HAYBER’DEN SONRA
Devsîlerin Medine’ye Gelişi ve Kendilerine Hayber Ganimetinden Hisse Verilişi
Ebu Hureyre’nin ve Annesinin Müslüman Oluşu
Ebu Hureyre’nin “Ebu Hureyre” Künyesiyle Anılışının Sebebi
Hz. Cafer ve Arkadaşlarının ve Eş’arîlerin Habeşistan’dan Medine’ye Gelişi
Fedek Yahudileriyle Anlaşma Yapılması
Fedek’in Mevkii ve Tarihçesi
Fedekli Yahudilerin Direnişleri
Hakem b. Saîd b. Âs’ın Fedek ve Çevreleri Valiliğine Atanışı
Vâdi’l-kurâ Gazası
Seferin Tarihi, Mevkii, Tarihçesi ve Sebebi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidleri Savaş Düzenine Koyuşu ve Yahudileri İslâmiyete Davet Edişi
Vâdi’l-kurâ Yahudilerinin Bir Müddet Çarpıştıktan Sonra Teslim Olmaları
Amr b. Saîd’in Vâdi’l-kurâ Valiliğine Atanışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Safiyye ile Evlenişi
Ebu Eyyûb Halid b. Zeyd el-Ensârî’nin Peygamberimiz Aleyhisselamın Çadırını Bekleyişi
Teymâ Yahudilerinin Haraca Bağlanışı
Teymâ Seferinin Tarihi, ilfievfûi ve Sebebi
Teymâ Yahudilerinin Haraca Bağlanarak Yerlerinde Bırakılmaları
Yezid b. Ebu Süfyan’ın Teymâ Valiliğine Atanışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Çarpışmak İçin Benî Fezârelere Haber Salışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber’den Medine’ye Yönelişi
Devsîlerin Deccac Harresine Yerleştirilişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Cafer’in Gelişine Sevinişi ve Ona Mescidin Yanında Ev Yaptırışı
Habeş Ülkesinden Gelen ve Müslüman Olan Din Adamları
Ensarın Muhacirlere Bağışladıkları Hurma Bahçeleri ve Ağaçların Ensara Geri Verilişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Sıkıntıya Düşen Mekkeli Müşriklere Yardımda Bulunuşu
Hz. Ömer’in Türebe’ye Gönderilişi
Seferin Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Hz. Ebu Bekir’in Necd’deki Hevâzinlere Gönderilişi
Seferin Tarihi ve Sebebi
Beşir b. Sa’d’ın Fedek’te Benî Mürrelere Gönderilişi
Seferin Tarihi ve Sebebi
Galib b. Abdullah el-Leysî’nin Meyfaa’ya Gönderilişi
Seferin Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Beşir b. Sa’d’ın Cinab’a Gönderilişi
Seferin Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Hâris’in Uyeyne’yi Öğütlemesi ve Birlikte Müslüman Olmaya Niyetlenmeleri
Abdullah b. Sehl’in Hayber’de Öldürülüşü
Diyet Hakkında Kasâme Usûlüne Göre Hüküm Verilişi
Kasâme Ne Demektir ve Nasıl Olur?
Abdullah b. Sehl’in Diyetinin Zekat Develeriyle Ödenişi
HAYBER’DEN SONRA
Devsîlerin Medine’ye Gelişi ve Kendilerine Hayber Ganimetinden Hisse Verilişi
Devs kabilesinden ilk Müslüman olan kişi, Tufeyl b. Amr idi ve onun İslâm’la şeneflenişi İslâm’ın ilk yıllarında gerçekleşmişti.
Hicretin 7. yılında, Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber’de bulunduğu sırada, Devs kabilesinden, Tufeyl b. Amr’a uyup Müslüman olan 70 veya 80 ev halkı, Medine’ye hicret edip geldi.[1]
Gelenlerin 80 veya 90 ev halkı oldukları da rivayet edilir.[2]
Devsîler, Hayber’e kadar giderek, orada Peygamberimiz Aleyhisselamla buluştular. [3]
Devsîler:
“Yâ Rasûlallah! Bize savaşta sağ yanında yer ver ve Yâ Mebrûrl’ sözünü de bize savaş parolası yap!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, öyle yaptı. [4]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Devsîlere, Hayber ganimetinden hisse verdi. [5]
Ebu Hureyre’nin ve Annesinin Müslüman Oluşu
Devs kabilesinden Tufeyl b. Amr’ın İslâmiyete davetine ilk icabet eden, Ebu Hureyne idi.[6] Ebu Hureyre, Devsîlerle Medine’ye gelirken, uzayıp giden gece yolculuğundan sıkılıyor, (Medine’ye bir an evvel kavuşmak için) sabırsızlanıyor ve:
“Ey yolculuk gecesi! Ben bıktım onun uzunluğundan ve sıkıntısından!
Fakat, kurtaran da odur beni küfürve inkâr yurdundan!” mealli beyti okuyordu. [7]
Ebu Hureyre, Devsîlerle birlikte Hayber’e vardığı zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam Natat kalesini fethetmiş, Ketibe kalesini de kuşatmış bulunuyordu. [8]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu Hureyreyi görünce, ona:
“Sen kimlerdensin?” diye sordu.
Ebu Hureyre:
“Devs’tenim!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ben, Devs içinde kimi gördümse, onda hayır gördüm!” buyurdu. [9]
Ebu Hureyre, gelirken, yolda kölesini kaybetmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselamla oturduğu sırada, köle oraya çıkageldi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu Hureyreye:
“İşte, kölen geldi!” buyurdu.
Ebu Hureyre:
“Sen şahit ol ki, o hürdür! Ben onu Allah nzası için azad ettim!” dedi. [10]
Ebu Hureyre’nin “Ebu Hureyre” Künyesiyle Anılışının Sebebi
Ebu Hureyre, “Kedicik Babası” demektir. Kendisine:
“Sen ne için Ebu Hureyre künyesini aldın?” diye sorulmuştu. Ebu Hureyre:
“Ben ev halkıma ait davarları güderdim.
Benim bir de kediciğim vardı. Onu geceleri otların içine koyardım. Gündüz olunca, onu yanımda taşır, onunla oynardım.
Beni ‘Ebu Hureyre1 diye bununla künyelediler.[11]
Medine’de de, bir gün, kaftanımın yeninin içinde bir kedicik taşıyordum.
Resûlullah Aleyhisselam beni gördü ve bana:
‘Nedir bu?’ diye sordu.
‘Bir kediciktir!’ dedim.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam, bana:
‘Yâ Ebâ Hureyre! Ey Kedicik Babası!’ buyurdu” demiştir.
Bundan sonra, o hep Ebu Hureyre künyesiyle anılmış, [12] asıl adı unutulmuştur.
Ebu Hureyre der ki:
“Anam müşrik bir kadındı.
Kendisini İslâmiyete davet ettikçe, hep bundan kaçınır dururdu.
Yine, bir gün, onu İslâmiyete davet etmiştim.
Bana, Resûlullah Aleyhisselam aleyhinde, hoşlanmayacağım sözler işittirdi.
Ağlayarak, Resûlullah Aleyhisselamın yanına vardım ve:
‘Yâ Rasûlallah! Ben anamı İslâmiyete davet edip duruyorum. O ise, hep bana karşı koyuyor.
Bugün, onu tekrar İslâmiyete davet etmiştim. Kendisi bana senin aleyhinde, hoşlanmayacağım şeyler söyledi.
Ebu Hureyre’nin anasını hidayete erdirmesi için Allaha dua et!’ dedim.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam:
‘Allah’ım! Ebu Hureyre’nin anasına hidayet ver, doğru yolu göster!’ diyerek dua etti.
Ben hemen Allah’ın Peygamberinin bu duasını anama müjdelemek için gittim.
Kapının önüne geldiğim zaman, kapı kilitlenmiş bulunuyordu.
Anam, ayaklarımın sesini iş itmişti. Bana:
‘Ey Ebu Hureyre! Dur olduğun yerde!’ diye seslendi.
İçeriden, su çağıltısı işittim.
Anam yıkanıp gömleğini giydi, başörtüsünü başına almadan kapıyı açtı ve:
‘Gir içeri ey Ebu Hureyre!’ dedi.
İçeri girdim. Anam:
‘Eşhedü en lâ ilahe illallah! Ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûlüh=Ben şehadet ederim ki; Allahtan başka hiçbir ilah yoktur! Ve yine şehadet ederim ki; Muhammed, Allah’ın kulu ve resûlüdür!’ dedi.
Hemen, dönüp Resûlullah Aleyhisselamın yanına vardım. Sevincimden ağlamakta idim.
