Benim yanımda mektup falan yok!” dedi.[308]
Bunun üzerine, kadının devesini ıhdırdılar.[309] Kadını devenin üzerinden indirdiler. Eşyasını aradılar. Mektup olarak hiçbir şey bulamadılar.[310]
Kadın yemin ederek inkârda bulununca, geri dönecek oldular.[311]
Hz. Ali:
“Allah’a yemin ederim ki; ne Resûlullah Aleyhisselam yanılır, ne de biz yanılırız!
Sen bu mektubu bize ya kendiliğinden çıkarırsın, ya da seni soyar, ararız!” dedi.[312]
Kadın:
“Siz Müslüman değil misiniz?! (Bunu bana nasıl yaparsınız?)” dedi.[313]
Hz. Ali:
“Elbette Müslümanız! Resûlullah Aleyhisselam bize senin yanında mektup bulunduğunu söyledi” dedi,[314] kılıcını
sıyırdı ve:
“Ya mektubu çıkarırsın, ya da kılıcı tepene indiririm!” dedi.[315]
Kadın, işin sıkı tutulduğunu görünce, Hz. Ali’ye:
“Yüzünü benden başka yana çevir!” dedi.
Hz. Ali yüzünü başka tarafa çevirince, kadın örgülü saçlarını çözdü, mektubu çıkarıp Hz. Ali’ye verdi.[316]
Mektubu Peygamberimiz Aleyhisselama getirdiler.
Mektubun müşriklerden bazı kişilere Hâtıb b. Ebi Beltea tarafından yazılıp gönderilmiş ve içinde Peygamber Aleyhisselamın savaş işinin onlara bildirilmiş olduğu görüldü.[317]
“Yâ Rasûlallah! Hâtıb, Allah’a, Resûlullaha ve mü’minlere hainlik etmiştir!?” dediler.[318]
Peygamberimiz Aleyhisselam haber saldı, Hâtb’ı yanına çağırttı.[319]
Hâtıb gelince, mektup kendisine okundu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Bunu sen mi yazdın?” diye sordu.
Hâtıb:
“Evet!” dedi.[320]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Hâtıb! Bu ne biçim iş?![321] Sen bunu ne için yaptın?!” diye sordu.[322]
Hâtıb:
“Yâ Rasûlallah! Bu hususta hakkımda hüküm vermekte acele etme!
Ben, Kureyşîler içinde, yanaşma bir kişiyim. Asıl Kureyşîlerden değilim.
Senin yanındaki Muhacirlerin Mekke’de ailelerini ve mallarını koruyacak akrabaları var.[323]
Ben ise, Kureyş cemaati içinde ne soyu, ne de kabilesi olmayan bir kişiyim.
Üstelik, çoluk çocuklarım da onların aralarında bulunuyor.[324]
Ben bunu onlara bir iyilik edeyim, kendilerini minnet altında bırakayım da oradaki ev halkımı korusunlar diye yaptım.
Yoksa, bunu küfre saptığım veya dinimden döndüğüm veya İslâmiyetten sonra küfre rıza gösterdiğim için yapmış değilim ![325]
Yâ Rasûlallah! Vallahi, ben Allah’a ve Allah’ın Resûlüne iman etmişim ve dinimi de asla değişti rm emişim dir![326]
Ben, Müslüman olduğumdan beri, Allah hakkında hiçbir şüpheye düşmemiş,[327] küfür yoluna sapmamışım dır!
Müşriklerden ayrıldığımdan beri, kendilerine hiçbir sevgi de beslememi simdir.
Fakat, ev halkım hakkında endişe duyduğum için, onların yanında bir iyiliğimi bulundurmak istedim.
İyi biliyorum ki; Yüce Allah’ın onlara indireceği azap karşısında benim bu mektubum kendilerine hiçbir yarar sağlamayacak, gelebilecek azaptan onları kurtarmayacaktır.[328]
Yâ Rasûlallah! Ben, bu iyiliği, çoluk çocuğumla malıma onlardan gelebilecek zararlardan Allah belki korur diye yapmak istedim!
Muhacir ashabından hiçbiri yoktur ki, orada kavim ve kabilesinden bazı kimseler bulunsun da, Yüce Allah, onun ev halkını ve malını onlarla korumamış olsun!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Doğru söyledin!” buyurdu[329] ve yanındaki ashabına da:
“O size doğru söyledi.[330]
Kendisi hakkında, hayırdan başka birşey söylemeyiniz!” buyurdu.[331]
Hz. Ömer:
“Yâ Rasûlallah! Bu adam Allah’a, Allah’ın Resûlüne ve mü’minlere hainlik etmiştir.[332]
Yâ Rasûlallah! Bırak beni de, şu münafığın boynunu vurayım?” dedi.[333]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“İzin verecek olursam, onu öldürür müsün?” diye sordu.
Hz. Ömer:
“Evet! Bana izin verirsen, onu öldürürüm!” dedi.[334]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hayır![335] Bu kişi Bedir savaşında bulunanlardan değil midir?[336] O Bedir savaşında bulunmuştur.[337]
Ne bilirsin? Belki de, Yüce Allah, Bedir savaşına katılmış olanlara, Bedir gününde bakıp, ‘Siz istediğinizi yapın! Ben sizi bağışlamışımdır! Cennet size vacip olmuş, siz Cennete girmeyi haketmişsinizdir!’ buyurmuştur” buyurunca, Hz. Ömer’in gözleri yaşla doldu ve:
“Yüce Allah ve Resûlü daha iyi bilir!” dedi.[338]
Hâtıb’ın bu husustaki tutum ve davranışı üzerine indirilen âyetlerde[339] şöyle buyuruldu:
“Ey iman edenler! Benim de, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyiniz.
Kendileriyle aranızdaki sevgi yüzünden, onlara Peygamberin maksadını ulaştırırsınız, değil mi?!
Halbuki, onlar haktan size gelene (İslâm dinine ve Kufân’a) küfretm işi erdir.
Onlar, Peygamberi de, sizi de, Rabbiniz olan Allah’a iman ediyorsunuz diye yurtlarınızdan çıkarıyorlardı .
Eğer siz Benim yolumda savaşmak, rızamı aramak için çıkmışsanız (onlan dost edinmeyiniz)!
Siz onlara hâlâ muhabbet mi besleyecek (sırlarımı ifşa mı edecek)siniz?!
Halbuki, ben sizin gizlediğinizi de, açıkladığınızı da çok iyi bilenim!
İçinizden kim bunu yapar (Resûlullahın sırlarını açıklar)sa, muhakkak ki, o, yolun ta ortasından sap-m ıştır!
Eğer onlar size bir tımak tuttururlar (sizi ele geçirirlerse, hepinizin düşmanları olacaklar; ellerini, dillerini kötülükle size uzatacaklardır.
Zaten, onlar, (ah bir dininizden dönüp) kâfir olsanız diye temenni de etmişlerdir.
Ne hısımlarınız, ne evladlarınız, ahiret azabına karşı size asla yarar veremezler. Kıyamet gününde, Allah onlarla aranızı ayıracaktır.
Allah, ne yaparsanız, hakkıyla görendir.
İbrahim’de ve onun maiyyetinde bulunan (Müslüman)larda (onların sözlerinde ve işlerinde) sizin için gerçekten uyulacak güzel bir ömek vardı.
Hani onlar kavimlerine:
‘Biz sizden ve Allah’ı bırakıp tapmakta olduğumuz şeylerden kesin olarak uzağız!
Sizi inkâr ettik.
Siz Allah’a bir olarak iman edinceye kadar, bizimle aranızda temelli düşmanlık ve buğz belirmiştir!’ demişlerdi.
Yalnız, İbrahim’in, babasına:
‘Her halde, senin yariıganmanı dileyeceğim!
Fakat, senin için Allah’tan gelecek herhangi birşeyi celb veya def etmeye gücüm yetmez!’ demesi müstesnadır.
(Siz şöyle deyiniz):
‘Ey Rabbimiz! Biz ancak Sana güvenip dayandık! Ve Sana yöneldik! Son dönüş de ancak Sanadır!
Ey Rabbimiz! Bizi, o küfredenler için bir fitne (konusu) yapma! (Onlan bize musallat etme)!
Ey Rabbimiz! Bizi yarlığa!
Çünkü, Azîz ve Hakîm Sensin Sen!'”[340]
Medine’den Mekke’ye Doğru Yola Çıkış
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hicretin 8. yılında[341] Ramazan ayında Müslümanlardan 10.000 kişi-askerî bir topluluğun başında, Medine’den Mekke’ye doğru yola çıktı.[342] Peygamberimiz Aleyhisselam da, mücahidler de hep oruçlu idiler.[343] Yola çıkılırken, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Orucunu tutmak isteyen, tutsun. Orucunu açmak isteyen de, açsın!” diyerek nida ettirdi.[344] Peygamberimiz Aleyhisselam orucunu açmadı, tuttu. Mücahidler de açmadılar, tuttular.[345] Sulsul mevkiine eriştiler.[346] Sulsul; Medine nahiyelerinden olup, Medine’ye uzaklığı yedi mildir.[347]
Zübeyr b. Avvam’ın Bir Süvari Birliğinin Başında Öncü Olarak İleri Sürülüşü ve Hevâzin
Casusunun Yakalanıp Sorguya Çekilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Zübeyr b. Avvam’ı, 200 kişilik bir süvari birliğinin başında, öncü ve gözcü olarak ileri sürmüştü.[348]
Bunlar; Arc’la Talub arasında Hevâzin casuslarından birini yakalayıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirdiler ve:
“Yâ Rasûlallah! Hayvanının üzerinde gördük: Çukur yerlerde bizden saklanmaya çalışıyordu. Sonra, yüksek bir yere çıkıp oturdu. Atlan ona doğru koşturmaya başlayınca, kaçmak istedi.
Kendisine:
‘Sen kimsin?1 diye sorduk.
‘Benî Gitarlardan bir adamım!’ dedi.
‘Bu memleket halkından, Benî Gitarların hangilerindensin?’ diye sorduk.
Aykırı cevap verdi, bize soyunu anlatamadı, şüphemizi arttırdı, kendisi hakkında bizi suizanna düşürdü.
‘Senin ev halkın nerededir?’ diye sorduk.
Eliyle bir tarafa işaret ederek:
‘Yakındadır!’ dedi.
Kendisinin işi karıştırdığını, gerçeği sakladığını görünce:
‘Ya bize doğrusunu söyleyeceksin, ya da boynunu vuracağız!’ dedik.
‘Ben size doğrusunu söylersem, bu, bana, sizin katınızda bir yarar sağlar mı?’ dedi.
‘Evet!’ dedik.
Bunun üzerine, bize:
‘Ben Benî Nadrlardan, Hevâzinlerden bir adamım.
Beni Hevâzinler casus olarak gönderdiler ve:
‘Medine’ye git, Muhammed’le buluş! Müttefiklerinin (Huzâaların) işi hakkında ne yapmak istediğini, bizim için öğrenmeye çalış!
O, Kureyşîlere askerî bir birlik mi gönderiyor? Yoksa, kendisi mi gidip onlarla savaşacaktır? Biz onun Kureyşîlere büyük bir ordu ile baskın yapacağını sanıyoruz.
İster kendisi gitsin, ister askerî bir birlik göndersin, sen de onlarla birlikte Batn-ı Şerife kadar git!
Eğer onlar önce bizim üzerimize yürümek isterlerse, Batn-ı Şerif yolunu tutar, bizim yanımıza çıkarlar. Eğer Kureyşîlerin üzerine yürümek isterlerse, yollarına devam ederler!’ dediler’ dedi.”
Peygamberimiz Aleyhisselam, casusa:
“Hevâzinler neredeler?” diye sordu.
Casus:
“Onları Buk’â’da pek çok yığınak yapmış oldukları halde geride bıraköm.
Onlar bütün Arapları kendilerine yardıma çağırdılar, Sakîflere de haber saldılar. Onlar da yapılan davete icabet ettiler.
Sakîfleri de, savaşmak üzere pek çok yığınak yapmış oldukları halde geride bıraktım.
Onlar, debbabe ve mancınık yapma işini öğrenmeleri için, Cüreş’e adamlar gönderdiler. Kendileri de, Hevâzinlerin topluluklarıyla birlikte bulunmak üzere gidiyorlar!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hevâzinler işlerini yürütmeyi kime havale ettiler?” diye sordu.
Casus:
“Eşraf gençlerinden Malik b. Avf’a havale ettiler!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hevâzinlerin hepsi, Malik’e ve onun davet ettiği işe icabet ettiler mi?” diye sordu.
Casus:
“Güçlülük ve dayanıklılıklarda tanınmış olan Benî Âmirler, davete aldırış etmediler” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onlar, Benî Âmirlerden hangileridir?” diye sordu.
Casus:
“Ka’blarveKilablar!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hilaller ne yaptı?” diye sordu.
Casus:
“Hevâzinlere onlardan pek azı katıldı.
Akşamleyin, senin kavmine uğramıştım.
Ebu Süfyan, yanlarına gelmişti.
Medine’den getirdiği haberden dolayı, Kureyşîlerin Ebu Süfyan’a çok kızmış olduklarını gördüm.
Onlar çok korkuyor ve ürperiyorlardı” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Allah bize yeter. O, ne güzel Vekîl’dir!
Sanırım ki, sen bana ancak doğru olanı söyledin!” buyurdu.
Casus:
“Bu, bana yarar sağlayacak, beni ölümden kurtaracak mıdır?” dedi.
Casusun gidip halkı uyarmasından korkuldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu tutuklamasını, Halid b. Velid’e emretti.
İslâm ordusu Merruz-zahran’a vardığı zaman, casus kaçtı.
Halid b. Velid, ardına düşüp onu aradı, Erâk[349] yanında yakaladı ve:
“Eğer senin için söz vermiş olmasaydım, boynunu vururdum!” dedi. Durumu Peygamberimiz Aleyhisselama arzetti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke’ye girinceye kadar onu tutuklu bulundurmasını Halid b. Velid’e em retti.[350]
Uyeyne b. Hısn’ın Arc’da Gelip Mücahidlere Katılışı
Uyeyne b. Hısn; Necd’de ev halkının yanında bulunduğu sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamin yanına birçok Arap kabilelerinin toplanarak bir yana doğru gitmek istediklerini haber alınca, kavminden bazı kimselerle birlikte Medine’ye gelip, Peygamberimiz Aleyhisselamı iki gün önce gitmiş buldu ve hızla Arc’a doğru gitti. Orada, Peygamberimiz Aleyhisselamla buluştu ve:
“Yâ Rasûlalları! Senin bir tarafa gideceğini haber aldım, geldim.
Ben sizde savaş hali görmüyorum: Ne çekilmiş sancaklar görüyorum, ne de bayraklar! Yoksa, umreye mi gitmek istiyorsunuz?
Halbuki, sizde ihram hali de görmüyorum!?
Yâ Rasûl allan! Siz nereye yönelmiş gidiyorsunuz?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Allah her nereye gitmemizi dilerse oraya gideceğiz!” buyurdu.
Uyeyne b. Hısn, mücahidlere katılıp Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte gitti.[351]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Orucunu Açışı ve Mücahidlere Oruçlarını Açmalarını Emredişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Arc’a geldiği zaman, çok susamıştı.
Susuzluğunu gidermek için, başına su döktü. Yüzünü yi kadı.[352]
Müslümanlar, yaya ve binitli olarak, Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte Kurâu’l-Gamîm’e vardılar.
“Yâ Rasûlallah! Oruçluluk halka çok ağır gelmeye başladı.
Halk, senin ne yapacağına bakıyorlar!” dediler.[353]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Usfan ile Emeç arasındaki Kudeyd[354] mevkiine gelince,[355] ikindi namazından sonra, hayvan üzerinde iken[356] bir bardak su[357] getirtti. Bardağı herkesin göreceği şekilde kaldırıp onu içti,[358] orucunu açtı.[359] Müslümanların da oruçlarını açmalarını emretti.[360]
Müslümanlardan bazısının orucunu açtığı, bazısının ise oruçlarını açmayıp tutmaya devam ettikleri haber verilince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onlar âsilerdir (Emre karşı gelenlerdir)![361]
Onlar âsilerdir! (Emre karşı gelenlerdir)![362]
Siz, sabahleyin düşmanlarınızla karşılaşacaksınız! Orucu açmak sizin için zindeliktir!” buyurdu.[363]
Düşmanla karşılaşacakları haber verilince, hepsi Merru’z-zahran’da oruçlarını açtılar.[364]
Medine’ye Gelmek Üzere Yola Çıkan Hz. Abbas’ın Yolda Peygamberimiz Aleyhisselamla Buluşması
Hz. Abbas, ailesiyle birlikte gelirken, Cuhfe’de veya Zülhuleyfe’de Peygamberimiz Aleyhisselamla buluştu.[365]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona, yanındaki ağırlıklarını Medine’ye göndermesini emretti.[366]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidleri Savaş Düzenine Koyuşu
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kudeyd’e gelince, orada konakladı. Sancaklar ve bayraklar bağladı.[367]
Bağladığı sancak ve bayrakları kabilelere, kabilelerin bayraktar ve sancaktarlarına verdi.[368]
Uyeyne b.Hısn, kabilelerin sancak ve bayraklar aldıklarını görünce, canının sıkıntısından, parmaklarını ısırmaya başladı.
Hz. Ebu Bekir, ona:
“Yoksa, geldiğine pişmanlık mı duyuyorsun?” diye sordu.
Uyeyne b. Hısn:
“Ben kavmimin Muhammed’le birlikte bulunmadığına üzülüyorum!” dedi ve
“Ey Ebu Bekir! Muhammed nereye gitmek istiyor?” diye sordu.
Hz. Ebu Bekir:
“Allah her nereye gitmesini isterse, o oraya gidecektir!” dedi.[369]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kudeyd’de bulunduğu sırada, Süleymler900 veya 1.000 atlı olarak geldiler.
Onların zırhlan sırtlarında, mızrakları ve silahları yanlarında bulunuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselamın onlara gönderdiği iki elçisi Peygamber Aleyhisselamın yanına gelmekte acele etmelerini söyleyince, derlenip toparlanarak geldiler ve:
“Yâ Rasûlallah! Biz, senin dayıların oluruz.
Bizim savaş zamanında nasıl sebatlı, seninle buluştuğumuz zaman nasıl sadakatli olduğumuzu göreceksin” dediler.
Süleymlerin yanlarında durulmuş iki sancak ve beş bayrak bulunuyordu. Bayraklar siyahtı.
“Yâ Rasûlallah! Bizim bayraklarımızı da bağla ve istediğine ver!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Cahiliye çağında bayraklarınızı taşıyan, bugün de taşısın! Evvelce yanıma hepinizle birlikte gelen o güzel yüzlü, tatlı dilli kişi ne yapıyor? Siz gidiniz! Ordunun önüne geçiniz!” buyurdu.
Onları öncü birliği yaptı.
Benî Süleymlerle buluşuluncaya kadar, bu görevi Halid b. Velid yapmıştı.[370]
Muhacirlerin bayraktarları:
1. Hz. Ali,
2. Zübeyr b. Avvam,
3. Sa’d b. Ebi Vakkas,
Ensarın bayraktarları:
1. Evsîlerin Abduleşhel oğullarından Ebu Naile,
2. Evsîlerin Zafer oğullarından Katâde b. Numan,
3. Harise oğullarından Ebu Bürde b. Niyar,
4. Muaviye oğullarından Cebr b. Atîk,
5. Hatma oğullarından Ebu Lübâbe b. Abdulmünzir,
6. Ümeyye oğullarından Mübeyyaz,
7. Sâide oğullarından Ebu Useydü’s-Sâidî,
8. Benî Haris b. Hazreclerden Abdullah b. Zeyd,
9. Selime oğullarından Kutbe b. Âmir b. Hadîd,
10. Malik b. Neccar oğullarından Umâre b. Hazm,
11. Mazin oğullarından Salît b. Kays,
12. Dinar oğulları,
Müzeynelerin sancaktarları:
1. Numan b. Mukarrin,
2. Bilal b. Haris,
3. Abdullah b. Amr,
Eslemlerin sancaktarları:
1. Büreyde b. Husayb,
2. Naciye b. A’cem,
Cüheynelerin sancaktarları:
1. Süveyd b. Sahr,
2. Rafi’ b. Mekîs,
3. EbuKer’a,
4. Abdullah b. Bedr,
Benî Amr b. Ka’bların sancaktarı:
Büsr b. Süryan,
Benî Gıfârların bayraktarı:
Ebu Zerri’l-Gıfârî veya İmâ’ b. Rahasa,
Kinane, Benî Leys, Damrâ ve Sa’d b. Bekrlerin sancaktarı:
1. Ebu Vâkıd el-Leysî,
Eşca’ların sancaktarları:
1. Ma’kıl b. Sinan,
2. Nuaym b. Mes’ud idi.[371]
Ebu Süfyan b. Hâris’le Abdullah b. Ebi Ümeyye’nin Peygamberimiz Aleyhisselamla Buluşmaları ve
Müslüman Olmaları
Peygamberimiz Aleyhisselamın amcası Haris b. Abdulmuttalib’in oğlu Ebu Süfyan ile Abdullah b. Ebi Ümeyye, Mekke ile Medine arasında, Nîku’l-akab mevkiinde Peygamberimiz Aleyhisselamla buluştular, Müslüman olmak istediler.[372]
Bunların, Sukyâ ile Arc arasında[373] veya Ebvâ’da buluştukları da rivayet edilir.[374]
Ebu Süfyan b. Haris, Peygamberimiz Aleyhisselamın süt kardeşi ve yaşıtı idi. Hz. Halime onu da emdirmişti.
Ebu Süfyan, eskiden Peygamberimiz Aleyhisselama dost ve arkadaş idi. Fakat, Peygamberimiz Aleyhisselama peygamberlik gelince, düşman kesilmişti.[375]
Hiçbir düşmanın yapmadığı düşmanlığı yapardı. Şı’b’a varıp da, Peygamberimiz Aleyhisselamla ashabını hicv ve tahkir etmediği gün yoktu.[376]
Yirmi yıl, hicv ve tahkir etmekten geri durmadı.
Müşriklerin Peygamberimiz Aleyhisselamla yaptıkları çarpışmaların hiçbirinden geri kalmadı.[377]
En sonunda, Yüce Allah, Ebu Süfyan b. Hâris’in kalbine İslâm sevgisini düşürdü.
Bir gün Rum Kayseri ile görüşmüş olan Ebu Süfyan b. Haris der ki:
“Rum Kayserinin yanında ne İslâm iyetten kaçı İdi ğı nı, ne de Muhammed’den başkasının tanındığını gördüm. Bunun üzerine, kalbime İslâmiyet sevgisi girdi. İçinde bulunduğum müşrikliğin bâtıl ve boş olduğunu anladım.
Ne çare ki, biz akılları başlarında bir kavimle birlikte bulunuyorduk.
İnsanların akıllarına ve görüşlerine göre yaşadıklarını sanıyordum.
Onlar bir yol tutup gittiler, biz de o yolu tutup gittik.
Şerefli, yaşlı kişiler putlarından yardım dileyerek Muhammed’e karşı ayaklandıkları ve ataları yüzünden ona kızdıkları zaman, onlara uyduk.[378]
Bir gün, kendi kendime:
‘Ben kimlere arkadaş oluyorum?! Kimlerin yanında bulunuyorum?! İslâm yolu belli olmuş ve karar-laşmış bulunuyor!1 dedim ve zevcemle oğlumun yanına vardım ve:
‘Yola çıkmak için hazırlanınız! Muhammed’in yanınıza gelmesi çok yaklaşmıştır!’ dedim.[379]
Zevcem ve oğlum:
‘Canımız sana feda olsun![380]
Arapların ve Arap olmayanların Muhammed’e tâbi olduğunu görüyorsun da, hâlâ ona karşı düşmanlık mevkiinde bulunuyor, düşmanlıkta direnip duruyorsun!?
Halbuki, ona yardım etmek herkesten çok sana düşerdi! Ona yardım edenlerin ilki sen olmalı idin!?’ dediler.
Uşağım Mezkûr’a:
‘Bir deve ile atımı acele yanıma getir!’ dedim.[381]
Resûlullah ile buluşmak üzere Mekke’den yola çıktık.[382]
Ebvâ’ya varıp indiğimiz zaman, Resûlullah Aleyhisselamın öncü birliği oraya gelmiş bulunuyor ve Mekke’ye gitmek istiyordu.
Resûlullah Aleyhisselam, benim kanımın dökülmesini helâl ve gerekli kılmıştı.
Bunun için, öldürülmemden korktum ve gizlendim.
Oğlum Cafer’in elinden tutup yaya olarak bir mil kadar gittik.
Sabahleyin Resûlullah Aleyhisselamın yanına vardık.[383]
Halk, takım takım geliyordu. Onlardan gizlendim.
Resûlullah Aleyhisselam hayvanına bineceği zaman, kendisiyle görüşmek istedim.[384] Resûlullah Aleyhisselam, bizden, yüzünü başka tarafa çevirdi.
Yüzünü çevirdiği tarafa geçtim. Tekrar tekrar, benden yüzünü çevirdi.
Bütün yakın-uzak herşey beni tuttu, sıktı! Ona erişemedikçe, ben bir ölüyümdür!
Onun iyiliğini, merhametini ve bana olan yakınlığını düşünmüş, bu yüzden beni tutar diye ummuştum.
Resûlullah Aleyhisselamın akrabası olduğum için, benim Müslüman olmama sevineceklerini sanıyor ve bunda şüphe etmiyordum.[385]
Resûlullah Aleyhisselamın benden yüzünü çevirdiğini görünce, bütün Müslümanlar da benden yüz çevirdiler.
Ebu Kuhâfe’nin oğlu (Hz. Ebu Bekir) bana rastladı ve benden yüzünü çevirdi.
Ensardan biri, beni kandırarak Ömer’in yanına yanaştırdı. Ömer, bana bakınca:
‘Ey Allah düşmanı! Resûlullah Aleyhisselamı ve ashabını inciten sensin hâ!?
Sen ona düşmanlığını yeryüzünün doğularına, batılarına kadar ulaştırdın!” dedi.
Hemen onun yanından ayrılıp amcam Abbas’ın yanına vardım ve:
‘Ey Abbas! Ben Resûlullahın yakını ve asâletli oluşum dolayısıyla Müslümanlığımın Resûlullahı sevindireceğini ummuştum.
Kendisinden umduğum iltifatı göremedim!
Beni kabul etmesi için onunla konuş!’ dedim.
Abbas:
‘Hayır! Vallahi, onun senden yüz çevirdiğini gördükten sonra, kendisiyle bir tek kelime bile konuşamam! Resûlullah Aleyhisselamı celallendirmiş olmaktan korkarım!’ dedi.
‘Ey amca! Bari, gidip başvuracağım bir kimseyi bana söyle!’ dedim.
Amcam, Ali’yi göstererek:
‘İşte o!’ dedi.
Ali ile buluşup konuştum.
O da, bana Abbas’ın söylediğinin tıpkısını söyledi.
Abbas’ın yanına döndüm ve:
‘Ey amca! Bana sövüp sayan adamı bu davranışından vazgeçir!’ dedim.
Abbas:
‘Bana onu tarif et!’ dedi.
‘O, çok esmer tenli, kısa boylu, iki gözünün arası yaralıdır!’ dedim.
Amcam:
‘O, Numan b. Haris en-Neccârîdir!1 dedi.
Ona:
‘Ey Numan! Ebu Süfyan, Resûlullah Aleyhisselamın amcasının oğludur ve benim de kardeşimin oğludur.
Resûlullah Aleyhisselam her ne kadar ona kızmış bulunuyorsa da, ileride ondan hoşnut da olacaktır.
Bundan sonra, kendisine herhangi bir suretle hakaret etmekten vazgeç!’ diye haber gönderdi.”[386]
Ebu Süfyan b. Haris ile Abdullah b. Ebi Ümeyye, Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna girme çarelerini araştırdıkları ve kendilerinden yüz çevirildiği sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Ümmü Seleme de, onlar hakkında Peygamberimiz Aleyhisselamla konuştu:
“Biri amcanın oğlu ve süt kardeşindir. Öbürü de halanın oğludur ve hısımındır.[387]
Allah, bunları sana Müslüman olarak getirdi.[388]
Bunlar, senin katında halkın en yaramazı olamazlar!” dedi.[389]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bana onların ikisi de gerekmez!
Amcamın oğlu benim haysiyet ve şerefimi dili ile lekelemek istedi!
Halamın oğlu ve hışmım olan kişi ise, Mekke’de bana söylememesi gereken sözleri söylemiştir!” buyurdu.[390]
Ebu Süfyan b. Haris der ki:
“Gidip Resûlullahın kapısına oturdum.
Cuhfeye varıncaya kadar, oturmaktan ayrılmadım!
Ne kendisi, ne de Müslümanlardan hiçbirisi benimle konuşuyordu.
Her konakladığı yerde, gidip Resûlullahın kapısında duruyordum. Oğlum da, ayakta dikiliyordu.
Resûlullah, beni gördükçe, yüzünü benden çeviriyordu.
Ezâhir yokuşundan Mekke’nin Ebtah vadisine inince, Resûlullahın çadırının kapısına yaklaştım.
Resûlullah bana baktı! Bu bakış, onun bana ilk yumuşak bakışı idi. Kendisinin bana gülümseye-ceğini de ummaya başladım.”[391]
Hz. Ali, Ebu Süfyan b. Hâris’e:
“Resûlullah Aleyhisselama arka tarafından varıp, Yusuf’un kardeşlerinin Yusuf Aleyhisselama söylediği sözü söyle ki, onlar:
‘Allah’a yemin ederiz ki; Allah seni gerçekten bizden üstün kılmıştır! Biz, doğrusu, sana karşı yaptıklarımızda suçlu idik!1 dediler [Yusuf: 91].
Bundan daha güzel bir söz bulunabileceği kabul edilemez!” dedi.
Ebu Süfyan b. Haris böyle yapınca, Peygamberimiz Aleyhisselam, Yusuf Aleyhisselamın kardeşlerine verdiği cevabı bildiren:
“Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yoktur! Allah sizi yarlıgasın! O, Esirgeyenlerin en Esirgeyicisidir!” (Yusuf 92) mealli âyeti okudu.[392]
Ebu Süfyan b. Haris, Peygamberimiz Aleyhisselamın:
“Bana, onların ikisi de gerekmez!” buyurduğunu haber aldığı zaman:
“Vallahi, ya yanına girmeme izin verecektir, ya da şu oğlumun elinden tutup yeryüzünde açlıktan, susuzluktan ölünceye kadar çekip gideceğiz![393]
Sen ki, benim hem akrabam, hem de halkın en uslusu, yumuşak huylusu, en iyilik severi ve cömerdi bulunuyorsun!” demişti.[394]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu Süfyan’ın bu sözlerini işitince, her ikisine de acıdı ve kendilerinin huzuruna girmelerine izin verdi.
Girdiler ve Müslüman oldular.[395]
Ebu Süfyan b. Haris, Müslüman olduktan sonra, utancından, başını kaldırıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzüne bakam azdı.[396]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Merru’z-zahran’da Konaklayışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidlerle birlikte Merruz-zahran’a gelip konakladı.[397] Peygamberimiz Aleyhisselamın Merru’z-zahran’a gelişi, yatsı vaktine rastlamıştı. Mücahidler Merruz-zahran’da toplandılar.[398] Peygamberimiz Aleyhisselam, Merru’z-zahran’da geceleyin ashabına: “Mekke’de Kureyşîlerin aklı erenlerinden dördü, müşriklikten sıynlıp İslâmiyete girmek isti buyurdu.
“Yâ Rasûlalları! Kimdir onlar?” diye sorulunca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“1. Attâb b. Esîd,
2. Cübeyr b. Mut’im,
3. Hakîm b. Hizam,
4. Süheyl b. Amr’dır!” buyurdu.[399]
Peygamberimiz Aleyhisselam Merruz-zahran’a gelinceye kadar, Kureyş müşriklerine bütün h; ler gizli kalmıştı.
Onlar Peygamberimiz Aleyhisselamın ne yapacağını bilmiyorlar,[400] fakat kendilerine savaş cağından korkup duruyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Merru’z-zahran’a gelince, geceleyin, ateş yakmalarını mücahh emretmiş, 10.000 ateş yakı İm işti.[401]
Kureyş Müşriklerinin Ebu Süfyan b. Harb’i Denetçi ve Elçi Olarak Göndermeyi Kararlaştırmaları
Kureyş müşrikleri, Ebu Süfyarı b. Harb’i, haberler araştırmak üzere göndermekte sözbirliği ettiler.
“Muhammed’le buluşursan, ondan bizim için eman sözü al![402]
Ancak, onun ashabını gevşek görürsen,[403] savaşılacağını kendilerine bildir![404]
Biz sizin arkanızdan hazırlanıp gelmeyeceğiz.
Çünkü, Muhammed’in kiminle; bizimle mi, yahutHevâzinlerle mi, ya da Sakfflerle mi savaşmak diğini bilmiyoruz” dediler.[405]
Bir gece, Ebu Süfyan b. Harb ile Hakîm b. Hizam, Mekke’den çıkıp gittiler.[406]
Yolda, Büdeyl b. Verkâ’ya rastladılar. Onun da kendileriyle birlikte gelmesini sağladılar.[407]
Bunlar; Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında haber araştıracaklar, toplayacaklar, işittikleri h; leh gözden geçirecekler, değerlendireceklerdi.[408]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ensardan bazılarına:
“Ebu Süfyan’a göz kulak olunuz! Siz muhakkak onu bulacaksınız!” buyurmuştu.[409]
Casuslar; Merruz-zahran’da Erâk mevkiine eriştikleri zaman, pek çok çadırlar, askerler ve yaı ateşler gördüler, at kişnemeleri, deve böğürmeleri işittiler.
Bunlar onları ürküttü, son derecede korkuttu.[410]
Vakit, yatsı vakti i di. [411]
Arefe gecesinde yakılan ateşler gibi yanan ateşleri görünce, Ebu Süfyan:
“Bu ne kadar çok ateş? Sanki, arefe gecesi ateşlerini andırıyor!?
Ey Büdeyl! Yoksa bu ateşler, senin kavmin olan Benî Ka’bların mıdır?” diye sordu.
Büdeyl b. Verkâ:
“Bunlar, Benî Amrların ateşleri olsa gerek!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Benî Amrların ateşi bundan az olur, onların bu kadar çok ateşleri olamaz!” dedi.[412]
Büdeyl b. Verkâ:
“Belki de seninle çarpışmak üzere toplanmışlardır. Müzeyneleri de, bu gece kendilerine beki tutmuşlardır” dedi.[413]
“Bunlar, herhalde, Benî Ka’blar (Huzâalar)’dır. Savaş için toplanmışlardır” dediler.
Ebu Süfyan:
“Evet! Ama bunlar Benî Ka’blardan daha kalabalık görünüyorlar!” dedi.
“Belki de, Hevâzinler, yağmur düşen yerlerdeki otlardan hayvanlarını otiatmak için topraklanı kadar gelmişlerdir. Vallahi, bunların kimler olduklarını pek anlayamadık!” dediler.[414]
Peygamberimiz Aleyhisselam, casusları yakalamak için, atlılardan bir birliği ileri göndermişti.
Huzâalarda yolu kesmişler, arkaya kimseyi bırakmıyorlardı.[415]
Ebu Süfyan’la Hakîm b. Hizam ve Büdeyl b. Verkâ’nın Müslüman Olmaları
Mücahidler Merruz-zahran’a gelip konunca, Hz. Abbas, kendi kendine:
“Vâh Kureyşîlerin başlarına geleceklere!
Vallahi, onlar gelip Resûlullah Aleyhisselamdan eman dilemeden önce Resûlullah Aleyhisselam Mekke’ye harple girecek olursa, bu Kureyşflerin temelli helâklan olur!” demiş, Peygamberimiz Aleyhisselamın boz katırına binip Erâk mevkiine kadar gitmişti.
“Orada ben muhakkak bir oduncu veya bir sütçü ya da bir iş güç sahibi bulup Mekke’ye göndermeliyim ki; önce, üzerlerine Resûlullah Aleyhisselamın gelmekte olduğunu Mekkelilere bildirsin de, Mekkeliler Resûlullah Aleyhisselam üzerlerine harple girmeden önce gelip ondan eman dilesinler” dedi.
Hz. Abbas bu maksatla giderve maksadını gerçekleştirmek üzere bir adam ararken, Ebu Süfyan’la Büdeyl b. Verkâ’nın seslerini işitti.[416] Ebu Süfyan’ı sesinden tanıdı. Ona:
“Ebu Hanzale!”dedi.
O da, Hz. Abbas’ı sesinden tanıdı ve:
“Ebu’l-Fadl! Sensin ha!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Babam, anam sana feda olsun! Ne var?[417] Arkandakilerden, ne haber var?” diye sordu.[418]
Hz. Abbas:
“Yazıklar olsun sana ey Ebu Süfyan![419] Arkamdaki, Resûlullah Aleyhisselamdır ve Müslümanlardan 10.000 kişilik, karşı koyamayacağınız askerlerin başında size doğru yönelmiş, geliy-or![420]
Vallahi, vay Kureyşîlerin başlarına geleceklere!” dedi.[421]
Ebu Süfyan:
“Babam, anam sana feda olsun! Buna bir çare, bir tedbir var mı?” diye sordu.[422]
Hz. Abbas:
“Evet! Vardır!” dedi.
“Sen, ne yapmamı bana emir ve tavsiye edersin?” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Vallahi, Resûlullah Aleyhisselamdan başkası tarafından ele geçirilecek olursan, muhakkak öldürülürsün![423]
Sen, haydi şu katırın sırtına bin de, seni Resûlullah Aleyhisselamın yanına kadar götüreyim.[424] Kendisinden senin için eman dileyeyim!” dedi.[425]
Ebu Süfyan:
“Vallahi, benim görüşüm de böyledir!” dedi.[426]
Hz. Abbas, Ebu Süfyan’ı süvarilerin ellerine düşmekten kurtardı.[427]
Ebu Süfyan, hemen Hz. Abbas’ın terkisine bindi.
Hz. Abbas Peygamberimiz Aleyhisselamın boz katırının üzerinde, Ebu Süfyan da terkisinde olduğu halde, mücahidlerin ateşlerinden her bir ateşin yanından geçerken, “Kim bu?” diye soruyorlar; Peygamberimiz Aleyhisselamın katırını ve Hz. Abbas’ın da onun üzerinde bulunduğunu görünce:
“Resûlullah Aleyhisselamın amcası, Resûlullahın katırına binmiş!” diyorlardı.
Hz. Ömer’in ateşinin yanından geçerken, Hz. Ömer:
“Kim bu?” dedi ve hemen ayağa kalktı.[428]
Hz. Abbas:
“Abbas’ım!” dedi ve geçip giderken, Hz. Ömer ona bakıyordu. Terkisinde Ebu Süfyan’ı gördü.[429] Görür görmez:
“Allah düşmanı Ebu Süfyan hâ!
Seni ahdsiz ve akidsiz olarak ele geçirmeye fırsat ve imkân veren Allah’a hamd olsun!” dedi ve hemen Peygamberimiz Aleyhisselama doğru hızla gitti.
Hz. Abbas da, katırı tepip yürümesini hızlandırdı.
Yavaş yürüyen hayvanın yavaş yürüyen adamı geçebileceği nisbette, Hz. Ömer’i geçti ve Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vardı.
Hz. Ömer de, onun izince gelip içeri girdi ve:
“Yâ Rasûlallah! Bu Ebu Süfyan’ı, Allah, akidsiz ve ahdsiz olarak ele geçirmek imkân ve fırsatını vendi. Bırak beni de, onun boynunu vurayım!” dedi.
Hz. Abbas:
“Yâ Rasûlallah! Ben ona eman vermiş bulunuyorum!” dedi ve Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına oturdu.[430]
Resûlullah Aleyhisselamın başını tutup:
“Vallahi, bu gece benden başka hiç kimse Ebu Süfyan’la başbaşa kalmayacak!” diye yemin etti.
Hz. Ömer Ebu Süfyan’ın boynunu vurmak hakkındaki dileğinde direnip durunca, Hz. Abbas:
“Yeter ey Ömer! Vallahi, Ebu Süfyan Adiyy b. Ka’b oğullarından bir kimse olsaydı, böyle söylemezdin! Fakat, sen bunun Abdi Menaf oğullarının erkeklerinden olduğunu bildiğin için boynunu vurmak istiyorsun!” dedi.
Hz. Ömer:
“Sus ey Abbas! Vallahi, babam Hattab sağ olup da Müslüman olsaydı, ona, senin Müslüman olduğun gün sevindiğim kadarsevinmezdim!” dedi.[431]
Hz. Abbas:
“Yâ Rasûlallah! Hakîm b. Hizam ve Büdeyl b. Verkâ’ya da eman vermiş bulunuyorum! Onlar huzuruna girecekler!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onları içeri al!” buyurdu.
İçeri girdiler. Onlar, gecenin geç vakitlerine kadar, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında kaldılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlardan Mekkeliler hakkında bilgi aldı ve kendilerini İslâmiyete davet etti:
“Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim de Allah’ın Resûlü olduğuma şehadet ediniz!” buyurdu.
Hakîm b. Hizamla Büdeyl b. Verkâ hemen şehadet getirdiler ve Müslüman oldular.[432]
Allah onlardan razı olsun!
Ebu Süfyan ise:
“Vallahi, ey Muhammedi Senin Resûlullah olup olmadığın hakkında kalbimde azıcık bir kuşku var! Bana biraz mühlet versen olmaz mı?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Abbas’a:
“Biz bunlara eman verdik! Kendilerini artık yerine götür!”[433]
Ebu Süfyan hakkında da:
“Ey Abbas! Onu da sen konak yerine götür, sabahleyin yanıma getir!” buyurdu.
Hz. Abbas, onu alıp konak yerine götürdü.
Ebu Süfyan geceyi Hz. Abbas’ın yanında geçirdi.[434]
Sabah namazı vakti olup da müezzin ezan okuyunca, Müslümanlar silkinip kalkmaya başladılar.
Ebu Süfyan, onların kendisi için kalktıklarını sandı.[435] Çok korktu ve:
“Bunlar ne yapmak istiyorlar?[436] Ey Abbas! Halkın bu halleri nedir? Yoksa, beni mi öldürmek istiyorlar?” diye sordu.[437]
Hz. Abbas:
“Hayır! Namaza kalkıyorlar!” dedi.[438]
Ebu Süfyan:
“Muhammed’in münâdîsi (müezzini) bunların hepsini kaldıracak mı?” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Evet!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Bunların hepsi, kalkınca ne yapacaklar?” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Onlar Müslümandırlar, Resûlullah Aleyhisselamın yanına gidecekler!” dedi.[439]
Kendisi de, Ebu Süfyan’ı yanına alıp gitti.[440]
Peygamberimiz Aleyhisselam abdest almaya kalktı.
Abdest alırken, Müslümanlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın abdest suyunu yüzlerine sürmek için üşüştüler.[441]
Ebu Süfyan, bunu görünce:
“Ey Fadl’ın babası! Ben şimdiye kadar ne Kisrâ’da, ne de Benî Asfariarın (Rumların) hükümdarlarında, hakimiyet ve saltanatın böylesini görmedim![442] Kardeşinin oğlu kadar büyük saltanatlısını görmedim!” dedi.
Hz. Abbas:
“Bu saltanat değildir, fakat peygamberliktir! Bunun içindir ki, onun üzerine düşüyorlar![443]
Yazıklar olsun sana! Sen de iman et ona![444]
Eğer Müslüman olmaz ve Muhammed’in Resûlullah olduğuna şehadette bulunmazsan, muhakkak, öldürülürsün!” dedi.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas’ın istediği şeyleri söylemek istiyor, fakat onlara bir türlü dili dönmüyor, düzgün söyleyemiyordu![445]
Peygamberimiz Aleyhisselam namaza başlama tekbirini aldı, Müslümanlar da tekbir aldılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam rükûa gitti. Müslümanlar da, hep birlikte rükûa gittiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam rükûdan doğruldu. Müslümanlar da, hep birlikte rükûdan doğruldular.
Peygamberimiz Aleyhisselam secdeye vardı. Müslümanlar da, hep birlikte secdeye vardılar.[446]
Namaz kılındıktan sonra, Ebu Süfyan:
“Ey Abbas! Muhammed onlara (Müslümanlara) birşey emretse, onlar o emri hemen yapar, yerine getirirler mi?” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Evet! Vallahi, onlara yemeyi, içmeyi bırakmalarını da emredecek olsa, yine ona itaat ederler, onun emrini yerine getirirler!” dedi.[447]
Ebu Süfyan:
“Müslümanlar bir gün bir gecede kaç kere namaz kılarlar?” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Beş kere!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Vallahi, çoktur!” dedi.[448]
Hz. Abbas, sabahleyin, Ebu Süfyan’ı alıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına götürdü.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu görünce:
“Yazıklar olsun sana ey Ebu Sülyan! Senin için, Allah’tan başka ilah olmadığını öğrenmen zamanı daha gelmedi mi?![449]
Yazıklar olsun sana ey Ebu Süfyan! Ben size dünya mutluluğunu da, ahiret mutluluğunu da sağlayacak bir din getirmişimdir.
Müslüman olunuz da, selamete eriniz!” buyurdu.[450]
Ebu Süfyan:
“İyi amma, Uzzâyı ne yaparım, ondan nasıl vazgeçerim?!” dedi.
O sırada, Hz. Ömer çadırın arkasında bulunuyordu.
Ebu Süfyan’ın söylediği sözü işitince:
“Sen onun üzerine işe! Tersle!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Senin baban sert ve kaba sözlü idi, sen de sert ve kaba sözlüsün!
Ey Hattab1 in oğlu! Ben sana gelmedim! Ben amcamın oğluna geldim. Onunla konuşuyorum!
Beni bırak da, ben amcamın oğlu ile konuşayım!” dedi.[451]
Sonra da, Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Babam, anam sana feda olsun! Usluluk ve yumuşak huylulukta, şereflilikte, akrabalık hakkı m gözetirlikte… senden daha üstünü yoktur!
Vallahi, sanırım ki, Allah’tan başka ilah olmasa gerek!
Çünkü, Allah ile birlikte başka ilah bulunmuş olsaydı, elbette, beni zararlardan korur, yararlardan yararlandırırdı![452]
Ey Muhammedi Ben İlahımdan yardım diledim. Sen de Allah’ından yardım diledin.
Vallahi, ben ne zaman seninle karşılaştı m sa, senin bana galip geldiğini gördüm!
Eğer benim İlahım gerçek, senin Allah’ın bâtıl ve boş olsaydı, ben sana galip gelirdim!” dedi.[453]
Nihayet, Ebu Süfyan da hakka şehadet getirip Müslüman oldu.[454]
Allah ondan da razı olsun!
Hz. Abbas, Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Yâ Rasûlallah! Ebu Sülyan kavmimizin eşrafından ve yaşlılarındandır.[455] Ona, kavminin içinde övüneceği birşey lutfetsen olmaz mı?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Olur! Kim Ebu Süfyan’ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir!” buyurdu.[456]
Ebu Süfyan:
“Benim evime mi??! Benim evime mi?!” dedi.
Peygamberimiz Al eyhisselam:
“Evet!” buyurdu.[457]
Ebu Süfyan:
“Benim evimin ne genişliği var ki?” dedi.[458]
Peygamberimiz Al eyhisselam:
“Kim Kabe’ye girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir!” buyurdu.[459]
Ebu Süfyan:
“Kabe’nin ne genişliği var ki?” dedi.[460]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Kim Mescid-i Haram’a girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir” buyurdu.[461]
Ebu Süfyan:
“Mescid-i Haram’ın ne genişliği var ki?” dedi.[462]
Peygamberimiz Al eyhisselam:
“Kim silahını elinden bırakırsa, ona eman verilmiştir![463]
Kim kapısını üzerine kapayıp evinde oturursa, ona eman verilmiştir!” buyurdu.[464]
Ebu Süfyan:
“İşte, bu geniştir!” dedi.[465]
Ebu Süfyan’a Dar Geçitte Mücahidlerin Geçişinin Seyrettirilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Abbas’ı, Mekke’ye gitmek üzere, boz katırına bindirdi.
