Amr b. Âs’ın Umman Hükümdarı Ceyfer ile Kardeşi Abd b. Cülendâ’ya Gönderilişi
Gönderiliş Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Amr b. Âs ile Ebu Zeyd’in Umman’da Yapacağı İşler
Alâ’ b. Hadramî’nin Münzir b. Sâvâ’ya Gönderilişi
Gönderiliş Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Münzir b. Sâvâ’nın Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubuna Cevap Yazışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Münzir b. Sâvâ’ya Cevabı
Bahreyn Hecer Halkından Müslüman Olmayanlarla Anlaşma Yapılışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Bahreyn Hecer Halkına Uyarı Mektubu
Bahreyn’den Medine’ye Gönderilen Malların Müslümanlara Dağıtılışı
Şair Ka’b b. Züheyr’in Müslüman Oluşu
Ka’b b. Züheyr’in Kimliği ve Kişiliği
Hırka-i Şerîfin Tarihçesi ve Tavsifi
Benî Sa’lebe Temsilcilerinin Medine’ye Gelip Kendilerinin ve Kabilelerinin Müslüman Olduklarını Haber Vermeleri
Benî Suda’ Temsilcilerinin Medine’ye Gelip Müslüman Olmaları ve Kavimleri Adına da İslâmiyet Üzerine Bey’at Etmeleri
Bâhile, Benî Sümâle ve Benî Huddan Temsilcilerinin Müslüman Olmaları, Kavimleri Adına da İslâmiyet Üzerine Bey’atta Bulunmaları
Peygamberimiz Aleyhisselamın Oğlu Hz. İbrahim’in Doğuşu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidine Minber Yapılmadan Önce Hutbe İrad Ederken Bir Hurma Kütüğüne Dayanışı
Mescid-i Nebevî Minberinin Tarihçesi
Mescid Minberinin Yapılışı
Minberin Planı
Minberin Fazileti
Peygamberimiz Aleyhisselamın Namazı Nasıl Kıldığını Ashaba Öğretmek İçin Minber Üzerinde
Namaz Kılışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Cuma ve Bayram Hutbelerini Minber Üzerinde İrad Buyuruşu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Minberinin Yerinden Sökülüp Şam’a Götürülmeye Kalkışılması
Halife Mehdi’nin Minberi İlk Haline Koymak İsteyişi
Yanan Minberin Yerine Kurulan Minberler
Müslüman Kabilelere Valiler ve Zekat Tahsil Memurları Gönderilişi
Gönderilenlerden Bazılarının Kimler Olduğu ve Nerelere Gönderildikleri
Medine’ye Gelen Benî Temim Heyetinin Hitabet ve Şiirde Peygamberimiz Aleyhisselamın Hatip ve Şairleriyle Yarışmaya Kalkışmaları
Benî Esed b. Huzeymelerin Müslüman Oluşu
Benî Esed Heyetinin Peygamberimizden Iyafet ve Kehanetin Hükmünü Sormaları
Benî Esed Heyetine Kur’ân-ı Kerîm Öğretilişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kendisine Bağışlanan Deve ve Onu Bağışlayan ve Getiren Hakkındaki Bereket Duası
Benî Esed Heyetinin Uyarılışı
Urve b. Mes’ud’un Müslüman Olup Taiflileri Müslümanlığa Davet Edişi ve Şehit Edilişi
Kur’ân-ı Kerîm’in Yâsîn Sahibi Hakkındaki Açıklaması
Benî Uzre Heyetinin Medine’ye Gelmeleri ve Müslüman Olmaları
Benî Uzrelerden Cemre b. Numan’ın Zekat Memurluğuna Atanışı ve Kendisine Arazi de Verilişi
Benî Uzrelerden Zeml b. Amr’ın Müslüman Oluşu ve Kendisine Sancak ve Yazı Verilişi
Dahhâk b. Süfyan’ın Kurataları Te’dibe Gönderilişi
Esmâ (Ümeyme) binti Numanu’l-Kindî’nin Zevceliğe Kabul Olunmasının Peygamberimiz Aleyhisselama Teklif Edilişi ve Medine’ye Getirilişi
Alkame b. Mücezziz’in İskelede Oturan Bir Cemaate Gönderilişi
Yerine Getirilmesi Günah Olan Emirlerin Yerine Getirilmemesi Gerektiği
Hz. Ali’nin Füls Putunu Yıkmaya Gönderilişi
Medine’den Yola Çıkış
Füls Putunun Yıkılışı ve Tahrip Edilişi
Adiyy b. Hâtim’in Şam’a Kaçışı ve Yanına Gelen Kızkardeşiyle Görüşüp Müslüman Olmaya Niyetlenişi
HEYETLER YILI
Amr b. Âs’ın Umman Hükümdarı Ceyfer ile Kardeşi Abd b. Cülendâ’ya Gönderilişi
Gönderiliş Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Amr b. Âs’ın Umman’a gönderilişi, Hicretin 8. yılında, Zilkade ayında idi.[1]
Umman; Yemen-Hind denizi sahilinde, Basra körfezinin darlaştığı yerdeki Arap şehirlerinin büyüklerinden olup, Hecer’in doğusundadır.[2]
Amr b. Âs’ın Umman kralı Ceyfer’le kardeşi Abd’e gönderilişinin sebebi, onlan İslâmiyete davet etmekti.[3]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Kur’ân-ı Kerîm’i en iyi okuyan EbuZeyd el-EnsârPyi de, Amrb. Âs’la birlikte gönderdi.[4]
Kral Ceyfer ile kardeşi için[5] Übeyy b. Ka’b’a yazdırdığı[6] bir mektubu da ellerine verdi. [7]
Mektupta şöyle buyurdu:
“B ismi İlâhirrahm ânirrahfm
Allah’ın Resûlü[8] Muhammed b. Abdullah’tan, Cülendâ’nın oğulları Ceyfer ve Abd’e!
Hidayete uyanlara, doğru yolu tutanlara selam olsun!
Bundan sonra, derim ki:
Ben sizin her ikinizi İslâm davetiyle Müslümanlığa davet ediyorum: Müslüman olunuz da selamete eriniz!
Ben, sağ olanlan ahiret azabıyla korkutayım, kâfirler hakkında da Allah’ın emirlerini uygulayayım diye Allah’ın bütün insanlara gönderdiği peygamberiyim.
Eğer siz İslâmiyeti kabul ve ikrar ederseniz, sizi yine hükümdar yapanm!
Eğer İslâmiyet] kabul etmekten kaçınırsanız, muhakkak, hükümdarlığınız elinizden gidecek, süvariler meydanlarınızı çiğneyecek ve peygamberliğim mülk ve saltanatınıza galebe çalacaktır!” [9]
Amr b. Âs ile Ebu Zeyd’in Umman’da Yapacağı İşler
Umman halkı kelime-i şehadet getirmeyi kabul ederek Allah’a ve Resûlüne boyun eğecek olurlarsa, Amrb.Âs orada yönetim işleriyle uğraşacak;[10]
Yani Müslüman zenginlerden sadaka ve zekatlarını toplayacak, onların yoksullarına dağıtacak,
Mecusilerden (ateşe tapanlardan) cizye alacak, [11]
Müslümanlar arasındaki dâvaları da halledecekti.
Ebu Zeyd ise; namaz kıldıracak, halka İslâmiyet] anlatacak, Kur’ân-ı Kerîm’i ve sünnetleri öğretecekti.
Amr b. Âs ile Ebu Zeyd, Umman’a gittiler.
Ceyfer ile kardeşi Abd’i, deniz sahilindeki Suhar panayırında buldular. [12]
Suhar; Umman’ın heryıl Recep ayının başında açılıp beş gece süren panayırı idi. [13]
Amr b. Âs der ki:
“Umman’a vardığım zaman, önce Abd b. Cülendâ ile buluşmak istedim.
Çünkü, o, iki adamdan en uslusu idi. [14]
Ona:
‘Ben sana ve senin kardeşine Resûlullah Aleyhisselamın gönderdiği elçisiyim!’ dedim.
Abd:
‘Kardeşim yaşça ve saltanatça benden önce gelir. Ben seni onunla görüştüreyim. Mektubunu o okusun!1 dedi. [15]
Sonra da:
‘Sen nelere davet ediyorsun?1 diye sordu.
‘Ben seni Bir olan, eşi ortağı olmayan Allah’a iman ve ibadet etmeye, O’ndan başkasına tapmayı bırakmaya, Muhammed’in de O’nun kulu ve Resûlü olduğuna şehadet getirmeye davet ediyorum!’ dedim.
Abd b. Cülendâ:
‘Ey Amr! Sen kavminin ulu kişisi olan bir kişinin oğlusun.
Senin baban bu hususta nasıl davrandı, ne yaptı?
Şüphe yok ki; o bize bu yolda bir misal, bir ömek olabilir!’ dedi.
‘O, Muhammed Aleyhisselama iman etmeden ölüp gitti.
Ben onun da Müslüman olmasını ve Muhammed Aleyhisselamı doğrulamasını çok arzu ederdim!
Ben de önceleri onun görüşünde idim.
Nihayet, Allah beni İslâmiyete hidayet etti1 dedim.
Abd:
‘Sen ona ne zaman tâbi oldun?’ diye sordu.
‘Necaşî’nin yanında!’ dedim ve Necaşî’nin ne zaman Müslüman olduğunu haber verdim.
Abd:
‘Necaşî’nin kavmi, onun hükümdarlığı hakkında ne yaptı?’ diye sordu.
‘Hükümdarlığında bıraktılar ve ona tâbi oldular!’ dedim.
‘Uskuflar* ve ruhbanlar da ona tâbi oldular mı?’ diye sordu.
‘Evet!’ dedim.
Abd:
‘Ey Amr! Söylediğin şeye dikkat et! Adam için, yalan söylemekten daha ayıp, daha kötü bir huy yoktur!’ dedi.
‘Ben ne yalan söylerim, ne de dinimizde yalanı helâl sayarız!’ dedim.
Abd:
‘Herakliyus, Necaşî’nin Müslüman olduğunu öğrenebilmiş mi idi?’ diye sordu.
‘Evet!’ dedim.
Abd:
‘Bu, nasıl ve hangi şeyle öğrenilebilmiş?’ dedi.
‘Necaşî, Herakliyus’a haraç gönderirmiş. Müslüman olduğu, Muhammed Aleyhisselamın peygamberliğini doğruladığı zaman:
‘Hayır! Vallahi, benden bir tek dirhem bile istemiş olsa, ona vermem!’ demiş.
Herakliyus onun bu sözünü haber alınca, kardeşinin oğlu Yennak:
‘Senin dinine aykırı, sonradan ortaya çıkan bir dini din edinen kulunun yaptıklarını yanına bırakacak mısın?!’ demiş.
Herakliyus da:
‘Adam kendisi için bir din seçmişse, ben ona ne diyebilirim?
Vallahi, ben de, esirgeyip cimrilik etmeseydim, muhakkak onun yaptığı gibi yapardım!’ demiş’ dedim.
Abd:
‘Ey Amr! Neler söylediğine dikkat et!’ dedi.
‘Vallahi, sana doğru söylüyorum!’ dedim.
Abd:
‘Peygamberiniz neleri emrediyor? Nelerden de sakındırıyor? Onları da bana haber ver?’ dedi.
‘Yüce Allah’ın buyruklarına boyun eğmeyi emrediyor. Ona asi olmaktan, karşı koymaktan sakındırıyor. İyiliği, akraba haklarını gözetmeyi emrediyor. Zulümden, haksızlıktan, zinadan, içkiden, taşlara, putlara, salibe tapmaktan sakındırıyor’ dedim.
Abd:
‘Onun davet etmiş olduğu bu şeyler ne kadar güzeldir!
Kardeşim beni dinlese, bana uysa da, gidip Muhammed’e iman ve onun getirdiklerini doğrulasak ne iyi olurdu.
Fakat, kardeşim saltanata düşkün ve onu elden bırakmakta cimridir!’ dedi.
‘Eğer o Müslüman olursa, Resûlullah Aleyhisselam yine onu kavmine hükümdar yapar. Zenginlerinden sadakalarını alır, fakirlerine, yoksul olanlarına verir’ dedim.
Abd:
‘Hiç şüphesiz, bu da güzel ahlâktır!1 dedi ve ‘Sadaka dediğin nedir?’ diye sordu.
Mallar hakkında farz ki İman zekat ve sadakanın nev’ ve miktarlarını ona haber vere vere develerin zekatına geldiğim zaman, Abd, bana:
‘Ey Amr! Ağaçlardan, otlardan yayılan ve sulanmak için su başlarına sürülen yaylım hayvanlarımızdan da mı zekat ve sadaka alacaksın?1 diye sordu.
‘Evet!’ dedim.
Abd:
‘Vallahi, yurtlan uzak, sayıları da pek çok olan kavmimin bunu benimseyeceklerini pek sanmıyorum!’ dedi. [16]
Kapısında günlerce bekledim. [17]
Abd, kendisine verdiğim haberlerin hepsini kardeşine ulaştırdı. [18]
Sonra, bir gün, Ceyfer beni çağırdı. Yanına girdim. [19]
Ceyfer’in adamları, hemen kollarımı tuttular.
Ceyfer:
‘Bırakınız onu!’ deyince, bıraktılar.
Oturmak için ileri vardım. Beni oturtmadılar.
Ceyfer’e baktım.
Bana:
‘Dileğini getir!’ dedi. [20]
Mühürlü mektubu kendisine sundum.
Açıp sonuna kadar okuduktan sonra, kardeşine verdi.
O da, Ceyfer gibi okudu.
Kendisini, kardeşi Ceyfer’den daha uslu ve mülayim gördüm. [21]
Ceyfer:
‘Bana haber ver: Kureyşîler bu hususta ne yaptılar? Nasıl davrandılar?’ diye sordu.
‘İslâmiyeti benimseyerek de, kılıç korkusu ile de tâbi oldular!1 dedim.
Ceyfer:
‘Onun yanında bulunanlar kimlerdir?’ diye sordu.
‘Allah’ın hidayetiyle akılları başlarına gelip dalâlet içinde bulunduklarını anlamış, İslâmiyete can atmış ve Resûlullahı başka herşeye tercih etmiş, üstün tutmuş olanlardır.
Şu çıkış yeri bulunmayan vadilerde senden başkasının kaldığını bilmiyorum!
Sen bugün Müslüman olmaz, Resûlullaha uymazsan, süvarilere çiğnenirsin. Cemaatin de perişan ve darmadağın olur.
Müslüman ol, selamete er! Yine, kavminin üzerine hükümdar olursun!
Senin üzerine ne süvariler, ne de piyadeler gelir!1 dedim. [22]
Ceyfer:
‘Sen bugün beni kendi halime bırak da, yarın yanıma dön!’ dedi. [23]
Ceyfer’in kardeşinin yanına döndüm. Bana
‘Ey Amr! Eğer saltanatı esirgemez, cimriliği tutmazsa, kendisinin Müslüman olacağını umanm’ dedi.
Ertesi gün olunca, tekrar Ceyfer’e gittim.
Ceyfer, içeri girmeme izin vermeye yanaşmadı.
Ceyfer’in kardeşi Abd’in yanına döndüm. Ceyfer’le buluşamadığımı ona haber verdim.
Bunun üzerine, beni götürüp Ceyfer’le buluşturdu. [24]
Ceyfer:
‘Ben senin davet ettiğin şey üzerinde düşündüm:
Eğer ben elimdeki saltanatımı başka bir adama bırakırsam, Arapların en zayıfı ve düşkünü durumuna düşerim! [25]
Onun süvarileri, buralara kadar gelip ulaşamazlar.
Eğer gelir, ulaşırlarsa, ortada kimi bulup da savaşacaklar?1 dedi. [26]
‘Öyleyse, ben yarın çıkıp gideceğim!’ dedim.
Ceyfer benim gideceğime kanaat getirince, [27] kardeşi onunla gizlice konuştu:
‘Biz bu hususta ona üstün gelemeyiz!
Kendilerine haber saldığı her hükümdar, davetine icabet etti!’ dedi. [28]
Ceyfer, ertesi günü, sabahleyin, bana haber saldı.
Huzuruna varınca, [29] kendisine:
‘Ey Cülendâ! Sen her ne kadar bizden uzakta bulunuyorsan da, Allah’tan uzakta değilsindir.
Seni tek başına yaratmış olan Allah, ibadeti yalnız Kendisine tahsis etmene ve O’nun seni yaratırken işe karıştırmadığını senin de ibadette O’na ortak tutmamana lâyıktır.
İyi bil ki; sen ölü bir halde iken, O seni diri kıldı.
Seni yine eski haline çevirecek, öldürecek, sonra da diriltecektir.
Bak! Şu ümmî peygamber sana dünya ve ahiret mutluluğunu sağlayacak bir din getirmiştir.
Ahiretecirve mükâfatını isteyen, ondan yararlanır.
Nefsine uyan ise, onu bırakır.
Sonra bak! İyi düşün ki; o, insanların getirdiği şeylere hiç benziyor mu?
Eğerbenzemiş olsaydı, belli olur, açıkça görülürdü.
Sen bu haber üzerinde muhayyersin:
Bu, kullarınkine benzemiyorsa, Allah tarafından olduğunu ve söylenen şeyi kabul et!
Eğer işe önem vermez, aldırış etmezsen, va’d edilen şey başına gelir!’ dedim. [30]
Ceyfer:
‘Vallahi, sen beni o ümmî peygambere kılavuzladın ki, onun hayır ve iyilik adıyla emredeceği şeyleri tutacak, yerine getirecek olanların ilki ben olacağım!
Onun kötülük adıyla yasaklayacağı şeyleri bırakacak olanların ilki de ben olacağım!
Yenince sevinme ve kibirlenme, yenilince de üzülme ve daralma olmayacak!
Verilen söz üzerinde durulacak, verilen söz yerine getirilecek!
Vâkıf olunan sırda da, sır sahibiyle bir olunmaktan geri durulmayacak!
Ben şehadet ederim ki; o, peygamberdir!1 dedi. [31]
Ceyfer de, kardeşi de, böylece İslâmiyeti kabul ve Muhammed Aleyhisselamın peygamberliğini tasdik ettiler. [32]
O bölgede bulunan bütün Arapları da Müslümanlığa davet ettiler.
Onlarda, davete icabet edip Müslüman oldular. [33]
Zekat ve sadakaları toplamak, aralarında hüküm vermek vazifeleriyle beni başbaşa bıraktılar.
Bana aykırı davrananlara karşı da, bana yardımcı oldular. [34]
Zenginlerden zekat ve sadakalarını alıp yoksullarına dağıttım . [35]
Resûlullah Aleyhisselamın vefatı haberi bize ulaşıncaya kadar, Ummanlıların yanında oturmaktan ayrılmadım.” [36]
Ceyfer’in de, söylediği bir şiirde:
Amr b. Âs’ın gelip hakkı bildirdiğini, öğüt]ediğini, kendisinin de Allah için Müslüman olduğunu, bunu bağıra bağıra açıkladığını ifade ettiği görülür.[37]
Yüce Allah hepsinden razı olsun![38]
Alâ’ b. Hadramî’nin Münzir b. Sâvâ’ya Gönderilişi
Gönderiliş Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Alâ1 b. Hadramî’nin Bahreyn’de Münzir b. Sâvâ’ya gönderilişi, Hicretin 8. yılında, Zilkade ayının sonuna, Ci’râne’den sonraki günlere rastlar.[39]
Bahreyn; Hindistan’la Basra ve Umman arasında, deniz sahilindeki memleketlerin hepsinin adıdır.
Bol kaynakları, akarsulan bulunan geniş bir ülkedir. [40]
Her yıl Cumâde’l-âhire ayının başında açılıp ay sonuna kadar süren Müşakkar panayırı Hecer’de kurulurdu. [41]
Bahreyn, Fars memleketlerinden olup, Arapların Abdulkays, Bekr b. Vâil ve Temim kabilelerinden birçok halk, Bahreyn kırlarında oturmakta idiler.
Münzir b. Sâvâ, Farslar tarafından Bahreyn’deki Araplar üzerine tayin edilmişti.
Münzir; Hecer veya Esbez köyünden ve Abdullah b. Zeydü’l-Esbezî oğullarındandı.
Esbezîler, atlara taparlardı.
Bahreyn halkından kimi Mecusî, kimi Yahudi, kimisi de Hıristiyan di. [42]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Alâ1 b. Hadramî’yi, Bahreyn hükümdarı Münzir b. Sâvâ’yı İslâmiyete davet etmek üzere gönderdi. [43]
Alâ1 b. Hadramî’nin yanına Ebu Hureyre’yi de kattı.
Kendilerine hayır tavsiyesinde bulundu.
Alâ1 b. Hadramî için, deve, sığır, davar, meyve ve sair malların zekatları hakkında bir yazı da yazdırdı.
Alâ1 b. Hadramî bu yazıyı Müslüman olan halka okuyacak ve zekatlarını ona göre toplayacaktı. [44]
Alâ1 b. Hadramî, Bahreyn halkını İslâmiyete davet edecek, yanaşmadıkları takdirde cizye (vergi) ödemelerini kendilerine teklif edecekti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Münzir b. Sâvâ’ya ve Hecer’in Mecusî din başkanı Sîbuht’a birer mektup göndererek, İslâmiyeti kabule yanaşmadıkları takdirde cizye (vergi) ödemeye kendilerini davet etti . [45]
Peygamberimiz Aleyhisselam, mektubunda şöyle buyurdu:
“B ismi İlâhirrahm ânirrahîm
Muhammed Resûlullah’tan Münzir b. Sâvâ’ya!
Hidayete uyanlara selam olsun!
Bundan sonra, derim ki:
Ben seni İslâmiyete davet ediyorum. Müslüman ol, selamete er!
Allah senin iki elinin altındaki şeyi (hükümdarlığını) yine sende bırakır.
Şunu da iyi bil ki; benim dinim, develerin ve atların gidebilecekleri yerlere kadar uzanacak, hakim olacaktır!” [46]
Alâ1 b. H adramî, Münzir b. Sâvâ’nın yanına vardı ve ona:
“Ey Münzir! Şüphe yok ki, sen dünya işlerinde büyük bir akla sahipsin! Onu ahiret işlerinde küçültme!
Şu Mecusîlik (ateşe tapıcılık) kötü bir dindir.
Onda, ne Arapların, ne de Ehl-i Kitab bilginlerinin iyi göreceği birşey yoktur!
Onda, evlenilmelerinden utanılanlaria (kendileriyle evlenilmemesi gerekenlerle) evlenirler!
Yenilmesi uygun olmayanları yerler!
Kıyamet günü kendilerini yiyecek, yakacak olan ateşe dünyada tapar dururlar!
Sen ne aklı kıt, ne de görüşsüz bir kimsesin!
Bak! İyi düşün!
Hiç yalan söylemeyen bir kimseyi doğrulamaman, hiç hıyanet etmeyen bir kimseye gücenmemen, verdiği sözden hiç caymayan bir kimseye itimad etmemen, inanmaman sana yakışır mı?!
İşte, böyle olan o ümmî peygamberdir ki, vallahi, aklı başında olan kimse, hiçbir zaman onun emrettiği şeyin yasaklanması veya onun yasakladığı şeyin emredilmesi gerekeceğini söyleyemeyeceği gibi, onun affederken affını biraz arttırması veya cezalandırırken cezasını biraz kısması gerekeceğini de söyleyemez!
Akıl, fikir ve basiret sahiplerince, bu böyledir!” dedi.
Münzir b. Sâvâ:
“Elimdeki, önümdeki şu saltanatıma baktım; onu ahiret dışında ve yalnız dünyaya elverişli buldum!
Sizin dininize baktım, onu hem ahirete, hem dünyaya elverişli buldum!
Kendisinde yaşama ve öldükten sonra yaşamaya dönüş umudu bulunan bir dini kabul etmeme ne engel var?” dedi. [47]
Münzir b. Sâvâ da, Mecusî din başkanı Sîbuht da Müslüman oldu. [48]
Münzir b. Sâvâ, İslâm ibadet ve amelleriyle Müslümanlığını güzelleştirdi. [49]
Yüce Allah onlardan razı olsun![50]
Münzir b. Sâvâ’nın Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubuna Cevap Yazışı
Münzir b. Sâvâ, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubuna yazdığı karşılıkta, Müslüman olduğunu ve Peygamberimiz Aleyhisselamın peygamberliğini doğruladığını bildirdikten sonra,[51] şöyle dedi:
“Bundan sonra, arzolunur ki:
Yâ Rasûlallah! [52] Mektubunu[53] Bahreyn, [54] Hecerhalkına okudum. [55]
Onlardan, İslâmiyetten hoşlanıp Müslüman olmak isteyenler, İslâmiyete girdiler.
Bazıları ise, Müslüman olmak istemediler.
Ülkemde, kendi dinlerinde kalan Mecusîler ve Yahudiler de vardır. Bu hususta ne yapacağımı da bana bildir!” [56]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Münzir b. Sâvâ’ya Cevabı
“Muhammed Resûlullah’tan Münzir b. Sâvâ’ya!
Allahın selamı üzerine olsun!
Ben, sana olan hidayet nimetinden dolayı hamd ederim O Allah’a ki, Kendisinden başka hiçbir ilah yoktur![57]
Ben, Allahtan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed’in de Allah’ın kulu ve resûlü olduğuna şehadet ederim[58]
İmdi, mektubun bana geldi. [59] Okutup içindekileri dinledim. [60]
Ben sana Yüce Allah’ı ve O’nun buyruklarına göre hareket etmeni hatırlatırım!
Muhakkak ki, öğüt veren kişi, onunla kendisi de öğütlenmiş, sevabından yararlanmış olur.
Elçilerime itaat eden ve onların buyruklarına uyan kişi, bana uymuş ve itaat etmiş olur. Onların öğütlerini dinleyen, beni dinlemiş olur.
Elçilerim seni bana övdüler ve hayırla andılar.
Senin kavmin hakkındaki iltimasını, şefaatini kabul ettim.
Onlardan, Müslüman olanları, Müslüman oldukları şeylere bırak!
Günahkâr olanların geçmişteki suçlarından, geç. Onları geçmişlerinden suçlu tutma!
İyi bil ki; sen iyi davrandıkça, seni işinden uzaklaştırmayız, sen vekilimiz olarak orada kalırsın! [61]
Her kim bizim namazımızı kılar, bizim Kıblemize yönelir, bizim kestiklerimizi yerse, o Müslümandır. [62] Ona Allah’ın ve Resûlünün himayesi vardır. [63] Kendisi, Müslümanların sahip oldukları haklara sahip ve onların mükellef bulundukları vazifelerle mükellef olur.
Bunu yapmayan kimsenin, Maâfirî elbisesi kıymetine göre cizye olarak bir dinar ödemesi gerekir.
Selam ve Allah’ın rahmeti senin üzerine olsun. Allah seni yariıgasın!” [64]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Münzir b. Sâvâ’ya Hecerliler hakkındaki mektuplarında da şöyle buyurdu:
“İslâm’ı onlara arz ve teklif et! [65] Kendilerini İslâmiyete davet et!
Eğer Müslüman olurlarsa, bizim sahip olduğumuz haklara onlarda sahip ve bizim mükellef bulunduğumuz vazifelerle onlar da mükellef oluriar. [66]
Eğer Müslüman olmaktan kaçınırlarsa, kendilerinden cizye (vergi) alınır.
Onların ne kestikleri yenir, ne de kendileriyle evlenilir.” [67]
“Müslüman olmayanlardan, arazi sahibi olmayan herkesi, dört dirhem ile bir aba ödemekle mükellef kıl!” [68]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Münzir b. Sâvâ’ya gönderdiği başka mektuplarında, şöyle buyurdu: “Allah’a hamd ü senadan sonra, derim ki: Elçilerimseni bana övdüler.
Hiç şüphesiz, sen böyle iyi oldukça, ben de sana iyi davranacak ve işine göre, seni mükâfatlandıracağım!
Allah’a ve Resûlüne bağlılıkta devam et! Selam olsun sana!”
“Allah’a hamd ü senadan sonra, derim ki:
Ben sana Kudâme (b. Maz’un) ile Ebu Hureyre’yi gönderdim.
Ülkene ait cizye (vergi)lerden, yanına toplamış olduklarını, bunlara teslim et! Vesselam!” [69]
Peygamberimiz Aleyhisselam Bahreyn halkı için yazdırdığı mektupta da şöyle buyurdu:
“Allah’a hamd ü senada bulunduktan sonra, derim ki:
Siz namazınızı kılar, zekatınızı verir, Allah’a ve Resûlüne iman ve itaat eder, meyve mahsullerinden uşr, hububatınızdan yarım uşr verir, çocuklarınızı Mecusîleştirmez iseniz, Müslüman olurken sahip bulunduğunuz size kalacak, ateşgede malları Allah’a ve Resûlüne ait olarak bunun dışında tutulacaktır.
Eğer buna yanaşmazsanız, size cizye (vergi) salınacaktır.” [70]
Bahreyn Hecer Halkından Müslüman Olmayanlarla Anlaşma Yapılışı
Münzir b. Sâvâ, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu H ecer halkına okudu.
Onlardan bir kısmı Müslüman oldular.[71]
Gerek Münzir b. Sâvâ’nın ve gerek Mecusî din başkanı Sîbuht’un yanlarında bulunan Araplarla o bölgedeki bütün Araplardan ve Arap olmayanlardan da bazı kimseler Müslüman oldular.
Mecusî, Yahudi ve Hıristiyan halkı ise, Müslüman olmak istemediler. Cizye ödemeye razı oldular. Alâ1 b. Hadramî ile anlaşma yaptılar. Alâ’ b. Hadramî aralarında bir de anlaşma yazısı yazdı.
Yazılan yazıda şöyle denildi:
“Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu, Alâ’ b. Hadram?nin Bahreyn halkıyla üzerinde anlaşma yaptığı hususun belgesidir.
Alâ’ b. Hadramî, bizi işe el sürdürmeyecekler ve hurma mahsulünü bizimle bölüşecekler, diye onlarla muahede yapmıştır.
Kim buna riayet etmezse, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun!
Amma cizyeye gelince; o, erginlik çağına basan, ustura tutmaya başlayan her erkek başına bir dinar, [72] yahut her yıl 24 dirhem alınır. [73]
Çocuktan, kadından, [74] âmâdan, son derece yaşlanmıştan, bunaktan, oturak olandan alınmaz. [75]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Alâ’ b. Hadramîye gönderdiği mektupta şöyle buyurdu:
“Allah’a hamd ü senadan sonra, derim ki:
Münzir b. Sâvâ’ya iki kişi gönderdim. Onlar, Münzir’in yanına toplamış olduğu cizyeleri kendisinden teslim alacaklardır.
Sen bu işi çabuklaştır.
Zekat ve aşardan senin yanına topladıklarını da onlarla birlikte gönder, vesselam!” [76]
Alâ1 b. Hadramî, Bahreynlilerin Müslüman olanlarından uşr (aşar), müşrik olanlarından da cizye almakta, toplamakta idi. [77]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Umman Hükümdarlarından Olup Bahreyn’de Oturan İki Zât ile
Onlardan Olanlara Mektubu
Peygamberimiz Aleyhisselam; Umman hükümdarlarından olup Bahreyn’de oturan Esbezli Abdullah adındaki iki zâtla onlardan olanlara da bir mektup göndermiş ve mektubunda şöyle buyurmuştu:
“Allah’ın Resûlü Muhammed Peygamberden Umman hükümdarları Esbezli Abdullah’lar ile, onlardan Bahreyn’de bulunanlara:
Onlar; iman ederler, namazı kılarlar, zekatı verirler, Allah’a ve Resûlüne itaat ederler, Peygamberin hakkını verirler, mü’minlerin yaptıkları gibi, kurbanlarını keserler ise, hiç şüphesiz mü’mindirler. Müslüman olurken sahip bulundukları şeyler, kendilerine kalacaktır.
Beytü’n-nar=ateşgede malları, Allah’a ve Resûlüne ait olarak, bunun dışında tutulacaktır.
Hurmadan uşr, hububattan yarım uşr zekat olarak alınacaktır.
Müslümanlar onlara yardım etmek ve öğüt vermekle mükellef bulundukları gibi, onlar da Müslümanlara böyle yapmakla mükelleftirler.
Onların değirmenleri kendilerine ait olup, onlar oralarda unlarını istedikleri gibi öğüteceklerdir.”[78]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Sîbuht b. Abdullah’ın Mektubuna Cevabı
Peygamberimiz Aleyhisselam Sîbuht b. Abdullah’ın mektubuna verdiği cevapta şöyle buyurdu:
“Akra1 mektubunu bana getirdi. Kavmin hakkındaki şefaat dileğini de bildirdi.