‘Yâ Rasûlallah! Müjde! Allah senin duanı kabul etmiş! Ebu Hureyre’nin anasını İslâmiyete hidayet buyurmuş!’ dedim.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam, Allah’a hamd ü sena etti ve:
‘Hayırlı olsun!’ buyurdu.
‘Yâ Rasûlallah! Beni ve anamı bütün mü’min kullarına sevdirmesi, onlan da bize sevdirmesi için Allah’a dua etsen!’ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Allah’ım! Şu kulcağızını ve anasını mü’min kullarına sevdir. Mü’minleri de onlara sevdir!’ diyerek dua etti.
Artık, beni işiten ve gören hiçbir mü’min halk olunmadı ki, beni veya anamı sevmiş olmasın!” [13]
Hz. Cafer ve Arkadaşlarının ve Eş’arîlerin Habeşistan’dan Medine’ye Gelişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın amcası Ebu Talib’in oğlu Hz. Cafer ile arkadaşlarının ve Eş’arîlerin Habeş ülkesinden Medine’ye gelişleri, Hudeybiye muahedesinden sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber’de bulunduğu sırada.[14] Hicretin 7. yılında idi. [15]
Eş’arîler, 52 veya 53 kişi idiler. [16]
Ebu Musa el-Eş’arî der ki:
“Biz Eş’arîler Yem en’de iken, Peygamber Aleyhisselamın ortaya çıkışı haberi bize erişmişti.
Bunun üzerine, biz, ben ve iki kardeşim-ki, onların biri Ebu Bürde, diğer Ebu Rühm olup, ben onların en küçüğüyüm dür-kavm im izden 53 veya 52 kişi ile birlikte, Resûlullah Aleyhisselam tarafına muhacir olarak yola çıktık, bir gemiye bindik.
Gemimiz, bizi, havanın elverişsizliği yüzünden, Habeş Necaşîsinin ülkesine bıraktı. [17]
Cafer b. Ebu Talib’le arkadaşları, Necaşî’nin yanında idiler. [18]
Orada, Cafer b. Ebi Talib[19] ve yanındaki arkadaşlarıyla buluştuk.
Cafer:
‘Resûlullah Aleyhisselam bizi buraya yolladı ve burada bir müddet oturmayı bize emretti.
Siz de bizimle birlikte burada bir müddet oturun!1 dedi. [20]
Bunun üzerine, biz de, orada, Cafer’in yanında oturduk. [21]
Nihayet, oradan, gemiye bindirilerek Resûlullah Aleyhisselama gönderildik. [22]
Hep birlikte Medine’ye geldik.
Hayberl fethettiği sırada, Resûlullah Aleyhisselama kavuştuk. [23]
Peygamber Aleyhisselam, bizlere de, Hayber ganimetinden pay ayırdı veya o ganimetten birşeyler vendi.
Halbuki, Hayber fethinde bulunmayan hiçbir kimseye, ganimetten hiçbir şey vermedi, ancak Hayber’de kendisiyle birlikte olanlara pay verdi.
Bundan, Cafer ve arkadaşlarıyla birlikte gemimizde bulunanları müstesna tutup, Hayber mücahid-leriyle birlikte onlara da bir pay verdi.” [24]
Fedek Yahudileriyle Anlaşma Yapılması
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hayber üzerine yürüdüğü ve Hayber’e yaklaştığı sırada, Muhayyısa b. Mes’ud’u, Hayberiilerle olduğu gibi, Fedeklilerle de çarpışacağını bildirerek kendilerini korkutmak ve İslâmiyete davet etmek üzere, elçi olarak Fedek’e göndermişti.[25]
Muhayyısa’nın, Hayber’den dönüldüğü sırada gönderildiği de rivayet edilir. [26]
Benî Kurayza Yahudileri Hendek savaşında görülen hıyanetleri üzerine cezalandırıldıkları zaman, Hayber Yahudileri; Fedek, Vâdi’l-kurâ ve Teymâ Yahudilerini yanlarına alarak Medine üzerine yürümeyi kararlaştırmışlardı. [27]
Hicretin 6. yılında, Sa’d b. Bekr oğulları kabilesi de, Peygamberimiz Aleyhisselama karşı girişecekleri askerî harekatta Hayber Yahudilerine yardım etmek üzere, Fedek’te toplanmışlardı. [28]
Fedek’in Mevkii ve Tarihçesi
Fedek, Şam’ın Hicaz bölgesinde ve Hayber tarafındadır.[29] Fedek, Hicaz karyelerinden olup, Medine’ye iki veya üç günlüktür. Fedek’te yerden fışkıran sular ve pek çok hurma bahçeleri vardır.
Buraya, Nuh Aleyhisselamın torunu Fedek b. Hâm gelip konan ilk kişi olduğu için, Fedek ismi ver-ilmiştir. [30]
Fedekli Yahudilerin Direnişleri
Muhayyısa, Fedek’e vanp, Fedekli Yahudilere söyleyeceklerini söyledi.[31]
İki gün onların yanlarında oturdu.
Fedekliler durumu dikkatle gözetliyorlar ve:
“Natatta, Âmir, Yâsir, Umeyr, Haris ve Yahudilerin seyyidi, ulu kişisi Merhab var!
Muhammed’in onlara yaklaşabilecek, dayanabilecek güçte olduğunu sanmıyoruz!
Çünkü, onların yanında 10.000 savaş eri bulunuyor!” diyorlardı. [32]
Muhayyısa, onlarda barış meyli göremeyince, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına dönmek istedi.
Fedek Yahudileri:
“Biraz sabırlı ol! Durumu kavmimizin büyükleriyle görüşüp konuşuncaya kadar buradan ayrılma! [33]
Bizim için banş sağlamak üzere, seninle bazı adamlar gönderelim” dediler.[34]
Fedekliler, Hayber Yahudilerinin Peygamberimiz Aleyhisselama karşı kolayca savunabileceklerini, korunabileceklerini sanıyorlardı.
Çok geçmeden, Fedeklilere, Nâim halkının ve onların en babayiğitlerinin öldürüldükleri,[35] Nâim kalesinin Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından fethedildiği[36] haberi geldi.
Fedeklilerin kolları kırıldı ! [37] Yüce Allah, onların kalblerine büyük korku düşürdü. [38]
Muhayyısa’ya:
“Sana söylemiş olduğumuz şeyleri bizden işitmemiş ol! Gizli tut! Şu takılar senin olsun!” diyerek, kadınlarından topladıkları birçok takıları vermek istediler!
Muhayyısa:
“Hayır! Sizden işitmiş olduğum sözler, Resûlullah Aleyhisselama haber verilecektir!” dedi.
Fedekli Yahudiler; yok edileceklerini anlayan Hayberli Yahudilerin, kanlan bağışlanıp bütün mal ve mülklerini bırakarak yurtlarından çıkıp gitmeyi istediklerini işitince, bunlarda, kanlan bağışlanmak, bütün mal ve mülklerini bırakarak yurtlarından çıkıp gitmek üzere anlaşma yapmaya isteklendiler. [39]
Fedek Yahudilerinin başkanı Nun b. Yûşa, Fedekli Yahudilerden bazılarını yanına alarak, Muhayyısa ile birlikte Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.
Bütün gayrimenkul mallarının ürünlerini toplayıp yurtlarından gitmek, Peygamberimiz Aleyhisselama birşey bırakmamak, geride bir kırık malları kalacak olsa gelip onu da almak şartıyla barış teklifinde bulundu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Fedekli Yahudilerin bu teklifini kabul etmedi.
Muhayyısa, onlara:
“Sizin korunabilecek ne gücünüz, ne savaş erleriniz, ne de kaleleriniz var!
Resûlullah Aleyhisselam üzerinize yüz kişi gönderecek olsa, hepinizi kendisinin yanına sürer, getirirler!” dedi. [40]
Yahudiler, birçok konuşmalardan sonra, [41] Fedek arazisinin yarısı kendilerine bırakılmak, yarısı da Peygamberimiz Aleyhisselama ait olmak üzere anlaşma yapmaya razı oldular.