O da, Ebu Süfyan’ı terkisine alıp yola çıktı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Abbas’ın arkasından adam salıp:
“Abbas’a yetişiniz! Kendisini bana geri çeviriniz!” buyurdu.
Elçi Hz. Abbas’a yetişti. Fakat Hz. Abbas geri dönmek istemedi ve:
“Resûlullah Aleyhisselam, acaba Ebu Süfyan’ın Müslüman olduktan sonra, Mekke’ye varınca, oradaki Müslümanların azlığından yararlanarak küfre dönmesinden mi korkuyor ola?” dedi.
Elçi:
“Öyleyse, onu burada tut, bırakma!” dedi.
Hz. Abbas da öyle yaptı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Abbas! Onu vadinin daraldığı, atların sıkışa sıkışa geçtiği dağ boğazının yanında tut da, Müslümanların, Allah ordusunun ihtişamını görsün!” buyurdu.
Hz. Abbas; Peygamberimiz Aleyhisselamın emri üzere, Ebu Süfyan’ı alıp vadinin daraldığı, afların sıkışı sıkışa geçtiği dağ boğazına doğru götürdü.[466]
Hakîm b. Hizamla Büdeyl b. Verkâ da yanlarında bulunuyordu.[467]
Hz. Abbas, Müslümanların Ebu Süfyan’ı birden vurup öldüreceklerinden korktuğu için, onu bir tepeciğin üzerine oturttu.[468]
Ebu Süfyan, kendisinin durdurulup tutulmakla öldürüleceğini sanarak:
“Ey Hâşim oğulları! Bu, bir gadr (ahde vefasızlık, verilen eman sözünde durmam azlık) değil midir?” dedi.[469]
Hz. Abbas:
“Biz, gadreder (ahde vefasızlık gösterir, sözünde durmaz) değiliz.[470] Peygamber sülâlesinde ahde vefasızlık olmaz![471]
Hayır![472] Benim tarafımdan yapılacak, seninle ilgili işler var!” dedi.[473]
Ebu Süfyan:
“O iş ne ise, haydi, önceden, ondan başlasana?” dedi.
Hz. Abbas:
“Halid b. Velid’le Zübeyr b. Avvam yanına geldikleri zaman, anlarsın.[474]
Eğer sen şu yolu tutup gitmiş olsaydın, ben seni bir daha göremeyecektim!” dedi.[475]
Ebu Süfyan, Erâk yakınındaki dar boğazda durup da oradan geçenleri gördüğü zaman, Hz. Abbas’ın sözünün mânâsını anladı.[476]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bütün kabileler yanlarındaki silah ve teçhizatlarını kuşanacaklardır” diyerek mücahidlere nida ettirdi.[477]
Mücahidleri savaş düzenine koydu.
Kabileler, başlarında başkan ve kumandanları olduğu halde,[478] bayraklarını çekerek geçmeye başladılar.[479]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ilk önce, başlarında Halid b. Velid olduğu halde, Benî Süleymleri gönderdi.
Onlar 1.000 kişi idiler.
İki sancaklarından birini Abbas b. Mirdas es-Sülemî, diğerini Hufaf b. Nüdbe, bayraklarını da Haccac b. llâttaşıyordu.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas’a:
“Kim bunlar?” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Halid b. Velid’dir!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Şu bizim delikanlı mı?” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Evet!” dedi.[480]
“Onun yanındaki kimlerdir?” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Benî Süleymlerdir!” dedi.[481]
Ebu Süfyan:
“Benimle Süleym oğulları arasında ne geçmiş, ne münasebet var ki? Onlar ne diye buraya gelmişler?!” dedi.[482]
Halid b. Velid Hz. Abbas’la Ebu Süfyan’ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler ve geçtiler.
Halid b. Velid’in arkasından, Muhacirlerle kim oldukları pek bilinmeyen Araplardan 500 kişilik askerî birliğin başında Zübeyr b. Avvam geçti.
Zübeyr b. Avvam’da siyah bir bayrak vardı.
Zübeyr b. Avvam, Ebu Süfyan’ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdi, arkadaşları da tekbir getirdiler.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas’a:
“Kimdir bu?” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Zübeyr b. Avvam’dır!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Senin kızkardeşinin oğlu mu?” diye sordu.
“Evet!” dedi.
Sonra, 300 kişilik askerî birlik halinde Benî Gıfârlar geçti.
Bayraklarını Ebu Zerri’l-Gıfârî veya İmâ1 b. Rahasa taşıyordu.
Bunlar, Ebu Süfyan’ın hizasına gelince üç kere tekbir getirdiler.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas’a:
“Ey Fadl’ın babası![483] Ey Abbas! [484] Kim bunlar?” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Bunlar, Benî Gıfârlardır!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Benimle Beni Gıfârlar arasında ne münasebet, geçmiş ne var ki? Onlar buraya ne diye gelmişler?!” dedi.[485]
Sonra, 400 kişilik bir askerî birlik halinde Eşlemler geçti.
Kendilerinin iki sancakları bulunuyor, onlardan birini Büreyde b. Husayb, diğerini Naciye b. A’cemü’l-Eslemî taşıyordu.
Bunlar, Ebu Süfyan’ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas’a:
“Kim bunlar?” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Eşlemler!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Ey Fadl’ın babası! Benimle Eşlemler arasında ne münasebet, geçmiş ne var ki? Onlar buraya ne diye gelmişler?!” dedi.[486]
Hz. Abbas:
“Onlar İslâmiyete girmiş, Müslüman olmuş bir cemaattirler” dedi.[487]
Sonra, 500 kişilik askerî bir birlik halinde Benî Ka’b b. Amrlar geçti.
Onların bayrağını, Büsr b. Süfyan taşıyordu.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas’a:
“Kim bunlar?” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Benî Ka’b b. Amrlardır!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Evet! Onlar Muhammed’in müttefikleri ve artlaşmalılandır.[488] Eşlemlerin kardeşleridir” dedi.[489]
Sonra, 1.000 kişilik askerî bir birlik halinde Müzeyneler geçti.
Yanlarında üç sancak ve 100 at bulunuyordu.
Sancakları Numan b. Mukarrin, Bilal b. H âris ve Abdullah b. Amr taşıyordu.
Müzeyneler, Ebu Süfyan’ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas’a:
“Kim bunlar?” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Müzeyneler!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Benimle Müzeyneler arasında ne münasebet, geçmiş ne var ki? Onlar buraya ne diye gelmişler? Onların silah sesleri, dağlarının başından, bana gelir dururdu!” dedi.
Sonra, 800 kişilik askerî bir birlik halinde Cüheyneler geçti.
Onların başlarında kumandanları ve yanlarında sancakları vardı.
Sancağın birini Ebu Rev’a b. Ma’bed b. Halid, ikincisini Süveyd b. Sahr, üçüncüsünü Rafi’ b. Mekîs, dördüncüsünü de Abdullah b. Bedr taşıyordu.
Bunlar, Ebu Süfyan’ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.[490]
Ebu Süfyan Hz. Abbas’a:
“Kim bunlar?” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Cüheyneler!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Benimle Cüheyneler arasında ne münasebet, geçmiş ne var ki? Onlar buraya ne diye gelmişler?” dedi.[491]
Sonra, 200 kişilik askerî bir birlik halinde Kinanelerle Damrâlarve Sa’d b. Bekrler geçti.
Bunların sancağını Ebu Vâkıd e I-Leysî taşıyordu.
Bunlar, Ebu Süfyan’ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.
Ebu Süfyan:
“Kim bunlar?” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Benî Bekrler!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Evet! Vallahi, onlar uğursuz bir halktır. Muhammed bize onların yüzünden savaş açtı.
Amma, vallahi, bu hususta ne bana danışıldı, ne de benim bundan haberim vardı.
Ben, bunu haber aldığım zaman, hiç de hoş karşılamadım. Fakat bu mukadder birşeymiş, başımıza geldi!” dedi.
Hz. Abbas:
“Muhammed Aleyhisselamın savaş açmasını, Allah senin için hayırlı kılmıştır. Bu yüzden, hepiniz İslâmiyete girmek fırsatını kazandınız!” dedi.
Sonra, Benî Leysler, 200 kişilik askerî bir birlik halinde yalnız başlarına geçtiler.
Onların sancağını Sa’d b. Cessâme taşıyordu.
Onlar, Ebu Süfyan’ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas’a:
“Kim bunlar?” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Benî Leysler!” dedi.
Sonra, Eşca’lar geçti.
Onlar 300 kişi idiler. Kendilerinin yanlarında iki sancak vardı.
Sancağın birini Ma’kıl b. Sinan, diğerini de N uaym b. Mes’ud taşıyordu. Bunlar, Ebu Süfyan’ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas’a:
“Kim bunlar?” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Eşca’lar!” dedi.[492]
Ebu Süfyan:
“Bunlar, Arapların, Muhammed’e karşı en amansız davrananı idiler!” dedi.
Hz. Abbas:
“Allah onların kalblerine İslâmiyet sevgisini düşürdü. Bu da, Yüce Allah’ın lütuf ve kereminin bir eseridir!” deyince, Ebu Süfyan sustu.
Sonra da:
“Muhammed niye geçmedi ki?” dedi.
Hz. Abbas:
“O daha geçmedi.
Eğer Muhammed Aleyhisselamın içinde bulunduğu askerî birliği görmüş olsaydın, kendini, karşısında hiç kimsenin dayanamayacağı kadar silahlar, erler, atlardan ibaret bir manzara karşısında bulurdun!” dedi.
Ebu Süfyan, Hz. Abbas’a:
“Vallahi, ey Fadl’ın babası! Sanırım ki, öyledir!
Bunca insan topluluklarına sahip ve hakim iken, ona kimin gücü yetebilir ki?” dedi.[493]
Peygamberimiz Aleyhisselamın içinde bulunduğu birlik gelip geçinceye kadar hiçbir kabile geçmedi ki, Ebu Süfyan onların kim olduğunu sormamış, Hz. Abbas da onlan haber verdikçe:
“Benimle filan oğulları arasında ne münasebet, ne geçmiş var ki? Onlar buraya niye gelmişler?!” dememiş olsun.[494]
Ebu Süfyan, hemen her alayın, her taburun, her bölüğün geçişinde:
“Muhammed daha geçmedi mi?” diye soruyor, Hz. Abbas da:
“Hayır!” diye cevap veriyordu.[495]
Nihayet, Peygamberimiz Aleyhisselamın o tepeden tımağa kadar silahlanmış cihad ordusu oraya doğru gelirken, atların ayaklarından kalkan tozlar ortalığı karartmakta idi.
Muhacirlerle Ensar mücahidlerinden oluşan bu alayda 1.000[496] veya 2.000[497] zırh gömlekli vardı.[498] Hepsi de miğferli idi.[499]
Peygamberimiz Aleyhisselam bayrağını Sa’d b. Ubâde’ye vermiş ve onu alayının önüne geçirmişti. Ensarın her kabilesine bayraklar, sancaklar verilmiş, her biri zırh gömleklere bürünmüştü. Gözlerinden başka bir yerleri görünmüyordu.
Hz. Ömer de, sırtına zırh gömlek giyinmişti. Peygamberimiz Aleyhisselamın alayını o yönetmekte idi.[500]
Peygamberimiz Aleyhisselam, devesi Kasvâ’nın üzerinde ve Hz. Ebu Bekir’le Useyd b. Hudayhn arasında bulunuyor,[501] yanındakileri e kon üşüyordu.[502]
Ebu Süfyan, bir benzerini daha görmediği bu mücahidler alayı önünden geçerken:[503]
“Kim bunlar ey Abbas![504] Bu, hangi kabile alayı?” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Ensardır!” dedi.
Ensarın başında Sa’d b. Ubâde bulunuyor ve onların bayrağını taşıyordu. Ebu Süfyan’a:
“Ey Ebu Süfyan! Bu gün, en büyük harp günüdür! Bu gün, Kabe’de kan dökmenin helâl kılındığı bir gündür[505] Allah bugün Kureyş müşriklerini hor ve hakîr kılacaktır!” diyerek bağırdı.[506]
Muhacir mücahidlerin başında Hz. Ali gelip geçti.
Ebu Süfyan:
“Ey Abbas! Kim bunlar?” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Muhacirlerdir. Başlarındaki de, Ali b. Ebu Talib’dir!” dedi.[507]
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam, Muhacirlerle Ensar arasında göründü. Hz. Abbas:
“İşte, Resûlullah Aleyhisselam da geldi!” dedi.[508]
Ebu Süfyan, Hz. Abbas’a:
“Ey Abbas! Bu gün, senin Kabe’yi ve Mekke halkını ve beni himaye edeceğin ne iyi bir gündür!” dedi.[509]
Mücahidler, tepelerinden tımaklarına kadar silahlara bürünmüşlerdi. Kendilerinin yalnız gözleri görünmekte idi.
Onlar geçerken, Ebu Süfyan şaşırdı, “Sübhânallah!” dedi ve:
“Ey Abbas! Kim bunlar?!” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Bu, Resûlullah Aleyhisselamın aralarında bulunduğu Muhacirlerle Ensar alayıdır![510]
Bunlar, Allah yolunda ölüme susamış Muhacirlerle Ensardırlar!” dedi.[511]
Ebu Süfyan, Hz. Abbas’a:
“Kardeşinin oğluna pek büyük bir saltanat verilmiş![512]
Bunlara, hiç kimse dayanamaz ve güç yetiremez!
Vallahi, Fadl’ın babası! Kardeşinin oğlunun saltanatı pek büyümüş!” dedi.
Hz. Abbas:
“Ey Ebu Süfyan! Bu (saltanat değil) peygamberliktir!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Evet!” dedi.[513]
Peygamberimiz Aleyhisselamın sancağını Zübeyr b. Avvam taşıyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam Ebu Süfyan’ın önünden geçerken, Ebu Süfyan:
“Yâ Rasûlallah! Sa’d b. Ubâde’nin ne söylediğini bilmiyor musun?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ne söyledi o?” diye sordu.
Ebu Süfyan:
“Şöyle şöyle söyledi” diyerek Sa’d b. Ubâde’nin söylediklerini haber verdi.[514]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sa’d, yanlış söylemiş!
Bu gün, Allah’ın, ezan sesleriyle Kabe’nin şanını yükselteceği bir gündür!
Bu gün, Kabe’nin tevhid örtüsüyle örtüneceği bir gündür!” buyurdu.[515]
Ebu Süfyan:
“Allah aşkına, sen kavmini bağışla!
Sen insanların en iyisi, en uslusu, en yumuşak huylusu, en merhametlisi, akrabalık hakkını en çok gözetenisindir![516]
Yâ Rasûlallah! Sen kavmini öldürmeyi mi emrettin?” dedi.[517]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hayır! Ben öyle emretmedim![518] Bu gün, merhamet günüdür!
Bu gün, Yüce Allah’ın Kureyşîleri (İslâmiyetle) güçlendireceği, üstünleştireceği bir gündür!” buyurdu.[519]
Peygamberimiz Aleyhisselamın alayı hareket halinde iken, Hz. Ömer saf düzenini, sırasını bozdurmamak için bağınyor[520] ve:
“Ahiriniz evvelinize gelip kavuşuncaya kadar yavaş yürüyünüz!” diyerek emirler veriyor, alay çavuşluğu yapıyordu.[521]
Ebu Süfyan, Hz. Abbas’a:
“Ey Fadl’ın babası! Kim bu konuşan?” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Ömerb. Hattab!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Çok az ve önemsiz olan Adiyy oğullarının, vallahi, bundan sonra işi iş!” dedi.
Hz. Abbas:
“Ey Ebu Süfyan! Şüphe yok ki, Allah, dilediği kimseyi dilediği şeyle yükseltir.
Muhakkak ki, Ömer de, İslâmiyetin yükselttiği kişilerdendir” dedi.[522]
Ebu Süfyan:
“Gidiver ey Abbas! Ben hiçbir zaman bugünkü gibi ne bir ordu, ne de birtopluluk gördüm!” dedi.[523]
İslâm Mücahidlerinin Tamamıyla Gelip Zî Tuvâ’da[524] Toplanışı
Mücahid birlikleri, Zî Tuvâ’ya varınca, orada durdular ve Peygamberimiz Aleyhisselamın oraya gelmesini beklediler.[525]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zî Tuvâ’ya geldi ve orada durdu.[526]
Süvariler her yandan gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın çevresinde toplandılar ve Peygamberimiz Aleyhisselamı ortalarına aldılar.[527]
Kureyş müşrikleri Peygamberimiz Aleyhisselamı sekiz yıl önce Mekke’den ayrılmak zorunda bırakıp, Peygamberimiz Aleyhisselam oradan ayrılırken:
“Vallahi, biliyorum ki, sen Allah’ın yarattığı yerlerin en hayırlısı ve Yüce Allah’a da, bana da en sevgilisi olanısın!
Senden zorla çıkarılmamış olsaydım, senin halkın beni senden zorla çıkarmamış olsalardı, senden çıkmaz, ayrılmazdım!” diyerek, duyduğu üzüntüyü açıklamıştı.[528]
O zaman, Yüce Allah, Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Her halde, Kur’an’ın tebliğini sana farz kılan Allah, seni yine döneceğin yere (Mekke’ye) döndürecektir” buyurmuştu.[529]
Yüce Allah sekiz yıl içinde, Kureyş müşriklerini Bedir’de ağır bir hezimete uğratmış; bütün kabilelerden topladıkları 10.000 kişilik ordular birliğiyle bir ay gece gündüz uğraştıkları Medine muhasarasında, Hendek savaşında hiçbir şey yapamadan elleri boş olarak geri çevirmiş; Benî Kaynuka, Benî Nadîr, Benî Kurayza ve Hayber Yahudileri gibi güçlü ve azılı İslâm düşmanlarını da ortadan kaldırmış ve en sonunda Mekke’yi fethettirip kendisini sevdiği yurduna döndüreceği hakkında yapmış olduğu va’dini de yerine getirmek üzere Peygamberini Mekke’nin başucuna getirmiş; ve Peygamberimiz Aleyhisselam m mübarek gönlü bütün bunlardan dolayı Yüce Allah’a karşı minnet ve şükran duygularıyla dolup taşmış bulunuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zî Tuvâ’da, hayvanının üzerinde, başını Allah’a karşı tevazu ile önüne doğru eğdi.
O derecede eğdi ki, sakalının ucu devenin semerine değiyor[530] ve:
“Ey Allah’ım! Hayat, ancak ahiret hayatıdır!” diyordu.[531]
Mekkeli Müşriklerin İslâm Mücahidlerine Karşı Koymaya ve Çarpışmaya Hazırlanmaları
Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Salvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebu Cehil ve Süheyl b. Amr, bütün Mekke halkını Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya davet ettiler.[532]
Kureyşîlerie Benî Bekrier ve Huzeyllerden de birçok kimseler, bunların davetine icabet ederek silahlandılar.
Peygamberimiz Aleyhisselamı Mekke’ye harple sokmayacaklarına yemin ettiler[533] ve:
“Muhammed’i, Mekke’ye asla sokmayacağız!” dediler.[534]
Yanlarına Ehâbîş[535] ile Benî Haris b. Abdi Menatları ve Huzeylleri de aldılar.[536]
Çarpışmak üzere, Handeme mevkiinde[537] toplandılar.[538]
Mücahidlerin Savaş ve Mekke’yi Fetih Düzenine Konulması ve Kumandanlara Harekât
Hakkında Talimat Verilişi
Peygamberimiz Aleyhisselaım, Mekkelilerin sataşmaya hazırlandıklarını haber alınca, İslâm müc-ahidlehni savaş düzenine koydu.[539]
Mücahidleri:
Sağ kol, sol kol, kalb ve öncü birliği olmak üzere, dörde ayırdı.[540]
Zübeyr b. Avvam’ı sol kol birliklerinin başına geçirdi.[541]
Bunlar, Muhacirlerle onların süvarilerinden oluşan birliklerdi.[542]
Zübeyr b. Avvam’a; Mekke’ye Küdâ mevkiinden[543] girmesini,[544] bayrağını Mekke’nin yukansındaki Hacun[545] mevkiine dikmesini emretti.[546] Kendisine:
“Bayrağı dikmeni emrettiğim yerden, ben gelinceye kadar ayrılma!” buyurdu.[547]
Peygamberimiz Aleyhisselam Halid b. Velid1 i sol kol birliklerinin kumandanlığına tayin etti. [548]
Bu birlikler; Eşlemler, Süleymler, Gıfarlar, Müzeyneler ve Cüheynelerle diğer Arap kabileleri cemaatlerinden kurulmuştu.[549]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Halid b. Velid’e, Mekke’ye aşağı taraftan, Ellît’tan girmesini,[550] bayrağını evlerin yakınına dikmesini emretti.[551]
Ebu Ubeyde b. Cerrah’ı da, zırhsızların başında, kumandan olarak gönderdi. Bunlar Mekke vadisinin ortasını tuttular.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, bir askerî birliğin içinde idi.
Ebu Hureyre’yi görünce:
“Ebu Hureyre! Bana Ensarı çağır!” buyurdu.
Ensar, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına koşarak geldiler.[552]
Kureyş müşrikleri, kendilerine muhtelif kabilelerden birtakım serseriler ve tâbiler toplamışlar ve:
“Bunları ileri sürelim. Şayet ellerine birşey geçerse, onlarla beraber oluruz. İsabet alırlar, ölürlerse, bizden istenileni veririz!” demişlerdi.[553]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Ensar topluluğu! Kureyşîlerin evbaşını görüyor musunuz?” diye sordu.
Ensar:
“Evet!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bakınız! Yarın onlarla karşılaştığınızda, onları ekin biçer gibi biçmelisiniz!” buyurdu ve eliyle işaret etti de, sağ elini sol elinin üzerine koydu.
Kumandanlara da:
“Benimle buluşma yeriniz, Safa tepeciğidir!” buyurdu.[554]
Peygamberimiz Aleyhisselam kumandanlarına Mekke’ye girme emrini verdiği sırada, kendileriyle çarpışmaya kalkışmadıkça, hiç kimse ile çarpışmamalarını;[555] ancak, aşağıda isimleri yazılı bazı erkeklerle kadınların[556] Kâbe’nin örtüsü altına sığınmış olarak bulunsalar bil e-öldürülm el erini emretmişti: [557]
1. İkrime b. Ebu Cehil,
2. Hebbar b. Esved b. Muttalib,
3. Abdullah b. Sa’d b. Ebi Şerh,
4. Mikyas b. Subabetü’l-Leysî,
5. Huveyris b. Nükayz (NCifeyi),
6. Abdullah b. Hilâl b. Hatal,
7. Hind binti Utbe b. Rebia,
8. Sâre (Amr b. Hâşim oğullarının azadlısı),
9-10. Ebu Hatal’ın şarkıcı cariyeleri Kurayna ve Kurayba veya Fertana ve Emebe,[558]
11. Safvan b. Ümeyye,
12. Abdullah b.Zibârâ,
13. Vahşî b. Harb.[559]
14. Haris b. Tulaytıla,[560]
15. Enes b.Züleym ed-Di’lî.[561]
Üsâme b. Zeyd’in Mekke’de Nereye İnileceğini Soruşu ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayf’a
İnileceğini Bildirişi
Üsâme b. Zeyd b. Harise:
“Yâ Rasûlallah! Yarın Mekke’de nereye ineceğiz?[562] Mekke’de nereye, evine mi ineceksin?” diye sordu.[563]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Akîl bize orada evden barktan birşey mi bıraktı ki?[564]
İnşaallah, Allah fethi nasib edince ineceğimiz yer Hayftır ki, orada Benî Kinanelerle Kureyşîler; Hâşim oğullarıyla Muttalib oğullarına karşı küfür üzerine antlaşmalardı” buyurdu.[565]
Ebu Kuhâfe’nin İslâm Mücahidlerini Ebu Kubeys Dağından Kızına Gözetletişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Zî Tuvâ’da bulunduğu ve Mekke’ye harekete hazırlandığı sırada, Hz. Ebu Bekir’in babası Ebu Kuhâfe, çocuklarının en küçüğü olan kızına[566] -ki, adı Kuraybe idi-:[567]
“Ey kızcağızım! Beni Ebu Kubeys dağının üzerine çıkar!” dedi.[568]
Ebu Kuhâfe’nin gözleri görmezdi. Kuraybe onu Ebu Kubeys dağının üzerine çıkardığı zaman, Ebu Kuhâfe:
“Ey kızcağızım! Bak, neler görüyorsun?” diye sordu.[569]
Kız:
“Kapkara bir topluluk görüyorum!” dedi.
Ebu Kuhâfe:
“Onlar, süvarilerdir!” dedi.[570]
Kız:
“O karaltının önünde giden bir adam görüyorum!” dedi.
Ebu Kuhâfe:
“O, orduyu saf düzenine koyan, düzelten alay çavuşudur!” dedi[571] ve:
“Ey kızcağızım! Sen bir daha bak! Neler görüyorsun?” diye sordu.[572]
Kız:
“Vallahi, karaltı dağıldı!” dedi.[573]
Ebu Kuhâfe:
“Askerler bölüklere ayrıldı.[574] Biliyorum, vallahi,[575] süvarilere emir verildi.[576] Hemen eve! Eve dönelim.[577] Beni acele evime ulaştır!” dedi.[578]
Kuraybe, gördüğü şeylerden korkmaya başlamıştı.
Ebu Kuhâfe:
“Ey kızcağızım! Korkma! Vallahi, kardeşin Atîk [Hz. Ebu Bekir] Muhammed’in yanındaki ashabının seçkinlerindendir!” diyerek onu teselli ediyordu.[579]
Ebu Kuhâfe daha evine ulaşamadan, süvariler gelip kavuştular.[580] Süvarilerden birisi, kızın boğazındaki gümüş gerdanlığı koparıp aldı.[581]
Ebu Süfyan’la Hakîm b. Hizam’ın Kureyşlileri Uyarmak ve İslâmiyete Davet Etmek Üzere Önden
Gönderilişi
Hz. Abbas, Ebu Süfyan’a:
“Yazıklar olsun sana! Resûlullah Aleyhisselam senin kavminin yanına varıp girmeden önce,[582] sen kavmine yetiş![583] Onları uyar!” dedi.
Ebu Süfyan, acele Mekke’ye gitti.[584] Ebu Süfyan’ın yanında da, Hakîm b. Hizam bulunuyordu.[585] Kendilerinin önden gönderilmeleri, Kureyşlileri uyarıp İslâmiyete davet etmek içindi.[586]
Gönderilirlerken, Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
“Kim Ebu Süfyan’ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir!
Kim Hakîm b. Hizam’ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir!
Kim kapısını üzerine kapatır ve elinden silahını bırakırsa, ona eman verilmiştir!” buyurdu.
Ebu Süfyan’ın evi Mekke’nin yukarı semtinde, Hakîm b. Hizam’ın evi Mekke’nin aşağı semtinde bulunuyordu.[587]
Ebu Süfyan, Mekke’ye varıp evine girmek istediği zaman, karısı Hind:
“Arkanda ne haber var? Allah seni iyilikten ırak etsin! Sen en kötü bir elçi oldun!?” diyerek ona hakaret etti.[588]
Ebu Süfyan’la Hakîm b. Hizam, Mescid-i Haram’a vardılar.
Ebu Süfyan:
“Ey Kureyş topluluğu![589] Ey Galib hanedanı!
Müslüman olunuz da,[590] selamete eriniz![591] Allah sizi onlardan Abbas sayesinde korudu!” diyerek avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı.[592]
Kureyş müşrikleri, Ebu Süfyan’a:
“Sus![593] Kavmine senin gibi kötü elçilik yapanı, Allah iyilikten uzaklaştırsın!” dediler.[594]
Ebu Süfyan’ın karısı Hind binti Utbe, kocası Ebu Süfyan’ın yanına varıp sakalından tuttu.[595]
“Ey Galib hanedanı! Şu kocamış ahmağı,[596] şu elçinizi[597] öldürünüz![598] Çünkü, o dininden dönmüştür! Kavminin ne kötü bir gözeticisidir o![599] Allah, Kureyşîlerin senin gibi elçisini hayırdan uzaklaştırsın!” dedi.[600]
Ebu Süfyan, Hind’e:
“Sakalımı bırak![601] Varlığım Kudret Elinde bulunana andolsun ki; sen ya Müslüman olursun, ya da boynun vurulur! [602] Sen hemen evine gir!” dedi.
Bunun üzerine, Hind, Ebu Süfyan’ın sakalını bıraktı.[603]
Ebu Süfyan, Kureyş müşriklerine de:
“Yazıklar olsun size! Siz bu tutum ve davranışlarınızla kendi kendinizi aldatmayınız!
O (Muhammed Aleyhisselam), karşısında duramayacağınız, dayanamayacağınız ordular birliğiyle başucunuza gelmiş bulunuyor![604]
Ben, sizin görmediklerinizi, hiç göremeyeceklerinizi gördüm: Sayısız erler, atlar, silahlar… gördüm ki, onlara hiç kimsenin gücü yeter değildir![605]
Kim Ebu Süfyan’ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir!” dedi.
Kureyş müşrikleri:
“Allah seni kahretsin! Senin evin bizim için ne kadar yararlı olabilir, hangimizi alabilir?!” dediler.
Ebu Süfyan:
“Kim evine girip kapısını üzerine kaparsa, ona da eman verilmiştir!
Kim Mescid-i Haram’a girer, sığınırsa, ona da eman verilmiştir!” dedi.[606]
Bunun üzerine, Mekkeliler, evlerine ve Mescid-i Haram’a dağıldılar.[607]
Hz. Abbas’ın Peygamberimiz Aleyhisselamdan İzin Alarak Mekke’ye Gidişi
Hz. Abbas:
“Yâ Rasûlallah! Kavmin Kureyşîlerin yanına vanp onları uyarmak, Allah’a ve Allah’ın Resûlüne davet etmek üzere bana da izin vermeni istiyorum” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam izin verince, Hz. Abbas:
“Yâ Rasûlallah! Onlara bu hususta neleri ve nasıl söyleyeceğimi, kendilerini tatmin edecek, gönüllerini yatıştıracak emanın da ne biçimde verileceğini bana açıkla!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sen, onlara:
‘Kim Allah’tan başka ilah olmadığına ve O’nun Bir olup eşi, ortağı olmadığına, Muhammed’in de O’nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet ederse, kendisine eman verilmiştir.
Kim silahını elinden bırakıp Kabe’nin yanında oturursa, ona da eman verilmiştir.
Kim kapısını üzerine kapayıp evinde oturursa, ona da eman verilmiştir!’ dersin!” buyurdu.[608]
Hz. Abbas Peygamberimiz Aleyhisselamın boz katırına binip Mekke’ye gidince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Babamı benim yanıma geri çeviriniz, babamı benim yanıma geri çeviriniz! İnsanın amcası babası gibidir.
Ben ona Kureyşlilerin yapılmayacak şeyi yapmalarından korkarım!
Vallahi, ona birşey yapacak olurlarsa, üzerlerinde ateş yakarım!” buyurdu.
Hz. Abbas, Mekke’ye vardı ve:
“Ey Mekkeliler! Müslüman olunuz da, selamete eriniz!
Siz, karşı durmaya güç vetirem eyeceğ in iz ordular birliği karşısındasınızdır.
İşte Zübeyr! Mekke’nin yukarı tarafından geliyor!
İşte Halid! Mekke’nin aşağı tarafından geliyor!
Kim silahını elinden bırakırsa, ona eman verilmiştir!” dedi.[609]
Halid b. Velid’in Ellît Mevkiinden Mekke’ye Girişi
Halid b. Velid, Mekke’ye Ellît’tan, Mekke’nin aşağısındaki yoldan girdi.[610]
Kureyş müşrikleri; Benî Bekrlerle Benî Haris b. Abdi Menatları, Huzeylleri ve Ehâbiş’i orada toplamışlar, onlara Mekke’nin aşağısında bulunmalarını ve kendilerine yardımcı olmalarını emretmişlerdi.[611]
Halid b. Velid, Handeme dağının dibinde, Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebu Cehil ve Süheyl b. Amr’ın Müslümanlarla çarpışmak üzere topladıkları bu cemaatle karşılaştı.[612] Bunlar, Halid b. Velid’in Mekke’ye girmesine engel olmak istediler, silah çektiler.[613] Ok yağdırmaya başladılar ve:
“Mekke’ye hiçbir zaman harple giremeyeceksin!” dediler.[614]
Halid b. Velid’e karşı koyanlar, bilhassa, Benî Bekrlerle evbaşlardı.[615]
Halid b. Velid, askerlerine bağırdı:
“Onlarla çarpışınız![616]
Öldürülebilenler öldürülecek!
Bozguna uğrayıp kaçan, öldürülmeyecek!” dedi.[617]
Kaçanların ardlarına düşülüp araştırılmalarını yasakladı.[618]
Onlar, develerin iki sağım süresi arasında, bozgunun en kötüsüyle bozguna uğratıldılar.[619]
Benî Bekrlerden yirmiye yakın, Huzeyllerden de üç veya dört kişi öldürüldü.[620]
Bozguna uğrayanlar, Hazvere çarşısına kadar takip edilerek öldürüldüler.[621] Pek çokları,[622] oraya buraya kaçıştılar. Bir kısmı da, dağbaşlarına kaçtı.[623] Handeme dağına at üzerinde kaçanlar,[624] evlerine sokulanlar da vardı.[625]
Müslümanlar, kaçanları takip ettiler.[626]
Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebu Cehil ve Süheyl b. Amr gibi Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri de, kaçanlar arasında idi.[627]
Silahlarını Peygamberimiz Aleyhisselam ve ashabı için onanp Handeme’de Müslümanları yenerek onlardan alacağı esiri karısına hizmetçi yapacağını söyleyen Hımas da, kaça kaça evine cansız düşmüştü![628]
Karısı:
“Bana söylemiş olduğun,[629] va’dettiğin hizmetçi[630] nerede kaldı?[631] Senin bana getireceğin hizmetçiyi beklemekten geri durmadım !”[632] diyerek onunla alay etti.
Hımas:
“Sen şimdi alay etmeyi bırak da,[633] kapıyı benim üzerime sıkıca kapat![634] Çünkü, kim kapısını kapar, evinde oturursa, ona eman verilmiştir!” dedi.
Karısı:
“Yazıklar olsun sana! Ben seni Muhammed’le çarpışmaktan alıkoymak istememiş miydim?!
Ben sana kaç kere:
‘Onunla ne zaman çarpışmışsanız, muhakkak, onun size galebe çaldığını gördüm!’ dememiş miydim?
Kapamamı istediğin kapımız nedir?” dedi.
Hımas:
“O, hiç kimseye açılmayacak kapıdır!
Eğer sen Handeme’de bizim halimizi; Safvan’ın nasıl kaçtığını, İkrime’nin nasıl kaçtığını, Ebu Yezid Süheyl b. Amfin nasıl kocası öldürülmüş ve yetimlerle ayakta kalmış bir kadına döndüğünü, kılıçlarla nasıl karşılanıp vurulduğumuzu, bacak ve kafataslarının nasıl biçildiklerini, onların arkamızdan nasıl homurdandıklannı, haykırdıklarını., görmüş olsaydın, beni kınayacak en küçük söz bile söylemezdin!” dedi.[635]
Ebu Süfyan’la Hakîm b. Hizam’ın Müşriklere Öğüt ve Tavsiyeleri
Ebu Süfyan’la Hakîm b. Hizam, Kureyş müşriklerine şöyle seslendiler: “Ey Kureyş topluluğu! Siz ne diye kendinizi boş yere öldürüyorsunuz?! Kim Ebu Süfyan’ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir! Kim Hakîm b. Hizam’ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir! Kim silahını elinden bırakırsa, ona da eman verilmiştir!” diyerek bağırıyorlardı. Bunun üzerine, halk, evlerine girmek için koşuşup; kapılarını üzerlerine kapamaya, silahlarını yollara atmaya, Müslümanlar da atılan silahları almaya başladılar.[636]
Zübeyr b. Avvam’ın Mekke’ye Yukarı Tarafından Girişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Ebu Süfyan’la Hakîm b. Hizam’ı Mekke’ye gönderdikten sonra, hemen arkalarından, Zübeyr b. Avvam’ı hareket ettirmişti.[637]
Zübeyr b. Avvam; Muhacir süvarileriyle birlikte, Mekke’nin üst tarafından Hacun’a kadar ilerleyip bayrağını oraya,[638] Feth Mescidinin bulunduğu yere dikti.[639]
Mekke’nin yukarı tarafındaki müşriklerden mücahidlere karşı koyan olmadığı için, Zübeyr b. Avvam, çarpışma yapmak zorunda kalmadı.[640]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke’ye Girişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hicretin 8. yılında Ramazan ayından 13 gece geçtikten sonra,[641] Cuma günü,[642] başına siyah bir sarık sardı.[643] Sarığının bir ucunu, iki om uzunun arasından, arkasına saldı.[644]
Peygamberimiz Aleyhisselamın o gün başına miğfer geçirmiş olduğu da rivayet edilir.[645]
Buna göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, ya sangını miğfieriyle birlikte sarmış, ya da Zî Tuvâ’da sangını çıkararak miğferini giymiş, Mekke’ye girdikten sonra, miğferini çıkarıp sangını sarmış demekti.[646]
Peygamberimiz Aleyhisselam; tepelerinden tımaklarına kadar silahlanmış mücahidlerin ortasında,[647] Hz. Ebu Bekir’le Useyd b. Hudayhn arasında[648] Zî Tuba’dan hareket edip Ezahir yolundan Mekke’nin üst tarafına doğru ilerledi.[649]
Ezâhir; Ahnes hanedanının Hira dağı ile Sakar dağı arasındaki mahallesi ile geniş yol arasında kalan yo kuştur.[650]
Peygamberimiz Aleyhisselamın taşınan sancağı beyazdı.[651]
Peygamberimiz Aleyhisselam devesinin üzerinde bulunduğu halde Mekke’ye girerken Feth sûresini yüksek sesle okuyor,[652] Allah’a şükür ve tevâzuundan, başını önüne eğmiş bulunuyordu.[653]
Ezâhir yokuşuna çıkınca, kılıç parıltıları gördü ve:
“Nedir bu parıltılar? Halid b. Velid çarpışmaktan men edilmemiş mi idi?![654] Ben çarpışmayı yasaklamamış mı idim?” diye sordu.[655]
“Yâ Rasûlallah! Sanırız ki; müşrikler Halid b. Velid’le çarpışmaya kalkmışlardır!
Onlar çarpışmayı başlatmamış olsalardı, Halid onlarla çarpışmazdı!” dediler.[656]
O sırada, Ku rey silerden birisi gelip:
“Yâ Rasûlallah! İşte, Halid b. Velid, adam öldürmeye hızla girişti!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ensardan, yanında bulunan birisine:
“Kalk, Halid b. Velid’e git! Kendisine, ‘Resûlullah sana Mekke’de hiç kimseyi öldürmemeni sana emrediyor![657] Ellerini adam öldürmekten çeksin diyor’ de!” buyurdu.[658]
Adam, gidince, Halid b. Velid’e:
“Ey Halid! Resûlullah Aleyhisselam, Karşılaştığın, kavuştuğun kimseyi öldürmeni sana emrediyor![659] Gücünün yettiğini öldür!1 buyuruyor!” dedi.[660]
Bunun üzerine, Halid b. Velid, çarpışmaya ve müşrikleri öldürmeye girişti.[661] Yetmiş kişi öldürdü.[662]
Ebu Süfyan gelip:
“Yâ Rasûlallah! Kureyş cemaati mahvoldu! Bundan sonra, Kureyş yok olmuş demektir!” dedi.[663]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Niçin yok olmuş?!” diye sordu.
Ebu Süfyan:
“İşte Halid! Halktan, bulduğunu öldürüyor!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Halid’i bana çağırınız!” buyurdu.[664]
Halid b. Velid’i çağırdılar.[665]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Seni çarpışmaktan men etmiş olduğum halde, sen niçin çarpıştın?!” diye sordu.
Halid b. Velid:
“Yâ Rasûlallah! Önce onlar bizi oka tuttular, bize silah çektiler. Bizimle çarpışmaya başladılar. Onlarla çarpışmaktan ellerimi çekmeye imkân bulamadım.[666]
Kendilerini İslâmiyete, halkın gireceği şeye girmeye davet ettim. Kabul etmediler. Onlarla çarpışmaktan başka çare bulamadım.
Sonunda, Allah bizi onlara muzaffer kıldı. Onlar her yere kaçışmaya başladılar” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Halid! Hiç kimseyi öldürmeyesin diye sana haber salmadım mı?[667] Adam öldürmekten seni men etmedim mi?” diye sordu.
Halid b. Velid:
“Hayır! Öyle değil. Gücümün yettiğini, ele geçirebildiğimi öldüreyim diye bana haber saldın![668]
Senin tarafından, filan adam gelip gücümün yettiğini öldürmemi bana emretti!” dedi.[669]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ensarîyi bana çağır!” buyurdu. Çağırdılar.
Ona:
“Hiç kimseyi öldürmeyeceksin diye Halid’e emretmeni sana emretmemiş mi idim?” diye sordu.
Ensarî:
“Evet! Öyle emretmiştin.
Ben senin emrini yerine getirmek istedim, fakat Allah başka türlü olmasını diledi! Allah’ın dilediği oldu![670]
Sen bir işin olmasını istedin, Allah da başka bir işin olmasını istedi.
Allah’ın olmasını istediği iş, senin olmasını istediğin işten üstün ve baskın geldi.
Olanı önlemeye güç yetiremedi m!” dedi.[671]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Allah’ın hüküm ve takdir ettiğinde hayır vardır” buyurdu.[672]
Ensarîye birşey söylemedi. Sustu.[673]
Sonra da:
“Ey Halid! Artık, hiç kimseyi öldürmeyeceksin değil mi?” buyurdu.
Halid b. Velid:
“Evet! Öldürmeyeceğim!” dedi.[674]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Müşrikleri takipten, araştırmaktan da vazgeç!” buyurdu.
Halid b. Velid:
“Öyle yapayım!” dedi.[675]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekkelilere Eman Verdiğini İlân Ettirişi
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Her kim Ebu Süfyan’ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir! Her kim silahını elinden bırakırsa, ona eman verilmiştir! Her kim evine girip kapısını üzerine kapatırsa, ona da eman verilmiştir![676]
Ey Müslümanlar topluluğu![677] Artık silah kullanmaktan vazgeçiniz!
Ancak, Huzâalara, Benî Bekrlerin yaptıkları şeydan dolayı, ikindi namazına kadar çarpışmaya müsaade edilmiş, izin verilmiştir!” buyurdu.[678]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselamın münâdîsi:
“Mekke’de her kim evinin kapısını üzerine kapatır, silah kullanmaktan el çekerse, ona eman verilmiştir!” diyerek seslendi.[679]
Peygamberimiz Aleyhisselam, aynı zamanda:
“Yaralı öldürülmeyecektir!
Arkasına dönüp kaçan takip edilmeyecektir!
Esir alınan da öldürülmeyecektir!” buyurdu[680] ve:
Savaşanlar dışındaki bütün Mekke halkına, onların canlarına, mallarına, çoluk çocuklarına dokunulmamak üzere de eman verdi.[681]
Ensarın Duydukları Endişelerin Giderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Safâ tepeciğinde Yüce Allah’a dua ile meşgul bulunduğu sırada, Ensardan bazıları:
“Allah Resûlullah Aleyhisselama yurdunun fethini nasip etti.
Artık kendileri burada kalır, oturur mu dersiniz?” diyerek aralarında konuştular.[682] Mekke’de kalacağını sandılar.[683]
Bazıları da, Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekkelilerin canlarına ve mallarına dokunulmaması hakkında emir vermesine bakarak:
“Adamın(l) kavmine acıması ve yurduna rağbeti ve özlemi tuttu!” diye mırıldandılar.[684]
Peygamberimiz Aleyhisselam, duasını bitirince, onlara:
“Ne konuşuyordunuz?” diye sordu.
“Yâ Rasûlallah! Birşeyyok!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam sorusunu tekrarladı durdu.[685]
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselama vahiy geldi, onların ne konuştukları kendisine haberveril-di.
Peygamberimiz Aleyhisselam, vahiyden başını kaldırıp:
“Ey Ensar cemaati! Siz, benim için, ‘Adamın kavmine acıması, yurduna rağbeti, özlemi tuttu!’ diyerek konuştunuz, değil mi?” diye sordu.[686]
“Evet yâ Rasûlallah! Böyle söylemiştik!” dediler.[687]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Benim ismim nedir?! (Bilmiyor musunuz?!)
Benim ismim nedir?! (Bilmiyor musunuz?!)
Benim ismim nedir?! (Bilmiyor musunuz?!)
Ben, Muhammed’im! AH ahin kulu ve resûlüyüm![688]
Ben, Allah’a ve sizlere hicret ettim![689]
(Benim için) hayat, sizin hayatınızdır!
(Benim için) memat da, sizin mematınızdır!” buyurdu.[690]
Ben (sizinle birlikte olma sözümden dönmekten) Allah’a sığınırım!” buyurdu.[691]
Bunun üzerine, Ensar ağlayıp,[692] “Vallahi, biz, o söylediğimiz sözü sana kıyamadığımız, senden uzak kalmak istemediğimiz için söyledik!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Allah ve Resûlü de sizi doğruluyor ve sizi mazur görüyor!” buyurdu.[693]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hacun’da Kurulan Çadıra İnişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ezâhir’e çıkınca, orada durup Mekke evlerine baktı. Allah’a hamd ü sena etti.
Çadırının bulunduğu yene bakınca da:
“Ey Cabir! İşte, bizim konaklayacağımız orasıdır ki, Kureyşîler orada bizim aleyhimizde, küfür üzerinde anlaşmışlardı!” buyurdu.[694]
Gerçekten de, Benî Kinanelerin Mina’da, Hayf Muhassab diye anılan yurdunda, vaktiyle, Kureyşîlerle Kinane oğulları; Hâşim oğulları ile Muttalib oğulları aleyhinde ve onlarla kız alıp vermemek, alışveriş etmemek üzere aralarında antlaşma yapmışlardı.
Bu boykot, Peygamberimiz Aleyhisselamı kendilerine boyun eğdirinceye kadar sürecekti![695]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hâşim ve Muttalib oğullarıyla birlikte, Şı’b-ı Ebu Talib’de üç yıl muhasara altında tutulmuştu.[696]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke’nin yukarısına gelince, orada konakladı.[697]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke’ye gelirken yukarı tarafından girer, Mekke’den çıkarken de aşağı tarafından çıkardı.[698]
Mekke’nin yukarı tarafı, İbrahim Aleyhisselamın Mekke Hareminde zürriyeti için dua ettiği ve duasının kabul olunduğu, insanları hacca çağırdığı yerdi. Bunun için, Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke’ye gireceği zaman, yukarı tarafından girmeyi severdi.[699]
Peygamberimiz Aleyhisselama, Hacun’da, deriden bir çadır kurulmuştu.[700] Peygamberimiz Aleyhisselam, yanında zevceleri Hz. Ümmü Seleme ve Hz. Meymûne olduğu halde Hacun’a geldi.[701] Çadırına girdi.[702]
Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Şı’b-ı Ebu Talib’deki[703] evine inmeyecek misin?” diye sorulmuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Akîl bize bir ev bark mı bıraktı ki!” buyurmuştu.[704]
Akıl b. Ebu Talib; Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke’deki evi ile kendisinin erkek ve kızkardeşlerinin ve Hâşim oğullarından hicret edenlerin hepsinin evlerini, hicret ettikleri zaman satmıştı.[705]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke’de iki evi vardı. Birisi, içinde doğduğu Şı’b-ı Benî Ali’de bulunan ve annesi Hz. Âmine’den kalan evdi.
Diğeri de, zevcesi Hz. Hatice’nin Safa ile Merve arasında, Attar çarşısının arkasındaki evi idi.