Şefaatini kabul ettim.
Kavmin hakkında Akra’m söylediklerini doğru buldum.
İstediğini benden istemene, memnun oldum.
Fakat, ben onu iyice tanımamı ve senin benimle görüşmeni uygun gördüm.
Eğer yanımıza gelirsen, sana ikramda bulunurum.
Gelemez, bulunduğun yerde oturursan, yine de, sana ikram ederim.
Sonra, derim ki: Ben hiç kimseden armağan istemem. Fakat, bana sen armağan verirsen, kabul ederim.
Valilerim senin tutum ve davranışından memnundurlar.
Namaz, zekat ve mü’minleri ağırlamak gibi yapmakta olduğun ibadet ve faziletlere en güzel şekilde devam etmeni sana tavsiye ederim.
Senin kavmine ‘Benî Abdullah’ ismini verdim.
Namaz kılmayı, güzel amellerin en güzellerini işlemeyi onlara emret!
Seni ahiret mükâfatıyla müjdelerim!
Sana ve mü’min olan kavmine selam olsun!”[79]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Bahreyn Hecer Halkına Uyarı Mektubu
“Bismiİlâhirrahmânirrahîm
Peygamber Muhammed’den, Hecerlilere!
Sizler, selamette olasınız!
Sizlere hidayet nasip ettiğinden dolayı hamd ederim O Allah’a ki, O’ndan başka hiçbir ilahyoktur![80]
İmdi, doğru yola kılavuzlandıktan sonra sapmamanızı, doğru yola ulaştırıldıktan sonra yoldan çıkmamanızı, Allah ve öz canlarınız için, sizlere ehemmiyetle tavsiye ederim!
Elçileriniz yanıma geldiler.
Onlar, sizin yanınıza, sevinçli olmaktan başka bir suretle de gitmediler.
Sizin üzerinizdeki bütün hak ve yetkilerimi kullanmış olsaydım, sizi Hecer’den sürer çıkarırdım!
Halbuki, sizin burada bulunmayanlarınız hakkındaki şefaatleri kabul ettim.
Burada bulunanlara da, câizelerverdim.
O halde, Allah’ın üzerinizdeki nimetini anınız!
Sonra, iyi biliniz ki; sizin yaptıklarınızın haberi de bana gelmiş bulunuyor!
İçinizden iyi olanlar kötü olanların kötülüklerinden sorumlu tutulmayacaktır!
Buyruk sahiplerim size geldiği zaman, onlara itaat ediniz!
Allah’ın emri üzere, O’nun yolundaki vazifelerinde kendilerine yardımcı olunuz! İçinizden, iyi ve yararlı iş yapanın bu hizmeti, ne Allah katında, ne de benim katımda zayi olacaktır.” [81]
Bahreyn’den Medine’ye Gönderilen Malların Müslümanlara Dağıtılışı
Alâ’ b. Hadramî’nin Bahreyn’den Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdiği para 80.000 dirhem idi.
Medine’ye ne bundan önce, ne de bundan sonra, bu kadar çok para gelmemiştir.[82]
Peygamberimiz Aleyhisselamın emriyle, onlar Mescidde hasırlar üzerine döküldü.
Namaz için ezan okundu. [83]
Peygamberimiz Aleyhisselam namaza çıktı. Hasır üzerine dökülen paralara hiç bakmadan, mihraba geçti.
Namazı kıldırdıktan sonra, geldi, [84] paraların başına dikildi.
Müslümanlarda geldiler, hasır üzerindeki paralan gördüler. [85]
Peygamberimiz Aleyhisselam oturdu.
Gördüğü herkese[86] avuçlayıp avuçlayıp[87] vermeye başladı . [88]
O sırada, Hz. Abbas da geldi ve:
“Yâ Rasûlalları! Bundan bana da ver! [89]
Çünkü, ben Bedir günü[90] hem kendim için, [91] hem de malsız olan[92] (yeğenim) Akîl için kurtulmalık vermiştim” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sen de al!” buyurdu.
Hz. Abbas hemen üzerindeki cübbesini çıkarıp içini malla (para ile) doldurdu. Gitmek için, sırtına kaldırmaya davrandı, kaldıramadı! [93]
Başını Peygamberimiz Aleyhisselama çevirdi ve:
“Yâ Rasûl ali ah! Şunu sırtıma kaldırıver!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, gülerek:
“Malın bir kısmını geri bırak da, kaldırabileceğin kadarıyla kendin kalk!” buyurdu. [94]
Hz. Abbas:
“Yâ Rasûl ali ah I Bari şunlardan birine emret de, bunu sırtma o kaldırsın!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Olmaz!” buyurdu.
Hz. Abbas:
“Öyleyse, sen kaldır!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Olmaz!” buyurdu.
Bunun üzerine, Hz. Abbas malın birazını döktükten sonra kaldırmaya davrandı ve kaldıramayınca:
“Yâ Rasûl ali ah I Birine emret de, bunu sırtıma kaldırsın!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Olmaz!” buyurdu.
Hz. Abbas:
“Bari, sırtıma sen kaldır!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Olmaz!” buyurdu.
Hz. Abbas onun birazını daha döktü. Sonra da, kaldırıp sırtına yüklenerek gitti.
Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Abbas’ın mala karşı gösterdiği bu aşın arzusuna şaştı, arkasından baktı durdu. [95]
Hz. Abbas ise, sırtladığı malla Mescidden çıkıp giderken:
“Allah, bize yaptığı iki va’dinden birisini bugün yerine getirdi.
Yani, ‘Eğer Allah’ın ezelî ilmine göre yüreklerinizde bir hayır, bir iman ve ihlas varsa, o Allah, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve sizi yariıgar da!’ [Enfal: 70] buyurmuştu ki, bu aldığım mal, benden alınmış olan (kurtulmalık)dan daha hayırlıdır.
Amma Allah’ın yarlıgamak hususundaki va’dine gelince, doğrusu onu ne yapacağını pek bilemiyorum!” diyordu.[96]
İnşaallah o va’d de yerine gelmiştir.[97]
Şair Ka’b b. Züheyr’in Müslüman Oluşu
Ka’b b. Züheyr’in Kimliği ve Kişiliği
Ka’b b. Züheyr, Müzeynelerdendir.
Ka’b’ın dedesi, Ebu Sülma Rebia’dır.[98]
Müzeynelerin yurtları, Gatafanların yurtları içinde idi. [99]
Züheyr’in, Ka’b ve Büceyr adında iki oğlu vardı . [100]
Ka’b büyük şairdi. Ka’b’ın babası da, kardeşi de büyük şair idiler.
Ka’b, şairlikte, kardeşi Büceyr’den üstündü. Babaları Züheyr ise, oğlunun her ikisinden de üstündü. [101]
Ka’b b. Züheyr; Peygamberimiz Aleyhisselamı şiirle hicveden ve Mekke’nin fethi üzerine öldürülmemek için başını alıp kaçanlardandı. [102]
Büceyr Peygamberimiz Aleyhisselamla görüşüp Müslüman olduğu zamanl[103] Ka’b ona çok kızmış, [104] gönderdiği birşiirde: “Yazıklar olsun sana!
Demek, sen ananda, babanda görmediğin bir dine girdin hâ?!
Oysa ki, kardeşin de o dinde değildir!
Demek, sen Ebu Bekir ve Me’mun’la [Resûlullah Aleyhisselam denilmek isteniliyor] kandırıcı iki kadeh içtin, kendi dininden vazgeçtin hâ?!
Eğer sen böyle yapmadığını, dininde sebat ettiğini bize açıklarsan, sana üzülmeyeceğim!” dedi. [105]
Büceyr, Ka’b’ın şiirini gizlemeyi uygun görmeyerek Peygamberimiz Aleyhisselama okudu. [106]
Peygamberimiz Aleyhisselam Ka’b’ın kanının dökülmesini helâl saydı[107] ve:
“Kim rastlarsa, Ka’b’ı öldürsün!” buyurdu. [108]
Büceyr bunu Ka’b’a yazdı:
“Başının çaresine bak!” dedi.[109]
Ka’b’ın kendisi hakkında yazdığı şiire şiirle verdiği cevapta da şöyle dedi:
“Benim şu söylediklerimi Ka’b’a kim ulaştırır ola?
Ey Ka’b! Bâtıl, boş diye yerdiğin bu dinden daha gerçeği, daha sağlamı var mı sende? Sen, kurtulmak istediğin zaman, Uzzâ’ya ve Lâfa değil, Bir olan Allah’a yönel ve teslim ol ki, kurtulabilesin!
Kıyamet gününde, kaçılamayacak olan Cehennem ateşinden, Müslüman ve temiz kalbli insanlardan başkası kurtulamayacaklardır!
Züheyr’in dini-ki, onun dini hiçbir şey değildir-boştur!
Züheyr’in babası Ebu Sülma’nın dini de bana haramdır!”[110]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Taif gazasından döndüğü sırada da, Büceyr, kardeşi Ka’b’a biryazı yazmış ve o yazısında şöyle demişti:
“Resûlullah Aleyhisselam, kendisini hicvedip yermiş, üzmüş olan Mekkelilerden bazılarını öldürttü.
Kureyş şairlerinden sağ kalan İbn Zibârâ ile İbn Ebi Vehb ise başlarını alıp kaçtılar.
Eğer canın sana gerekli ise, Resûlullah Aleyhisselamın yanına acele gel!
Çünkü, o, yaptığına pişman olarak yanına gelen kimseyi öldürmez[111]
İyi bil ki; Resûlullah Aleyhisselamın yanına hiçbir kimse gelmemiştir ki, kendisi Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed’in Resûlullah olduğuna şehadet etsin de, Resûlullah onun Müslümanlığını kabul etmiş olmasın!
Bu mektubum sana eriştiği zaman, Müslüman ol, hemen gel! [112]
Eğersen bu dediğimi yapmayacak olursan, yeryüzünden, sığınıp kurtulabileceğin yere kadar başını al, git, kurtul!” [113]
Büceyr’in mektubu Ka’b b. Züheyr’e ulaşınca, dünya onun başına dar geldi. Hayatından korkmaya başladı.
Düşmanları da:
“O, artık, öldürülmüş demektir!” diyerek yaygaraya ve onu büsbütün korkutmaya koyuldular. Bunun üzerine, Ka’b Medine yolunu tutmaktan, Müslüman olmaktan başka çare bulamadı.
Medine’de, Cüheynelerden, aralarında tanışıklık ve dostluk bulunan bir adamın evine indi.
Adam ertesi gün sabah namazı vaktinde Ka’b’ı Peygamberimiz Aleyhisselama götürdü. [114]
Peygamberimiz Aleyhisselam o sırada Mescidinde halka halka oturan ashabının arasında bulunuyor, kâh dönüp o ta rafta ki I eri e, kâh dönüp bu ta rafta ki I eri e konuşuyordu.
Ka’b b. Züheyr devesini Mescidin kapısında ıhdınp içeri girdi.
Kendisi Peygamberimiz Aleyhisselamı gıyaben, sıfatlarıyla tanıyordu. [115]
Müzenî, Peygamberimiz Aleyhisselama eliyle işaret ederek:
“İşte Resûlullah! Haydi, yanına var, kendin için eman dile!” dedi.
Ka’b b. Züheyr Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına kadar vardı, önüne oturdu.
Elini Peygamberimiz Aleyhisselamın elinin üzerine koydu.
Peygamberimiz Aleyhisselam Ka’b’ı tanımıyordu.
Ka’b:
“Yâ Rasûlallah! Ka’b b. Züheyr, yaptıklarına pişman ve Müslüman olarak senden eman dilemeye gelmiş bulunuyor!
Ben onu sana getirsem, ona eman verir, kendisinin tevbesini ve Müslümanlığını kabul eder misin?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet!” buyurdu. [116]
Ka’b b. Züheyr:
“Şehadet ederim ki; Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur! Sen de, O’nun Resûlüsün!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sen kimsin?” diye sordu.
Ka’b:
“Ben Ka’b b. Züheyr’im!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Demek şu beyti söyleyen sensin hâ?!” buyurup Hz. Ebu Bekir’e dönerek:
“Ey Ebu Bekir! Ne demişti?” diye sordu.
Hz. Ebu Bekir, Ka’b’ın o beytindeki Me’mun kelimesini Me’mur diye okuyunca, Ka’b b. Züheyr:
“Yâ Rasûlallah! Ben bu beyti böyle söylememiştim” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Ya sen nasıl söylemiştin?” diye sordu:
Ka’b b. Züheyr:
“Ben onu ancak şöyle söylemiştim!” deyip, Memur sözünü Me’mun şeklinde düzelterek okudu.
Peygamberimiz Aleyhisselam beyitte kendisinden “Me’mun=Güvenilir kişi” diye bahsedildiğini görünce:
“Evet! Vallahi, Me’mundur, Emîn’dir!” buyurdu. [117]
Ka’b b. Züheyr “Yâ Rasûlallah! Ben Ka’b b. Züheyr’im!” diyerek kendisini tanıttığı zaman, Ensardan birisi sıçrayıp ayağa kalktı ve:
“Yâ Rasûlallah! Beni bırak da, şu Allah düşmanının boynunu vurayım!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Vazgeç ondan! O, üzerinde bulunduğu halden pişman ve hakka dönmüş olarak gelmiştir!” buyurdu.
Ka’b b. Züheyr, Ensarın sözüne kızdı. Sonra da, “Bânet Suad” diye anılan uzun kasidesini Peygamberimiz Aleyhisselamın huzurunda okumaya başladı. Ka’b b. Züheyr, bu kasidesinde:
Sevgilisi Suad’ın boyunu boşunu, huyunu suyunu, vefasızlığını, bir sabah uzaklara çekip gittiğini, giderken de kendisinin kalbini birlikte alıp götürdüğünü… yana yakıla anlattıktan ve kendisini ona ulaştıracak yürügen devenin üstün vasıflarını birer birer saydıktan sonra, asıl konuya şöyle giriş yaptı:
“Suad’ın ayrılığı yetmiyormuş gibi, iki tarafa söz taşıyan rakipler, bana:
‘Ey Ebu Sülma’nın oğlu! Sen artık kendini ölmüş bil, say!’ dediler.
Kendilerine güvendiğim ve başvurduğum her dost da:
‘Biz seninle uğraşamayız! Kendin, başının çaresine bak!’ dediler.
Ben de onlara:
Öyleyse, dedim, siz beni serbest bırakınız!
Rahman olan Allah her neyi takdir etmişse, o olur!
İnsanoğlu, ne kadar uzun yaşasa da, günün birinde ölür, teneşir tahtasının üzerine de taşınır.
Resûlullahın beni öldüreceği bana haber verildi.
Resûlullah katında, bağışlanmak da umulur.
Ben Allah’ın Resûlüne özür dileyerek geldim.
Resûlullahın katında mazeretler kabul olunur.
İlahî hidayetle, içi öğütler ve en yüce gerçeklerle dolu Kur’ân’ı sana indiren Allah hakkı için bana eman ver!
Beni rakiplerimin dedikodusu ile muaheze etme!
Hakkımda pek çok söylentiler olmuşsa da, ben pek o kadar suçlu değilimdir.
Ben şimdi öyle bir makamda bulunuyorum ki; burada gördüğüm ve işittiğim şeyleri bir fil görüp işit-seydi, muhakkak titrerdi!
Burada beni ancak Allah’ın izniyle Peygamberin affına nail olmaktan başka birşey kurtaramaz!
Ben yüce Peygambere karşı hiçbir itirazda bulunmadan, sağ elimi onun adaletli eline uzatıyorum.
Şimdi, söz, O’nun sözüdür!
Bence, en korktuğum şey; kendisiyle konuştuğum zaman, bana ‘Sen suçlusun! Sen sorumlusun!’ denilmesidir.
Bu arslan, arslanlar yurdu Asser ormanında yer yer sıralanan arslan yataklarının iç kesimindeki haşmetli yurdunda hüküm sürmektedir!
Bu öyle bir arslandır ki; erkenden ava çıkar, çifte yavrusunu yerlere parça parça serilmiş insan etleriyle besler!
Kendi akranıyla boğuştuğu zaman da, hasmını yerlere sermedikçe meydanı terketmeyi nefsine haram sayar!
Onun heybetinden, çölün yırtıcı arslanlarının sesleri kısılır!
Onun dolaştığı yerlerde insanlar dolaşamaz! Onun yaşadığı vadide, gücüne kuvvetine güvenen nice babayiğitlerin silah ve elbiseleri paralanmış, kendileri kurda kuşa yem olmuştur!
Şüphe yok ki; Resûlullah doğru yolu gösteren bir nur, kötülükleri yok etmek için Allah’ın sıyırılmış keskin, yalın kılıçlarından bir kılıçtır!” [118]
Ka’b b. Züheyr “Bânet Suad” kasidesini sonuna kadar okuyup bitirdiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam, sırtındaki bürdesini (hırkasını) çıkanp ona giydirdi.[119]
Hırka-i Şerîfin Tarihçesi ve Tavsifi
Rivayete göne; Muaviye b. Ebu Süfyan, halifeliği sırasında Ka’b b. Züheyr’e:
“Resûlullah Aleyhisselamın hırkasını bize sat!” diye haber saldı[120] ve kendisine 10.000 dirhem gönderdi. [121]
Ka’b b. Züheyr:
“Ben Resûlullahın hırkasını giymek hususunda hiç kimseyi kendime tercih edemem!” diyerek, Muaviye b. Ebu Süfyan’ın dileğini reddetti.
Ka’b b. Züheyr vefat ettiği zaman, Muaviye b. Ebu Süfyan, onu Ka’b’ın oğullarından 20.000 dirheme satın aldı. [122]
Bu mübarek hırka, halifeden halifeye tevarüs edile edile geçti. [123]
Emevî saltanatının çöküşünden sonra, ilk Abbasî halifesi Seffah Abdullah b. Muhammed (vefatı: Hicrî 136) tarafından 300 altına satın alındı. [124]
Bayramlarda halifeler tarafından giyilirdi. [125]
Halife Muktedir öldürüldüğü zaman, (Hicrî 320) kanı bulaşarak, bu mübarek hırka kiri endi. [126]
Abbasîler, Mısır’a gelirken onu yanlarında getirdiler.
Yavuz Sultan Selim Mısır’ı alıp halife olduğu zaman, Mısır’daki mübarek emanetler arasında o da İstanbul’a getirildi. [127]
İbn Esîr’in (vefatı: Hicrî 630) zamanına kadar halifeler, [128] Kastalânî’nin (vefatı: Hicrî 923) zamanına kadar da sultanlar nezdinde bulunagelen[129] ve bugün İstanbul’da Hırka-i Saadet Dairesinde Müslümanlar tarafından ziyaret olunan bu mübarek hırka hakkında,
Sağ kolunda da eksiklik vardır.
Yer yer haraptır.
Uzun yıllardan beri kumaşlar üzerinde devam eden tedkiklerimiz, bu kumaşın o devre ait olduğu kanaatini vermektedir.
Hırka-i Saadet; müteaddit bohçalara sarılmış olduğu halde, 0,57 x 0,45 x 0,21 ebadında üstten açılır çifte kapaklı altın bir çekmece içindedir.
Bunun üzerinde, Sultan Aziz tarafından yaptın lan ve şefaat talebini hâvi uzunca bir kitabe de bulunmaktadır. Topkapı Sarayı Müdürü Tahsin Özbey şöyle der:
“1,24 metre boyunda, geniş kollu olup, siyah yünlü kumaştan yapılmıştır.
İçi, kaba dokunmuş, krem renk yünlü kumaş kaplıdır.
Önünde sağ tarafında 0,23 x 0,30 metre ebadında bir parçası noksandır.
İşbu çekmece, aynca bohçalar içinde olarak büyük bir altın sandukaya konulur ki, bu da Sultan Aziz tarafından yaptırılmış olup, üzerinde “Lâ ilahe illallahu el melikül hakkul mübîn muhammedün resûlullah sâdıkul va’dil emîn” yazılıdır.
Dört ayaklı kaidesi de altın kaplamalıdır.
Not: Hırka-i Saadetin bu ebadda Sultan III. Murad tarafından yaptırılmış olan altın bir mahfazası daha mevcuttur.
Bu, sanat itibarıyla fevkalâde olup, ayrıca zümrütlerle de bezenmiştir.
Fakat, Sultan Aziz yeni mahfazayı yaptırınca, birinci boş kalmış ve şimdi Hazinenin üçüncü salonunda teşhirdedir.” [130]
Benî Sa’lebe Temsilcilerinin Medine’ye Gelip Kendilerinin ve Kabilelerinin Müslüman Olduklarını Haber Vermeleri
Peygamberimiz Aleyhisselam Hicretin 8. yılında Ci’râne’den Medine’ye döndükten sonra, Benî Sa’lebelerden Medine’ye dört kişi gelerek Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Bizler, gerimizdeki kavmimizin elçileriyiz.
Biz de, kavmimiz de İslâmiyeti kabul ve ikrar etmiş bulunuyoruz!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bunların ağırlanmalarını em retti.[131] Elçiler, Remle binti Hâris’in konağına indirildiler.
Bilal-i Habeşî, onlara süt ve tereyağından yapılmış bir çanak tirit götürdü, yediler. Öğle namazında Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulundular ve:
“‘Hicret etmeyen kimse için, İslâmiyet de yoktur!’ hadisi hakkında ne buyurursunuz?” diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Siz nerede olursanız olun Allah’tan korktunuz mu, size zarar vermez!” buyurdu. [132]
Benî Sa’lebelerin temsilcileri, birkaç gün oturduktan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselama veda etmeye geldiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Bilal-i Habeşî’ye:
“Heyetlere caizeler verdiğimiz gibi, bunlara da caize ver!” buyurdu.
Bilal-i Habeşî, erimiş gümüş madeninden getirip, her birine beşer ukiyye* gümüş verdi.
O zaman, bunlar, dirhem diye hiçbir şeye sahip değildiler.
Memnun olarak yurtlarına döndüler. [133]
Yüce Allah, onlardan ve kavimlerinden razı olsun.[134]
Benî Suda’ Temsilcilerinin Medine’ye Gelip Müslüman Olmaları ve Kavimleri Adına da İslâmiyet Üzerine Bey’at Etmeleri
Benî Suda’ların Medine’ye gelişi, Hicretin 8. yılında Peygamberimiz Aleyhisselamın Ci’râne’den Medine’ye dönüşünden sonraya rastlar.[135] Benî Suda’lar büyükçe bir kabile idi. [136] Küfür ve şirkte devam ediyorlardı. [137]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Yemen’e askerî birlikler gönderirken, hazırladığı bir birliğin başına Kays b. Sa’d b. Ubâde’yi kumandan tayin edip kendisine beyaz bir sancak bağlamış, ona ayrıca siyah bir bayrak da vermişti. [138]
Kays b. Sa’d, Kanat nahiyesinde toplanan 400 kişilik birliğiyle Yemen taraflarına gidip Benî Suda’ları yola getirecekti.
Ashabdan Ziyad b. Haris es-Sudâî, bu birliğin nereye gitmeye hazırlandıklarını sorup kendisine Benî Suda’lar üzerine gidecekleri bildirilince, acele, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve:
“Yâ Rasûlallah! Kavmimin üzerine asker salmak istediğini öğrendim. Ben gerimdeki kavmimin elçisi olmak üzere sana geldim. Askerleri geri çevir. Ben kavmimi senin yanına getirmeye söz veriyorum!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Suda’lardan olan kardeş! Sen kavminin içinde sözü dinlenir bir kimse misin?” diye sordu.
Ziyad b. Haris:
“Allah ve Resûlü sayesinde, evet!” dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Kays b. Sa’d’ı ve birliğini Kanattan geri çevirdi. [139]
Ziyad b. Haris de, hemen, kavmi olan Benî Suda’lara gitti. [140]
Onbeş gün sonra, [141] onbeş kişilik bir heyetle Medine’ye geldi. [142]
Sa’d b. Ubâde:
“Yâ Rasûlallah! Bırak da, onlar benim evime insinler, konuğum olsunlar!” dedi.
Benî Suda’ heyeti, Sa’d b. Ubâde’nin evine indiler.
Sa’d b. Ubâde onlarla dost oldu. Kendilerine elbise giydirdi, ikramda bulundu.
Bundan sonra, Benî Suda’ heyeti, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler. [143]
“Biz, gerimizdeki kavmimiz adına da sana bey’at ediyoruz!” dediler.
Hem kendileri, hem kavimleri adına Peygamberimiz Aleyhisselama bey’at edip Müslüman oldular.
Dönüp yurtlarına gittiler. İslâmiyet, böylece, Benî Suda’lar arasında da yayıldı.[144]
Yüce Allah onlardan razı olsun![145]
Bâhile, Benî Sümâle ve Benî Huddan Temsilcilerinin Müslüman Olmaları, Kavimleri Adına da İslâmiyet Üzerine Bey’atta Bulunmaları
1- Bâhile elçisi Mutarrif’in Medine’ye gelişi; Mekke’nin fethinden sonra idi.[146] Bâhileler, Bîşe vadisinde otururlardı. [147]
Bîşe; Yemen tarafındadır. [148]
Bâhilelerden Mutarrif b. Kâhin, kavmi adına elçi olarak Medine’ye geldi, Müslüman oldu ve kavmi için de Peygamberimiz Aleyhisselamdan bir emannâme aldı . [149]
“Yâ Rasûlallan! Biz Müslüman olup selâmete erdik.
İslâmiyetin Allah’ın semavî dini olduğuna, Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına şehadet ettik.
Bizim için bir yazı yaz!” dedi. [150]
Peygamberimiz Aleyhisselam da, Mutarrif ve onun kavminden Müslüman olanlar için, malların zekat] hakkında bir yazı yazdırdı. [151]
Yazdırdığı yazıda şöyle buyurdu:
“Bu, Muhammed Resûlullah tarafından, Mutarrif b. Kâhinü’l-Bâhilî ile Bîşe’de oturan Bâhilîler için yazılan yazıdır.
Kim üzerinde develerin çöktüğü, gecelediği ölü bir araziyi* ihya ve imar ederse, orası onun olur.
Bâhilîler;
Her 30 sığırda yetişmiş 1 dana,
Her40 davarda 1 davar,
Her 5 devede yaşlı 1 davar zekat olarak vermekle mükelleftirler.
Zekat tahsildarları, bu zekatları ancak onların yaylım yerlerinde teslim alacaklardır.
Bâhileler, Allah’ın emanıyla emniyet ve selamettedirler.” [152]
Mutarrif söylediği bir şiirle Peygamberimiz Aleyhisselamı övmüş, bununla da Bâhilîlerin imanlarını güçlendirmiştir. [153]
Allah ondan razı olsun!
2- Mutarrif’ten sonra, Bâhilelerden, Nehşel b. Malikü’l-Vâilî de, kavminin elçisi, temsilcisi olarak
Peygamberimiz Aleyhisselama geldi. Müslüman oldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Osman’a, Nehşel ve kavminden Müslüman olanlar için, içinde şeriat hükümlerinden bazıları bildirilen bir yazı yazdırdı. [154]
Yazdırdığı yazıda şöyle buyurdu:
“Allah’ım! Senin isminle başlarım!
Bu, Muhammed Resûlullah’ın Benî Vâillerden Müslüman olup namazı kılan, zekatı veren, Allah ve Resûlüne itaat eden, ganimetlerden Allah’ın ve Resûlünün (beşte bir) hissesini veren, Müslümanlığına şehadet getiren ve müşriklerden ayrılan kimseler için yazdırdığı yazıdır.
Onlar, Allah’ın emanıyla emniyet ve selamettedirler.
Muhammed, onlara kıymaktan tamamıyla uzaktır.
Onlar için ne toplanma, ne de kendilerinden uşr alınma vardır.
Onların âmilleri, zekat tahsildarları da kendilerinden olacaktır.” [155]
Benî Sümâlelerle Benî Huddanların temsilcilerinin Medine’ye gelişi Hicretin 8. yılında, Mekke’nin fethinden sonra idi. [156]
Benî Sümâlelerle Benî Huddanlar, Ezd-i Şenûelerden iki küçük kabiledir. [157]
Benî Sümâle ve Huddan kabilelerinden Abdullah b. Alesü’s-Sümâlî ile Müsliye b. Hizzanü’l-Huddânî, kavimlerinden bir heyet içinde gelerek Müslüman oldular ve kavimleri adına da bey’at yaptılar.
Allah onlardan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam; bunların mallarından ödemeleri gereken zekat miktarları hakkında da, Sabit b. Kays b. Şemmas’a bir yazı yazdırdı.
Sa’d b. Ubâde ile Muhammed b. Mesleme de, şahit oldular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yazdırdığı yazıda şöyle buyurdu:
“Bu, Muhammed Resûlullah tarafından deniz sahillerindeki kırlarda ve kırların hizasındaki vahalarda oturanlara verilen yazıdır:
Onlara, hurma mahsulleri için ne ağaç üzerinde tahminleme, ne de ayarlı bez ölçekle ölçme vardır.
Onlar, hurmalar kurutma yerine konulduğunda, her on veskte bir veskini zekat olarak vermekle mükelleftirler.” [158]
Hicazlılara göre; 1 vesk 60 sa’dır. Bu da, 320 ntl, Iraklılara göre ise 430 ntl tutar. [159] 1 ntl da 12 ukiyyedir. 1 ukiyye de 40 dirhemdir. [160]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Oğlu Hz. İbrahim’in Doğuşu
Hz. İbrahim, Hicretin 8. yılında Zilhicce ayında Hz. Mâhye’den doğdu.[161]
Hz. Mâriye; Mısırlılar katında yüksek mevkili bir aileye mensuptu. [162]
İskenderiye kralı Mukavkıs tarafından Peygamberimiz Aleyhisselama hediye edilmiş, Peygamberimiz Aleyhisselam da onu kendisi için örtündümnüstü. [163]
Hz. Mâriye’ye; Medine’nin Avâlf diye anılan yukarı kısımlarında, Benî Nadfr Yahudilerinden, Müslüman olan ve Uhud’da şehit düşen Muhaynk’ın Peygamberimiz Aleyhisselama teslim edilmesini vasiyet ettiği yedi hurma bahçesinden Meşrebe adındaki hurma bahçesi tahsis edilmişti.
Hz. Mâriye bu hurma bahçesinde oturur, hurma mahsulü ile ilgilenirdi. [164]
Hz. İbrahim bu bahçede dünyaya geldi. [165]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. İbrahim’in doğduğuna çok sevindi. [166]
Hz. İbrahim’in doğum ebeliğini yapan, [167] Peygamberimiz Aleyhisselamın azadlılarından Ebu Râfi’in zevcesi Selma Hatun da, Hz. Mâhye’den Peygamberimiz Aleyhisselamın bir oğlan çocuğu doğduğunu Ebu Râfi’e haber verdiği, o da gidip bunu Peygamberimiz Aleyhisselama müjdelediği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam ona bir köle bağışladı. [168]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bu gece benim bir oğlum doğdu. Ona atam İbrahim’in ismini koydum!” buyurdu. [169]
Hz. İbrahim doğduğu zaman, Cebrail Aleyhisselam gelip:
“Esselâmü aleyke yâ Ebâ İbrahim !=Selam olsun sana ey İbrahim’in babası!” diyerek selamladı. [170]
Emzikli Ensar kadınları, Peygamberimiz Aleyhisselama olan sevgi ve saygılarından dolayı, Hz. İbrahim’i Hz. Mâhye’den alıp emzirmek için yarışıyorlardı. [171]
Ümmü Eiürde Havle binti Münzir gelip, Hz. İbrahim’i Benî Mazin b. Neccarlar içinde kendi çocuğunun sütü ile emzirip annesine geri verme hususunu Peygamberimiz Aleyhisselamla konuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. İbrahim’e sütannelik edecek olan Ümmü Bürde Hatuna da bir hurmalık tahsis etti. [172]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kuf mevkiinde yayılan bir miktar davarıyla Zülcedr otlağında yayılan sağmal develeri olup, her gece onlardan sağılan sütler Medine’ye getirilirdi.
Getirilen sütlerden Peygamberimiz Aleyhisselam içer, hem de Hz. İbrahim’e gönderip içirirdi. [173]
Hz. İbrahim, vefatına kadar, sütannesi Ümmü Bürde Hatunun yanında kal di. [174]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hz. İbrahim’in doğumunun yedinci günü, doğum kurbanı olarak bir koç kestirdi.