Peygamberimiz Aleyhisselam da bunu kabul etti ve buna göre anlaşma yaptı. [42]
Yapılan anlaşmaya göre; Fedek arazisinin ve hurmalıklarının yarısı Peygamberimiz Aleyhisselama ait oluyordu.[43]
Fedek; Haşr sûresinin 6. âyetine göre, hiçbir askerî harekat yapılmadan barış yoluyla fethedildiği için, Hayber’de olduğu gibi Müslümanlar arasında bölüştürülmeyip, Peygamberimiz Aleyhisselama ait olmak üzere kaldı. [44]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Fedek gelirlerinden, konuklara harcardı. [45]
Hakem b. Saîd b. Âs’ın Fedek ve Çevreleri Valiliğine Atanışı
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hakem (Abdullah) b. Saîd b. Âs’ı, Fedekve çevreleri valiliğine tayin etti.[46]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Fedek Yahudileriyle de anlaşma yaptıktan sonra, Hayber’den ayrılıp Vâdi’l-kurâya doğru yollandı. [47]
Vâdi’l-kurâ Gazası
Seferin Tarihi, Mevkii, Tarihçesi ve Sebebi
Vadi11-kura seferi, Hicretin 7. yılında, Cumâde’l-âhire ayında, Peygamberimiz Aleyhisselamin Hayber’den dönüşü sırasında vuku bulmuştur.[48]
Vâdi’l-kurâ, Şam’la Medine arasında uzun bir vadidir.
Teymâ ile Hayber arasında bulunan Vâdi’l-kurâ’d a birçok karyeler bulunduğu için, oraya Vâdi’l-kurâ adı verilmiştir. [49]
Vâdi’l-kurâ, Medine’ye 7 geceliktir. [50]
Vâdi’l-kurâ, Hıcr ve Cinab, önce Kudâaların, sonra da Cüheyne ve Uzrelerin konak yerlerinden olmuştu.
Şam hacıları, oradan gelir geçerler.
Vâdi’l-kurâ; eskiden, Semûd ve Âd kavimlerinin konak yerleri idi.
Yüce Allah, onları yolsuzlukları yüzünden orada yok etmişti.
Vâdi’l-kurâ’da, hâlâ onların eserlerinin kalıntıları vardır.
Semûd veÂd kavminden sonra, oraya Yahudiler gelip yerleştiler, kapanmış su kuyularının ağızlarını açtılar. Oraya hurma ağaçları diktiler.
Vâdi’l-kurâ’ya kabileler gelip konmaya başlayınca, Yahudiler onlarla aralarında anlaşma yaptılar.
Yapılan anlaşmaya göre; Yahudiler kabilelerin yıllık yiyeceklerini üzerlerine alacaklar, onlar da Araplara karşı Yahudileri koruyacaklardı.
Kudâa kabileleri, böylece, Yahudileri Arapların saldırılarından korumuşlardı.
Rivayete göre; Muaviye b. Ebu Süfyan, halifeliği devrinde Vâdi’l-kurâ’ya uğradığında, Yüce Allah’ın:
“Sizler, buradaki nimetlerin içinde, bağların, su kaynaklarının içinde, ekinlerin ve tomurcukları nazik, yumuşak hurma ağaçlarının içinde hep öyle emîn emîn bırakılacak mısınız?” (Şûra: 146-148) mealli âyetlerini okuduktan sonra:
“Bu âyetler, bu memleket halkı hakkında inmiştir. Burası da, Semûd kavminin memleketlerindendir. Âyetlerde haber verilen su kaynakları, hani nerededirler?” diye sormuştu.
Bir adam, ona:
“Allah, o sözünde doğrudur.
Su kaynaklarının ortaya çıkarılmasını istiyor musun?” dedi.
Muaviye b. Ebu Süfyan:
“Evet!” deyince, hemen kazıya başlanıp seksen tane su kaynağı ortaya çıkarıldı.
Bunun üzerine, Muaviye b. Ebu Süfyan:
“Allah, Muaviye’den daha doğrudur!” dedi. [51]
Vâdi’l-kurâ seferinin sebebine gelince; Benî Kurayza Yahudileri, Hendek savaşında görülen hıyanetleri üzerine cezalandırıldıkları zaman, Hayber Yahudileri, Vâdi’l-kurâ, Fedek ve Teymâ Yahudilerini yanlarına alarak Medine üzerine yürümeyi kararlaştırmışlardı. [52]
Bunun için, Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber dönüşünde Vâdi’l-kurâ Yahudileri üzerine de yürümeyi gerekli gördü ve yürüdü. [53]
Önce Sibar’da, sonra da, Sahbâ’da konakladı. [54]
Akşam üzeri, güneş batarken, Vâdi’l-kurâya kavuşup orada konakladı. [55]
Vâdi’l-kurâ’da konakladığı sırada, Vâdi’l-kurâ Yahudilerinin yanında Araplardan bazı konuklar bulunuyordu. [56]
Vâdi’l-kurâ Yahudileri, Peygamberimiz Aleyhisselamın geldiğini işitince, çarpışmak için hazır-landılar. [57]
Köşklerinin üzerlerinden, bağırmaya, çağırmaya başladılar ve Peygamberimiz Aleyhisselamı oklarla karşıladılar![58]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidleri Savaş Düzenine Koyuşu ve Yahudileri İslâmiyete Davet Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselam Müslümanları çarpışmak için düzenledi, sıraladı.
Sa’db.U badeye sancak, Sehl b. HuneyfileAbbâdb.Bişr’e[59]ve Hubabb.Münzir’e de birer bayrak verdi. [60]
Sonra da, Vâdi’l-kurâ Yahudilerini İslâmiyete davet etti.
Müslüman oldukları takdirde, mallarını iğtinam edilmekten ve kanlarını dökülmekten koruyacaklarını, kalblerinde taşıdıklarının hesabının ise Allah’a ait olduğunu kendilerine bildirdi. [61]
Vâdi’l-kurâ Yahudilerinin Bir Müddet Çarpıştıktan Sonra Teslim Olmaları
Vâdi’l-kurâ Yahudileri, Peygamberimiz Aleyhisselamın teklifini kabule yanaşmadılar, Peygamberimiz Aleyhisselamla savaşmaya kalktılar.[62]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onları bir gün kuşattı, çember içine aldı. [63]
Vâdi’l-kurâlılardan bir adam, çarpışmak için meydana çıktı.
Zübeyr b. Avvam, onu karşılayıp öldürdü.
Yahudilerden başka birisi daha çarpışmaya çıktı, Zübeyr b. Avvam onu da öldürdü.
Yahudilerden çıkan üçüncüsünü ise, Hz. Ali öldürdü. [64]
Yahudilerden çarpışmaya çıkan dördüncüsünü ve beşincisini ise, Ebu Dücâne öldürdü. [65]
O gün, öldürülen Yahudilerin sayısı 11’i buldu. [66]
Namaz vakti girince, Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına namaz kıldırdı.
Vâdi’l-kurâ Yahudilerini tekrar Allah’a ve Resûlüne imana davet etti, sonra da onlarla akşama kadar çarpıştı.
Ertesi günü, erkenden, Vâdi’l-kurâ Yahudilerinin üzerlerine yürüdü.
Güneş daha bir mızrak boyu yükselmemişti ki, Vadi 1-kurâlılar teslim olmak zorunda kaldılar. [67]
Vâdi’l-kurâ’dan, pek çok ev eşyası, mal, yiyecek ve giyecek şeyler iğtinam edildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, menkul ganimet mallarını beşe böldürüp, beşte dördünü mücahidler arasında bölüştürdü.
Hurma bahçeleriyle arazileri ise, Hayberiiler gibi işletip mahsulünü yarı yanya bölüşmek üzere, Vâdi’l-kurâ Yahudilerinin ellerinde bıraktı. [68] Peygamberimiz Aleyhisselam, Vâdi’l-kurâ’da dört gün oturdu. [69]
Amr b. Saîd’in Vâdi’l-kurâ Valiliğine Atanışı
Peygamberimiz Aleyhisselam; Amr b. Saîd’i, Vâdi’l-kurâ valiliğine tayin etti, atadı.[70]
Vâdi’l-kurâ’da Peygamberimiz Aleyhisselama Sorulan Sorular ve Cevapları
Peygamberimiz Aleyhisselamın Vâdi’l-kurâ’da bulunduğu sırada, bir adam gelerek: “Yâ Rasûlalları! Sen nelerle emrolundun?” diye sordu. Peygamberimiz Aleyhisselam:
“‘Allah’a, hiçbir şeyi şerik koşmaksızın ibadet edesiniz, namazı kılasınız, zekatı veresiniz!’ diye emrolundum” buyurdu. Adam:
“Yâ Rasûlallah! Şunlar (Yahudiler), nasıl kişilerdir?” diye sordu. Peygamberimiz Aleyhisselam: “Gazaba uğramış kişilerdir!” buyurdu. Adam:
“Ya şunlar (Hıristiyanlar) nasıl kişilerdir?” diye sordu. Peygamberimiz Aleyhisselam: “Onlar da, doğru yoldan sapmış olanlardır!” buyurdu. “Ganimet malları, kimler içindir?” diye sordu. Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bir hisse Allah için, dört hisse de, şunlar, şu mücahidler içindir!” buyurdu. “Ganimete bu kimselerden daha lâyık kimseler yok mudur?” diye sordu. Peygamberimiz Aleyhisselam: “Hayır! Yoktur!” buyundu.[71]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Safiyye ile Evlenişi
Hz. Safiyye Haybefde iken âdetinden temizlenmiş ve kendisiyle evlenilmesinde dinen bir engel kalmamış bulunuyordu.