Akîl b. Ebu Talib, Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine’ye hicretinden sonra, bu iki eve el koymuştu.[706]
Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Öyleyse, evinin dışında, Mekke evlerinden birine in!” denildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam bundan da çekindi ve:
“Ben evlere girmeyeceğim!” buyurdu.[707]
Abdullah b. Hatal’ın Suçu ve Öldürülüşü
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına bir adam gelip:
“Yâ Rasûlallan! Şu İbn H atal adındaki kişi, Kabe’nin örtüsüne yapışmış, sığınmış!” dedi.[708]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Öldürünüz onu![709] Nerede bulursanız bulunuz, öldürünüz!” buyurdu.[710]
İbn Hatal, Kabe’nin örtüsü altına sığınmış olarak bulunsalar bile öldürülmeleri emirve kanları heder edilen kişiler arasında idi.[711]
Devlet başkanınca kanı heder edilip öldürülen kimse için, ne kısas, ne de diyet gerekir.[712]
İbn Hatal, Benî Teym b. Edrem b. Galiblerdendi.[713]
Kendisi, Müslüman olmuş,[714] Medine’ye hicret etmişti.[715]
Peygamberimiz Aleyhisselam onu zekat ve sadaka tahsildarlığı vazifesine tayin etmişti.[716]
İbn Hatal’ın hizmetini gören Müslüman bir kölesi vardı.[717] Huzâalardandı.[718] Peygamberimiz Aleyhisselam, bu köleyi de yanına katarak, İbn Hatal’ı tahsilata göndermişti.[719]
Köle, İbn Hatal’ın hizmetini görüyor, yemeğini yapıyordu.[720]
Bunlar, bir konak yerinde konakladılar.
İbn Hatal; kendisi için erkek bir davar kesip yemek yapmasını köleye emretti.[721]
Öğle vakti,[722] yatıp uyudu.
Uyandığı zaman, kölenin kendisi için yemek yapmadığını gördü.[723] Köle de, uyuyakalmıştı.
İbn Hatal, köleye son derecede kızdı.[724] Üzerine atılıp,[725] onu döve döve[726] öldürdü.[727] Öldürdüğü zaman, kendi kendine:
“Vallahi, Muhammed’in yanına varırsam, bu suçumdan dolayı beni öldürür!” dedi.[728] İrtidad etti. İslâmiyetten, müşrikliğe döndü.[729]
Topladığı zekat ve sadaka mallarını da sürerek Mekke’ye kaçtı.[730]
Mekkeli müşrikler, İbn Hatal’a:
“Seni bizim yanımıza geri çeviren nedir?” diye sordukları zaman,[731] İbn Hatal:
“Sizin dininizden daha iyisini bulamadım!” dedi,[732] müşrik olarak kalmakta devam etti.[733]
İbn Hatal tepeden tımağa kadar silahlanmış, uzun kuyruklu bir at üzerinde ve mızrağı elinde olduğu halde Mekke’nin yukarısından çıkıp gelirken, Saîd b. Âs’ın kızları, başörtülerini süvari atlarının yüzlerine sürdüklerini ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke’ye girdiğini İbn Hatal’a haber verdiler.
İbn Hatal, onlara:
“Fakat, vallahi, göreceksiniz ki, vücutlar kılıç darbelerinden su tutmayan tulumların ağızlarına benzemedikçe, onlar Mekke’ye giremeyeceklerdir!” demiş ve Handeme’ye kadar çıkıp gitmişti.
Orada İslâm süvarilerini ve çarpışmalarını görünce içine korku düşmüş, titremeye başlamış, Kabe’ye kadar gidip atından inerek silahlarını çıkarmış, Kabe’nin örtüleri arasına girmişti.
Benî Ka’blardan birisi, İbn Hatal’ın zırhını, zırh altna giydiği gömleğini, miğferini, tulgasını, kılıcını aldı, atına da binip Hacun’a, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.[734]
İbn Hatal’ı, Ebu Berzetü’l-Eslemî ile Saîd b. Hureysü’l-Mahzûmî’nin elbirliğiyle öldürdüklerinin bildirildiği gibi.[735] yalnız Ebu Berze’nin öldürdüğü de bildirilmiş;[736] Ebu Berzetü’l-Eslemî ise, onu kendisinin öldürdüğünü açıklamış:[737]
“İbn Hatal’ı Kabe’nin örtüsüne asılmış olduğu halde çıkarıp, Rükünle Makam arasında boynunu vurdum!” demiştir.[738]
Kanları heder edilip öldürülmeleri emredilenler arasında, İbn Hatal’ın şarkıcı iki kadın kölesi de bulunuyordu.
Bunlardan birinin adı Fertana[739] veya Kureyna, diğerinin adı Kuraybe veya Emebe, Emeb idi.[740]
İbn Hatal içki içer, Peygamberimiz Aleyhisselamı hicv ve tahkir eden şiirler söyler, onları bunlara okutturdu.
Kureyş müşrikleri de, İbn Hatal’ın ve bu şarkıcı kadınların yanlarına gelirler, içki içerler; İbn Hatal’ın söylediği hiciv şiirleri okutulur, dinlenirdi.[741]
Bu şarkıcı kadınların işleri güçleri, Peygamberimiz Aleyhisselam aleyhinde söylenilen hiciv şiirlerini okumaktı.[742]
Fetih günü, bunlardan birisi, yani Emeb yakalanıp öldürüldü.[743]
Diğeri ise kaçtı. Sonradan eman dileyip Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından eman verilinceye kadar görünmedi.[744]
Eman verilince, Fertana, kılık kıyafet değiştirerek gelip Müslüman oldu.[745]
Hâris b. Tulaytıla’nın Öldürülüşü
Benî Huzâalardan Haris b. Tulayüla da, kanı heder edilip öldürülmesi emnolunanlar arasında idi.[746] Peygam berim iz Aleyhisselam Mekke’de İslâmiyeti yayarken, Haris b. Tulaytila, Peygamberimiz Aleyhisselama ezâ, istihza ve tekzipte en ileri giden ve haklarında:
“Şimdi, sen ne ile em rol un uy orsan, kafalarını çatlatırcasına, apaçık bildir! Müşriklere aldırış etme! Allah’ın yanında başka bir ilah daha tanıyan o alaycılara muhakkak ki Biz yeteriz! Onlar yakında uğrayacakları akıbetleri öğreneceklerdir! (Hicr: 94-96) mealli âyetler inen azılı müşriklerdendi.[747] Kendisi, Fetih günü Hz. Ali tarafından öldürülmüştür.[748]
Huveyris b. Nukayz’ın Öldürülüşü
Kanı heder edilip öldürülen müşriklerden birisi de, Huveyris b. Nukayz b. Vehb b. Kusayy idi.
Kendisi, Mekke’de Peygamberimiz Aleyhisselama işkence yapan müşriklerdendi.[749]
Huveyris’in sözleri, Peygamberimiz Aleyhisselamın çok ağırına giderdi.[750]
Peygamberimiz Aleyhisselam aleyhinde söylenmiş olan hiciv şiirlerini okur dururdu.[751]
Hz. Abbas Peygamberimiz Aleyhisselamın kızları Hz. Fâtıma ile Ümmü Külsûm’u Mekke’den Medine’ye yollarken, Huveyris onları vurup yere düşürmüştü.[752]
Huveyris Mekke’nin fethi gününde evine kapanmış, kapısını kil iti em işti.
Hz. Ali varıp sorduğu zaman:
“O çöldedir!” denildi.
Kendisinin aranmakta olduğu da, haber verildi.
Hz. Ali Huveyris’in kapısından uzaklaşınca[753] Huveyris evinden çıkıp başka bir eve kaçmak isterken, Hz. Ali arkasından yetişti ve onu vurup öldürdü.[754]
Mıkyes b. Subâbe’nin Öldürülüşü
Kanı heder edilip öldürülmesi emrolunan müşriklerden birisi de, Mıkyes b. Subâbe idi.[755] Mıkyes’in kardeşi Hâşim b. Subâbe, Müslüman olup Müreysi1 gazasına katı İm işti.[756]
Amr b. Avf oğullarından Ubâde b. Sâmit’in ailesinden Evs b. Sabit, onu müşrik sanarak yanlışlıkla vurup öldürmüştü.[757]
Mıkyes b. Subâbe, Medine’ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip Müslüman olmuş ve kardeşinin diyetini istemişti.
Diyet kendisine ödendikten sonra, kardeşini yanlışlıkla öldürmüş bulunan Müslümanı öldürerek müşrikliğe dönmüş ve Mekke’ye kaçmıştı.[758]
Müşrikler, ona:
“Sen Muhammed’e tâbi olmuştun. Seni bize geri çeviren nedir?” diye sordukları zaman, Mıkyes, iki putun yanına gidip başını kazıtmış ve:
“Ben sizin dininizden daha iyi, daha eski bir din bulamadım!” demiş, sonra da, neler yaptığını, kardeşini yanlışlıkla öldüren Müslümanı nasıl öldürdüğünü Kureyş müşriklerine övünerek haber vermişti.[759]
Fetih günü Mekkeli müşrikler bozguna uğradıkları zaman, Mıkyes b. Subâbe bazı arkadaşlarıyla birlikte bir yerde gizlice oturup içki içmekte idi.[760]
Nümeyle b. Abdullah el-Kinânî onun yerini öğrendi, gidip kendisini dışarı çağırdı. Dışarı çıkınca, kılıçla vurup onu öldürdü.[761]
Nümeyle, Mıkyes b. Subâbe’nin amcasının oğlu idi.[762]
Safvan b. Ümeyye’nin Cidde’ye Kaçışı
Safvan b. Ümeyye; kanlarının dökülmesi helâl sayılan müşriklerden ve Peygamberimiz Aleyhisselamın azılı düşmanlarındandı.[763]
Hudeybiye muahedesinin hükmünü çiğneyerek yüzlerini örtüp Benî Bekrlerle birlikte Huzâaları uyurlarken kılıçtan geçiren Kureyşliler arasında idi.[764]
Mekkelileri Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya ayaklandınp Handeme’de Halid b. Velid’e karşı koyan üç Kureyşliden biri idi.[765]
Savunma birlikleri Halid b. Velid tarafından bozguna uğratılınca,[766] Safvan b. Ümeyye, Peygamberimiz Aleyhisselamdan korkarak Cidde’ye kaçmıştı.[767] Oradan gemiye binip Yemen’e gidecekti.[768]
İkrime b. Ebu Cehil’in Yemen’e Kaçışı
İkrime b. Ebu Cehil de, kanlarının dökülmesi helâl sayılan müşriklerdendi.[769]
İkrime ve babası Ebu Cehil, Peygamberimiz Aleyhisselamın en katı ve azılı düşmanı idi.[770]
İkrime, Peygamberimiz Aleyhisselama işkencede, düşmanlıkta ve ona karşı açılan kavgalan malî gücü ile desteklemekte babasına benzerdi.[771]
Kendisi, müşriklerin ünlü süvarilerindendi.[772]
Mekkelileri Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya ayaklandırıp Handeme’de Halid b. Velid kuvvetlerine karşı koyan üç Kureyşîden birisiydi.[773]
Hudeybiye muahedesi hükmünü çiğneyerek yüzlerini örtüp Benî Bekrierle birlikte Huzâaları uyurlarken kılıçtan geçiren Kureyş müşrikleri arasındaydı.[774]
Müşriklerin savunma birlikleri Halid b. Velid tarafından bozguna uğratılınca,[775] İkrime b. Ebu Cehil de, öldürüleceğinden korkarak Yem en’e kaçtı.[776]
Hebbar b. Esved’in Kaçıp İzini Kaybedişi
Kanının dökülmesi helâl sayılan müşriklerden Hebbar b. Esved b. Muttalib,[777] Mekke’de Müslümanlara en ağır işkenceleri yapardı.[778]
Peygamberimiz Aleyhisselamın kızı Hz. Zeyneb’i Medine’ye hicreti sırasında Zi Tuvâ’da yakalamış, hevdeç içinde mızrakla vurarak devesinden kayanın üzerine düşürmüş, kamındaki çocuğunun düşmesine sebep olmuştu.[779] Hz. Zeyneb hastalanmış, vefatına kadar hastalıktan kurtulamamıştı.[780]
Mekke fethedilince Hebbar kaçmış, ele geçirilememiştir.[781]
Abdullah b. Zibârâ İle Hübeyre b. Ebi Vehb’in Necran’a Kaçmaları
Abdullah b. Zibârâ da öldürülmesi emredilen müşrikler arasında idi[782] ve halkın Peygamberimiz Aleyhisselama ve ashabına dili ile ve eli ile en sert ve katı davrananı idi.[783]
Müşrikleri Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya kışkırtır dururdu.[784]
Peygamberimiz Aleyhisselam aleyhinde söylediği hiciv şiirleri müşriklerce üstün tutulan güçlü bir şairdi.
Fetih günü, Ümmü Hani’nin kocası Hübeyre b. Ebi Vehb el-Mahzûmî ile birlikte Necran’a kaçmışlardır.[785]
Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’in Öldürülmek İçin Aranılışı
Kabe’nin örtüsü altında bile bulunsa öldürülmesi emredilen[786] ve kanının dökülmesi helâl sayılan[787] Abdullah b. Sa’d b. Ebi Şerh, Müslümandı.[788]
Mekke’nin fethinden önce, Medine’ye hicret etmişti.[789]
Peygamberimiz Aleyhisselama inen vahiyleri yazanlar arasında idi.[790]
Abdullah b. Sa’d; Peygamberimiz Aleyhisselama inen vahyi yazdığı sırada:
‘El-Kâfirîn’ yerine ‘ez-zâlimîn,1 ‘Azîzün Hakîmün’ yerine ‘Alîmün Hakîmün’ diye yazmış[791] ve:
“Ben de Muhammed’in söylediği gibi söyleyebilirim![792]
Muhammed’e gelen şeyin benzeri bana da geliyor![793]
Muhammed peygamberse ve kendisine vahyolunuyorsa, ben de peygamberim! Bana da vahyolunuyor![794]
Allah ona Kufân indiriyorsa, ben de, Allah’ın indirdiğinin benzerini indirebilirim!
Muhammed ‘S em Tan Alîm en’ dedi. Ben de ‘Alîmen Hakîmen’ dedim!” demeye başladı.[795]
Yaptığı bu ve benzeri sinsice yaygara ve hainliklerin yayılacağını, Medine’de daha fazla kalamayacağını anlayan Abdullah b. Sa’d,[796] Müslümanlıktan müşrikliğe, küfre dönerek Mekke’ye kaçtı.[797]
Kureyş müşriklerine:
“Kendisi bana Kur’ân’ı yazdırırken ‘Azîzün Hakîmün’ derdi. Ben:
‘Yoksa ‘Alîmün Hakîmün’ mü?’ diye sorardım.
‘Evet! Hepsi de doğrudur1 derdi.
Sizin dininiz, onun dininden daha iyidir!” dedi.[798]
Abdullah b. Sa’d, bu iddialarında samimî olsaydı; Peygamberimiz Aleyhisselamın Kurrâ ashabından Übeyy b. Ka’b’a Kufân-ı Kerîm’in yedi lehçeye kadar okunmasına melek tarafından müsaade edildiğini bildirdikten sonra, “‘Gafûren Rahîmen’ desen de olur, ‘Semîan Alîmen’ desen de olur!” buyur-duğunu;[799] Kufân-ı Kerîm’in Kendisine bütün kâinatın hamd ettiği yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan Allah tarafından indirildiği gerçeğini; ve ona hiçbir bâtılın, ne önünden, ne ardından yaklaşamayacağı,[800] hatta Peygamberimiz Aleyhisselamın bile ona kendiliğinden birşey karıştı ram ayacağı, böyle birşeye teşebbüs edecek olsa biranda kalb damarının koparılarak helak edileceği hakkındaki ilahîtem-inatı[801] gözönünde tutsaydı, şeytana uyup bu vartaya düşmezdi![802]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescid-i Haram’a Gelişi ve Kâbe’yi Tavaf Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, çadırında yıkandıktan ve halk da sükûnet bulup yatıştıktan sonra, devesi Kasvâyı çadırının kapısına getirterek onun üzerine bindi.[803]
Üsâme b. Zeyd’i yine terkisine aldı.[804]
Hz. Ebu Bekir, Peygamberimiz Aleyhisselamın sağ yanında bulunuyor ve Peygamberimiz Aleyhisselamla konuşuyordu.[805]
Muhacirlerle Ensar, Peygamberimiz Aleyhisselamın önünü, arkasını ve çevresini sarmışlardı.[806] Bu şekilde ilerlemeye başladılar.
Ebtah’ta, Ebu Uhayha’nın evinin hizasında, Ebu Uhayha’nın kızlarına rastladılar. Kızlar, başörtülerini çıkarıp, onlarla süvari atlarının yüzlerindeki tozlan siliyoriardı![807]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onları görünce, Hz. Ebu Bekir’e bakıp gülümsedi.[808] Hassan b. Sabit’in Kureyş şairlerinden Ebu Süfyan b. Hâris’e karşı söylediği ve bir gün İslâm süvarilerinin doludizgin Mekke’ye gireceklerini dile getiren şiirindeki;[809] kadınların başlarındaki başörtülerini çıkarıp onlarla atların yüzlerindeki tozları sileceklerini anlatan beytini hatırladı[810] ve Hz. Ebu Bekir’e:
“Hassan b. Sabit nasıl söylemiş, ne demişti?” diye sordu.
Hz. Ebu Bekir de, Peygamberimiz Aleyhisselama o beyti okudu.[811]
Nihayet, Müslümanlarla birlikte Kabe’ye gelip kavuştular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, devesinin üzerinde, Hacerü’l-Esved rüknüne kadar vardı.
Elinde bulunan ucu eğri değnekle işaret ederek Hacerü’l-Esved’i istilam etti ve tekbir getirdi.
Müslümanlar da, hep birlikte tekbir getirmeye başladılar.
Mekke tekbir sesleriyle sarsıldı!
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Susunuz!” diye işaret etti.
O sırada, müşrikler, dağların başlarına çıkmış, bakıyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kasvâ’nın üzerinde bulunduğu ve Muhammed b. Mesleme de Kasvâ’nın yularından tutmuş olduğu halde, Kabe’yi tavafa başladı.[812]
Tavafın yedi devresini yapti.
Her devrede, Hacerü’l-Esved rüknüne geldikçe, elindeki değnekle işaret ederek onu istilam etti.[813]
Tavafın yedinci devresini yapıp tavafı tamamlayınca, Kasvâ’dan indi.
Ma’mer b. Abdullah b. Nadle, gelip Kasvâ’yı dışarı çıkardı.
Bundan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam, Makam-ı İbrahim’e vardı. Orada iki rekat tavaf namazı kılıp Zemzem kuyusuna geldi[814] ve:
“Eğer bana uyulmayacak ve Abdulmuttalib oğullarının Zemzem suyunu çekme hizmetine üşüşülüp kendileri bu hizmetten alıkonulmuş olmayacak olsaydı, Zemzem kuyusundan bir kova da kendim çekerdim!” buyurdu.[815]
Hz. Abbas, Zemzem kuyusundan bir kova çekti, Peygamberimiz Aleyhisselam ondan içti.
Bunu Ebu Süfyan’ın (b. Haris) çektiği de rivayet edilir.[816]
Peygamberimiz Aleyhisselam, o kovadan, içtiği gibi, abdest de aldı.
Abdest alırken, Müslümanlar üşüşüp dökülen abdest suyunu yüzlerine sürüyorlar, yere bir damla bile düşürmüyorlardı.
Müşrikler, bunu görünce:
“Biz hiçbir zaman böyle bir hükümdar ne gördük, ne de işittik!” dediler, şaşıp kaldılar.[817]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bundan sonra, Safa tepeceğine gidip Kabe’yi görünceye kadar onun üzerine çıktı. Ellerini kaldırdı. Allah’a hamd ü sena ve istediği dualarla dua etmeye başladı.[818]
Fadâle’nin Kötü Niyetini Değiştiren ve İmanını Berkiştiren Bir Hadise
Peygamberimiz Aleyhisselam Kabe’yi tavaf ederken Fadâle b. Umeyr b. Mülevvah el-Leysî öldürmek maksadıyla Peygamberimiz Aleyhisselama yaklaşınca, Peygamberimiz Aleyhisselam ona doğru vardı ve:
“Sen Fadâle misin?” diye sordu.
Fadâle:
“Evet! Fadâle’yim yâ Rasûlallah!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sen içinden ne geçiriyordun?” diye sordu.
Fadâle:
“Hiçbir şey düşünmüyordum! Allah’ı zikirle meşgul oluyordum!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, güldü ve:
“Allah’tan af ve yarlıganmak dile!” buyurdu.
Sonra, elini onun göğsüne koyunca, kalbi yatıştı, imanı berkişti.
Fadâle:
“Vallahi, göğsümden elini kaldırdığı zaman, Allah’ın yarattıklarından, bana ondan daha sevgili olan birşey yoktu!” demiştir.[819]
Ebu Süfyan b. Harb’in İçinden Geçirdiği Bir Kuruntudan Dolayı Uyarılışı
Ebu Süfyan b. Harb Mescid-i Haram’da oturuyorken, Peygamberimiz Aleyhisselamın önde, Müslümanların da arkasından Peygamberimiz Aleyhisselamın izince yürüdüklerini görünce:
“Muhammed için askerler toplasam mı, şu adamla yine çarpışmaya dönsem mi, ne yapsam ki?!” diye içinden kurmaya başlamıştı.
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam gelip onun başucuna dikildi ve iki küreği arasına eliyle vurarak:
“Allah o zaman da yine seni hor, hakir kılar!” buyurdu.
Ebu Süfyan, başını kaldırıp, başucuna Peygamberimiz Aleyhisselamın dikildiğini görünce:
“Şu ana kadar, senin gerçekten peygamber olduğuna kanaat getirememiştim.
İçimden geçirdiğim kuruntulardan dolayı Allah’a tevbe ediyor, O’ndan yarlıganmak diliyorum!” dedi.[820]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kâbe’nin Anahtarını Getirtmesi
Peygamberimiz Aleyhisselaım, Mescid-i Haratn’ın bir köşesinde oturdu. Mücahidler de, Peygamberimiz Aleyhisselamın çevresinde oturdular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kabe’nin anahtarını getirmesi için, Bilal-i Habeşî’yi Osman b. Talha’ya gönderdi.
Bilal-i Habeşî, Osman’a gidip:
“Resûlullah Aleyhisselam Kabe’nin anahtarını getirmeni sana emrediyor” dedi.
Osman b. Talha, “Olur!” diyerek, anası Sülâfe binti Sa’d’ın yanına gitti.
Bilal-i Habeşî, dönüp onun “Olur!” dediğini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi ve oradaki mücahidlerin yanına oturdu.
Osman b. Talha, anasına-ki, o zaman anahtar onun yanında bulunuyordu-
“Ey anacığım! Anahtarı bana ver! Resûlullah Aleyhisselam bana adam gönderdi ve onu kendisine getirmemi emretti” dedi.
Sülâfe:
“Kavminin şereflendiği, övündüğü birşeyi götürüp elinle teslim etmenden Allah’a sığınırım![821] O, bu anahtan, sizden alınca, hiçbir zaman size vermeyecektir!” dedi.[822]
Osman b. Talha:
“Vallahi, ya onu bana verirsin, ya da başka biri gelip onu senden zorla alır!” dedi.
Bunun üzerine Sülâfe, anahtarı belindeki uçkurunun içine sokup:
“Hangi adam buraya elini sokacak, onu alabilecek?![823]
Hayır! Lâtve Uzzâya andolsun ki; anahtan ona hiçbir zaman vermeyeceğim!” dedi.
Osman b. Talha:
“Eğer sen bana emrolunan şeyi yapmaz, anahtan vermezsen, ben de, kardeşim de öldürülürüm!” dedi.[824]
Onların böylece konuştukları sırada, dışarıdan Hz. Ebu Bekir’le Hz. Ömer’in sesi duyuldu.
Osman b. Talha’nın geciktiğini görünce, Hz. Ömer
“Ey Osman! Yanıma çık!” diyerek seslendi.
Bunun üzerine, Osman’ın anası:
“Ey oğulcuğum! Al anahtarı! Çünkü, onu benden senin alman, Teym oğullarından Ebu Bekir’in ve Adiyy oğullarından Ömer’in almasından daha iyi gelir!” dedi.[825]
Osman b. Talha’nın gelmesi gecikince, Peygamberimiz Aleyhisselam ayağa kalkıp beklemeye ve sıkıntısından terlemeye başladı ve: “Osman’ın anasının, ‘O sizden bu anahtan alınca, artık hiçbir zaman onu size vermeyecektir!’ dediğini sanıyorum” buyurdu.[826]
Osman b. Talha anahtarı anasından alıp Peygamberimiz Aleyhisselama getirdi.[827]
Onu uzatırken, Hz. Abbas ayağa kalktı ve:
“Yâ Rasûlallah! Babam, anam sana feda olsun! Bunu, benim üzerimde, sikâye hizmetiyle birleştir!” deyince, Osman b. Talha elini geri çekti.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Osman! Anahtan bana getir, ver!” buyurdu.
Osman b. Talha:
“Bunu sana Allah emaneti olarak veriyorum!” dedi.[828]
Kâbe Çevresindeki Putların Yıktırılışı
Kabe’nin çevresinde, tapılmak üzere dikilmiş, kurşunla berkitilmiş[829] 360 put bulunuyordu.[830]
Bunlar, Arap kabilelerine ait olup, zaman zaman gelinir, ziyaret edilir, kendileri için kurbanlar kesilirdi.[831]
Cebrail Aleyhisselam, Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Asanı eline alıp dokun onlara!” dedi.[832]
Peygamberimiz Aleyhisselam, elindeki asa ile putlara birer birer dokunuyor ve:
“Hak geldi, bâtıl yok olup gitti![833]
Hak geldi. Yok olan bâtıl, ne yoktan birşeyvar edebilir, ne de yok olanı diriltebilir!” buyuruyordu.[834]
Peygamberimiz Aleyhisselam asâ ile dokundukça, putlar yüzlerinin ve arkalarının üzerlerine düşüyorlardı![835]
Onlardan; Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzüne işaret ettiği put kafasının üzerine, kafasına dokunduğu da yüzünün üzerine yıkılıyordu!
Dokunulup da yere yıkılmadık put kalmadı.[836]
Bilal-i Habeşî’nin Kâbe Üzerinde Ezan Okumasından Müşriklerin Tedirgin Olmaları
Peygamberimiz Aleyhisselam; öğle vakti girince, Kabe’nin üzerine çıkıp ezan okumasını, Bilal-i Habeşî’ye emretti.
Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden birçokları, öldürülmelerinden korkarak dağların başlarına kaçmışlar ve gizlenmişlerdi.
Onlardan, eman dileyen bazılarına da eman verilmiş bulunuyordu.[837]
Ezan okunduğu sırada, Ebu Süfyan b. Harb, Attâb b. Esîd, Haris b. Hişam ve daha başkaları, Kabe’nin yanında oturuyorlardı.[838]
Bilal-i Habeşî sesini olanca gücüyle yükselterek ezan okumaya başladı.[839]
Kureyşlilerden bazıları:
“Ey Allah’ın kulları! Kabe’nin üzerinde ezan okumak, bu kara köleye mi düştü?!” dediler.
Bazısı da, Allah’ın ona gazab edeceğini ve bu işi değiştireceğini söylediler.[840]
“Eşhedü enne Muhammederresûlullah=Şehâdet ederim ki, Muhammed Allah’ın resûlüdür!” şehadeti üzerine, Ebu Cehil’in kızı Cüveyriyye:
“Hayatıma yemin ederim ki; senin adın, sanın yükseldi!
Namazı kılarız, amma, vallahi, sevdiklerimizi öldürenleri hiçbir zaman sevmeyeceğiz![841] Muhammed’e gelen peygamberlik, babama da gelmişti!
Fakat, o bunu reddetmiş, kavmine aykırı davranmak istememişti!” dedi.[842]
Halid b. Esîd:
“Kim bu seslenen?” diye sordu.
“Bilal b.Rebah!” dediler.
Halid b. Esîd:
“Ebu Bekir’in Habeşli kölesi mi?” diye sordu.
“Evet!” dediler.
Halid b. Esîd:
“Nerede sesleniyor?” diye sordu.
“Kabe’nin üzerinde!” dediler.
Halid b. Esîd:
“Onu Kabe’nin üzerine Ebu Talha oğulları mı çıkardı?” diye sordu.
“Evet!” dediler.
Halid b. Esîd:
“O neler söylüyor?” diye sordu.
“‘Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden resûlullah=Şehadet ederim ki; Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur! Yine şehadet ederim ki; Muhammed Allah’ın kulu ve resûlüdür!’ diyor” dediler.[843]
Halid b. Esîd:
“Allah’a şükürler olsun ki; babam Üseyd’i [Esîd’i] öldürdü de, ona bu günü göstermemek, şu hoşlanmayacağı sesi iş ittirmem ek lutfunda bulundu!” dedi.[844]
Esîd, Mekke’nin fethinden bir gün önce ölmüştü.[845]
Haris b. Hişam:
“Vallahi, onun gerçekten peygamber olduğunu bilseydim, muhakkak, kendisine tâbi olurdum!” dedi.[846]
Haris b. Hişam’a:
“Muhammed’in putlan adamlara nasıl kırdırdığını ve şu kara köleyi Kabe’nin üzerinde nasıl bağırttığını görmüyor musun?” denildiği zaman da:
“Eğer Allah böyle olmasını istemeseydi, elbette onu değiştirirdi!” dedi.[847]
Hakem b. Ebi’l-Âs:
“Vallahi, bu, büyük bir hadisedir: Benî Cumahların kölesi çıksın da, Ebu Talhalara ait Beytullah üzerinde anırsın!? Olur şey değil!” dedi.
Süheyl b. Amr:
“Eğer Allah buna gazaplanırsa, muhakkak, onu değiştirir![848]
Eğer buna razı olursa, onu yerleştirir!” dedi.[849]
Ebu Süfyan b. Harb ise:
“Ben birşey söylemeyeceğim! Eğer birşey söyleyecek olursam, şu kumlar, söylediğimi Muhammed’e haber verirler!” dedi.[850]
Cebrail Aleyhisselam, gelip, bunların söylediklerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi.[851]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların yanına varıp üzerlerine dikildi[852] ve:
“Ben sizin söylediklerinizi biliyorum.[853]
Ey filan! Sen şöyle söyledin!
Ey filan! Sen şöyle söyledin!
Ey filan! Sen de şöyle söyledin!”[854] buyurarak, onların söylediklerini kendilerine birer birer haber verdi.[855]
Ebu Süfyan:
“Yâ Rasûlallah! İyi ki, ben birşey söylemedim!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam gülümsedi.[856]
Haris b. Hişam ile Attâb b. Esîd:
“Biz şehadet ederiz ki; sen Allah’ın Resûlüsün!
Çünkü, vallahi, bu söylediklerimize, yanımızdakilerden başka hiç kimse vâkıf değildi!
Söylediklerimiz, sana herhalde Allah tarafından haber verilmiştir!” dediler.[857]
Yıkılan Putların Kırılacaklarının Kırılışı ve Yakılacaklarının Yakılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam; öğle namazını kıldıktan sonra, Kabe çevresindeki bütün putların biraraya toplanarak yakılacak olanlarının yakılmasını, kırılacak olanların kırılmasını emretti, emri yerine getirildi.
Bu hususta söylenen bir şiirde:
“Sen Mekke’nin fethinde putlan kırdıkları gün, Muhammed (Aleyhisselam)ı ve ordusunu bir görseydin, Allah’ın nurunun nasıl parıldadığını, şirkin, küfrün yüzünü karanlıkların nasıl bürüdüğünü görürdün!” denilmiştir.[858]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ümmü Hani’nin Evinde Fetih Namazı Kılışı
Putların yıkılışı, kınlısı sırasında, Peygamberimiz Aleyhisselamın saçı, sakalı çok tuzlanmıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, amcası Ebu Talib’in kızı Ümmü Hani’nin evine gitti. Orada, Hz. Fâtıma’nın getirdiği örtü ile siperlenerek yıkandı.[859]
Ümmü Hani de; Peygamberimiz Aleyhisselamın, Fetih günü olan Cuma günü evine gelip guslettikten sonra sekiz rekat namaz kıldığını bildirmiştir.[860]
Bu namaz, fetih namazı idi.
Kumandanlar bir memleketi, bir kaleyi fethettikleri zaman, bu namazı kılarlardı.[861]
Sa’d b. Ebi Vakkas da, Medâin’i fethettiği ve Kisrâ’nın eyvanına girdiği zaman, orada bu namazı kılmıştı.[862]
Fetih namazı sekiz rekat olup, bunda ne selamla aralarını ayırma, ne imamla birlikte (cemaatla) kılma, ne de açıktan kıraat vardır.
Taberî’ye göre, bu namaz sünnettir.[863]
Peygamberimiz Aleyhisselamın kıldığı sekiz rekattan ikisi, Mekke’nin fethine şükür içindi.
İkisi, kuşluk namazına başlangıçtı.
Dördü de, öteden beri kılageldiği kuşluk namazı idi.[864]
Peygamberimiz Aleyhisselam Ümmü Hani’nin evine vardığı zaman, Ümmü Hani:
“Yâ Rasûlallah! Kocamdan, akrabam olan bazı kimseler, bana sığınmış bulunuyorlar.
Ali b. Ebu Talib ise, Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasına kulak asmayacağını söylemiştir.
Ali’nin bunların yerini öğrenip kendilerini öldüreceğinden korkuyorum.
Ümmü Hani’nin evine girenlere, sığınanlara, Allah’ın Kelamını dinleyip Resûlüne iman edinceye kadar eman verildiğini açıklasan?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ümmü Hani’nin eman verdiğine, biz de eman verdik!” buyurdu.
Sonra da, Ümmü Hani’ye:
“Senin yanında, yiyebileceğimiz birşey var mı?” diye sordu.
Ümmü Hani:
“Yanımda kuru ekmek kırıntılarından başka birşey yok! Onu da sana sunmaya utanırım!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onu getir, suyun içine ufala! Tuz da getir!” buyurdu ve:
“Biraz da katık var mı?” diye sordu.
Ümmü Hani:
“Yâ Rasûlallah! Yanımda sirkeden başka birşey yok!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Getir onu!” buyurdu, yemeğinin üzerine döküp yedikten sonra, Yüce Allah’a şükretti.
Ümmü Haniye de:
“Ne güzel katıktır sirke!
Ey Ümmü H ani! Sirke bulunan ev yoksul olmaz!” buyurdu.[865]
Mücahidlerin Fetih Gecesini Zikir ve İbadetle Geçirmeleri
Mücahidler, Mekke’yi fethettikleri günün gecesinde, sabaha kadar tekbir, tehlil getirmekten, Kabe’yi tavaftan geri durmadılar.
Bunu gören Ebu Süfyan, karısı Hind’e:
“Sen bunun Allah’tan olduğu kanaatinde misin?” diye sordu.
Hind:
“Evet! Bu, Allah tarafından olan bir iştir!” dedi.
Ertesi günü, sabaha çıkınca, Ebu Süfyan erkenden Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Sen Hind’e, ‘Bunun Allah’tan olduğu kanaatinde misin?’diye sordun. O da, ‘Evet! Bu, Allah tarafından olan bir iştir!’ dedi” buyurdu.
Ebu Süfyan:
“Şehadet ederim ki; Sen Allah’ın Resûlüsün!
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah’a andolsun ki; bu sözümü Allah ile, Hind’den başka, insanlardan hiçbir kimse işitmemiştir!” dedi.[866]
Kâbe’nin İçindekiler ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Kâbe’ye Girişi
Müşriklerin nazarında, putların en büyüğü olan Hübel putu,[867] Kabe’ye hediye edilen şeylerin konulduğu kuyunun başında dikili bulunuyordu.[868]
Bu put, kırmızı akikten yapılmıştı ve insan şeklinde idi.
Sağ eli kırılmış olarak elde edilmiş olup, Kureyşîler ona altından bir el yaptırmış!ardı.[869]
Hübel; Benî Bekrlerin, Maliklerin, Milkânların, Kinanelerle Kureyşîlerin putu idi.[870]
Seferden dönen bir kimse, Kabe’yi tavaf edip Hübel’in yanında tıraş olduktan sonra ev halkının yanına varırdı.[871]
Rivayete göre; Amr b. Luhayy, bazı işleri için Mekke’den çıkıp Şam’a gitmişti.
O zaman, Amalikaların oturduğu Belka’ ülkesindeki Meâb’a uğradı. Amalikaların putlara taptıklarını görünce:
“Sizin taptığınızı gördüğüm bu putlara ne için tapıyorsunuz?” diye sordu.
Onlar da:
“Bu taptığımız putlardan yağmur dileriz, yağmura kavuşuruz.
Yardım dileriz, yardım olunuruz!” dediler.
Amr b. Luhayy:
“Arap ülkesine götürmek ve Arapları taptırmak için bu putlardan birini bana verir misiniz?” dedi.
Onlar da, ona Hübel putunu verdiler.
Amr b. Luhayy, Hübel’i Mekke’ye getirip dikti ve ona tapmalarını, tazimde bulunmalarını halka emretti.
Kader ve nasip oklarının çekim işi de, Hübel’in yanında, görevlisi tarafından yapılırdı.[872]
Kureyş eşrafından Safvan b. Ümeyye, bu işe bakardı.[873]
Kabe’nin içinde, Hübel putundan başka, hurma ağacından yapılmış iki güvercin heykeli ile,[874] İbrahim Aleyhisselamın kestiği koçun iki boynuzu da bulunuyordu.[875]
O zaman, Kabe’nin altı direği vardı.[876] Bunlar iki sıra halinde idi.[877] Direkler yaldızla süslenmişti.
Kapıya doğru olan direkte Hz. Meryem’le kucağında İsa Aleyhisselamın sureti;
Öteki direklerde de, peygamberlerin, meleklerin ve oklarla fal çeken ihtiyar bir adam şeklinde İbrahim Aleyhisselamın sureti, bir koç veya bir koç başı ile ağaçlar çizilmiş bulunuyordu.[878]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kabe anahtarcısı Osman b. Talha’dan anahtarı eline alıp Kabe’yi açtı.[879]
Kabe’nin içinde putları;[880] meleklerin ve meleklerden başkalarının.[881] İbrahim Aleyhisselamın,[882] İsmail Aleyhisselamın[883] eliyle fal çeker bir şekilde tasvir edilmiş olduğunu görünce:[884]
“Allah bunları yapanları kahretsin![885]
Büyüğümüzü fal oku çeker bir halde tasvir etmişler!
İbrahim’in hal ve şanında fal oklan çekmek yoktur![886]
Vallahi, o puta tapanlar da bilirlerdi ki, bu iki peygamber hiçbir zaman fal oklan çekmemişlerdir!” buyurdu ve:
“İbrahim, ne bir Yahudi, ne de bir Hıristiyandı. Fakat, o, Allah’ı bir tanıyan, dosdoğru bir Müslümandı. Müşriklerden değildi o!” (Âl-i İmran: 67) mealli âyeti okudu.[887]
Kabe’nin içindeki putları çıkarmasını[888] ve suretleri gidermesini Hz. Ömer’e emretti.[889]
Hz. Ömer, Kabe’ye girip, silmedik suret, kırmadık heykel bırakmadı.
Ancak, İbrahim Aleyhisselamın suretine dokunmadı.
İbrahim Aleyhisselam, çok yaşlı ve fal oku çeker bir biçimde çizilmişti.[890]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kabe’nin içine girip İbrahim Aleyhisselamın çizilmiş resminin çizilmediğini görünce:
“Ey Ömer! Ben sana, ‘Hiçbir suret bırakmayacaksın! Hepsini silip yok edeceksin!’ diye emir vermedim mi?!” buyurdu.[891]
Hz. Ömer:
“O, İbrahim’in sureti idi!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sil onu da!” buyurdu.[892]
Hz. Ömer, Kabe’de, bezle silip yok etmedik suret bırakmadı.[893]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kabe’nin kapısının üzerlerine kapatılmasını emretti; kapatıldı.
Kabe’nin içinde, uzunca bir müddet kaldılar.[894]
Kabe’nin, Abdullah b. Zübeyr zamanında yıkılıp yaptırılmasından önceki durumuna göre;[895] Peygamberimiz Aleyhisselam Kabe’nin altı direğinden ikisi sağında, biri solunda, üçü de arkasında kalacak[896] ve Kabe’nin kapısı arkasına gelecek şekilde, ön sıradaki iki direk arasında, yeşil mermerin bulunduğu[897] yamacındaki duvarla aralarında üç zira kadar aralık kalan yerde durup[898] iki rekat namaz kıldı.[899]
Abdullah b. Ömer de, Kabe’ye girince, Kabe’nin kapısı arkasına gelmek üzere, yamacındaki duvara üç zira kalıncaya kadar ilerleyip, Bilal-i Habeşî’nin:
“Resûlullah Aleyhisselam burada kıldı” diye gösterdiği yerde kılardı.[900]
Kabe’nin içine gimnek ve iki rekat namaz kılmak, müstehabdır.[901]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kabe’nin içinde namaz kıldıktan,[902] Kabe’nin her köşesini dolaşarak tekbir getirdikten,[903] teşbih ve dua ettikten,[904] içeride uzunca bir müddet kaldıktan sonra, kapı açıldı.
Bilal-i Habeşî, kapının arkasında, ayakta durmakta idi.[905]
İçeriye ilk dalan, Abdullah b. Ömer oldu. Bilal-i Habeşî’yi kapının arkasında bulup, ona Peygamberimiz Aleyhisselamın nerede namaz kıldığını sordu, fakat kaç rekat kıldığını sormayı unuttu.
Bilal-i Habeşî, Peygamberimiz Aleyhisselamın namaz kıldığı yeri ona haber verdi.[906]
O sırada, Kureyşîler Mescid-i Haram’a dolmuşlar,[907] Kabe’nin çevresinde oturmuşlardı.[908]
Peygamberimiz Aleyhisselamın ne yapacağını merakla bekliyor!ardı.[909]
Peygamberimiz Aleyhisselam Kabe’nin kapısının eşiğinde ayakta duruyor.[910] kapının sövelerine iki eliyle tutunuyordu.[911]
Gün, fethin ikinci günü idi.[912]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Birinci Fetih Hutbesi
Peygamberimiz Aleyhisselam, üç kere tekbir getirdikten sonra:[913]
“Hamd, Allah’a mahsustur.[914] Allah’tan başka ilah yoktur. Yalnız O vardır. O’nun hiçbir eşi, ortağı yoktur![915]
O, va’dini yerine getirdi. Kuluna yardım etti. Toplanan düşmanları, tek başına, bozguna uğrattı!
İyi biliniz ki;[916] Cahiliye çağına ait olup,[917] övünme vesilesi edinilegelen herşey, kan, mal dâvaları… bunların hepsi, şu ayaklarımın altında kalmış, kaldırılmıştır!
Ancak, Beytullah perdedariığı (hicâbe) hizmeti ile hacılara su dağıtma (sikâye) hizmeti, bunun dışındadır.[918]
Eski kan dâvaları kaldırılmış olmakla birlikte, bundan sonra bir cinayet vuku bulacak olursa, bilesiniz ki:
Kamçı ve sopa ile yapılan ve yarı kasıtlı sayılan hata cinayetine ağır diyet ödenmesi gerekir ki, bu da, içlerinden kırkının karınlarında yavruları bulunmak şartıyla, yüz devedir.[919]
Ey Kureyş cemaati![920] Muhakkak ki, Allah, Cahiliye gururunu, Cahiliye atalarıyla (soy soplanyla) övünüp büyüklenmeyi sizden kaldırmıştır!
Bütün insanlar[921] Âdem’den,[922] Âdem de topraktan yaratı İm ışür.[923]
İnsanlar iki kısım, iki sınıftır.
Bir kısmı mü’min ve müttakîdir; Allah katında değerli ve şereflidir.
Diğer kısmı ise azgındır, yaramazdır. Bunlar, Allah katında da değersiz ve şerefsizdir![924]
Nitekim, Yüce Allah:[925]
‘Ey insanlar! Gerçekten, Biz, sizi bir erkekle bir kadından yarattık.
Birbirinizle tanışasınız diye, sizi büyük büyük topluluklara, küçük küçük kabilelere ayırdık.
Şüphe yok ki, sizin Allah katında en değerliniz, en şerefliniz, Allahtan en çok sakınanınızdır.
Allah herşeyi hakkıyla Bilen, herşeyden haberdar olandır!'[926] buyuruyor.
Ey Kureyş cemaati![927] Ey Mekkeliler![928] Ne dersiniz?[929]
Şimdi, hakkınızda benim ne yapacağımı sanırsınız?” diye sordu.
Kureyşîler
“Biz, senin hayır ve iyilik yapacağını sanır ve ‘Sen hayır yapacaksın!’ deriz.
Sen, kerem ve iyilik sahibi bir kardeş; kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun![930]
Gücün yetti, iyi davran!” dediler.[931]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Benim halimle sizin haliniz, Yusuf (Aleyhisselam)ın kardeşlerine dediği gibi olacaktır.[932]
Yusuf (Aleyhisselam)ın kardeşlerine dediği gibi, ben de:
‘Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yoktur! Allah sizi yarlıgasın! O, Esirgeyicilerin En Esirgeyicisidir!’ [Yusuf: 92] diyorum.[933] Gidiniz! Sizler, azad ve serbestsiniz!” buyurdu.[934]
Yüce Allah o Kureyş müşriklerini eline düşürmüş, kendisine boyun eğdirmiş iken Peygamberimiz Aleyhisselam böylece onları bağışlamış, azadlamış, serbest bırakmıştır.
Bunun içindir ki, Mekkelilere “Tulekâ=Azadlanmışlar” adı vehimiştir.[935]
Mekke fethedilip Peygamberimiz Aleyhisselam Kureyşîlerden Safvan b. Ümeyye’ye, Ebu Sütyan b. Harb’e, Haris b. Hişam’a haber saldığı gün, Hz. Ömer, kendi kendine:
“Allah onlara hakim olma fırsatını bize vermiş bulunuyor. Onların yapmış oldukları kötülükleri anlatayım, başlarına kakayım!” demişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam onlara söylediklerini söyleyince, Hz. Ömer
“Benden istemeyerek sâdır olan sözden pişmanlık duydum ve Resûlullah Aleyhisselamdan utandım!” demiştir.[936]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Birinci Fetih Hutbesi
Peygamberimiz Aleyhisselam, yine Fethin ikinci günü,[937] öğle namazından sonra,[938] Kabe’nin merdiveninde,[939] arkası Kabe’ye dayalı olarak[940] Allah’a hamd ü senada bulunduktan sonra,[941] halka şöyle hitab etti:
“Ey insanlar! Şüphe yok ki, Allah, göklerle yeri, güneş ile ayı yarattığı gün, Mekke’yi de haram ve dokunulmaz kılınıştır![942]
Burası, Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı bir bölgedir.[943]
Kıyamet gününe kadar da, haram ve dokunulmaz olarak kalacaktır![944]
Mekke’yi haram ve dokunulmaz kılan, Allah’tır.
Onu insanlar Harem ki İmamı şiardır.[945]
Mekke’nin ganimetlerinden hiçbir şey bize helâl olmamıştır.[946]
Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kimse için, Mekke Hareminde kan dökmek, ağaç kesmek helâl olmaz![947]
Mekke’de kan dökmek benden önce hiçbir kimse için helâl olmadığı gibi, benden sonra da, hiçbir kimse için helâl olmayacaktır.
Bana da, ancak, gündüzün belli bir saatinde helâl kılınmıştır.[948] Ki, bu da, Mekkelilerin ilahî gazabı haketmiş olmalarından ileri gelmiştir.[949]
Şüphe yok ki, Fil’i Mekke’ye girmekten alıkoyan, tutan, Allahtır.
Mekkeliler üzerine, Resûlullah ile mü’minler de, ancak bir kez salınmışlardır. İyi bilin ki; şu saatte Mekke benim için bile haramdır![950]
Mekke’nin bugünkü haramlığı, dünkü haramlığı haline dönmüştür![951]
Bu söylediklerimi, burada bulunanlar, burada bulunmayanlara ulaştırsın!