Hz. İbrahim’in başının saçını kazıttırıp saçının ağırlığınca gümüşü yoksullara dağıttırdı.
Kesilen saçların yere gömülmesini de emretti. [175]
Hz. İbrahim’in başının saçını Ebu Hind kazıdı. [176]
Enes b. Malik der ki:
“Ben ev halkına Resûlullah Aleyhisselamdan daha şefkatli olan bir kimse görmedim.
İbrahim, Medine’nin Avâlî’sinde, sütannenin yanında bulunuyordu.
Resûlullah Aleyhisselam çocuğunu görmeye giderken, biz de yanında giderdik.
İbrahim’in sütbabası bir demirci idi.
Onun evi dumanlandırılmış bir halde iken, Resûlullah Aleyhisselam içeri dalar, oğlunu alır, öper, sonra dönerdi. [177]
Yine, bir gün, Resûlullah Aleyhisselam, oğlunun yanına gitmek için yola çıkmıştı. Ben de kendisinin arkasından gittim.
Ebu Seyf’in evine varıp kavuştuğumuz zaman, o, körüğüne asılıp duruyor, evin içi de dumana boğulmuş bulunuyordu.
Ben hemen Resûlullah Aleyhisselamın önünden hızla ilerleyip Ebu Seyf’in yanına vardım ve ona:
‘Ey Ebu Seyf! Körüğünü tut, durdur! Resûlullah Aleyhisselam geldi!’ dedim.
Durdurdu.
Resûlullah Aleyhisselam çocuğu getirtti, bağrına bastı.” [178]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidine Minber Yapılmadan Önce Hutbe İrad Ederken Bir Hurma Kütüğüne Dayanışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mescidde hutbe irad edeceği zaman, hutbesini ayakta irad eder ve ayakta dikilişinin uzaması da kendisine zahmet verirdi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselamın dayanması için bir hurma kütüğü getirilip, bir ucu yere gömülmek suretiyle dikilmişti.[179]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Cuma günleri veya herhangi bir gün mühim bir hadise üzerine halka hitap ederken arkasını Mesciddeki bu kütüğe dayar, [180] elindeki asasına da dayanırdı. [181] Bu kütük, gölgelik olarak[182] Mescidin duvarında dikili olup[183] iki yerinden çatlaktı [184] ve Kıble tarafında idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam namazını da onu doğru kılardı. [185]
Mescid-i Nebevî Minberinin Tarihçesi
Peygamberimiz Aleyhisselam Cuma günü hutbesini ayakta dikilerek irad buyururken:
“Ayakta dikilmek bana zahmet veriyor!” buyurunca,[186] ashabdan birisi:
“Yâ Rasûlallah! Sana Cuma günü üzerine dikileceğin, halkın seni görebileceği ve hutbelerini işitebileceği birşey yapsak olmaz mı?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Olur!” buyurdu. [187]
Ensar kadınlarından birisi de:
“Yâ Rasûlallah!
Benim marangoz kölem var.
Ona senin için üzerinde oturacağın birşey yaptırsam olur mu?” diye sormuş, Peygamberimiz Aleyhisselam da:
“Yaptırmak istiyorsan, yaptır!” buyurmuştu. [188]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, bu kadına haber salarak:
“Benim için marangoz kölene emret de, halka hitap ederken üzerine oturabileceğim, tahtadan birşey yapsın!” buyurdu. [189]
Sehl b. Sa’d; Peygamberimiz Aleyhisselamın haber saldığı, filanca dediği kadının ismini de açıklamıştır. [190]
Temim ed-Dârî de:
“Yâ Rasûlallah! Senin için, gövdeni üzerinde taşıyacak bir minber sağlasam, [191] Şam’dayapıldığını gördüğüm gibi, sana bir minber yapsam olmaz mı?” diye sormuş; [192]
Peygamberimiz Aleyhisselam da:
“Olur!” buyurmuş[193] ve minber edinme hususunu Müslümanlara danışmış, [194] onlar da bunu uygun ve yerinde görmüşlerdi. [195]
Hz. Abbas:
“Benim kölem Kilab, halkın, bunu en iyi yapıcısı dır” demiş, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Öyleyse, bunu yapmasını ona emret!” buyurmuştur. [196]
Medine’ye gidergelir bir adam da, Peygamberimiz Aleyhisselamın ayakta dikilerek yanındaki hurma kütüğüne dayandığını görünce, yanında bulunan kişilerden birisine:
“Muhammed (Aleyhisselam)ın memnun kalacağını bilsem, kendisi için, üzerine oturmak istedikçe oturmasına, ayakta durmak istedikçe ayakta durmasına elverişli bir oturma yeri yapardım” demişti. [197]
Medine’de bir tek marangozdan başka marangoz yoktu. [198]
Mescid Minberinin Yapılışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidine minber Hicretin 8. yılında yapılmıştır.[199]
İslâm’da ilk yapı lan minber budur. [200]
Ensar kadını, marangoz kölesine emir verdi. [201]
Sehl b. Sa’d, marangozla birlikte, Medine’nin doğusunu, batısını dolaştılar. [202] Gâbe mevkiine kadar gittiler. [203]
Gâbe; Şam tarafından Medine’ye 12 millik uzaklıkta ağaçlık bir yer olup, orada Medinelilerin birçok malları vardı. [204]
Peygamberimiz Aleyhisselamın minberinin tahtasını Gâbe’deki esi, [205] tarîa’ ağacından kestiler, yonttu I ar. [206]
Esi, dört çeşidi bulunan sert ılgın ağacı olup, bunun bodur olanına tarîa’ denir. [207]
Marangoz; minberi, Gâbe’nin tarîa’ ağacından, üç basamaklı olarak yaptı. [208]
Minberin üçüncü basamağı oturma yeri idi. [209]
Minber yapılıp bitirildiği zaman Ensârî hatun Peygamberimiz Aleyhisselama haber salınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onu bana gönder!” buyurdu.
Minber getirildiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam onu götürüp halen minberin bulunduğu yere koydu. [210]
Minberin Planı
Minberin yüksekliği iki zira (arşın), genişliği bir zira kadar olup, dört köşesi birbirine eşitti. Peygamberimiz Aleyhisselamın oturacağı yer, iki karış dört parmak kadardı. Basamakların genişliği iki karış, yüksekliği bir karıştı. Arka yandan uzunluğu iki karıştan biraz fazla idi.
Minberin “Müsterah” denilen kürsüsünün arkasında, ağaçtan, dayanılacak üç sütun vardı. Hicretin 198. yılında, sütunlardan birisi kırıldı. Kınlan sütun, Sultan Davud b. İsa’nın emriyle yenilendi.[211]
Seleme b. Ekvâ’nın bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselamın minberi ile Kıble (mihrab) arasındaki açıklık, bir koyunun geçebileceği kadardı.[212]
Minberin Fazileti
Minber yapılıp yerine konulduğu gün, Peygamberimiz Aleyhisselam minberin üzerine çıkıp ayakta durdu ve:
“Evimle minberimin arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir![213]
Şu minberim, Havuzumun[214] ve Cennet kapılarından bir kapının üzerinde bulunuyordur!” buyur-du. [215]
Kul hakları hakkında yapılacak yeminlerin minber yanında yapılmasını sünnet kıldı. [216]
“Kim bu minberimin yanında yalan yere yemin ederek Müslüman bir kimsenin malını helâlleştirmek isterse, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun! Allah, onun ne tevbesini, ne de fidyesini kabul eder!” buyurdu.[217]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Namazı Nasıl Kıldığını Ashaba Öğretmek İçin Minber Üzerinde
Namaz Kılışı
Minber yapılıp yerine konulduğu zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam onun üzerine çıktı. Kıbleye dönmüş olarak iftitah (namaza giriş) tekbirini aldı.
Cemaat da, tekbir alıp, Peygamberimiz Aleyhisselamın arkasında namaza durdular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kur’ân-ı Kerîm okuyup rükû yaptı.
Cemaat da, arkasında rükû yaptılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam rükûdan başını kaldırıp doğruldu.
Yüzünü Kıbleden ayırmaksızın gerisin geri gerileyip minberden indi, yerde secde yaptı.
Sonra, yine minbere çıktı.
Kur’ârvı Kerîm okuyup rükû yaptıktan ve doğrulduktan sonra, önceki gibi geriledi ve yerde secde yaptı.
Namazdan çıkınca, halka döndü ve:
“Ey Müslümanlar! Bu gördüğünüz şeyleri, bana uyasınız ve benim namazımı öğrenesiniz diye yaptı m!” buyurdu. [218]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidde Dayandığı Kütüğün Ağlayışı
Peygamberimiz Aleyhisselam yapılan minberin üzerine çıkıp hutbesini irada başlayınca, Peygamberimiz Aleyhisselamın evvelce hutbe sırasında dayanmış olduğu hurma kütüğünden, gebe veya yavrusundan ayrılan devenin inlemesine benzer sesler gelmeye başladı!
Peygamberimiz Aleyhisselam minberden inip elini kütüğün üzerine koydu.[219]
Cemaat kütüğün başına üşüştüler, inlemesinden rikkate gelip ağlaştılar. [220]
Kütük, çatlayıp parçalanıncaya kadar inledi! [221]
Kütüğün öküz gibi böğürmesinden, Mescid çalkandı. [222]
Cemaatin kalbine korku düştü. [223]
Peygamberimiz Aleyhisselam, yanına varıp kütüğü kucakladı . [224]
Ona:
“Nedir senin bu halin? İstersen Yüce Allah’a dua edeyim. [225] Seni eskiden bittiğin yere geri çevireyim. [226] Seni oraya dikeyim de,[227] sen orada yeniden köklenip yeşer, yapraklan ve meyve ver! [228]
İstersen seni Cennete dikeyim de, [229] Cennet ırmaklarından ve kaynaklarından sulan, orada güzelce yetiş, [230] meyve ver de, Allah’ın sevgili kulları senin meyvenden, hurmandan temelli yesinler dursunlar! [231]
Sen nasıl istersen öyle yapayım?” buyurdu. [232] Sonra, ona doğru eğildi.
Kendisinin:
“Beni Cennete dik de, orada Allah’ın sevgili kulları benden yesinler!” dediğini işitti. [233]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Olur! Öyle yapayı m ! [234] Olur! Öyle yapayım!” buyurdu. [235]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulunanlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın:
“Olur! Öyle yapayım!” buyurduğunu işitince, [236] niçin böyle buyurduğunu sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam da:
“Cennete dikmemi seçti. [237] Temelli yurt olan ahireti, gelip geçici yurt olan dünyaya tercih etti!” buyurdu. [238]
Kütük, bir çocuk gibi, hıçkıra hıçkıra sustu, sesini kesti. [239]
O günden sonra, kütüğün bir daha iniltisi duyulmadı. [240]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bu kütük, yanında yapılan zikrullahı dinlemekten uzak kaldığı için ağlamıştı. [241]
Muhammed’in varlığı Kudret Elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki; [242] eğer kucaklayıp sustur-masaydım, muhakkak, o Kıyamet gününe kadar böyle inler dururdu!” buyurdu. [243]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bir çukur kazılıp kütüğün oraya gömülmesini emretti. [244]
Minberin altına gömüldü. [245]
Kütük, Peygamberimiz Aleyhisselamın zamanından Hz. Ömer’in devrinde kadar, minberin altında kaldı.
Mescid Hz. Osman’ın devrinde yeniden yapılmak üzere[246] yıkılıp temizlendiği sırada, kütüğü Übeyy b. Ka’b aldı. Güvelenip ufalanıncaya, toz toprak haline gelinceye kadar, onun yanında, evinde kaldı. [247]
Kuru kütüğün bu ağlaması, inlemesi hadisesi, Mescidde bulunan bütün cemaatin gözleri önünde cereyan etmiş bir hadise olup, Sahîh sahipleri bu husustaki meşhur, münteşir ve mütevatir haberleri, aralarında Übeyy b. Ka’b, Cabir b. Abdullah, Enes b. Malik, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Sehl b. Sa’d, Ebu Safd el-Hudrî, Büreyde b. Husayb, Muttalib b. EbiVedâa ile Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcelerinden Hz. Ümmü Seleme’nin de bulunduğu ondokuza yakın sahabiden aynı mânâda rivayet etmişlerdir. [248]
Hasan-ı Basrî, bu kütüğün ağlaması hadisini rivayet ettikçe ağlar ve:
“Ey Allah’ın kullan! Duygu ve saygı sahibi olmayan kuru bir kütük Resûlullah Aleyhisselamın bulunduğu yere yakın olmak, uzak kalmamak özlemiyle inlemektedir!
Siz ise, ona kavuşma özlemine daha lâyıksınız! [249]
Vallahi, kuru kütük inlemişti!
Sübhânallah! İşitip durdukları halde, milletin kalbleri, acaba ne diye yarılmaz, parçalanmaz ki?!” derdi.[250]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Cuma ve Bayram Hutbelerini Minber Üzerinde İrad Buyuruşu
Peygamberimiz Aleyhisselam; Cuma ve Bayram günlerinde altı arşın uzunluğundaki Yemen kumaşından, üç arşın bir karısıyla belinden yukarısını bürür, dört arşın bir karış uzunluğundaki Umman dokuması kumaşından iki arşın bir kanşı ile de, belinden aşağısını sarar, namazı kıldırdıktan sonra, bunları dürer, kaldırırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Cuma günü, Minbere çıkınca, cemaate selam verirdi.
Oturduğu zaman, müezzin ezan okurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam minber üzerinde iki hutbe irad buyururdu.
Halka hitab ederken, asaya dayanır, şehadet parmağıyla işaretler yapar, halkın göz kulak kesilmelerini sağlardı.[251]
Peygamberimiz Aleyhisselam, hutbesini ayakta irad buyurduktan sonra, otururdu.
Sonra, kalkıp ayakta ikinci hutbesini irad buyururdu.
Hutbesinde Kufârvı Kerîm okur, halka Allah’ı hatırlatırdı. [252]
Minber yapıldıktan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam ra hatla şm işti. [253]
Peygamberimiz Aleyhisselam, minberin üçüncü basamağına kadar çıkar, oraya oturur, ayaklarını ikinci basamağa koyardı.
Hz. Ebu Bekir, halifeliği sırasında, minberde ikinci basamakta oturur, ayaklarını birinci basamağa koyardı.
Hz. Ömer, birinci basamağa oturur, ayaklarını yere koyardı.
Hz. Osman da, altı yıl, Hz. Ömer gibi yaptı.
Sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam in oturduğu üçüncü basamağa çıkıp oturmaya başladı. [254] Kendisi, son zamanlarında, yaşlılık dolayısıyla titremeye tutu I muştu. [255]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Minberinin Yerinden Sökülüp Şam’a Götürülmeye Kalkışılması
1- Muaviye b. Ebu Süfyan, halifeliği sırasında, Medine’de bulunan Metvan b. Haketn’e adatın saldı.Ona:
“Resûlullah Aleyhisselamın minberini bana gönder!” diye yazı yazdı. Minberin sökülüp kendisine gönderilmesini emretti.
Mervan Mescide gidip minberi yerinden sökünce, Medine’ye birden karanlık çöktü ve şiddetli bir fırtına koptu! Güpegündüz gökte yıldızlar görünmeye başladı! Göz gözü görmez, adam adamı tanıyamaz oldu!
Bunun üzerine, Mervan, halkın yanına vanp:
“Ey Medineliler! Siz, mü’minler emîrinin Resûlullah Aleyhisselamın minberinin sökülüp kendisine gönderilmesi için adam ve haber saldığını sanıyorsunuz ve söylüyorsunuz!
Halbuki, mü’minler emîri Resûlullah Aleyhisselamın minberinin konulduğu yerden değiştirilemeyeceğini daha iyi bilir.
O bana ancak minberi yerden yükseltmemi ve onun şerefini gözetmemi emretmişti.
Mescidin cemaati çoğaldığı için, minberin basamaklarını arttırıp onu yükselttim!” dedi.
Marangozları çağırıp, minbere alt tarafından altı basamak daha ekleyerek basamakları dokuza çıkarttı .[256]
Başka rivayete göre; Muaviye b. Ebu Süfyan, Hicretin 50. yılında hacca gelmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselamın minberini söktürüp[257] Medine’den Şam’a nakletmek istedi ve:
“O, Peygamber Aleyhisselamın asası, Medine’de bırakılamaz! Medineliler Osman’ın katilleridir!” dedi.
Sa’d’ü’l-Kuraz’ın yanında bulunan asayı istetti. [258]
Minber söktürülünce, güneş tutulup gökte yıldızlar görünmeye başladı ! [259]
Medineliler bundan son derecede telaşa düştüler.
Cabir b. Abdullah ile Ebu Hureyre, Muaviye b. Ebu Süfyan’a gidip:
“Ey mü’minler emiYi! Resûlullah Aleyhisselamın minberinin konulmuş olduğu yerden sökülüp götürülmesi de, asasının Şam’a nakledilmesi de doğru olmaz!” dediler. [260]
Bunun üzerine, Muaviye minberi götürmekten vazgeçip yerinde bıraktı[261] ve:
“Ben ona güve düşmüş olmasından korkmuştum da, söktürüp altına bakmak istemiştim!” diyerek, [262] yaptığı şeyden dolayı[263] Medinelilerden özür diledi. [264]
2- Emevî halifelerinden Abdulmelik b. Mervan da, Peygamberimiz Aleyhisselamın minberini yerinden söküp götürmeye kalkışmıştı. [265]
Kabîsa b.Züeyb, ona:
“Yapacağın işten dolayı, sana Allah’ı hatırlatırım!
Muaviye onu yerinden kaldırınca, güneş tutuldu!
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Minberimin üzerinde günahkâr olarak yemin eden kişi, Cehennemdeki yerine hazırlansın! O, Medine’de, Medinelilerin yanında hukuku kesip atmıştır!’ buyurdu” deyince, Abdulmelik minberi yerinde bıraktı.
3- Abdulmelik’in oğlu Velid de, hacca geldiği zaman bunu yapmaya kalkışınca, Saîd b. Müseyyeb, Ömer b. Abdulaziz’e:
“Adamınla konuş! Ne Mescide, ne de Allah’a saldırmasın! Yoksa gazaba uğrar!” diye haber gönderdi.
Ömer b. Abdulaziz gidip onunla konuşunca, Velid minberi yerinde bıraktı.
4- Süleyman b. Abdulmelik hacca geldiği zaman ise, Ömer b. Abdulaziz Velid’in minber hususunda yapmak istediği şeyi söz arasında ona anlatmıştı.
Süleyman:
“Ben bunun ne mü’minler emîri Abdulmelik, ne de Velid hakkında anılmasını arzu edici değilim!
Onlara ait şey bizi ne ilgilendirir?!
Biz dünyayı yakaladık! İşte, o elimizde ve önümüzdedir!
Bir de, kalkıp İslâm’ın alâmetlerinden bir alâmeti heyet salarak nakletmeyi mi isteyelim?!
Hayır! Vallahi ben böyle birşey yapmam!
Hem bu hiç de doğru birşey olmaz!” dedi. [266]
Minber Üzerinde Yapılan Değişiklikler
Mervan b. Hakem, Muaviye b. Ebu Süfyan’ın emriyle Peygamberimiz Aleyhisselamın minberinin basamaklarına alt tarafından altı basamak daha eklemiş, ondan önce veya sonra, hiç kimse bunu arttırmam ıştır.
Basamak tahtalarının oynamaması için, minberin çevresine de, Mervan tarafından on direk yaptırılmıştı.[267]
Peygamberimiz Aleyhisselamın minberinin birinci ve ikinci basamakları dört tarafından ince abanus tahtasıyla kaplanmış, üçüncü basamağa da, kimsenin oturmaması için, abanustan bir levha geçirilip üzerine bir de kubbe yapılmıştı.
Halk, minbere ellerini sokup sürerler, onunla teberrük ederlerdi.
Minber, bu şekilde uzun zaman devam etti.
Bazı Abbasî halifeleri zamanında minberin eskiyip yenilenen direklerinin enkazından, teberrüken taraklar yapıl irdi. [268]
Halife Mehdi’nin Minberi İlk Haline Koymak İsteyişi
Halife Mehdî, Hicretin 161. yılında Medine’ye geldiği zaman, Malik b. Enes’e:
“Ben Peygamber Aleyhisselamın minberini eski haline çevirmek (yani Mervan’ın yaptırdığı ek basamakları sökmek) istiyorum!” demişti.
Malik b. Enes:
“Bu, tarfa’dan, ılgın ağacından yapılmış ve şu sakız ağacından direklere çakılıp sağlamlaştırılmıştır.
Sen ne zaman onu çakıldığı direklerden söküp ayırırsan, korkarım ki, birbiri ardınca harap olur gider!
Ben onda değişiklik yapmayı uygun göremiyorum!” deyince, Mehdi minber üzerinde değişiklik yapma kararından vazgeçmiştir.[269]
Minberin Son Şekli ve Bunun da Vuku Bulan Yangında Yanıp Kül Oluşu
Fakih Muhammed b. Cübeyfin Hicrî 573 yılında bizzat görüp anlattığına göre; o zaman, minberin yerden yüksekliği bir adam boyu kadardı veya bundan biraz fazla idi. Genişliği beş karıştı. Basamaklarının sayısı sekizdi.
Minberin kapısının uzunluğu dörtbuçuk karış olup; kilitlenir, Cuma günü açılırdı.
Hicretin 654. yılında Mescid yanıp bu minber de yanınca, halk, onun bereketinden de mahrum ve uzak kaldı.[270]
Bu yangın, 654 yılı Ramazan’ının başında, [271] Cuma gecesi ve gecenin ilk sıralarında, [272] halk uykuya dalmadan önce vuku bulmuştu. [273]
Mescidin kayyımlarından Ebu Bekir b. Evhad, minarelerin kandillerine yağ ve fitillerini çıkarmak üzere, Mescidin eşya deposuna inmişti. Elinde, kandil kafeslerinden, içinde keten bulunan bir kafes vardı.
Kayyımın meşgul ve gafil bulunduğu sırada, kafesin içindeki ateş parladı.
Kayyım onu söndüremedi.
Mahzendeki sergiler, kafesler, kirişler tutuştu! [274] Alevler Mescidin tavanını sardı. [275] Direklerden bazıları yıkıldı. Kurşunlar eridi!
Yangın, Mesciddeki hücrelerin tavanına da yayıldı. Hücrelerden bazıları yi kıldı. [276]
Halk yangını söndürmekten âciz kaldı.
Mescidin ahşap olan herşeyi, minberi, kapılan, mahzenleri, şebekeleri, maksureleri, sandukaları ve içlerindeki kitaplar, onbir hücre yanıp kül oldu![277]
Yanan Minberin Yerine Kurulan Minberler
Minber yandıktan sonra, Yemen hükümdarı Muzaffer, Hicretin 656. yılında, sandal ağacından bir minber yaptırıp gönderdi ve Peygamberimiz Aleyhisselamın minberinin yerine dikildi.
On yıl, bu minberin üzerinde hutbe okundu.
Hicretin 666. yılında Mısır hükümdarı Zahir Rüknüddin Baybars, yeni bir minber gönderdi.
Yemen hükümdarının minberi söktürülüp Mescidin mahzenine kaldırıldı. Onun yerine, yeni minber dikildi. Yeni minberin yüksekliği dört arşın, başından eşiğe kadar uzunluğu da yedi arşından biraz fazla idi.
Oturma yeri ile birlikte basamakları dokuzdu.
Minberin iki kanatlı bir kapısı ve kapının her kanadında gümüşten birer rummânesi (topu) vardı.
Sol kanadının topunda ‘Yapıcısı E bu Bekir Yusuf Neccar” yazılı idi.
Kendisi, salih ve hayırlı mü’minlerin büyüklerindendi.
Minberi kendisi getirip, sanat ve maharetini gösteren en güzel bir şekilde yerine yerleştirmiş ve kendisi de Medine’de kalmıştı.
Zahir Baybars’ın minberi üzerinde, Hicretin 666. yılından 797. yılına kadar hutbe okundu.
Bu minberi de güveler yemeye başlayınca, Mısır hükümdarı Zahir Berkuk, Hicretin 797. yılının sonunda yeni bir minber yaptırıp gönderdi.
Zahir Baybars’ın minberi sökülüp, yerine yeni gelen minber dikildi.
Mısır hükümdarı Müeyyid Şah, Hicretin 820. veya 822. yılında yeni bir minber yaptırıp gönderince, eski minberin yerine yeni minber konuldu.
Bu minber de, Hicretin 886. yılı Ramazan’ında Mescidin ikinci kez yanışında yandı.
Bunun üzerine, halk, minberin yerini temizleyip, kerpiçten bir minber yaparak onu alçı ile sıvadılar.
Hicretin 888. yılı Recep ayına kadar, bu minber üzerinde hutbe okundu.
Recep ayının dördünde, ak taştan, mermerden bir minberyapılmak üzere kerpiç minber yıkılıp yeri adam boyuna yakın derinlikte kazı İdi.[278]
Mescidin ikinci yanışı da, Hicretin 886. yılı Ramazan ayının onüçüncü gecesi ve gecenin üçte ikisi geçtikten sonra vuku bulmuştu:
Mescidin başmüezzin ve başmüderrisi Şemsüddin Muhammed b. Hatfb kalkıp tevhid okumak üzere Mescidin doğusunda ve sağ tarafında bulunan minareye, öteki müezzinler de diğer minarelere çıkmışlardı.
Gök, bulutla kaplı idi. Derken, gök gürlemeye başlamış, şiddetli gök gürlemeleri uykudakileri uyandırmıştı.
O sırada, düşen yıldırımlardan bazısı minarenin hilaline isabet etti. Minarenin tepesi yarıldı. Başmüezzin, olduğu yere cansız düştü, sesi çıkmadı!
Öteki minarelerde bulunan müezzinler, kendisine seslendilerse de, cevap alamadılar.
Bunun üzerine, bazıları onun yanına çıktılar, kendisini ölmüş buldular.
Mescid tavanının tepesiyle baş minare arasında ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Ravza’sının kubbesine düşen yıldırımdan, kalkan gibi bir ateş parlamıştı.
Mescid hademesi, mutad açılış ve kandil yakılış vaktinden önce, Mescidin kapılarını açtılar.
Mescidde yangın çıktığı ilan edildi.
Medine valisi, halk, Mescidde toplandılar.
İçlerinden, cesaretli ve becerikli kişiler, yangını söndürmek için, yanlarına aldıkları sularla Mescidin damına çıktılar.
Alevler iki tavan üzerinde hızlandı. Şimal ve garp taraflarını sardı.
Yangını söndürmekten âciz kaldılar.
Alınan her tedbir, yangını arttırmaktan ve daha çok alevlendirmekten başka bir işe yaramıyordu. Mescid bir ateş ve alev denizi gibi dalgalanıyordu!
Onu önleyip durdurmak için, Mescidin ön kısmının tavanlarından bazısını yıkmayı düşündüler ve bunu acele yapmaya giriştiler.
Mescid, dumanla dolmuştu.
Mescidin içine girmiş olanlar, içeride duramadılar.
Mescidin damında bulunanlar da, şimal taraflarına doğru kaçarak, yanlarındaki su kovalarının ipleriyle sarkıp Mescid dışındaki büyük kovalar ve evler üzerine inmeye başladılar.
İçlerinden bazıları düşüp öldüler. Bazıları da Mescide merdivenle indiler. İnenlerden bazısı yandı, kalanlar ise, Mescidin sahanlığına sığındılar.
Ateş onlarla Mescidin kapılan arasına gerilmişti.
Ûfî diye tanınan Şeyh Şemsüddin Muhammed b. Miskin, dumandan boğularak öldü.
Mescid hadimlerinden, yangın ve yıkıntı altında kalan fakirlerden can verenler, ondokuz kadardı. [279]
Hicretin 888. yılında Mısır sultanı Kayıtbay’ın gönderdiği minber, yıkılan kerpiç minberin yerine dikildi.
Hicretin 998. yılında Sultan Murad tarafından İstanbul’da mermerden oniki basamaklı bir minber yaptırılıp Medine’ye gönderildi.
Mısır sultanının minberi de, Küba Mescidine nakledildi.
Bugün, Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidindeki yepyeni minber, işte o zaman Sultan Murad’ın İstanbul’dan göndermiş olduğu minberdir.Zeminden kapısına üç basamakla çıkılan dokuz basamaklı bu minberin külahı yaldızlı ve alemi gümüşten olduğu gibi, örtüsü kırmızı çuhadan, kapısının perdesi de yeşil atlastandı. [280]
Müslüman Kabilelere Valiler ve Zekat Tahsil Memurları Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam Ci’râne’cien Medine’ye döndükten ve Zilkade ayının kalan son gün-leriyle Zilhicce ayını da geçindikten sonra,[281] Hicretin 9. yılı[282] Muharrem ayının hilalini görünce, [283] İslâm beldelerinden bazılarına valiler[284] ve zekat tahsil memurları gönderdi . [285]
Gönderilenlerden Bazılarının Kimler Olduğu ve Nerelere Gönderildikleri
1. Muhacir b. Ebu Ümeyye b. Muğîre, San’a’ya,
2. Ensardan Benî Beyâzaların kardeşi Ziyad b. Lebid Hadramevt’e,[286]
3. Büreyde b. Husayb veya Ka’b b. Malik Eslem ve Gıfârlara,
4. Abbâd b. Bişr el-Eşhelî Süleymlerie Müzeynelere,
5. Râfi1 b. Mekîs Cüheynelere,
6. Dahhâk b. Süfyanü’l-Ka’bî Benî Kilablara,
7. Büsr b. Süfyanü’l-Ka’bî Benî Ka’blara,
8. İbn Lübiyyetü’l-Ezdî Benî Zübyanlara,
9. Sa’d b. Hüzeymlerden birzât Sa’d b. Hüzeymlere,[287]
10. Malik b. Nüveyre Benî Hanzalelere,[288]
11. Amr b. Âs Fezârelere gönderildi.[289]
Dahhâk b. Süfyan; Benî Kilabların içlerinde dolaşarak, kendilerini Allah’a ve Allah’ın Resûlüne imana davet etti. Allah’ın Kitabını ve Resûlullahm sünnetini anlatıp kendilerinin bunlara bağlanmalarını sağladı. Zenginlerinden zekatlarını toplayıp fakirlerine dağıttı.[290]
Uyeyne b. Hısn’ın Büsr b. Süfyan’a Engel Olan Benî Temimleri Takibe Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Büsr b. Süfyanü’I-Ka’bî’yi, zekat tahsili için Huzâalardan Benî Ka’blara göndermişti.
Gönderirken de; halkın kusurları hakkında müsamahakâr davranılmasını ve zekat olarak malların en iyilerini seçip almaktan da sakınılmasın! emir ve tavsiye buyurmuştu.
Benî Tem imlerden BenîCehm ve BenîAmrb. Cündüb b. Uteyrler, Zâtü’l-Eştat’a konup orada Benî Ka’blara ait sudan birlikte yararlanmakta idiler.
Nuaym b. Abdullah en-Nahhâmü’l-Adevî; Huzâalan Zâtü’l-Eştat’ta veya Usfan üzerinde buldu. Zekatları teslim alınmak üzere davar, sığır, deve gibi hayvanların toplanmasını onlara emretti.
Huzâaların zekatları toplandı.
Benî Temimler bundan hoşlanmadılar ve:
“Bu nasıl iş?! Mallarınız boş yere elinizden alınıyor?![291] Ne diye mallarınızı onlara veriyorsunuz?!” dediler. [292]
Savaşmak için toplandılar, yaylarını boyunlarına astılar, kılıçlarını sıyırdılar! [293]
Büsrb. Süfyan’ı zekat mallarını toplamaktan men ettiler. [294]
Huzâalar.
“Biz İslâm dinine girmiş Müslüman bir cemaatiz. Bu zekat dinimizin esaslarındandır. [295] Dinimize göre, mallarımızın zekatını vermek gerekmektedir” dediler.
Benî Temimler ise:
“Vallahi, biz, bir tek devenin bile yanımızdan ayı rıh p götürülmesine meydan vermeyeceğiz ! [296]
Vallahi, zekat memuru hiçbir zaman zekat almak için develerin yanına yanaşamayacaktır!” dediler.
Zekat tahsil memuru, Benî Temimlerin bu tutum ve davranışlarını görünce, onlardan korkarak geri döndü.
O zaman, İslâmiyet Araplar arasında tamamıyla yayılmamış bulunuyordu.