Fakat, Peygamberimiz Aleyhisselam Hayber’de onunla evlenmemiş;[72] bu evlenme işi, Hayber’den altı mil uzaklaşıldığı ve Sibar mevkiine gelindiği zaman da Hz. Safiyye istemediği için, geri kalmıştı.
Hayber’den bir beri d (oniki mil) uzaklaşıldığı, Sahbâ mevkiine gelindiği zaman ise, Hz. Safiyye muvafakat etmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“İlk durak olan Sibar’da konmak istediğim zaman bana aykın davranışının sebebi ne idi?” diye sordu.
Hz. Safiyye:
“Yâ Rasûlallah! Yahudilerin yakınında sana bir zarar gelebileceğinden korkmuştum. Onlardan uzaklaşınca, emniyete kavuştum!” dedi.
Kendisinin Peygamberimiz Aleyhisselama bağlılığı anlaşıldı, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında itibarı arttı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ümmü Süleym Hatuna:
“Arkadaşın Safiyye’nin yanına git! Onun saçını, başını tara!” buyurdu ve orada Hz. Safiyye ile evlenmek istedi.
Ümmü Süleym Hatun der ki:
“Yanımızda, ne çadır, ne de siperlenecek duvar dibi vardı.
İki elbise alıp, onları bir ağacın üzerine gererek kapattım.
Safiyye’nin saçını, başını orada taradım ve kendisine koku sürdüm.” [73]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Safiyye için bir çadır kurdurdu. [74]
Ümmü Sinan el-Eslemiyye de, Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Safiyye ile evlenmesi sırasında kendisinin de hazır bulunduğunu, Hz. Safiyye’yi birlikte tarayıp kokuladıklarını, onun süslendiği zaman son derecede güzelleştiğini, o gecedeki kadarda güzel bir koku koklamamış olduklarını ve Hz. Safiyye’yi hazırladıktan sonra Peygamberimiz Aleyhisselamın geldiğini ve ona doğru vardığını, yapılmış olan tavsiyeye uyarak Hz. Safiyye’nin Peygamberimiz Aleyhisselam için ayağa kalktığını ve o sırada yanlarından ayrılıp ikisini başbaşa bıraktıklarını bildirir. [75]
Ebu Eyyûb Halid b. Zeyd el-Ensârî’nin Peygamberimiz Aleyhisselamın Çadırını Bekleyişi
Benî Neccar oğullarının kardeşi Ebu Eyyûb Halid b. Zeyd el-Ensârî ise, kılıcını kuşanıp, kendiliğinden, sabaha kadar Peygamberimiz Aleyhisselamı çadırının çevresinde dolaşarak bekledi.
Peygamberimiz Aleyhisselam erkenden çadırından çıkınca, Ebu Eyyûb Halid b. Zeyd el-Ensârîtekbir getirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu elinde kılıç olduğu halde çadırının yanında görünce:
“Ey Ebu Eyyûb! Nedir bu halin?” diye sordu.
Ebu Eyyûb Halid b. Zeyd el-Ensârî:
“Yâ Rasûlallah! Şu yanına girdiğin kadından sana birzarar gelebileceğinden korktum. Bu kadından ki, babasını, kardeşini, kocasını, amcasını ve bütün kavim ve kabilesini öldürmüştün!
Kendisi de, biraz önce küfür üzere idi, yeni Müslüman olmuştu.
Bunun için, senin hakkında ondan korktum![76]
Sana ondan zarar gelmeyeceğinden emin olamadım!” dedi. [77]
Peygamberimiz Aleyhisselam, gülümsedi[78] ve:
“Allah seni hayra erdirsin! [79] Ey Allah’ım! Beni koruyarak gecelediği gibi, sen de Ebu Eyyûb’u koru!” diyerek dua etti. [80]
Ümmü Süleym el-Eslemiyye’nin bildirdiğine göre; ertesi günü, sabahleyin, erkenden, arkadaşlarıyla birlikte vanp Hz. Safiyyeye guslettirdiler.
Kendisinin Peygamberimiz Aleyhisselamdan hoşnut olduğunu ve Peygamberimiz Aleyhisselam m bütün gece uyumayıp onunla konuşup durduğunu öğrendiler.
Sabaha çıkınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Kimin yanında fazla yiyecek varsa, onu bize getirsin!” buyurdu.
Ashabdan birisi, yanında bulunan fazla un kavurmasıyla hurma ve tereyağını getirdi.
Başkaları da, yanlarındaki fazla yiyecekleri getirdiler. Bir hayli yiyecek toplandı .[81]
Böylece, ashabdan kimi keş peyniri (çökelek), kimi tereyağı, kimisi de hurma getirince, bunlardan hays yapıldı. [82]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Safiyye için, küçük deri sofra üzerinde düğün yemeği hazırlattı ve Enes b. Malik’e:
“Çevredekilere haber ver!” buyurdu. [83]
Davetlilere, tereyağı, keş peyniri ve hurmanın birbirleriyle karıştırılarak yapılmasından meydana gelen hays ile un kavurması ve hurma ikram edildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, sofrada bulunup onlarla birlikte yemek yedi. [84]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sahbâ’da üç gün oturdu. [85]
Teymâ Yahudilerinin Haraca Bağlanışı
Teymâ Seferinin Tarihi, ilfievfûi ve Sebebi
Teymâ seferi, Vâdi’l-kurâ Yahudilerinin teslim oldukları tarihi müteakip vuku bulmuştur.[86]
Teymâ; Şam’la Vâdi’l-kurâ arasındadır.
Şam ve Dımaşk hacılarının yollan üzerindedir.
Teymâ arazisi, geniş ise de, bol sulu değildi. [87]
Dağın dibinden çıkan bir tek su kaynağı vardır. [88]
Teymâ, Medine’ye sekiz merhale uzaklıkta ve Medine ile Şam arasında olup, sonradan Medine’ye bağlanmıştir. [89]
Teymâ Yahudileri de, Vâdi’l-kurâ ve Fedek Yahudileri gibi Hayber Yahudilerinin Medine’ye saldırmak için yanlarına almayı kararlaştırdıkları Yahudilerdendi. [90]
Teymâ Yahudilerinin Haraca Bağlanarak Yerlerinde Bırakılmaları
Teymâ Yahudileri; Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber, Fedek ve Vâdil-kurâ Yahudilerini hâkimiyeti altına aldığını işitince, cizye, haraç vermek üzere, Peygamberimiz Aleyhisselamla anlaşma yaptılar.
Böylece, yurtlarında oturmak ve topraklarını ellerinde tutmak imkânını buldular.[91]
Yezid b. Ebu Süfyan’ın Teymâ Valiliğine Atanışı
Peygamberimiz Aleyhisselam; Yezid b. Ebu Süfyan’ı, Mekke’nin fethinde Müslüman olunca, Teymâ valiliğine tayin etti.[92]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Çarpışmak İçin Benî Fezârelere Haber Salışı
Gatafanların bir kolu olan Benî Fezâreler de, Gatafanlar gibi, Hayber Yahudilerine yardıma gelmiş bulunuyorlardı.
Yahudilere yardımdan vazgeçtikleri, yurtlarına dönüp gittikleri takdirde, kendilerine de Hayber’in humna mahsulünden verileceği hakkında haber gönderilmiş, fakat Benî Fezâreler bu teklifi kabul etmekten kaçınmışlardı.
Gatafanların başkan ve kumandanı Uyeyne b. Hısn’dan sonra, bunlardan bazı kişiler de, Peygamberimiz Aleyhisselama gelerek:
“Bize va’d etmiş olduğun payımızı ver!” demişlerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bunlara da, Uyeyne b. Hısn’a dediği gibi:
“Sizin payınız, Hayber dağlarından Zü’r-Rukaybe dağıdır! Haydi, Zü’r-Rukaybe sizin olsun!” buyur-m ustu.
Fezârîler:
“Öyle ise, biz de sizinle çarpışırız!” diye çıkışmak istemişler, Peygamberimiz Aleyhisselam da:
“Bizimle çarpışmak için buluşma yeriniz, Cenefâ olsun!” buyurmuştu.