Şayet size biri çıkıp:
‘Resûlullah burada çarpışma yapmıştı!’ diyerek ruhsat yoluna kaçacak olursa, ona:
‘Yüce Allah yalnız Resûlüne helâl kılmış, izin vermişti. Size helâl kılmamış, izin vermemiştir!’ deyiniz![952]
Mekke’nin av hayvanları ürkütülmez, kaçın İm az!
Mekke’nin dikeni bile kesilmez!
Mekke’nin ağacına balta vurulmaz!
Yerdeki yitiği, uzanılıp alınmaz! Meğerki, sahibini aramak için ola.
Mekke’nin yeşil otları biçilmez!”[953] buyurdu.
Hz. Abbas:
“Yâ Rasûlallah! İzhırdan başka!’ buyur! Onu yasak dışında tut! Çünkü, o, evlerimiz ve kabirlerimiz için gereklidir” dedi.[954]
Peygamberimiz Aleyhisselam, kısa bir müddet sustuktan sonra:[955]
“İzhırdan başka![956] Çünkü, onu biçmek helâldir.[957]
Ey Huzâa cemaati! Siz de artık adam öldürmekten ellerinizi çekiniz! Ne yararı varsa, pek çok adam öldürülmüştür!
Üstelik, Hüzeyllerin adamını da siz öldürdünüz!
Vallahi, onun diyetini (siz ödemezseniz), ben ödeyeceğim![958]
Şu bulunduğum yerdeki andan sonra, kim öldürülürse, öldürülenin ailesi için, iki şeyden birini seçmek vardır
Ya öldürenin kısas olarak öldürülmesini,
Ya da öldürülenin diyetini (kan bedelini) ister![959]
Hiç şüphesiz, insanların Allah’a karşı en saygısızı, en taşkını, Allah’ın Hareminde adam öldüren, yahut kendi katilinden başkasını öldüren, ya da Cahiliye çağındaki öcünü almak için adam öldürendir!” buyurdu.
O sırada, adamın birisi ayağa kalktı ve:
“Filan, benim oğlumdur. Onun anası ile yatıp kalkmıştım!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, hitabesine şöyle devam etti:
“İslâmiyette insanın babasından veya baba tarafından akrabasından başkasına intisap etmesi diye birşey yoktur!
Cahiliye çağının kötü işleri silinip gitmiştir![960]
Doğan çocuk, döşeğin sahibine aittir!
Zânîye, esleb vardır!” buyurdu.[961]
“Esleb nedir?” diye sorulunca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Mahrumluk demektir” buyurdu[962] ve hitabesine şöyle devam etti:
“İddiasını isbatlamak için delil getirmek davacıya, yemin de inkâr edene düşer.[963]
Ey insanlar! Cahiliye çağında birtakım antlaşmalar yapılırdı. Cahiliye çağında yapılmış olan antlaşmalara riayet ediniz![964]
İslâmiyet ona kuvvetten başka birşey eklemez.[965]
İslâmiyette ne Cahiliye antlaşması vardır, ne de fetihten sonra hicret![966]
Fakat, cihad ve cihada niyet vardır.
Seferber edilmek istendiğiniz vakit, hemen seferber olunuz![967]
İslâmiyette Cahiliye çağı antlaşması ihdas etmeyiniz![968]
Müslüman Müslümanın kardeşidir. Bütün Müslümanlar kardeştirler.[969]
Müslümanlar, kendilerinden olmayanlara (düşmanlara) karşı bir eldirler; elbirliğiyle, topluca hareket ederler.
Müslümanların kanları birbirine eşittir.
Zimmetlerini, onların en hafifleri, en uzaktakileri bile yerine getirmeye gayret ederler.[970]
İyi biliniz ki; ne bir kâfir için bir mü’min ve Müslüman öldürülür, ne de onlardan taahhüt sahibi olanların taahhütlerinden dolayı, harbî olan kâfirler için öldürülürler.[971]
Kâfirin diyeti, Müslüman diyetinin yarısıdır.
İyi biliniz ki; İslâmiyette değiş-tokuş yolu ile evlenme yoktur![972]
Kadın ne halasının, ne de teyzesinin üzerine nikahlanıp biraraya getirilebilir.[973]
Kocasının izni olmadıkça onun malından birşey vermesi, kadın için helâl, caiz değildir.[974]
Kadın, yanında bir mahremi bulunmadıkça, üç günlük yola gidemez.[975]
İyi bilesiniz ki; vâris için, vasiyyete gerek yoktur![976]
Ayrı din sahipleri, birbirlerine vâris olamazlar.[977]
Parmakların her birisinde diyet, onar onar devedir.
Kemiği görünen derin yaralardan her birisinde diyet, beşer beşer devedir.
Sabah namazından sonra, güneş doğuncaya kadar, namaz yoktur.[978]
Zekat ve sadakaları teslim almak için, hayvanları bir yerden başka bir yere sürdürüp götürtm ek yoktur.
Zekat ve sadakalar, ancak, mal sahiplerinin yurtlarında teslim alınacaktır.[979]
Sizi iki günün orucundan nehyederim: Biri Kurban Bayramı günü, diğeri de Ramazan Bayramı günü orucudur.
Sizi iki biçim giyimden de men ederim: Hiçbiriniz, ne ud, edeb yerleri açıkta kalacak biçimde sırt ve baldırlarını sarık ve benzeri bir bez parçasıyla sarsın, sarınsın! Ne de, iki yanı kaldırılıp omuzlara atılınca ud, edeb yerleri açılacak biçimde bir atkıya hürünsün!
Ben size ancak anlayacağınız, tutacağınız yolu gösterdim!” buyurdu.[980]
Yemen halkından Ebu Şah adında bir zât kalkıp:
“Yâ Rasûlallah! Bunları, benim için, yazınız!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına:
“Onun için, yazınız!” buyurdu.[981]
“Ebu Şah için yazdıkları nelerdi?” diye sorulunca, Evzâî:
“Onun için, dinlemiş olduğu hutbe yazıldı” demiştir.[982]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hicâbe ve Sikâye Hızmetlerini Eski Görevlilerine Vermesi
Peygamberimiz Aleyhisselam, hutbesini bitirdikten sonra, Mescici-i Haram’ın bir köşesine varıp oturdu. Kabe’nin anahtarını elinde tutuyordu.[983]
Hicâbe (Kabe’nin kayyımlığı) hizmetini Osman b. Talha’dan, sikâye (hacılara su dağıtıcılığı) hizmetini de Hz. Abbas’tan geri almış bulunuyordu.[984]
Hz. Abbas, Peygamberimiz Aleyhisselama elini uzatarak:
“Yâ Rasûlallah! Babam, anam sana feda olsun!
Hicâbe ile sikâye vazifelerini bizim üzerimizde birleştir!” dedi.[985]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ben size halkın Beytullah’a göndereceği örtü gibi şeylerden geçiminizi sağlayacağınız şeyi değil, hacıların su ihtiyaçlarını karşılamak üzere servetinizden harcayarak bu yüzden hayra ereceğiniz zahmetli şeyi veriyorum!” buyurdu[986] ve sikâye vazifesini Hz. Abbas’a yeniden verdi.
Hz. Abbas’ın Taifte üzüm bağı vardı.
Gerek İslâmiyetten önce, gerek sonra, oradan kuru üzüm taşır, sunulacak Zemzemlerin içine ondan atılarak, hacılara ikram edilirdi.
Hz. Abbas’tan sonra, İbn Abbas da, onun oğlu da, ondan sonrakilerde, hep böyle yaparlardı.[987]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Osman nerede?” diye sordu.[988] “Bana Osman’ı çağırınız!” buyurdu.[989]
Hz. Osman (b. Affan), ayağa kalktı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bana Osman’ı çağırınız!” buyurarak emrini tekrarladı.
Bunun üzerine, Osman b. Talha ayağa kalktı.[990]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Şüphe yok ki, Allah, emanetleri ehil olanlara vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder” (Nisa: 58) mealli âyeti okuyarak:[991]
“Ey Ebu Talha oğulları! Yüce Allah’ın emanetini, sizde temelli kalmak ve dürüst hareket etmek üzere alınız!
Onu, zalim olmadıkça, hiç kimse elinizden alamaz![992]
Ey Osman! Yüce Allah size Beytini (Kabe’sini) emanet ediyor!
Yüce Allah’ın emânetini alınız![993] Ey Osman! İşte, anahtarını al!
Bu gün, iyilik ve ahde vefa günüdür!” buyurdu.[994]
Osman b. Talha anahtarı alıp gittiği sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam arkasından ona seslendi.
Osman b. Talha dönüp gelince:
“Sana vaktiyle söylemiş olduğum şey vuku bulmadı mı?” diye sordu.[995]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hicretten önce, Mekke’de bulunduğu sırada Osman b. Talha’yı İslâmiyete davet etmişti.
O zaman, Osman b. Talha:
“Yâ Muhammedi Sen kavminin dinine aykırı davranmış ve ortaya yeni bir din çıkarmış bulunuyorsun! Doğrusu, benim sana tâbi olacağımı umman, şaşılacak şeydir!” demiş; Peygamberimiz Aleyhisselam bir gün de halk ile birlikte Kabe’nin içine girmek isteyince, Kabe’nin kayyımı olan Osman b. Talha Peygamberimiz Aleyhisselama karşı çok kaba ve katı davranmış, Kabe’ye girmesine engel olmuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam onun bu uygunsuz davranışını sükûnetle karşılamış ve:
“Ey Osman![996] Umarım ki; bir gün sen beni bu anahtarı nereye istersem koyacağım, kime istersem vereceğim bir mevkide de göreceksin!” buyurmuştu.
Osman b. Talha:
“O zaman Kureyş mahvolmuş, kıymetten düşmüş olur!” demişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bilakis, asıl o zaman Kureyş yaşayacak ve kıymetlenecektir!” buyurmuştu.[997]
Osman b. Talha, vaktiyle kendisinin Peygamberimiz Aleyhisselama söylemiş olduğu sözünü ve Peygamberimiz Aleyhisselamın da kendisine söylemiş olduğu sözü hatırladı ve:
“Şehadet ederim ki; sen, hiç şüphesiz, Allah’ın Resûlüsün!” dedi.[998]
Ebu Ahmed’in Müşrikler Tarafından Gaspedilen Evleri Karşılığında Cennette Verilecek Köşke Razı Oluşu
Ebu Ahmed b. Cahş, Ebu Süfyan b. Harb’in damadı idi.[999]
Kadın erkek bütün Cahş ailesi Mekke’deki evlerini barklarını bırakıp Medine’ye hicret ettikleri zaman, Ebu Süfyan-onların antlaşmalıları olmasına rağmen-evlerine elkoymustu.[1000]
Ebu Süfyan, damadı Ebu Ahmed’in evini Amrb. Alkame’ye dört yüz dinara satmıştı.[1001]
Ebu Ahmed, bunu haber alınca, söylediği bir şiirle Ebu Süfyan’ı kınamıştı.[1002]
Peygamberimiz Aleyhisselam Fetih hutbesini irad edip bitirdiği zaman, Ebu Ahmed, Mescid-i Haram’ın kapısında, devesinin üzerinde:
“Allah aşkına ey Abdi Menaf oğulları! Sizinle olan andımıza riayet ediniz.
Allah aşkına ey Abdi Menaf oğulları! Evimi bana geri veriniz!” diyerek bağırmaya başladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, hemen, Hz. Osman’ı yanına çağırdı. Birşey söyleyip onu sevindirdi.
Hz. Osman da Ebu Ahmed’in yanına vardı, onu sevindirdi.
Ebu Ahmed devesinden indi, halk ile oturdu.
Kendisinin, Allah’a kavuşuncaya kadar, bu evden bahsettiği duyulmadı.[1003]
Ebu Ahmed’e:
“Sana Resûlullah Aleyhisselam ne söyledi?” diye sorduklarında:
‘Sabredersen, senin için hayırlı olur: Bu evine karşılık, sana Cennette bir köşk var!’ buyurdu.
Ben de:
‘Sabrederim!’ dedim” demiştir.[1004]
Ebu Ahmed’in ev halkı da:
“Resûlullah Aleyhisselam, Ebu Ahmed’e:
‘Evine karşılık, sana Cennette bir köşk var!’ buyurdu” demişlerdir.[1005]
Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatından sonra, Hz. Osman’a da:
“Fetih günü, Ebu Ahmed’in sözü üzerine Resûlullah Aleyhisselam sana ne söylemişti?” diye sorulmuştu.
Hz. Osman:
“Resûlullah Aleyhisselamın sağlığında ondan söz etmedim. Vefatından sonra söz eder miyim hiç?” demiştir.[1006]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Karşısında Titremeye Başlayan Adamı Teskin Edişi
Fetih günü, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına bir adam gelip konuşurken, kendisini birden bir titreme tutmuş, titremeye başlamıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Sakin ve ebsem ol![1007]
Ben bir hükümdar, bir kral değilim![1008]
Ben, ancak, güneşte kurutulmuş et parçaları yiyerek geçinmiş olan Kureyşîlerden bir kadının oğluyumdur” buyurdu.[1009]
Mekkelilerin Peygamberimiz Aleyhisselama İslâmiyet Üzerine Bey’atları
Peygamberimiz Aleyhisselam Mekkelileri İslâmiyet üzerine bey’at yapmaya davet etti.[1010]
Mekkeliler Peygamberimiz Aleyhisselama bey’at için toplanınca, Peygamberimiz Aleyhisselam Safa tepeciğinin üzerinde oturdu.
Hz. Ömer, Peygamberimiz Aleyhisselamın berisinde durdu ve halkın ellerini tutup, güçleri yettiği kadar Allah’ın ve Allah’ın Resûlünün buyruklarını dinleyecekleri ve itaat edecekleri hakkında, Peygamberimiz Aleyhisselama birer birer bey’atlarını aldı.[1011]
Peygamberimiz Aleyhisselamın bey’at almak üzere Mekke’nin yukarısındaki Sûku’l-Ganm’de,[1012] Kam-ı Müskala yanında oturduğu da rivayet edilir.[1013] Erkek kadın, büyük küçük bütün Mekkeliler, bey’at için geldiler.[1014] Allah’a iman, Allahtan başka hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed Aleyhisselamın Allah’ın kulu ve resûlü olduğuna şehadet etmek suretiyle, Peygamberimiz Aleyhisselama İslâmiyet üzerine bey’at ettiler.[1015]
Yüce Allah, hepsinden razı olsun!
Bey’at alınırken, Hz. Ömer, Peygamberimiz Aleyhisselamın buyruklarını bey’at edeceklere ulaştırmakta ve duyurmakta idi.[1016]
Bu bey’at, erkeklerin bey’atı idi.[1017]
Mücaşi’ b. Mes’ud derki:
“Mekke fethedildikten sonra, kardeşimle birlikle, Peygamber Aleyhisselamın yanına gittim ve:
‘Yâ Rasûlallah! Medine’ye hicret etmek üzere bey’at için kardeşimi sana getirdim!’ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Artık, hicretin hükmü-daha önce hicret edenlere ait olarak-geçti.[1018] Mekke’nin fethinden sonra, hicret yoktur!’ buyurdu.[1019]
Kendisine:
‘Öyleyse, hangi şey üzerine bey’atmı alacaksın?’ diye sordum.
‘İslâmiyet, iman ve cihad üzerine!’ buyurdu.”[1020]
Ebu Kuhâfe’nin Peygamberimiz Aleyhisselama Getirilip Bey’at Ettirilişi
Hz. Ebu Bekir, babası Ebu Kuhâfe’nin elinden tutup yedenek Mescid-i Haram’a getirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu görünce:
“Şeyhi evinde bıraksaydın, buraya kadar emendirmeseydin de, kendisinin yanına ben varsaydım olmaz mıydı?” buyurdu.
Hz. Ebu Bekir:
“Yâ Rasûlallah! Senin ona kadar yürümenden, onun sana kadaryürüyüp gelmesi, daha lâyık, daha uygundur!” dedi.
Ebu Kuhâfe gelince, Peygamberimiz Aleyhisselam, önüne oturtup onun göğsünü sığadı.[1021]
Sonra da, ona:
“Ey Ebu Kuhâfe! Müslüman ol, selamete er!” buyurdu.
Ebu Kuhâfe hemen Müslüman oldu, şehadet getirdi.[1022]
Allah ondan razı olsun![1023]
Hz. Ebu Bekir’in Bacısına Alınan Gerdanlığı Hakkındaki Tavsiyesi
Bir süvari, Mekke’ye girince, Hz. Ebu Bekir’in bacısının boğazındaki gerdanlığı almıştı.
Hz. Ebu Bekir, bacısının elinden tutup:[1024]
“Allah ve İslâmiyet aşkına! Bacımın gerdanlığını geri veriniz!” diyerek orada seslendi.
Hiç kimseden ses çıkmayınca da, bacısına:
“Ey bacıcığım! Gerdanlığının karşılığını Allah’tan dile![1025]
Vallahi, bugün insanlarda emanet duygusu pek azdır!” dedi.[1026]
Ebu Leheb’in Oğulları Utbe ve Muattib’in Getirtilip Bey’at Ettirilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, amcası Hz. Abbas’a:
“Kardeşin Ebu Leheb’in iki oğlu Utbe ve Muattib nerede kaldılar? Onlan göremedim!?” diye sordu.
Hz. Abbas:
“Herhalde, Kureyş müşriklerinden uzaklara çekip gidenlerle birlikte onlarda gidip uzaklaşmışlardır!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onları bulup bana getir!” buyurdu.
Hz. Abbas, hayvanına binip onlan getirmeye gitti ve getirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam onları Müslümanlığa davet edince, onlar Müslüman oldular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların Müslüman olmalarına çok sevindi. Ellerinden tutup onları Mültezem’e götürdü. Onlar için Allah’a dua ettikten sonra döndü.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzünde sevinç görünüyordu.
Hz. Abbas:
“Yâ Rasûlallah! Allah seni sevindirsin! Yüzünde sevinç görüyorum?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet! Amcamın şu oğullarını benim için bağışlamasını Rabbimden diledim. O da bağışladı!” buyurdu.[1027]
Mekkeli Kadınların Peygamberimiz Aleyhisselama Bey’at Ettirilişi
Kureyş erkeklerinin bey’atları bitince, Kureyş kadınları takım takım gelip Peygamberimiz Aleyhisselama bey’at ettiler.[1028]
Ümmü Hani binti Ebu Talib, Ümmü Habib binti Âs b. Ümeyye, Ervâ binti Ebi’l-lys (Âs), Âtike binti Ebi’l-lys ile, Affan b. Ebi’l-lys’ın kızı, gelip ilk bey’at eden kadınlar arasındaydı.[1029]
Ebu Süfyan b. Harb’in kansı Hind binti Utbe, İkrime b. Ebu Cehil’in kansı Ümmü Hakîm binti Haris b. Hişam, Safvan b. Ümeyye’nin karısı Begüm binti Muazzel, Fâhite binti Velid b. Mugîre, Hind Reyta binti Münebbih b. Haccac ve daha bazı Kureyş kadınları da, toplanarak, on kişilik birtakım halinde bey’at için Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında, zevcesi ile, kızı Hz. Fâtıma ve Abdulmuttalib oğulları kadınlarından bazıları da bulunuyordu.[1030]
Hz. Ömer; erkeklerin bey’atlarında olduğu gibi, Peygamberimiz Aleyhisselamın buyruklarını kadınlara tebliğ edip ulaştırarak, onların da bey’atlarını aldı.[1031]
Ebu Süfyan b. Harb’in karısı Hind binti Utbe’nin de dediği gibi, bey’at sırasında Peygamberimiz Aleyhisselam Safa tepeciği üzerinde, Hz. Ömer de Peygamberimiz Aleyhisselamın berisinde bulunuyor, bey’at için buyurduklarını kadınlara ulaştırıyor, duyuruyordu.[1032]
Hind ve Kızkardeşinin Peygamberimiz Aleyhisselamla Konuşmaları
Hind binti Utbe, kocası Ebu Süfyan’a:
“Ben gidip Muhammed’e bey’at etmek istiyorum!” deyince, Ebu Süfyan:
“Ben senin dün bu sözünü yalanlar davranışta bulunduğunu görmüştüm!?” dedi.
Hind:
“Vallahi, şu Mescidde, bu geceden öncesine kadar, (Müslümanların yaptıkları gibi) Allah’a hakkıyla ibadet yapıldığını görmedim! Vallahi, onlar geceyi namaz kılarak geçiriyorlar!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Sen yapacağın şeyi muhakkak yaparsın! Kavminden bir adamı yanına al da, bey’at etmeye onunla birlikte git!” dedi.[1033]
Hind, tanınmamak için peçelenmiş,[1034] kılık kıyafet değiştirmişti.[1035] Tanınacağından, tanınırsa öldürüleceğinden korkuyor, Peygamberimiz Aleyhisselamdan uzakça duruyor,[1036] kendisini tanıtma-maya çalışıyordu.[1037]
Hind, kanının dökülmesi mubah sayılanlar arasında idi.[1038]
Hind:
“Yâ Rasûlallah! El tutuşup sana bey’at edelim mi?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ben kadınlarla el tutuşmam!
Benim yüz kadına birden hitab etmem, her kadına ayrı ayrı hitab etmem gibidir” buyurdu.[1039]
Peygamberimiz Aleyhisselam kadınlarla ancak sözle bey’at yapardı. [1040]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer’e:
“Söyle onlara: ‘Allah’a hiçbir şeyi eş, ortak tutmamak üzere Resûlullaha bey’at edecekler!'” buyurdu.
Hind’in yanındaki Kureyş kadınları sustular, konuşmaktan kaçındılar.
Hind:
“Vallahi, biz, kadın erkek bizler, putlara tapıp duruyorduk.
Senin erkeklerden almadığını gördüğümüz bir taahhüdü sen bizden alıyorsun![1041]
Erkeklerden istemediğin bir taahhüdü kadınlardan ne diye istiyorsun? [1042]
Her ne ise, biz, söylememizi istediğin şeyi de söyleyeceğiz![1043]
Ben iyice anlamışımdır ki; Allah ile birlikte başka mabudlar da olsaydı, başımıza gelenlerden bizi korurlardı!” dedi.[1044]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hind’e baktı ve Hz. Ömer’e:
“Söyle onlara: Hırsızlık da etmeyecekler!” buyurdu[1045]
Hind:
‘Yâ Rasûlallah! (Kocam) Ebu Süfyan, pinti ve cimri bir adamdır![1046]
Vallahi, ben, onun haberi olmadan, malından birşeyler çalıyordum!
Bu, benim için, helâl midir, değil midir; bilmiyorum.[1047]
Ebu Süfyan ne bana, ne de oğluma yeteri kadar birşey vermiyor!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onun malından, kendine ve oğluna yetecek kadar birşey alabilirsin!” buyurdu.[1048]
Ebu Süfyan:
“Senin geçmişteki çaldığın, geçti gitti. Gelecekte çalacağın da, sana helâl olsun!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam gülümsedi,[1049] Hind’i yanına çağırdı [1050] ve:
“Demek, sen Hind binti Utbe’sin hâ?!” buyurdu.
Hind:
“Evet![1051] Allah’a şükürler olsun ki; kendisi için seçip beğendiği dinini üstün kılmıştır.
Ey Muhammed! Muhakkak ki, bana rahmetin dokunacaktır! Ben şimdi Allah’a inanmış bir kadınım!” dedi ve yüzünden peçesini açtı.
“Ben Hind binti Utbe’yim![1052]
Allah geçmişleri bağışlar.[1053] Sen de benim geçmişlerimi bağışla ki, Allah da seni bağışlasın!” dedi.[1054]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hind’e:
“Hoşgeldin!” buyurdu.
Hind:
“Vallahi yâ Rasûlallah! Dün, yeryüzünde senin çadırındakiler kadar zillete ve hakarete uğramasını özlediğim bir çadır halkı yoktu!
Bugün, sabaha çıkınca, senin çadırındakiler kadar izzet ve şerefe ermesini özlediğim bir çadır halkı yoktur!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bu hal sende daha da çoğalsa gerektir!” buyurdu.[1055]
Fâtıma binti Utbe de:
“Senin çadırın ve içindekiler kadar kin duyduğum ve Allah’ın yağmalatmasını arzuladığım bir çadır yoktu! Fakat, şimdi bana senin çadırın ve içindekiler kadar sevdiğim ve Allah’ın mamur ve mübarek kılmasını özlediğim bir çadır yoktur!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Öyledir! Vallahi, ben kendisine çocuklarından, ana ve babalarından daha sevgili olmadıkça, hiçbiriniz, gerçekten iman etmiş olmazsınız!” buyurdu.[1056]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer’e döndü ve:
“Söyle onlara: Zina etmeyecekler!” buyurdu.
Hind:
“Yâ Rasûlallah! Hür kadın zina eder mi hiç?!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hayır! Vallahi, hür bir kadın zina edemez!” buyurduktan sonra, Hz. Ömer’e:
“Söyle onlara: Çocuklarını da öldürmeyecekler!” buyurdu.[1057]
Hind:
“Vallahi, küçük iken, onları biz büyüttük, yetiştirdik. Büyük iken, onları siz öldürdünüz [1058]
Sen bize Bedir günü öldürmedik çocuk bıraktın mı ki[1059] onları öldürelim?![1060]
Her ne ise, bu, sizin ve onların bileceği bir iş!” dedi.[1061]
Hz. Ömer, Hind’in:
“Sen bize Bedir günü öldürmedik çocuk bıraktın mı ki?” sözüne o kadar güldü ki, az kalsın arkasına devrilecekti!
Peygamberimiz Aleyhisselam ise, sadece gülümsedi.[1062]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer’e:
“Söyle onlara: Elleriyle ayakları arasından bir iftira düzüp getirmeyecekler!” buyurdu.
Hind:
“Vallahi, iftira çok kötü birşeydir.
Bize ancak doğru yol ve ahlâkî faziletler emrolunuyor! dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer’e:
“Söyle onlara: Allah’a tâat ve kulluk sayılan işlerde Resûlullaha muhalefet ve itaatsizlik etmeyeceklerdir!” buyurdu.
Hind:
“Vallahi, şu meclisimizde, hakkımızdaki herhangi birşeyde sana itaatsizlik ve muhalefet edelim diye oturmadık![1063]
Babam, anam sana feda olsun! Sen bizi ne kadar şerefli, ne kadar güzel şeylere davet ettin!” dedi.[1064]
Peygamberimiz Aleyhisselam onlara Kur’ân-ı Kerîm okudu.[1065]
Hind’in Peygamberimiz Aleyhisselama Oğlak Kebabı Hediye Edişi ve Koyunlarının ve
Kuzulayıcılarının Bereketlenişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ebtah’ta bulunduğu sırada, Hind binti Utbe, kestirdiği iki körpe oğlağını ateş veya güneşte iyice ısıtılmış taş üzerinde kebap yaparak Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdi.
Hizmetçi kadın Peygamberimiz Aleyhisselamın çadırına vardı, selam verdi. İçeri girmek için izin istedi. İzin verilince, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına girdi.
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında, zevcesi Hz. Üımımü Seleme ile Hz. Meymûne ve Abdulmuttalib oğulları kadınlarından da bazıları bulunuyordu.
Hind’in azadlısı kadın:
“Hanımım bu hediyeyi sana gönderdi. Kendisi ‘Bugünlerde, bu yıllarda, koyunlarımız çok az kuzu-luyor1 diyor ve kebabı kuzudan yapamadığı için özür diliyor” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Allah sizin koyunlarınızı bereketlendirsin ve kuzulayıcılarını çoğaltsın!” diyerek dua etti.
Hizmetçi kadın Hind’in yanına dönüp Peygamberimiz Aleyhisselamın duasını haber verince, Hind buna çok sevindi.
Hizmetçi kadın:
“Koyunlarımızın ve kuzulayıcılarımızın öylesine çoğaldıklarını gördük ki, ne bundan önce, ne de yakın zamanlarda böylesini hiç görmemiştik!” derdi.
Hind de:
“Bu, Resûlullah Aleyhisselamın duası bereketi yüzündendir!
Hamd olsun o Allah’a ki, bizi İslâmiyete hidayet etti.
Bir gece rüyamda kendimi güneşin altında devamlı olarak ayakta duruyor, yakınımda bulunan gölgeye gitmeye bir türlü güç yetiremiyor bir halde görmüştüm!
Resûlullah Aleyhisselam bize yaklaşınca, sanki gölgeye girivermiştim!” derdi.[1066]
Hind, Müslüman olunca, evindeki putu keserle vurup parça parça etmiş ve:
“Biz senden dolayı ne kadar gurur, aldanış içinde idik!” demiştir.[1067]
Mekke Evlerindeki Putların Kırılışı ve Bazı Şeylerin Yasaklanışı
Mekke’de, umumî putlardan başka, her ailenin kendi evinde taptığı özel bir putu da vardı.
Bir kimse, yola çıkmak istediği ve hayvanına bineceği zaman, puta el yüz sürer; bu, onun yola çıkmadan önce yapacağı iş olurdu.
Yoldan döndüğü zaman da, yine, puta el yüz sürer; bu, onun döndükten sonra, daha ailesini görmeden yaptığı ilk iş olurdu.
Yüce Allah, Muhammed Aleyhisselamı tevhid akidesiyle peygamber olarak gönderdiği zaman, Kureyşliler
“Bütün ilahları bir tek ilah mı yapıyor?! Doğrusu, bu, şaşılacak şey!” demişlerdi.[1068]
Cübeyr b. Mut’im der ki:
“Mekke’nin fethedildiği günlerde, Resûlullah Aleyhisselamın münâdîsi (seslenicisi):
‘Allah’a iman eden kişi, evinde kırmadık, yakmadık put bırakmasın! Putların parası da haramdır!’ diyerek seslendi.
Bundan önce, Mekke’de, onlara tapıldığını, çöl Araplarının onları satın alıp çadırlarına götürdüklerini görürdüm.
Kureyşîlerden, evlerinde bir putu bulunmayan, evlerine girerken, evlerinden çıkarken ona teber-rüken el sürmeyen kimse yoktu.
Mekke’de nida edildikten sonra, yeni Müslümanlar evlerindeki putları kırdılar.”[1069]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke’de içkileri de döktürdü. İçki küplerini kırdırdı.
İçki ve put alım satımını,[1070] içki ve put, domuz, ölmüş hayvan eti bedelini yemeyi, kâhinlere ücret vermeyi… de yasakladı.[1071]
Mekkeli Çocuklar İçin Peygamberimiz Aleyhisselama Dua Ettirilişi
Velid b. Ukbe der ki:
“Resûlullah Aleyhisselam Mekke’yi fethettiği zaman, Mekkeliler çocuklarını Resûlullaha götürüyor, Resûlullah Aleyhisselam da onların başlarını sıvazlıyor, okşuyor, kendilerine dua ediyordu.
Beni de Resûlullaha götürdüler.
Başıma bol zaferanla diğer kokulardan yapılan ağır bir koku sürülmüştü.
Resûlullah Aleyhisselam benim başımı sığamadı. Kendisini bundan alıkoyan, ancak, anamın beni bu ağır koku ile kokulamış olması idi. Resûlullah Aleyhisselam, sırf bunun için, benim başımı sığamadı.”[1072]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Süheyl b. Amr’a Eman Verişi
Mekkelileri Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya ayaklandınp Handeme’de Halid b. Velid’e karşı koyan üç Kureyşliden birisi Süheyl b. Amr idi.[1073]
Kendisi; yaptıklan muahede hükmünü çiğneyerek yüzlerini örtüp Benî Bekrierle birlikte Huzâalan uyurken kılıçtan geçiren Kureyşliler arasında idi.[1074]
Süheyl b. Amr der ki:
“Resûlullah Aleyhisselam Mekke’ye girip hakim olduğu zaman, kendimi evime attım, kapımı üzerime kapattım!
Benim için Muhammed’den eman istesin diye, oğluma haber saldım. Öldürülmeyeceğimden emin değildim: Muhammed’le ashabına karşı olan tutum ve davranışlarımı hatırladım. Onlar katındaki durumumu düşündüm.
Benden daha kötü davranışlı bir kimse yoktu:
Resûlullah Aleyhisselamla hiç kimse karşılaşmazken, Hudeybiye günü ben karşılaşmış, muahede-nameyi de zorlayıp istediğim biçimde yazdırmıştım.
Bedir ve Uhud savaşlarına ve Kureyşlilerin ona karşı olan her hareketine katılmıştım!…”
Abdullah b. Süheyl, babası için, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve:
“Yâ Rasûlallan! Ona eman verecek misin?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet! Ona Allah’ın emanı ile eman verilmiştir! Evinden dışarı çıksın!” buyurduktan sonra, çevresinde bulunanlara:
“Kim Süheyl b. Amr’a rastlarsa, ona dokunmasın! Ona sert bakışla da bakmasın ki, o dışarı çıkabilsin!
Andolsun ki; Süheyl, aklı ve şerefi olan bir adamdır.
Süheyl gibi kişiler, İslâmiyeti tanımaz ve takdir etmez olamazlar.
O, şimdiye kadar üzerinde durduğu şeylerin kendisi için hiç de yararlı olmadığını görmüş ve anlamış bulunuyordur!” buyurdu.
Abdullah b. Süheyl, babasının yanına gidip, Peygamberimiz Aleyhisselamın söylediklerini ona haber verdi.
Süheyl b. Amr:
“Vallahi, o küçükken de, büyükken de, iyi, dürüst ve yararlı idi” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gidip gelmeye başladı.
Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte, Huneyn gazasına gitti ve Ci’râne’ye gelince Müslüman oldu.[1075]
Allah ondan razı olsun![1076]
Huvaytıb b. Abduluzzâ’nın Müslüman Oluşu
Huvaytıb b. Abduluzzâ, Hudeybiye muahede ve musalahası yazısına şahit olduğu ve imzasını koyduğu halde, bu muahede hükmünü çiğneyerek yüzünü kapatıp Benî Sekilerle birlikte Huzâalan uyurken kılıçtan geçiren Kureyşliler arasında idi.[1077]
Huvaytıb b. Abduluzzâ der ki:
“…Fetih yılı, Resûlullah Aleyhisselam Mekke’ye girince, son derecede korktum. Hemen evimden dışarı çıktım.
Ev halkımı, içinde emniyette olabilecekleri yerlere dağıttım.
Kendim de, Avf’ın bahçesine kadar gittim.
Bahçeye girdiğim zaman, orada Ebu Zerri’l-Gıfârî ile karşılaştım.
Kendisiyle aramızda dostluk vardı. Dostluk ise, tabiî ki, temelli olarak birbirlerini korumayı gerektirir.
Onu görür görmez, kaçtım.
Bana:
‘Ebu Muhammedi1 diyerek seslendi.
‘Buyur!’ dedim.
Bana:
‘Senin neyin var? Sen ne için kaçıyorsun?’ diye sordu.
Ona:
‘Korkum var!’ dedim.
Bana:
‘Senin için korku yok! Yüce Allah’ın emanıyla, sana eman verilmiştir! [1078] Gel!’ dedi.[1079]
Hemen, dönüp yanına vardım, selam verdim.[1080]
‘Sana eman verilmiştir. İstersen seni Resûlullah Aleyhisselamın huzuruna çıkarayım, istersen1[1081] evine kadar git!1 dedi.
Kendisine:
‘Benim için, evime kadar gitmeye imkân var mı ki? Vallahi, evime sağ olarak kavuşacağımı sanmıyorum! Ya yolda yakalanır, öldürülürüm, ya da evimde iken yanıma girilir, öldürülürüm [1082] Ev halkım da, dağınık yeri erdedir’ dedim.
Bana:
‘Haydi, sen ev halkını bir yerde tnpla![1083]
Seni evine ulaştırıncaya kadar, seninle birlikte geleceğim!’ dedi ve benimle birlikte geldi.
Gelirken de:
‘Huvaytıb’a eman verilmiştir! Ona saldırılmayacak, dokunulmayacaktır!’ diyerek sesleniyordu.
Ebu Zer, beni evime ulaştırdıktan sonra, dönüp Resûlullah Aleyhisselama gitti. Durumu kendisine arzetti.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Mekkelilerden, öldürülmelerini emrettiğim kimseler dışındaki herkese eman vermiş değil miydik?!’ buyurdu.[1084]
Bunun üzerine, öldürülmeyeceğime iyice kanaat getirdim.
Ev halkımı da evlerine geri çevirdim.
Ebu Zer yanıma tekrar geldi ve bana:
‘Ebu Muhammedi Sen her yerde geçip gittin! Daha ne zamana kadar ve nereye kadar geçip gideceksin?!
Sen hayırlardan birçoğunu kaçırdın! Geride kalan daha birçok hayır var!
Hemen Resûlullah Aleyhisselama git, Müslüman ol, selamete er!
Resûlullah Aleyhisselam insanların en iyisi, insanların akrabalık haklarını en çok gözeteni, insanların en hayırlısı, en ağırbaşlısı, en uslusu, en yumuşak huylusudur.
Onun şerefi, senin de şerefindir. Onun güçlülüğü, üstünlüğü, senin de güçlülüğün, üstünlüğündür!’ dedi.
Ebu Zer’e:
‘Öyleyse, ben seninle birlikte çıkar, ona giderim’ dedim.
Hemen, onunla birlikte yola çıkıp Ebtah’ta bulunan Resûlullahın yanına vardım.
Ebu Bekir ve Ömer de, onun yanında bulunuyordu.
Resûlullah Aleyhisselamın başucunda durdum.
Ebu Zer’e:
‘Ona selam verileceği zaman ne söylenir?’ diye sordum.
Ebu Zer:
‘Esselâmu aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtüh=Allah’ın selamı, rahmet ve bereketleri üzerine olsun ey peygamber, de!’ dedi.
Resûlullaha böyle söyleyerek selam verdim.
Resûlullah da:
‘Ve aleykesselâm Huvaytıb!=Senin üzerine de olsun Huvaytıb!’ buyurdu.
Hemen:
‘Eşhedü en lâ ilahe illallah ve enneke Resûlullah=Şehadet ederim ki; Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur! Hiç şüphesiz, sen de Allah’ın Resûlüsün!’ dedim.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam:
‘Hamd olsun o Allah’a ki, seni hidayete, doğru yola erdirdi!1 buyurdu ve Müslüman olmama sevindi. “[1085]
Allah ondan razı olsun![1086]
İkrime b. Ebu Cehil’e Eman Verilişi ve Kendisinin Müslüman Oluşu
İkrime b. Ebu Cehil’in zevcesi Ümmü Hakîım binti Haris, akıllı bir kadındı. [1087]
Mekkefethedildiği zaman, içlerinde Hind binti Utbe’nin de bulunduğu, Kureyş kadınlarından on kişilik bir topluluk halinde gelip Peygamberimiz Aleyhisselama bey’at ederek Müslüman olduktan sonra:
“Yâ Rasûlallah! İkrime senden korkarak kaçtı. Kendisini senin öldüreceğinden korkuyor. Ona eman versen?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ona eman verilmiştir!” buyurdu.[1088]
Ümmü Hakîm Hatun, kocası için Peygamberimiz Aleyhisselamdan eman alınca, onu aramaya gidip getirmek için de izin istedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam izin verdi.[1089]
Ümmü Hakim, Rumî uşağını yanına alarak yola çıktı.
Yolda uşağı ona sarkıntılığa yeltendi.
Ümmü Hakîm, Âkke halkından bir cemaatin yanına varıncaya kadar onu oyaladı. Orada, uşağına karşı onlardan yardım istedi. Onlar da uşağı iple sımsıkı bağladılar.
Ümmü Hakîm, İkrimeye, Tihâme sahillerinden bir sahilde, gemiye bindiği bir sırada yetişti.[1090]
İkrime der ki:
“Gemiye binip Habeşe’ye kavuşmak istiyordum. Binmek için, geminin yanına vardım.
Gemici, bana:
‘Ey Allah’ın kulu! Allah’a şerik koşulan şeyleri bırakıp Allah’ı bir tanımadıkça gemime binme! Bunu yapmazsan, geminin içinde helak olacağımızdan korkarım!’ dedi.
Kendisine:
‘Allah’a şerik koşulan şeyleri bırakıp Allah’ı bir tanımayan hiç kimse gemiye binemez mi?’ diye sordum.
Gemici:
‘Evet! Allah’a karşı ihlaslı olmadıkça, hiç kimse gemiye binemez!’ dedi.”[1091]
İkrime gemide oturduğu yerden seslice Lâtve Uzzâ adını anınca, gemici:
“Şurada hiç kimsenin Allahtan başka hiçbir şeye dua etmesi caiz ve doğru olamaz![1092]
Allah’a karşı ihlaslı ol! Başkasını araya karıştırma!” dedi.
İkrime:
“Peki! Ne diyeyim?” diye sordu.
Gemici:
“‘Allah’tan başka ilah yoktur!’ de![1093]
Çünkü, burada Allah’tan başkası yarar vermez!” dedi.
İkrime:
“Galiba, bu, Muhammed’in bizi imana davet ettiği İlah olsa gerekli [1094]
Halbuki, ben bu yüzden kaçmıştım! [1095]
Muhammed’in getirip kabul etmeye bizi davet ettiği ve üzerinde anlasam ayarak kendisinden ayrıldığım şey de budur!
Vallahi, o denizde İlahımız ise, muhakkak, karada da İlahımızdır![1096]
Vallahi, o denizde bir olursa, her halde, karada da birdir!” dedi.[1097]
O sırada, çıkan fırtına gemiyi altüst ediyordu!
Gemici, gemi halkına:
“İlahınıza ihlaslı olunuz: O’ndan başka hiçbir şey, felâketi başımızdan savamaz!” dedi.[1098]
İkrime, gemi halkının Allah’a dua ve birliğini ikrar ettiklerini görünce, onlara:
“Bunu ne için yapıyorsunuz?” diye sordu.
“Burada Allah’tan başkası yarar vermez!” dediler.[1099]
İkrime:
“Denizde Allah’a ihlaslı olmadıkça beni hiçbir şey kurta ram azsa, karada da ondan başkası kurtaramaz!
Ey Allah’ım! Boynumun borcu olsun: Eğer sen beni içinde bulunduğum tehlikeden kurtarırsan, Muhammed’e gidip elimi onun eline koyarak bey’at edeyim [1100]
Beni geri çeviriniz [1101]
Allah’a yemin ederim ki; ben artık Muhammed’in yanına döneceğim!” dedi.[1102]
İkrime der ki:
“İşte bunun üzerinedir ki, İslâmiyeti anlamaya başladım ve İslâmiyet sevgisi kalbime düştü!”[1103]
Ümmü Hakîm de, o sırada, yanlarına varmış bulunuyordu.[1104]
İkrime’ye:
“Ey amcamın oğlu! Ben sana insanların akraba haklarını en çok gözeteni, insanların en iyisi ve en hayırlısı olan zâtın yanından geldim![1105]
Kendini boş yere helak etme! Sen bunun üzerinde dur!
Sonunda gerçeği kavrayacak ve anlayacaksın![1106]
Hem, ben senin için[1107] Muhammed Resûlullah Aleyhisselamdan[1108] eman da almış bulunuyorum![1109] Sen emniyettesin!” dedi.[1110]
İkrime:
“Sen bu işi yapabildin mi?” diye sordu.
Ümmü Hakîm:
“Evet! Ben kendisiyle konuştum. Sana eman verdi” dedi.
İkrime:
“Rumî uşağının bir kötülüğü ile karşılaştın mı?” diye sordu.
Ümmü Hakîm onun kendisine yapmak istediği kötülüğü haber verince, İkrime vurup onu öldürdü.
Ümmü Hakîm, İkrime’nin temas isteğini:
“Sen kâfirsin! Ben Müslüman bir kadınım!” diyerek reddetti.
İkrime:
“Seni benden geri durduran şey, herhalde, büyük birşey olsa gerek!” dedi.[1111]
İkrime, Ümmü Hakîm ile birlikte Mekke’ye döndü.
Mekke’ye yaklaştıkları sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına:
“İkrime, sizin yanınıza, mü’min ve muhacir olarak geliyor!
Sakın, onun babasına kötü söz söylemeyiniz!
Çünkü, ölüye kötü söz söylemek diriyi üzer, ölüye birşey erişmez!” buyurdu.[1112]
İkrime Peygamberimiz Aleyhisselamın çadırının kapısına gelip eriştiği,[1113] Peygamberimiz Aleyhisselam onu gördüğü zaman,[1114] onun gelişine sevincinden dolayı hemen sıçrayıp ayağa kalktı ve yanına doğru vardı [1115] Onu kucakladı.[1116]
Ona üç kere: [1117]
“Hoşgeldin süvari muhacir!” buyurdu.[1118]
Sonra, oturdu.
İkrime ile Ümmü Hakîm de, Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne oturdular.
Ümmü Hakîm’in yüzü peçeli idi.[1119]
İkrime:
“Yâ Muhammed! Bu zevcem senin bana eman verdiğini söyledi!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Doğru söylemişin[1120] Sana eman verilmiştir!” buyurdu.[1121]
İkrime:
“Yâ Muhammed! Sen beni nelere davet ediyorsun?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ben seni Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına ve benim de Resûlullah olduğuma şehadet etmeye,
Namaz kılmaya,
Zekat vermeye,
Oruç tutmaya,
Haccetmeye,
Ve şöyle şöyle yapmaya davet ediyorum!” buyurup, İslâmiyet esaslarını ve İslâm ahlâkını saydı.
İkrime:
“Vallahi, sen ancak hak ve gerçek olana, güzel ve iyi birşeye davet ediyorsun!
Vallahi, davet ettiğin şeylere davete başlamadan önce de, sen içimizde sözü en doğru olanımız, iyilik yönünden de en iyimizdin![1122]
Ben şehadet ederim ki; Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.[1123] O’nun eşi, ortağı da yoktur![1124]
Yine şehadet ederim ki; Muhammed Allah’ın kulu ve resûlüdür![1125]
Sen ki, Allah’ın kulu ve resûlüsün! İnsanların en iyisi, en doğrusu ve en vefalısısın!” dedi.
İkrime, bunları söylerken, Peygamberimiz Aleyhisselamdan utandığından dolayı, başını önüne eğmiş bulunuyordu.[1126]
İkrime’nin Müslüman oluşu Peygamberimiz Aleyhisselamı sevindindi.[1127]
İkrime:
“Yâ Rasûlallah! Bildiğinin hayırlısını bana öğret, işlememi de emret![1128] sen bana hayırlı olan şeyi öğret de, ben onu söyleyeyim” dedi.[1129]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“‘Şehadet ederim ki; Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur! Ve yine şehadet ederim ki; Muhammed Allah’ın kulu ve resûlüdür!1 dersin![1130] Allah yolunda cihad edersin!” buyurdu.[1131]
İkrime:
“Bundan sonra, ne diyeyim?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“‘Allah’ı şahit tutarım ve burada bulunanları da şahit tutarım ki; ben Müslümanım, muhacirim ve mücahidim1 dersin!” buyurdu.
İkrime de, öyle söyledi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ben, bugün benden dilediğin şeyi, senden başka kimseye vermediğim şeyi sana vereceğim!” buyurdu.[1132]
İkrime:
“Yâ Rasûlallah[1133] Sana karşı yaptığım bütün düşmanlıklar,[1134] müşrikliğin yayılması ve üstün gelmesi arzusuyla[1135] sana karşı attığım bütün adımlar, sana karşı geldiğim bütün yerler, senin yüzüne karşı veya arkandan sarf ettiğim bütün sözler için bana Allahtan mağfiret dilemeni istiyorum!” dedi.[1136]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Allah’ım! Onun bana karşı yaptığı bütün düşmanlıklardandı.[1137] Senin yolundan çevirmek maksadıyla[1138] gittiği, içinde erişeceği yere kadar adım attığı ve bununla da Senin nurunu söndürmeyi arzuladığı her yerdeki tutum ve davranışlarından doğan günahlarını bağışla! Onun, aleyhimde, yüzüme karşı veya arkamdan işlediği bütün kötülükleri de bağışla!” diyerek dua etti.