Araplardan, henüz Müslüman olmayan kabileler vardı.
Bununla birlikte, onlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke ve Huneyn’de yaptığına bakarak, kılıçtan geçirilmekten korkuyorlardı.
Zekat tahsil memuru Büsr, Medine’ye dönüp durumu Peygamberimiz Aleyhisselama arzetti ve:
“Yâ Rasûlalları! Ben üç kişinin başında bulunuyordum.
Huzâalar, Benî Temimlerin üzerine yürüdüler ve:
‘Eğer akrabamız olmasaydınız, kolay kolay yurdunuza dönemezdiniz, kavuşamazdınız!
Siz, Resûlullahın mallarımızın zekatlarını alacak memuruna engel olmaya kalkışmakla Muhammed Aleyhisselamın düşmanlığını hem bizim üzerimize, hem kendi üzerinize çekeceksiniz!1 diyerek onları kendi yurtlarından çıkardılar.
Bunun üzerine, Benî Temimler dönüp kendi yurtlarına gittiler” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Yapılmayacak birşeyi yapan şu kavmin hakkından kim gelir?” buyurdu ve ilk görüştüğü kişi Uyeyne b. Hısn oldu.
Uyeyne b. Hısn:
“Vallahi, ben onlara yeterim!
Hemen onların arkalarına düşer, (Yebrin’e) ulaşsalar bile, inşaallah onları bulur, sana getiririm!
Sen de, ya haklarında dilediğini işlersin, ya da onlar Müslüman olur, kurtulurlar!” dedi. [297]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, onu Hicretin 9. yılında, Muharrem ayında elli süvarinin başına geçirip Benî Temimleri takibe gönderdi. [298]
Gönderilen süvariler arasında ne bir Muhacir, ne de bir Ensarî vardı.
Uyeyne b. Hısn; yanındaki süvarilerle geceleri gidiyor, gündüzleri gizleniyordu. [299]
Rekûbeye ve oradan da Arc’a varıp ulaştı. [300]
Yebrin; Benî Sa’d yurtlarının en yukarılarıdır. [301]
Rekûbe de; Mekke ile Medine arasında bir yokuş olup, Arc’ın yanındadır. [302]
Uyeyne b. Hısn, Arc’da Benî Temimlerin Süleym oğulları toprağına geçtiklerini haber alınca, arkalarından gitti, onları Süleym oğulları yurdunda buldu.
BenîTemimleryüklerini çözmüşler, hayvanlarını salmışlardı.
Çadırlar bozuk düzendi. Çadırların içlerinde kadın ve çocuklardan başka kimse yoktu. [303]
O sırada, Benî Temimlerden bir cemaat gördüler. [304]
Hemen onlara saldırdılar. [305] Onbir kişi yakaladılar.
Orada onbir kadınla otuz çocuk da bulup esir aldılar ve Medine’ye döndüler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, esirlerin Remle binti Hâris’in konağında tutulmalarını emretti. [306]
Esir alınan kadınlar arasında:
1. Esma binti Malik,
2. Ke’s binti Eriyy,
3. Necve binti Nehd,
4. Cümey’a binti Kays,
5. Amre binti Matar bulunuyordu.[307]
Medine’ye Gelen Benî Temim Heyetinin Hitabet ve Şiirde Peygamberimiz Aleyhisselamın Hatip ve Şairleriyle Yarışmaya Kalkışmaları
Uyeyne b. Hısn’ın te’dib baskını yapıp onlardan aldığı esirlerle Medine’ye dönüşünden sonra, Benî Temimlerden doksan veya seksen kişilik bir heyet Medine’ye geldi.[308]
Çok kalabalık olan Benî Temim heyetinin içinde eşraf ve liderleri de bulunuyordu. [309] BenîTemim heyetinden bazı kişilerin isimleri:
1. Utarid b. Hâcib b. Zürâre,
2. Akra1 b. Habis,
3. Zibrikan b. Bedir,
4. Amr b. Ehtem. [310]
5. Habbab (Hutat) b. Yezid, [311]
6. Nuaym b. Yezid (Sa’d),
7. Kays b. Haris,
8. Kays b. Âsım, [312]
9. Riyah b. Haris b. Mücaşi’, [313]
10. Rebia b. Ruf ey1,
11. Sebre b. Amr,
12. Ka’ka’ b. Ma’bed,
13. Verden b. Muhriz,
14. Malik b. Amr,
15. Firas b. Habis… [314]
Benî Temim heyeti, öğleden önce gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidine girdiler.
Mescide girince, esirlerin durumunu sordular. Kendilerine haber verildi. Götürülüp esirler gösterildi.
Kadınlar ve çocuklar, onları görünce, ağlamaya başladılar.
Benî Temim heyeti, tekrar Mescide döndü.
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz.Âişe’nin odasında bulunuyordu. [315]
Bilal-i Habeşî, öğle ezanını okudu. Müslümanlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescide gelmesini bekliyorlardı. [316]
Heyet, Peygamberimiz Aleyhisselamın gecikmesinden, sabırsızlanmakta idiler[317] ve Peygamberimiz Aleyhisselamın odalarının arkasından: [318]
“Ey Muhammedi Çık artık yanımıza!” diyerek bağırdılar. [319]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların bu bağırıp çağırmalarından rahatsız oldu. [320]
Bunun üzerine, inen âyette şöyle buyuruldu:
“Hücrelerin arkasından sana bağıranlar ki, muhakkak, onların çoğu aklı ermeyenlerdir.” [321]
Bilal-i Habeşî, onların yanına vardı ve:
“Resûlullah Aleyhisselam şimdi çıkacaktır!” dedi.
Benî Temim heyeti seslerini yükseltmeye, ellerini birbirine çarpmaya başladılar. [322]
Peygamberimiz Aleyhisselam, heyetin yanına çıktı. [323]
Bilal-i Habeşî, hemen kamet getirmeye başladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, heyetin yanında ayakta durup, Bilal-i Habeşî kameti bitirince namaza yöneldi.
Beni Temim heyeti:
“Bizi dinleyesin diye, sana hatibimizi ve şairimizi getirmiştik!?” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam gülümsedi. Müslümanlara öğle namazının farzını kıldırıp hücresine döndü. [324]
Akra’ b. Habis:
“Yâ Muhammedi Yâ Rasûlallah!” diye bağırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselam cevap vermedi.
Akra’ b. Habis:
“Yâ Rasûlallah! Haberin olsun ki, benim övüşüm süsler, yerişim de kusurlar!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Böyle olan, ancak Yüce Allah’tır! Onun övdüğü aziz, yerdiği de zelil olur!” buyurdu. [325]
İki rekat namaz kıldıktan sonra, çıkıp Mescidin avlusunda oturdu. [326] Benî Temim heyetine:
“Siz ne istiyorsunuz?” diye sordu.
H eyet:
“Biz Temim halkındanız! Seninle şiir ve övünme yarışı yapalım diye şairimizi ve hatibimizi getirdik!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Biz ne şiirle gönderildik, ne de övünmekle emrolunduk!
Fakat, haydi, neyiniz varsa getirin de görelim?” buyurdu. [327]
Benî Temim heyeti:
“Yâ Muhammedi Biz seninle övünme yansı yapmak üzere geldiğimize göre, şairimize ve hatibimize izin ver!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hatibinize izin verdim, konuşsun bakalım!” buyurdu.
Bunun üzerine, Utarid b. Hâcib ayağa kalktı ve:
“Üzerimizde fazi u keremi bulunan Allah’a haımd olsun; ki, O buna layı kür.
O bizi hükümdar yapmış, bize pek çok mal ve servet bağışlamıştır.
Biz onlarla iyi işler yapıyoruzdur.
O, bizi doğu halkının en güçlüsü, sayıca en çoğu, savaşa da en kolay, en çabuk hazırlananı kılmıştır.
Halk içinde, bizim gibi kim var?
Halkın reisleri ve faziletlileri biz değil miyiz?
Bizimle fazilet yarışına çıkacak kim ise, saydıklarımızın bir benzerini saysın döksün bakayım?
Biz, isteseydik, sözümüzü daha da uzatabilirdik.
Fakat, biz, bize verilenler üzerinde sözü uzatmaktan utanırız!
Ben bu sözü sözümüz gibi bir söz, işimizden daha üstün bir iş varsa, getirin de görelim diye söylüyorum!” dedikten sonra, oturdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ensardan Sabit b. Kays b. Şemmas’a:
“Kalk da, şunun hutbesine karşılık ver!” buyurdu. [328]
Sabit b. Kays, Benî Temim hatibine karşı ne söyleyeceğini bilmiyordu.
Söyleyeceği şey hakkında, önceden hiçbir hazırlığı yoktu. [329]
Hemen ayağa kalktı ve:
“Hamd Allah’a yaraşır.
Ben O’na hamd eder ve O’ndan yardım dilerim. Ona inanır ve güvenirim.
Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına ve O’nun Bir olup, eşi ortağı olmadığına şehadet ederim.
Muhammed’in O’nun kulu ve resûlü olduğuna da şehadet ederim! [330]
Hamd olsun O Allah’a ki, gökleri ve yeri yaratan, göklerde ve yerde hükmünü yürüten O’dur!
O’nun kürsiyy-i ilmi herşeyi kuşatmıştır.
Hiçbir şey yoktur ki, O’nun fazi u kereminin eseri olmasın!
Bizim hakim oluşumuz da, O’nun kudreti eseridir.
O, yarattıklarının en hayırlısını seçerek peygamber göndermiştir ki, o Peygamber, baba soyu yönünden insanların en şereflisi, söz yönünden en doğru sözlüsü, ana soyu yönünden de en üstünüdür!
Allah ona Kitabını indirmiş, onu kullarının emîni ve güvencesi, cihanın da güzidesi ve seçkini kılmıştır!
Sonra, o Peygamber, insanları Allah’a imana davet etmiştir.
Allah’ın Resûlüne, ilk önce, kavminden ve akrabasından, soy sopça insanların en şereflisi, şekil ve suretçe en güzeli, iş ve gidişatça insanların en hayırlısı, [331]akılca da insanların en büyüğü ve üstünü olan[332] Muhacirler iman etmişlerdir.
Bundan sonra, Resûlullah Aleyhisselamın davet ettiği ve davetine icabet eden insanların ilki de biz olmuşuzdur.
Biz, Allah’ın yardımcıları ve Resûlünün vezirleriyizdir! [333]
Hamd olsun Allah’a ki, bizleri Kendisinin yardımcıları, Resûlünün vezirleri, dininin de yayılma ve yerleşme vasıtası kılmıştır! [334]
Biz, Allah’a iman ettirinceye, ‘Lâ ilahe illallah!’ dedirtinceye kadar, insanlarla çarpışacağız!
Allah’a ve Resûlüne iman eden, malını ve canını bizden korumuş olur!
Kâfirlik yolunu tutanlar ile ise, bu yolda, Allah yolunda sonuna kadar savaşacağız!
Öylelerini öldürmek, bize göre, kolaydır!
Ben bu sözü söyler, Allah’tan kendim ve bütün erkek kadın mü’minler için yarlıganmak dilerim! [335]
Selam olsun size!” dedi. [336]
Benî Temim heyeti:
“Yâ Muhammedi Şairimize de izin ver, şiirini okusun!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam izin verdi. [337]
Zibrikan b. Bedir, ayağa kalkıp sekiz beyitiik şiirini okudu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hassan b. Sabit’e:
“Kalkyâ Hassan! Şu adamın şiirine karşılıkver! [338]
Yüce Allah, Resûlünü savunurken, Hassân’ı muhakkak destekler!” buyurdu. [339]
Hassan b. Sabit ayağa kalkıp aynı vezin ve kafiyede söylediği uzunca bir şiirle Zibrikan’a karşılık verdi. [340]
Sabit b. Kays’ın Benî Temimlerin hatibini bastıracak derecede hutbe irad ve Hassan b. Sabit’in de Benî Temimlerin şairini bastıracak derecede şiir inşad etmesi, Peygamberimiz Aleyhisselamı ve Müslümanları sevindirdi. [341]
Hassan b. Sabit şiirini okuyup bitirdiği zaman, Akra’ b. Habis, Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında:
“Bu zât, muhakkak, muvaffak olacaktır! [342]
Vallahi, o, Allah tarafından da destekleniyordur! [343]
Onun hatibi, bizim hatibimizden daha iyi hatibdir.
Onun şairi, bizim şairimizden daha iyi şairdir! [344]
Onlarınkinin sesleri, bizimkilerin seslerinden daha yüksek, daha gürdür! [345]
Bizim hatibimiz konuştu. Onların hatibi, daha gür ve yüksek sesli idi.
Bizim şairimiz, şiirini inşad etti. Onların şairi, daha gür ve yüksek sesli ve daha güzel sözlü idi.
Ben bu işin ne olduğunu anlayamadım!” dedi ve Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına yaklaştı ve:
“Şehadet ederim ki; Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur! Sen de Allah’ın Resûlüsün!” diyerek Müslüman oldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bundan önceki tutum ve davranışın sana zarar vermez!” buyurdu. [346]
Benî Temim heyetinin hepsi Müslüman oldular. [347]
Yüce Allah onlardan razı olsun![348]
Benî Temim Heyetine Bahşiş Verilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Temim heyetinin bahşişlerinin verilmesini emretti.
Her biri, Bilal-i Habeşî’den caizelerini (bahşişlerini) aldılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sizden, caizesini vermediğimiz bir kimse kaldı mı?” diye sordu.
“Ağırlıkların yanında bir genç kaldı” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onu da gönderiniz, caizesini alsın!” buyurdu.[349]
Kays b. Âsim:
“Yâ Rasûlallah! O, ağırlıklarımızın yanında kalan bir çocuktur. [350] Şeref ve mevki sahibi değildir!” dedi. [351]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Olsun! O, heyet ile gelmiştir. Bahşiş almaya hakkı vardır!” buyurdu. [352]
Bu genç, Amr b. Ehtem idi. [353]
Amr b. Ehtem; söylediği bir şiirde, Kays b. Âsım’ı kendisi hakkındaki sözü ve davranışından dolayı kınamış ve yermiştir. [354]
Benî Neccar kadınlarından birisi:
“O gün, Bilal-i Habeşî’den onikişer buçuk ukiyye caizelerini alırlarken, Benî Temim heyetine bakıyordum.
Onların en küçüğü olan bir gence de, o zaman, beş ukiyye verildiğini gördüm” demiştir. [355]
Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer’in Allah Tarafından Uyarılışı
Hz. Ebu Bekir, Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Bunlara Ka’ka1 b. Zürâreyi vali ve kumandan tayin buyursan?” dedi.
Hz. Ömer, Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Hayır! Sen onlara Akra1 b. Hâbis’i vali ve kumandan tayin buyur!” dedi.
Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer’e:
“Sen bana ancak muhalefet etmek istiyorsun” deyince, Hz. Ömer:
“Hayır! Ben sana muhalefet etmek istemiyorum” dedi ve birbirleriyle tartışmaya başladılar ve hatta, sesleri yükseldi.
Az kalsın, ikisi de helak olacaklardı.[356]
Haklarında inen âyetlerde şöyle buyuruldu:
“Ey iman edenler! Allah’ın ve Resûlünün huzurunda, sözde ve işte öne geçmeyiniz! Allah’tan korkunuz!
Çünkü, Allah, herşeyi hakkıyla işiten ve bilendir.
Ey mü’minler! Seslerinizi Peygamberin sesinden üstün çıkarmayınız! Birbirinize bağırdığınız gibi, ona sözle bağırmayınız!
Yoksa, haberiniz olmadan, amelleriniz boşa gider!”[357]
Bu hadiseden sonra, Hz. Ömer, Peygamberimiz Aleyhisselamın huzurunda konuştuğu zaman sesini o kadar kısardı ki, Peygamberimiz Aleyhisselam onun sözünü işitemez, ne söylediğini kendisine sorardı.[358]
Hâris b. Dırâr el-Huzâî’nin Medine’ye Gelişi, Müslüman Oluşu ve Benî Mustalıkların da
Müslüman Olmalarını Sağlayışı
Haris b. Dırâru’l-Huzâî, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelmiş, Peygamberimiz Aleyhisselam kendisini İslâmiyete davet edince Müslüman olmuş ve:
“Yâ Rasûlallah! Beni kavmimin yanına geri çevir de, onları İslâmiyete davet edeyim ve Müslüman olanların zekatlarını toplayıp filan zaman sana göndereyim!” demişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, onu, zekatlarını toplamak üzere Benî Mustalıklara göndermişti.[359]
Benî M ustalıklar, Huzâalardan bir oymak olup, Ezdîve Kahtânî idiler. [360]
Benî Mustalıklar Müslüman oldular, meydanlarında mescidleryaptılar. [361]
Yüce Allah hepsinden razı olsun!
Haris b. Dırâr, Benî Mustalıklardan, mallarının zekatlarını topladı.
Gönderme zamanı geldiği halde Peygamberimiz Aleyhisselamın elçisinin gelmediğini görünce, bu hususta Allah ve Resûlünü kızdıracak bir hadise çıktı sandı.
Kavminin ileri gelenlerini toplayıp, onlara:
“Resûlullah Aleyhisselam bana bir vakit tayin etmiş ve o zaman elçisini gönderip yanımdaki zekatı aldıracağını söylemişti.
O vakit gelmiş olduğu halde, Resûlullah Aleyhisselamın elçisi gelmemiştir.
Resûlullah Aleyhisselam sözünden döner değildir.
Kendisinin, elçisini yanında tutup salmayacağını da sanmıyorum.
Herhalde, bu iş yüzünden bir kızma vardır.
Geliniz, Resûlullah Aleyhisselamın yanına gidelim” dedi.
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam, Velid b. Ukbe b. Muayt’ı Haris b. Dırâr’ın yanındaki zekat mallarını teslim almak üzere, Benî Mustalıklara göndermişti. [362] Ki, bu, Hicretin 9. yılında idi. [363]
Benî Mustalıklar, Velid b. Ukbe’nin geldiğini işitince, sevindiler.
İçlerinden yirmi kişi, onu develer ve davarlarla karşılamaya çıkülar. [364] Fakat, ne deve, ne de davar teslim edilecek bir kimse göremediler! [365]
Velid b. Ukbe, Benî M ustalıkların irtidad ettiklerini, Müslümanlıktan döndüklerini ve zekat vermekten kaçındıklarını haber almış, onların kendisini silahlı olarak karşılamaya çıktıklarını görünce de, korkmuştu. [366] Şeytan, kalbine, Benî Mustalıkların kendisini öldürmek istedikleri şüphesini, korkusunu da düşürmüştü. [367]
Benî Mustalıkların karşılayıcılarını uzaktan görür görmez, daha yanlarına varmadan, izi sıra geri döndü.
Benî Mustalıkların silahlandıklarını ve kendisinin zekatı toplamasına engel olduklarını Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi. [368]
“Yâ Rasûlallah! Haris beni zekat toplamaktan men etti ve öldürmek istedi. [369]
Benî Mustalıklar seninle çarpışmak için toplanmışlar!” dedi. [370]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Beni Mustalıklara göndermek üzere askerî bir birlik hazırladı. [371]
Benî Mustalıklar bunu haber alınca, Velid b. Ukbe’yi karşılamış olan heyet acele Medine’ye geldi. [372]
Medine’de, kendilerine gönderilmek üzere bulunan İslâm birliğiyle karşılaştılar.
İslâm birliği, Haris b. Dırâr’ı görünce:
İşte, Haris!” dediler.
Haris b. Dırâr, onlara:
“Sizler kimlerin üzerine gönderiliyorsunuz?” diye sordu.
“Senin üzerine!” dediler.
Haris b. Dırâr
“Ne için benim üzerime gönderiliyorsunuz?” diye sordu.
“Resûlullah Aleyhisselam sana Velid b. Ukbeyi göndermişti.
Onun söylediğine göre; sen onun zekatı toplamasına engel olmuş ve kendisini de öldürmek istemişsin!” dediler.
Haris b. Dırâr
“Hayır! Muhammed’i hak din ve Kitabla peygamber gönderen Allah’a yemin ederim ki; ben kat’iyyen ne onu (Velid b. Ukbe’yi) gömnüşümdür, ne de o benim yanıma uğramıştır!” dedi.
Haris b. Dırâr Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına girdiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Sen zekatın toplanmasına engel olmuşsun, elçimi de öldürmek istemişsin, öyle mi?” diye sordu.
Haris b. Dırâr
“Hayır! Seni hak din ve Kitabla peygamber gönderen Allah’a yemin ederim ki; ben ne elçini gör-müşümdür, ne de o benim yanıma uğramıştır! Benim şimdi gelişim, ancak, Resûlullahın elçisinin bize gönderilmeyişinden ve bunun da Yüce Allah ve Resûlünün gazabından ileri gelmiş olmasından korktuğum içindir!” dedi. [373]
Benî Mustalık heyeti de:
“Yâ Rasûlallah! Sor o elçine! Bakalım bizimle hiç konuşmuş mudur?” dediler.
Benî Mustalık heyetiyle konuştuğu sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamı vahiy hali bürüdü!
Hucurat sûresinin inen 6. âyetinde şöyle buyuruldu:
“Ey mü’minler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse, onu tahkik ediniz!
Yoksa, bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da, yaptığınıza pişman olursunuz!”
Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Mustalık heyetine:
“Sizin yanınıza kimi göndermemi istersiniz?” diye sordu.
Benî Mustalık heyeti:
“Abbâd b. Bişr’i gönder!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Abbâd! Onlarla birlikte git! Onlardan, mallarının zekatlarını al! Mallarının en iyilerini seçip almaktan sakın!” buyurdu.
Abbâd b. Bişr, Benî Mustalıkların yanında on gün kaldı. Onlara Kufân-ı Kerîm okuttu. İslâm şeriatlarını öğretti.
Ne hakkı zayi ettirdi, ne de onların hakkına tecavüz etti.
Sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü. [374]
Benî Esed b. Huzeymelerin Müslüman Oluşu
Benî Esedler Huzeyme b. Müdrikelerden birçok oymakları bulunan büyük bir kabile olup, yurtları Necd bölgesinde Kerec’e doğru uzanmakta idi.
Tayyi1 kabilesine komşu idiler.[375]
Benî Esed b. Huzeymeler toplanıp Peygamberimiz Aleyhisselama bir heyet göndermeyi kararlaştı rdılar. [376]
Hicretin 9. yılının başında (Muharrem ayında) Benî Esedlerden on kişilik bir heyet Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi. [377]
İçlerinde:
1. Hadramî b. Âmir,
2. Dırâr b. Ezver,
3. Vâbısa b. Ma’bed,
4. Katâde b. Kâif,
5. Seleme b. Hubeyş,
6. Tulayha b. Huveylid,
7. Nekâde b. Abdulmelik b. Halef, [378]
8. Ebu Muk’ıd[379] ile BenîZeyne (Benî Maliklerden de bazı kimseler bulunuyordu. [380]
Hadramî b. Âmir, Benî Zeynel erdendi. [381]
Kavminin ulusu, lideri, [382] Benî Esed heyetinin de başkanı idi. [383] Kendisi şairdi. [384]
Dırâr b. Ezver de, Benî Zeynelerdendi. [385] Tanınmış süvarilerden, babayiğitlerden ve şairlerdendi. Yayılır 1.000 devesi vardı . [386]
Vâbısa b. Ma’bed, yufka yürekli, gözü yaşlı bir adamdı. Çok ağlar, gözünün yaşını tutamazdı. [387]
Tulayha b. Huveylid, Benî Esedlerin namlı süvarilerinden, babayiğitlerinden idi. Benî Esedler, onun başında toplanırlardı. [388]
Katâde b. Kâif bâdiyede oturur, Hicaz halkından sayılırdı. [389]
Benî Esed heyeti Medine’ye geldiği sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam Mescidde ashabıyla birlikte oturuyordu. [390]
Peygamberimiz Aleyhisselama selam verdiler[391] ve:
“Yâ Rasûlallah! Biz, Allah’ın Bir olduğuna, eşi ortağı olmadığına, senin de O’nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet ediyoruz!” dediler. [392]
Hadramî b. Âmir:
“Yâ Muhammed! [393] Yâ Rasûlallah! [394] Sen bize hiçbir elçi, hiçbir askerî birlik salmam işken, biz şu kıtlık yılında, karanlık gecelerde yolculuk ederek kendiliğimizden sana geldik! [395]
Yâ Rasûlallah! Başka Araplar seninle çarpıştılar, biz çarpışmadık! [396]
Biz, gerimizdekilerin de temsilcileriyiz! [397]
Biz Huzeymeler, senin için toplanmışızdır ve sendenizdir.
Bizim koruyuşumuz, çok koruyucudur.
Bizim kadınlarımız, kocalarına sevgi gösterirler.
Oğullarımız da, çok iyi binici ve çok babayiğit ve kahramandırlar” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Esed heyetini İslâmiyete davet etti.
Benî Esed heyeti:
“Mallarımızın zekat ve sadakalarını kendi fakirlerimize vermek, yurtlarımızda kuraklık ve kıtlık olduğuna göre, başka yerlere göçmek üzere Müslüman oluyoruz!” dediler, Müslüman oldular, Peygamberimiz Aleyhisselama bey’at ettiler.[398]
Dırâr b. Ezver, Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Uzat elini de, sana İslâmiyet üzerine bey’at edeyim!” dedi . [399]
Peygamberimiz Aleyhisselam, heyet içinde Benî Zeynelerden olanlara, “Sizler kimsiniz?” diye sordu.
Onlar:
“Biz, Zeyne (At Çulları) oğullarıyız!” dediler. [400]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların isimlerini değiştirmek istedi. [401]
“Siz, Rişde oğullarısınız!” buyurdu.
Zeyne oğulları:
“Biz, babamızın ismini bırakmayız! Benî Muhavvele gibi olmak istemeyiz!” dediler. [402]
Akıllarının kısalığı yüzünden, Peygamberimiz Aleyhisselamın teklifine yanaşmadılar. [403]
Peygamberimiz Aleyhisselam Benî Abduluzzâ b. Gatafanların ismini Benî Abdullah b. Gatafanlar olarak değiştirdiği zaman, Zeyne oğulları:
“Onlar, Muhavvele oğulları!” diyerek ayıplamış ve kınamışlardı. [404]
Benî Esed Heyetinin Peygamberimizden Iyafet ve Kehanetin Hükmünü Sormaları
Benî Esed heyeti; lyafet, kehanet ve taşlan işaretleyip onları avuçlarında sallayarak mânâlar çıkarmak… gibi şeyler hakkında ne Duyurulduğunu Peygamberimiz Aleyhisselamdan sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onları bütün bunlardan nehiy ve men etti.[405]
lyafet; kuşları “Kışt!” diye azarlayarak kişleyip, onların isimlerinden, seslerinden, iniş ve geçişlerinden uğurlulukveya uğursuzluk çıkarmaya çalışmak demektir ki, bu, Arapların çokça yapageldikleri âdetlerindendi. [406]
Kehanet; gaybdan haber vermek, falcılık ve bakıcılık yapmak; [407]
Kâhin de; gelecek zamanda olacak şeylerden haber veren ve kâinatın sırlarına, gayb ilmine vâkıf olduğunu iddia eden kimse demektir. [408]
Kâhinler; kendilerinin cinlerden tabileri bulunduğunu, onların görünüp kendilerine haberler getirdiklerini söylerlerdi. [409]
Benî Esed heyeti:
“Biz, Cahiliye devrinde bütün bu işleri yapardık! Geri kalan şey hakkında ne buyurursun?” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Nedir o geri kalan şey?” diye sordu.
Benî Esed heyeti:
“Hat (remil atma) ilmi!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onu, peygamberlerden bir peygamber çizerdi. Kimin çizgisi onunkine uyarsa, isabet edebilir” buyurdu. [410]
Benî Esed Heyetine Kur’ân-ı Kerîm Öğretilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Benî Esed heyetine Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenmelerini emretti. Onlarda, Kur’ân’ı,[411] farzları[412] öğrenmek için, günlerce oturdular. [413]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hadramî b. Âmir’e Abese ve A’lâ sûrelerini kendisi öğretti. [414]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kendisine Bağışlanan Deve ve Onu Bağışlayan ve Getiren Hakkındaki Bereket Duası
Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Esed heyetinden Nekâde b. Abdullah’a:
“Ey Nekâde! Kendim için, binmeye elverişli, sütlü, yanında yavrusu bulunmayan bir deve istiyorum” buyurmuştu.
Nekâde, kendi develeri arasında böylesini araştırdı, bulamadı. Amcasının oğlu Sinan’ın yanında buldu. Sürüp Peygamberimiz Aleyhisselama getirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, devenin memesini eliyle sığadı ve Nekâde’yi çağırdı, deveyi sağmasını ona emretti.
Nekâde deveyi memesinde biraz süt kalıncaya kadar sağdı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Nekâde! Bırak, hepsini sağma! Biraz kalsın ki, o, arkada kalan sütün inmesini sağlar!” buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, sağılan sütten içti. Peygamberimiz Aleyhisselamın ashabı da içtiler. Artanını da Nekâde içti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Allah’ım! Develer içinde bu deveyi ve onu bağışlayanı mübarek kıl!” diyerek dua edince, Nekâde:
“Ey Allah’ın Peygamberi! Onu getireni de duana kat!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onu getireni de mübarek kıl!” duasını da duasına ekledi.[415]
Benî Esed Heyetinin Uyarılışı
Benî Esed heyetinden bazılarının kendiliklerinden gelip savaşsız Müslüman olduklarını Peygamberimiz Aleyhisselamın başına kakmaları Yüce Allah tarafından hoş karşılanmamış, kendileri şöyle uyarılmışlardır:
“Onlar, İslâm’a girdiklerini senin başına kakıyorlar!
Onlara de ki: ‘Müslümanlığınızı benim başıma kakmayınız! Bilakis, sizi imana muvaffak kıldığı için, Allah sizi minnet altında bırakır; eğer siz ‘İnandık!’ demenizde sadık kişiler iseniz!”[416]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kudâî b. Amr’ı Benî Esedlere Vali Tayin Edişi ve Benî Esedler
İçin Bir Yazı Yazdırışı
Peygamberimiz Aleyhisselam; Benî Uzrelerden olan Kudâî b. Amr’ı Benî Esedlere vali tayin etti.
Benî Esedler için de bir yazı yazdırdı ve o yazıda şöyle buyurdu:
“Bismillâhirrahmânirrahîm
Muhammed Peygamberden Benî Esedlere!
S elam ün aleyküm.
Size olan nimetinden dolayı Allah’a hamd ederim ki, O’ndan başka hiçbir ilah yoktur.
Bundan sonra, derim ki:
Siz, Tayyi’ kabilesinin sularına ve topraklarına yaklaşmayacaksınız! Çünkü, onların sularına ve topraklarına girmeniz size helâl değildir. Ancak, kendilerinin içeri alacakları kimseler, bundan müstesnadır.
Muhammed’in emrini dinlemeyen kimseler, onun himayesinden uzak kalırlar.
Benî Esedlerin işlerine Kudâî b. Amr baksın!
Bu yazıyı Hal id b. Saîd yazdı .”[417]
Urve b. Mes’ud’un Müslüman Olup Taiflileri Müslümanlığa Davet Edişi ve Şehit Edilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam Taiflileri kuşattığı sırada, Urve b. Mes’ud ile Gaylan b. Seleme, Taif savunması için debbâbe, mancınık vesaire yapma sanatını öğrenmek üzere Cüreş’te bulunuyordu.[418]
Peygamberimiz Aleyhisselam Taif’ten ayrıldıktan sonra Urve b. Mes’ud Taife dönmüş; bir müddet, debbâbe, büyük küçük mancınıklar yapmakla uğraşmış; [419] nihayet, Yüce Allah onun kalbine İslâmiyet sevgisi düşürmüştü. [420]
Urve b. Mes’ud, Hicretin 9. yılı Rebiülevvel ayında Medine’ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gel di . [421] Müslüman oldu. [422]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onun Müslüman oluşuna çok sevindi.
Urve b. Mes’ud, Medine’de Hz. Ebu Bekir’in evine inmişti.
Muğîre b. Şube, amcasını, kendi evine götürülünceye kadar, bırakmadı. [423]
Muğîre b. Şube, Urve b. Mes’ud’un yeğeni idi. [424]
Urve b. Mes’ud:
“Yâ Rasûlalları! Bana izin ver de, kavmimin yanına gidip onları İslâmiyete davet edeyim.