Fezârîler, Peygamberimiz Aleyhisselamdan bu cevabı işitir işitmez, kaçıp gitmişlerdi.[93]
Cenefâ; Benî Fezârelerin yurtlarından ve sularındandır. [94]
Benî Fezâreler, Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmak istemişler ve bunun için de toplanmış bulunuyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Haybefden dönerken, çarpışmak için haber salınca, onlar birden tedirgin olmuşlar, her tutulacak yolu tutmuşlar, her kaçılacak yere kaçmışlardır. [95]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber’den Medine’ye Yönelişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hayber, Fedek, Vâdi’l-kurâ ve Teymâ Yahudilerinin işlerinden boşaldıktan sonra, alınmış olan ganimetlerle Medine yolunu tuttu.[96]
Medine’ye yaklaştı. Sabah namazından biraz önceye kadar, bütün gece yola devam etti.
Dinlenmek için bir yerde konaklayıp:
“Sabah namazı vaktimizi gözIeriyle-bizim için-kollayacak (uyumayacak) elverişli ve koruyucu kim var? [97] Belki biz uyuyup kalabiliriz” buyurdu. [98]
Bilal-i Habeşî:
“Ben varım yâ Rasûlallah!” dedi. [99]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam da, mücahidler de, başlarını yere koyup uyudular. [100]
Bilal-ı Habeşî, namaz kılmaya durup, Yüce Allah’ın dilediği kadar namaz kıldı. Sonra, çökmüş devesine dayanarak sabah namazı vaktini gözlemeye başladı.[101]
Hz. Ebu Bekir, vakit vakit:
“Ey Bilal! Gözlerine sahip ol! Sakın uyuyup kalma hâ!” diyordu.
Bilal-i Habeşî der ki:
“Abama bürünmüş, dizlerimi dikmiş, iki elimi kavuşturup oturmuş, sabah namazı vaktini gözlemeye başlamıştım.
Yanımı ne zaman yere koyduğumu, nasıl uyukladığımı pek bilemiyorum!
Halkın:
‘İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn!’ diye okuduklarını işitmedikçe, [102] güneşin sıcaklığını duymadıkça, uyanamadım ! [103]
İlk uyanan ve telaşlanan da, Resûlullah Aleyhisselam oldu[104] ve:
‘Ey Bilal! Nedir bu yaptığın bize?!’ diye sitem etti. [105]
‘Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Senin ruhunu tutan, bırakmayan Kudret, benim de ruhumu tuttu, bırakmadı!’ dedim.[106]
Resûlullah Aleyhisselam gülümsedi[107] ve:
‘Doğru söyledin!’ buyurdu. [108]
Ashab, beni dillediler durdular.
Bu hususta onların bana en katı ve sert davrananı da, Ebu Bekir’di.
Halkın beni en hafif kınayanı ise, Resûlullah Aleyhisselamdı. [109]
Uyukladığımız vadiden yürünerek çıkılınca, Resûlullah Aleyhisselam:
‘Burası, şeytanların eğleştiği birvadidir! [110] Haceti olanlar, hacetini gidersin!’ buyurdu.
Halk, ağaçların altlarına dağıldılar. [111]
Resûlullah Aleyhisselam, devesini çöktürüp abdest aldı.
Halk da, abdest aldılar. [112]
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Ey Bilal! İlk ezanı oku!’ buyurdu.
Seferlerin hepsinde böyle yapardım.
Ezanı okuduğum zaman, halk toplandı.
Resûlullah Aleyhisselam, onlara:
‘Sabah namazının sünnetini kılınız!’ buyurdu.
Halk, sünneti kıldılar. Sonra, bana:
‘Ey Bilal! Kamet getir!1 buyurdu.
Kamet getirdim.
Resûlullah Aleyhisselam, öne geçip halka namaz kıldırdı.
Namaz kılarken, insan, güneşin sıcağından, alnının terini silecek dereceye gelmişti.
Resûlullah Aleyhisselam, selam verince, cemaate yöneldi ve:
‘Bizim ruhlarımız, Allah’ın Kudret avucundadır!
İsterse onu tutar, alıkor. Buna, bunu yapmaya, O en lâyıktır.
Ruhlarımızı bize geri çevirdiği zaman, bizim için, namazımızı kılmak mümkün olur. [113]
Herhangi biriniz uyur veya unutur da namazını geçirirse, onu nasıl vaktinde kılıyor idiyse, yine öylece kılsın, kaza etsin! [114] Çünkü, Yüce Allah ‘Beni anmak için, namaz kıl!’ buyurmuştur’ dedi .” [115]
Bundan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ebu Bekir’e dönüp:
“Şeytan Bilal’e geldi. O sırada, Bilal namaz kılıyordu.
Onu yanının üzerine yatırdı. Uyuyuncaya kadar, kendisini, çocuk tıpışlar gibi tıpışlamaktan geri durmadı!” buyurdu.
Sonra da, Bilal-i Habeşî’yi yanına çağırdı.
Ona, başından geçeni sordu.
Bilal-i Habeşî de, Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Ebu Bekir’e haber verdiği gibi haberverdi.[116]
Hz. Ebu Bekir, Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Senin Resûlullah olduğuna şehadet ederim!” dedi. [117]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine’ye girerken:
“Bizler, Rabbimize yönelici; günahlarımızdan tevbe, Rabbimize kulluk edici olarak dönüyoruz!” diyerek dua etti.
Müslümanlarda, Medine’ye varıp ininceye kadar, bunu tekrarlamaktan geri durmadılar. [118]
Devsîlerin Deccac Harresine Yerleştirilişi
Devsîler, Hayber”in fethinden sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte Medine’ye geldiler.
Devsîlerin başkanı Tufeyl b. Amr:
“Yâ Rasûlallah! Benimle kavmimin arasını ayır: Onları, Deccac Harresine kondur!” dedi.
Devsîlerden Abdullah b. Üzeyhir de:
“Yâ Rasûlallah! Benim kavmim içinde soy sop ve mevkice bir üstünlüğüm vardır. Bunun için, beni onlara başkan yap!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Abdullah b. Üzeyhir’e:
“Ey Devsli kardeş! İslâmiyet garib, yapayalnız ve yadırganır olarak başlamıştır. O, bir gün gelecek, yine başladığı gibi garib, yapayalnız ve yadırganır hale dönecektir! Cennet, o gariblere mahsustur.
Allah’ı tasdik eden kurtulmuş, bundan başkası ise helak olmuştur!
Şüphe yok ki, senin kavminin sevab cihetinden büyüğü, iman ve sadakati büyük olandır!
Çok sürmeyecek, hakkın bâtıla galebesi gerçekleşecektir!” buyurdu.[119]
Gerçekten İslâmiyetin başlangıcında olduğu gibi, Müslümanlar, zamanın sonunda da az olacaklar, garib, yapayalnız kalacaklardır.
Cennete, mutluluğa ise, zamanın sonundaki Müslümanlar da müstahak olacaklardır.
Bu da, onların, evvel ve âhir, imansızlara karşı koyup, karşılaştıkları işkence ve güçlüklere göğüs germelerinin ve İslâm dinine sarılmalarının mükâfatı dır. [120]
Devsîler içinde bulunan Ebu Hureyre, Medine’ye gelince, Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidinin Suffasındaki Muhacirler arasına katılmıştır. [121]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Cafer’in Gelişine Sevinişi ve Ona Mescidin Yanında Ev Yaptırışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber’den döndüğü zaman, Hz. Cafer’le karşılaşıp onun iki gözünün arasından, alnından öptü, kucakladı, bağrına bastı.
O kadar sevinç duydu ki:
“Ben hangisine; Hayber’in fethine mi, yoksa Cafer’in gelişine mi sevineceğimi bilemiyorum!” buyurdu.[122]
Mescidin yanında, onun için bir ev yaptırdı. [123]
Enes b. Malik’in bildirdiğine göre; Rum hükümdarı, Peygamberimiz Aleyhisselama, atlastan, altın sırmalı, uzun yenli bir kürk hediye etmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam onu sırtına giyince, halk:
“Yâ Rasûlalları! Bu, sana semadan mı indirildi?!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Pek mi hoşunuza gitti bu? Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki; Sa’d b. Muaz’in Cennetteki peşkirlerinden bir peşkir (havlu) bile bundan daha hayırlı, daha güzeldir!” buyurmuş; sonra da, onu sırtından çıkarıp Hz. Cafer’e göndermiştir.
Hz. Cafer onu sırtına giyince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ben bunu sana giyesin diye göndermemiştim!” buyurdu.