İkrime:
“Razı oldum yâ Rasûlallah![1139]
Amma, vallahi, yâ Rasûlallah! Allah’ın kullarını Allah’ın yolundan çevirmek için harcadığımın iki katını Allah yolunda harcamadıkça, Allah yolundan çevirmek için yaptığım savaşların iki katını da Allah yolunda yapmadıkça, geri durmayacağım!” dedi.[1140]
Hz. Âişe derki:
“Resûlullah Aleyhisselam:
‘Uyurken rüyamda Ebu Cehil’in yanıma gelip bana bey’at ettiğini görür gibi oldum!’ buyurmuştu.
(Ebu Cehil’in yeğeni) Halid b. Velid, Müslüman olunca:
‘Yâ Rasûlallah! Halid’in Müslüman olmasıyla, Allah senin rüyanı doğruladı’ denildi.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Muhakkak ki, ondan başkası Müslüman olacaktır!’ buyurdu.
Nihayet, İkrime b. Ebu Cehil Müslüman oldu ve bu, Resûlullah Aleyhisselamın rüyasını doğruladı .”[1141]
Başka bir rivayette de; Peygamberimiz Aleyhisselam rüyasında Cennete girince, orada hoşuna giden bir hurma ağacı görmüştü.
“Bu kimindir?” diye sorup da;
“Ebu Cehil’indir!” denilince, bu çok ağırına gitmiş, kendi kendine:
“Cennette Ebu Cehil’in hurma ağacı nasıl olabilir?
Vallahi, o hiçbir zaman Cennete giremez!” demişti.[1142]
Hz. Ümmü Seleme de:
“Resûlullah Aleyhisselam:
‘Cennette Ebu Cehil’e ait (olduğu söylenen) bir hurma ağacı gördüm!’ buyurmuştu.
İkrime b. Ebu Cehil Müslüman olunca da, bana:
‘Ey Ümmü Seleme! Ebu Cehil’e ait (olduğu söylenen) Cennette gördüğüm o hurma ağacı, işte budur!’ buyurdu” demişti.[1143]
İkrime, Müslüman olduktan sonra, Mekke’de Kureyşîlerin evlerinden hangi evde put bulunduğunu işitirse, hemen gider, onu kırardı. Halbuki, daha önce Cahiliye çağında put yapıp satanların başı idi.[1144]
İkrime iyi bir Müslümandı.[1145] Müslümanların iyilerindendi.[1146]
Mushafı eline alır, yüzüne gözüne sürer ve:
“Rabbimin Kelamı, Rabbimin Kitabı!” diyerek ağlardı.[1147]
Yüce Allah ondan razı olsun![1148]
Hâris b. Hişam’ın Müslüman Oluşu
Hâris b. Hişam, Ebu Cehil’in kardeşi ve Halici b. Velid’in de amcasının oğlu idi.[1149]
Kureyşflerin eşrafındandı.[1150]
Peygamberimiz Aleyhisselam onun Cahiliye çağında konukları ağırladığını, halka yemekler yedirdiğini anar ve:
“Allah’ın onu İslâmiyete hidayet etmesini ne kadar arzu ederdim!” buyururdu.[1151]
Peygamberimiz Aleyhisselamin amcası Ebu Talib’in kızı ve Hz. Ali’nin kızkardeşi (ablası) Ümmü Hani, Hübeyre b. Ebi Vehb el-Mahzumî’nin nikâhlısı idi.
Akrabasından dolayı kendisine akraba olan Haris b. Hişam ile Züheyrb. Ebi Ümeyye, Mekke’nin fethi günü, Ümmü Hani’nin evine geldiler[1152] ve:
“Biz senin himayene giriyoruz!” dediler.
Ümmü Hani, onlara:
“Olur!” dedi.
O sırada, Hz. Ali atlı ve tepeden tımağa kadar silahlanmış olarak Ü mmü Hani’nin evine geldi.
Ümmü Hani, Hz. Ali’yi tanıyamadı.
Ona:
“Ben Resûlullah Aleyhisselamın amcasının kızıyım!” dedi.
Hz. Ali miğferini yukarı kaldırıp yüzünü açınca, Ümmü Hani “Kardeşim!” diyerek onu kucakladı, selamladı.[1153]
Hz. Ali, Ümmü Hani’nin yanındaki müşrikleri görünce, öldürmek için kılıcını sıyırıp onların üzerlerine yürüdü[1154] ve:
“Öldüreceğim onları!” dedi.[1155]
Ümmü Hani:
“Ey kardeşim![1156] Sen bana bu işi yapar mısın?!” dedi[1157] ve hemen onların üzerlerine bir örtü örttü.[1158]
Hz. Ali:
“Sen iki müşriği mi koruyorsun?![1159] Çekil onların yanından!” dedi.[1160]
Ümmü Hani:
“Vallahi, sen onları öldüremezsin![1161] Öldürmeye benden başlamadıkça!” dedi.[1162]
Bunun üzerine, Hz. Ali birşey yapmadan çıkıp gitti.
Ümmü Hani de, onların üzerlerine kapısını kilitledi ve:
“Hiç korkmayınız!” dedi.[1163]
Durumu arzetmek üzere, Mekke’nin yukarısındaki Bathâya, Hacun’a kadar gitti.[1164]
Peygamberimiz Aleyhisselamı orada bulamadı. Hz. Fâtıma’yı buldu.[1165]
Ona:
“Anamın oğlu Ali’nin elinden ne çektiğimi bir bilsen!
Bana kocamdan akraba olan müşriklerden iki kişiyi himayeme almıştım. Ali öldürmek için kılıcını sıyırıp onların üzerlerine yürüdü!” dedi.[1166]
Hz. Fâtıma:
“Demek, sen iki müşriği himayene aldın hâ?” dedi.[1167]
Hz. Fâtıma’nın bu sözü, Ümmü Hani’ye, Hz. Ali’nin davranışından daha ağır geldi.
O sırada Peygamberimiz Aleyhisselam oraya çıkageldi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın üstü başı tozlarım işti.[1168]
Peygamberimiz Aleyhisselam, çadırında, bir leğenin içinde yıkandı.
Yıkanıncaya kadar, Hz. Fâtıma da elbisesini Peygamberimiz Aleyhisselamın çevresinde tutarak Peygamberimiz Aleyhisselamı siperledi.
Peygamberimiz Aleyhisselam elbisesini giydi ve sekiz rekat kuşluk namazı kıldı.[1169]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ümmü Hani’yi görünce:
“Kim bu?” diye sordu.
Ümmü Hani:
“Yâ Rasûlallah! Ben Ümmü Haniyim!” dedi.[1170]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Ümmü Hani Fâhite! Hoşgeldin!” dedi[1171] ve:
“Sen ne için geldin?” diye sordu.[1172]
Ümmü Hani:
“Yâ Rasûlallah! Anamın oğlu Ali’nin elinden ne çektiğimi bir bilsen! Az kalsın elinden kurtulamayacaktım!
Kocamdan akrabam ve müşrik olan iki kişiye eman vermiş, kendilerini himayeme almıştım.
Anamın oğlu Ali, üzerlerine yürüyüp onlan öldürmek istedi!” dedi.[1173]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onun böyle davranması, uygun olmamış![1174]
Senin himayene aldığın, bizim de himayemizdedir![1175] Senin eman verdiğine, biz de eman ver-mişizdir![1176]
Onlar öldürülmeyeceklerdir!” buyurdu.[1177]
Bunun üzerine, Ümmü Hani hemen evine dönüp durumu onlara bildirdi ve:
“İsterseniz burada oturun, isterseniz evlerinize dönün!” dedi.
Onlar, Ümmü Hani’nin evinde iki gün oturduktan sonra, kendi evlerine döndüler.[1178]
Haris b. Hişam derki:
“Müşriklerin kendisine karşı koydukları her yerde Resûlullah Aleyhisselamın beni de görmüş bulunmasına rağmen bana gösterdiği iyiliği ve merhameti hatırladıkça, beni görmesinden utanır olmuştum.
Mescid-i Haram’a girdiği sırada, kendisine rastladım.
Beni güleryüzle karşıladı. Yanına varıncaya kadar, ayakta durdu.
Selam verdim ve hemen Cenab-ı Hakk’ın birliğine şehadet getirip Müslüman oldum.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam;
‘Hamd olsun O Allah’a ki, sana doğru yolu gösterdi. İslâmiyeti nasip etti. Senin gibi bir adam İslâmiyeti tanımaz ve takdir etmez olamaz! Vallahi, zannetmem ki, İslâmiyet gibi bir din, tanınmaz ve takdir edilmez olsun!’ buyurdu.”[1179]
Haris b. Hişam; kalbleri İslâmiyete ısındırılmak için kollanılan kişiler arasında iken, Müslümanlığını güzelleştirmiş, ashabın üstünlerinden ve hayırlılarından olmuştur.[1180]
Yüce Allah ondan razı olsun!
Haris b. Hişam’ın oğlu Abdurrahman der ki:
“Haris b. Hişam:
‘Yâ Rasûlallah! Bana birşey haber ver ki, ona sımsıkı sanlayım?’ demişti.
Resûlullah Aleyhisselam, diline eliyle işaret ederek:
‘Buna sahip ol!’ buyurdu.
Aradan çok geçmeden, onun en az konuşan bir adam olduğunu gördüm.
Halbuki, ondan daha zeki ve anlayışlısı, atıp tutmaya başladığı zaman da ondan şiddetlisi, hiddetlisi yoktur.[1181]
Şair Abdullah b. Zibârâ’nın Necran’dan Gelip Müslüman Oluşu
Mekke fethedilince, Abdullah b. Zibârâ, öldürüleceğinden korkarak, Ümmü Hani’nin kocası Hübeyre b. Ebi Vehb ile birlikte Necran’a kadar kaçtı ve Necran kalesine girdi.
Orada, kendilerine:
“Arkanızdakil erden ne haber var?” diye sordukları zaman:
“Kureyşîleri soruyorsanız, Muhammed Mekke’ye girdi. Kureyşîler de öldürüldüler!
Vallahi, öyle sanıyoruz ki, Muhammed bu kalenize kadarda ilerleyip gelecektir!” dediler.
Belharisler ile Kilablar, kalelerinin bozuk, yıkık yerlerini onardılar ve yaylım hayvanlarını topladılar.[1182]
Şair Hassan b. Sabit’in söylemiş olduğu bir tek beyit, Abdullah b. Zibârâyı uyarmaya, umutlandırmaya ve Mekke’ye geri çevirmeye yetti. [1183]
Abdullah b. Zibârâ, Hassan b. Sabit’in beytini alıp da Mekke’ye, Peygamberimiz Aleyhisselamin yanına gitmeye hazırlanınca, Hübeyre b. Ebi Vehb:
“Ey amcamın oğlu! Sen nereye gitmek istiyorsun?” diye sordu.
Abdullah b. Zibârâ:
“Vallahi, Muhammed’in yanına gitmek istiyorum!” dedi.
Hübeyre b. Ebi Vehb:
“Ona tâbi olmayı mı istiyorsun?” diye sordu.
Abdullah b. Zibârâ:
“Evet! Vallahi!” dedi.
Hübeyre b. Ebi Vehb:
“Keşke ben senden başkasını yoldaş edinmiş olsaydım!
Vallahi, zannetmem ki, sen Muhammed’e temelli bağlı kalasın!” dedi.
Abdullah b. Zibârâ:
“Bu, senin görüşündür!
İnsanların en hayırlısı ve en iyisi olan amcamın oğlunu bırakıp da, ne için Benî Haris b. Ka’bların yanlarında oturalım?!” dedi.
Necran’dan ayrılıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.
Abdullah b. Zibârâ gelirken, Peygamberimiz Aleyhisselam ashabıyla birlikte oturuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu görünce:
“İşte İbn Zibârâ! Yüzünde İslâmiyet nuru parlıyor!” buyurdu.
Abdullah b. Zibârâ, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip ayakta durdu ve:
“Selam olsun sana ey Allah’ın Resûlü!
Şehadet ederim ki; Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur!
Şüşhesiz ki, sen de, O’nun kulu ve resûlüsün!
Hamd olsun O Allah’a ki, beni İslâmiyete hidayet edip kavuşturdu.
Ben, sana karşı, ata, deveye binerek veya yürüyerek düşmanlık yapmaktan geri durmamış; sonra da, senden korkup Necran’a kaçmıştım.
İslâmiyete hiçbir zaman yaklaşmamak istiyordum.
Yüce Allah ise, benim için, istediğimden daha hayırlısını diledi ve onun sevgisini gönlüme düşürünce, içinde yuvarlandığım dalâlet ve sapkınlıkları; hiçbir yarar vermez, kendisine kimin taptığını, kimin tapmadığını bilmez bir taş parçası karşısında akıl sahibinin tapınmasındaki ve ona kurbanlar kesmesindeki manasızlığı ve boşluğu düşünebildim!” dedi[1184] ve yapmış olduğu bütün kötülüklerden dolayı Peygamberimiz Aleyhisselamdan özür ve af diledi, özrü kabul edildi.[1185]
Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hamd olsun O Allah’a ki, sana İslâmiyeti bahşetti.
Şüphe yok ki, İslâmiyet kendisinden önce yapılanları siler!” buyurdu.[1186]
Abdullah b. Zibârâ, İslâm amelleriyle Müslümanlığını güzelleştirdi.[1187]
Abdullah b. Zibârâ’nın arkadaşı Hübeyre b. Ebi Vehb ise, Necran’da oturdu. Orada müşrik olarak ölüp gitti.[1188]
Abdullah b. Sa’d b. Ebi Serh’in Özür Dileyişi ve Müslümanlığa Dönüşü
Abdullah b. Sa’d b. Ebi Şerh de, Kabe’nin örtüsü altında bile olsa öldürülmesi emnedilenler,[1189] kanı helâl sayılanlar arasında idi.[1190]
Mekke fethedilince, kaçıp Hz. Osman’a sığınmıştı.[1191]
Abdullah b. Sa’d’ın annesi, Hz. Osman’ı emzirmişti.[1192]
Bunun için, Abdullah b. Sa’d, Hz. Osman’ın sütkardeşi idi.[1193]
Abdullah b. Sa’d, Hz. Osman’a:
“Ben vallahi seni seçtim. Beni şurada tut! Muhammed’e git, benim hakkımda kendisiyle konuş!
Muhammed beni görürse gözlerimi oyar!
Çünkü, benim suçum, suçların en büyüğüdür!
İşlemiş bulunduğum suçtan pişmanlık duymuş, tevbe etmiş bulunuyorum!” dedi.
Hz. Osman:
“Hayır! Ben seni yanıma alır, giderim” dedi.
Abdullah b. Sa’d:
“Vallahi, o, beni görecek olursak, muhakkak boynumu vurdurur! Benim yüzüme bakmaz!
O, benim kanımın dökülmesini helâl saymıştı.
Onun ashabı da, beni öldürmek için, her yerde arıyorlar!” dedi.[1194]
Gerçekten de, o her yerde sıkı sıkı aranılıp duruyordu. [1195]
Hz. Osman, olağanüstü durum yatışıncaya kadar, Abdullah b. Sa’d’ı sakladı.[1196] Sonra, ona:
“Haydi, gel! Sen benim yanımda git! İnşaallah, Resûlullah Aleyhisselam seni öldürmez!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Osman’ın hiçbir dileğini dinlememezlik etmezdi
Hz. Osman, elinden tutup Abdullah b. Sa’d’ı Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına götürdü, önünde durdular ve:
“Yâ Rasûlallah! Bunun anası bunu yürütür, beni sırtında taşırdı.
Bunun sütünü keser, beni emzirirdi.
Bunu bırakır, bana iyilik eder, hediye verirdi.
Bunu, anasının benim üzerimdeki iyilikleri için, bana bağışla![1197]
Yâ Rasûlallah! Halka verdiğin genişliği, emanı, İbn Ebi Serh’e de ver!” dedi ve Abdullah b. Sa’d’ın elini tutup Peygamberimiz Aleyhisselama uzattı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, boynunu ve yüzünü ondan başka tarafa çevirdi.
Hz. Osman İbn Ebi Serh’in elini tekrar Peygamberimiz Aleyhisselama uzattı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yine, yüzünü ondan başka tarafa çevirdi.
Hz. Osman İbn Ebi Serh’in elini tekrar Peygamberimiz Aleyhisselama uzattı.[1198]
Peygamberimiz Aleyhisselam ondan yüzünü başka tarafa çevirdikçe, Hz. Osman o yana varıp karşısında duruyor ve dileğini tekrarlıyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam İbn Ebi Serh’ten tekrar tekrar yüz çevirmek, ona em an vermemekle, birisinin hemen kalkıp onun boynunu vurmasını istiyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu iş için hiç kimsenin kalkmadığını gördü.
Hz. Osman ise, Peygamberimiz Aleyhisselamın başını öptü ve:
“Yâ Rasûlallah! Babam, anam sana feda olsun! Şunun bey1 atı m al!” diyerek, üzerine düştükçe düştü.[1199] Abdullah b. Sa’d b. Ebi Şerh için af ve eman diledi.[1200]
Peygamberimiz Aleyhisselam, uzunca bir müddet sustuktan sonra: [1201]
“Olur!” buyurdu.[1202]
Başını kaldırıp Abdullah b. Sa’d’a üç kere baktı.[1203] Sonra, bey’atını aldı.[1204]
Hz. Osman Abdullah b. Sa’d’la dönüp gittikten sonra,[1205] Peygamberimiz Aleyhisselam, çevrelerindeki sahabilerine dönüp: [1206]
“Ben ancak bazınız kalkıp onun yanına varsın da boynunu vursun diye sustum.[1207]
Bey’atını almaktan ellerimi çektiğimi görünce, eman vermeden, kalkıp o fâsıkı öldürecek, içinizde anlayışlı birkimse yok mu idi?![1208]
Bunu yapmaktan sizi alıkoyan ne idi?!” buyurdu.[1209]
Bir Ensarî, İbn Ebi Serh’i, görürse, öldürmeyi adamıştı.
İbn Ebi Şerh Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına Hz. Osman’la geldiği zaman, Ensarî kılıcı elinde, ayakta duruyor; İbn Ebi Serh’i öldürmesi için Peygamberimiz Aleyhisselamın işaretini bekliyordu.
Hz. Osman’ın kayırmasıyla İbn Ebi Şerh kurtulup gidince, Peygamberimiz Aleyhisselam, Ensarîye:
“Adağını yerine getirsen olmaz mı idi?!” buyurdu.
Ensarî:
“Yâ Rasûlallah! İki elim kılıcımda, ayak üzeri duruyor, onu öldürmek için bana ne zaman işaret edeceksiniz diye bekliyordum!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“İşaret, hıyanettir! Peygamber için, işaret etmek yoktur!” buyurdu.[1210]
Daha başkaları da:
“Yâ Rasûlallah! Biz, senin kalbinde olanı bilmiyorduk ki?[1211]
Keşke bize gözünle işaret ediverseydin,[1212] onu öldürdük!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ben işaretle kimseyi öldürtmem [1213]
Peygamber işaretle adam öldürtmez![1214]
Gözucuyla işaret etmek hiçbir peygambere yaraşmaz!” buyurdu.[1215]
Abdullah b. Sa’d b. Ebi Şerh, Peygamberimiz Aleyhisselamı gördükçe, utancından kaçar dururdu.
Hz. Osman, Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Babam, anam sana feda olsun! Anasının oğlu Abdullah’ın seni her görüşünde senden nasıl kaçtığını bir görseydin!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam gülümsedi ve:
“Onun bey’atını almadım mı? Kendisine eman vermedim mi?” diye sordu.
Hz. Osman:
“Evet yâ Rasûlallah! Fakat, o, Müslüman olduğu zaman işlediği suçun büyüklüğünü düşünüyor da, senin yüzüne bakmaktan utanıyor!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“İslâmiyet kendinden önce işlenmiş olan kötülükleri siler!” buyurdu.
Hz. Osman hemen dönüp bunu Abdullah b. Sa’d’a haber verdi.[1216]
Bunun üzerine, Abdullah b. Sa’d, halk ile birlikte Peygamberimiz Aleyhisselama gider, gelir, selam verirdi.[1217]
Abdullah b. Sa’d, yeniden Müslüman olduktan sonra, İslâmiyet amelleri ile Müslümanlığını güzelleştirmiş; ölünceye kadar, kendisinde kötü bir tutum ve davranış görülmemiş[1218] sadece hayır ve fazilet, iyi hallilik ve dindarlık görülmüş,[1219] fitneden, daima kaçınır olmuş ve:
“Ey Allah’ım! Benim en son amelimi sabah namazı yap!” diyerek dua etmiş durmuştur.
Bir gün, abdest alıp sabah namazına durmuş, birinci rekatta Fatiha ile Adiyât sûresini okumuş, ikinci rekatın sonunda sağ tarafına selam vermiş, sol tarafına selam verirken ruhu kabzolunmustur.[1220]
Allah ondan razı olsun.[1221]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Safvan b. Ümeyye’ye Eman Verişi
Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Safvan b. Umeyye; Cidde’den gemiye binip Yemen’e gitmek üzere Mekke’den kaçmış.[1222] Şuaybe’ye ulaşmıştı.[1223]
Ashabdan Umeyr b. Vehb, Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Ey Allah’ın Peygamberin[1224] Salvan b. Ümeyye benim kavmimin seyyididir. Kendisini denize atmak için kaçıp gitmiş bulunuyor. [1225] Senin kendisine eman vermeyeceğinden korkuyor.
Babam, anam sana feda olsun![1226] Ha ona da eman ver, ne olur?[1227]
Allah’ın salât ü selamı senin üzerine olsun!” dedi.[1228]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ona eman verilmiştir!” buyurdu.
Umeyr b. Vehb, Safvan’ın izi sıra yola çıktı ve kendisine yetişti.[1229]
Safvan’ın yanında Yesar adındaki uşağından başka kimse yoktu.
Safvan, uşağına:
“Yazıklar olsun sana! Bak, kimi görüyorsun?” diye sordu.
Uşak:
“Bu, Umeyr b.Vehb’dir!” dedi.
Safvan:
“Ben Umeyrl ne yapayım? Vallahi, o ancak beni öldürmek maksadıyla gelmiştir. Kendisi bana karşı Muhammed’e yardım etmiş, onun peşine takılmış bulunuyor!” dedikten sonra, Umeyr’e:
“Ey Umeyr! Bana yaptıkların daha yetmedi mi?
Hem borcunu ve ailenin geçimini banayükledin, hem de gelip beni öldürmek istiyorsun!?” dedi.[1230]
Umeyr b. Vehb:
“Babam, anam sana feda olsun!
Allah’tan kork, Allahtan kork da, kendini helak etmekten sakın!
İşte, sana Resûlullah Aleyhisselamdan eman da getirmiş bulunuyorum!” dedi.
Safvan:
“Yazıklar olsun sana! Sen benden uzak dur! Benimle konuşma!
Çünkü, sen yalancısın! Olmayacak şeyi uyduruyorsun!” dedi.
Umeyr b. Vehb:
“Ey Safvan! Babam, anam sana feda olsun.[1231]
Ben, sana, insanların en iyisinin ve akraba haklarını en çok gözeteninin yanından geliyorum!
Resûlullah Aleyhisselam sana eman verdi!” dedi.
Safvan:
“Hayır! Vallahi, bana ondan tanıyacağım bir alâmet getirmedikçe, seninle birlikte dönmem!” dedi.
Bunun üzerine, Umeyr b. Vehb, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü ve:
“Yâ Rasûlallah! Salvan’a gittim. O senden kaçıyor ve kendisini öldürmek istiyordu.
Ona senin eman verdiğini söyledim.
‘Bana, ondan, tanıyacağım bir alâmet getirmedikçe, geri dönmem!’ dedi.[1232]
Yâ Rasûlallah! Kendisine eman verdiğini anlayacağı bir alâmet ver bana!” dedi.[1233]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Al sangımı!” buyurdu.[1234]
Peygamberimiz Aleyhisselamın verdiği sarık, Mekke’ye girerken başına sarmış olduğu, Yemen bezinden sarığı idi.[1235]
Umeyr b. Vehb, Salvan’a Peygamberimiz Aleyhisselamının sarığını götürdü.[1236]
Ona:
“Ey Salvan! Babam, anam sana feda olsun![1237]
Ben, sana, insanların en hayırlısının, akraba haklarını en çok gözeteninin, insanların en iyisinin, insanların en sabırlısı, en uslusunun yanından geliyorum.
Amcanın oğlunun şerefi senin şerefindir!
Onun üstünlüğü senin üstünlüğündür.
Onun hükümranlığı senin hükümranlığındır.[1238]
O, senin atalarının, babalarının oğludur.
Kendisi hakkındaki tutum ve davranışlarında Allah’tan korkmanı sana hatırlatırım!” dedi.[1239]
Safvan:
“Ben öldürülmekten korkuyorum!” dedi.[1240]
Umeyr b. Vehb:
“O seni İslâmiyete davet ediyor. Kabul edersen ne âlâ!
Kabul etmezsen, sana iki ay mühlet vermiş, tercih hakkı tanımıştır.
O, insanların en vefalısı ve en iyisidir.
Mekke’ye girerken sarınıp bir ucunu arkasına salmış olduğu sarığını sana göndermiştir” dedi ve:
“Onu görsen, tanır mısın?” diye sordu.
Safvan “Evet!” deyince Umeyr b. Vehb sarığı çıkarıp ona gösterdi.
Safvan:
“Evet! Aynen onun sarığıdır!” dedi [1241] ve Umeyrle birlikte dönüp Mekke’ye geldi.[1242]
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam, Mescid-i Haram’da Müslümanlara ikindi namazını kıldırıyordu.
Orada, ayakta durdular.
Safvan, Umeyr b. Vehb’e:
“Müslümanlar gece ve gündüzde kaç namaz kılarlar?” diye sordu.
Umeyr b. Vehb:
“Beş namaz!” dedi.
Safvan:
“Bu namazlan onlara Muhammed mi kıldırır?” diye sordu.
Umeyr b. Vehb:
“Evet!” dedil
Peygamberimiz Aleyhisselam selam vererek namazını bitirince, Safvan b. Ümeyye, bağırarak:
“Ey Muhammed! Umeyr b. Vehb, bana senin sangını getirdi.
Beni senin yanına gelmeye çağırdığını, İslâmiyet işini kabul edersem ne âlâ, etmezsem bana iki ay mühlet verip tercih hakkı tanıdığını söyledi” dedi.[1243]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Doğru söylemiş!” buyurdu.
Safvan b. Ümeyye:
“Bana bu hususta iki ay mühlet var, tercih hakkı tanı!” dedi.[1244]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sana bu hususta iki ay değil, dört ay mühlet verilmiş, tercih hakkı tanınmıştır[1245] İn hayvandan!” buyurdu.[1246]
Bunun üzerine, Safvan hayvanından indi.[1247]
Enes b. Züneym ed-Di’lî’nin Suçunun Affedilişi
Huzâa süvarileri Medine’ye gelerek Kureyşîlerle Benî Bekrlere karşı Peygamberimiz Aleyhisselamın yardım va’dini alıp dönecekleri sırada:
“Yâ Rasûlallah! Enes b. Züneymü’d-Di’lî seni şiirle hicv ve tahkir etti!” demişler, Peygamberimiz Aleyhisselam da onun kanını heder ve helâl kılmıştı.[1248]
Enes b.Züneym, bunu haber alınca, söylediği uzun bir şiirle Peygamberimiz Aleyhisselamdan özür ve af diledi.[1249]
Benî Bekrlerden Nüfâse oğullarının lideri Nevfel b. Muaviyetü’d-Di’lî bu hususta Peygamberimiz Aleyhisselamla konuşup:
“Yâ Rasûlallah! Sen affetmekte insanların başında gelirsin!
Bizden hiçbir kimse, sana düşmanlık ve eziyet yapmamıştır.
Biz cehalet içinde bulunuyor, neyi tutacağımızı, neyi bırakacağımızı bilmiyorduk.
Nihayet, Allah bizi mahv ve helak olmaktan senin sayende doğru yola hidayet etti.
Huzâa süvarileri onun aleyhinde sana çok yalan söylemişler!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bırak Huzâa süvarilerini!
Biz Tihâme’de, yakından veya uzaktan, bize Huzâalardan daha çok iyiliği dokunan bir kimse görmedik!” buyurdu.
Nevfel b. Muaviye sustu. Susunca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Affettim onu!” buyurdu.
Nevfel b. Muaviye:
“Babam, anam sana feda olsun!” dedi.[1250]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ordu İhtiyacı İçin Mekkeli Üç Zenginden Ödünç Para Alışı
Mekke fethedilince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Mekke’nin ganimetlerinden hiçbir şey bize helâl kılınmıştır!” buyurduğu için,[1251] Mekke’den ganimet olarak birşey alınmamıştı.[1252]
İslâm ordusunun zarurî ihtiyaçlarını karşılamak gerekiyor ve bu da, bir hayli paraya bağlı bulunuyordu.
Bunun için, Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke zenginlerinden kıntar[1253] Safvan b. Ümeyye’den ödünç ve borç olarak 50.000 dirhem,
Abdullah b. Ebi Rebia’dan 40.000 dirhem,
Huvaytıb b. Abduluzzâ’dan da 40.000 dirhem gümüş para isteyip aldı.[1254]
Bunu, muhtaç olan mücahidler arasından bölüştürdü. İhtiyaçlarına göre: her birine 50 dirhem veya daha az ya da daha çok düştü.
Benî Cezîme harekâtının tazminatını da bununla karşıladı.[1255]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Mekkelilere olan bu borcunu, Hevâzin savaşı ganimetinden tamamıyla ödemişi[1256] ve:
“Ödüncün karşılığı, ancak, onu ödemek ve teşekkür etmektir!” buyurmuştur.[1257]
İşkence ile Dininden Döndürülen Cebr’in Yeniden Müslüman Oluşu
Cebr, Yahudi olup, Abduddar oğullarının kölesi idi.[1258]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hicretten önce Mekke’de Yusuf sûresini okurken dinleyip, bunun Allah Kelamı olduğuna kanaat getirerek Müslüman olmuştu.
Fakat, Müslümanlığını gizli tutmakta idi.
Abdullah b. Sa’d b. Ebi Şerh Müslümanlıktan dönüp Mekke’ye kaçınca, daha evine girmeden, Cebrin Müslüman olduğunu efendilerine haber vermiş; onlar da, Cebr’i işkencenin en ağırına uğratarak, söyletmek istediklerini zorla söyletmişler, onu Müslümanlıktan döndürmüşlerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam Mekke’yi fethettiği zaman, Cebr gelip başından geçenleri Peygamberimiz Aleyhisselama anlattı ve buna da Abdullah b. Sa’d b. Ebi Serh’in sebeb olduğunu haber verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam Cebr’i efendilerinden satın alıp azad etti. Kendisini Benî Âmirlerden şerefli bir kadınla da evlendirdi. Kendisine geçimlik de verdi.[1259]
Peygamberimiz Aleyhisselama Sa’d b. Bekrlerden Bir Kadının Hediye Olarak Süt ve Keş Peyniri Getirişi
Ashabdan Ebu Husayn der ki:
“Peygamber Aleyhisselamın Ebtah’ta bulunduğu sırada, Sa’d b. Bekr kadınlarından birisi-ki, sütteyzesi veya süthalası idi-içi süt dolu bir tulumla bir dağarcık keş peyniri getirdi ve Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına girip kendisinin kimlerden olduğunu haber verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam onu tanıdı ve kendisini İslâmiyete davet etti.
Kadın hemen Müslüman oldu, Peygamber Aleyhisselamın peygamberliğini doğruladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam onun hediyesinin kabul olunmasını emretti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, sütannesi Halime Hatun hakkında ona sorular sordu, vefat etmiş olduğunu öğrenince, gözleri yaşla doldu. Sütteyzeye veya halaya:
“Onlardan, sağ olan kim var?” diye sordu.
“Onlardan, sütkardeşin iki erkekle iki kız var!
Kendileri, vallahi, senin ihsanına ve akrabalık hakkını gözetmene muhtaç durumdadırlar.
Kendilerinin sığındıkları, güvendikleri kişileri ölüp gitti” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Nerede öldü?” diye sordu.
Kadın:
“Evtas bumunda!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam; bu sütteyze veya süthalaya elbise giydirilmesini ve kendisine hevdeçli bir deve ile 200 dirhem gümüş para verilmesini ilgililere emretti.
Bu sütteyze veya süthala kadın, dönüp giderken:
“Vallahi, sen alınıp büyütülmüş olan ne iyi çocuktun!
Büyüdüğün zaman da, ne mübarek, ne iyi bir zâtsın!” diyordu.[1260]
Peygamberimiz Aleyhisselama İçmesi İçin Üzüm Şırası Getirilişi
Ashabdan Muttalib b. Ebi Vedâa der ki:
“Resûlullah Aleyhisselam, yazın çok sıcak bir gününde, Beytullah’ı tavaf ediyordu. Susadı ve su istedi.
Bir adam:
‘Yâ Rasûlallah! Yanımızda, şu kuru üzümden, köpüklenmiş üzüm şırası (müselles) var! Sana onu getirip içirsem olur mu?1 diye sordu.
Peygamber Aleyhisselam:
‘Olur!1 buyurdu.
Adam hemen evine haber salıp onu büyük bir sürahi ile getirtti.
Onu sunduğumuzda, Peygamber Aleyhisselam onda ağır bir koku duydu ve hiç hoşlanmayıp geri verdi.
İçmek için, su getirtti.
Sonra, yine su istedi. Kendisine Zemzem getirildi. Onu başının üzerine döktü. Zemzem suyunun iki yanından aktığını gördüm. Ondan ihtiyacı kadar da içtikten sonra:
‘Kim içeceği şeyden şüphelenirse, onu suyu ile birlikte kırsın, atsın!” buyurdu.”[1261]
Peygamberimiz Aleyhisselama Sakîfli Bir Dostu Tarafından Hamr (Şarap) Hediye Edilmek İstenilişi
Abdullah b. Abbas derki:
“Resûlullah Aleyhisselama, Sakffli bir dostu, bir kırba hamr (şarap) getirip hediye etmişti.
Resûlullah Aleyhisselam, ona:
‘Yüce Allah’ın bunu haram kıldığını bilmiyor musun?!’ buyurdu.
Adam uşağının yanına vardı ve:
‘Bunu Hazvere çarşısına götürüp sat!’ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam, ona:
‘Uşağına ne emrettin?’ diye sordu.
Adam:
‘Hamn (şarabı) satmasını emrettim’ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Onun içilmesi haram edildiği gibi, satılması da haram edilmiştir’ buyurdu.”[1262]
Mekke’nin Fethinde Haram Kılınan, Yasaklanan Şeyler
Cabir b. Abdullah’ın bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, Fetih yılında, Mekke’de:
“Hiç şüphe yok ki; Allah ve Resûlü hamrı (şarabı),
Lâşeyi,
Domuzu,
Putları satmayı haram kıldı!” buyurmuştur.
“Yâ Rasûlallah! Ölü hayvanların iç yağlarının hükmünden bize haber ver.
Çünkü, onlarla gemiler boyanıyor, deriler yağlanıyor. Halk onlardan kandil yakıyor” denildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hayır! O da haramdır.
Allah Yahudilerin belâsını versin!
Allah kendilerine ölü hayvanların iç yağlarını haram kılınca, onu erittikten sonra satıp, parasını yediler!” buyurdu.[1263]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke’nin fethinde kadınlarla müfa suretiyle belirli ve kısa bir süre için evlenmeyi de yasakladı.[1264]
Soylu Bir Kadının Hırsızlık Suçundan Dolayı Elinin Kesilişi
Kureyşîlerin Mahzum oğullarına mensup bir kadın, nasılsa, bir hırsızlık yapmıştı.
Kadının aile halkı, elinin kesileceğinden korkarak, Üsâme b. Zeyd’e başvurup, kendisinin Peygamberimiz Aleyhisselam katında şefaatçi olmasını dilediler.
Üsâme durumu Peygamberimiz Aleyhisselama arzedip kadının bağışlanmasını dileyince, Peygamberimiz Aleyhisselamın rengi değişti ve:
“Sen kötülükleri önlemek üzere Allah’ın koymuş olduğu cezalardan bir cezanın affı hakkında mı benimle konuşuyorsun?!” buyurdu.
Üsâme:
“Yâ Rasûlallah! Bu uygunsuz davranışımdan dolayı, Allah’tan yarlıganmamı dile!” dedi.
Akşam olunca, Peygamberimiz Aleyhisselam ayağa kalkıp Allah’a lâyık olduğu üzere hamd ü senada bulundu ve:
“Bundan sonra derim ki: Sizden önceki insanları helak eden, ancak, onların içlerinden şerefli ve soylu birisi hırsızlık ettiği zaman onu cezasız bırakmaları, içlerinden fakir ve zayıf biri hırsızlık edince de onun hakkında ceza uygulamaları idi.
Muhammed’in varlığı Kudret Elinde olan Allah’a yemin ederim ki; Fâtıma binti Muhammed hırsızlık edecek olsaydı, muhakkak, onun da elini keserdim!” buyurdu.
Sonra da emretti, o kadının eli kesildi.
Bunun üzerine, kadın güzelce tevbe etti ve evlendi de.
Kadın, bundan sonra, Hz. Âişe’nin yanına gelir gider, o da onun ihtiyacını Peygamberimiz Aleyhisselama arzederdi.[1265]
Fetih Müyesser Olursa Beytü’l-Makdis (Kudüs)’te Namaz Kılmayı Adamanın Hükmü
Fetih günü, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına biri geldi:
“Allah bana Mekke’nin fethini nasip ederse Beytü’l-Makdis (Kudüs)te namaz kılmayı adadım!?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“İşte şurada kılman, daha faziletlidir!” buyurdu.
Adamcağız sözünü, sorusunu üç kere tekrarlayınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki; işte şurada kılınacak namaz, başka beldelerde kılınacak bin namazdan efdal ve üstündür!” buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Meymûne de:
“Yâ Rasûlallah! Ben de, eğer Allah bana Mekke’nin fethini nasip ederse, Beytü’l-Makdis’te namaz kılmayı kendime borç bilmiştim” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Senin buna gücün yetmez. Seninle oranın arasına Rumlar girmiştir!” buyurdu.
Hz. Meymûne:
“Ben de, önümde, arkamda, koruyucularla giderim!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sen buna güç yeti rem ezzsin!
Fakat, hayrına, Beytü’l-Makdis kandilinde yanmak üzere zeytinyağı gönder!
Böylece, oraya gidip namaz kılmış olursun!” buyurdu.
Bunun üzerine, Hz. Meymûne heryıl kendi parasıyla zeytinyağı satın alır, Beytü’l-Makdis kandilinde yanmak üzere, bunu Beytü’l-Makdis’e gönderirdi.
Vefet edeceği zaman da, bunu vasiyet etmişti.[1266]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke’de Kaldığı Müddetçe Namazlarını Seferî Olarak Kıldığı, Kıldırdığı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke’de Hacun’daki çadırında kalmakta ve herzaman için Mescid-i Haram’a gidip gelmekte idi.[1267]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke’de kaldığı müddetçe de, dörtrekatlı farzları seferî olarak, kısaltıp ikişer rekat kılmış ve kıldırmıştır.[1268]
Saîd b. Saîd’in Mekke Çarşısı Müfettişliğine Tayin Edilişi
Peygamberimiz Aleyhisselaım, Mekke’yi fethettiği zaman, Saîd b. Saîd b. As’ı Mekke çarşısına müfettiş olarak tayin etti.[1269]
Mekke Harem Sınırı ve Sınır Taşları
Rivayete göre; Âdem Aleyhisselam Cennetten yeryüzüne indirilince, şeytanın setrinden korkmaya başlamış ve Allah’a sığınmıştı.
Bunun üzerine, Yüce Allah ona koruyucu melekler göndermiş, bu melekler Mekke’yi her tarafından kuşatın ı şiardı.
Melekler Mekke’nin çevrelerinde nerelerinde durmuşlarsa, Yüce Allah oraları Mekke’nin Harem sının yapmıştır.[1270]
Mekke Hareminin Sınırı:
1. Medine yolu tarafından, Ten’im yakınındaki Benî Gitarların evlerine kadar üç mildir. [1271]
Ten’im; Mekke-Medine yolunun batı tarafındadır.
Bu yoldaki Harem sınır taşları, Zâtü’l-hanzal diye anılan dağ yolunun başındadır. Bu sınırın ön tarafı Harem, arka tarafı ise Hill’dir, yani Harem dışıdır.[1272]
2. Yemen yolu tarafından, Libn tepesindeki Edâetü’l-Libn’e kadar yedi mildir.[1273]
Edâetü’l-Libn; Tihâme tarafında, Yemen yolundadır.
Burada, sınır taşlan, Gurab dağı üzerindedir.
Dağın yansı Harem, yarısı Hill’dir, harem dışıdır.[1274]
3. Cidde yolu tarafından el-A’şâş’a kadar on mildir.[1275]
Cidde yolundaki Hudeybiye Harem sınır taşları A’şâş’a kadar uzanır.
A’şâş’tan önceki Batn-ı Mer üzerindeki saha Harem dışında ve Müreyr üzerine bakan bölge Harem içinde kalır.[1276]
4. Tâif yolu tarafından Arafat yolu üzerindeki Batn-ı Nemireye kadar onbir mildir.
5. Irak yolu tarafından Makta’ dağındaki Seniyetü’l-hal’e kadar yedi mildir.[1277]
Makta’, Necd ve Irak yolunda olup, Harem sınır taşları Harem’e dayanan Seniyetü’l-hal’in başındadır.[1278]
6. Ci’râne yolu tarafından Abdullah b. Halid b. Esîdlerin Şı’b’ına kadar dokuz mildir.[1279]
Mekke Hareminin sinirtaşlarını ilk önce diken, İbrahim Aleyhisselamdı.
Ona, bu taşların dikileceği yerleri de, Cebrail Aleyhisselam göstermişti.[1280]
Yüce Allah’ın emriyle Kabe’yi yapma işini tamamladıktan sonra, İbrahim Aleyhisselamla İsmail Aleyhisselam, kendilerine hac amellerini göstermesi için, Allah’a yalvardılar (Bakara: 128).
Cebrail Aleyhisselam, gelip İbrahim Aleyhisselam a hac amellerini gösterdi.
Haremin sınırlan üzerinde durdu ve o sınırlarda İbrahim Aleyhisselamı da durdurdu.
İbrahim Aleyhisselam, durduğu yerlere taşlar dizdi, işaretler koydu ve üzerlerine toprak çekti.
İsmail Aleyhisselamın koyunları bu Harem sınırlan içinde otlarlar, yayılırlar, Harem sının dışına çıkmazlar, Harem’in her tarafından yayıla yayıla sınırların sonuna vardıkları zaman, oradan topluca geri dönerlerdi.[1281]
Harem sınır taşlarını ilk defa onaran ve yenileyen de, İsmail Aleyhisselam idi.[1282]
Peygamberimiz Aleyhisselamın dedelerinden Kusayy’ın zamanına kadar, Harem taşları yerlerinden kımıldatılmadı.
İsmail Aleyhisselamdan sonra Harem sınır taşlarını onaran ve yenileyen, Kusayy olmuştur.[1283]
Kureyş Müşriklerinin Harem Sınır Taşlarını Söktükten Sonra Yerine Koymaları
Musa b. Ukbe’nin bildirdiğine göre; Kuneyş müşrikleri Harem sınır taşlarını söktüler.
Müşriklerin bu davranışları Peygamberimiz Aleyhisselamın çok ağırına gitti.
Cebrail Aleyhisselam gelerek, Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Yâ Muhammedi Kureyşîlerin Harem sınır taşlarını sökmeleri her halde sana çok ağır geldi” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet!” dedi.
Cebrail Aleyhisselam:
“Amma, onlar bu sınır taşlarını yerlerine tekrar dikeceklerdir” dedi.
Çok geçmeden, Kureyş kabilesinden bir adamın bu işi bahis konusu ettiği, arkasından aynı kabileden bir adamın daha çıkıp bunu konuştuğu ve sonunda, Kureyş kabilelerinden birçok kimselerin bu işi konuşmaya başladıkları görüldü.
Hatta, içlerinden biri, onlara:
“Allah sizi Harem sayesinde aziz ve şerefli kılmış, tecavüzlerden korumuştu.
Siz ise, onun sınır taşlarını yerinden söküp çıkardınız!
Şimdi, Araplar sizi kapacaklardır!” dedi.
Meclislerde bunu konuşa konuşa sabahladılar.
Harem sınır taşlarını tekrar yerlerine diktiler.
Bunun üzerine, Cebrail Aleyhisselam gelip Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Yâ Muhammedi Kureyşîler Harem sınır taşlarını tekrar yerlerine diktiler” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Cebrail! Taşları tam yerlerine dikebildiler mi?” diye sordu.
Cebrail Aleyhisselam:
“Onların Harem sınır taşlarından diktikleri her bir taşı, yerlerine, kendileri değil, birer melek eliyle koydular!” dedi.[1284]
Mekke fethedildikten sonra da, Peygamberimiz Aleyhisselam, Temim b. Esed el-Huzâ?yi göndererek, H arem sınır taşlarını onartıp yenilettirdi.[1285]
Mekke Çevresindeki Putların Yok Edilmeleri İçin Birlikler Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Mekke’yi fethettikten sonra, Ramazan’ın yirmisine rastlayan Cuma günü, her tarafa askerî birlikler gönderdi ve İslâmiyete uymayan herşeyi değiştirmelerini onlara emretti.
1. Hişam b. Âs, 200 kişilik bir birlikle Yelemlem taraflarına,
2. Halid b. Saîd b. As, 300 kişilik bir birlikle Ürene taraflarına,
3. Halid b. Velid, arkadaşlarından 30 kişilik bir süvari birliğiyle Uzzâ putuna gitti.[1286]
Uzzâ; Nahle’de, üç semüre (sakız) ağacından veya büyük dikili ağaçtan ibaret idi.[1287] Uzzâ’nın yanında da, Gatafanların taptıkları bir put bulunuyordu. [1288]
Uzzâ’nın üzerine, birde ev yapılmıştı. Uzzâ’nın kapıcı ve bakıcıları orada otururlardı.[1289]
Araplardan, Mekke’de oturup da Uzzâ’ya, sonra Lât’a, sonra Menat’a tapmayan yoktu.[1290] Kureyşîlere göre; putların en büyüğü Uzzâ, sonra Lât, sonra Menattı.[1291]
Rivayete göre; bunların her birinde bir şeytan bulunur, kapıcı ve bakıcılarına görünür ve onlarla konuşurdu.[1292]
Halkı Uzzâ’ya tapmaya davet edenler; Amrb. Rebia ve Haris b. Ka’b adındaki kişilerdi.
Amr b. Rebia, halka:
“Taif serin olduğu için Rabbiniz Taifteki Lâfta yazlar, Tihâme sıcak olduğu için de Nahle’deki Uzzâ’da kışlar!” derdi.
Uzzâ’ya tapmayı ilk benimseyen ve Kureyşîlere benimseten de, Amr b. Luhayy idi.[1293]
Kendisi, kâhindi, cinle ilişkisi vardı.[1294]
Uzzâ; Kureyşîlerle Beni Kinane ve Huzâaların ve bütün Mudarların Nahle bölgesindeki tapınakları idi.[1295]
Benî Nasr, Cüşem, Sa’d b. Bekrier,[1296] Ganiyy ve Bâhileler de Uzzâ’ya taparlardı.[1297]
Bununla beraber, Kabe’yi, tapınakların hepsinden üstün tutarlardı. Çünkü, onun Allah dostu İbrahim’in mabedi ve mescidi olduğunu bilirlerdi.[1298]
Araplar, hac amellerini tamamladıkları ve Kabe’yi tavaf ettikleri zaman, Uzzâ’ya gidip onu da tavaf etmedikçe ihramdan çıkmazlar, onun yanında bir gün itikâfa girerler ve ihramdan öyle çıkarlardı.[1299]
Uzzâ’nın kapıcıları ve bakıcıları Süleymlerden Şeyban oğulları olup, kendileri Hâşim oğullarının müttefiki idiler.[1300]
Şeyban oğullarından son kapıcı ve bakıcı da, Dubay’a b. Haremiyyü’s-Sülemî idi.