Vallahi, ben gelip geçmiş dinler içinde bunun gibisini görmedim! Ben ashab ve kavmimin yanına öyle hayırlı bir varışla varacağım ki, hiçbir kimse hiçbir zaman kavmine benim varışım gibi varmayacaktır!” dedi. [425]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Taif halkının öteden beri onurlanıp büyüklenip Müslümanlıktan kaçındıklarını bildiği için: [426]
“Onlar seni öldürürler!” buyurdu. [427]
Urve b. Mes’ud:
“Yâ Rasûl ali ah! Ben onlara öz evlatlarından daha sevgiliyimdir!” dedi. [428]
Gerçekten de, Urve b. Mes’ud, Taif halkı içinde sevilir, sayılır, sözü dinlenir bir zât idi. [429]
Onu Kureyş müşrikleri de böyle kabul ederlerdi.
Kur’ân-ı Kerîm’de açıklandığına göre, Kureyş müşrikleri:
“Şu Kur’an (indirilecekse) iki memleketin birinden, büyük bir adama indirilmeli değil miydi?” demişlerdi. [430]
İki memleketin biri Mekke, diğeri Taif’ti.
Kureyş müşriklerinin büyük adamlardan maksatları da, Mekke’deki Velid b. Muğîre ile Taifteki Urve b. Mes’ud gibi kişilerdi. [431]
Urve b. Mesud, simaca, İsa Aleyhisselamı andırırdı. [432]
Urve b. Mes’ud, Taiflileri İslâmiyete davet için izin verilmesi hakkındaki dileğini tekrarladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, yine:
“Onlar seni öldürürier! [433] Onlar seni öldürürler diye korkuyorum!” buyurdu. [434]
Urve b. Mes’ud:
“Yâ Rasûlallah! Onlar, beni uykuda bulsalar uyandırmaz, uyandırmaya kıyamazlar!” dedi. [435] Onların yanlarına gitmek üzere üç kez için istedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Eh, gitmek istiyorsan, git!” buyurdu. [436]
Urve b. Mes’ud, aralarındaki mevkii sebebiyle Taiflilerin kendisine aykırı davranmayacaklarını, karşı koymayacaklarını umuyordu. [437]
Urve b. Mes’ud kalkıp Taife doğru yola çıktı. Beş gün gittikten sonra akşamleyin kavmine ulaştı, hemen evine girdi. [438]
Taifliler, Urve’nin Rabbe putuna uğramadan, onu ziyaret etmeden evine girişinden hoşlanmadılar, ondan kuşkulandılar.
Sonra da, kendi kendilerine:
“Yolculuk hali onu bundan alıkoymuş olabilir!” dediler. [439]
Sakîf kavmi Urve’nin evine geldiler, onu Cahiliye ve müşriklik devrinin selamıyla selamladılar. [440]
Urve b. Mes’ud, onlara karşı müşriklik selamını tanımayan, ondan hoşlanmayanların ilki oldu[441] ve:
“Bana ‘Esselâmü aleyküm!’ diyerek, [442] Cennetliklerin selamıyla selam vermenizi size tavsiye ederim” dedi. [443]
Sonra da, onları Müslümanlığa davet etti:
“Ey kavmim! Siz beni herhangi bir kötülükle suçlayabilir misiniz?
Siz, benim soy sopça en seçkininiz, servetçe en zengininiz, cemaatçe de en güçlünüz olduğumu biliyor değil misiniz?
Beni, İslâmiyete girmeye sevkeden, ancak, başkalarının göremediği şeyi benim onda görmüş olmamdır!
Gelin, öğüdümü dinleyin! Bana aykırı davranmayın!
Vallahi, benim size getirip sunduğum şeyden daha üstününü, hiçbir elçi kavmine getirip sunmam ıştır!” dedi.
Fakat, Sakîfler ona hakaret ettiler.
Onun çevresini sardılar ve:
“Lâfa andolsun ki; zaten senin Rabbe’ye yaklaşmadığın ve onun yanında saçını kazıtmadığın zaman, dininden ayrılmış olduğun bizim içimize doğmuştu!” dediler. [444]
Urve b. Mes’ud onlara karşı çok yumuşak davrandı.
Taifliler ise, toplanıp onun hakkında yapacakları şeyi kararlaştırmak üzere yanından ayrıldılar.
Urve b. Mes’ud, tanyeri ağarmaya başladığı zaman, [445] köşkünün üzerine çıktı. [446]
Namaz için ezan okudu. [447]
Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed Aleyhisselamın Resûlullah olduğuna[448] şehadet etti. [449]
Kendisinin Müslüman olduğunu açıkladı ve Taif halkı olan Sakîfleri İslâmiyete davet etti. [450]
Taifliler, her köşeden, ona doğru vardılar. [451] Her taraftan, onu oka tuttular. [452]
Benî Maliklerden Benî Salim b. Malik’in kardeşi Evs b. Avfın attığı ok, Urveye isabet etti.
Oku Ahlâftan Benî Attâb b. Maliklerden Vehb b. Cabir adındaki kişinin attığı da sanılmıştir. [453] Urve b. Mes’ud da Ahlâftan (yani Sakîflerin başka kabilesinden) idi. [454]
Atılan ok U rve b. Mes’ud’un bilek damarını kesti. Kan dindirilemedi.
Okun Evs b. Avf tarafından atıldığı gerçekleştiği için; [455] Gaylan b. Seleme, Kinane b. Abdi Yal il, Hakem b. Amr ve Ahlâfın diğer ileri gelenleri silahlandılar, çarpışmak için yığınak yaptılar ve:
“Ya Benî Maliklerin başkanlarından on kişi öldürüp Urve’nin öcünü alacağız,ya da en son fendimize kadar öleceğiz!” dediler. [456]
Urve b. Mes’ud’un Kanını Bağışlayıp Kabile Arasındaki Kan Dâvâsını Önleyişi ve Yakınlarına Vasiyeti
Urve b. Mes’ud’a:
“Kanın hakkında ne yapılmasını uygun görürsün?” diye soruldu.[457]
Urve b. Mes’ud, iki tarafın yapmaya kalkıştıkları şeyi görünce, kendi kavim ve kabilesine:
“Sakın benim yüzümden çarpışmaya kalkmayınız!
Çünkü, ben bu hususta aranız düzelsin diye kanımı bağışlamış bulunuyorum. [458]
Bu bir şereftir ki; Allah beni bununla şereflendirmiştir!
Bu bir şehitliktir ki, bunu bana Allah göndermiştir. [459]
Ben şehadet ederim ki; Muhammed, Allah’ın Resûlüdür!
O, sizin beni öldüreceğinizi de bana önceden haber vermişti!” dedi. Sonra da, yakınları olan cemaate: [460]
“Resûlullah Aleyhisselamın yanında şehit olup, yanınızdan ayrılmadan önce Taif dışına gömülmüş bulunan şehitlerin yanına beni de gömmenizden başka, hakkımda yapacağınız birşey yoktur!” dedi. [461]
Urve b. Mesud’u, vasiyeti üzerine, Taif şehitlerinin yanına gömdüler.
Yüce Allah ondan razı olsun!
Urve b. Mes’ud’un şehit edildiği haberi erişince, [462] Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onun kavmi ile olan hali, Yâsîn sahibinin kavmi arasında olan haline benzer! [463]
Yâsîn sahibi kavmini Yüce Allah’a imana davet etmişti de, kavmi onu öldürmüşlerdi. [464]
Hamd olsun o Allah’a ki, ümmetim içinde Yâsîn sahibi gibi birini bulundurdu!” buyurdu. [465]
Yasin sahibi, Antakya halkından Habib b. Müreyy idi. Kendisi, yular yapma işiyle uğraşırdı.
Hastalıklı bir zâttı. Cüzzam, miskîn hastalığına tutulmuştu.
Kendisinin evi, şehir kapılarının yanında, şehirden uzakça bir yerde idi.
Kendisi, mü’min, eli hayra açık bir zâttı. Kazancını akşamleyin biraraya toplar, ikiye böler, kazancının yansıyla çoluk çocuklarını geçindirir, yarısını da yoksullara tasadduk eder, dağıtırdı.
Hastalığı, zayıflığı ve işi kendisini ibadetten alıkoymaz, minarede Allah’a gizlice ibadet ederdi.
Habib, kavmi olan Antakya halkının kendilerine gönderilmiş elçileri öldürmeye söz birliği ettiklerini haber aldığı zaman koşup yanlarına varmış, onlara Allah’ı hatırlatmış, kendilerini öğüüemiş, elçilere uymaya davet etmişti.
Antakya halkı ise, onu taşa tutmuşlar, ayaklarının altına alıp çiğnemişler, ve kendisi:
“Ey Allah’ım! Kavmime doğru yolu göster!
Ey Allah’ım! Kavmime doğru yolu göster!
Ey Allah’ım! Kavmime doğru yolu göster!” diyerek dua ede ede can vermişti . [466]
Yüce Allah ondan razı olsun!
Antakya halkı, Cebrail Aleyhisselamın bir bağırışıyla yok olmuştur.
Antakya şehrinin putperest halkına gönderilen elçiler ise İsa Aleyhisselamın üç havarisi olup, birisi Şem’un idi.
Bunlar, ilk önce, Habib’e rastlamışlardı.
Habib, onların kim olduklarını ve ne için geldiklerini sorup öğrendikten ve kerametlerini gördükten sonra, onlara hemen iman etmişti. [467]
Kur’ân-ı Kerîm’in Yâsîn Sahibi Hakkındaki Açıklaması
Yasin sahibi hakkında Kufân-ı Kerîtn’de şöyle Duyurulur:
“Onlara, o şehir (Antakya) yaranını misal getir!
Hani, oraya elçiler gelmişti. Biz, ozaman, kendilerine iki elçi göndermiştik de, onları yalanlamışlardı. Biz de, bir üçüncü ile bunları desteklemiştik.
‘Biz size gönderilmiş hak elçileriz!1 demişlerdi.
Onlar (Antakya halkı):
‘Siz bizim gibi insandan başka kimseler değilsiniz!
Hem, Rahman hiçbir şey (ne vahiy, ne risalet) indirmemiştir.
Siz ancak yalan söyler adamlarsınız!’ dediler.
Elçiler de:
‘Rabbimiz biliyor ki; biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz!
Bizim üzerimize düşen vazife, açıkça tebliğden başka birşey değildir1 dediler.
Şehir halkı ise
‘Doğrusu, biz sizin yüzünüzden uğursuzlandık. Eğer vazgeçmezseniz, andolsun ki, sizi mutlaka taşlarız! Bizden size muhakkak acıklı bir işkence de dokunur!’ dediler.
Elçiler de:
‘Sizin uğursuzluğunuz kendinizdedir. Size öğüt verilirse mi uğursuzluk olur?!
Hayır! Siz haddi aşanlar güruhusunuzdur!’ dediler.
O şehrin en ucundan koşarak bir adam (Habib) geldi de:
‘Ey kavmim! Uyunuz o gönderilmiş olanlara!
Uyunuz sizden hiçbir ücret istemeyen o kimselere ki, onlar hidayete ermiş zâtlardır!’ dedi *
‘Ben, beni Yaratana ne diye kulluk etin eyecekm işim?
Siz, hepiniz, O’na döndürüleceksiniz!
Ben O’ndan başka ilahlar edinir miyim hiç?!
Eğer O çok esirgeyici Allah bana bir zarar yapmak isterse, iddia ettiğiniz şeylerin hiçbiri bana fayda vermez. Onlar beni asla kurtaramazlar.
Şüphesiz ki, ben o takdirde muhakkak apaçık bir sapkınlık içindeyim demektir.
Gerçek, ben Rabbinize iman ettim! İşte, bunu benden duyunuz!’ dedi**
Ona (Habib’e), ‘Gir Cennete!’ denildi.
O da:
‘Ne olurdu, kavmim, Rabbimin beni Cennetle ikram edilenlerden kıldığını bilselerdi!’ dedi.
Ondan sonra, onun kavminin üzerine gökten hiçbir ordu indirmedik, indiriciler de değildik.
Onların (Antakya halkının) akıbeti, bir tek sayhadan (Cebrail’in bağırışından) başka birşey değildi.
Artık, hemen sönüp gidiverdiler!”[468]
Urve b. Mes’ud’un Oğlu ile Yeğeninin Medine’ye Gelip Müslüman Olmaları
Urve b. Mes’ud şehit edilince, oğlu Ebu Müleyh ile kardeşinin oğlu Karib b. Esved b. Mes’ud, Taif halkına:
“Siz Urveyi öldürdünüz! Artık biz sizinle hiçbir zaman hiçbir şey üzerinde söz ve iş birliği yapmayacağız!” diyerek Taiften ayrıldılar. Medine’ye geldiler.[469] Muğîre b. Şûbe’nin evine indiler. [470]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vanp Müslüman oldular.
Yüce Allah onlardan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
“Kimi isterseniz, kendinize müttefik ve yardımcı edininiz!” buyurdu.
Onlar:
“Biz Allah’ı ve Allah’ın Resûlünü velî edindik!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ebu Süfyan b. Harb dayınızdır. Onunla müttefik olunuz!” buyurdu. [471]
Onlar:
“Evet! Ebu Süfyan b. Harb dayımızdır!” dediler. [472]
Onun müttefiki oldular.[473] Hicretin 9. yılı Ramazan’ında Sakıt” heyeti Medine’ye gelinceye kadar, Medine’de oturdular. [474]
Benî Uzre Heyetinin Medine’ye Gelmeleri ve Müslüman Olmaları
Benî Uz re b. Sa’d b. Hüzeymler, Kudâalardan olup,[475] Yemen kabilelerindendi. [476] Hicretin 9. yılında Safer ayında Benî Uzrelenden oniki kişilik bir heyet, Medine’ye gelip, [477] Remle binti Hâris’in konağına indiler. [478]
1. Cemre b. Numan
2. Süleym b. Malik,
3. Sa’d b. Malik,
4. Malik b. Ebi Riyah, gelen heyet içinde bulunuyordu. [479]
Cemre b. Numan, Benî Uzrelerin ulusu ve lideri idi. [480]
Benî Uzre heyeti, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelince, Peygamberimiz Aleyhisselama Cahiliye devri selamıyla selam verdiler. [481]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
“Siz, kimlersiniz?” diye sordu. [482]
Benî Uzre heyetinin konuşmacısı:
“Biz, bilmediğin kimseler değilizI[483]
Biz, Kusayy’ın anne bir kardeşi[484] ve yardımcısı olan Uzre’nin oğullarındanız! [485]
Biz, Huzâalarla Benî Bekrleri Mekke vadisinden uzaklaştırmıştık.
Aramızda akrabalık ve hısımlık vardır” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
“Hoşgeldiniz! Safa geldiniz!” buyurduktan sonra, [486] onlara:
“Siz beni tanımadınız mı? Bana İslâm selamıyla selam vermekten sizi ne alıkoydu?” diye sordu. [487]
Benî Uzre heyeti:
“Yâ Muhammedi Biz henüz atalarımızın üzerinde bulundukları şey üzerinde bulunuyoruz.
Kendimiz[488] ve kavmimiz adına birtakım isteklerin dile getiricisi olarak yanına geldik!” dediler. [489]
“Sen nelere davet ediyorsun?” diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ben bütün insanları Bir olan, Kendisinin hiçbir eşi, ortağı olmayan Allah’a ibadet ve benim de O’nun resûlü olduğuma şehadet etmeye davet ediyorum!” buyurdu.
Benî Uzre heyetinin konuşmacısı:
“Bunun arkasından, yapılacak ne var?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Abdestlerini güzelce alıp vakitleri içinde kılacağınız beş vakit namaz vardır! Çünkü, bu, ibadetlerin üstünüdür” buyurdu ve kendilerine oruç, zekat ve hac gibi farzların geri kalanını da anlatıp sözünü bitirdi. [490]
Benî Uzre heyeti, Peygamberimiz Aleyhisselamdan, dinî birçok şeyler sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam onların sorularını cevaplandırdı . [491]
Benî Uzre heyeti Müslüman oldu. [492]
Yüce Allah onlardan razı olsun!
Benî Uzre heyeti:
“Yâ Rasûlallah! Aramızda kâhin bir kadın var.
Kureyşîler ve başka Araplar onun yanına varıp muhakeme olunur, yargılanırlar.
İçinden çıkamadığımız işlerimizi ondan soralım mı?” diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ondan birşey sormayınız!” buyurdu. [493] Onları kâhin kadına birşey sormaktan, [494] putlar adına[495] kestikleri hayvanların etlerini yemekten men etti. [496]
Ancak, Allah’ın ismini anarak kesecekleri hayvanların etlerini yemenin kendilerine haram olmadığını haber verdi. [497]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Şam’ın fethedileceğini ve Herakliyus’un ülkesinden çıkıp korunabileceği bir yere kaçacağını da Benî Uzre heyetine müjdeledi. [498]
Benî Uzre heyeti, Remle binti Hâris’in konağında iki gün oturdu. [499]
Peygamberimiz Aleyhisselam; başka heyetlere verildiği gibi, Benî Uzre heyetine de bahşişlerinin verilmesini emretti. [500] Bahşişleri verildi. [501] Heyetten her birine, birer bürüd, elbise de verildi. [502]
Benî Uzre heyeti, ev halklarının yanına, [503] yurtlarına döndüler. [504]
Benî Uzrelerden Cemre b. Numan’ın Zekat Memurluğuna Atanışı ve Kendisine Arazi de Verilişi
Benî Uzre heyetinden Cemre b. Numan, Hicaz halkından, Benî Uzrelerin zekat ve sadakalarını toplayıp Peygamberimiz Aleyhisselama getiren ilk kişi idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona, Vâdi’l-kurâ’da, enine boyuna atının koşup yorulduğu yerden attığı kamçısının ulaştığı yeri yurt olarak sınırladı ve verdi.[505]
Cemre b. Numan, oraya konup, vefatına kadar orada oturdu. [506]
Benî Uzrelerden Zeml b. Amr’ın Müslüman Oluşu ve Kendisine Sancak ve Yazı Verilişi
Benî Uzrelerden Zem I b. Amr’ı tapmakta olduğu putun içinden işittiği bir ses uyarmış, gelip bunu Peygamberimiz Aleyhisselama haber vermişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“O, cinlerden bir mü’mindir!” buyurdu.[507]
Zeml, Müslüman oldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bir sancak bağlayıp, onu kavminin sancaktan yaptı. [508]
Zeml için bir de yazı yazdırdı. [509] Yazdırdığı yazıda şöyle buyurdu:
“B ismi İlâhirrahm ânirrahfm
Allah’ın Resûlü Muhammed tarafından Zeml b. Amr’a ve yanında bulunan Müslüman kişilere hususî olarak yazılmıştır
Ben onu bütün kavmine gönderdim.
Müslüman olan, Allah cemaatine dahil olmuş bulunur; Müslümanlıktan kaçınanlara ise, iki ay eman verilmiştir.
Buna, Ali b. Ebu Talib ve Muhammed b. Meslemetü’l-Ensarî şahittir.” [510]
Kutbe b. Âmir’in Has’amlara Gönderilişi
Has’amlar, Enmar b. Nizar b. Maadd b. Adnan’ın oğlu Akyel (Has’am)’ın soyundan olup, birçok oymaklara aynim ıslardı.[511]
Has’amların kardeşleri Becîlelerle birlikte yurtlan, Yemen ve Hicaz’ın hac yollarından Tebâle’ye kadar uzanmakta idi. [512]
Tebâle; Yemen yolunda ve Tihâme toprağındadır. [513]
Has’amların Türebe yakınındaki Bîşe nahiyesinde bulunduklan rivayet edilir. [514]
Türebe; Serat’tan başlayan, Necran’da biten bir vadidir. [515]
Has’amlar, İslâm’ın fetih günleri sırasında etrafa dağılmışlar, kendilerinin bellibaşlı bir yurtları kalmamış, Bîşe ile Türebe arasına gelip konmuşlardı. [516]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hicretin 9. yılında Saferayında[517] Kutbe b. Âmir’i yirmi kişilik askerî bir birliğin başına geçirip, Has’amlardan, Tebâle nahiyesinde bulunan bir kabileye gönderdi. [518]
Peygamberimiz Aleyhisselam; birlik kumandanı Kutbe b. Âmir’e gündüzleri gizlenip geceleri gitmelerini, yemeklerini de yürürken yemelerini, [519] Has’amlara baskın yapacakları zaman, birliğini her taraftan saldıracak biçimde ayırmasını emretti.
Mücahidler, binmek üzere yanlarına on deve alıp yola çıktılar. [520] Silahlarını gizlediler.
Yollarına devam ederek Fetak’ı (Fütuk’u) tuttular. Mesha1 vadisine ulaştılar. [521]
Fetak, Fütuk; Taifin bir karyesidir. [522]
Mesha’ da; Mekke ile Medine arasında, Taifin veya Mekke’nin büyük kasabalarındandır. [523]
Mücahidler Mesha’da bir adam yakalayıp kendisini sorguya çekmek istedi iseler de, adam hiçbir şey söylemez, susarken, su başlarında konaklamış bulunan halka bağırmaya başlayınca, [524] kendisinin boynunu vurdular.
Su başındaki cemaatin uyumalarını beklediler.
Has’amlar uykuya daldıkları zaman, mücahidler birliklerini ayırdılar.
Her taraftan birden baskın yaptılar.
İki taraf arasında şiddetli çarpışma başladı.
Kutbe b. Âmir ve arkadaşları, kendileriyle çarpışan Has’am erkeklerinden öldürebildiklerini öldürdüler, kadınlan esir aldılar. İğtinam ettikleri deve ve davarları Medine’ye doğru sürdüler. [525]
Has’amlar hemen derlenip toparlandılar, hayvanlarına atlayıp mücahidi erin ardlarına düştüler.
O sırada, Yüce Allah büyük bir sel gönderdi. [526]
Gelen sel, Has’amlarla Müslümanların arasına gerildi. [527]
Has’amlar Müslümanlara yetişmeye yol bulamadılar. [528] Seli bir türlü geçemediler. Mücahidler deve, davarı sürüp aldıkları esirlerle birlikte giderlerken, arkalarından bakakaldılar. [529]
Ganimet mallarının beşte biri çıkarıldıktan sonra, kalanı mücahidler arasında bölüştürüldü.
Her birinin hissesine dörder deve düştü. Bir deve, on davara denk sayıldı. [530]
Bunun üzerine, Has’amlardan, içlerinde As’as b. Zahr ve Enes b. Müdrik’in de bulunduğu bir heyet gelip:
“Biz, Allah’a ve Allah’ın Resûlüne ve Allah’tan gelenlere iman ettik.
Sen bize bir yazı yaz da, o yazıda olanlara tâbi olalım!” diyerek Müslüman olduklarını açık-ladılar. [531]
Peygamberimiz Aleyhisselam da, Has’amlardan, Bîşe çölünde oturanlardan isteyerek yahut istemeyerek Müslüman olanlar hakkında yazdırdığı yazıda, kendilerinin Cahiliye devrinde işlemiş oldukları cinayetlerin kaldırıldığını, her yıl ne gibi mahsullerden ne nisbette zekat ödenmesi gerektiğini bildirdi. [532]
Abdullah b. Avsece’nin Hârise b. Amr b. Kurayt Oğullarına Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hicretin 9. yılında, Saferveya Rebiülevvel hilali görününce, ashab-dan Abdullah b. Avsecetü’l-Becelî’yi, Harise b. Amr b. Kurayt oğullarına gönderdi.[533]
Peygamberimiz Aleyhisselam; orada, Sim’an b. Amr b. Kurayt b. Ubeyd b. Ebu Bekir b. Kilab’a[534] veya Ri’yetü’s-Suhaymîye verilmek üzere, [535] kırmızı deri üzerine[536] bir yazı yazdırdı.
Yazısında, onları İslâmiyete davet etti. [537]
Harise b. Amr b. Kurayt oğulları, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu aldılar. İslâmiyete girmeyi kabul etmediler. Mektubun yazısını yıkadılar.
Yazının derisiyle de, kovalarının yırtılan dibini yamadılar! [538]
Bunun için, kendilerine “Benu’r-Râkı -Yamacı Oğullan” denildi. [539]
Onlar, bu kötü tutum ve davranışlarıyla, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu önemsemediklerini göstermiş, tahkir etmiş oluyorlardı. [540]
Sim’an’ın[541] veya Rıyetü’s-Sühaymî’nin[542] kızı:
“Sanıyorum ki; senin başına çok büyük bir musibetten başka birşey gelmeyecek!
Sana Arapların efendisi ve ulusunun mektubu geldi.
Sen de tuttun, onu kovana yama yaptın hâl?” dedi. [543]
Rı’yetü’s-Sühaymî’nin kızı Benî Hilallerden birisiyle evli olup, kendisi de, kocası da Müslüman olmuştu. [544]
Âmir b. Halid b. Amr b. Kurayt’ın kızı Ümmü Habib de, söylediği kısa bir şiirde:
“Kendilerine Muhammed’den bir âyet, alâmet geldiği zaman, onlar onu kuyu suyu ile yıkayıp yok ettiler!
Halbuki, o, kendileri için bir güç ve sığınak idi!” diyerek, kavminin kötü tutum ve davranışlarını kınamaktan kendisini alamamıştı.
Benî Kilablar Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubuna yapılmayacak şeyi yaptıkları zaman, [545] Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Nedir bunların hali?! Allah onların akıllarını mı gidermiş? Gidersin!” buyurmuştu.
Onlar, vücutları titrer, acele acele konuşur, sözlerini birbirine kanştırır, ne dedikleri anlaşılmaz bir kavim oldular! [546]
Dahhâk b. Süfyan’ın Kurataları Te’dibe Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hicretin 9. yılında Rebiülevvel ayınc!a[547] Kuratalar üzerine askerî bir birlik saldı.
Dahhâk b. Süfyanü’l-Kilabîyi de, bu askerî birliğe kumandan tayin etti. [548]
Dahhâk b. Süfyan, Arapların bahadırlarından, babayiğitlerinden idi. Kendisi, yüz süvariye denk sayılırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselamin başucunda-kendiliğinden-yalın kılıç dikilir, nöbet tutardı. [549]
Mücahidler Kuratalara, Lâve Züccü’nde rastladılar. [550]
Önce, onları İslâmiyete davet ettiler.
İslâmiyeti kabule yanaşmayınca, onlarla çarpışmaya tutuştular, onları bozguna uğrattılar.
Mücahidler arasında bulunan Asyad b. Seleme, babası Seleme b. Kurt’a, Zücc’de bir su çukurunun üzerinde yetişti.
Seleme at üzerinde bulunuyordu.
Asyad babasını İslâmiyete davet etti ve kendisine eman verdi.
Seleme ise, oğluna ve İslâmiyete sövdü.
Bunun üzerine Asyad, babasının atının iki bacağına kılıçla vurdu.
At arkası üzerine çöktüğü ve Seleme su çukurunun içine düştüğü zaman, onu mücahidlerden birisi gelip öldürünceye kadar, suyun içinde mızrağıyla tuttu, bırakmadı. [551] Babasını, edebinden ötürü, [552] kendisi öldürmedi.[553]
Mücahidler, Kurataların ele geçirebildikleri mallarını iğtinam ettiler. [554]
Peygamberimiz Aleyhisselamın kırmızı deri üzerine yazdırıp Abdullah b. Avsece ile gönderdiği mektubunu alıp kovasına yama yapmış olan Rı’yetü’s-Sühaymî’nin dinlenen, yayılan hayvanlarından, ev halkından ve mallarından hiçbir şey bırakmaksızın hepsini ele geçirdiler.
Rı’yetü’s-Sühaymî ise çırılçıplak atına atlayıp kaçtı!
Benî Hilallerden birisi ile evli bulunan kızının evine ulaştı.
Rı’yenin kızı da, kızının kocası da Müslüman olmuşlardı.
Benî Hilallerin oturma yerleri, Rıye’nin kızının evinin yanında idi.
Rı’ye, kızının evine arka taraftan girdi.
Kızı, onu çırılçıplak görünce, giymesi için üzerine bir elbise attı ve:
“Ne oldu sana?!” dedi.
Rı’ye:
“Daha ne olacak? Babanın başına her kötülük geldi!
Kendisine ne dinlenen, ne yayılan bir hayvan, ne ev halkı, ne de bir mal bırakıldı! Hepsi elinden alındı!” dedi.
Kızı:
“Sen İslâmiyete davet edilmiştin. Ne diye Müslüman olmadın?” dedi.
Rı’ye:
“Kocan nerede?” diye sordu.
Kızı:
“Develerin yanındadır!” dedi.
Develerin yanından gelen damadı, Rı’yeye:
“Sana ne oldu?” diye sordu.
Rı’ye:
“Daha ne olacak? Başa her kötülük geldi!
Kendisine ne dinlenen, ne yayılan bir hayvan, ne ev halkı, ne de bir mal bırakıldı! Hepsi elinden alındı.
Ev halkım ve mallar askerler arasında bölüşülmeden önce, Muhammed’in yanına yetişmek istiyorum!” dedi.
Damadı:
“Binek hayvanımı al, ona binip git!” dedi.
Rı’ye:
“Senin binek hayvanın bana gerekmez!” dedi.
Yaylım develerinden iki yaşında bir deve tuttu. Yolculuk için gereken azığı ve suyu aldı.
Yüzünü üzerindeki elbisesiyle bürüdüğü zaman, arkası açıldı. Arkasını bürüdüğü zaman da, yüzü açıldı.
Tanınmak istemiyordu.
Rı’ye Medine’ye geldi. Devesinin dizini bağladı.
Sabah namazını kıldırdığı sırada Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına doğru vardı, hizasında durdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam namazı kıldırınca, Rı’ye:
“Yâ Rasûlalları! Ellerini uzat da, sana bey’at edeyim!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam elini ona doğru uzattı.
Rı’ye, elini Peygamberimiz Aleyhisselamın eline koyup bey’at etmek istediği zaman, elini geri çekti ve bunu üç kere yaptı.
Üçüncüsünde, Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Sen kimsin?” diye sordu.
Rı’ye:
“Rı’yetü’s-Sühaymî’yim!” dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam hemen onun kolunu tutup yukarı kaldırdıktan sonra:
“Ey Müslümanlar cemaati! Bu, kendisine yazı yazmış olduğum Rı’yetü’s-Sühaymî’dir ki, yazımı alıp kovasına yamamıştı!
Şimdi ise, kendisi, Müslüman olmaya ve kendisinden alınmış bulunanları dilemeye gelmiştir!” buyurdu.
Rı’ye:
“Yâ Rasûlallah! [555] Ailem, malım ve çocuklarım baskına uğratılmıştır” dedi. [556]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Malın bölüştürülmüş bulunuyor. [557] Eğer malların Müslümanlar arasında bölüştürülmeden önce gelip yetişmiş olsaydın, yetiştiğin malı geri almaya lâyık ve müstahak idin. [558]
Ev halkına gelince; onlardan kimi bulursan, al, götür!” buyurdu.
Rı’ye, hemen gitti.
Rı’ye’nin oğlu, babasının bindiği hayvanı tanımış, onun yanında dikilip duruyordu.
Rı’ye, acele, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü ve:
“İşte, şu, benim oğlumdur!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Bilal-i Habeşî’ye:
“Ey Bilal! Onunla birlikte git!
Oğlana:
‘Bu, senin baban mıdır?’ diye sor!
Eğer ‘Evet!’ derse, onu Rıye’ye teslim et!” buyurdu.
Bilal-i Habeşî oğlanın yanına vardı.
Ona:
“Bu, senin baban mıdır?” diye sordu.
Oğlan “Evet!” deyince, onu babasına teslim edip Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü ve:
“Yâ Rasûl alları! Ben efendisi için gözyaşı döken bir kimse görmemişimdir!” dedi. [559]
Beliyy Heyetinin Medine’ye Gelişi ve Müslüman Oluşu
Rüveyfi’ b. Sabitü’l-Belevfnin bildirdiğine göre; Hicretin 9. yılında, Rebiülevvel ayında, Medine’ye Beliyylerden bir heyet gel di.[560]
Geldiklerini haber alınca, Rüveyfi1 onları Benî Cedîle mahallesindeki evine indirdi.
Sabahleyin de, [561] Peygamberim iz Aleyhisselamın yanına götürdü. [562] O sırada Peygamberimiz Aleyhisselam evinde ashabıyla birlikte oturuyordu. [563]
Rüveyfi1 b. Sabit, Beliyy heyetini Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Yâ Rasûlallah! Bunlar benim kavmim dendir” diyerek takdim etti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sen de, kavmin de hoşgeldiniz!” buyurdu. [564]
Heyetin yaşlısı ve büyüğü olan Ebu’d-Dıbab* varıp Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne oturdu ve konuştu. [565]
Beliyy heyetinin hepsi Müslüman oldular. [566]
Yüce Allah onlardan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hamd olsun o Allah’a ki, sizi İslâmiyete hidayet etti.