Hz. Cafer:
“Onu giymeyip de ne yapacağım?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Kardeşin Necaş?ye gönder!” buyurdu. [124]
Habeş Ülkesinden Gelen ve Müslüman Olan Din Adamları
Habeş Necaşîsi; Medine’ye Hz. Cafer’le birlikte 62’si Habeşli, B’i de Şamlı 70 kişi yollamıştı.[125] Onların hepsi de, kilise ve din adamlarının en iyilerinden ve yürekleri yufka, gözleri yaşlı olanlarından idiler. [126]
Hepsinin üzerlerinde softan cübbeleri vardı. [127]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara Yâsîn sûresini okudu. [128]
Onlar, sûreyi sonuna kadar dinlediler.[129] Ağladılar. [130] Gerçeği anladılar. [131]
“Bu, İsa Aleyhisselama indirilenin en çok benzeridir!” dediler, iman ettiler, Müslüman oldular. [132]
Ensarın Muhacirlere Bağışladıkları Hurma Bahçeleri ve Ağaçların Ensara Geri Verilişi
Hayber ganimetinden Muhacirlerin hisselerine mal ve hurmalıklar düştüğü ve artık malî durumları oldukça düzeldiği için, Ensarın onlara önceden bağışlamış veya yararlanmak üzere emaneten vermiş oldukları hurma bahçeleri ve hurma ağaçlarını, Peygamberimiz Aleyhisselam Ensara geri verdi.
Enes b. Malik’in annesi Ümmü Süleym, Peygamberimiz Aleyhisselama hurma ağaçları vermiş, Peygamberimiz Aleyhisselam da onları dadısı ve Üsâme b. Zeyd’in annesi Ümmü Eymen’e bağışlamıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam bu hurma ağaçlarını da Ümmü Süleym’e geri verip, Ümmü Eymen’e, kendi hissesine düşen hurma bahçesinden her on hurma ağacı yerine, hurma ağaçlan verdi.[133]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Sıkıntıya Düşen Mekkeli Müşriklere Yardımda Bulunuşu
Peygamberimiz Aleyhisselam; Mekkelilerin kuraklık, kıtlık ve ihtiyaç içinde kıvrandıklarını haber alınca, Mekke’ye Amr b. Ü meyye ile arpa, altın veya altınla hurma çekirdeği gönderdi.
Bunların, Ebu Süfyan b. Harb ile Safvan b. Ümeyye b. Halef ve Süheyl b. Amfin her üçüne teslim edilmesini emir buyurdu.
Safvan’la Süheyl b. Amr, bunları almaktan kaçındılar.
Fakat, Ebu Süfyan hepsini teslim alıp Kureyşîlerin fakirlerine dağıttı ve:
“Allah kardeşimin oğlunu hayırla mükâfatlandırsın! Çünkü, o, akrabalık hakkını gözetti!” diyerek, duyduğu memnunluğu dile getirdi.[134]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu Süfyan’a da, yine Amr b. Ümeyye ile hediye olarak Acve hurması gönderip, buna karşılık kendisine meşin hediye etmesi için yazı yazdırmış; Ebu Süfyan da, Peygamberimiz Aleyhisselamın istediği meşini hediye olarak göndermişti. [135]
Hz. Ömer’in Türebe’ye Gönderilişi
Seferin Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Tünebe seferi, Hicretin 7. yılında, Şaban ayında yapılmıştır.[136]
Türebe; Mekke’ye dört gecelik uzaklıkta bir vadidir. Mekke’den San’â ve Necran’a giden yol üzerindedir. [137]
Türebe’nin Medine’ye uzaklığı altı mildir. [138]
Hilal oğulları ile Âmir b. Rebiaların ortaklaşa oturdukları bu vadi, Taif’teki Serat’tan başlayıp Necd’e kadar uzanan, yirmi günde gidilebilecek büyüklükte bir vadidir.
Türebe’nin çevresinde Yesum ve Ferkad dağları bulunmaktadır.
Türebe vadisinde hurma ve çeşitli meyve bahçeleri ile ekinlikler vardır.[139]
Hevâzinlerden dört oymak:
1- Cüşem b. Muaviye b. Bekr,
2- Nasr b. Muaviye b. Bekr,
3- Sa’d b. Bekr,
4- Sakf b. Münebbih b. Bekr b. Hevâzin oğulları[140] Türebe’de toplanmış bulunuyorlardı.[141]
Sa’d b. Bekr oğulları, Hicretin 6. yılında da Hayber Yahudilerinin Medine’ye yapacakları baskında onlara yardımcı olmak üzere Fedek’te toplanmışlar ve yardımlarına karşılık olarak da bir yıllık hurma mahsulünün kendilerine verilmesini istemişlerdi. [142]
Peygamberimiz Aleyhisselam; onların böyle Türebe’de toplanmış olduklarını haber alınca, Hz. Ömer’i 30 kişilik bir birliğin başına geçirerek Türebeye gönderdi.
Hz. Ömer, Hilal oğullarından bir kılavuzla yola çıktı.
Geceleri yürüdüler, gündüzleri gizlendiler.
İslâm birliğinin kendilerine doğru gelmekte olduğunu haber alınca, Hevâzinler kaçülar. [143]
Hz. Ömer, Hevâzinlerin yurtlarında hiç kimseye rastlayamadığından, Medine’ye dönmek üzere Necd yolunu tuttu.
Cedr nahiyesine eriştiği sırada, kılavuz, Hz. Ömer’e:
“Has’am oğullarından başka bir topluluğu bırakıp gidecek misin-ki, onlar, yurtlarındaki kuraklık yüzünden, buralara kadar gelmiş bulunuyorlar?” dedi.
Hz. Ömer:
“Resûlullah Aleyhisselam onlarla çarpışmamı bana emretmemiş, ancak Türebe’de Hevâzinlerle çarpışmayı gaye edinmemi emretmiştir!” dedi ve Medine’ye döndü. [144]
Hz. Ebu Bekir’in Necd’deki Hevâzinlere Gönderilişi
Seferin Tarihi ve Sebebi
Hz. Ebu Bekr’in Necd seferi, Hicretin 7. yılında olup,[145] Hz. Ömer’in Türebe seferinin devamı sayılabilir.
Seleme b. Ekvâ’nın bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ebu Bekir’i de askerî bir birliğin başına geçirerek Necd’e doğru yola çıkardı.
Geceleri parolaları “Emit! Em it!” sözü idi.
Mücahidler, Hevâzinlerin yurduna geceleyin ansızın baskın yaptılar.
Hevâzinlerden bazılarını öldürdüler.[146] Bazılarını da, esir aldılar. [147]
Hevâzinlerin mallarından ellerine geçirebildiklerini iğtinam ettiler. [148]
Beşir b. Sa’d’ın Fedek’te Benî Mürrelere Gönderilişi
Seferin Tarihi ve Sebebi
Sefer Hicretin 7. yılında Şaban ayında idi.[149]
Hicretin 5. yılında, Peygamberim iz Aleyhisselamı ve İslâmiyeti yok etmek üzere Kureyş müşrik-erinden Ebu Süfyan b. Harb’in kumandası altında gelip Medine’yi kuşatan on bin kişilik askerî harekatın 100 kişisini, Haris b. Avf’ın kumandası altındaki Mürre oğulları teşkil etmişlerdi. [150]
Peygamberimiz Aleyhisselam, otuz kişilik askerî bir birliği, Beşirb. Sa’d’ın kumandası altında Mürre oğullarına gönderdi. [151]
Mürre oğulları, Fedek’e komşu idiler. İşleri güçleri orası ile olurdu. [152]
Beşir b. Sa’d, rastladığı davar çobanlarına Mürre oğullarının nerede bulunduklarını sordu. Çoban-ar:
“Onlar vadilerindedirler!” dediler. [153]
Gerçekten de, o sırada, susuzluk yüzünden, Mürre oğulları, kışlık vadilerine çekilmiş bulunuyorardı. [154]
Mücahidler, Mürre oğullarının oralarda bulabildikleri davar, deve ve sığırlarını Medine’ye doğru îürüp yol almaya başladılar.
Çobanlardan birisi “İmdad! İmdad!” diye koşup giderek, durumu Mürre oğullarına haber verdi.
Mürre oğulları, Medine’ye yönelen İslâm birliğinin ardından, pek çok sayıda adamlarını koşturdular, geceleyin İslâm birliğine yetiştiler ve birden baskın yaptılar.
Sabah oluncaya ve Müslümanların okları tükeninceye kadar çarpıştılar.
Sabahleyin, hep birden Müslümanların üzerlerine saldırdılar.
Beşir b. Sa’d’ın arkadaşları şehit oldular.[155]
İçlerinden, kurtulup dönebilenler döndü. [156]
Beşir b. Sa’d, çarpışa çarpışa yere baygın düştü.
Canlı olup olmadığı anlaşılmak için ayak topuğuna vuruldu, kımıldamayınca “Ölmüştür!” denilip bırakıldı.
Mürre oğulları, davar, deve ve sığırlarını geri çevirip yurtlarına döndüler.