Yüce Allah, Peygamberimiz Aleyhisselamı peygamber gönderip putlara tapmayı yeren âyetler indirerek putperestliği yasaklayıncaya kadar, Uzzâ’ya tapılmaktan geri durulmadı.
Uzzâ’ya dil uzatılması, Kureyş müşriklerinin çok ağırlarına gitti.
Ebu Uhayha Saîd b. Âs b. Ümeyye, ölümüyle sonuçlanan hastalığa tutulduğu zaman, Ebu Leheb b. Abdulmuttalib onu ziyarete varmış ve ağlar bulmuştu.
Kendisine:
“Ey Ebu Uhayha! Ne diye ağlıyorsun? Yoksa, öleceğine mi ağlıyorsun? Ölmekten kurtulunmaz ki?” deyince, Ebu Uhayha:
“Hayır! Ben öleceğime ağlamıyorum! Fakat, benden sonra Uzzâ’ya tapılmayacağından korkuyor ve buna üzülüyorum!” demişti.
Ebu Leheb:
“Vallahi, Uzzâya senin sağlığından dolayı tapılmıyordu ki, senin ölümünden sonra ona tapılmak bırakılsın!” dedi.
Bunun üzerine, Ebu Uhayha:
“Şimdi anladım ki; benim yerimi tutacak birisi var!” dedi.
Ebu Leheb’in Uzzâ’ya son derecedeki bu bağlılığı ve tapma tutkusu, kendisinin çok hoşuna gitti.
Ebu Leheb Uzzâ’nın kapıcı ve bakıcısı Eflah b. Nadrü’s-Sülemî’yi de ölüm döşeğinde ziyaret edip kendisini üzgün görünce:
“Ben seni niye çok üzgün görüyorum?” demişti.
Eflah:
“Benim ölümümden sonra Uzzâ’ya hizmet edilmemesinden, bakılmamasından korkuyor ve üzülüyorum!” dedi.
Ebu Leheb, ona:
“Hiç üzülme! Senden sonra onun üzerine ben bulunur, onu görür, gözetirim!” diyerek söz verdi.
Bunun üzerine, Ebu Leheb, her kime rastlarsa:
“Eğer Uzzâ Muhammed’e ve dâvasına galebe çalarsa, ben bir elimi onun üzerinde bulunduruyorumdur!
Eğer Muhammed Uzzâ’ya galebe çalarsa-ki, galebe çalacağını hiç sanmıyorum-kendisi kardeşimin oğludur, beni sayar!” diye propaganda yapmaya başlamıştı.[1301]
Uzzâ, Hüzeyllerin Mekke’ye iki gecelik uzaklıktaki Nahletü’ş-Şâmiye vadisinde bulunuyordu.[1302]
Halid b. Velid’in Uzzâ Putunu Kesişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Halid b. Velid’i Uzzâ’ya göndereceği zaman, ona:
“Nahle vadisine git! Orada yanyana üç semüre ağacı bulacaksın! Onlardan birincisini kes!” buyurdu.[1303]
Halid b. Velid, yanına arkadaşlarından otuz süvari alarak Nahle’ye gitti.[1304]
İlk ağacı kesti. Oradaki putu kırdı. Mal anbarını da yaktı.[1305]
Sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü.[1306]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Halid b. Velid’e:
“Yıktin mı?” diye sordu.
Halid b. Velid:
“Evet yâ Rasûlallah!” dedi.[1307]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Birşey gördün mü?” diye sordu.
Halid b. Velid:
“Hayır! Birşey görmedim!” dedi.[1308]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Öyleyse, sen onu daha yıkamamışsın! Ona geri dön![1309] İkincisini de kes![1310] Yık onu da!” buyurdu.
Halid b. Velid, öfkeli bir halde geri dönüp Uzzâ’nın yanına vardı. Kılıcını sıyırdı.[1311]
Uzzâ’nın kapıcı ve bakıcısı Dubay’a, Halid b. Velid’in geldiğini işitince, Uzzâ’nın üzerine bir kılıç asarak kendisi dağa çıktı.[1312]
O sırada, kapkara, çırılçıplak, saçı başı darmadağınık,[1313] elleri boynunda, dişlerini gıcır-datan[1314] bir kadın Halid b. Velid’in karşısına birden dikiliverince, Halid b. Velid’in sırtının tüyleri ürperdi.[1315]
Uzzâ’nın kapıcısı ve bakıcısı ise, Halid b. Velid’e bakarak:
“Ey Uzzâ! Haydi, yalan çıkarma! En şiddetli bir saldırışla Halid’in üzerine saldır! Başörtünü at ve cemren!
Ey Uzzâ! Eğersen bugün Halid’i öldürmezsen, zelil olarak geri dönecek ve Nasranîleştirileceksin!” diye bağırıyordu.[1316]
Halid b. Velid, kılıcını sıyırmış olduğu halde, ona doğru vardı ve:
“Ey Uzzâ! Seni tanımak yok! Tenzih ve tasdik etmek de yok! Allah’ın seni alçalünış olduğunu görüyorum!” diyerek kılıçla vurup şeytan karıyı ikiye böldü.[1317]
O zaman, o, kapkara bir kül haline geldi.
Halid b. Velid, Uzzâ ağacını da kesti.
Uzzâ’nın kapıcı ve bakıcısını da öldürdü.[1318]
Sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü. Olan bitenleri haber verince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet! İşte o, Uzzâ’dır![1319]
Uzzâ, artık ülkenizde kendisine tapılmaktan temelli olarak umudunu kesmiştir.[1320]
Bundan, sonra, Araplar için Uzzâ yoktur! Ona hiç tapılmayacaktir!” buyurdu.[1321]
Halid b. Velid:
“Ey Allah’ın Resûlü! Haıınd olsun O Allah’a ki, bize İslâmiyet gibi yüce bir dini ikram ve ihsan etti de, bizleri helak olmaktan kurtardı. Ben, babamın yüz deve ve koyun içinden en iyisini seçerek götürüp Uzzâ için kestiğini ve onun yanında üç gün kaldıktan sonra sevine sevine yanımıza döndüğünü görürdüm.
Babamın hayatını tüketmiş ve ölüp gitmiş olduğu bu görüş ve inanışa, işitmez, görmez, zarar ve yarar vermez birtaş, ağaç parçası için kurbanlar keserek nasıl aldanmış olduğuna bakıyorum da, şaşıyorum!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bu, hiç şüphesiz, Allah’a ait bir iştir.
Onun doğru yolu kolaylaştırdığı kimse doğru yolu bulur, sapkınlığı kolaylaştırdığı kimse de sapkınlık içinde kalır!” buyurdu.[1322]
Uzzâ’nın yıktırılması hadisesi, Hicreti 8. yılında, Ramazan’ın bitmesine beş gece kala vuku bulmuştur.[1323]
Amr b. Âs’ın Süva’ Putunu Yıkmaya Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Mekke’nin fethinden sonra, Mekke çevresindeki bölgelerde bulunan putları yıkıp ortadan kaldırmak, İslâmiyete aykırı herşeyi değiştirmek üzere her tarafa askerî birlikler gönderdiği sırada,[1324] Amr b. Âs’ı da Hüzeyllerin putu olan S Cıva’ı yıkmaya göndermişti.[1325]
Süva1; Amr b. Luhayy’ın Cidde sahilinde bularak getirdiği ve Arapları tapmaya davet ettiği beş puttan birisi olup, Amr b. Luhayy onu Mudar b. Nizâr soyundan, davetini kabul eden Haris b. Temimü’l-HüzelPye vermişti.
Süva1, Nahle vadisinde, Ruhatta idi.[1326]
Ruhat; Yenbu1 bölgesinde, Medine mülhakatından bir yerdir.[1327]
Yenbu1 da, Mekke ile Medine arasındadır.[1328]
Süva’ın kapıcı ve bakıcısı Benî Lihyanlardandı.[1329]
Süva’ın kapıcı ve bakıcısının Hüzeyllerin Sahile oğullarından olduğu da rivayet edilir.
Si^/a’ putuna, Benî Kinanelerle Hüzeyller, Müzeyneler ve Amr b. Kays b. Ayl anlar taparlardı.[1330]
Süva1 putunun bulunduğu yer, Mekke’ye üç mil uzaklıkta idi.[1331]
Amr b. Âs der ki:
“Süva’ putunun yanına kadar vardım. Yanında, kapıcı ve bakıcısı bulunuyordu.
Bana:
‘Ne istiyorsun?’ diye sordu.[1332]
Ona:
‘Süva’ı yıkmak istiyorum!’ dedim.
Bana:
‘Onu yıkmak senin neyine gerek?’ dedi.[1333]
Ona:
‘Süva’ı yıkmamı[1334] bana Resûlullah Aleyhisselam emretti!’dedim.
Bana:
‘Onu yıkmaya senin gücün yetmez!’ dedi.
Ona:
‘Ne için gücüm yetmez?’ diye sordum.
Bana:
‘O, senden kolayca korunur ve savunur!’ dedi.
Ona:
‘Yazıklar olsun sana ki, hâlâ bâtıl ve boş şeylerle oyalanıp durmaktasın! Bu put işitir veya görür mü hiç?’ dedim, ve yanına yaklaşıp onu kırdım.
Arkadaşlarıma da emrettim: Süva’ın mal deposunu yıktılar, ama onun içinde birşey bulamadılar.
Bakıcıya:
‘Nasıl, gözünle de gördün mü?’ dedim.
Bakıcı:
‘Ben Allah’a boyun eğdim, Müslüman oldum!’ dedi.”[1335]
Sa’d b. Zeyd el-Eşhelî’nin Menat Putunu Yıkmaya Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Fetihten sonra Mekke çevresindeki ülkelerde bulunan putları yıkıp ortadan kaldırmak ve İslâmiyete aykırı şeyleri değiştirmek üzere her tarafa askerî birlikler gönderdiği sırada.[1336] Sa’d b. Zeyd el-Eşhelî’yi de, Müşellel’de bulunan Menat putunu yıkmaya göndermişti.[1337]
Menat; Evs ve Hazrec kabileleri ile Yesrib (Medine) halkından bunların dinine bağlı olanların putu olup, Kudeyd nahiyesinde, Müşellel’de dikili idi.[1338]
Müşellel; Mekke ile Medine arasında, deniz sahilinde, Kudeyd’e kadar uzanan bir dağ olup,[1339] Medine’ye uzaklığı yedi mildir.[1340]
Menat’ı ilk diken, Amr b. Luhayy idi.
Menat, Kudeyd’de, Hüzeyllere ait bir kaya idi.[1341]
Menat, putların hepsinin en eskisi olup, onu Araplar mâbud edinmişlerdi.
Çocuklarına; Abdi Menat, Zeydi Menat gibi adlar takarlardı.
Hemen bütün Araplar, Menat’a tazimde bulunurlar ve onun çevresinde kurbanlar keserlerdi.
Evs ve Hazreclerle Mekke ve Medine’ye gelenler, yakın yerde bulunanlar da, Menat’a tazim ederler, ona kurbanlar keserlerdi, hediyeler sunarlardı.
Yalnız, Maadd’ın evladları, İsmail Aleyhisselamın dininden kalanlara; Rebia ve Mudarlarda, kendi dinlerinden kalanlara bağlı kalmışlardır.
Menat’a, Evs ve Hazrecler kadar sarılan ve tazimde bulunan bir cemaat yoktu.[1342]
Menat, Ezd kabilesiyle Gassan kabilesinin de putu idi.
Bu kabileler Menafi ziyaret ederler, ona tazimde bulunurlardı.[1343]
Sa’d b. Hüzeym ve Kudâalarda Menat’a taparlardı.[1344]
Evs ve Hazreclerle Medinelilerden ve başkalarından bunların dininde bulunanlar, haccederler, halk ile birlikte bütün vakfeleri yaparlar, fakat başlarını tıraş ettiremezlerdi.
Hacdan dağıldıkları zaman, Menat’a giderek başlarını onun yanında tıraş ettirirler, onun yanında kalırlar, böyle yapmadıkça, haclarını tamamlanmış saymazlardı.[1345]
Menat’ın kapıcı ve bakıcısı, Ezd kabilesinden Gatarif idi.[1346]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa’d b. Zeyd’i, 20 süvari ile birlikte, bu Menat’ı yıkmaya gönderdi.[1347]
Menat’ı yıkmaya gidenlerin başında, Hz. Ali’nin[1348] veya Ebu Süfyan b. Harb’in gönderildiği de rivayet edilir.[1349]
Sa’d b. Zeyd, Menat’ın yanına kadar vardı.
Menat’ın kapıcı ve bakıcısı, Sa’d’a:
“Ne yapmak istiyorsun?” diye sordu.
Sa’d:
“Menat’ı yıkmak istiyorum!” dedi.
Menat’ın kapıcı ve bakıcısı:
“Sen bunu yapabilecek misin?!” dedi.
Sa’d b. Zeyd Menata doğru varınca, Menat’tan, kapkara, çırılçıplak, saçı başı darmadağınık bir karı çıkıp göğsünü dövmeye ve bağırmaya başladı!
Menat’ın kapıcı ve bakıcısı, ona:
“Menat’ı yanına al da, sana karşı gelenleri parçala!” dedi.
Sa’d b. Zeyd, kılıçla vurup kara karıyı öldürdü. Arkadaşlarıyla da, varıp Menat’ı da yıktılar.
Menat’ın mal deposunda birşey bulamadılar.
Sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndüler.
Bu hadise, Ramazan’ın bitmesine altı gün kala vuku bulmuştur.[1350]
Amr b. Selimetü’l-Cermî’nin Müslüman ve Küçük Yaşta Kavminin İmamı Oluşu
Amr b. Selimetü’l-Cermî der ki:
“Biz, halkın yol uğrağı olan[1351] bir su başında[1352] bulunuyorduk. Gelen geçen kervanlar,[1353] Resûlullah Aleyhisselamın yanından dönen insanlar bize uğrarlardı.[1354]
Biz de, onlara:
‘Ne oluyor insanlara? Ne oluyor insanlara? Ne yapıyor şu zât?[1355] Ne oldu şu iş?1 diye sorardık.[1356]
Onlar da:
Kendisini Allah’ın peygamber olarak gönderdiği ve kendisine şu şu âyet veya sûreleri vahyettiği söyleniyor!1 derlerdi.[1357]
Ben de, onların yanına sokulur.[1358] o kelamları (Kur’ân-ı Kerîm âyet veya sûrelerini)[1359] dinler,[1360] ezberlerdim.[1361]
Onlardan, dinleyip de ezberlemediğim yoktu.
Böylece, Kur’ârvı Kerîm’den pek çok âyet ve sûreleri ezberlemiştim.[1362]
Sanki, onlar kalbime yapışmış bulunuyordu.[1363]
Arap kabileleri halkı, Müslüman olmak için, Mekke’nin fethini bekliyorlar ve:
‘Onu kavmi olan Kureyşîlerle başbaşa bırakınız!
Eğer o kavmine galebe çalarsa, kendisi, hiç şüphesiz, gerçekten peygamberdir!’ diyorlardı.
Mekke, fâtihleri tarafından fethedilince, bütün Arap cemaatleri Müslüman olmaya koşuştular.[1364]
Temsilci olarak bir adam geliyorve:
‘Yâ Rasûlallah! Ben filan oğullarının elçisi ve temsilcisiyim. Müslüman olmak için sana geldim!’ diyordu.[1365]
Babam Selime de, kavmimle birlikte, Müslüman olmaya koştu.[1366] Allah’ın oturmasını dilediği kadar, Resûlullahın yanında oturdu.[1367]
Sonra da:
‘Bize namazı kim kıldıracak?’ diye sordular.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Sizin Kur’ân’ı en çok bileniniz size imamlık etsin, namazınızı kaldırsın!’ buyurdu.[1368]
Babam, Resûlullah Aleyhisselamın yanından dönüp gelince, kabile halkına:
‘Vallahi, ben size gerçekten peygamber olan bir zâtın yanından geliyorum[1369] ki, o, şöyle şöyle yapmanızı size emrediyor, şundan şundan da sizi nehyediyor.[1370]
‘Filan namazı şu vakitte, filan namazı şu vakitte kılacaksınız! Namaz vakti gelince, biriniz ezan okusun ve Kur’ân’ı en çok bileniniz de, size imamlık etsin!’ buyurdu’ dedi.
Kabile halkı, baktılar İçlerinde Kur’ân’ı benden çok bilen bir kimse bulamadılar.
Çünkü, ben, Kur’ân’ı, uğrayan kervan halkından dinleyip ezberlemiş bulunuyordum.[1371] Bunun için, kabile halkı beni önlerine, imamlığa geçirdiler.
Halbuki, ben o zaman altı-yedi yaşlarında idim.
Üzerimde de, elbise olarak yalnız bir bürde, bürgü vardı.
Rükûa veya secdeye vardığım zaman, yukarı toplanıp edeb yerim açılırdı.
Kabilemizden, yaşlı bir kadın, bu hali görünce:
‘(Kur’ân okuyucunuzun, imamınızın) ud, edeb yerini bize örtülü tutmayacak mısınız?!’ dedi.
Bunun üzerine, satın aldıkları Bahreyn kumaşından, bana bir gömlek (cübbe) biçip diktiler.
Ben, buna sevindiğim kadar, hiçbir şeye sevinmemişimdir!”[1372]
Halid b. Velid’in Benî Cezîmelere Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Allah’a imana davet etmek üzere, Mekke çevresindeki bazı kabilelere askerî birlikler göndermişti.[1373]
Halid b. Velid, Uzzâ’yı yıkıp Mekke’ye dönünce, Peygamberimiz Aleyhisselam onu da Muhacirler ile Ensarve Benî Süleymden 350 kişilik askerî bir birliğin başına geçirerek Benî Cezîmelere gönderdi.[1374]
Halid b. Velid onları sadece İslâmiyete davetle iktifa edecek, çarpışma yapmayacaktı.[1375]
Benî Cezîme b. Âmir b. Abdi Menat b. Kinaneler.[1376] Mekke’nin aşağı tarafında, bir gecelik uzaklıktaki Yelemi em nahiyesinde,[1377] Gumeysâ diye anılan sularının başında oturmakta idiler.[1378]
Halid b. Velid, askerleriyle birlikte Benî Cezîmelerin yurduna vanp dayandı.[1379]
Benî Cezîmeler, Müslümanları görünce, silahlandılar.[1380] Çarpışmaya kalktılar, karşı koymanın en şiddetli siyle karşı koydular.
Halid b. Velid; ikindi, akşam ve yatsı namazlarına kadar bekledi.
Ezan sesi işitilmeyince, üzerlerine saldırdı. Onlardan, öldürülenler öldürüldü. Esir edilenler de esir edildiler.
Benî Cezîmeler, sonradan, kendilerinin Müslüman olduklarını iddia ettiler.[1381]
Abdullah b. Ebi Hadrad der ki:
“Gumeysâ günü, Benî Cezîmelere baskın yapıldığı sırada, süvarilerin arasında ve Halid b. Velid’in yanında idim.
Onlardan bir adamla karşılaştık. Adamın yanında da bir kadın vardı.
Adam, kadından dolayı çarpışarak, onu dağa çıkardı.
Başka bir adamla karşılaştık. Onun yanında da bir kadın bulunuyordu.
Adam, kadından dolayı çarpışarak onu dağa çıkarmayı başardı.
Halid b. Velid:
‘Artık onların ardına düşmeyiniz!’ dedi.[1382]
Müslümanlar, hevdeçli develer üzerindeki kadınları genç bir adamın dağa doğru çekip götürdüğünü görmüşlerdi.
Halid b. Velid:
‘Şunlara yetişiniz!’ diye emretti.
Müslümanlardan bazıları, onların ardına düştüler ve onlara yetiştiler.
Genç adam, Müslümanları görünce, yolda durdu.”[1383]
Müslümanlar kendisinin yanına varınca, recez söyleyerek Müslümanlarla çarpışmaya girişti. Hayli çarpıştıktan sonra, öldürüldü. Kadınlara yetişildi.
Müslümanlar, yine, önceki gibi bir delikanlı ile karşılaştılar.
Delikanlı, recez söyleyerek çarpışmaya başladı.
O da öldürüldü.
Müslümanlar, hevdecin içinde, parlak yüzlü, sararmış benizli, bitkin bir genç adam buldular.[1384]
Ona:
İslâm ol!” dediler.
Genç adam:
“İslâmiyet ne demektir?” diye sordu.
İslâmiyetin ne olduğu, ona anlatıldı.
Kendisinin İsiâmiyetten hiç haberi olmadığı anlaşıldı.[1385]
Ona:
“Sen kâfir misin?”‘ diye sordular.[1386]
Genç adam:
“Sizin istediğinizi yapmazsam[1387] bana ne yapacağınızı öğrenebilir miyim?” diye sordu.[1388]
Müslümanlar
“Kâfir isen,[1389] seni öldürürüz!” dediler.[1390]
“Siz bana bir iyilik yapsanız olmaz mı?” diye sordu.
Müslümanlar
“Ne imiş o iyilik?” dediler.
Genç adam:
“Beni, şu vadinin aşağısındaki hevdeçli kadınlara ulaştırdıktan sonra öldürünüz!” dedi.
Müslümanlar
“Olur! Öyle yapalım!” dediler.[1391]
Elleri bağlı genç, Abdullah b. Ebi Hadrad’a:
“Ey delikanlı!” diye seslendi. Kendisi, Abdullah b. Ebi Hadrad’la yaşıt gibi idi.
Abdullah b. Ebi Hadrad, ona:
“Benden ne istiyorsun?” diye sordu.
Genç adam:
“Sen ellerimin bağını çözsen, beni şu kadınların yanına kadar götürsen de, onlarla olan işimi bitirdikten sonra beni geri çevirip yapmak istediğinizi yapsanız olmaz mı?” dedi.
Abdullah b. Ebi Hadrad:
“Vallahi, senin istediğin şey kolaydır!” diyerek, hemen ellerini çözüp onu kadınların yanına götürdü.
Genç adam, kadınların yanında durdu[1392] ve:
“Selamlarım seni Hubeyş![1393] Artik, tükendi, bitti yaşayış! Benim suçum yok!” dedi[1394] ve ona bir şiir söyledi.[1395]
Kadın:
“Sana da, yedi, sekiz, dokuz, on kere selamlar olsun ve bu selamlar tek çift olarak uzayıp gitsin!” dedi.[1396]
Bundan sonra, genç adamın boynu vuruldu.
Kadın, gelip onun cesedinin üzerine kapandı, onu öpmeye başladı! [1397]
Kadın, bir-iki kere hıçkırdıktan sonra, orada can verdi.
Müslümanlar Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip bu hadiseyi anlattıkları zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“İçinizde, hiç mi bir merhametli adam yoktu?!” buyurdu.[1398]
Rivayete göre; Benî Cezîmelere:
“İşte, bu gelen Halid b. Velid ve yanındakiler de Müslümanlardır!” denilmişti.[1399]
Halid b. Velid, Benî Cezîmelerden silaha sarılmış olanlara:
“Siz, nesiniz?[1400] Müslüman mısınız,[1401] yoksa kâfir misiniz?” diye sordu.[1402]
Benî Cezîmeler
“Eslemnâ! Müslüman olduk!” demeyi beceremediler de; [1403]
“Sabbe’nâ! Sebbe’nâ! Biz, bir dinden çıkıp diğer bir dine girdik!” dediler.[1404]
Başka rivayete göre:
“Biz Müslüman bir cemaatiz, namaz kılıp duruyoruz!
Muhammed’in peygamberliğini doğrulamış, meydanlarımızda mescidler yapmış bulunuyoruz, oralarda ezanlar da okuyoruz!” dediler.
Halid b. Velid:
“Ya üzerindeki silahlar ne oluyor?” diye sordu.
Benî Cezîmeler
“Araplardan bir cemaatle aramızda düşmanlık vardır. Sizin onlar olduğunuzu sandık, korktuk![1405]
Kendimizi İslâmiyete karşı olanlardan koruyalım diye[1406] silahlarımızı üzerimize aldık!” dediler.[1407]
Halid b. Velid onların mazeretlerini kabul etmedi.[1408] Gerçekten Müslüman olduklarına kanaat getiremedi.[1409]
Onlara:
“Silahı, çarpışmayı bırakınız[1410] Tüm insanlar Müslüman olmuşlardır” dedi.[1411]
İçlerinden, Cahdem adındaki kişi:
“Yazıklar olsun size ey Cezîme oğulları! Vallahi, bu, Halid’dir![1412]
Muhammed, Müslüman olduğunu söyleyip duran bir kimseyi araştırmaz.
Halbuki, biz, Müslüman olduğumuzu söylüyoruz.
Bu Halid, Müslümanlara yapılmak istenilmeyen şeyi bize yapmak istiyor!
O, silahlı iken bize yapamayacağı şeyi, bize esirlikte yapacak![1413]
Silahı bırakmanın arkasından esirlik gelecek,[1414] esiri iği n arkasından da[1415] kılıç,[1416] boyunların vurulması gelecek!
Vallahi, ben silahımı elimden hiçbir zaman bırakmam, teslim olmam!” dedi.[1417]
Benî Cezîmelerden bir kısmı Cahdem’in görüşünü benimsedilerve Halid b. Velid’e;
“Hayır! Vallahi, silahı bırakmanın sonu, ancak öldürülmektir!
Bizim ne sana, ne de yanındakilere güvenimiz vardır!” dediler.
Halid b. Velid:
“Teslim olmadıkça, sizin için eman yoktur!” dedi.[1418]
Benî Cezîmelerden bazıları ise, Cahdem’e:
“Ey Cahdem! Sen bizim kanlanmızın dökülmesini mi istiyorsun?!
Halk teslim oldular ve silahlarını bıraktılar. Savaş bırakıldı. Halk emniyet ve selamete erdi.[1419]
Sana Allah’ı hatırlatırız! Bize aykırı davranma!” dediler.
Cahdem, kılıcı bırakmaktan kaçındı.
Cahdem’e:
“Biz Müslümanız. Halk teslim olmuştur.
Muhammed, Mekke’yi fethetmiş bulunuyor.
Halid’den ne diye korkacağız?” dediler.
Cahdem:
“Amma vallahi, siz, bilmediğiniz, eskiden kalma hınç ve kinlerle tutulup cezalandırılacaksınız!” dedi.[1420]
Hep birden üzerine düşünce, Cahdem’e de silahını bıraktırdılar.[1421]
Benî Cezîmeler Halid b. Velid’in verdiği eman sözü üzerine silahlarını bırakınca,[1422] H alid b. Velid:
“Onları esir ediniz!” diye emir verdi.
Cahdem:
“Ey kavmim! O, Müslümanlardan bir kavmi esir etmek mi istiyor?!
O, ancak, yapılmayacak birşeyi yapmak istiyor!
Artık herşey bitti.
Siz bana aykırı davrandınız, sözümü dinlemediniz.
Vallahi, onun yapacağı şey, kılıçtan geçirmektir!” dedi.[1423]
Benî Cezîmelerden bir kısmı teslim oldukları zaman, ötekileri etrafa dağılmışlardı.[1424]
Halid b. Velid, teslim olan Benî Cezimelerin ellerinin boyunlarına bağlanmasını emretti, bağlandı.[1425]
Elleri boyunlarına bağlanınca, kendileri, Müslümanlardan her birine, birer ikişer teslim edildi.[1426]
Cahdem, Halid b. Velid’in Benî Cezîmelere yaptığı muameleyi görünce:
“Ey BenîCezîme! Başınıza gelen şeyi ben size önceden haber vermiş, sizi uyarmıştım!” dedi.[1427]
Benî Cezîmeler, geceyi bağlanmış olarak geçirdiler.
Sabah vakti olunca, Müslümanlarla konuştular; namazlarını kıldıktan sonra, tekrar bağlandılar.
Bunun üzerine, Müslümanlar, aralarında anlaşmazlığa düştüler.
İçlerinden birisi:
“Biz onları esir etmek istemiyoruz.
Onları Peygamber Aleyhisselama götüreceğiz!”
Başka birisi:
“Bakalım sözümüzü dinleyecek mi?” diyordu.
O sırada, Halid b. Velid:
“Herkes, yanındaki esirin kılıçla boynunu vursun!” diyerek seslendi.
Benî Süleymler, ellerindeki her esirin hemen boynunu vurdular.
Muhacirlerle Ensarise, kendilerine teslim edilmiş olan esirleri saldılar.
Ensardan Seleme der ki:
“Halid b. Velid’le birlikte bulunuyordum.
Elimdeki esiri salıp, kendisine:
‘Nereyi istersen, oraya git!’ dedim.
Ensardan olanlarda, yanlarındaki esirleri saldılar, serbest bıraktılar.”[1428]
Abdullah b. Ömer de:
“Halid, ‘Herkes, yanındaki esirin boynunu vursun!’ diye seslenince:[1429]
‘Vallahi, ben esirimi öldürmem! Arkadaşlarımdan olan kişiler de esirlerini öldürmezler!’ dedim.[1430] Esirimi hemen saldım!” demiştir.[1431]
Ebu Beşîrü’l-Mâzinî de, esiri ile aralarında geçeni şöyle anlatır:
“Benî Cezîmelerden yanımda bir esir bulunuyordu.
Halid b. Velid:
‘Herkes, yanındaki esirin boynunu vursun!’ diyerek seslenince, boynunu vurmak için, kılıcımı sıyırdım.
Esir bana:
‘Ey Ensârî kardeş! Sen bu işi kendiliğinden yapma! Kavmine bak!’ dedi.
Baktım ki; Ensar, esirlerini salmışlar!
Esirime:
‘Haydi, sen de nereye istersen git!’ dedim.
Esir
‘Allah sizi mübarek kılsın!
Fakat, bize sizden daha yakın olan kimseler [Benî Süleymler] bizi hiç acımadan öldürdüler!1 dedi.
Halid b. Velid, Muhacirlerle Ensarın esirleri salmalarına kızdı.
O zaman, Ebu Useydü’s-Sâidî, Halid b. Velid’e:
‘Allah’tan kork! Vallahi biz Müslüman bir cemaati öldürmeyiz!’ dedi.
Halid b. Velid, ona:
‘Sen onların Müslüman olduklarını ne biliyorsun?’ diye sordu.
Ebu Useydü’s-Sâidî:
‘Onların Müslüman olduklarını söylediklerini işittik.
Şu mescidler de onların meydanlarında bulunuyor ya!’ dedi.”[1432]
Ebu Katâde de:
“Seher vakti, Halid:
‘Herkes, yanında olan esiri öldürsün!’ diye seslenince, esirimi saldım!
Halid’e:
‘Allah’tan kork! Sen, bu davranışınla, ancak bir ölüşündür!
Bunlar, hiç şüphesiz, Müslüman bir cemaattirler!’ dedim.
Halid b. Velid:
‘Ey Ebu Katâde! Senin onlar hakkında hiçbir bilgin yoktur!’ dedi.
Halid, onlar hakkında ancak içinde taşıdığı kin ve peşin hükme göre konuşmuştu” demiştir.[1433]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Beni Cezimelere Yapılandan Üzüntü Duyuşu ve Allah’a sığınışı
Beni Cezimilerden olup ölümden kurtulan bir adam Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelerek başlarına geleni Peygamberimiz Aleyhisselama haber verince[1434] Peygamberimiz Aleyhisselam ellerini havaya kaldırıp[1435] iki kere:[1436]
“Allah’ım! Halid b. Velid’ in yaptığı şeyden beri, uzak olduğumu Sana arzederim! Diyerek Allaha sığındı.[1437]
Sonra da:
“Onu zorlayıp bundan vazgeçirecek bir kimse yok mu idi?!” diye sordu.
Haberi getiren zât:
“ Evet vardı. Ak tenli, orta boylu bir adam ona karşı koydu.
Fakat, Halid onu azarladı, o da sustu.
Endamı düzgün olmayan, uzun boylu bir adam da ona karşı koymak istemişti” dedi.
Hz. Ömer:
Ya Resûlallah! İlki benim oğlum, diğeri de Ebu Huzeyfe’nin azadlısı Salim’dir.! dedi.[1438]
Rivayete göre; Beni Cezimilerden öldürülenlerin sayısı otuza yakındı.[1439]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ali’yi çağırdı ve:
“Ey Ali! Şu kavmin (Beni Cezimilerin) yanına git! İşlerini hallet! Cahiliye çağındaki davaları ayaklarının altına al, hükümsüz say.” Buyurdu.[1440]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke fethedildiği zaman, Kureyşlilerden Abdullah b. Ebi Rebia ile Safvan b, Ümeyye ve Huvaytıb b. Abdulluzâ’dan, ordu ihtiyacı için, ödünç olarak mühim miktarda para almıştı.[1441]
Hz. Ali, yanına bu paralardan mühim miktarda alarak, Beni Cezimilerin yurduna vardı.
Halid b. Velid’ in öldürmüş, öldürtmüş olduğu kimselerin diyetlerini (kan bedelerini) ödedi.
Kan bedelerinden veya iğtinam edilmiş ya da ziyaa uğratılmış-köpek yalaklarına varıncaya kadar- bütün malların bedellerini kendilerine ödendi.
Onların ödenmedik hiçbir alacakları kalmadı.[1442]
Hz. Ali Beni Cezimilerin yurdundan ayrılacağı sırada, onlara:
“kan veya mal bedelinden, size ödemediğim bir alacağınız kaldı mı?” diye sordu.
Beni Cezimiler:
Hayır! Dediler.
Hz. Ali:
“Şu yanımda kalan paraları da, Resûlallah Aleyhisselamın bilmediği ve sizin bilmediğiniz şeylerden dolayı, Resûlallah Aleyhisselam edına size veriyorum! Dedi, verdi. Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü.[1443]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Ali ne yaptın?” diye sorunca, Hz. Ali :
Ya Resûlallah! Müslüman bir kavmin yanına vardık. Onlar meydanlarına mescidler yapmışlar.
Halid’in öldürmüş, öldürtmüş olduğu herkesin diyetlerini diyetlerini ödedeim. Ve köpeklerinin yalaklarına varıncaya kadar onlara ödeme yaptım.
Yanımda bir miktar para artmış, kalmıştı.
Onlara:
“Resûlallah Aleyhisselamın bilmediği ve sizin bilmediğiniz şeylere karşılık olarak , Resûlallah Aleyhisselam tarafından size ihsan edilmiştir! dedim. ” dedi.[1444]
Resûlallah Aleyhisselam:
“çok iyi yapmış, isabet etmişsin![1445]
Ben Halid’ e adam öldürtmeyi emretmemiş, ancak onları İslamiyete davet etmesini emretmiştim” buyurdu.[1446]
Abdurrahman b. Avf’ın Halid b. Velid’i Kınaması ve Onunla Tartışması
Abdurrahman b. Avf, Halici b. Velid’i çok kınadı ve:
“Ey Halid! Sen Cahiliye çağının işini [1447] İslâmiyette işledin!?” deyince, Halid b. Velid:
“Ben senin babanın öcünü aldım![1448] Onları senin babana karşı tutup cezalandırdım!” dedi.[1449]
Abdurrahman b. Avf:
“Vallahi, yanılıyorsun!
Ben babamın katilini kendi elimle öldürmüşümdür.[1450]
Buna Osman b. Affan’ı şahit tutuyorum” dedi ve Hz. Osman’a dönerek:
“Allah aşkına söyle! Babamın katilini benim öldürdüğümü sen bilmiyor musun?” dedi.
Hz. Osman:
“Allah için, evet!
Biliyorum!” dedi.
Bunun üzerine, Abdurrahman b. Avf, Halid b. Velid’e:
“Fakat, sen amcan Fâke b. Mugîre’nin öcünü aldın![1451]
Yazıklar olsun sana ey Halid! Faraza ben babamın katilini öldürmemiş olsaydım, sen, benim Cahiliye çağındaki babama karşı Müslüman bir kavmi nasıl öldürebilirsin?!” dedi.
Halid b. Velid:
“Onların Müslüman olduklarını sana kim haber verdi?” dedi.
Abdurrahman b. Avf:
“Senin onları mescidler yapmış, Müslüman olduklarını söyler halde bulduğunu, sonra da onları tutup kılıçtan geçirdiğini, birlik halkının hepsi haberverdiler” dedi.[1452]
Bunun üzerine, Halid b. Velid, mazeret olarak:
“Abdullah b. Huzâfetü’s-Sehmî, ‘Resûlullah Aleyhisselam; onlar İslâmiyetten kaçınırlarsa kendileriyle çarpışmanı sana emretmiştir1 diyerek bunu bana emretmedikçe, çarpışma yapmadım!” dedi.[1453]
Hz. Ömer’in Halid b. Velid’i Kınaması ve Kendisine Tavsiyesi
Hz. Ömer de, Halid b.Velid’e:
“Yazıklar olsun sana ey Halid! Sen Benî Cezîmeleri Cahiliye çağına ait bir işten dolayı tutup cezalandırdın!? İslâmiyet kendisinden önceki Cahiliye çağında olan şeyleri yok etmiş değil miydi?” dedi.
Halid b. Velid:
“Ey Ebâ Hafs! Vallahi, ben onları ancak haklı olarak tuttum, müşrik olan bir kavim üzerine baskın yaptım, onlar bana karşı koydular.
Onlar karşı koyunca da, kendileriyle çarpışmamak, benim için mümkün olmadı.
Bunun üzerine, onları esir ettim. Sonra da, kılıçtan geçirdim!” dedi.
Hz. Ömer:
“Abdullah b. Ömer’i nasıl bir adam tanırsın?” diye sordu.
Halid b. Velid:
“Vallahi, onu salih, iyi bir adam olarak tanırım!” dedi.
Hz. Ömer:
“İşte, o, bana, senin haber verdiğinin aksini haber verdi.
Kendisi, bu asker içinde ve senin yanında bulunuyordu!” dedi.
Halid b. Velid:
“Allah’tan mağfiret diliyor ve ona tevbe ediyorum!” dedi.
Hz. Ömer:
“Yazıklar olsun sana! Resûlullah Aleyhisselama git de, senin yarlıganmanı Allah’tan dilesin!” dedi ve bu hadiseden dolayı ona kırıldı.
Halid b. Velid, Hz. Osman’la birlikte Abdurrahman b. Avf’a gitti.
Ondan özür diledi ve onun gönlünü aldı.
Ona:
“Yâ Ebâ Muhammedi Benim için Allah’tan mağfiret dile!” dedi.[1454]
Gerekli Bir Açıklama
Peygamberimiz Aleyhisselam askerî bir birliği bir yene göndereceği zaman, onlara:
“(Gideceğiniz yerde) bir mescid görür veya bir müezzin(in ezan) sesini işitirseniz (ora halkından) hiç
kimseyi öldürmeyiniz!” buyururdu. [1455]
Mealini arz ettiği m iz bu hadis-i şerifi Dârül-Harb ve Dârü’l-İslâm konusunda ölçü olarak gözönünde
tutmak, buna ters düşen yanlış görüş ve yorumlara, uygulamalara sapmamak gerekir.[1456]
[1] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 6, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 373, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 134, 138, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 3, s. 87, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 353, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 58, Taberî, Târîh, c. 125, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 24, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 235, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 242, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 163,Zehebî, Megâzî, s. 449, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 286, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 194, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 79, Halebî, İnşân u’l-uyûn, c. 3, s. 3, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 296.
[2] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 5, s. 181.
[3] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 5, s. 187.
[4] İbrahim: 27.
[5] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 105,111, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 113,117, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1 , s. 54, 59.
[6] Kalkaşandf, Nihâyetü’l-ereb, s. 211.
[7] Bedrüddin Aynf, Umdetu’l-kârf, c. 15. s. 1257.
[8] Ezhakf, Ahbâru Mekke, c. 1 , s. 54.
[9] İbn İshak, İbn Hişam ,Sîre,c. 3, s. 332, Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 611, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 97, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 325, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 350.
[10] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1 s. 350.
[11] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 32, Taberî, Târîh, c. 3, s. 79.
[12] E bu Yusuf, Kitâbu’l -ha rac, s. 210.
[13] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 322, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 612, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1,s.35O.
[14] E bu Yusuf, Kitâbu’l -ha rac, s. 210.
[15] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 612.
[16] E bu Yusuf, Kitâbu’l -ha rac, s. 210.
[17] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 332, Vâkıdî, c. 2, s. 61 2, Belâzurî, c. 1, s. 350, Taberî, Târîh, c. 3, s. 79.
[18] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 612.
[19] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 32.
[20] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 781,782.
[21] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 69, Taberî, c. 2, s. 177, 179.
[22] Taberî, Târîh, c.2, s. 1 77,178, Halebî, İnsânu’l -uyun, c. 3, s. 3.
[23] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 69, 70, Taberî, Târih, c. 2, s. 178,179.
[24] Taberî, Tânh, c.2, s. 1 78.
[25] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 70, Taberî, Târîh, c. 2, s. 179.
[26] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 70.
[27] Taberî, Târîh, c. 2, s. 1 78.
[28] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 70.
[29] Taberî, Târîh, c. 2, s. 1 78.
[30] Taberî, Târîh, c. 2, s. 1 78.
[31] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 70, Taberî, c. 2, s. 179.
[32] Taberî, Târîh, c.2, s. 178,179.
[33] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 70.
[34] Taberî, Tânh, c.2, s. 1 78.
[35] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[36] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 85, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[37] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[38] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 85, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[39] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[40] İbn Sa’d. Tabakât. c. 1. s. 85. Belâzurî. Ensâb. c. 1. s. 71.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/297-302.
[41] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[42] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 85.
[43] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 85, Belâzurî, E nsâb, c. 1, s. 71 .
[44] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 85.
[45] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 85, Belâzurî, E nsâb, c. 1, s. 71.
[46] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[47] Taberî, Târîh, c. 2, s. 1 78, Halebî, İnsânu’l-uvûn, c. 3, s. 3.
[48] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 85, 86, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 71, 72.
[49] Vâkıdî.Megâzî, c.2,s. 781, 782, Belâzurî, c. 1 , s. 71, 72, Halebî, c.3,s. 3, İmta’dan naklen Halebî, c. 3, s. 4, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 288, 289.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/302-303.
[50] İbn İshak, ibn Hişam, Sîre, c. 4, s. 31, 32, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 781, Taberî, Târih, c. 3, s. 110,111, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 223, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 239.
[51] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/303-304.
[52] İbn İshak, İtan Hişam, Sîre, c. 4, s. 32, Taberî, Târih, c. 3, s. 111, İtan Hazm , Cevâmiu’s-Sîre, s. 223, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 239.
[53] Vâkidi, Megâzı, c. 2, s. 730, 731.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/304-305.
[54] Vâkidf, Megâzî, c. 2, s. 782, 783, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 353, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 41, İtan EsTr, Kâmil, c. 2, s. 239, İmta’dan naklen Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 4.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/305-306.
[55] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 783.
[56] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 31, 32.
[57] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 2, s. 361, Ffruzâbâdf, Kâmûsu’l-muhft, c. 2, s. 1 58.
[58] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 1, s. 125.
[59] İbn İshak, İbn Hişam , c. 4, s. 32, Taberî, Târîh, c. 3, s. 111, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 224, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 1 64, Zehebî, Megâzî, s. 437, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 279.
[60] Vâkidf, Megâzî, c. 2, s. 783, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 239, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 278.
[61] Beyhakî, Sünenü’ l-kübrâ, c. 9, s. 120.
[62] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 42.
[63] Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 233, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 278.
[64] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 32, Taberî, c. 3, s. 111, İbn Hazm, s. 224, İbn Esîr, c. 2, s. 239, İbn Seyyid, c. 2, s. 164, Zehebî, s. 437, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 279.
[65] Vâkıdî, c. 2, s. 783, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 134.
[66] Vâkıdî, c. 2, s. 783, İbn Sa’d, c. 2, s. 1 34, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234, İbn Seyyid, c. 2, s. 1 64, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledün-niye Şerhi, c. 2, s. 289.
[67] Vâkıdî, c. 2, s. 783, İbn Sa’d, c. 2, s. 134, İbn Seyyid, c. 2, s. 164, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 289, 290.
[68] Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234.
[69] Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 289.
[70] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 32.
[71] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 32,33.
[72] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 32, Taberî, Târîh, c. 3, s. 111, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 244, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 164, Zehebî, Megâzî, s. 437, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 279.
[73] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 783.
[74] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 32, Vâkıdî, c. 2, s. 783, Taberî, c. 3, s. 111, İbn Hazm, s. 224, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 239, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 164, Zehebî, s. 437, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 279.
[75] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 783.
[76] Zehebî, Megâzî, s. 437.
[77] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 32, Vâkıdî, c. 2, s. 783, Taberî, c. 3, s. 111, İbn Hazm, s. 224, İbn Esîr, c. 2, s. 239, İ bn Seyyid, c.2, s. 164, Zehebî, s. 437, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 279.
[78] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 33, Vâkıdî, c. 2, s. 783, Taberî, c. 3, s. 111, İbn Hazm, s. 224, İbn Seyyid, c.2, s. 164, Zehebî, s. 437, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 279.
[79] Musa b. Ukbe’den naklen Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 281.
[80] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 6.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/306-309.
[81] Vâkidf, Megâzî, c.2, s783.
[82] Vâkidf, c. 2, s. 783, 784, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c.5, s. 6, Halebî, İnsânu’l-uyün, c. 3, s. 4, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledün-niye Şerhi, c. 2, s. 290.
[83] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 783,784.
[84] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 34, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792.
[85] Vâki dr, Megâzî, c.2, s. 792.
[86] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 784, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 290.
[87] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 374.
[88] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 785.
[89] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 787, 788, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 290.
[90] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 788.
[91] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-harac.s.212, Belâzuıî, Fütûhu’l-büldân, c. 1 ,s.44.
[92] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 44.
[93] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-haraç, s. 212.
[94] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 784,785.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/309-312.
[95] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 784,785.
[96] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 784,785.
[97] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 784,785.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/313.
[98] Taberânf, Mu’cemu’s-sagfr, c. 2, s. 73, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1 , s. 192, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 77.
[99] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 36.
[100] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 789, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 134.
[101] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 36.
[102] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 293.
[103] Abdi M enaf oğullarını n annesi de, Kusayy’ın annesi de Huzâalardandı.
[104] Yahut: “Sen kimseyi yardıma çağıramayacaksın sandılar” (Ebu Yusuf, Kitâbu’l-haraç, s. 213).
[105] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 36, 37, E bu Yusuf, Kitâbu’l-harac, s. 213, Vâki di, Megâzî, c. 2, s. 789, Belâzurî,Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 353, 354, Taberî, Târîh, c. 3, s. 111, Taberânf, Mu’cem u’s-sagfr, c. 2, s. 74, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 6, 7, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1175,1176, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 240, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 164, 165, Zehebî, Megâzî, s. 437, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 278, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 178,179.
[106] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 786, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 292.
[107] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 40, Taberî, c. 3, s. 11 3, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 283.
[108] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 784, Halebî, İnsânu’l-uyün, c. 3, s. 4.
[109] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 784, Halebî, c. 3, s. 4, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 290.
[110] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 791, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 134.
[111] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 374.
[112] Halebî, İnsânu’l-uyün, c. 3, s. 5.
[113] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 37, Taberî, Târîh, c. 3, s. 112, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 7, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 240, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 2, s.1 65, Zehebî, Megâzî, s. 437 Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 279, İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c.2, s. 179.
[114] E bu Yusuf, Kitâbu’l-harac, s. 213.
[115] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 37, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 7, İbn Esîr, c.2, s. 240, İbn Seyyid, c.2, s. 165.
[116] Heysemi, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 161, İbn Hacer, Metâlibu’l-âliye, c. 4, s. 240, 241.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/314-316.
[117] İbn Hacer, Metâlibu’l-âliye, c. 4, s. 243.
[118] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 786, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, s. 8, s. 40, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 292.
[119] İbn Hacer, Metâlibu’l-âliye, c. 4, s. 243.