İslâmiyetten başka dinde ölen herkes Cehennemdedir!” buyurdu. [567]
Heyetin büyüğü ve yaşlısı olan zât:
“Yâ Rasûlallah!
Ben konuklan ağırlamaya düşkün bir adamım.
Bundan dolayı bana ahirette bir ecir ve sevab var mıdır?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet! Zengine veya fakire yapacağın her iyilik sadakadır, hasenedir!” buyurdu. [568]
Heyet başkanı:
“Yâ Rasûlallah! Konukluğun müddeti ne kadardır?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Üç gündür! Yanında üç günden fazla oturmak, konuklar için helâl olmaz-çıkıp gidinceye kadar!” buyurdu.
“Yâ Rasûlallah! Yeryüzünün kırlarında bulduğum davarlar hakkında ne buyurursun?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“O ya senindir, ya kardeşinindir, ya da kurdundur!” buyurdu. [569]
Abdullah b. Amr da:
“Yâ Rasûlallah! Yitik davar hakkında ne buyurursun?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“O ya senindir, ya kardeşinindir, ya da kurdundur!
Yitiği kardeşin için tut!” buyurdu. [570]
Heyet başkanı:
“Ya o deve olursa, ne Duyurulur?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“O ne senindir, ne de kardeşinindir! Sahibini buluncaya kadar, bırak onu, gitsin!” buyurdu. [571]
Beliyy heyeti, dinleri hakkında daha başka sorular da sordular ve cevaplarını aldılar. [572]
Sonra kalktılar, Rüveyfi’in evine döndüler. [573]
Beliyy heyeti Rüveyfi’in evine döneceği sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam getirdiği hurmayı Rüveyfi’e verip:
“Konukları ağırlarken, bu hurmadan da yararlan!” buyurdu.
Beliyy heyeti de, başkaları da bu hurmadan yediler durdular.
Beliyy heyeti Medine’de üç gün oturdu. [574]
Üç günden sonra, vedalaşmak üzere, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler. Peygamberimiz Aleyhisselam, daha önceki heyetlere bahşişler verildiği gibi, bunlara da bahşişler verilmesini emretti. [575] Verildi. [576] Yurtlarına döndüler. [577]
Esmâ (Ümeyme) binti Numanu’l-Kindî’nin Zevceliğe Kabul Olunmasının Peygamberimiz Aleyhisselama Teklif Edilişi ve Medine’ye Getirilişi
Hicretin 9. yılında, Rebiülevvel ayında,[578] Numan b. Ebi’l-Cevn b. Esvedü’l-Kindî Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına Müslüman olarak gelmişti. Kendisi Necd’de otururdu. [579]
Numan b. Ebi’l-Cevn, kral hanedanındandı. [580]
Numan b. Ebi’l-Cevn:
“Yâ Rasûlallah! Amcasının oğlu ile evli iken onun ölümü ile dul kalıp sana varmayı arzu eden, Araplar içinde en güzel bir dulu sana nikahlayayım mı?” diyerek, kızını Peygamberimiz Aleyhisselama zevce olarak vermeyi teklif etti.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, onunla evlenmek için, oniki buçuk ukiyye mehir verdi.
Numan b. Ebi’l-Cevn:
“Yâ Rasûlallah! Esma (Ümeyme)’nin mehrini kısma!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ben ne kadınlarımdan hiçbirine bundan üstün mehir verdim, ne de kızlarımdan hiçbirine hiçbir kimse bundan üstün mehir verdi” buyurdu.
Numan b. Ebi’l-Cevn:
“Yâ Rasûlallah! Aileni yanına getirmek üzere bir adam gönder! Ben de göndereceğin adamla birlikte gideyim. Aileni sana onun yanında göndereyim” dedi. [581]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabından Ebu Useydü’s-Sâidî’yi Numan b. Ebi’l-Cevn’le birlikte gönderdi.
Numan b. Ebi’l-Cevn kızı Esma (Ümeyme) Hatunun yurduna vardığı zaman, o, evinde oturuyordu.
Yanına girmesi için, Ebu Useyd’e izin verildi.
Ebu Useyd:
“Resûlullah Aleyhisselamın kadınlarını, erkeklerden hiçbir erkek göremez. [582]
Senin mahremin olmayan erkekler, seninle ancak perde arkasından konuşabilirler!” dedi.
Esma (Ümeyme) Hatun öyle yaptı.
Ebu Useyd, orada üç gün kalıp dinlendikten sonra. [583] Esma binti Numan’ı deve üzerinde, hevdeç içinde, [584] ebesi olan dadısı da yanında olduğu halde[585] oradan alıp Medine’ye getirdi ve Benî Sâidelerin köşküne indirdi.
Bu köşk, Zübab dağının arkasındaki Şavtta, [586] Şavt diye anılan hurma bahçesinin içinde idi. [587]
Benî Sâide kadınları, Esma (Ümeyme) binti Numan Hatunun yanına girerek:
“Hoşgeldin!” dediler.
Esma Hatunun yanından çıkanlar, hep, onun güzelliğinden bahsediyorlardı. [588]
Ebu Useydü’s-Sâidî, Esma (Ümeyme) Hatunu getirdiğini, o sırada Benî Amr b. Avfların yanında bulunan Peygamberimiz Aleyhisselama gidip haber verdi. [589]
Hz. Ömer’in kızı ve Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi olan Hz. Hafsâ, Hz. Âişe’ye:
“Sen onu kınala! Ben de onun saçını tarayayım!” demiş ve böyle yapmışlardı.
Sonra, bunlardan birisi Esma Hatunun yüzünün ve vücudunun güzelliğini kıskanarak, ona:
“Peygamber Aleyhisselam, yanına girdiği kadının:
‘Senden Allah’a sığınırım!1 demesinden hoşlanır! [590]
Sen kral hanedanındansın.
Resûlullah Aleyhisselam senin yanına girip senden hazlanmak isteyince, ondan Allah’a sığın!
O zaman sen kendisinin hoşuna gidersin, makbulü olursun!” diyerek telkinde bulundu. [591]
Peygamberimiz Aleyhisselam ashabıyla birlikte Şavt bahçesine kadar yürüyerek gittiler. Oradaki iki bahçenin yanına eriştikleri zaman, ikisinin arasında oturdular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
“Siz şurada oturunuz!” buyurduktan sonra, kendisi, kendisi için getirilmiş olan Esma (Ümeyme) Hatunun Şavt’ta konuklandığı eve gitti.
O sırada Esma (Ümeyme) Hatunun dadısı da yanında bulunuyordu. [592]
Peygamberimiz Aleyhisselam Esma Hatunun yanına girdi. [593] Kapıyı kapattı. [594]
Esma Hatuna:
“Kendini bana bağışla!” buyurdu.
Esma Hatun:
“Bir kraliçe, kendisini, uydusunu hiç bağışlar mı?!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onun hırçınlığını yatıştırmak için, elini onun üzerine koymak istedi. [595]
Esma Hatun, hoşlanmıyomnuş gibi davranarak: [596]
“Senden Allah’a sığınırım!” dedi. [597]
Yüzünü elleriyle kapatü. [598] Gömleğini yüzüne çekti. Peygamberimiz Aleyhisselamdan gizlendi. [599]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Demek sen benden Allah’a sığınıyorsun hâ?!” buyurdu.
Esma Hatun sığınma sözünü üç kere tekrarladı. [600]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sen pek Büyük bir Makama sığındın! [601]
Sen pek Büyük bir Makama sığındın! [602]
Sen pek Büyük bir Makama sığındın! [603]
Allah’a sığınan emîn olur! [604]
Git, ev halkına kavuş!” buyurdu. [605]
Hemen ondan yüzünü çevirdi. [606]
Sahabilerinin yanına vardı ve:
“Ey Ebu Useyd! Râzife denilen beyaz keten kumaşından yapılmış iki elbise giydirip, onu ev halkına götür, kavuştur!” buyurdu. [607]
Ebu Useyd, Peygamberimiz Aleyhisselamın emrini yerine getirdi . [608]
Esma Hatun dönüp yanlarına vardığı zaman, kavmi bağrıştılar
“Sende muhakkak bir yaramazlık var! [609]
Senin başına ne felaket geldi?” dediler.
Esma Hatun:
“Aldatıldım! (Tuzağa düşürüldüm!) [610] Bana şöyle şöyle denildi” diyerek kendisine söylenilenleri birer birer anlatınca, [611] ev halkı Esma Hatuna:
“Sen bizi Araplar içinde teşhir ettin, dillere düşürdün!” dediler.
Esma Hatun, Ebu Useydü’s-Sâidî’ye:
“Olan oldu artık! Ben şimdi ne yapayım? Sen bana onu söyle?” dedi.
Ebu Useydü’s-Sâidî:
“Sen evinde otur! Mahrem olmayana örtülü bulun!
Resûlullah Aleyhisselamdan sonra, hiçbir talip de seninle evlenmeyi umamaz!
Çünkü, sen Resûlullah Aleyhisselamın kadınlarından, mü’minlerin analarındansındır!” dedi.
Hz. Esma; Necd’deki ev halkının yanında, Hz. Osman’ın halifeliği zamanında vefat edinceye kadar oturdu.
Hiçbir yabancıya görünmedi.
Hiçbir talip de, kendisiyle evlenme talebinde bulunamadı . [612]
Hz. Esma; Peygamberimiz Aleyhisselama karşı-aldatılarak-yapmış olduğu çirkin hareketinden dolayı:
“Beni ‘Sakıyye=bedbaht kadın!’ diyerek çağırınız!” derdi. [613]
Yüce Allah ona rahmet ve mağfiret ihsan buyursun![614]
Alkame b. Mücezziz’in İskelede Oturan Bir Cemaate Gönderilişi
Hicretin 9. yılında, Rebiülâhir ayıncia[615] Cüdde (Cidde) [616] Şuaybe iskelesi halkının[617] Habeşlerden bir cemaatin[618] gemiler içinde[619] Mekke yakınlarına kadar[620] geldiklerini gördükleri haberi alınınca, Alkame b. Mücezzizü’l-Müdlicî 300 kişilik askerî bir birlikle yola çıkarıldı.
Mücahidler, denizdeki adaya kadar ilerlediler. [621]
Adada Habeşliler eğleşirlerdi. [622]
Mücahidler adaya çıkmak ve adalılarla karşılaşmak istedikleri sırada[623] çıkan rüzgâr denizi dalgalandırmaya ve kabaran dalgalar kendilerine doğru gelmeye başlayınca, geri dönüp dalgalardan kaçtılar, adaya çıkmaktan vazgeçtiler. [624]
Alkame ve arkadaşları, hiçbir düşmanla karşılaşıp çarpışmadılar. [625]
Medine’ye doğru dönüldüğü ve bazı konak yerlerinde bulunulduğu sırada, mücahidlerden bazıları, ailelerinin yanına daha çabuk dönmek için Alkame’den izin istediler.
Alkame de, onlara izin verdi. [626]
Abdullah b. Huzâfe, dönmekte acele edenler arasında idi. [627]
Alkame onu evlerine çabucak dönmek isteyenlere kumandan tayin etti.
Abdullah b. Huzâfe şakacı bir zâttı.
Abdullah b. Huzâfe’nin arkadaşları, yolun bir kesiminde bulundukları sırada, ateş yakmışlardı. [628] Onunla hem ısınıyorlar, hem de üzerinde yemek pişiriyorlardı. [629]
Abdullah b. Huzâfe, arkadaşlarına:
“Beni dinlemek, bana itaat etmek, size düşen bir vazife değil midir?” diye sordu.
“Evet! Seni dinlemek ve sana itaat etmek bizim vazifemizdir!” dediler.
Abdullah b. Huzâfe:
“Ben size neyi emredersem, onu muhakkak yapar mısınız?” diye sordu.
“Evet! Yaparız!” dediler. [630]
Abdullah b. Huzâfe:
“Öyleyse, ben şu yaktığınız ateşin içine sıçrayıp girmenizi, size kesin bir emirle emrediyorum!” dedi.
Bazıları, arkadaşlarının kendilerini ateşin içine atacaklarını sanarak onları elbiselerinden tutup geri çekmek, kendilerinin ateşe girmelerine engel olmak için ayağa kalktılar.
Bunun üzerine, Abdullah b. Huzâfe:
“Oturun! Ben size şaka yapmıştım!” dedi.[631]
Yerine Getirilmesi Günah Olan Emirlerin Yerine Getirilmemesi Gerektiği
Medine’ye gelinip Abdullah b. Huzâfe’nin işi anlatılınca, Peygamberimiz Aleyhisselam: “Kim size bir masiyet, günah olan birşey emrederse, onun bu husustaki emrini dinlemeyiniz! [Yerine getimneyiniz 1) [632]
Eğer ateşe girmiş olsaydınız, Kıyamet gününe kadar onun içinden çıkamazdınız[633] Allah’a masiyet teşkil eden emirler hakkında, amire itaat etmek yoktur. [634] Amire itaat, ancak meşru olan emirler hakkındadır!” buyurdu.[635]
Hz. Mâriye Hakkındaki Dedikodunun Yersizliğinin Hz. Ali’nin Müşahedesiyle Sabit Oluşu
Hz. Aişe’nin bildirdiğine göre; Mâliye Hatun Medine’ye geldiği zaman, Harise binti Numan’ın konağında konuklan m işti.
Kendisi, Peygamberimiz Aleyhisselamın kadınlarını kıskandıracak derecede güzeldi. Peygamberimiz Aleyhisselam sık sık onun yanına uğrardı.
Mâriye Hatun, Âliye mevkiindeki Meşrebe’ye taşındığı zaman Peygamberimiz Aleyhisselam oraya da gidip gelmeye başlamış; bu, Peygamberimiz Aleyhisselamın kadınlarının canını sıkmıştı.
Hz. İbrahim’in Mâriye Hatundan doğuşu ise, üzerindeki kıskançlığı büsbütün arttırmıştı.[636]
Peygamberimiz Aleyhisselam, halkın “Onun yanına bir yabancı girip çıkıyor?!” diyerek dedikoduya başladıklarını işitince, Hz. Ali’yi oraya gönderdi.
Hz. Ali, Meşrebe’de tatlı su kuyusunun başında dedikodusu yapılan Kıbtîye (Mısırlı köleye) rastlayıp kılıcını sıyırarak üzerine doğru varınca, Kıbtî elindeki su kırbasını atarak hurma ağacına tırmandı. Korkusundan, üzerindeki atkısı yere düştü. Kendisinin erkeklik uzvunun bulunmadığı, hadım olduğu görüldü!
Hz. Ali hemen kılıcını kınına sokup, Mısırlı uşakta gördüğü şeyi Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Gittiğine isabet ettin. Şahit, gaibin göremediğini görür!” buyurdu. [637]
Hz. Ali’nin Füls Putunu Yıkmaya Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hicretin 9. yılında Rebiülâhir ayında Hz. Ali’yi Ensarın ileri gelenlerinden 150 kişilik askerî bir birlikle Tayyi1 kabilesinin putu olan Füls’ü yıkmaya gönderdi.
Mücahidlerin ellisi atlı, yüzü develi idi. Yanlarında siyah bir bayrakla beyaz bir sancak da bulunuyordu.[638]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bayrağı Sehl b. Huneyf’e, sancağı da Cebbar b. Sahrü’s-Sülemî’ye verdi. [639]
Baskın yapılacağı zaman, birliğin dağılıp, her taraftan birdenbire baskın yapılmasını emretti. [640]
Füls; Tayyi1 kabilesiyle Tayyi’e bağlı olup Selma ve Eca1 dağlarında oturanların putu idi. [641] Necd’de, Feyd yakınında bulunuyordu. [642] Eca1 dağının göğsünde, tıpkı insan şeklinde olan Füls’e tapılır, hediyeler sunulur, kurbanlar kesilirdi.
Kovulanlar, kovalananlar, onun yanına sığınınca, bırakılırlardı.
Korkanlar, onun yanında emniyet ve selamete kavuşmuş sayılırdı.
Füls’ün bakıcıları, Selvan oğulları idi.
Belvan, Füls’e tapmayı başlatan ilk kişi idi.
Füls’ün en son bakıcısı da, Belvan oğullarından Sayfî adında birisi idi.
Tayyi1; Kehlânî ve Kahtanîl erden gelme kabilelerden olup, cömertliği dillere destan olan Hâtemü’t-Tâî Tayyi1 kabilesinden idi.
Tayyi1 kabilesinin yurtları Yemen’de idi.
Tayyi’ler, Ezdilerin ardından Hicaz’a gelip Sümeyr’e ve Feyd’e konmuşlar, Eca1 ve Selma dağlarını ele geçirmişlerdi.
Hicaz’da, Şam’da ve Irak’ta, ovaları ve dağlan dolduran cemaatler haline gelmişlerdi. [643]
Sümeyr, bir dağ; [644] Feyd de Mekke yolunda bir yer olup, Eca1 ve Selma dağlarına yakındır.
Feyd ile Vâdi’l-kurâ arası altı geceliktir. [645]
Medine’den Yola Çıkış
Atlar yanlara, yedeklere alınıp develere binildi.
Benî Esedlerden Hureys isminde bir zâtın kılavuzluğuyla yola çıkıldı.
Kılavuz, Feyd yolunu tutturdu. Bir müddet ilerledikten sonra:
“Karşılaşmak istediğiniz o kavim ile aranızda tam bir günlük yol vardır. Sizi onlara gündüz götürürsem, onlardan bir cemaati ve çobanlarını baskına uğratabiliriz, ama kabile halkına haber verirler, onlar da etrafa dağılır giderler. Onlardan, istediklerinizi ele geçirmek mümkün olmaz.
Fakat, biz bu günümüzde burada akşama kadar oturalım. Sonra, geceleyin, atlarımızın sırtlarında gidelim.
Sabah karanlığında, onlara birden baskın yapalım” dedi.
Mücahidler:
“Yerinde ve uygun görüş budur!” dediler.
Orada karargâh kurdular; develeri yayılmaya saldılar, yemeklerini pişirdiler.
Çevrelerinde dönüp dolaşmak, çevreyi gözetlemek üzere, Ebu Katâde, Hubab b. Münzirve Ebu Nâile’yi vazifelendirdiler.
Bunlar, atlarının üzerinde karargâhın çevresini dolaşmaya başladılar.
Eşlem adında kara bir uşak yakaladılar.
Ona:
“Sen burada ne yapıyorsun?” diye sordular.
Eşlem:
“Yitiğimi arıyorum!” dedi.
Kendisini Hz. Ali’nin yanına getirdiler.
Hz. Ali, ona:
“Sen necisin?” diye sordu.
Eşlem:
“Yitik arayıcı siyi m!” dedi.
Mücahidler üzerine yürüyünce, Eşlem korkup:
“Ben Tayyi1 kabilesinden Benî Nebhanlardan bir adamın uşağıyım! Onlar benim bu yerde durmamı bana emrettiler ve:
‘Muhammed’in süvarilerini görürsen, acele yanımıza gel, bize haber ver!1 dediler.
Ben yakalanıp esir olacağımı bilemedim.
Sizi gördüğüm zaman, onların yanına gitmek istedim. Sonra, kendi kendime:
‘Acele etmeyeyim de, adamlarıma sizin sayınızı, süvarilerinizin ve yayalarınızın sayısını açıkça bildiren haberi götüreyim, başıma gelecek musibetten korkmayayım1 dedim.
Meğer, ben senin için bağlanmış kalmışım.
Nihayet, gözcüleriniz beni yakaladı!” dedi.
Hz. Ali:
“Arkanda ne varsa, haydi, bize dosdoğru haber ver?” dedi.
Eşlem:
“Tayyi1 kabilesinin öncülerine, uzun bir gece gidilince erişilebilir!
Sizin süvarileriniz onlara ancak yarın sabah kavuşabilir ve baskın yapabilir!” dedi.
Hz. Ali, arkadaşlarına:
“Siz bu hususta ne görüştesiniz? Ne düşünüyorsunuz?” diye sordu.
Cebbar b. Sahr:
“Bizim görüşümüz; bütün gece atlarımızın sırtında gitmemiz, yurtlarında o kavimle sabahlayıp, kendilerini gafil iken baskına uğratınamizdir!
Biz geceleyin bu kara uşakla gider, Hureys’i askerle gerimizde bırakırız. İnşaallah, onlar da arkamızdan gelir, kavuşurlar” dedi.
Hz. Ali:
“Yerinde görüş budur” dedi.
Eşlemle birlikte gittiler.
Uşak, bağlı olarak sıra ile süvarilerin terkisinde gidiyor, birinin terkisinden inip diğerinin terkisine biniyordu.
Gündüze erişilip Eslem’in gece yalan söylediği meydana çıkınca, Eşlem:
“Ben yolu şaşırdım! Onları arkamda bıraküm!” dedi.
Hz. Ali:
“Nerede yanılmaya başladınsa, dön oraya!” dedi.
Eşlem, bir mil veya bir milden fazla geri döndükten sonra:
“Ben yanlış yoldayım!” dedi.
Hz. Ali:
“Biz seni hep hile ve aldatma üzerinde buluyoruz.
Sen ancak Tayyi’ kabilesinden bizi uzaklaştırmak istiyorsun!
Getirin şunu! Sen ya bize doğruyu söylersin, ya da senin boynunu vuracağız!” dedi.
Eşlem getirilip başının üzerinde kılıç sıyırıldı!
Eşlem işin sıkı tutulduğunu, kellesinin uçurulacağını görünce:
“Eğer size doğruyu söylersem bana yararı dokunur mu dersiniz?” diye sordu.
“Evet!” dediler.
Eşlem:
“Benim size gördüğünüz şeyi yapmam, Tayyi1 halkının bana rastlayacak olanlarından utandığımdan ileri geliyordu.
Kendi kendime:
‘Şu kavmi karşılayıp iman edeyim de, sıkılmaksızın ve haksız olmaksızın Tayyi’ kabilesi halkının bulundukları yeri kendilerine göstereyim!1 demiştim.
Bağlanmam gibi, sizden görmem ekliğim gereken şeyi görünce, beni öldüreceksiniz diye korktum. İşte, benim için olan özür, mazeret, bundan ibaret! Artık ben sizi yola çıkarayım!” dedi.
Mücahidler:
“Bize doğru söyle!” dediler.
Eşlem:
“Tayyi1 kabilesi hemen yakınınızdadır” dedi ve Mücahidlerle birlikte gitti.
Tayyi1 kabilesine o kadar yaklaştılar ki; köpeklerin ürümelerini, ağıllarda develerin, davarların kımıldanışlarının seslerini bile işittiler.
Eşlem:
“Tayyi’ cemaati bir fersah uzaklıktadır” dedi.
Mücahidler, birbirlerine baktılar ve Eslem’e:
“Hatim hanedanı nerede?” diye sordular.
Eşlem:
“Onlar cemaatin ortasındadırlar!” dedi.
Mücahidler, birbirlerine:
“Eğer biz bu kavmi bağırıp korkutursak, onlar da bağrışırlar, birbiri erini korkuturlar, gecenin karanlığı içinde cemaatlerini kaybeder, bizden uzaklaşırlar.
Fakat, biz tanyeri ağarıncaya kadar bekleyelim.
Tanyeri ağaracağı sırada, onlara birden baskın yapalım.
O zaman, birbirlerini haberdar etseler bile, nereyi tutup gittikleri bizden gizli kalmaz.
Bu kavimde, üzerlerine atlayıp kaçacakları atlar yoktur.
Biz ise, atlarımızın üzerinde bulunur, onları takip ederiz!” dediler.
“Yerinde olan görüş, bu işaret edilen görüştür!” diyerek bu şekilde hareket etmeyi benimsediler.[646]
Mücahidler, tanyeri ağarırken, birliklerini her taraftan saldıracak şekilde dağıtıp Hatim ailesinin konak yerine birden baskın yaptılar. [647] Öldürülenler öldürüldü, esir edilenler de esir edildiler.
Mücahidlere, Tayyi’lerden hiçbiri gizli kalmadı. [648]
Adiyy b. Hâtim’in Medine’de bulunan casusu Hz. Ali’nin Tayyi’lere doğru çıkıp gittiğini bildirince, [649] Adiyy b. Hatim Şam’a kaçmış bulunuyordu. [650]
Tayyi’ kabilesinden alınan esirler, içlerinde Adiyy b. Hâtim’in kızkardeşi Seffâne de bulunduğu halde, bir köşeye ayrıldı.
İğtinam edilen deve ve davarlar da biraraya toplandı.
Esirlerin üzerine Ebu Katâde, ganimet hayvanları vesaire üzerine de Abdullah b. Atîku’s-Sülemî memur edildi.[651]
Füls Putunun Yıkılışı ve Tahrip Edilişi
Hz. Ali ve arkadaşları, Füls putunun yanına vanp onu yıktılar ve tahrip ettiler. Füls’ün deposunda; Rebu, Mıhzem ve Yemânî adlarında üç kılıçla üç zırh gömlek bulundu.[652] Kılıçlardan ilk ikisi Haris b. Ebi Şimr el-Gassânî tarafından Füls putuna hediye edilmiş, [653] Füls’ün üzerine asılmıştı. [654]
Mücahidler, Tayyi’lerin yurdundan ayrılarak, Rekek’te konakladılar. [655] Rekek; Tayyi’lerin iki dağından birisi olan Selma dağının bir mahaliidi r. [656] Hz. Ali orada kılıçları geleneğe göre Safiyy (başkumandan hakkı) olarak Peygamberimiz Aleyhisselama ayırdıktan ve ganimetlerin beşte birini de çıkardıktan sonra-Hâtim ailesini taksim dışında tutup-ganimet malları ve esirlerin beşte dördünü mücahidler arasında bölüştürdü. Medine’ye geldiler. [657]
Adiyy b. Hâtim’in Şam’a Kaçışı ve Yanına Gelen Kızkardeşiyle Görüşüp Müslüman Olmaya Niyetlenişi
Adiyy b. Hatim der ki:
“Araplar arasında, Resûlullah Aleyhisselamın ismini eşitliği zaman, benim hoşlanmadığım kadar hoşlanmayan bir kimse yoktu.
Ama, ben şerefli bir kimse idim. Hıristiyandım. Kavmimin içinde, ganimetlerin dörtte birini alırdım. İçimden, Hıristiyanlık dinine bağlı bulunuyordum. Kavmimin kralı idim. Krallara yapılan şey, bana da yapılırdı.
Resûlullah Aleyhisselamın zuhur ettiğini işitince, hoşlanmadım.
Benim Araplardan bir uşağım vardı, develerimi yayardı.
Ona:
‘Sen develerimden semiz ve uysal olanlarını hazırla, benim yanımda tut!
Muhammed’in askerlerinin bu beldelere ayak bastığını işitir işitmez, bana haber ver!1 dedim.
Öyle yaptı. Bir sabah yanıma geldi ve:
‘Ey Adiyy! Muhammed’in süvarileri seni sardığı zaman ne yapacak idiysen, şimdi onu hiç durmadan yap!
Çünkü, ben bayraklar görüp onların kimler olduğunu sordum.
‘Bu, Muhammed’in askerleridir, dediler’ dedi.
Ona:
‘Develerimi hemen yanıma getir!’ dedim.
Yanıma getirince, onlara ailemi ve oğlumu bindirdim.
Kendi kendime:
‘Şam’daki dindaşlarımın yanına varır, kavuşurum!’ dedim.
Cevşiye’ye doğru çıkıp gittim.
Hâtim’in kızını (kızkardeşimi) arkamda, kabilemin yanında bıraktım.
Şam’a vanp orada oturdum.
Benden sonra, Resûlullah Aleyhisselamın süvarileri gelip baskın yapmışlar, esir ettikleri kimseler arasında, Hâtim’in kızını (kızkardeşimi) da esir etmişlerdi.
O, Tayyi1 kabilesi esirleriyle birlikte, Resûlullah Aleyhisselama götürülmüştü.
Resûlullah Aleyhisselam, benim Şam’a kaçtığımı işitmişti.”[658]
Hâtim’in kızı Seffâne, Mescidin kapısında bir odaya* konulmuştu. [659] Kendisi vakarlı, onurlu ve akıllı bir kadındı.
Resûlullah Aleyhisselam onun yanına uğradı.
Seffâne ayağa kalktı ve:
“Yâ Rasûlallah! Baba öldü. Ziyaretçi ortadan kayboldu. Sen beni bağışlayıp serbest bırak! Allah da seni bağışlasın!” dedi.
Resûlullah Aleyhisselam, ona:
“Senin ziyaretçin kim?” diye sordu.
Seffâne:
“Adiyy b. Hatim!” dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
“Demek, o Allah ve Resûlünden kaçtı!” buyurduktan sonra gitti ve Seffâne’yi kendi haline bıraktı.
Ertesi gün, Seffâne’nin yanına tekrar uğradı.
Seffâne, Resûlullah Aleyhisselama önce söylemiş olduğu sözü tekrarladı.
Resûlullah Aleyhisselam, üçüncü gün, Seffâne’nin yanına yine uğradı.
Seffâne, Resûlullah Aleyhisselamın kendisini serbest bırakacağından umudunu kesmiş bir halde, oturup duruyordu.
Ali b. Ebu Talib de, Resûlullah Aleyhisselamın arkasında idi.
Seffâne’ye:
“Kalk da, Resûlullah Aleyhisselamla konuş!” diye işaret edince, Seffâne ayağa kalktı ve:
“Yâ Rasûlallah! Baba öldü! Ziyaretçi de ortadan kayboldu!
Sen beni bağışlayıp serbest bırak! Allah da seni bağışlasın! [660]
Yâ Muhammedi Beni serbest bırakmayı uygun görmez misin?
Benim Arap kabileleri içinde kavmimin seyyidinin kızı olduğumu bilmiyor musun?!
Benim babam aileleri korur, esirlerin esaret bağlarını çözer, açları doyurur, çıplakları giydirir, konukları ağırlar, yemekler yedirir, selamlaşmayı yayar, dileyicilerin dileklerini reddetmezdi.
İşte, ben o Hâtimü’t-Tâî’nin kızıyım!” dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
“Ey kadın! Bunlar, gerçekten mü’minlerin sıfatlandır.
Keşke baban Müslüman olsaydı da, onu rahmetle ansaydık! [661]
Ben senin istediğin şeyi yapacağım! Sen gitmek için acele etme!
Kavminden seni yurduna ulaştıracak, senin için güvenilir kişiler buluncaya kadar, bekle! Bulduğun zaman, bana haber ver!” buyurdu. [662]
Seffâne Müslüman oldu. Müslümanlığını İslâm amelleriyle güzelleştirdi. [663] Seffâne; Beliyy veya Kudâalardan bir bölük süvari gelinceye kadar, Medine’de oturdu.
Şam’a gidip kardeşi Adiyy b. Hâtim’i getirmek istiyordu.
Resûlullah Aleyhisselamın yanına geldi ve:
“Yâ Rasûlallah! Kavmimden bazı kişiler gelmişlerdir. Kendileri, benim için, güvenilir ve beni yurduma ulaştırır kişilerdir” dedi.
Resûlullah Aleyhisselam, Seffâneye giyimlik, binit ve yol azığı verdi.
Seffâne adamlarıyla birlikte yola çıktı ve Şam’a vardı.
Adiyy b. Hatim der ki:
“Vallahi, ben ailemin içinde oturuyordum.
Bir de ne göreyim?! Deve üzerinde, hevdeç içinde bir kadın, bana doğru yönelmiş, geliyordu!
Kendi kendime:
‘Bu, Hâtim’in kızı olmasın?! Odur! Odur!1 dedim.
Gelip yanımda durunca, bana:
‘Ey kardeşlik bağını koparan zâlim!
Sen karını ve oğlunu bindirip gittin de, babandan kalan bir haremini geride bıraktın değil mi?!’ diyerek çıkıştı.
Kendisine:
‘Ey kızkardeşim! Sen bana iyi sözlerden başkasını söyleme!
Vallahi, benim sana karşı ileri sürebileceğim bir sözüm yok!
Ne yazık ki, ben dediğin şeyi yapmışım dır!’ dedim.
Sonra, deveden indi ve yanımda kaldı.
Kendisi, akıllı bir kadındı.