İslâm birliğinden, sağ olarak Medine’ye gelip başlarına geleni Peygamberimiz Aleyhisselama ilk ıaber veren, Ulbe b. Zeyd el-Hârisî oldu. [157]
Beşir b. Sa’d ise, şehitler arasında akşama kadar kaldı. [158]
Akşam olunca, canını dişine takarak Fedek’e kadar gelip ulaştı. Orada, birYahudinin yanında gün-erce kaldı. [159] Yaraları iyileşti. [160] Yola gidebilecek gücü kazandı.[161] Dönüp Medine’ye geldi. [162]
Galib b. Abdullah el-Leysî’nin Meyfaa’ya Gönderilişi
Seferin Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Meyfaa seferi, Hicretin 7. yılında, Ramazan ayında yapılmıştır.[163]
Meyfaa veya Minfaa; Necd taraflarında, Batn-ı Nahl’in arkasına düşen Nakra doğrultusunda bir yerdir.
Meyfaa’nın Medine’ye uzaklığı sekiz berid (merhale)dir. [164]
Uval ve Abdi Sa’lebe oğulları, Meyfaa’da otururlardı. [165]
Hicretin 4. yılında, Sa’lebe ve Enmar kabilelerinin Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmak üzere toplandıkları haber alınınca, Zâtü’r-rikâ’ya kadar gidilmişti. [166]
Medine yaylımındaki hayvanları yağmalamaya hazırlanan ve Muhammed b. Mesleme kumandasındaki on kişilik keşif birliğini Zülkassa’da kuşatarak şehit etmiş olan Sa’lebe ve Uval oğulları na[167] Hicretin 6. yılının Rebiü’l-âhir ayında Ebu Ubeyde b. Cerrah Zülkassa’da baskın yapmışsa da, onlar dağlara kaçmışlardı. [168]
Aynı yılda, Cumâde’l-âhire ayında Tarifte Zeyd b. Hârise’nin onbeş kişilik keşif birliğini görünce Peygamberimiz Aleyhisselamın büyük bir kuvvetle geldiğini sanarak kaçışan Sa’lebe oğulları, işin böyle olmadığını anlayınca, Zeyd b. Hârise’nin arkasına düşmüşlerdi. [169]
Sa’lebe oğulları, Gatafanlardandı. [170]
Gatafanlar ise, Hayber Yahudilerinin yardımına koşmuşlar, yardımdan vazgeçmeleri için yapılan teklifi de reddetmişlerdi.[171]
Uval ve Abdi Sa’lebe oğullarına bir darbe indirmek sırası gelmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam; Galib b. Abdullah’ı 10 kişilik askerî bir birlikle Uval ve Abdi Sa’lebe oğullarının üzerine gönderdi. [172]
Çoban köle Yesar, Küdr gazvesinde esir alınmış ve Müslüman olunca, Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından azad edilmişti. [173] Yesar Habeşli idi. [174]
Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Yâ Rasûlallah! Ben Abdi Sa’lebe oğullarına ansızın saldırmanın yolunu bilirim. Beni, onlara göndereceğin birlikle birlikte yolla!” demişti. [175]
Yesar, böylece, Meyfaa seferinde mücahidi ere kılavuz oldu. [176]
Yesar, mücahidleri başka bir yoldan götürdü.
Azıklar tükendi. Mücahidler açlık sıkıntısı çekmeye, hurmaları sayı ile bölüşmeye başladılar.
Bütün gece yola devam ettikten sonra, kılavuz Yesar hakkında yanlış zanna düştüler. Kendisinin gerçek ve sağlam Müslüman olmadığını sandılar.
Sellerin oyduğu bir yere eriştiler.
Yesar orayı görünce tekbir getirdi ve:
“Vallahi, umduğunuzu elde ettiniz! Şu çukuru geçinceye kadar yola devam ediniz!” dedi.
Mücahidler, gizli bir duygu ve sezgi ile hiç konuşmadan ve ses çıkarmadan, kara taşlık yerdeki tepeciğe kadar yürüdüler. Yesar, arkadaşlarına:
“Sesini o cemaate eriştirecek kadar gür sesli bir adam olsa da, gidip bağırsa, uygun görür müsünüz?” diye sordu.
Galib b. Abdullah:
“Ey Yesar! Ben ve sen, ikimiz gidelim, gizlenmiş olarak onlan çağıralım!” dedi.
Öyle yaptılar. Düşmanı gözleriyle görebilecekleri, halkın, çobanların ayaklarının takırtısını, sağılan sütlerin fısırtısını duyabilecekleri bir yere kadar sokuldular.
Acele, mücahidlerin yanına dönüp hep birlikte geldiler, düşmanın bir kabilesinin yakınına kadar ilerlediler.
Birliğin kumandanı Galib b. Abdullah, mücahidleri öğütledi ve cihada teşvik etti. Kaçanları, yakalamak için izlemekten, araştırmaktan nehyetti.
Mücahidlerin aralarındaki anlaşmazlık ve kırgınlıkları giderdi ve:
“Ben tekbir getirince, siz de tekbir getiriniz!” dedi ve hemen tekbir getirdi.
Mücahidler de, hep birlikte tekbir getirdiler. [177] Hep birlikte saldırdılar. [178] Meydanlarının ortasına vardılar. Düşmanların ileri gelenlerinden bazılarını öldürdüler. Ele geçirebildikleri davar, deve ve sığırları Medine’ye doğru sürdüler. Hiçbir esir alamadılar.[179]
Beşir b. Sa’d’ın Cinab’a Gönderilişi
Seferin Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Sefer, Hicretin 7. yılında Şevval ayında yapılmıştır.[180]
Cinab; Gatafanların topraklarından, [181] Fezâre oğullarının Medine ile Feyd arasındaki yurtların-dandır. [182]
Hayber seferi sırasında kılavuzluk yapmış olan Eşca1 kabilesinden Huseyl b. Nüveyre, Medine’ye gelmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Arkanda bıraktığın yerlerden ne haber var?” diye sormuş, Huseyl de:
“Gatafanları Cinab’da toplanmış olarak bırakmış bulunuyorum! [183]
Uyeyne b. Hısn, onlara:
‘Siz mi bizim yanımıza gelirsiniz? Yoksa biz mi sizin yanınıza gelelim?’ diye haber salmış!
Onlar da:
‘Sen bizim yanımıza gel de, hep birlikte Muhammed’in üzerine yürüyelim!’ diye haber salmışlar!
Onlar, ya seni, ya da senin yanındakilerden bazılarını öldürmek istiyorlar!” demişti.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer’i yanına çağırdı. Aldığı haberi onlara anlattı.
Her ikisi de:
“Beşirb. Sa’d’ı yolla!” dediler. [184]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Beşir b. Sa’d’ı çağırdı.
Ona bir sancak bağladı.
Yanına 300 kişi katarak, onu hemen yola çıkardı. [185]
Huseyl b. Nüveyreyi de, kılavuz olarak yanlarına kattı.[186]
Geceleri yürüyüp gündüzleri gizlenmelerini, kendilerine emretti.
Mücahidler, Hayberln aşağılarına kadar ilerlediler. [187]
Cinab taraflarında Fedek’le Vâdi’l-kurâ arasındaki Yümn veya Cebar’a eriştiler. [188]
Cebar, Gatafanların Cenab tarafındaki topraklarındandır. [189]
Mücahidler, Selah mevkiinde konakladılar. [190]
Selah, Hayber’in aşağısında biryerdir.[191]
Mücahidler, Selah’tan ayrılarak ilerlemeye devam ettiler, Gatafanlara yaklaştılar.
Kılavuz Huseyl:
“Gatafanlarla aranızdaki uzaklık, bir günün üçte biri veya yarısı kadardır.
İsterseniz siz gizlenin, ben sizin casusunuz olarak gidip edineceğim haberleri size getireyim, isterseniz hep birlikte gidelim” dedi.
Mücahidler:
“Hayır! Önce seni ileri gönderelim!” dediler, Huseyl’i gönderdiler.
Huseyl, bir müddet ortadan kaybolduktan sonra, geri döndü ve:
“Onların yaylım hayvanlarının ilk kısımları şuradadır. Baskın yapıp onları ele geçirmek ister misiniz?” dedi.
Mücahidler:
“Önce ganimet mallarını ele geçirelim, sonra da Gatafanları araştıralım” dediler.
Deve, sığır gibi büyükbaş yaylım hayvanlarına baskın yaptılar. Çobanlar, dağılarak hızla uzaklaştılar. Pek çok hayvan ele geçirildi. Mücahidlerin elleri, ganimet mallarından, dolup taştı .[192]
Gatafan cemaatleri önce çarpışmaya hazırlandılar, sonra da dağıldılar.
Sonra, tekrar hazırlanıp yurtlarının yüksek yerlerine sığındılar.