[120] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 786, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 292.
[121] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 786, İbn Hacer, Metâlib, c. 4, s. 243, Zürkânf, c. 2, s. 292.
[122] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 786, 787, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 292.
[123] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 787, İbn Hacer, Metâlib, c. 4, s. 243, Zürkânf, c. 2, s. 292.
[124] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 787, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 8, s. 44, Zürfcânf, c. 2, s. 292.
[125] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 791.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/316-317.
[126] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 784, 786.
[127] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 7, 8,İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 240, Zehebî, Megâzî, s. 437, 438.
[128] İtan Esrr.Kâmil, c. 2, s. 241.
[129] İbn İshak, İtan Hişam, Sîre, c. 4, s. 37, Taberî, Târîh, c. 3, s. 112, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 224, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 7, İbn Ear, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 165, Zehebî, Megâzî, s. 438, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye, c. 4, s. 280.
[130] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 791, Halebî, İnsânu’l-uyün, c. 3, s. 6.
[131] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 791.
[132] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 37,38,Taberî, Târîh, c. 3, s. 112, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 165, Zehebî, Megâzî, s. 438, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 280.
[133] Vâki dr, Megâzî, c. 2, s. 791, 792.
[134] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 38, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792, Taberî, c. 3, s. 112, İbn Seyyid, c. 2, s. 165.
[135] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4 s. 38, Taberî, Târîh, c. 3, s. 112.
[136] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792.
[137] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 11 2, İbn Esîr, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, c. 2, s. 165.
[138] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792.
[139] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Seyyid, c. 2, s. 165, Zehebî, s. 438, Ebu’l-Fida, c. 4, s. 280
[140] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792.
[141] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Seyyid, c. 2, s. 165, Zehebî, s. 438, Ebu’l-Fida, c. 4, s. 280
[142] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/318-320.
[143] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792, Taberî, Târîh, c. 3, s.112, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 165, Zehebî, Megâzî, s. 438, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 280.
[144] İbn Haldun, Târih, c. 2, ks.2s.42.
[145] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Vâkıdî, c. 2, s. 791, 793, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Hazm , Cevâmiu’s-Sîre, s. 225, İbn Esîr, t 2, s. 241, İbn Seyyid, c. 2, s. 1 65, Zehebî, s. 438, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 280, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 179.
[146] Vâkıdî, c. 2, s. 793, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 7, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[147] Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[148] Vâkıdî, c. 2, s. 793, Halebî, c. 3, s. 7.
[149] Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 293.
[150] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 225, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 42, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 293.
[151] Mus’abu’z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 1 22.
[152] Vâkıdî, Megâzî, c. 2,s. 792, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 10, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 7, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[153] Zührî, M eg âzf s. 87, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 374.
[154] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 281.
[155] Zührî, Megâzî, s. 87, Abdurrezzak, c. 5, s. 374.
[156] Zührî, Megâzî, s. 87, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792, Abdurrezzak, c. 5, s. 374, Beyhakî, c. 5, s. 10, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 281 .
[157] Vâkıdî, c. 2, s. 792, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 281, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, c. 2, s. 293.
[158] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 374.
[159] Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 281, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, c. 2, s. 293.
[160] Vâkıdî, c. 2, s. 792, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, c. 2, s. 293.
[161] Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, c. 2, s. 293.
[162] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 38, Taberî, Târih, c. 3, s. 112, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 225, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 165, Zehebî, Megâzî, s. 438, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 179.
[163] İbn İshak, İbn Hişam ,c. 4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Hazm, s. 225, İbn Esîr, c.2, s. 241, İbn Seyyid,c. 2, s. 165,166, Zehebî, s. 438
[164] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-haraç, s. 212.
[165] Ebu Yusuf, s. 212, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 42.
[166] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 42, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 7.
[167] Ebu Yusuf, Kitâbu’l -haraç, s. 212, Bel âzurf, F ütûhu’l -bül dân, c. 1, s. 42.
[168] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 38, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 2, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 166, Zehebî, Megâzî, s. 438, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 179.
[169] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-haraç, s. 212.
[170] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 42.
[171] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 793, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[172] Vâkıdî, c. 2, s. 793, Beyhakî, c. 5, s. 1 0, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, c. 2, s. 293.
[173] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Vâkıdî, c. 2, s. 793, Taberî, c. 3, s. 112.
[174] Ebu Yusuf s. 212, Vâkıdî, c. 2, s. 793.
[175] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 42.
[176] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-haraç, s. 212.
[177] Ebu Yusuf, s. 212, Belâzurî, c. 1, s. 42, E bu’l-Fidâ, c. 4, s. 282.
[178] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-haraç, s. 212.
[179] Belâzurî, c. 1, s. 42, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 282.
[180] Ebu Yusuf s. 212, Belâzurî, c. 1, s. 42, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 282.
[181] Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Esîr, c.2, s. 241, Zehebî, s. 438, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 280, İbn Kayyım, c. 2, s. 179.
[182] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 225.
[183] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Vâkıdî, c. 2, s. 793, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, 10, İbn Hazm, s. 225, İbn Esîr, c.2, s. 241, İbn Seyyid, c. 2, s. 166, Zehebî, s. 438, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 280, İbn Kayyım, c.2, s. 179.
[184] Vâkıdî, c. 2, s. 793, Beyhakî, c. 5, s. 1 0, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 282, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 293.
[185] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 42.
[186] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-haraç, s. 212.
[187] Vâkıdî, M egâzf, c. 2, s. 793, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 10, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 282, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 7, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[188] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 794, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 293.
[189] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 38, Taberî, Târih, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 225, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 1 79.
[190] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 166, Zehebî, Megâzî, s. 438, E bu’l-Fidâ, c. 4, s. 280, İbn Kayyım, c. 2, s. 179.
[191] Zührî, Megâzî, s. 87, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 375.
[192] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 794.
[193] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-haraç, s. 212.
[194] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 38, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 794, Taberî, Târîh, c. 3, s. 112, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 225, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241.
[195] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 794.
[196] Zührî, Megâzî, s. 87, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 375.
[197] İbn İshak, İbn Hişam ,c. 4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 112, İbn Hazm ,s. 225, Beyhakî, c.5, s. 8, İbn Esîr, c.2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 166, Zehebî, Megâzî, s. 438, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 280.
[198] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 794.
[199] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-haraç, s. 212.
[200] Zührî, Megâzî, s. 87, Abdurrezzak, c.5, s. 375.
[201] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 793.
[202] Zührî, Megâzî s. 87,88, Vâkıdî, c. 2, s. 793, Abdurrezzak, c. 5, s. 375.
[203] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 793.
[204] Zührî, s. 88, Abdurrezzak, c. 5, s. 375.
[205] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-haraç, s. 212.
[206] Zührî, Megâzî, s. 88, Abdurrezzak, c. 5, s. 375.
[207] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38, 39, Taberî, c. 3, s. 113, Beyhakî, c. 5, s. 8, 9, İbn Hazm, s. 225, İbn Esîr, c. 2, s. 241 , İbn Seyyid, c. 2, s. 1 66, Zehebî, s. 438.
[208] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 38,39,Taberî, Târih, c. 3, s. 113, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 9, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 166, Zehebî, Megâzî, s. 439, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 179.
[209] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 794.
[210] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-haraç, s. 212.
[211] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 38,39, Taberî, c. 3, s. 113, Beyhakî, c. 5, s. 9, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 225, İbn Esîr,c. 2, s. 241, İbn Seyyid, c. 2, s. 166, Zehebî, s. 439, İbn Kayyım, c. 2, s. 179.
[212] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-haraç, s. 212.
[213] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 794, Taberî, c. 3, s.113, Beyhakî, c. 5, s. 9, İbn Hazm , s. 225, İbn Seyyid, c. 2, s. 166, Zehebî, s. 439, İbn Kayyım, c. 2, s. 179.
[214] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 282.
[215] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 794, Taberî, c. 3, s. 113, Beyhakî, c. 5, s. 11, İbn Esîr, c. 2, s.241, İbn Seyyid, c.2, s. 166, Zehebî, s. 439, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 282, İbn Kayyım, c. 2, s. 179.
[216] Beyhakî, c. 5, s. 11, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 282, Halebî, İ nsânu’l-uyûn, c. 3, s. 8, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[217] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 42.
[218] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-haraç, s. 212, Belâzurî, Fütûh,c.1, s. 42.
[219] Vâkıdî, c. 2, s. 794, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 134.
[220] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 795, Taberî, c. 3, s. 113, İbn Hazm, s. 225, İbn Esîr, c. 2, s. 242, İbn Seyyid, c.2, s. 166, Zehebî, s. 439, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 282.
[221] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 795, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[222] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 39, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 795, Taberî, Târîh, c. 3, s. 113, Beyhakî,Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 11, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 166, Zehebî, Megâzî, s. 439, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 282.
[223] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 795, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 293.
[224] Zührî, Megâzî, s. 88, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 375.
[225] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 39, Taberî, Târîh, c. 3, s. 11 3, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 9, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 166, Zehebî, Megâzî, s. 439, İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 2, s. 179,180.
[226] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 795, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 282, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 78, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 8, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[227] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 795, Taberî, c. 3, s. 113, Beyhakî, c. 5, s. 9, İbn Seyyid, c. 2, s. 166, Zehebî, s. 439, İbn Kayyı m, c. 2, s. 1 80.
[228] Zührî, Megâzî, s. 88, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 375.
[229] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 225, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 42.
[230] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-haraç, s. 212.
[231] Ebu Yusuf, s. 212, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 42.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/320-330.
[232] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 796, Taberî, c. 3, s. 113, Beyhakî, c. 5, s. 11, İbn Seyyid, c. 2, s. 166, Zehebî, s. 439, Ebu’l-Fidâ, t 4, s. 282, İbn Kayyım, c. 2, s. 180.
[233] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-haraç, s. 212.
[234] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796.
[235] Taberânf, Mu’cemu’s-sagfr, c. 2, s. 73, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 192, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 77.
[236] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796.
[237] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 39, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796.
[238] Ebu Yusu f, Kitâbu’l -h araç, s. 213.
[239] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 39, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 3.
[240] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 796, Taberî, c. 3, s. 113, Taberânf, Mu’cemu’s-sagfr, c. 2, s. 73, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 180, Kastalânf, c. 1, s. 192.
[241] Taberânf, M u’cem u’s-sagfr, c. 2, s. 73, Heysem f, Mecmau’i-ievâid, c. 6, s. 163, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s:. 78.
[242] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796.
[243] Musa b. Ukbe’den naklen Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 282, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 10.
[244] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 283.
[245] Beyhakî, Sünen, c. 9, s:. 234, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 283.
[246] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-haraç, s. 213.
[247] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796.
[248] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 134.
[249] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 797, Taberî, Târîh, c. 3, s. 113, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 225, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s.1 2, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 180, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 78 Halebî,İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 79.
[250] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-harac, s. 213, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 134, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 10.
[251] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796.
[252] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s:. 1 0.
[253] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 39, 40, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796, Taberî, Târîh, c. 3, s. 112, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 244, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 1 66, Zehebî, Megâzî, s. 439, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 283.
[254] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 799.
[255] Yâkubî, TârTh, c. 2, s. 58.
[256] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 799, 800.
[257] Zührî, Megâzî, s. 86, İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Vâkıdî, c. 2, s. 801, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 135, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 90, Taberî, c. 3, s. 114,1 22 Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 21, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 226, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 244, İbn Seyyid, c. 2, s. 167, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 285, İbn Kayyım, c. 2, s. 180, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 164, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 194,195, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 80.
[258] Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 26, Zehebî, Megâzî, s. 433, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 285, Heysemî, c. 6, s. 170, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c.8,s.3, Kastalânf, c.1, s. 194, Halebî, c. 3, s. 13, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 298.
[259] Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 194, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 298.
[260] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 80, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 13.
[261] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 800, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 1 3.
[262] Vâkıdî, c. 2, s. 800, Taberî, Târîh, c. 3, s. 122, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 42 Halebî, c. 3, s. 13.
[263] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 63, Taberî, c. 3, s. 122, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 227.
[264] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 800, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 1 3.
[265] Vâkıdî, c. 2, s. 800, Taberî, c. 3, s. 122, İbn Hazm, s. 227, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 42, Halebî, c. 3, s. 13.
[266] Vâkıdî, c. 2, s. 800, Halebî, c. 3, s. 1 3.
[267] Vâkıdî, c. 2, s. 800.
[268] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 63, Taberî, c. 3, s. 122, İbn Hazm, s. 227.
[269] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 63.
[270] Taberî, Târîh, c. 3, s. 122.
[271] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 800, Halebî, c. 3, s. 13.
[272] Taberî, c. 3, s. 1 22, İbn Hazm , s. 227, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 244, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 42.
[273] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 812.
[274] Vâkıdî, c. 2, s. 812, 813, İbn Hazm s. 227.
[275] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 244.
[276] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 177.
[277] Taberî, c. 3, s. 1 22, İbn Hazm , s. 227, İbn E sır, c. 2, s. 244, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 42.
[278] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Taberî, c. 3, s. 114, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 20, İbn Hazm, s. 226, İbn Esîr, c. 2, s. 242, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 167, Zehebî, Megâzî, s. 441, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 285.
[279] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[280] İbn Hacer’den naklen Zürkânf, M evâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 298.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/330-336.
[281] İbrı İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 40, Vâkıdî, c. 2, s. 797, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 79, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 89, Belâzurî, Ensâbu’l-esrâf, c. 1, s. 354, Taberî, c.3,s. 113, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 16, İbn Hazm, s. 226, İbn Esir, c. 2, s. 242, İbnSeyyid, c. 2, s. 167, Zehebî, s.439, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 283, İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 2, s. 180, Heysemî, c. 6, s. 162, İbn Haldun, c.2,ks. 2,s.42.
[282] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, B. Aynf, Umdetü’l-kârf, c. 14, s. 255, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 194, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 11, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 298.
[283] Süheylf, Ravclu’l-ünüf, c. 7, s. 86, Kurtubf, Tefsir, c. 18, s. 50, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye, c. 4, s. 284, B. Aynf, Umdetü’l-kârf, c. 14, s. 255, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 194, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 79, Halebî, c. 3, s. 11.
[284] Vâhidf, Esbâbu’n-nüzûl, s. 282, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 88, Neseff, Medârik, c. 4, s. 245, Bedrüddin Aynf, Umdetü’l-kârî, c. 14, s. 255.
[285] Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 48.
[286] Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 147.
[287] Halebî, İnsânu’l-uyÜn, c. 3, s. 11,12.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/336-337.
[288] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 40, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 797, Taberî, Târih, c. 3, s. 113, Beyhakî.Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 16, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 242, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 283, Diyarbekrî, Târihu’l-hamfs, c. 2, s. 79.
[289] Vâkidi, c. 2, s. 798, İbn Esîr, c. 2, s. 242, B. Aynı, Umdetü’l-kârf, c. 1 4, s. 255, Diyarfcekrf, c. 2, s. 79.
[290] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 88, Vâhidf, Esbâbu’n-nüiûl, s. 281, Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51, Neseff, Medârik, c. 4, s. 245, B. Aynf, Umdetü’l-kârf, c. 14, s. 255.
[291] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 58.
[292] Vahi df, E sbâbu’n-nüzül, s. 282, Zem ahşerî, K eşşâf, c. 4, s. 88, Kurtubf, c. 18, s. 51, Ne seff, M e dâri k, c. 4, s. 245, B. Ayn f, Umdetü’l-kârf, c. 1 4, s. 255.
[293] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 88, Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51, Neseff, Medârik, c. 4, s. 245, B. Aynf, Umdetü’l-kârf, c. 1 4, s. 255.
[294] Zemahşerf, c. 4, s. 88, Vâhidf, s. 282, Kurtubf, c. 18, s. 51.
[295] Zemahşerf, c. 4, s. 88, Kurtubf, c. 18, s. 51, B. Aynf, c. 24, s. 245.
[296] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 860.
[297] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 78.
[298] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 361.
[299] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 88, Vâhidf, E sbâbu’n-nüzül, s. 282, Neseff, Medârik, c. 4, s. 245, B. Aynf, Umdetü’l-kârf, c. 14, s. 245.
[300] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, 799, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 294.
[301] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 40, 41, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 797, Taberî, Târih, c. 3, s. 113, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 16, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 167, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye Ve’n-nİhâye, C. 4, S. 283, İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 2, s. 180, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 11, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 294.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/337-339.
[302] Başka rivayette Mikdad yerine E bu Mersed el -Ganevf zikredilin iştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 105, Müslim , c. 4, s. 1942).
[303] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,s.79, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 60, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1941, E bu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 47, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 409.
[304] Vâhidf, Esbâbu’n-nüzûl, s. 282, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 88, Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51, B. Aynf, Umde, c. 14, s. 255, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 79, Halebî, İnsan, c. 3, s. 11, Zürkânf, c. 2, s. 295.
[305] Vahidî, s. 282, Zemahşerî, c. 4, s. 88, Kurtubî, c. 18, s. 51, Neseff, c. 4, s. 245, Diyarbekrî, c. 2, s. 79, Halebî, c. 3, s. 11 , Zürkânf, c. 2, s. 295.
[306] Ahmed b. Hanbel, c.1, s. 79, Buhârî, c. 6, s. 60, Müslim, c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47, Tirmizî, c. 5, s. 409.
[307] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,s.1O5.
[308] Ahmed b. Hanbel, c. 79, Buhârî, c. 6, s. 60, Müslim, c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47, Tirmizî, c. 5, s. 409.
[309] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 105, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 226.
[310] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 41, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, Taberî, Târîh, c. 3, s. 114, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 226, Vâhidf, Esbâbu’n-nüzûl, s. 282, Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 167, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 283, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 180.
[311] Vâhidf, s. 282, Zemahşerf, c. 4, s. 88, Kurtubf, c. 18, s. 51, Neseff, c. 4, s. 245.
[312] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 41, Vâkıdî, c. 2, s. 798, Ahmed b. Hanbel, c. 1 , s. 79, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47.
[313] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 301.
[314] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 60, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 301.
[315] Vâhidi, Esbâbu’n-nüzûl, s. 282, Zemahşerf, c. 4, s. 88, Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51, Neseff, c. 4, s. 245.
[316] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 41, Vâhidf, c. 2, s. 798, Taberî, Târih, c. 3, s. 114 .
[317] Ahmed b. Hanbel, c.1, s. 79, Buhârî, c. 6, s. 60, Müslim, c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47, Tirmizî, c. 5, s. 410.
[318] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,s.1O5.
[319] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 41, Vâkıdî, c. 2, s. 798, Taberî, Târîh, c. 3, s. 114.
[320] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 301.
[321] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 79, Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 60, Müslim, Sahîh.c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 47, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 410.
[322] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 41, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 105.
[323] Ahmed b. Hanbel, c.1, s. 79,80, Buhârî, c. 6, s. 60, Müslim , c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47, Tirmizî, c. 5, s. 410.
[324] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 414, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, Taberî, c. 3, s. 114, Kurtubf, c. 18, s. 51.
[325] Ahmed b. Hanbel, c.1, s. 80, Buhârî, c. 6, s. 60 Müslim, c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47, Tirmizî, c. 5, s. 410.
[326] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 41, Vâkıdî, c. 2, s. 798, Taberî, c. 3, s. 114.
[327] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 60.
[328] Vâhidf, s. 282, Zemahşerf, c. 4, s. 89, Kurtubf, c. 18, s. 50.
[329] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 105.
[330] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 89, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 284.
[331] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 105, Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 59.
[332] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 105.
[333] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 41, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 80, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 60, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 1 941, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 47, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 41 0, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 354.
[334] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 109.
[335] Hakim, Müstedrek, c. 3, s. 302.
[336] Ahmed b. H anbel, M üsned, c. 1, s. 105, Bel âzurf, E nsâbu’l-eşrâ f, c. 2, s. 35 4, Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 59.
[337] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 80, Buhârî, c. 6, s. 60, Müslim, c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47, Tirmizî, c. 5, s. 410.
[338] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 105, Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 60.
[339] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 41, Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 60.
[340] Mümtahine: 1.5.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/339-344.
[341] İbn İshak, İtan Hişam, Sîre.c.4, s. 31, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[342] Zührî, Megâzî, s. 86, İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 801, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 90, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 21, 24, Etau’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 268.
[343] Zührî, M egâzf, s. 86, İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Vâkıdî, M egâzf, c. 2, s. 801, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 1 35, fihmed b. Hanbel, c. 1 , s. 325, Buhârî, c. 5, s. 90, Taberî, TâriVı, c. 3, s. 114, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvye, c. 5, s. 21, 22, İbn Seyyid, Uyûnu’l- eser, c. 2, s. 167, Zehebî, Megâzî, s. 441 , Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 286, 287, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 180, Heysemî, Mecmau’i-ievâid, c. 6, s. 165.
[344] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 801, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 1 35.
[345] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 4.
[346] Vâkıdî, c. 2, s. 801, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 135.
[347] Yâ kût. M u’cem u’l-bül dân. c. 3. s. 421. Sem hû df. Vefâu”! -vefa. c. 4. s. 1253.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/345.
[348] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 801, Ibn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[349] Erâk; Mekke yakınında, A-afatta, Memire’de bir yerdir (Yâkût, Mu’cemu’l-buldan, c. 1, s. 135).
[350] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 804, 805.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/345-348.
[351] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 802, 804.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/348.
[352] Vâki dr, Megâzî, c. 2, s. 801, 802.
[353] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 25, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 286.
[354] Halkın buraya Kudeyd dediği de bildirilir (İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 180).
[355] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 42, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 802, Buhârî, Sahîh, t 5, s. 90.
[356] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 226, 227.
[357] Su yerine süt rivayeti de vardır (jbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 1 39 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 344, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 90).
[358] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 90, Müslim , Sahîh, c. 2, s. 785, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 4, s. 25, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 286.
[359] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 42, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 802, Buhârî, c. 5, s. 90,MüsJim, c. 2, s. 785, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 316.
[360] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 139, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 227.
[361] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 802, Müslim, Sahîh, c. 2, s. 785, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 25, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 227, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 286, 287.
[362] Müslim, Sahîh, c. 2, s. 785.
[363] Vâkıdî, c. 2, s. 802, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 15, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 300.
[364] Ahmed b. Hanbel. Müsned. c. 3. s. 29. Buhârî. Sahîh. c. 5. s. 90. Tirmizî. Sünen. c. 4. s. 198.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/348-349.
[365] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 242, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 167.
[366] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 242.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/350.
[367] Vâkıdı, Megâzî, c.2, s. 804, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[368] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[369] Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s. 801, 804.
[370] Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s. 812, 81 3.
[371] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 819, 820.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/350-352.
[372] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 42, Zehebî, Megâzî, s. 448.
[373] İbn Adilberr, İstiâb, c. 4, s. 1674.
[374] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 807, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[375] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 806, İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 50.
[376] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 806.
[377] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 807, İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 50.
[378] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 807, 811, 81 2.
[379] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 807, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[380] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[381] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 807, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[382] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[383] Vâkıdî, c. 2, s. 807, İbn Sa’d, c. 4, s. 50.
[384] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 807.
[385] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 807, 88 İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[386] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 808.
[387] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 43, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 810, Taberî, Târîh, c. 3, s. 114, Beyhakî.Delâilü’n-nübüvvıe, c. 5, s. 27, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 167.
[388] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 810.
[389] Vâkıdî, Megâzî, c.2,s. 810, İbn ^dilberr, İstiâb, c. 4, s. 1674, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 6, s. 165, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 180.
[390] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 43, Taberî, Târîh, c. 3, s. 114, Zehebî, Megâzî, s. 448.
[391] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 808, 809.
[392] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1674, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 167,168, İbn Kayyım , Zâdu’l-m ead, c. 2, s. 181.
[393] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 43, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 811, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 28.
[394] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 811.
[395] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 43, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 811, Taberî, Târîh, c. 3, s. 114.
[396] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1674, İbn Esîr, Kâmil, c.2,s. 244, İbn Kayyım, Zâdu’l-m ead, c. 2, s. 181.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/352-358.
[397] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Taberî, c. 3, s. 11 4.
[398] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 814, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[399] İbn Asâkir’den naklen Alâüddin £Ji, Kenzü’l-ummâl, c. 11, s. 359, Takiyyüddin, Ikdu’s-simm, c. 6, s. 4.
[400] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Taberî, c. 3, s. 11 4, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 39.
[401] Vakıdî, c. 2, s. 814, İbn Sa’d, Tabakât, c.2, s. 135, Beyhakî, c. 5, s. 39.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/358.
[402] Vâkıdi, Megâzî, c. 2, s. 814, İbn Sa’d, Tabakât, c.2, s. 135, Halebi, İnsanu’l-Uyun, c. 3, s. 16.
[403] Vâkıdi, Megâzî, c. 2, s. 814.
[404] Vâkıdî, c. 2, s. 814, Heysemî, Meanau’z-zevâid, c. 6, s. 170.
[405] Taberî, Târih, c. 3, s. 117.
[406] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 42, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 36.
[407] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 814, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 36.
[408] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4 s. 42, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 36, Heysemî, Meanau’z-zevâid, c. 6, s. 165.
[409] Zührî, Megâzî, s. 88, Abdumezzak, Musannef, c. 5, s. 375.
[410] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 814, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 36.
[411] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 5, s. 170.
[412] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 91.
[413] Taberânf, M u’cem u’s-sagfr, c. 2, s. 74.
[414] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 814.
[415] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 288.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/359-360.
[416] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 44, Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 815, 816, Taberî, Târîh, c. 3, s. 115, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c.5,s.33.
[417] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 44, Vâkıdî, c. 2, s. 816,817.
[418] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 135, Taberî, c. 3, s. 116, Beyhakî, c. 5, s. 33.
[419] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 44, Vâkıdî, c. 2, s. 817.
[420] Taberî, Târih, c. 3, s. 116, Beyhakî, c. 5, s. 33. 41 4.
[421] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 44.
[422] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 44, Vâkıdî, c. 2, s. 817, Beyhakî, c. 5, s. 33, Zehebî, Megâzî, s. 451.
[423] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 817.
[424] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 44, 45, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 817, Taberî, Târih, c. 3, s. 116, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve,c.5, s. 33.
[425] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 45, Taberî, c. 3, s. 11 6, Beyhakî, c. 5, s. 33.
[426] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 817.
[427] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 171.
[428] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 4, Vâkıdî, c. 2, s. 817.
[429] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 817.
[430] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 45, Vâkıdî, c. 2, s. 817, Taberî, c. 3, s. 116, Beyhakî, c. 5, s. 33.
[431] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 45, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 817, 818, Taberî, Târih, c. 3, s. 166, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 33, 34.
[432] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 815, Taberî, Târîh, c. 3, s. 117, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 18.
[433] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 815.
[434] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 45, Vâkıdî, c. 2, s. 817, 818, Taberî, c. 3, s. 116, Beyhakî, c. 5, s. 32.
[435] Zührî, Megâzî, s. 88, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 76.
[436] Vâkıdî, c. 2, s. 815, Beyhakî, c. 5, s. 40, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 171.
[437] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 43.
[438] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 835, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 43.
[439] Zührî, Megâzî, s. 88, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 376.
[440] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 171.
[441] Vâkıdî, c. 2, s. 815, Taberânf, Mu’cemu’s-sagfr, c. 2, s. 75, Heysemî, c. 6, s. 164.
[442] Vâkıdî, c. 2, s. 816, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 40, Heysemî, c. 6, s. 170.
[443] Taberânf, Mu’cemu’s-sagfr, c. 2, s. 75, Heysemî, c. 6, s. 164.
[444] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 816.
[445] Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 37, Zehebî, Megâzî, s. 443, Heysemî, c. 6, s. 171.
[446] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 43, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 37, Zürkânf, M evâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 312.
[447] Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 37, Zehebî, Megâzî, s. 444, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 171.
[448] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 815.
[449] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 46, Vâkıdî, c. 2, s. 817, 818, Taberî, Târîh, c. 3, s. 116, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 34, Zehebî, Megâzî, s. 452, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 43.
[450] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 170.
[451] Zührî, Megâzî, s. 88, 89, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 376, Zehebî, Megâzî, s. 451, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 87, s. 6, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 18.
[452] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 46, Vâkıdî, c. 2, s. 818, Taberî, c. 3, s. 116, Beyhakî, Delalilü’n-Nübüvve, c. 5, s. 34, İbn Haldun, Tarih, c. 2, s. 43.
[453] Vâkıdî, c. 2, s. 816, Beyhakî, c. 5, s. 37, 40, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 6, s. 171, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamfs, c. 2,s.81.
[454] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 45, 46, Vâkıdî, c. 2, s. 81 7, 818, Taberî, c. 3, s. 116, Beyhakî, c. 5, s. 37.
[455] Zührî, Megâzî, s. 89, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 376.
[456] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 46, Vâkıdî, c. 2, s. 818, Taberî, c. 3, s. 117, Beyhakî, c. 5, s. 34, Zehebî, Megâzî, s. 450.
[457] Zührî, Megâzî, s. 89, Abdurrezzak, c. 5, s. 376.
[458] Beyhakî, c. 5, s. 32, Zehebî, s. 450, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 921.
[459] İbn Abdilberr, İstiâb,c.4, s. 1679, Zehebî, s. 450, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 291.
[460] Beyhakî, c. 5, s. 32, Zehebî, s. 450, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 291.
[461] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 46, Yâkubî,Târîh, c. 2, s. 59, Taberî, c. 3, s. 116, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre,s. 229, Beyhakî, c. 5, s. 32, 34, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 291, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 43.
[462] Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 32, Zehebî, s. 450, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 291.
[463] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 46, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 818, Taberî, Târîh, c. 3, s. 116, İbn Abdilberr, İstiâb.c.4, s. 1679, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye, c. 4, s. 291, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 43.
[464] Zührî, M egâzf, s. 89, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 376, Belâzurî, E nsâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 355, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1 679, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 34, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 19.
[465] Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 32, Zehebî, Megâzî, s. 450, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 291.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/360-368.
[466] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 46, Vâkıdî, c.2, s. 818, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 91.
[467] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 290.
[468] Zührî, Megâzî, s. 89, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 376.
[469] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 818, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 172, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 8, s. 6.
[470] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 172.
[471] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 818.
[472] İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 8, s. 6.
[473] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 819, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 172, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 8, s. 6.
[474] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 172.
[475] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 818.
[476] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 172.
[477] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 41, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 8, s. 6.
[478] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 818.
[479] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 46, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 818.
[480] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 818, 81 9, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 304.
[481] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 20.
[482] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 46, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Taberî, Târîh, c. 3, s. 116, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 170, Zehebî, Megâzî, s. 452, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 292, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 184.
[483] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 819, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c.2, s. 304.
[484] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91.
[485] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 819, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 304,305.
[486] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 819, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 305.
[487] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 819.
[488] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 819, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c.2, s. 305.
[489] Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 305.
[490] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 820, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 305.
[491] Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 305.
[492] Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 305.
[493] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 820, 821, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 305.
[494] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 46, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Taberî, Târîh, c. 3, s. 116, 117, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 35, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 167.
[495] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 821, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 305.
[496] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 821.
[497] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 21, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 307.
[498] Vâkıdî, c. 2, s. 821, Halebî, c. 3, s. 21, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 307.
[499] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 230.
[500] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 821.
[501] Vâkıdî, c. 2, s. 821, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[502] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 821.
[503] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 119.
[504] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 377, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91.
[505] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 821, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 119, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c.2,s.182.
[506] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 821, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 128.
[507] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 170.
[508] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 821.
[509] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 119, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1 , s. 195.
[510] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 119, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1 , s. 195.
[511] Zührî, Megâzî, s. 89, Abdurrezzak, M usannef, c. 5, s. 376.
[512] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 175.
[513] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 47, Vâkıdî, c. 2, s. 822, İbn Sa’d, Tabakât, c.2, s. 135, Taberî, Târîh, c. 3, s. 117, Beyhakî, c. 5, s. 35, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 246, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 170, Zehebî, Megâzî, s. 452, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 290, İbn Kayyım, c. 2, s. 182.
[514] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 119, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1 , s. 196.
[515] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91 , Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 119, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 38, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 291, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 1 82, Kastalânf, Mevâhib, c. 1 , s. 196, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 308.
[516] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 821, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 171, 172, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 8, s. 7.
[517] Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 44, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 7, s. 6-7, Kastalânf, c. 1, s. 196.
[518] İbn Hacer, Fethu’l -b ârf, c. 8, s. 6-7, Kast alânf, M evâhib, c. 1, s. 196.
[519] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 822, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 182.
[520] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 821.
[521] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 21, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 307.
[522] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 821.
[523] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 172.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/368-378.
[524] Zi Tuvâ; Mekke yakı nında bir vadidir (Ffruzâbâdf, Kâmûsu’l-muhft, c. 4, s. 360, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 255).
[525] Vakıdî, Megâzî, c. 2, s. 823.
[526] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 47, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824.
[527] Vâkıdî, Megâzı, c. 2, s. 824, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 320.
[528] Ahmedb.Hanbel.Müsned.c. 4, s. 305Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 294, 295, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1 037, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 156.
[529] Kasas: 28/85.
[530] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 68, 69, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 246, 247, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 82.
[531] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, Halebî, İnsânu’l-uyün, c. 3, s. 27, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 321.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/379-380.
[532] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 49, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823, Taberî, Târih, c. 3, s. 118.
[533] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823.
[534] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 357.
[535] Ehâbiş; Mustalıklar ile Hevn b. Huieyme oğulları, Mekke’nin aşağısı ndaki Hubşa dağı eteğinde toplanıp düşmanlarına karşı birlikte hareket edecekleri hakkında Kureyş müşrikleriyle antlaşmış oldukları için, toplantı yerlerine izafetle bu kabilelere Ehâbiş denilmiştir Çİbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 2, s. 25, Kalkaşandf, Nihâyetü’l-ereb, s. 164).
[536] Taberî, Târîh, c. 3, s. 117, 118, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 247, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 197.
[537] Handeme, Mekke dağlarındandır (Yakût, M u’cem u’l-bül dan, c. 2, s. 392).
[538] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 49, Taberî, c. 3, s. 11 8, İbn Esir, c. 2, s. 247.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/380.
[539] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 231 .
[540] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 49, Müslim , Sahih, c. 3, s. 1407.
[541] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 49, Müslim , c. 3, s. 1407, Taberî, c. 3, s. 118.
[542] İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 8, s. 8, Kastalânf, Mevâhib, c. 1,5.197.
[543] Küdâ, ZT Tuvâ’da Kuaykıan dağının yanında, Mekke’nin yukarısına düşen bir yer olup, Akabe’ye oradan çıkılır (Yâküt, Mu’cemu’l-buldan, c. 4, s. 440).
[544] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 49, Vâkıdî, c.2, s. 825, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 1 35,136.
[545] Hacun; Mekke’nin yukarısında, M ekkelilerin kabirlerinin yanında bir tepecik olup, Beytullah’a uzaklı ğı bir buçuk m il veya bir fersah ve bir fersahın da üçte biri kadardır (Yâküt, c. 4, s. 225). Bey’at Mescidinin hizasındadır (Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 273).
[546] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 91, Taberî, Târih, c. 3, s. 117.
[547] Taberî, Târih, c. 3, s. 117, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 8, s. 8.
[548] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 49, Müslim , c. 3, s. 1407, Taberî, c. 3, s. 118.
[549] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 49, Taben, c. 3, s. 11 8.
[550] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 49, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c.2, s. 136.
[551] İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 8, s. 8, Halebî, İnsânu’l-uyün, c. 3, s. 24.
[552] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1407.
[553] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1405.
[554] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1407.
[555] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 51, Vâkıdî, c.2, s. 825, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 136, Taberî, c. 3, s. 11 9, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 247.
[556] Vâkıdî, c. 2, s. 825, İbn Sa’d, c. 2, s. 136, Taberî, c. 3, s. 120.
[557] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 92.
[558] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 825, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 136.
[559] İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 251.
[560] İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 1 85, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 8, s. 10.
[561] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 789.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/381-383.
[562] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 157.
[563] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 92.
[564] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 1 57, c. 5, s. 92.
[565] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 92.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/383.
[566] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 48, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 173. 555.
[567] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824.
[568] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 48, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 173.
[569] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 173.
[570] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Heysemî, c. 6, s. 173.
[571] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 48, Vâkıdî, Megâif, c. 2, s. 824, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 1 73.
[572] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824.
[573] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 173.
[574] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824.
[575] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 173.
[576] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 48, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 173.
[577] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824.
[578] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Heysemî, c. 6, s. 173.
[579] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824.
[580] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Heysemî, c. 6, s. 173.
[581] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Vâkıdî, c. 2, s. 824, Heysemî, c. 6, s. 173.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/383-385.
[582] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 822.
[583] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 47, Vâkıdî, c. 2, s. 822.
[584] Taberî, Târîh, c. 3, s. 117, İbn Haim, Cevâmiu’s-Sîre, s. 230, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 246, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s.10.
[585] Taberî, c. 3, s. 117, İbn Esîr, c. 2, s. 246, İbn Seyyid, c. 2, s. 170.
[586] Taberî, c. 3, s. 117, İbn Seyyid, c. 2, s. 170.
[587] Taberî, Târîh, c. 3, s. 117, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 170, Heysemî, Mecmau’i-ievâid, c. 6, s. 170, 171.
[588] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 355.
[589] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 246.
[590] Zührî, Megâzî, s. 89, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 377, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 246.
[591] Zührî, Megâzî, s. 89, Abdurrezzak, c. 5, s. 377, İbn E ar, c. 2, s. 246.
[592] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 173.
[593] Taberî, c. 3, s. 117, İbn Esîr, c. 2, s. 246.
[594] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823.
[595] Zührî, s. 89, İbnİshak.İbn Hişam, c. 4, s. 47, Abdurrezzak, c. 5, s. 377.
[596] Zührî, s. 89, Abdurrezzak, c. 5, s. 377, İbn Esîr, c. 2, s. 246, Heysemî, c. 6, s. 1 6.
[597] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823.
[598] Zührî, s. 89, İbn İshak.İbn Hişam, c. 4, s. 47, Vâkıdî, c. 2, s. 823, Abdurrezzak, c. 5, s. 377, İbn Esîr, c. 2, s. 246.
[599] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 47.
[600] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823.
[601] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 246.
[602] Zührî, s. 89, Abdurrezzak, c. 5, s. 377, İbn Esîr, c. 2, s. 246.
[603] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 246.
[604] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 47, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823, Heysemî, Meonau’z-zevâid, c. 6, s. 1 67.
[605] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823.
[606] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 47, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 170, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 1 82, Heysemî, c.6,s.167.
[607] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 47, İbn Seyyid, c. 2, s. 170, İbn Kayyım, c. 2, s. 182, Heysemî, c. 6, s. 167.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/385-387.
[608] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 171.
[609] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 171.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/387-388.
[610] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 49, Vâkidf, Megâzî, c. 2, s. 825, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 1 36, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 197.
[611] Taberî, Târih, c. 3, s. 117, 118, Kasta lanı, Mevâhib, c. l.s.197.
[612] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 50, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 136, Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 2, s. 392,393.
[613] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 1 36.
[614] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 24.
[615] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 172.
[616] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825.
[617] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 24.
[618] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 839.
[619] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 1 36.
[620] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 136, Beyhakr, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 44.
[621] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 44, Heysemî, Meonau’z-zevâid, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 25.
[622] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 355.
[623] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 826, Belâzurî, E nsâb, c. 1, s. 355, Beyhakî, c. 5, s. 44.
[624] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 173.
[625] Beyhaki, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 44, Heysemi, Mecmau’z-zevâi d, c. 6, s. 173.
[626] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 826, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 173.
[627] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 51, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 356, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 9.
[628] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 50, Vâkıdî, c. 2, s. 823 Beyhakî, c. 5, s. 47.
[629] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 50.
[630] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 827, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 356.
[631] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 50, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 827, Belâzurî, c. 1,s.356.
[632] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 827, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 356.
[633] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 827.
[634] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 50, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 827.
[635] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 50, 51, Vâkıdî, c. 2, s. 828, Ezrakî, ^hbâru Mekke, c. 2, s. 269, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 356, 357, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 47, Yakut, Mu’cemu’l-büldân, c. 2, s. 393, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 296. 297.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/388-391.
[636] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 826.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/392.
[637] Taberî, Târik. c. 3, s. 117, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 246.
[638] Vâkidi, Megâzî, c.2, s. 828, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 136.
[639] İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 1 83.
[640] Taberî. Târike. 3. s. 118.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/392.
[641] Zührî, Megâzî, s. 86, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 6, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 374, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 342.
[642] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 342.
[643] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 455, c. 2, s. 140, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 387, Müslim, Sahih, c. 2, s. 990, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 54, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 225, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 201, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1186, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1 , s. 507, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 67, 68, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252, Zehebî, Megâzî, s. 457, 458, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 293, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 27, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 319.
[644] Beyhakî, c. 5, s. 68, Zehebî, c. 458, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 293, Halebî, c. 3, s. 27, Zürkânf, c. 2, s. 319.
[645] Zührî, Megâzî, s. 91, Abdurrezzak, c. 5, s. 379, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 191.
[646] Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 201, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 324.
[647] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823.
[648] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 84.
[649] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 49.
[650] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 287, 288.
[651] Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 32, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 195, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 941, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 200.
[652] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 92, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 70.
[653] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 293, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 83.
[654] Vâkıdî, M egâzf, c.2,s.826,İbnSa’d, Tabakâtü’l-kü brâ, c. 2, s. 136, D iyarbekrf, Târîhu’l -ham fs, c. 2, s. 83.
[655] İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 8, s. 9, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 197, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 311.
[656] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 826, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 1 36, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 8, s. 9, Kastalânf, Mevâhib, c.1 , s. 197, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 83.
[657] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 83, 84, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 26.
[658] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 297, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 311.
[659] Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26, Zürkânf, c. 2, s. 311 .
[660] Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 297, İbn Hacer, Feth, c. 8, s. 9, Zürkânf, c. 2, s. 311 .
[661] Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26.
[662] Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 297, İbn Hacer, Feth, c. 8, s. 9, Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26, Zürkânf, c. 2, s. 311.
[663] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 538, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1407-1408, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 45, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 174.
[664] Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26.
[665] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 26.
[666] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 838, 839, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 8, s. 9.
[667] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 84, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 26.
[668] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 84, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 26.
[669] Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26.
[670] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 297.
[671] Vâkıdî, c. 2, s. 826, 839, İbn Sa’d, c. 2, s. 136.
[672] Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 297, Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26.
[673] Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 297, İbn Hacer, c. 8, s. 9, Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26.
[674] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s., c. 2, s. 84.
[675] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 26.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/392-396.
[676] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1408, Belâzurî, Fütühu’l-büldân, c. 1 , s. 45.
[677] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 839.
[678] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 839, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 2, s. 207, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 177.
[679] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 173.
[680] Belâzuıî, Fütûhu’l-buldan, c. 1, s. 46.
[681] İbn Hazm. Cevâmiu’s-Sîre. s. 230.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/396-397.
[682] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 59.
[683] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 234.
[684] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 538, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1408, Belâiurf, Fütühu’l-büldân, c. 1, s. 45, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 56.
[685] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 59.
[686] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 538, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1408.
[687] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 538, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1 , s. 45, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 57, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 175.
[688] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 538, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1408, Belâiun, Fütûh, c. 1, s. 45, Beyhakî, Delâil.c.S, s. 57, İbn Seyyid, c. 2, s. 175.
[689] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 538, Müslim , c. 3, s. 1408, Belâiurf, c. 1, s. 45, Beyhakî, c. 5, s. 56, İbn Seyyid, c. 2, s. 175, Zehebî, s. 456, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 307.
[690] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 59, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 538, Müslim , c. 3, s. 1408, Belâiun, c. 1, s. 45, Beyhakî, c. 5, s. 56, İbn Seyyid, c. 2, s. 175, Zehebî, s. 456, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 307.
[691] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 59, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 306.
[692] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 538, Belâiurf, c. 1, s. 45, Beyhakî, c. 5, s. 56, İbn Seyyid, c. 2, s. 175, Zehebî, s. 456, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 307.
[693] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 538, Müslim, c. 3, s. 1408, Belâiun”, c. 1, s. 45, Beyhakî, c. 5, s. 56, İbn Seyyid, c. 2, s. 175, Zehebî, s. 456, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 307.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/397-398.
[694] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 828, Halebî, İnsânu’l-uvün, c. 3, s. 28.
[695] Buhârî, Sahibe. 5, s. 92.
[696] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 828.
[697] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 49, Taberî, Târîh, c. 3, s. 118.
[698] İbnSa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 140, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 40, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 154, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 174, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 209.
[699] Sühevlf, Ravdu’l-ünüf, c. 7, s. 98, 99.
[700] Vâkıdı, c. 2, s. 829, İbn Sa’d, c. 2, s. 136, Halebî, c. 3, s. 27.
[701] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829, Halebî, İnsânu’l-u^n, c. 3, s. 28.
[702] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 1 35.
[703] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 161.
[704] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829, İbn Sa’d, c. 2, s. 1 36, Ezrakî, c. 2, s. 161 , Belâzuıî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 356.
[705] Ezrakî, ^ıbâru Mekke, c. 2, s. 161, Belâzurî, E nsâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 356.
[706] Mâverdf, Ahkâm u’s-sultâniye, s. 171.
[707] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 161.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/399-400
[708] Mâlik, Muvatta’, c. 1, s. 423 İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 1 39,140, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 164, Bubin, Sahih, c. 5, s. 92.
[709] Mâlik, Muvatta1, c. 1, s. 423, İbn Sa’d, c. 2, s. 139,1 40, A. b. Hanbel, c. 3, s. 1 64, Buhârî, c. 5, s. 92, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1,5.360.
[710] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 140.
[711] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 51, 52, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 360, Taberî, Târih, c. 3, s. 119.
[712] İbn Esir, Nihâye, c. 5, s. 250.
[713] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, İbn Haim, Cevâmiu’s-Sîre, s. 237.
[714] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 859, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 359.
[715] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 859, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 359.
[716] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Vâkıdî, c.2, s. 829, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 359, Taberî, c. 3, s. 119.
[717] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 11 9.
[718] Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 359.
[719] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s, c. 1, s. 360.
[720] Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[721] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Taberî, Târîh, c. 3, s. 11 9.
[722] Vâkıdî, c. 2, s. 859.
[723] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Vâkıdî, c.2, s. 859, Taberî, c. 3, s. 119.
[724] Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[725] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 11 9.
[726] Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[727] İbn İshak, ibn.Hişam, c. 4, s. 52, Vâkıdî.c.2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360, Taberî, c. 3, s. 119.
[728] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[729] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Vâkıdî, c.2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360, Taberî, c. 3, s. 119.
[730] Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[731] Vâkıdî, c. 2, s. 859.
[732] Vâkıdî, c. 2, s. 859, 860, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[733] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 860.
[734] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 826, 827.
[735] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 53, Taberî, Târih, c. 3, s. 120.
[736] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 859, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 360.
[737] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 424, Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[738] Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[739] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s:. 52, Vâkıdî, c. 2, s. 825.
[740] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825.
[741] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 860.
[742] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 8, s. 9.
[743] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 53, İbn Hacer, c. 8. s. 10.
[744] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 53.
[745] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 361, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 46.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/400-403
[746] İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 8, s. 10, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 94.
[747] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 50, 51 .
[748] İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 8, s. 10, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 94.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/403-404
[749] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 52, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 857.
[750] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 359.
[751] Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 359, İbn Esir, c. 2, s. 250.
[752] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 52.
[753] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 857.
[754] Vâkıdî, c. 2, s. 857, Belâzurî, c. 1.S.359, İbn Esir, c. 2,5.250.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/404.
[755] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 52.
[756] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 358.
[757] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 861.
[758] Vâkıdî, c. 2, s. 861, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 358, 359.
[759] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 862.
[760] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 359, İbn EsiY, Kâmil, c. 2, s. 250.
[761] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 860, 861 Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 359.
[762] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 176.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/404-405.
[763] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 248.
[764] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 783.