Ona:
‘Şu zât (Muhammad Aleyhisselam) hakkındaki görüşün nedir?’ diye sordum. [664]
‘Vallahi, hemen onun yanına varmanı uygun görürüm!
Eğer kendisi gerçekten peygamberse, ona tâbi olmakta başkalarını geçmen, senin için bir fazilet ve üstünlük olur!
Eğer bir hükümdarsa, onun sayesinde, Yem en’deki saltanatını kaybetmez, hor ve hakîr bir duruma düşmezsin!
Artık, kararvermek sana aittir, sana!’ dedi.
Kendisine:
‘Vallahi, yerinde olan görüş budur!1 dedim.” [665]
Habeş Necaşî’si Ashama’nın Vefat Edişi ve Kendisi İçin Gıyâbî Olarak Medine’de Cenaze Namazı Kılınışı
Habeş Necaşî’si Ashaıma; Hicretin 9. yılında, Recep ayında vefat etti.[666]
Peygamberimiz Aleyhisselam; arada acısu denizi bulunduğu ve karadan da günlerce gidilecek yerde olduğu halde, [667] Necaşî’nin vefatını, vefat ettiği gün ashabına haber verdi, duyurdu[668] ve:
“Arzınızın dışında vefat eden kardeşinizin cenaze namazını kılınız!” buyurdu.
Sahabiler.
“Yâ Rasûlallah! Kimdir o?” diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Necaşî Ashama’dır! [669] Bugün, Allah’ın salih kulu Ashama vefat etti! [670] Kardeşiniz için Allah’tan mağfiret dileyiniz!” buyurdu. [671]
Ashabıyla birlikte namazgâha[672] veya Bakiyy kabristanına gitti. [673]
Ashaba:
“Geliniz! Arkamda saf olunuz!” buyurdu. [674]
Ashab, Peygamberimiz Aleyhisselamın arkasında saf oldular. [675]
Necaşî’nin Habeş ülkesindeki tabutu, Peygamberimiz Aleyhisselama görününceye kadar, yukarı kalktı. [676]
Rivayete göre; aradaki engeller kalkarak, sahabiler de onun tabutunu gördüler. [677]
Peygamberimiz Aleyhisselam ileri doğru vardı. [678] Cenaze üzerine kıldığı namaz gibi, [679] Necaşî’nin namazını da dört tekbirle kıldırdı . [680] Onun için Allah’tan mağfiret diledi. [681]
Sonradan gelen haberler, Necaşî’nin cenaze namazı kılındığı gün vefat etmiş olduğunu doğrulamıştır. [682]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Necaşî’den başka hiç kimse için, gıyabî olarak cenaze namazı kiIdirinamıştır.
Sanıldığına göre, bu, Necaşî’nin Hıristiyanlar arasında vefat etmiş, yanında da kendisi için cenaze namazı kılacak bir kimse bulunmamış olmasından ileri gelmişti. [683]
Peygamberimiz Aleyhisselam Necaşî için cenaze namazı kılınmasını emrettiği zaman, münafıklar:
“Şu bir yabancı olan Necaşî’ye mi cenaze namazı kılmamızı emrediyor?!” diyerek, nifaklarını belli ettiler. [684]
Necaşî’nin Kabrinde Bir Nurun Görünüşü
Rivayete göre; Necaşî vefat edip gömüldüğü zaman, kabrinin üzerinde bir nur görünmüş durmuştur![685]
Habeş Necaşî’si Ashama’nın Ülkesine Sığınan Müslümanları Barındırışı, Koruyuşu ve Müslüman Oluşu
Habeş Necaşî’si Ashama; ülkesine sığınan Muhacirler arasında bulunan Hz. Cafer’le görüştükten ve ondan İslâmiyet ve Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında bilgi aldıktan sonra:
“Ben şehadet ederim ki; o, kendisini İncil’de yazılı bulduğumuz Resûlullahtır.
O, geleceğini İsa b. Meryem’in müjdelediği resûldür!
Siz, ülkemde nereyi isterseniz, orada konaklayınız!
Vallahi, ben onunla aynı ülkede olsaydım, yanına gider, onun ayakkabılarını taşır, ayaklarını yıkardım!” diyerek Hıristiyanlığı bırakıp Müslüman olmuş ve fakat kavminin tepkisinden çekindiği için bunu gizli tutmuş, açıklamamıştı.[686]
Necaşî; Mekkeli müşriklerin işkencelerine dayanamayarak Habeş ülkesine sığınan Muhacirlerin cezalandırılmak üzere geri çevrilmeleri için yapılan istekleri ve verilen rüşvetleri reddedip onları Hicretin 7. yılına kadar ülkesinde barındıran, ağırlayan ve Peygamberimiz Aleyhisselamın isteği üzerine gemilere bindirip Medine’ye yollayan, adaletli, hamiyetli bir kraldı. [687]
Kendisi, Müslümanlığını gizli tutan ve hicret etmeyen sahabilerden sayıldığı gibi; Peygamberimiz Aleyhisselamla bizzat görüşem ediği ne göre de, Tabiînden sayılmıştır. [688]
Yüce Allah ondan razı olsun![689]
[1] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 262, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 116.
[2] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 4, s. 150.
[3] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 254 İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 262, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1.S.92.
[4] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1 , s. 92.
[5] İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 1, s. 262.
[6] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 267, İbn Kayyım , Zâdu’l-m ead, c. 3, s. 73, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 294.
[7] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1 , s. 262, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 92.
[8] Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1 , s. 294.
[9] İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 267, İbn Kayyım, Zâd, c. 2, s. 3, s. 73, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 294, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 301, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 352-353.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/133-134.
[10] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 92.
[11] Taberî, Târih, c. 3, s. 139, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 272.
[12] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 92.
[13] İbn Habib, Kitâbu’l-muhabber, s. 265.
[14] İbnSa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c.1, s. 262, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c.2,s. 267-268, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 73, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 294.
[15] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 262, İbn Cevzf, Vefa, c. 2, s. 741 , İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 267-268, İbn Kayyım, Zâd,c.3,s.73, Kastalânf, M evâhib, c. 1, s. 29 4.
* Hıristiyan din bilgini ve başkanı (İbn Esir, Nihâye, c. 2, s. 379).
[16] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 267-268, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 73-74, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1 , s. 294-295, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 301-302, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 353-354.
[17] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 263, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 268, İbn Kayyım, Zâd, c. 3, s. 73, Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 295.
[18] İbn Seyyid, c. 2, s. 268, İbn Kayyım, c. 3, s. 74, Kastalânf, c. 1, s. 295, Halebî, c. 3, s. 302, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 354.
[19] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1,s.263, İbn Seyyid, c. 2, s. 268, İbn Kayyım, c. 3, s. 74, Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 295.
[20] İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 268, İbn Kayyım , c. 3, s. 74, Kastalânf, c. 1, s. 295, Halebî, c. 3, s. 302.
[21] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 263, İbn Seyyid, c. 2, s. 268, İbn Kayyım, c. 3, s. 74, Kastalânf, c. 1, s. 295, Halebî, c. 3, s. 302.
[22] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 628.
[23] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1.S.263, İbn Cevzf, Vefa, c. 2, s. 741, İbn Seyyid, c. 2, s. 268, İbn Kayyım, Zâd, c. 3, s. 74, Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 925, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 303.
[24] İbn Seyyid, c. 2, s. 268, İbn Kayyım, c. 3, s. 74, Kastalânf, c. 1, s. 295, Halebî, c. 3, s. 303.
[25] İbn Sa’d, c. 1, s. 263, İbn Cevzf, Vefa, c. 2, s. 741-742, İbn Seyyid, c. 2, s. 268, İbn Kayyım , c. 3, s. 74, Kastalânf, c. 1 ,s. 295, Halebî, c. 3,5.303.
[26] İbn Seyyid, c. 2, s. 268, İbn Kayyım, c. 3, s. 74, Kastalânf, c. 1, s. 295, Halebî, c. 3, s. 303.
[27] İbn Sa’d, c. 1, s. 263, İbn Seyyid, c. 2, s. 268, İbn Kayy,m, c. 3, s. 74, Kastalânf, c. 1, s. 295, Halebî, c. 3, s. 303.
[28] İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 268, İbn Kayyım , c. 3, s. 74, Kastalânf, c. 1, s. 295, Halebî, c. 3, s. 303.
[29] İbn Sa’d, c. 1, s. 263, Ebu’l-Ferec İbn Cevzf, Vefa, c. 2, s. 742, İbn Seyyid, c. 2, s. 268, İbn Kayyım, c. 3, s. 74 Kastalânf, c. 1, s. 295, Halebî, c. 3, s. 303.
[30] Süheyli, Ravdu’l-ünüf, c. 7, s. 521.
[31] Süheyli, Ravdu’l-ünüf, c. 7, s. 521, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1, s. 262.
[32] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c.1, s. 263, Ebu’l-Ferec İbn Cevzf, Vefa, c. 2, s. 742, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 268, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 74, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 295, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 303.
[33] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 92.
[34] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 263, İbn Seyyid, c. 2, s. 268, İbn Kayyım, c. 3, s. 74, Kastalânf, c. 1, s. 295, Halebî, c. 3, s. 203.
[35] İbn Sa’d, c. 1, s. 263, Ebu’l-Ferec, c. 2, s. 742.
[36] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 263.
[37] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1, s. 262.
[38] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/134-141.
[39] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 263.
[40] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 1, s. 346-347.
[41] İbn Habib, Kitâbu’l-muhabber, s. 265.
[42] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 95.
[43] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 254, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1,s.263.
[44] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 263.
[45] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 95, Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 1, s. 348, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 215.
[46] İbn Tolon’dan naklen M. Hamidullah, el-Vesâik, s. 79-80.
[47] Süheyli, Ravdu’l-ünüf, c. 7, s. 519-520, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 300-301 , Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s.351-352.
[48] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 95, Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 1, s. 348.
[49] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 222, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 267, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 300.
[50] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/141-143.
[51] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 263.
[52] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 267, İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 3, s. 73, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 293, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 301.
[53] İbn Sa’d, c. 1, s. 263, İbn Seyyid, c. 2, s. 267, İbn Kayyım, c. 3, s. 73.
[54] İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 267, Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 293, Halebî, c. 3, s. 301.
[55] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 263.
[56] İbn Sa’d, c. 1, s. 263, İbn Seyyid, c. 2, s. 267, İbn Kayyım, c. 3, s. 73, Kastalânf, c. 1, s. 293-294, Halebî, c. 3, s. 301 .
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/144.
[57] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-harac, s. 131 , Ebu Ubeyd, Kitâbu’l-emvâl, s. 30, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 98, Taberî, Târîh, c. 3, s. 1 02, İbn Seyyid, c. 2, s. 267, İ bn Kayyım, c. 3, s. 73, Kastalânf, c. 1 , s. 294.
[58] İbn Seyyid, c. 2, s. 267, İbn Kayyım, c. 3, s. 73, Kastalânf, c. 1, s. 294,Halebî, c. 3, s. 300.
[59] Belâzurî, Fütûh, c. 1, s. 98, Taberî, c. 3, s. 102.
[60] Musa b. Ukbe’den naklen Belâzurî, Fütûh, c. 1, s. 98.
[61] İbn Seyyid, c. 2, s. 267, İbn Kayy,m, c. 3, s. 73, Kastalânf, c. 1, s. 294,Halebî, c. 3, s. 300.
[62] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-harac, s. 131 , Ebu Ubeyd, Kitâbu’l-emvâl, s. 30, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 98, Taberî, Târîh, c. 3, s. 102.
[63] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-harac, s. 131, Ebu Ubeyd, Kitâbu’l-emvâl, s. 30.
[64] Ebu Yusuf, Kitâbu’l-harac, s. 131.
[65] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 263.
[66] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 97.
[67] İbn Sa’d, c. 1, s. 263, Abdurrezzak, Musannef, c. 1, s. 326, Ebu Ubeyd, s. 44, Belâzurî, Fütûh, c. 1, s. 97, Taberî, c. 3, s. 102-103.
[68] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 460, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 352.
[69] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 276.
[70] Belâzurî, Fütûhu’l buldân, c. 1, s. 95-96
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/144-147.
[71] Ibn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 275.
[72] Belâzurî, Fütûhu’l-taüldân, c. 1, s. Yâküt, Mu’cemu’l-büldân, c. 1 , s. 348.
[73] Abdurrezzak, Musannef, c. 6, s. 71 .
[74] Abdurrezzak, Musannef, c. 10, s. 329.
[75] Serahsî, Mebsût, c. 10, s. 79.
[76] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 276
[77] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 96.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/147-148.
[78] Ebu Ubeyd, Kitâbu’l -emval, s. 30.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/148.
[79] İbn Sa’d. Tabakâtü’l-kübrâ. c. 1 . s. 275.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/149.
[80] Belâzun, Fütûhu’l-taüldân, c. 1, s. 96.
[81] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 276, E bu Ubevti, Kitâtau’l-emvâl, s. 286-287, Belâaırf, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 96-97, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 82.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/149-150.
[82] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 15, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 92.
[83] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 15-18.
[84] Buhân, Sahih, t 1 ,s.1O8.
[85] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 16.
[86] Buhân, Sahih, c. 1,s.1Ü8.
[87] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 16.
[88] Buhân, Sahih, c. 1, s. 108.
[89] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 16, Buhân, Sahih, c. 1, s. 108.
[90] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 16.
[91] İbn Sa’d, c. 4, s. 16, Buhârî, c. 1, s. 108.
[92] İbn Sa’d, c. 4, s. 16.
[93] İbn Sa’d, c. 4, s. 16, Buhârî, c. 1, s. 108.
[94] İbn Sa’d, c. 4, s. 16.
[95] Buhân, Sahih, c. 1,s.1O8.
[96] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 16.
[97] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/150-152.
[98] İbn Hazm, Cemher, s. 201.
[99] İbn Abdilberr, İ stiâb, c. 3, s. 1313.
[100] İbn Hazm, Cemhere, s. 201.
[101] İbn Abdilberr, İ stiâb, c. 3, s. 1313-1315.
[102] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 121, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 233.
[103] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 579, İbn ^bdilberr, c. 3, s. 1314, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 4, s. 207-208, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 274, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 208, Zehebî, Megâzî, s. 510, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 368-369.
[104] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 238.
[105] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 144-145, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 579-583, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 207-208, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 274, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 208, Zehebî, Megâzî, s. 510, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 368-369.
[106] İbn İshak. İbn Hişam, c. 4, s. 145, İbn Seyyid, c. 2, s. 208, Zehebî, s. 511, Ebu’l-Fidâ, c. 4, .369.
[107] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 579, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 208, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 475.
[108] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 579, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 208, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 372, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 221, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 121.
[109] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 579.
[110] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 145-146, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 582-583, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 208-209, Zehebî, Megâzî, s. 511 , Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 369.
[111] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 144, Hâkim, c. 3, s. 583, İbn Seyyid, c. 2, s. 208, Zehebî, s. 510, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 368, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 9, s. 392.
[112] H âk im, c. 3, s. 579, Beyhak f, D el âil ü’n-nübüwe, c. 5, s. 208, İ bn E sfr, U sdu’l -gâbe, c. 4, s. 476, Zeh ebf, s. 512.
[113] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 144, Hâkim, c. 3, s. 583, İbn Seyyid, c. 2, s. 208, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 368, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 9, s. 392-393.
[114] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 1 46, Hâkim , c. 3, s. 583-584, İbn Seyyid, c. 2, s. 209, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 369, Heysemî, c. 9, s. 392-393.
[115] Hâkim, c. 3, s. 579-580, Beyhakî, c. 5, s. 208, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 476, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 372.
[116] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 146, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 584, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 209, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 369, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 392-393.
[117] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 580, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 476, Zehebî, Megâzî, s. 512.
[118] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 146-156, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 580-582, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 5, s. 209-211 , İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 209-212, Zehebî, Megâzî, s. 512-515, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 370-372, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 9, s. 394.
[119] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/152-158.
[120] İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 276.
[121] Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 222, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 121, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 240, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 60.
[122] İbn Esîr, c. 2, s. 276, Kastalânf, c. 1, s. 222, Diyarbekrî, c. 2, s. 121, Halebî, c. 3, s. 240, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 60.
[123] İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 49.
[124] Ebu’l-Fidâ’dan naklen Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 240.
[125] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 296.
[126] Ebu’l-Fidâ’dan naklen Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 240.
[127] Corci Zeydan, Medeniyet-i İslâmiye Târihi, Türkçe terceme, c. 1, s. 110.
[128] İbnEsîr,Kâmilıc.2ıs.276.
[129] Kastalâni, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 222.
[130] Tahsin Öz, Hırka-i Seâdet Dairesi Emânât-ı Mukaddese, s. 23-24.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/158-160.
[131] |bn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 298.
[132] İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 2, s. 248. * Bir ukiyye kırk dirhemdir (İbn Esîr, Nihâye, c. 5, s. 56).
[133] İbn Sa’d. Tabakâtü’l-kübrâ. c. 1. s. 298.
[134] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/160.
[135] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 326, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 254-255, İbn Kayvım , Zâdu’l-mead, c. 3, s. 60.
[136] İbn Hazm, Cemhere, s. 413.
[137] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 168-169.
[138] İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 255, İbn Kayyım, Zad, c. 3, s. 60.
[139] İbn Sa’d, c. 1, s. 326-327, İbn Seyyid, c. 2, s. 255, İbn Kayyım, c. 3, s. 60.
[140] İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 255, İbn Kayyım, Zad, c. 3, s. 60.
[141] Kastalânf, M evâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 217.
[142] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1 ,s.326, İbn Seyyid, c. 2, s. 255, İbn Kayyım , c. 3, s. 60.
[143] İbn Seyyid, c. 2, s. 255, İbn Kayyım, c. 3, s. 60.7
[144] İbn Sa’d, c. 1, s. 326, İbn Seyyid, c. 2, s. 255, İbn Kayyım , c. 3, s. 60.
[145] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/161-162.
[146] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 307, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 423.
[147] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 284.
[148] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 1, s. 529.
[149] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 307.
[150] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 423.
[151] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 307.
* İmam Ebu Yusufa göre; ölü arazi, üzerinde bina, ziraat eseri, kabristan, odunluk, hayvan otlağı, hayvan ağılı bulunmayan, hiç kimsenin malı olmadığı gibi, kimsenin elinin altında da tutmadığı, boş, boz, otsuz arazi demektir (Ebu Yusuf, Kitâbu’l-harac, s. 63).
[152] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 284, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 423.
[153] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 423.
[154] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 307.
[155] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 284.
[156] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 353.
[157] Kalkasandı, Nihâyetü’l-ereb, s. 199-228.
[158] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 353-354.
[159] İbn Esîr, Nihâye, c. 5, s. 189 .
[160] Ffruzâbâdi, Kâmûsu’l-muhft, c. 3, s. 396.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/162-165.
[161] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1,s.13S, c. 8, s. 12, Taberî, Târih, c. 3,s.139,İbn Abdilberr, İstiâb, d, s. 56.
[162] İbn Sa’d, c. 1, s. 260, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 266, İbn Kaybın, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 72, İbn Hacer, el-İsâbe, c.3, s. 531, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 293, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 37, Halebî, İnsânu’l-uyün, c. 3, s. 297, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 350.
[163] İbn Sa’d, Tabakât, c. 8, s, s. 212-214, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 449.
[164] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1,3.134.
[165] İbn Abdilberr, İsti âb, c. 1, s. 54, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 49.
[166] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 49.
[167] İbn Sa’d, c. 1, s. 135, c. 8, s. 21 2, İbn Atodiltaerr, c. 1, s. 54, c. 4, s. 1862, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1,3.49, c. 7, s. 147.
[168] İbn Sa’d, c. 1, s. 135, İbn Abdilberr, c.1 , s. 54, İbn Esîr, c. 1, s. 49.
[169] İbn Sa’d, c. 1, s. 135-136, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 3, s. 194, Müslim , Sahih, c. 4, s. 1807, İbn Abdilberr, c. 1 , s. 55, İbn Esîr, c. 1, s. 49.
[170] İbn Sa’d, c. 1, s. 135, c. 8, s. 21 4.
[171] İbn Sa’d, c. 1, s. 136, c. 8, s. 21 2.
[172] İbn Abdilberr, İsti âb, c. 1, s. 55-56, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 49-50.
[173] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 55.
[174] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 56.
[175] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 ,s.135, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 54, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 49.
[176] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 54, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 291.
[177] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 136-137, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1808.
[178] İbn Sa’d. Tabakât. c. 1 .s. 136. Ahmed b. Hanbel. Müsned. c. 4. s. 194. Müslim . Sahîh. c. 4. s. 1 807.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/165-167.
[179] Dârimî, Sünen, c. 1, s. 23, Semhûdî, Vefâu’l-vefâ, c. 2, s. 389.
[180] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 109.
[181] Abdurrezzak, Musannef, c. 3, s. 1 85.
[182] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1,s.252, Ahmed b. Hanbel, c. 5,s.137,İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 454.
[183] Abdurrezzak t Musannef, c. 3, s. 1 86, Ahmed b. Hanbel, c. 295.
[184] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 250.
[185] İbn Sa’d. c. 1.S.252.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/167-168.
[186] İbn Sa’d, c. 1, s. 249-250.
[187] İbn Sa’d, c. 1, s. 252, Ahmedb. Hanbel, c. 5, s. 1 37, İbn Mâce.c.1, s. 454.
[188] Ahmedb. Hanbel, c. 3, s. 300, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 116.
[189] İbnSa’d,c. 1, s. 252, Ahmedb. Hanbel, c. 5, s. 339, Buhârî, c. 1, s. 115,116,120, Müslim, Sahih, c. 1,s.386, EbuDâvud, Sünen, c.1, s. 283.
[190] İbn Sa’d, c. 1, s. 252, Buhârî, c. 1, s. 220, Müslim, c. 1, s. 386, E bu Dâvud, Sünen, c. 1, s. 283.
[191] EbuDâvud, Sünen, c, c.1, s. 284.
[192] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 250.
[193] İbn Sa’d, c. 1,s.250,Ebu Dâvud, c.1, s. 284.
[194] Abdurrezzak, Musannef, c. 3, s. 1 86, İbn Sa’d, c. 1, s. 250.
[195] Abduırezzak, c. 3, s. 186.
[196] İbn Sa’d, c. 1,s.25O.
[197] Dârimî, Sünen, c. 1, s. 23, Semhûdf, Vefâu’l-vefâ, c. 2, s. 389.
[198] İbn Sa’d. c. 1. s. 251 .
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/168-169.
[199] İbn Ear, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 30, B. Avnf, Umdetu’l-kârf, c. 6, s. 215, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 2, s. 330, Semhüdf, Verâ, c. 2, s. 397-398.
[200] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 30.
[201] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 339, Buhârî, Sahih, c. 1,s.220,Ebu Dâvud, Sünen, c. 1, s. 283.
[202] İbn Sa’d, c. 1, s. 251 .
[203] Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 330.
[204] Yâküt, Mu’cemu’l-büldân, c. 4, s. 182.
[205] İbn Sa’d, c. 1, s. 251 , İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 455.
[206] İbn Sa’d, c. 1, s. 252, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 339, Buhârî, c. 1, s. 220, Müslim, c. 1, s. 300, EbuDâvud, c. 1, s. 203.
[207] Firuzâbâdf, Kâmûs, Türkçe terceme, c. 3, s. 657.
[208] Abdurrezzak, Musannef, c. 3, s. 183, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 252, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 339, Buhârî, Sahîh, c. 1, s. 220, Müslim, Sahîh, c. 1 , s. 386, Ebu Dâvud, Sünen, c. 1, s. 283.
[209] İbn Sa’d, c. 1, s. 250, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 403.
[210] Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 1 29, Semhûdf, Vefâu’l-vefâ, c. 2, s. 392.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/169-170.
[211] Semhûdı, Vtetâu’l-vela, c. 2, s. 400-402.
[212] İbn Sa’d, c. 4, s. 307, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 54, Ebu Dâvud, c. 1, s. 284.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/170-171.
[213] Mâlik, Muvatta1, c. 1, s. 197, ^bdurrezzak, c. 3, s. 182, 183, Ibn Sa’d, c. 1, s. 250-253, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 236, Buhârî, c. 2, s. 57, Müslim, c. 2, s. 1 011.
[214] Mâlik, c. 1, s. 197, İbn Sa’d, c. 1, s. 250-253, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 236, 360, c. 3, s. 389, c. 5, s. 335, Buharı, c. 2, s. 57, Müdim, c. 2, s. 1011.
[215] İbn Sa’d, c. 1, s. 250, 253, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 260, c. 5, s. 335, c. 3, s. 389.
[216] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 250.
[217] NesâPden naklen Semhüdf, Vefâu’l-vefa, c. 2, s. 427.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/171.
[218] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 252-253, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 339, Buhârî, Sahih, c. 1 , s. 99-100,220.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/171-172.
[219] Ibn Sa’d, c. 1, s. 188, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 137, Buhârî, c. 1 ,s.22O, Tirmizî, Sünen, c. 2, s. 379, Ibn Mâce, Sünen, c. 1, s. 454, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 23-24.
[220] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 251 .
[221] İbn Sa’d, c. 1, s. 252, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 1 37, İbn Mâce.c.1, s. 454, Dârimî, c. 1, s. 24.
[222] Dârimî, Sünen, c. 1, s. 24.
[223] Abdurreizak, Musannef, c. 3, s. 1 86, Semhûdf, Vefâu’l-vefâ, c. 2, s. 393.
[224] Abdurreizak, c. 3, s. 186, İbn Sa’d, c. 1, s. 252, Ahm ed b. Hanbel, c. 2, s. 109, Tirmizî, c. 2, s. 379, Dârimî, c. 1, s. 24-25, Nesâf, Sünen, c. 3, s. 1 02.
[225] Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 400.
[226] Kadı lyaz, eş-Şifâ,c.1, s. 254, Semhûdf, c. 2, s. 390, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1,s.478.
[227] Dârimî, Sünen, c. 1, s. 23, Semhüdf, c. 2, s. 390.
[228] Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 254, Semhüdf, c. 2, s. 390.
[229] Dârimî, c. 1, s. 23, Kadı lyaz, c. 1 , s. 254, Semhüdf, c. 2, s. 390, Kastalânf, c. 1, s. 478.
[230] Darimf, Sünen, c. 1, s. 23, Semhüdf, Vefâu’l-vefâ, c. 2, s. 389.
[231] Dârimî, c. 1, s. 23, Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 254, Semhüdf, c. 2, s. 389.
[232] Dârimî, c. 1, s. 23, Sem hûdf, c. 2, s. 389.
[233] Kadı lyaz, c. 1, s. 254, Semhüdf, c. 2, s. 390, Kastalânf, Merâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 478.
[234] Dârimî, c. 1, s. 23, Kadı lyaz, c. 1 , s. 255, Semhüdf, c. 2, s. 389, Kastalânf, c. 1 , s. 478.
[235] Dârimî, c. 1, s. 23, Sem hûdf, c. 2, s. 309.
[236] Kadı lyaz, c. 1, s. 255, Semhüdf, c. 2, s. 390, Kastalânf, c. 1, s. 478.
[237] Dârimî, c. 1, s. 23, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 401, Semhüdf, c. 2, s. 389.
[238] Kadı lyaz, c. 1, s. 255, Semhüdf, c. 2, s. 390, Aliyyü’l-Kârf, Şifâ Şerhi, c. 1, s. 351.
[239] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 300, Semhüdf, c. 2, s. 388.
[240] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 251, Semhüdf, c. 2, s. 393.
[241] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 300, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 173, Ebu Nuaym, Delâil, c. 2, s. 400, Zehebî, Târîhu’l-islâm , s. 354.
[242] Dârimî, c. 1, s. 26, Ebu Nuaym, c. 2, s. 401.
[243] İbn Sa’d, c. 1, s. 252, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 306, Dârimî, c. 1, s. 26, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 455.
[244] Dârimî, c. 1, s. 24, Sem hûdf, c. 2, s. 390.
[245] İbn Sa’d, c. 1, s. 251 , Sem hûdf, c. 2, s. 391.
[246] Semhüdf, Vefâu’l-vıefâ, c. 2, s. 393.
[247] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ,c. 1, s. 252, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 1 37,138, Dârimî, Sünen, c. 1, s.24, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 454, Semhüdf, Vefâu’l-vefa, c. 2, s. 393.
[248] Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 253.
[249] Kadı lyaz, c. 1, s. 255, Semhüdf, c. 2, s. 390, Aliyyü’l-Kârf, Şifâ Şerhi, c. 1, s. 301.
[250] Dârimî, Sünen, c. 1, s. 25.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/172-175.
[251] İbn Sa’d. Tabakât. c. 1. s. 250.
[252] Abdurrezzak, Musannef, c. 3, s. 187, Müslim , Sahih, c. 2, s. 589 Ebu Dâvud, Sünen, c. 1, s. 286, İbn Mâce, Sünen, c. 1 , s. 351, Nesâf, Sünen, c. 4, s. 110.
[253] Dârimî, Sünen, c. 1, s. 23, Semhûdf, c. 2, s. 389.
[254] Semhûdi, Vefâu’l-vefâ, c. 2, s. 398.
[255] Abdurrezzak, Musannef, c. 3, s. 1 88-1 89.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/175-176.
[256] Semhûdı, Vefâu’l-vefâ, c. 2, s. 399-400.
[257] Şemhûclf, Vefa, c. 2, s. 398, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 68-69.
[258] İbn Esîr, Kâmil, c. 3, s. 463464.
[259] İbn Esîr, Kâmil, c. 3, s. 464, Semhûdf, Vefâu’l-vıefâ, c. 2, s. 398.
[260] İbn Esîr, Kâmil, c. 3, s. 464.
[261] İbn Esîr, Kâmil, c. 3, s. 464, Semhûdf, Vefâu’l-vefâ, c. 2, s. 399.
[262] Semhûdf, c. 2, s. 398, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 68.
[263] İbn Esîr, Kâmil, c. 3, s. 464.
[264] İbn Esîr, c. 3, s. 464, Semhûdf, c. 2, s. 398.
[265] İbn Esîr, c. 3, s. 464, Semhûdf, c. 2, s. 399, Diyarbekrî, c. 2, s. 69.
[266] İbn Esîr, c. 3, s. 464, Semhûdf, c. 2, s. 399.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/176-178.
[267] Semhûdı, Vetâu’l-vetâ, c. 2, s. 398-401.
[268] Semhûdı, Veta, c. 2, s. 405406.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/178-179.
[269] Semhûdf. Vefa. c. 2. s. 400.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/179.
[270] Semhûdf, Vefa, c. 2, s. 405.
[271] Zehebî, el-İber, c. 5, s. 216, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 375.
[272] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 375.
[273] Zehebî, el-İber, c. 5, s. 216.
[274] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 375.
[275] Zehebî, el-İber, c. 5, s. 216, Diyarbekrî, c. 2, s. 375.
[276] Zehebî, el-İber, c. 5, s. 216.
[277] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 375.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/179-180.
[278] Semhûdı, Vefau’l-vefa, c. 2, s. 407, 408, 411 .
[279] Diyarbekrî, Târıhu’l-hamîs, c. 2, s. 375-376.
[280] Eyyub Sabri Paşa, Mir’at-ı Medfne, c. 2, s. 422-424.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/180-183.
[281] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 973.
[282] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 160, İbn Ka^ım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 224.
[283] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 973, İbn Sa’d, c. 2, s. 1 60, İbn Kayvım , c. 2, s. 224.
[284] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 246.
[285] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 246.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/183.
[286] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 246-247, İbn Kayyım, c. 2, s. 224.
[287] Vâkıdı, c. 3, s. 973, İbn Sa’d, c. 2, s. 160, İbn Kayyım, c. 2, s. 224.
[288] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 247, İbn Kayyım, c. 2, s. 224.
[289] Vâkıdî, c. 3, s. 973, İbn Sa’d, c. 2, s. 160.
[290] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 300.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/183-184.
[291] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 973-974.
[292] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 118, Halebî, İnsânu’l-uyün, c. 3, s. 216.
[293] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 974.
[294] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 118, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 216.
[295] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 974.
[296] Diyarbekrî, c. 2, s. 118, Halebî, c. 3, s. 216.
[297] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 973-975.
[298] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 382.
[299] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 975, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 160-161.
[300] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 975.
[301] Yâ küt, Mu’cemu’l-büldân, c. 5, s. 427.
[302] Yâ küt, Mu’cemu’l-büldân, c. 3, s. 64.
[303] Vâkidi, Megâzî, c.3, s. 975.