[765] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 49, Vâkıdî, c. 2, s. 823, Tataerf, Târih, c. 3, s. 118.
[766] Vâkidi, Megâzî,c.2,s. 825.
[767] İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 248.
[768] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 60.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/405-406.
[769] Vâkıdî, c. 2, s. 825, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 136.
[770] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1082.
[771] İbn Esîr, Kâmil ,c. 2, s. 248.
[772] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1082.
[773] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 49, Vâkıdî, c.2, s. 823, Taberî, c. 3, s. 118.
[774] İbn Esîr, c. 2, s. 239, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 77, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 4.
[775] İbn Esîr, c. 2, s. 239, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 77, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 4.
[776] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 248.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/406.
[777] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 857.
[778] İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 8, s. 9.
[779] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 857, İbn Atodilberr, İstiâb, t 4, s. 1854, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 1 76,177, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 185.
[780] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1854, İbn Seyyid, UyÛnu’l-eser, c. 2, s. 177.
[781] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 857, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1 , s. 357.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/407.
[782] İbn Esîr, Kâmil.c.2, s. 250.
[783] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 901, İ bn Esîr, Usdu’l-gâ be, c. 3, s. 239.
[784] Diyarbekrî, Târıîıu’l-hamfs, c. 2, s. 94.
[785] İbn Esîr. Kâmil. c. 2. s. 250.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/407.
[786] İbn İshak, İbn Hişam,Sîre, c. 4, s. 51, 52, Taberî, Târih, c. 3, s. 118, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 259.
[787] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855.
[788] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 358.
[789] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 259.
[790] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 358.
[791] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 358, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 259.
[792] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 358, Taberî, Tefsfr, c. 7, s. 274.
[793] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 358.
[794] Taberî, Tefsfr, c. 7, s. 273, Halebî, İnsânu’l-u^ûn, c. 3, s. 36.
[795] Taberî, Tefsfr, c. 7, s. 273.
[796] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 90, Halebî, İnsânu’l-uvûn, c. 3, s. 36.
[797] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 358, Halebî, c. 3, s. 36.
[798] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 249.
[799] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 124.
[800] Fussilet: 41/42.
[801] EI-Hâkka: 69/44-46.
[802] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/407-409.
[803] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 831.
[804] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 93.
[805] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 831.
[806] İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 1 38.
[807] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 831.
[808] İbn İshak, ibn.Hişam, Sîre, c. 4, s. 66, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 831, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 356.
[809] Müslim, Sahih, c. 4, s. 1936, 1938.
[810] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 831.
[811] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 356.
[812] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 831, 832.
[813] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 54, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 832.
[814] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 832.
[815] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 832, Bedrüddin Aynf, Umdetu’l-kârf, c. 9, s. 276, İbn Ha cer, Fethu’l-bârf, c. 3, s. 393, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 32.
[816] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 832.
[817] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 85, Halebî, İnşân, c. 3, s. 32.
[818] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1407.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/409-411.
[819] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 59, İtan Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 180 Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ye’n-nihâye,c. 4, s. 308, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 185.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/411-412.
[820] İbn Sa’d ve Beyhaki’den naklen Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 304, İbn Sa’d, Beyhakî ve İbn Asâkfr’den naklen Suyûtî, Hasâisü’l-kübrâ, c. 2, s. 85.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/412.
[821] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 833, Ezraki, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 266.
[822] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 177.
[823] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 833, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1,s.266.
[824] Alâüddin Ali, Kenzu’l-ummâl, c. 10, s. 535.
[825] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 833, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 266.
[826] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 177, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 8, s. 15.
[827] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 833, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 266.
[828] İbn Merduye’den naklen Suyûtî, Esbâbu’n-nüzûl s. 66.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/412-414
[829] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 59, Ezrakî, £hbâru Mekke, c. 1 , s. 266, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 92.
[830] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 136, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 120, 212 Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 92, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 72.
[831] Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 204, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 30.
[832] Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 204.
[833] İbn İshak, İbn Hişam, c.4,s. 59, İbn Sa’d, Tabakât, c.2,s. 136, Ebu’l-Münzir Hişam, Kitâbu’l-esnâm, s.31, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 92, 93, Ezrakî, c. 1, s. 121, Heysemî, Meonau’z-zevâid, c. 6, s. 176.
[834] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 93, Müslim , Sahîh, c. 3, s. 1408, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1, s. 121, İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 2, s. 183.
[835] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 59, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 136, Ezrakî, c. 1 , s. 121 , Taberânf, Mu’cemu’s-sagfr, c. 1 , s. 77, 78, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 234, İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 2, s. 183, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 44.
[836] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 59, Ezrakî, c. 1, s. 121, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 302.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/414-415
[837] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 846, Ezrakî, c. 1, s. 274.
[838] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 56, İbn Kayyım, c. 2, s. 184.
[839] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 846, Ezrakî, c. 1, s. 274.
[840] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 274.
[841] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 846, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 274, 275, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 356.
[842] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 846, Ezrakî, c. 1, s. 275, Belâzurî, c. 1, s. 359, Süheyl f, Ravdu’l-ünüf, c. 7, s. 138.
[843] İbn Ebi Şeybe’den naklen AJâüddin ^Ji, Kenzu’l-ummâl, c. 10, s. 536.
[844] Vâkıdî, c. 2, s. 846, Ezrakî, c. 1, s. 275, Belâzurî, c. 1, s. 359, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 254.
[845] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 275.
[846] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 56, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 184.
[847] Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 7, s. 1 37.
[848] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 46, Ezrakî, £hbâru Mekke, c. 1 , s. 275.
[849] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 846.
[850] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 46, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 46, Ezrakî, c. 1, s. 275, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c.2, s. 184.
[851] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 846,, Ezrakî, c. 1, s. 275.
[852] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 56, Ezrakî, c. 1, s. 275, İbn Kayyım, c. 2, s. 184.
[853] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. İbn Kayyım, c. 2, s. 184.
[854] Ezrakî, Nıbâru Mekke, c. 1, s. 275.
[855] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 56, İbn Kayyım, c. 2, s. 184.
[856] Ezrakî, c. 1,5.275.
[857] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 56, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 184.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/415-418.
[858] Ebu’l-Münzir Hişam, Kitâbu’l-esnam, s. 31, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1 , s. 121.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/418.
[859] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 144, 145.
[860] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 342.
[861] Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 7, s. 1 08, İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 2, s. 184.
[862] Süheylf, Ravd,c.7, s. 108, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 300.
[863] Süheylf, Ravd, c. 7. s. 108.
[864] Serahsf, Siyeru’l-kebfr Şerhi, c. 1, s. 255.
[865] Taberânf, M u’cem u’s-sagfr, c. 2, s. 67,68, Heysemî, Meanau’z-zevâ id,c.6, s. 175,176.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/418-420.
[866] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 304, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 320.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/420.
[867] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 155, Ebu’l-Münzir Hişam, Kitâbu’l-esnam , s. 27, 28.
[868] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1, s. 160, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 119.
[869] Ebüu’l-Müniir H i sam, Kitâbu’l -esnam, s. 28,103, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1, s. 119.
[870] İbn Hazm, Cemhere, s. 492.
[871] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 117.
[872] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1, s. 79, 155.
[873] İbn Abdilberr, İsti âb, c. 3, s. 721, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 2, s. 408.
[874] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, Ezrakî, c.1, s. 169.
[875] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1, s. 166, 167.
[876] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 835, Ezrakî, c. 1, s. 266.
[877] Bedrüddin Avnf, Umdetu’l-kârf, c. 9, s. 244.
[878] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1, s. 165, 167,169.
[879] Bedrüddin Avnf, Umdetu’l-kârf, c. 9, s. 243, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 3, s. 371, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 204.
[880] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 1 60.
[881] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 55, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 834.
[882] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55, Vâkıdî, c. 2, s. 834, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 160.
[883] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 1 60.
[884] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55, Vâkıdî, c. 2, s. 834.
[885] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55.
[886] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55.
[887] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55.
[888] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 1 60.
[889] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 142, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 336.
[890] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 834.
[891] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 834, Halebî, İnsânu’l-uvün, c. 3, s. 30.
[892] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 834.
[893] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 142, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 396.
[894] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 835, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 266, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 160.
[895] Bedrüddin Avnf, Umdetu’l-kârf, c. 9, s. 244, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 3, s. 372, 373.
[896] Vâkıdî, c. 2, s. 835, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 266, 272.
[897] B. Aynf, Umdetu’l-kârf, c. 9, s. 244, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 3, s. 373.
[898] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 13, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 183.
[899] Vâkıdî, c. 2, s. 835, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 137, Ezrakî, c. 1, s. 269.
[900] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55-56, Buhârî, c. 2, s. 160, Ezrakî, c.1, s. 268,269.
[901] B. Aynf, Umdetu’l-kârf, c. 9, s. 244, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 3, s. 373.
[902] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 835.
[903] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 142, Buhârî, c. 5, s. 93.
[904] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 142.
[905] Buhârî, Sahih, c. , s. 93.
[906] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55, 56, Buhârî, c. 5, s. 93, Ezrakî, c. 1.S.268.
[907] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 183.
[908] Vâkıdî, c. 2, s. 835, İbn Sa’d, c. 2, s. 137.
[909] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, İbn Kayyım, c. 2, s. 183.
[910] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, Vâkıdî, c. 2, s. 835, Ezrakî, c. 1, s. 267, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks.2, s. 44.
[911] Vâkıdî, c. 2, s. 835, İbn Sa’d, c. 2, s. 137, E bu U beyti, Kitâbu’l-emvâl, s. 159, Ezrakî, c. 1, s. 267, İbn Kayyım, c. 2, s. 183.
[912] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 234, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 44.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/420-424.
[913] Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 185.
[914] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 835, Abdurrezzak, Musannef, c. 9, s. 281, Ebu Ubeyd, Kitâbu’l-emvâl, s. 1 60, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 11, c. 3, s. 410, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 121,İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 878, Nesâf, Sünen, c. 78, s. 42.
[915] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, Abdurrezzak, Musannef, c. 9, s. 282, Ebu Ubeyd, Kitâbu’l-emvâl, s. 159, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 410, Ebu Dâvud, c. 4, s. 185, Taberî, TânTı, c. 3, s. 120, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252.
[916] İbn İshak, İbn Hişam , c. 4, s. 54, Vâkıdî, c. 2, s. 835, Abdumezzak, c. 9, s. 281, Ebu Ubeyd, s. 159,160, Ezrakî, c. 2, s. 121, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 11, c. 3, s. 410, Ebu Dâvud, c. 4, s. 185, İbn Mâce, c.2, s. 878, Nesâf, c. 8, s. 41, 42, Taberî, c. 3, s:. 120.
[917] Vâkıdî, c.2, s. 835, Abdurrezzak, c. 9, s. 281, Ebu Ubeyd, s. 1 59, Ezrakî, c. 1, s. 11 4, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 11 , c. 3, s. 410, İbn Mâce, c. 2, s:. 8785.
[918] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, Vâkıdî, c. 2, s. 835, 836, Abdurrezzak, c. 9, s. 282, Ezrakî, c. 1, s. 114, c. 2, s. 121, Ebu Ubeyd, s. 159, 160, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 11, c. 3, s. 410, İbn Mâce, c.2, s. 878, Taberî, c. 3, s. 120, İbn Haldun, c. 2,ks. 2, s. 45.
[919] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, Vâkıdî.c. 2, s. 836, Abdurrezzak, c. 9, s. 282, Ebu Ubeyd, s. 160, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 11, c. 3, s. 410, Ezrakî, c. 2, s. 1 21, Ebu Dâvud, c. 4, s. 185,195, İbn Mâce, c. 2, s. 877, 878, Nesâf, c. 8, s. 41,42.
[920] “Ey insanlar!” diye de rivayet edilmiştir (Tirmizî, c. 5, s. 389).
[921] “Hepiniz,” diye de rivayet edilmiştir (Vâkıdî, c. 2, s. 836).
[922] Âdem oğullarıdır (İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 143, Tirmizî, c. 5, s. 389).
[923] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, İbn Sa’d, Tabakât, c.2, s. 1 43, Ezrakî, c. 2, s. 121, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 389, Taberî, c. 3, s. 120, İbn Kayyım, c. 2, s. 184, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 301, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks.2, s. 45.
[924] Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 389, Zemahşerf, Keşşaf, c. 3, s. 569, Neseff, Medârik, c. 4, s. 173.
[925] Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 389, Ebu’l-Fidâ, Tefsir, c. 4, s. 218.
[926] Hucurât: 14, İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 54, 55, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 389, Taberî, Târih, c. 3, s. 120, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 301, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 184, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 45.
[927] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55, Taberî, c. 3, s. 120, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 301, İbn Kayyım, c. 2, s. 1 84, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 45.
[928] Taberî, c. 3, s. 1 20, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 45.
[929] Vâkıdî, c. 2, s. 835, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 1 21.
[930] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55, Vâkıdî, c. 2, s. 835, Ezrakî, c. 2, s. 121, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 47, Taberî, c. 3, s. 120, İbn Esîr, c.2, s. 252, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 301, İbn Kayy,m, c. 2, s. 184, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 45.
[931] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55, Vâkıdî, c. 2, s. 835, Ezrakî, c. 2, s. 121, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 47, Taberî, c. 3, s. 120, İbn Esîr, c.2, s. 252, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 301, İbn Kayy,m, c. 2, s. 184, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 45.
[932] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 142.
[933] Vâkıdî, c. 2, s. 835, İbn Sa’d, c. 2, s. 142, Ezrakî, c.2, s. 121, Belâzurî, c. 1, s. 47, İbn Kayyım , c. 2, s. 1 84.
[934] İbn İsha k, İb n H işam, c. 4, s. 55, Taberî, c. 3, s. 120, İbn S eyyid, U yûnu’ l-eser, c. 2, s. 178, Kastalâni, M evâhi bü’l-le dün-niye, c. 1, s. 201.
[935] Taberî, c. 3, s. 1 20, İbn Esîr, c. 2, s. 252.
[936] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 141, 142.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/424-427.
[937] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 58, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 844, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 137, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 31, 32,Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 123, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 35, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 205.
[938] Vâkıdî, c. 2, s. 844, İbn Sa’d, c. 2, s. 137, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32.
[939] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 11.
[940] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 179.
[941] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 385.
[942] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 844, İbn Sa’d, c. 2, s. 137, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32, Bu hân, c. 5, s. 98, Nesâf, c. 5,5.203.
[943] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 259, 31 5, 316, Nesâf, c. 5, s. 203.
[944] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 844, İbn Sa’d, c. 2, s. 137, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32, Bu hân, c. 5, s. 98, Nesâf, c. 5, s. 203.
[945] Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 31, 32, c. 6, s. 385, Buhârî, c. 1 ,s.35.
[946] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 137.
[947] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 844, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 31, c. 6, s. 385, Buhârî, c. 1 , s. 35.
[948] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 836-844, Eirakf, c. 2, s. 122, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 31, Buhân, c. 1 , s. 36, c. 5, s. 98, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 48, Nesâf, c. 5, s. 204.
[949] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32.
[950] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 238, Buhârî, c. 1, s. 36, c. 8, s. 38.
[951] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 58, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 844, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 137, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 31, 31, Buhârî, Sahîh, c. 1 , s. 35, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 206.
[952] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 844, Ahm ed b. Hanbel, c. 4, s. 31, Buhârî, c. 1, s. 35, Nesâf, c. 5, s. 206.
[953] Vâkıdî, c. 2, s. 836, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 121, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 259, 316, Buhârî, c. 1,s.36,c.5, s. 98, Nesâf, c. 5, s. 203, 204.
[954] Vâkıdî, c. 2, s. 836, Ezrakî, c. 2, s. 121, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 259, Buhârî, c.1, s. 36, c. 5, s. 98, Belâzurî, Fütûhu’l- büldân, c. 1, s. 48.
[955] Vâkıdî, c. 2, s. 836, Ezrakî, c. 2, s. 121, Buhârî, c. 5, s. 98.
[956] Vâkıdî, c. 2, s. 836, Ezrakî, c. 2, s. 121, Buhârî, c. 5, s. 98.
[957] Vâkıdî, c. 2, s. 836, Ezrakî, c. 2, s. 121, Buhârî, c. 5, s. 98.
[958] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 846, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32.
[959] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 844, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32, Buhârî, c. 1, s. 36, c. 8, s. 38.
[960] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 207.
[961] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 122, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 179.
[962] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 207.
[963] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 837.
[964] Ahmed b. Hanbel Müsned, c. 2, s. 215.
[965] Ahmed b. Hanbel Müsned, c. 2, s. 207, 215.
[966] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 215.
[967] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 66, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 148,149, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 156.
[968] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 207.
[969] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836.
[970] Serahsf, Siyeru’l-kebfr Şerhi, c. 1, s. 252, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 207, 211.
[971] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 2, s. 21 5.
[972] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 215.
[973] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 2, s. 207.
[974] Vâkıdî, c. 2, s. 836, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 207, Ezrakî, c. 2, s. 122.
[975] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 837.
[976] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 122.
[977] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 2, s. 195.
[978] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 207.
[979] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, 837, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 215.
[980] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, 837.
[981] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 238, Buhârî, Sahîh, c. 8, s. 38.
[982] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 238.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/427-432.
[983] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 837, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 267.
[984] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 114.
[985] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 114, 267.
[986] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 137, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 114, 267, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamfs, c. 2, s. 85.
[987] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 838.
[988] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 55.
[989] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 837, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 267.
[990] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 267.
[991] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 265.
[992] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 838, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 137, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 111, 265.
[993] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 838, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 267, 268.
[994] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 55, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 1 78, İbn Kayvım , Zâdu’l-mead, c. 2, s. 184.
[995] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 838, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 268, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 184.
[996] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 178, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 184, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 204, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 338.
[997] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 837, 838, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 267, İbn Seyyid, c. 2, s. 178, İbn Kayyım, c. 2, s. 184, Kastalânf, c. 1, s. 204, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 338.
[998] Vâkıdî, c. 2, s. 838 Ezrakî, c. 1, s. 268, İbn Kayyım, c. 2, s. 184.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/432-434.
[999] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 244.
[1000] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 102, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 244.
[1001] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 145, İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 103, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 244.
[1002] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 145, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 244, 245.
[1003] Vâkidt, Megâzî, c. 2, s. 840, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 102.
[1004] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 245.
[1005] Vâki cif, Megâzî, c. 2, s. 840, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 102.
[1006] Vâkıdî, Megâzî,c.2,s. 840.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/434-436.
[1007] Hâkim, Müstednek, c. 3, s. 47, 48, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvıe, c. 5, s. 69.
[1008] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 69, Suyûtî, Hasâisü’l-kübrâ, c. 3, s. 43, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 43.
[1009] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 48, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 69, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 293, Suyûtî, Hasâisü’l-kübrâ.c. 2, s. 80.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/436.
[1010] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 318.
[1011] Taberî, Târih, c. 3, s. 121, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 95, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252, Neseff, Medârik, c. 4,s.25Ü, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 45, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 89.
[1012] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 270, 271.
[1013] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 415, c. 4, s. 168.
[1014] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 201, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 43.
[1015] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 415, c. 4, s. 168, Ezrakî, c. 2, s. 201.
[1016] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 85, Neseff, Medârik, c. 4, s. 250.
[1017] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252.
[1018] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 469, Ezrakî, c. 2, s. 201.
[1019] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 469.
[1020] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 469, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 97.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/436-437.
[1021] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 48, İ bn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 5, s. 451, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 349.
[1022] İbn Sa’d. Tabakâtü’l-kübrâ. c. 5. s. 451.
[1023] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/437-438.
[1024] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Ahmed b. Hanbel, Müsned.c.e, s. 349.
[1025] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 48, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 349,350.
[1026] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4.S.485, Vâkıdt, c. 2, s. 824.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/438.
[1027] İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 4, s. 60, Suyûtî, Hasâisü’l-kübrâ, c. 2, s. 82, Halebî, İnsanu’l-uyûn, c. 3, s. 48.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/438-439.
[1028] Taberî, Târîh, c. 3, s. 120, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252, İbn Haldun, Târih, c. 2,ks. 2, s. 45.
[1029] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252,253.
[1030] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 850.
[1031] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 95, Neseff, Medârik, c. 4, s. 250.
[1032] Süheyli, Ravdu’l-ünüf, c. 7, s. 139.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/439-440.
[1033] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 7, s. 293.
[1034] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 95, Neseff, Medârik, c. 4, s. 250.
[1035] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 78, Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250.
[1036] Taberî, Tefar, c. 28, s. 78.
[1037] Taberî, c. 28, s. 78, Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250.
[1038] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 825, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 136.
[1039] Vâkıdî, c. 2, s. 850, 851, İbn Sa’d, c. 8, s. 236, 237, Taberî, c. 28, s. 80.
[1040] Halebî, İnsânu’l-uyun, c. 3, s. 47.
[1041] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 95.
[1042] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 78.
[1043] İbn Sa’d, Tabakât, c. 8. s. 237.
[1044] Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 7, s. 139.
[1045] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 78.
[1046] İbn Sa’d, Tabakât, c. 8, s. 237, Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 89.
[1047] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 78, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 95, Neseff, Medârik, c. 4, s. 250.
[1048] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8, s. 237, İbn AMIberr, İstiâb, c. 4, s. 1 923, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 7, s. 293.
[1049] Taberî, c. 28, s. 78, Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250.
[1050] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 78.
[1051] Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 89.
[1052] Vâkıdî, Megâif, c. 2, s. 850.
[1053] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 78.
[1054] Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250, Diyarbekrî, c. 2, s. 89.
[1055] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 850.
[1056] Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 486.
[1057] Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 78.
[1058] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1923, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 95, Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 7, s. 140.
[1059] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8, s. 237, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 46.
[1060] Heysem f, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 37.
[1061] Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 89.
[1062] Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250, Diyarbekrî, c. 2, s. 89.
[1063] Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250.
[1064] Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 7. s. 139.
[1065] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 850, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8. s. 236.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/440-444.
[1066] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 868, 869.
[1067] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 871, Ezrakî, £hbâru Mekke, c. 1, s. 123.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/444-445.
[1068] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 85, Ebu’l-Münzir Hişam, Kitâbu’l-esnam .
[1069] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 870, 871, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1 , s. 123.
[1070] Ahmed b.Hanbel.Müsned, c. 3, s. 340.
[1071] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 864.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/445-446.
[1072] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 32.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/446.
[1073] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 49, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 8.
[1074] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 239, Diyarbekrî, Târîîıu’l-hamfs, c. 2, s. 77, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 4.
[1075] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 846, 847.
[1076] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/447-448.
[1077] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 480.
[1078] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 492, 493.
[1079] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 849.
[1080] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 493.
[1081] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 849.
[1082] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 849, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 493.
[1083] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 849, 850, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 493.
[1084] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 849, 850, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 493.
[1085] Hâkim. Müstedrek. c. 3. s. 493.
[1086] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/448-450.
[1087] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1088] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1089] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1090] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 241 .
[1091] Taberî, Târih, c. 3, s. 120.
[1092] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1093] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 91.
[1094] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 91.
[1095] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1096] Taberî, Târih, c. 3, s. 120.
[1097] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1098] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 71.
[1099] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 91.
[1100] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 71.
[1101] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamfs, c. 2, s. 91.
[1102] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1103] Taberî, Târih, c. 3, s. 120.
[1104] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1105] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 241 .
[1106] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1107] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1108] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1109] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 241 .
[1110] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241
[1111] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1112] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 241 .
[1113] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1114] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 851.
[1115] Vâkıdî, c. 2, s. 852, Mus’abu’z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 311, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1116] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 71.
[1117] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1118] Mus’abu’z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 311, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1082.
[1119] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1120] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1121] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1122] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1123] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1124] Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1125] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1126] Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1127] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1128] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1129] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1083.
[1130] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1131] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1132] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1133] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1134] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852, Hâkim, M üstedrek, c. 3, s. 242.
[1135] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1136] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1137] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, .852, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1138] Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1139] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 852.
[1140] Vâkıdî, c. 2, s. 852, 853, Hâkim, c. 3, s. 242, İbn Abdilberr, c. 3, s. 1038.
[1141] Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 242, 243.
[1142] Mus’abu’z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 311.
[1143] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 243, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 73.
[1144] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 123.
[1145] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 71, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1082.
[1146] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 71.
[1147] Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 243.
[1148] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/450-458.
[1149] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 420.
[1150] Mus’abu’z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 301.
[1151] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 302, 303.
[1152] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 53, 54, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829.
[1153] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829, 830.
[1154] Serahsi, Si yeru’l-k ebfr Şerhi, c. 1, s. 2 54, Vâki cif, M egâzf, c. 2, s. 829.
[1155] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 144.
[1156] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1157] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 277.
[1158] Vâkıdî, Megâzî, t 2, s. 830.
[1159] Serahsf, Si yeru’l-k ebfr Şerhi, c. 1, s. 2 54, Vâki cif, M egâzf, c.2,s.830, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 277.
[1160] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1161] Serahsf, Si yeru’l-k ebfr Şerhi, c. 1, s. 254.
[1162] Serahsf, Siyeru’l-kebir Şerhi, c. 1, s. 2 54, Vâki df, M egâzf, c. 2, s. 830.
[1163] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1164] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 423, 424, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1165] Serahsf, Si yeru’l-k ebfr Şerhi, c. 1, s. 254, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 423, 424, 343.
[1166] Serahsf, Si yeru’l-k ebfr Şerhi, c. 1, s. 2 54, Vâki df, M egâzf, c. 2, s. 830.
[1167] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1168] Serahsf, Siyeru’l-kebir Şerhi, c. 1, s. 254, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 6, s. 343, 424.
[1169] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 53, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 145, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 343, 423, 424, 425, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 84.
[1170] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 343, 423.
[1171] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 53, Serahsf, Siyer Şerhi, c. 1 , s. 454, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1172] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 54, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 144.
[1173] Serahsf, Siyer Şerhi, c. 1, s. 254, Vâkıdî, c. 2, s. 830, İbn Sa’d, c. 2, s. 144, 45, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 424.
[1174] Serahsf, Siyer Şerhi, c. 1, s. 255, Vâkıdî, c. 2, s. 830, Hâkim, c. 3, s. 278.
[1175] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 54, Serahsf, c. 1, s. 255, Vâkıdî, c. 2, s. 330, İbn Sa’d, c. 2, s. 145, Ahmed, c. 6, s. 341, 342, 343.
[1176] İbn İshak, İbn Hişam , c. 4, s. 54, Vâkıdî, c. 2, s. 830, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 341, 342, Hâkim, c. 3, s. 278.
[1177] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 54.
[1178] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1179] Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 278.
[1180] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 302.
[1181] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 421.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/458-462.
[1182] Vâkıdı, Megâzî, t 2, s. 847.
[1183] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 61, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 847.
[1184] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 847, 848.
[1185] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 902.
[1186] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 848.
[1187] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 902.
[1188] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 848, 849.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/462-464.
[1189] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 51, 52, Taberî, Târîh, c. 3, s. 119, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn Esir, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 259.
[1190] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855.
[1191] İbn İshak, İbn Hisam , c. 4, s. 52, Hâkim, Müsiedrek, c. 3, s. 46, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1192] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn Esir, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1193] İbn İshak, İbn Hisam , c. 4, s. 52, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1 , s. 358, Hâkim, Müstedrek, c.3.S.46.
[1194] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855.
[1195] Belâzurî, Ensâbu’l-esrâf, c. 1 , s. 358.
[1196] İbn İshak, İbn Hisam , c. 4, s. 52, Hâkim, c. 3, s. 46, İbn Abdilberr, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1197] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855, 856.
[1198] İbn Asâkir’den naklen Alâüddin Ali, Kenzu’l-ummâl, c. 1 0, s. 498, 499.
[1199] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855, 856.
[1200] İbn İshak, İbn Hisam , Sîre, c. 4, s. 52, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 9.
[1201] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 119, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn E sfr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1202] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 52, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 856, İbn Abdilberr, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1203] Hâkim Müstedrek, c. 3, s. 45.
[1204] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 856.
[1205] İbn İshak, İbn Hisam , c. 4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 119, İbn Abdilberr, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1206] Vâkıdî, c. 2, s. 856, Hâkim, c. 3, s. 45, İbn Abdilberr, c. 3, s. 91 8, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 60, İbn Esir, c. 3, s. 259.
[1207] İbn İshak, İbn Hisam , c. 4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 119, İbn Abdilberr, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1208] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 856, Belâzurî, E nsâbu’l-esrâf, c. 1, s. 258, Hâkim, c. 3, s. 45, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 60.
[1209] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 856.
[1210] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 141.
[1211] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 45.
[1212] Belâzurî, Ensâbu’l-esrâf, c. 1 , s. 358, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 45.
[1213] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 856, Belâzurî, E nsâb, c. 1, s. 358.
[1214] İbn İshak, İbn Hisam , Sîre, c. 4, s. 52, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 9.
[1215] Vâkıdî, c. 2, s. 856, Belâzurî, c. 1, s. 358, Hâkim, c. 3, s. 45, İ bn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 91 8, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1216] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 856, 857.
[1217] Vâkıdî, c. 2, s. 856, 857, Belâzurî, c. 1, s. 358.
[1218] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 920, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 260, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 2, s. 175.
[1219] İbn Hazm , Cevâmiu’s-a’re, s. 232.
[1220] İbn Abdilberr, c. 3, s. 920, İbn Esir, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 260, İbn Seyyid, Uyûn.c. 2, s. 175,176.
[1221] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/464-468.
[1222] İbn İshak, İbnHişam, Sîre,c.4, s. 60, Taberî, Târih, c. 3, s. 121.
[1223] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 853.
[1224] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 60, Taberî, c. 3, s. 121 .
[1225] İbn İshak, İbnHisam, c. 4, s. 60, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 853, Taberî, c. 3, s. 1 21.
[1226] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 853.
[1227] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 60, Vâkıdî, c. 2, s. 853, Taberî, c. 3, s. 121.
[1228] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 60, Taberî, c. 3, s. 121 ,122.
[1229] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 60, Vâkıdî, c.2,s. 853, Taberî, c. 2, s. 120.
[1230] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 853, Alâüddin AJi, Kenzu’l-ummâl, c. 10, s. 504.
[1231] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 60, Taberî, Târih, c. 3, s. 122.
[1232] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 853, İbn Asâkfr, Târih, c. 6, s. 432, Alâüddin AJi, Kenzu’l-ummâl, c. 10, s:. 504.
[1233] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 60, Taberî, c. 3, s. 122.
[1234] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 60, İbn Asâkfr, t 6. s. 432, Kenzu’l-ummâl, c. 10, s. 504.
[1235] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 60, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 853, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 46.
[1236] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 853, 854.
[1237] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 60, Taberî, c. 3, s. 122.
[1238] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 60, Vâkıdî, c. 2, s. 854, Taberî, c. 3, s. 122, Alâüddin Ali, c. 10, s. 505.
[1239] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 854.
[1240] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 60 Vâkıdî, c. 2, s. 854, Taberî, c. 3, s. 122.
[1241] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 854, Alâüddin Ali, c. 10, s. 505.
[1242] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 60, Taberî, Târih, c. 3, s. 122.
[1243] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 854, Alâüddin Ali, c. 10, s. 505.
[1244] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 60, Taberî, c. 3, s. 122.
[1245] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 60, Vâkıdî, c. 2, s. 854, Taberî, c. 3, s. 122, AJâüddin Ali, c. 10, s. 505.
[1246] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 720, AJâüddin AJi,c.10,s. 505.
[1247] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 854, Alâüddin Ali, c. 10, s. 505.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/468-472.
[1248] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 789.
[1249] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 789, 790, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 363.
[1250] Vâki cif, Megâzî, c. 2, s. 789, 791.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/472-473.
[1251] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 137.
[1252] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 143.
[1253] Cahiliye devrinde Salvan b. Ümeyye’ye “Kıntar” derlerdi. Kendisinin bir kantar altını vardı. Safvan’ın babası da öyle idi (Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 2, s. 48). Kantar; 40 ukıyye altına veya 1200 altına veya 1200 ukiyye altına veya 70 bin dinara veya 100 ratl altına denir (Ffruzâbâdf, Kâmûsu’l-muhit, c. 2, s. 127).
[1254] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 863, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 363.
[1255] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 863, 864.
[1256] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 863, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 363.
[1257] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 863.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/473-474.
[1258] Vâkidi, Megâzı, c. 2, s. 865.
[1259] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 865, 866, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1,5. 221.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/474.
[1260] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 869.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/475.
[1261] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 864.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/476.
[1262] Buhârî. Sahih. c. 3. s. 43. Müslim. Sahih. c. 3. s. 1207.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/476-477.
[1263] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 865.
[1264] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 866.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/477.
[1265] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 162, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 97,Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 132, Nesâf, Sünen, c. 8, s. 72, Dâıimf, Sünen, c. 2, s. 94.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/477-478.
[1266] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 866.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/478-479.
[1267] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829.
[1268] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 80, Vâkıdî, c. 2, s. 871, İbn Sa’d, c. 2, s. 143.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/479.
[1269] İbn Sa’d.c. 2,s.145,İbn Abdilberr, c. 2, s. 621, İbn Esîr, c. 2, s. 390.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/479.
[1270] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 127.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/480.
[1271] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 130, 131.
[1272] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 300 (Ek Belge)
[1273] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 131.
[1274] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 309 (Ek Belge)
[1275] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 131.
[1276] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 309 (Ek Belge)
[1277] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 131.
[1278] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 309 (Ek Belge)
[1279] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 131.
[1280] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 842, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 127, 128.
[1281] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 128.
[1282] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 842.
[1283] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 842, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 129.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/480-481.
[1284] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 128, 129.
[1285] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 842, İtan Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 137, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 129.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/482-483.
[1286] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 873, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 127.
[1287] Ebu’l-Münzir Hişam , Kitâbu’l-esnâm, s. 25, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 127.
[1288] İbn Habib, Kitâbu’l-muhabber, s. 315, Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 4, s. 116.
[1289] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 4, s. 11 6.
[1290] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 4, s. 11 8.
[1291] Ebu’l-Münzir Hişam , Kitâbu’l-esnâm, s. 27.
[1292] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1 , s. 127.
[1293] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1 , s. 126.
[1294] Ebu’l-Münzir Hişam , Kitâbu’l-esnâm, s. 54, Yâkût, c. 5, s. 367.
[1295] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.1, s. 86, c. 4, s. 79, Ezrakî, c. 1, s. 126.
[1296] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1 , s. 127.
[1297] İbn Habib, Kitâbu’l-muhabber, s. 315, İbn Hazm, Cemhene, s. 491.
[1298] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.1, s. 85.
[1299] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1 , s. 126.
[1300] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.1, s. 86, c. 4, s. 79, Ezrakî, c. 1, s. 126.
[1301] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 874, Ezrakî, c. 1, s. 1 28.
[1302] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 5, s. 277.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/483-485.
[1303] Ebu’l-Münzir Hişam , Kitâbu’l-esnâm, s. 25.
[1304] Vâkidi, Megâzî, c. 3, s. 783, Ezrakî, .ûhbâru Mekke, c. 1, s. 127, İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 2, s. 145.
[1305] İbn Habib, Kitâbu’l-muhabber, s. 315.
[1306] Vâkıdî, c. 3, s. 873, İbn Sa’d, c. 2, s. 145, Ebu’l-Münzir Hişam, s. 25.
[1307] Vâkıdî, c. 3, s. 873, Ezrakî, c. 1 , s. 127.
[1308] Vâkıdî, c. 3, s. 873, Ezrakî, c. 1 , s. 127, Ebu’l-Münzir, s. 25, İbn Sa’d, c. 2, s. 146.
[1309] Vâkıdî, c. 3, s. 873, İbn Sa’d, c. 2, s. 146, Ezrakî, c. 1, s. 127.
[1310] Ebu’l-Münzir Hişam , Kitâbu’l-esnâm, s. 25.
[1311] Vâkıdî, c. 3, s. 873, İbn Sa’d, c. 2, s. 146, Ezrakî, c. 1, s. 127.
[1312] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 79, Taberî, c. 3, s. 123, İbn Esîr, c. 2, s. 260.
[1313] Vâkıdî, c. 3, s. 873, İbn Sa’d, c. 2, s. 146, Ezrakî, c. 1, s. 127.
[1314] Ebu’l-Münzir Hişam , Kitâbu’l-esnâm, s. 25.
[1315] Vâkıdı, c. 3, s. 873, Ezrakî, c. 1 , s. 127
[1316] İbn İshak, İbnHisam, c. 4, s. 79, Vâkıdî, c. 3, s. 873, Ebu’l-Münzir, s. 25, 26, Ezrakî, c. 1, s. 1 27.
[1317] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 873, 874, Ebu’l-Münzir Hişam , s. 25, 26, Ezrakî, Nıbâru Mekke, c.1, s. 127, 128.
[1318] Ebu’l-Münzir Hişam, s. 26, Yâkût, c. 4, s. 117.
[1319] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 874, Ebu’l-Münzir Hişam, Kitâbu’l-esnâm, s. 26, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 146, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 128.
[1320] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 874, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 146, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1 , s. 128.
[1321] Ebu’l-Münzir Hişam , Kitâbu’l-esnâm, s. 26.
[1322] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 874, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 128.
[1323] Vâkıdî, c. 3, s. 874, İbn Sa’d, c. 2, s. 145, Ezrakî, c. 1, s. 128.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/485-488.
[1324] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 873, Ezrakî, .ûhbâru Mekke, c. 1, s. 127.
[1325] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 870.
[1326] Ebu’l-Münzir Hişam , Kitâbu’l-esnâm, s. 57, Yâkût, Mu’cemu’l-buldan, c. 3, s. 276.
[1327] Ebu’l-Münzir Hişam,s. 9,10, Yâkût, c. 5, s. 450.
[1328] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 5, s. 450.
[1329] Ebu’l-Münzir Hişam , Kitâbu’l-esnâm, s. 9,10.
[1330] İbn Habib, Kitâbu’l-muhabber, s. 316, İbn Hazm, Cemhere, s. 492.
[1331] Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 207, Diyarbekrî, Târıtıu’l-hamfs, c. 2, s. 96.
[1332] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 870, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 146.
[1333] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 870.
[1334] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 146.
[1335] Vâkıdî, c.2, s. 870, İbn Sa’d, c.2, s. 146, Ezrakî, c. 1,s. 131,1 32, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 2, s. 185, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead,c.2, s. 186.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/488-489.
[1336] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 873, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 127.
[1337] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 870, İ bn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 146,147.
[1338] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 87, 88, Ebu’l-Münzir Hişam, Kitâbu’l-esnam, s. 13.
[1339] Ebu’l-Münzir Hişam , s. 13, Yâkût, Mu’cemu’l-buldan, c. 5, s. 1 36.
[1340] Yâkût, Mu’cemu’l-buldan, c. 5, s. 204.
[1341] Ezrakî, .Ahbâru Mekke, c. 1, s. 125, Yâkût, c. 5 s. 204.
[1342] Ebu’l-Münzir Hişam , Kitâbu’l-esnam, s. 13, Yâkût, c. 5, s. 204, 205. 1322.
[1343] Ezrakî, c. 1, s. 125, Yâkût, c. 5, s. 204.
[1344] İbn Habib, Kitâbu’l -m uhabber, s. 316.
[1345] Ebu’l-Münzir Hişam , Kitâbu’l-esnam, s. 14.
[1346] İbn Habib, Kitâbu’l-m uhabber, s. 316.
[1347] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 6, c. 2, s. 870, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 147, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 260, İbn Seyyid, Uyunu’l-eser, c. 2, s. 185.
[1348] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1, s. 88, Ebu’l-Münzir Hişam, s. 15, Yâkût, c. 5, s. 205.
[1349] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 88.
[1350] İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 2, s. 147, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 185, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 186, Kastalânî, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 208
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/489-491.
[1351] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 7, s. 89, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 95.
[1352] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 7, s. 89.
[1353] İbn Sa’d, c. 7, s. 89, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 30, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 95.
[1354] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 30, 71.
[1355] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 95.
[1356] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 7, s. 89.
[1357] İbn Sa’d, Tabakât, c. 7, s. 89, Buhâıİ, Sahih, c. 5, s. 95.
[1358] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 71.
[1359] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 95.
[1360] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 30.
[1361] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 30, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 95.
[1362] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 7, s. 89.
[1363] İbn Sa’d, Tabakât, c. 7, s. 89, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 95.
[1364] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 89, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 95, 96.
[1365] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 30.
[1366] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 30, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 96.
[1367] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 7, s. 90.
[1368] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 71.
[1369] İbn Sa’d, Tabakât, c. 7, s. 90, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 96.
[1370] İbn Sa’d, Tabakât, c. 7, s. 90.
[1371] İbn Sa’d, Tabakât, c. 7, s. 90, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 96.
[1372] İbn Sa’d, Tabakât, c. 7, s. 90, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 30, Buhârî, c. 5, s. 96.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/491-493.
[1373] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 70, 71, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 875.
[1374] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 875, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 147, Taberî, Târîh, c. 3 s. 123, İbn Seyvid, Uyunu’l-eser, c. 2, s. 185, İbn Kayvım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 1 86.
[1375] Vâkıdî, c. 3, s. 875, İbn Sa’d, c. 2, s. 147. Taberî, c.3, s. 123, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 113, 114, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 255, İbn Seyyid,c.2, s. 185, Zehebî, Megâzî s. 472, İbn Kayyım, c. 2, s. 186, İbn Haldun, Târih, c. 2,ks. 2, s. 45.
[1376] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 71, Taberî, c. 3, s. 123.
[1377] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 185.
[1378] Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 114, İbn E ar, c. 2, s. 255.
[1379] Vâkıdî, c. 3, s. 875, İbn Sa’d, c. 2, s. 147, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 97.
[1380] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 71, Vâkıdî, c. 3, s. 883, Taberî, c.3, s. 124, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 313.
[1381] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 883.
[1382] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 148.
[1383] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 256,257.
[1384] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 256,257.
[1385] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 315.
[1386] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 149.
[1387] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 315.
[1388] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 149.
[1389] Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 315.
[1390] İbn Sa’d, t 2, s. 149, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 315.
[1391] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 257.
[1392] İbn İshak, İbnHişam, Sîre,c.4, s. 76, Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 877, 878, Taberî, Târîh, c.3, s. 125.
[1393] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 76, Vâkıdî, c. 3, s. 879, İbn Sa’d, c. 2, s. 149, Taberî, c. 3, s. 125.
[1394] Vâkıdî, c. 3, s. 879, İbn Sa’d, c. 2, s. 149.
[1395] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 76, Vâkıdî, c. 3, s. 879, İbn Sa’d, c. 2, s. 149, Zehebî, Megâzî, s. 473,474.
[1396] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 77, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c.2,s. 149, Taberî, Târîh, c. 3, s. 125, Zehebî, Megâzî, s. 473, 474, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 315.
[1397] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 77, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 880, Taberî, c. 3, s. 1 25, Zehebî, s. 473, 474, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 315, 316.
[1398] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 116,118, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 187, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 316, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 99.
[1399] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 875.
[1400] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 147.
[1401] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 875.
[1402] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 210.
[1403] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, .150.
[1404] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 73, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 150.
[1405] Vâkıdî, c. 3 s. 875, İbn Sa’d, c. 2, s. 147.
[1406] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 875.
[1407] Vâkıdî, c. 3, s. 875, İbn Sa’d, c. 2, s. 147.
[1408] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 98.
[1409] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 314.
[1410] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 4, s. 71, Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 875, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 147 İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 255.
[1411] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 71, İbn Esîr, c. 2, s. 255, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 313.
[1412] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 71, Vâkıdî, c. 3, s. 875, 876, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 31 3.
[1413] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 876.
[1414] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 71.
[1415] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 71, Vâkıdî, c. 3, s. 876.
[1416] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 876.
[1417] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 71, Taberî, Târîh, c. 3, s. 124, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 313.
[1418] Halebî, İ nsânu’l-uyûn, c. 3, s. 21 0.
[1419] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 71, Taberî, c. 3, s. 124, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 313.
[1420] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 876.
[1421] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 71, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 876, Taberî, Târîh, c. 3, s. 124, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 313.
[1422] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 71, Taberî, c. 3, s. 124, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 313.
[1423] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 876.
[1424] Halebî, İ nsânu’l-uyûn, c. 3, s. 21 0.
[1425] İbn İshak, İbnHişam, c. 4, s. 72, Vâkıdî, c. 3, s. 876.
[1426] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 876.
[1427] İbn İshak, İbnHişam, Sîre, c. 4, s. 73.
[1428] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 876.
[1429] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 877.
[1430] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 151.
[1431] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 877.
[1432] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 877.
[1433] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 881.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/494-502.
[1434] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 72, Taberi, Tarih, c.3, s.124, Ebu’l Fida , el-Bidaye ve’n nihaye, c. 4, s.313.
[1435] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 71, Vakıdi, Meğâzi, c.3, s. 881, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c.2, s. 148, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 1511, Taberi,c. 3,s. 124, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 114, İbn Esir, Kamil, c. 2, s. 256, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 186, Zehebi Megazi, s. 472, Ebu’l Fida , el-Bidaye ve’n nihaye, c. 4, s.313, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c.2, s. 186.
[1436] Beyhakî, Delâil, c.5, s. 114, İbn Esir, c.2, s. 256, İbn Seyyid, c. 2, s. 186, Zehebi s. 472, Zürkani , Mevabihu’l-ledünniye, Şerhi , c. 3 , s. 83.
[1437] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 72, Vakıdi, c.3, s.881, , İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c.148, A. b. Hanbel c.2, s. 151, Taberi,c. 3,s. 124, İbn Esir, c.2, s. 256, İbn Seyyid, c. 3, s. 186, Zehebi s. 472, Ebu’l Fida , c. 4, s.313.
[1438] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 72, Ebu’l Fida , c. 4, s.313.
[1439] Vakıdi, Meğâzi, c.3, s. 884.
[1440] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 72, 73, Vakıdi, c.3, s. 882, Taberi,c. 3,s. 124, Beyhakî, Delâil, c.5, s. 114.
[1441] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 74, Taberi, c.3, s.124, İbn Esir, c.2, s. 256, İbn Seyyid, Uyun c. 2, s. 186
[1442] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 72, 73, Vakıdi, Megazi, c.3, s. 882, Taberi, Tarih, c.3, s.124, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 114, 115, Zehebi, Megazi, s. 473, Ebu’l Fida , el-Bidaye ve’n nihaye, c. 4, s. 313.
[1443] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 73, Taberi, c.3, s.124, Beyhakî, c. 5, s. 115, İbn Esir, Kamil c.2, s. 256, Zehebi, s. 473, Ebu’l Fida , c. 4, s. 313.
[1444] Vakıdi, Megazi, c.3, s. 882.
[1445] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 73, Vakıdi, c.3, s. 882, Taberi, c.3, s.124, Beyhakî, c. 5, s. 115, İbn Esir, c.2, s. 256, Zehebi, s. 473, Ebu’l Fida , c. 4, s. 313.
[1446] Vakıdi, Megazi, c.3, s. 882.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/502-504.
[1447] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 73, Vâkıdî, c.3,s. 880, Taberî, c. 3, s. 124.
[1448] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 74, İbn Esîr, c. 2, s. 256, İbn Seyyid,c.2, s. 1 86, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 314.
[1449] Vâkıdî, c. 3, s. 880.
[1450] İbn İshak, İbn Hişam.Sîre, c. 4, s. 74, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 880, Taberî, Târih, c. 3, s. 124, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 256, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 1 86.
[1451] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 74, Taberî, c. 3, s:. 124, İbn Esîr, c.2, s. 256, İbn Seyyid.UyÛn, c. 2, s. 1 86, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s:. 314.
[1452] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 880.
[1453] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 73, Taberî, c. 3, s. 124, Ebu’l-Fidâ, c. 4,s:.313, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 98.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/504-505.
[1454] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 880, 881.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/505-506.
[1455] İbn Ebu Sevice, Musannef, c. 1 2, s. 367, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 448, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 43, Tiım izf, Sünen, c. 4, s. 120, Bevtıakf, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 108, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâ ye ve’n-nihâve, c. 4, s. 315.
[1456] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/506-507.