[304] Vâki dr, Megâzî, c. 3, s. 975, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 1 61.
[305] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 161.
[306] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 975, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 1 61.
[307] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 270, Taberî, Târîh, c.3, s. 173.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/184-187.
[308] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 293-294.
[309] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 206.
[310] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 206, Vâkıdî, c.3, s. 975, İbn Sa’d.c.1, s. 294, c. 2, s. 161, Taberî, c. 3, s. 150.
[311] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 206-207, Tabeıî, c. 3, s. 150.
[312] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s:. 206-207, Vâkıdî, c. 3, s. 975, İbn Sa’d, c.1, s. 294, c. 2, s. 161.
[313] Vâkıdî, c. 3, s. 975, İbn Sa’d, c. 1, s. 294, c. 2, s. 161.
[314] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 207, Taberî, c. 3, s. 173.
[315] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 975.
[316] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 975, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 294.
[317] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 975, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 161.
[318] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 207, Taberî, Târîh, c. 3, s. 150.
[319] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 207, Vâkıdî, c. 3, s. 975, İbn Sa’d, c. 1, s. 294, c. 2, s. 161, Taberî, c.3, s. 150, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 287.
[320] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 207, Taberî, c. 3, s. 150, İbn esfr, c. 2, s. 287.
[321] Hucurât: 4.
[322] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 975-976.
[323] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 207, Vâkıdî, c. 3, s. 976, İbn Sa’d, c. 1, s. 294, c. 2, s. 161, Taberî, c. 3, s. 150.
[324] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 976.
[325] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 488.
[326] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 976.
[327] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 128.
[328] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 207, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 976, Taberî, Târîh, c. 3, s. 150-151, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 287-288.
[329] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 976.
[330] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 128.
[331] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 208, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 976, Taberî, Târîh, c. 3, s. 151 , İtan Esîr, Kâmil, c.2, s. 2888.
[332] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 128.
[333] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 208, Vâkıdî, c. 3, s. 976, Taberî, c. 3, s. 151, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 288.
[334] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 288.
[335] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 208, Vâkıdî, c. 3, s. 976-977, Taberî, c. 3, s. 151.
[336] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 208, Taberî, c. 3, s. 151 .
[337] Vâkıdî, c. 3, s. 977, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 294, Taberî, c. 3, s. 151.
[338] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 208-209, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 977, Taberî, c. 3, s. 151, İbn Esîr, Kâm il, c. 2, s. 288.
[339] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 979.
[340] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 309-312, Vâkıdî, c. 3, s. 977-978, Taberî, Târîh, c. 3, s. 151-152.
[341] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 979.
[342] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 212, Taberî, c. 3, s. 152.
[343] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 979.
[344] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 212, Vâkıdî, c. 3, s. 979, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 294, Taberî, c. 3, s. 153.
[345] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 212, Taberî, c. 3, s. 152.
[346] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 130.
[347] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 212, Taberî, c. 3, s. 152.
[348] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/187-193.
[349] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 979.
[350] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 282-283.
[351] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 213, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 979. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 213, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 979.
[352] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 979.
[353] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 213, Vâkıdî, c. 3, s. 975, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 294.
[354] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 213, Vâkıdî, c. 3, s. 979-980.
[355] Vâkıdî, c. 3, s. 980, İbn Sa’d, c. 1, s. 294
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/193-194.
[356] Vâkidi , c. 3, s. 979, İbn Sa’d, c. 1, s. 294.
[357] Hucurât: 1-2.
[358] Ahmet Hanbel, Müsned, c. 4, s. 6, Buhârî, SahıVı, c. 5, s. 116, c. 6, s. 4647.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/194.
[359] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 279, Züritânf, Mevâhibü’l-ledünnive Şerhi, c. 3, s. 47.
[360] Kalkaşandf, Nihâyetü’l-ereb, s. 72.
[361] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 980, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 161 .
[362] Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 279, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 47.
[363] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 119.
[364] Vâki dr, c. 3, s. 980, İbn Sa’d, c. 2, s. 161.
[365] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 980.
[366] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1553.
[367] Taberî, Tefsir, c. 26, s. 123, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 218.
[368] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 980, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 161 .
[369] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 279, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 47.
[370] Taberî, Tefsfr, c. 26, s. 124.
[371] Vâkıdî, c. 3, s. 980, İbn Sa’d, Tabakât, c. 1 61, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 279.
[372] Vâkıdî, c. 3, s. 980, İbn Sa’d, c. 2, s. 161.
[373] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 279.
[374] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 980-981, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 161-162, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 279.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/194-198.
[375] Kalkaşandf, Nihâyetü’l-ereb, s. 37-38.
İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 5, s. 428.
[376] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 31 .
[377] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 292.
[378] İbn Sa’d, c. 1, s. 292, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 234.
[379] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 31 .
[380] İbn Sa’d, c. 1, s. 292, İbn Ear, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 31.
[381] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 31 .
[382] İbn Hazm, Cemhere, s. 1 93.
[383] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye vıe’n-nihâye, c. 5, s. 88.
[384] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 31 .
[385] İbn Hazm, Cemhere, s. 1 93, .
[386] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 52.
[387] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 5, s.428.
[388] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 773.
[389] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 572.
[390] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 250, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 271.
[391] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 95, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 250.
[392] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 95, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, zs.250, İbn Kayyım, Zâd, c. 3, s. 56.
[393] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 31.
[394] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 250.
[395] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 292, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 31.
[396] Ebu’l-Fidâ, Tefsir, c. 4, s. 219-220, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 271.
[397] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 95, İbn Seyyid, c. 2, s. 250, İbn Kayyım, c. 3, s. 56.
[398] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 31.
[399] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 79.
[400] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 31 , İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1, s. 341.
[401] İbn Hazm, Cemhere, s. 1 93.
[402] İbn Sa’d, c. 1, s. 292, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 31, İbn Hacer, c. 1, s. 341.
[403] İbn Hazm, Cemhere, s. 1 93.
[404] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 31 .
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/198-200.
[405] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 250, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 56.
[406] İbn Esîr, Nihâye, c. 3, s. 330, Ffruzâbâdf, Kâmûsu’l-muhft, c. 3, s. 185.
[407] Ffruzâbâdf, Kâmûsu’l-muhft, c. 3, s. 185.
[408] İbn Esîr, Nihâye, c. 4, s. 214, Seyyid, Ta’rifât, s. 122.
[409] İbn Esîr, Nihâye, c. 4, s. 214.
[410] İbn Seyyid, c. 2, s. 250-251, İbn Kayyım, c. 3, s. 56, Halebî, c. 3, s. 272.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/200-201.
[411] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 31 .
[412] Halebî, İnsânu’l-uvûn, c. 3, s. 272.
[413] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 31 , Halebî, c. 3, s. 272.
[414] İbn Hacer. el-İsâbe. c. 1 . s. 341.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/201-202.
[415] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 293, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ye’n-nihâye, c. 5, s. 88.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/202.
[416] Hucurât: 17,İbnSa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 1, s. 292, Taberî.Tefsir, c. 26, s. 145, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 287, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 95, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 250, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 5, s. 88.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/202-203.
[417] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 269-270
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/203.
[418] İbn İshak, İbnHişam, Sîre,c.4,s. 121, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 924.
[419] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 960.
[420] Vâkıdî, c. 3, s. 960, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 5, s. 503.
[421] İbn Sa’d, Tabakât, c. 5, s. 503.
[422] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 128, Vâkıdî, c. 3, s. 960, İbn Sa’d, c. 5, s. 503.
[423] İbn Sa’d, Tabakât, c. 5, s. 503.
[424] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 615.
[425] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 960.
[426] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 182, Taberî, Târih, c. 3, s. 140.
[427] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 182, Vâkıdî, c. 3, s. 960, İbn Sa’d, c. 5, s. 503.
[428] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 182, Vâkıdî, c. 3, s. 960, İbn Sa’d, c. 5, s. 503, Taberî, c. 3, s. 140.
[429] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 182, Taberî, c. 3, s. 140.
[430] Zuhruf 31 .
[431] Taberî, Tefsir, c. 5, s. 65-66, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1067.
[432] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 41, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 528, Müslim, Sahih, c. 1 , s. 153.
[433] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 960.
[434] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 615-616, Heysemî, Meonau’z-zevâid, c. 9, s. 386, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 477.
[435] Vâkıdî, c. 3, s. 960, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 5, s. 503, Hâkim , c. 3, s. 616, Heysemî, c. 9, s. 386, İbn Hacer, c. 3, s. 477.
[436] Vâkıdî, c. 3, s. 960, İbn Sa’d, c. 1, s. 312.
[437] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 182, Taberî, Târih, t 3, s. 140, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1066.
[438] Vâkıdî, c. 3, s. 960, İbn Sa’d, c. 1, s. 312.
[439] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 960.
[440] Vâkıdî, c. 3, s. 960-961, İbn Sa’d, c. 5, s. 503. Vâkıdî, c. 3, s. 960-961, İbn Sa’d, c. 5, s. 503.
[441] Vâkıdî, c. 3, s. 961.
[442] İbn Sa’d, c. 5, s. 504.
[443] Vâkıdî, c. 3, s. 961, İbn Sa’d, c. 1, s. 312, c. 5, s. 504.
[444] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 961.
[445] Vâkıdî, c. 3, s. 961, İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 5, s. 504.
[446] İbn İshak, İbn Hişam Sîre, c. 4, s. 182, Vâkıdî, c. 3, s. 961, İbn Sa’d, c. 5, s. 504.
[447] Vâkıdî, c. 3, s. 961, İbn Sa’d, c. 5, s. 504, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 616.
[448] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 9, s. 386.
[449] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 616, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 9, s. 386.
[450] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 182, Taberî, c. 3, s. 140, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 283.
[451] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 5, s. 504.
[452] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 182, İbn Sa’d, c. 1,s.312, Taberî, c. 3, s. 140, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1 066.
[453] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 182, Vâkıdî, c. 3, s. 961, Taberî, c. 3, s. 140.
[454] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 961.
[455] Vâkıdî, c. 3, s. 961, İbn Sa’d, c. 5, s. 504.
[456] İbn Sa’d, Tabakât, c. 5, s. 504.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/203-207.
[457] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 182, Taberî, Târih, t 3,s.140,İbn Abdilberr, c. 3, s. 1066, İbn E ar, c. 2, s. 283.
[458] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 961, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 312, c. 5, s. 504.
[459] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 182, Vâkıdî, c. 3, s. 961, İbn Sa’d, c.1, s. 312, c. 5, s. 504, Taberî, c. 3, s. 140.
[460] Vâkıdî, c. 3, s. 961 İbn Sa’d, c. 5, s. 504.
[461] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 182, Vâkıdî, c. 3, s. 961, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1066, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 283.
[462] Vâkıdî, c. 3, s. 961, İbn Sa’d, c. 5, s. 504.
[463] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 182, Vâkıdî, c. 3, s. 961, İbn Sa’d, c.5,s. 504, Taberi, c.3, s. 140, İbn Abdilberr, c. 3, s. 1067, İbn Esir, c. 2, s:. 283.
[464] Vâkıdî, c. 3, s. 961, İbn Sa’d, c. 5, s. 504, Taberi, c. 3, s. 140, İbn Abdilberr, c. 3, s. 1067, İbnEaV, c. 2, s. 83.
[465] Vâkıdî, c. 3, s. 961, İbn Sa’d, c. 1, s. 312, c. 5, s. 504, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 616, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 9, s. 386.
[466] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 9, s. 386.
[467] Zemahşerf, Keşşaf, c. 3, s. 317, Kurtubf, Tefar, c. 15, s. 18.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/207-209.
[468] * Antakya halkı, Habfc’e, “Demek sen de onların dinindesin ha?!” dediler (Kurtubf, Tefsir, c. 15, s. 18). ** Antakya’nın müşrik halkı onu öldürdüler (Taberî, Tefsir, c. 22, s. 158-161). 461. Yâ an: 13-29.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/209-211.
[469] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 186-187, Vâki d f, M egâzf, c. 3, s. 962, İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 5, s. 504.
[470] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 962, İbn Sa’d, Tabakât, c. 5, s. 504.
[471] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 186-187, Vâkıdî, c. 3, s. 962, İbn Sa’d, c. 5, s. 504.
[472] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 187.
[473] Vâkıdı, Megâzî, c. 3, s. 962.
[474] Vâkıdı, Megâzî, c. 3, s. 962, İbn Sa’d, Tabakât, c. 5, s. 504-505.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/211.
[475] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 366, Kalkaşandf, Nihâyetü’l-ereb, s. 359.
[476] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 272.
[477] İbn Sa’d, Tabak ât, c. 1, s. 331, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 251, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 56, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 33, Halebî, c. 3, s. 272.
[478] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 331 .
[479] İbn Sa’d, c. 1, s. 331 , İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 33.
[480] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 349, İbn Hacer, c. 1, s. 243.
[481] İbn Sa’d, c. 1, s. 331 , Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 272.
[482] İbn Seyyid.c. 2, s. 251-252, İbn Kayyım, c. 3, s. 56, Halebî, c. 3, s. 272.
[483] İbn Seyyid.c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 56.
[484] İbn Sa’d, c. 1, s. 331 , İbn Seyyid, c. 2, s. 252, İbn Kayyım , c. 3, s. 56-57, Halebî, c. 3, s. 272.
[485] İbn Seyyid.c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57 Halebî, c. 3, s. 272.
[486] İbn Sa’d, c. 1, s. 331 , İbn Seyyid, c. 2, s. 252, İbn Kayyım , c. 3, s. 57.
[487] İbn Sa’d, c. 1, s. 331 , İbn Seyyid, c. 2, s. 252, İbn Kayyım , c. 3, s. 57.
[488] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 272.
[489] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 331.
[490] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 272.
[491] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 331.
[492] İbn Sa’d, c. 1, s. 331 , İbn Seyyid, c. 2, s. 252, İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 3, s. 57, Halebî, c. 3, s. 272.
[493] Halebî, İnsânu’l-uyÛn, c. 3, s. 272-273.
[494] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57, Halebî, c. 3, s. 273.
[495] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 272.
[496] İbn Seyyid.c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57, Halebî, c. 3, s. 273.
[497] İbn Seyyid.c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57.
[498] İbn Seyyid.c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57, Halebî, c. 3, s. 272.
[499] İbn Sa’d, c. 1, s. 332, İbn Seyyid, c. 2, s. 252, İbn Kayyım , c. 3, s. 57.
[500] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 332.
[501] İbn Seyyid, c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57.
[502] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 332, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 273.
[503] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 332.
[504] İbn Sa’d, c. 1, s. 332, İbn Seyyid, c. 2, s. 252, Halebî, c. 3, s. 273.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/212-214.
[505] İbrı Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 349, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1, s. 243.
[506] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1 , s. 243.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/214.
[507] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 332.
[508] İbn Sa’d, c. 1, s. 332, İbn Abdilberr, c. 2, s. 564, İbn E ar, c. 2, s. 260.
[509] İbn Adilberr, c. 2, s. 564, İbn E ar, c. 2, s. 260.
[510] M. Hamidullah, el-Vesâiku’s-ayâsiyye, no: 79.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/215.
[511] İbn Hazm, Cemhere, s. 390-391.
[512] Kalkaşandf, Nihâyetü’l-eneb, s. 172.
[513] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 2, s. 9.
[514] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 162, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 120.
[515]Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 2, s. 21.
[516] Yâkût, c. 2, s. 21, Kalkaşandî, s. 1 72.
[517] İbn Sa’d, c. 2, s. 162, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 380, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 21 8.
[518] Vâkıdî.Megâzî, c.3,s. 981, İbn Sa’d, c. 2, s. 162, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 206, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 226.
[519] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 981.
[520] Vâkıdî, c. 3, s. 981, İbn Sad, t 2, s. 162, İbn Seyyid, c. 2, s. 206, İbn Kayyım, c. 2, s. 226.
[521] Vâkidi, Megâzı,c.3,s. 981.
[522] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 4, s. 235.
[523] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 4, s. 125.
[524] Vâkıdî, c. 3, s. 981, İbn Sa’d, c. 2, s. 162, İbn Seyyid, c. 2, s. 206, İbn Kayyım, c. 2, s. 226.
[525] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 162, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 206, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 226, Kastalânf, M e vahi bü’l -I edünni ye, c. 1, s. 218-219, D iyarbekrf, T ârfhu’l -h am fs, c. 2, s. 120.
[526] İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 206, İbn Kayyım, Zâd, c. 2, s. 226.
[527] İbn Sa’d, c. 2, s. 162, Belâzuıî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 380, İbn Seyyid, c. 2, s. 206.
[528] İbn Sa’d, c. 2, s. 162, İbn Seyyid, c. 2, s. 206, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 221.
[529] İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 226.
[530] İbn Sa’d, c. 2, s. 162, İbn Seyyid, c. 2, s. 206, Kastal ânf, c. 1 , s. 219, Diyarbekrı, c. 2, s. 120.
[531] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 348.
[532] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 286.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/215-217.
[533] Vâkıdî,Megâzî, c.3, s. 983, İbn E sfr, Usdu’l-gâbe, c.3, s.358,İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 355, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs,c. 2, s. 120, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 48.
[534] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 280.
[535] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 285, İbn E sfr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 223.
[536] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 285.
[537] Vâkıdî, c. 3, s. 982, İbn E sfr, c. 3, s. 358, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 255, Diyarbekıî, c. 2, s. 120, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 48.
[538] Vâkıdî, c. 3, s. 982, İbn Sa’d, c. 1, s. 280, İbn E sfr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 358, İbn Hacer, c. 2, s. 355, Diyarbekrî, c. 2, s. 120, Zürkânf, c.3, s. 48.
[539] İbn Sa’d, c. 1.S.280.
[540] Zürkâni, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 48.
[541] İbn Sa’d, c. 1, s. 281 .
[542] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 285, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 507, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 223.
[543] İbn Sa’d, c. 1, s. 281 , İbn Esîr, c. 2, s. 223.
[544] Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 285, İbn Abdilberr, c. 2, s. 507, İbn Esîr, c. 2, s. 223.
[545] Vâkıdî, Megâif, c. 3, s. 982-983.
[546] Vâkıdî, c. 3, s. 983, İbn Esfr, c. 3, s. 358, İbn Hacer, c. 2, s. 355, Diyarbekrî, c. 2, s. 120, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 48.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/218-219.
[547] Vâkıdı, Megâzı, c. 3, s. 982, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 162, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 382.
[548] Vâkıdî, c. 3, s. 982, İbn Sa’d, c. 2, s. 162-163, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 227.
[549] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 743, İ bn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 47.
[550] Vâkıdı, c. 3, s. 982, İbn Sa’d, c. 2, s. 163, Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 3, s. 133, İbn Kayyım, c. 2, s. 227.
[551] Vâkıdî, c. 3, s. 982, İbn Sa’d, c. 2, s. 163, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 206-207, İbn Kayyım, c. 3, s. 227, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 222.
[552] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1 , s. 53.
[553] Vâkıdî, c. 3, s. 982, İbn Sa’d, c. 2, s. 163, İbn Seyyid, c. 2, s. 207, İbn Kayyım, c. 2, s. 227, İbn Hacer, c. 1,s.53.
[554] Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 219, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 120, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s.49.
[555] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 285-286.
[556] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 507, İ bn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 223.
[557] Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 286, İbn Abdilberr, c. 2, s. 507, İbn Esîr, c. 2, s. 223.
[558] İbn Sa’d, c. 1, s. 281 , İbn Abdilberr, c. 2, s. 507, İbn Esîr, c. 2, s. 223.
[559] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 286.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/219-222.
[560] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 330, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 252, İbn Kaybın, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 57, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 111.
[561] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 330.
[562] İbn Sa’d, c. 1, s. 330, İbn Seyyid,c.2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57.
[563] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 330.
[564] İbn Seyyid,c.2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57.
* Veya Ebu’d-Dâbis (İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 111).
[565] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 330.
[566] İbn Sa’d, c. 1, s. 330, İbn Seyyid, c. 2, s. 252, İbn Kayyım , c. 3, s. 57.
[567] İbn Seyyid, c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57.
[568] İbn Seyyid, c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57, İbn Hacer, c. 4, s. 111.
[569] İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 252, İ bn Kayyım, Zâdu’l-m ead, c. 3, s. 57.
[570] İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 58.
[571] İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 252, İbn Kayyım, Zâd, t 3, s. 57.
[572] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 330.
[573] İbn Seyyid, c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57.
[574] İbn Sa’d, c. 1, s. 330, İbn Seyyid, c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57.
[575] İbn Sa’d, c. 1, s. 330.
[576] İbn Seyyid, c. 2, s. 252, İbn Kayyım, c. 3, s. 57.
[577] İbn Sa’d, c. 1, s. 330, İbn Seyyid, c. 2, s. 252, İbn Kayyım , c. 3, s. 57.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/223-225.
[578] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8, s. 145, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1 , s. 457, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 2, s. 185, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 234.
[579] İbn Sa’d, Tab akât, c. 8, s. 143, Zehebî, Siyeru a’l âm i ‘n-n übelâ, c. 2, s. 184.
[580] İbn Sa’d, c. 8, s. 144, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 498, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 1664.
[581] İbn Sa’d, Tabakât, c. 8, s. 143.
[582] İbn Sa’d, c. 8, s. 143-144, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 2, s. 184.
[583] İbn Sa’d, Tabakât, c. 8, s. 144.
[584] İbn Sa’d, c. 8, s. 144, Zehebî, c. 2, s. 185.
[585] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 498, Buhârî, c. 6, s. 164, Bedrüddin Aynf, Um detü’l-kârf, c. 20, s. 231.
[586] Aynı kaynaklar.
[587] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 488, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 163.
[588] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8, s. 144, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 2, s. 185.
[589] İbn Sa’d, Tabakât, c. 8, s. 144.
[590] İbn Sa’d, c. 8, s. 144-146, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 457, Zehebî, c. 2, s. 185.
[591] İbn Sa’d, c. 8, s. 144-146, Belâzurî, c. 1, s. 457, Zehebî, c. 2,5.185, İbn Hacer, c. 4, s. 234.
[592] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 498, Buhârî, c. 6, s. 163-164, Bedrüddin Aynf, c. 20, s. 231.
[593] İbn Sa’d, Tabakât, c. 8, s. 146, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 498, Buhârî, c. 6, s. 164.
[594] İbn Sa’d, c. 4, s. 146, İbn Hacer, c. 4, s. 234.
[595] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 498, Buhârî, c. 6, s. 1 64, İbn Hacer, c. 4, s. 234.
[596] Buhârî, Sahih, c. 6, s. 1 64, Bedrüddin Aynf, Umdetu’l-kârf, c. 20, s. 232.
[597] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8, s. 146, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 498, Buhârî, c. 6, s. 164, Belâzurî, Ensâbu’l- eşrâf, c. 1, s. 456, Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 86.
[598] Belâzurî, c. 1, s. 458, Yâkubî, c. 2, s. 86.
[599] İbn Sa’d, c. 8, s. 146, Belâzurî, c. 1, s. 458 Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 2, s. 185, B. Aynf, c. 20, s. 232, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 9, s. 313.
[600] Belâzurî, c. 1, s. 458, Yâkubî, c. 2, s. 86, B. Aynf, c. 20, s. 232.
[601] İbn Sa’d, c. 8, s. 146, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 498, Buhârî, c. 6, s. 164, Belâzurî, c. 1.S.458.
[602] İbn Sa’d, c. 8, s. 146, Belâzurî, c. 1, s. 458, Bedrüddin Aynf, c. 20, s. 232, İbn Hacer, c. 9, s. 313.
[603] Belâzurî, c. 1, s. 458, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1786, İbnEsîr, Usdu’l-gâbe, c. 7, s. 17, Bedrüddin Aynf, Umde, c. 20, s. 232.
[604] İbn Sa’d, c. 8, s. 145, Belâzurî, c. 1, s. 456.
[605] İbn Sa’d, c. 8, s. 145, Belâzurî, c. 1, s. 456-458, İbn Abdilberr, c. 4, s. 1786.
[606] Belâzurî, c. 1, s. 456457, İbn Abdilberr, c. 4, s. 1786.
[607] İbn Sa’d, c. 8, s. 146, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 498, Buhârî, c. 6, s. 164, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 234.
[608] İbn Sa’d, c. 8, s. 146.
[609] İbn Sa’d, c. 8, s. 146, Belâzurî, c. 1, s. 457, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 234.
[610] İbn Sa’d, c. 8, s. 146, İbn Hacer, c. 4, s. 234.
[611] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8, s. 146.
[612] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8, s, s. 146, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 234.
[613] İbn Sa’d, Tabakât, c. 8, s. 146, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 2, s. 185, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 234.
[614] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/225-229.
[615] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 7, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 163, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 382.
[616] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 163.
[617] Vâkidi, Megâzı,c.3,s. 983.
[618] Vâkıdî, c.3, s. 983, İbn Sa’d, c. 2, s. 163, Halebı, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 222, Zürkânı, Merâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3,s. 49.
[619] Vâkıdî, c. 3, s. 983, Belâzurî, c. 1, s. 382.
[620] Belâzuıî, c. 1,5.382.
[621] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 983, İbn Sa’d, c. 2, s. 163, İbn Seyvid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 207, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 227.
[622] Diyarbekrî, Târıîıu’l-hamfs, c. 2, s. 1 20.
[623] Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 50.
[624] Vâkıdî, c. 3, s. 983, İbn Sa’d, c. 2, s. 163, İbn Seyyid, c. 2, s. 207, İbn Kayy,m, c. 2, s. 227.
[625] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 289, Vâkıdî, c. 3, s. 983, Belâzurî, c. 1, s. 382, Diyarbekrî, c. 2, s. 120.
[626] Vâkıdî, c. 3, s. 983, İbn Sa’d, c. 2, s. 163.
[627] İbn Şa’d, c. 2, s. 163, İbn Seyyid, c. 2, s. 207, İbn Kayyım, c. 2,3.221
[628] İbn İshak.İbnHişam, c. 4, s. 289, Vâkıdî, c.3, s. 983, İbn Sa’d, c. 2, s. 163, İbn Kayyım, c. 2, s. 227.
[629] Vâkidf, c. 3, s. 983, İbn Sa’d, c. 2, s. 163, İbn Seyyid, c. 2, s. 207.
[630] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 289.
[631] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/229-231.
[632] İbn İshak, İbn Hişam, Sine, c. 4, s. 289, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 983-984, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 163, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 207, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 227.
[633] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 82, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1469.
[634] Buhârî,Sahıh,c.8, s. 1 35, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1469, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 227.
[635] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 82, Buhârî, c. 8, s. 135, Müslim, c. 3, s. 1469, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 120.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/231.
[636] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8, s. 12-13.
[637] İbn Sa’d. Tabakâtü’l-kübrâ. c. 8. s. 214-215.
* F, L, S bu üç harfli sözün üç türlü okunuşu vardır
1- Füls (İbn Esîr, Nihâye, c. 3, s. 470).
2- Fils (Ffruzâbâdf, Kâm ûsu’l-muhit, c. 2, s. 246).
3- Fels (Yakut, Mu’cemu’l-büldân, c. 4, s. 273).
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/231-232.
[638] Vâkıdı, c. 3, s. 984, İbn Sa’d, c. 2, s. 164, İbn Seyyid, c. 2, s. 207.
[639] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 985.
[640] Vâkıdî, c. 3, s. 984, İbn Sa’d, c. 2, s. 164, İbn Sevyid, c. 2, s. 207, İbn Kayy,m, c. 2, s. 227.
[641] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 89.
[642] İbn Habib, Kitâbu’l-muhabber, s. 316, İbn Hazm, Cemhere, s. 493.
[643] Ebu’l-Münzir Hişam, s. 59-60, Yâküt, Mu’cemu’l-büldân, c. 4, s. 273.
[644] Yâ küt, Mu’cemu’l-büldân, c. 3, s. 257.
[645] Yâ küt, Mu’cemu’l-büldân, c. 282.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/232-233.
[646] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 984-987.
[647] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 164, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 207, İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 2, s. 227.
[648] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 987.
[649] Vakıdî, Megâzî, c. 3, s. 988.
[650] İbn Sa’d, c. 2, s. 164, İbn Seyyid, c. 2, s. 207, İbn Kayyım , c. 2, s. 227.
[651] Vâkıdî, c. 3, s. 987-988, İbn Sa’d, c. 2, s. 164, İbn Seyyid, c. 2, s. 207, İbn Kayyım, c. 2, s. 227-228.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/233-237.
[652] Vâkıdî, c. 3, s. 988, İbn Sa’d, c. 2, s. 164, İbn Seyyid, c. 2, s. 207.
[653] Ebu’l-Münzir Hişam, Kitâbu’l-esnam, s. 61-62, Taberî, Târih, c. 3, s. 148.
[654] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 285.
[655] Vâkıdî, c. 3, s. 988, İbn Sa’d, c. 2, s. 164, İbn Seyyid, c. 2, s. 207.
[656] Yâ küt, Mu’cemu’l-büldân, c. 3, s. 64.
[657] Vâkıdî, c. 3, s. 988, İbn Sa’d, c. 2,164, İbn Seyyid, t 2, s. 207-208, İbn Kayyım, c. 2, s. 227-228.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/237-238.
[658] İbnİshak,İbnHişam, Sîre, c. 4, s. 225, Taberî, Târih, c. 3, s. 237, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 5, s. 63-64, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 237, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 228. * Veya Remle binti Hâricin konağına (Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 988).
[659] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 226, Taberî, c. 3, s. 149.
[660] İbn İshak, İbn Hişam.Sîre, c. 4, s. 226, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 989, Taberî, TâriTı, c. 3, s. 149, İbn Seyyid, UyÛnu’l-eser, c. 2, s. 237-238, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 5, s. 64, İbn Kayyım , Zâdu’l-m ead, c. 2, s. 228.
[661] Halebî, İnsânu’l-uyÛn, c. 3, s. 224.
[662] İbn İshak, İbn Hisam, c. 4, s. 226, Taberî, Târih, c. 3, s. 149.
[663] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 7, s. 143.
[664] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s:. 225-226, Taberî, Târih, c. 3, s:. 149.
[665] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 226-227, Taberî, Târih, c. 3, s. 149, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 285-286, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye vE’n-nihâye, c. 5, s:. 64.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/238-241.
[666] Taberî, Târîh, c. 3, s. 154, Süheyli, Ravdu’l-ünüf, c. 3, s. 262, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 318, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1, s. 109, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 139.
[667] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 11.
[668] Mâlik, Muvatta’, c. 1, s. 226, Abdurrezzak, Musannef, c. 3, s. 479, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 71, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre,s. 30, Süheyli, Ravd, c. 3, s. 262.
[669] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 400, c. 4, s. 7.
[670] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 319, Buhârî, c. 4, s. 246, Müslim, c. 2, s. 657.
[671] Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 363, Buhârî, c. 4, s. 246, Müslim, c. 2, s. 657.
[672] Mâlik, c. 1, s. 226, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 438-439, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 21 2.
[673] İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 490, İbn Hazm, s. 30.
[674] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 295.
[675] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 295, İbn Mâce, Sünen, c. 1 , s. 490.
[676] Süheyli, Ravdu’l-ünüf, c. 3, s. 262.
[677] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 1 39.
[678] İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 490.
[679] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 529.
[680] Mâlik, c. 1, s. 226-227, Abdurrezzak, Musannef, c. 3, s. 479, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 289, 438439, Buhârî, c. 2, s. 71 , Müslim, c. 2, s. 657, E bu Dâvud, c. 3, s. 212.
[681] İbn İshak, İbn Hisam, c. 1, s. 365, Zehebî, c. 1 , s. 316, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 77.
[682] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 11.
[683] Zehebî, c. 1, s. 306, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 78.
[684] Süheyli, Ravdu’l-ünüf, c. 3, s. 262, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1 , s. 109.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/241-243.
[685] İbn İshak, İbn Hişam Sîre.c. 1, s. 364, Ebu’l-Ferec İbn Cevzf, el-Vefâ, c. 2, s. 736, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s.82,Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 308,
315, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 77, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1, s. 209.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/243.
[686] İbn Hazm, Cevâmiu’s-aYe, s. 30, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 69.
[687] İbnİshak, İbn Hişam, Sine, c. 1, s. 344-362, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 203-204,207, İbn Esn-, Kâmil, c. 2, 76-81 , İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 115-120, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 67-77.
[688] Zehebî, Siyem a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 306.
[689] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/243-244.