Beşir b. Sa’d, mücahidlerle birlikte Gatafanların konak yerlerine gitti. Fakat, orada hiç kimse bulamadılar.
Ele geçirdikleri ganimet mallarıyla geri döndüler. [193]
Selah mevkiine geldikleri sırada, Uyeyne b. Hısn’ın casusuna rastladılar, onu tutup öldürdüler.
Sonra, Uyeyne b. Hısn’ın cemaatine rastladılar.
Uyeyne, mücahidlerin Gatafanları kaçırıp mallarını iğtinam ettiklerini bilmiyordu.
Mızrak ve kargılarla çarpışmaya giriştiler.
Uyeyne b. Hısn’ın cemaati bozuldu ve dağıldı.
Mücahidler onların arkalarına düştüler, iki kişi yakaladılar. [194]
Uyeyne b. Hısn ile adamları, her tarafa kaçışıp kurtuldular. [195]
Mücahidler, aldıkları esirleri Medine’ye getirdiler. Kendileri Müslüman olunca, Peygamberimiz Aleyhisselam onları yurtlarına gönderdi. [196]
Hâris’in Uyeyne’yi Öğütlemesi ve Birlikte Müslüman Olmaya Niyetlenmeleri
Uyeyne b. Hısn; bozguna uğrayarak, yakalanmamak için Atîk adlı atının üzerinde hızla kaçıp giderken, Haris b. Avf’la karşılaştı.[197]
Haris b. Avf, ona:
“Dur!” dedi.[198] Onu durdurmak istedi.
Uyeyne:
“Hayır! Durmaya gücüm yetmez! Muhammed’in ashabı beni yakalamak için arkamdan geliyor!” diyor ve durmadan atını tepiyordu. [199]
Haris b. Avf:
“Senin için, durum ve tutumunu gözönünde tutup düşünmek zamanı daha gelmedi mi?! [200]
Ey Uyeyne! Sen bu kısa görüşlülüğünden daha vazgeçmeyecek misin? [201]
Muhammed memleketler fethedip duruyor, sen ise başka konular üzerinde bulunuyorsun!?” dedi.
Haris b. Avf der ki:
“Muhammed’in süvarilerinin yolundan, öyle bir köşeye çekildim, sindim ki, ben onları görebiliyordum, onlar beni göremiyorlardı. [202]
Güneşin zevalinden geceye kadar, orada oturdum.
Ne bir kimseyi görebildim, ne de Uyeyne’yi yakalamak isteyeni!
Görebildiğim, ancak, onun kalbine dolmuş olan korku idi.” [203]
Haris b. Avf, Uyeyne’nin yanına vanp, ona:
“Seni arayan bir kimse gördün mü?” diye sordu.
Uyeyne:
“Benim bu kaçışım, şunun içindir: Ben esir düşmekten korktum!
Sen başka bir yerde benim nasıl tutulacağımı bilebilir misin?” dedi.
Haris b. Avf:
“Be adam! Benî Nadirlerin, Hendek günü Benî Kurayzaların, ondan önce de Benî Kaynukaların ve nihayet Hayberlilerin işlerini sen de açıkça gördün, biz de açıkça gördük!
Halbuki, bunların hepsi de, Hicaz Yahudilerinin en şereflileri ve en güçlüleri idiler. Kendilerinin cesaret ve sehavetleri dillerde destandı.
Onlar, geçilmez, aşılmaz kalelere sahiptiler. Hurmalıklar sahipleri idiler.
Vallahi, bütün Araplar onlara sığınsalardı, kendileri Arapları koruyacak güçte idiler.
Harise b. Evs, kavmiyle aralarında çıkan savaştan dolayı onlara sığınınca, onlar bütün halka karşı onları korumuşlardı.
Fakat, onlar kuşatılıp teslim oldukları zaman, bu yiğitlik ve kahramanlıklarının nasıl tükenip gittiğini, nasıl ağır şartlar yüklendiklerini görmüşsündür!” dedi.
Uyeyne b. Hısn:
“Evet! Bütün bunlar vallahi öyle oldu. Fakat, bir türlü içime sinmiyor” dedi.
Haris b. Avf:
“Git, Muhammed’le birlikte bulun!” dedi.
Uyeyne:
“Ben ona tâbi olurum, ama ona benden önce tâbi olmuş bulunanlar, kendilerinden sonrakilere:
‘Biz Bedir’de ve başka savaşlarda bulunmuşuzdur!’ diyerek övünmeye kalkacaklardır!” dedi.
Haris b. Avf:
“Bu, ancak senin görüşündür.
Eğer ona tâbi olmakta önce davranmış olsaydık, biz de, muhakkak onun yüksek sahabilerinden olurduk.
Bununla birlikte, onlardan sonraya kalan, yalnız biz değiliz.
Onun kendi kavminden de, onlardan sonraya kalıp, muahede ile bulundukları hali devam ettirenler de vardır” dedi.
Uyeyne b. Hısn:
“Vallahi, bu görüşü benimsedim!” dedi.
Her ikisi, Medine’ye hicret etmeye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gitmeye hazırlandılar.
Uyeyne b. Hısn ile Haris b. Avf, yolda Ferve b. Hübeyretü’l-Kuşeyrîye rastladılar.
Ferve, umre yapmak için Mekke’ye gidiyordu.
Uyeyne ile Haris, Ferve ile konuştular.
Üzerinde durdukları işi, yapmak istedikleri şeyi ona haber verdiler.
Ferve:
“Bence, şu Hudeybiye musalahası süresi içinde, kavminin ona ne yapacağını görünceye ve onlardan edineceğim haberi size getirinceye kadar, acele etmeseniz iyi olur!” dedi.
Bunun üzerine, Haris b. Avf’la Uyeyne b. Hısn, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gitmeyi geri bıraktılar.
Ferve b. Hübeyre, Mekke’ye vardı.
Kureyşîlerin haberlerini araştırıp incelediği zaman, onların Peygamberimiz Aleyhisselama karşı son derecede düşmanlık beslediklerini, kendisine hiçbir zaman boyun eğmek istemediklerini gördü.
Onlara Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayberlileri nasıl yere serdiğini haber verdi ve:
“Oraların ileri gelenlerini de, sizin Muhammed’e karşı beslediğiniz düşmanlık kadar düşman olarak geride bıraktım!” dedi.
Kureyşîler
“Ya senin görüşün nedir? Sen göçebe halkın ulususun!” dediler.
Ferve:
“Sizinle onun aranızdaki şu musalaha müddeti içinde dâvamızı halledeceğiz. Bütün Arapları kendimize çekeceğiz! Sonra da, yurdunun ortasında onunla çarpışacağız!” dedi.
Ferve, Mekke’de oturduğu müddetçe, Kureyşîlerin danışma meclislerine katıldı.
Nevfel b. Muaviye ed-Di’lî, Ferve’nin Mekke’ye geldiğini ve Kureyşîlerin meclislerine katıldığını işitince, Ferve’nin çölüne indi.
Ferve, Kureyşîlere neler söylediğini Nevfel’e haber verdi.
Nevfel:
“O halde, ben sizde muhakkak birşeyler bulacağım demektir.
Bizim için, düşman, yurdu yakın olandır! Onlar, Muhammed’in samimî heybesi gibidirler. İşlerimizden bir harf bile, onlara gizli kalmaz” dedi.
Ferve:
“Kimdir bunlar?” diye sordu.
Nevfel:
“Kim olacak? Huzâalar! Hayırsız, kötü Huzâalar, Muhammed’in sağ yanına oturdular” dedi.
Ferve:
“Bu da ne demek?!” diye sordu.
Nevfel:
“Sen, Huzâalara karşı Kureyşîlerin bize yardım etmelerini sağla! Ötesine karışma!” dedi.
Ferve:
“Ben size bu hususta yeterim!” dedi ve Nevfel’e yardımlarını sağlamak için Kureyşîlerin Safvan b. Ümeyye, Abdullah b. Rebia ve Süheyl b. Amr gibi başkan ve liderleriyle buluştu.
Onlara:
“Başınıza neler geldiğini görüyor musunuz?
Siz, Muhammed’in selametle gelip gitmesini sağlamayı kabul ettiniz!?” dedi.
Kureyşîlerin bu başkan ve liderleri:
“Bizler, böyle yapmasaydık, başka ne yapabilirdik? Ne yapabiliriz ki?” dediler.
Nevfel:
“Size düşman olan Huzâalara karşı, Nevfel b. Muaviye’ye pekâlâ yardım edebilirsiniz?” dedi.
Kureyşîlerin lider ve başkanları:
“O zaman, Muhammed bizimle çarpışır, bize galebe çalar. Çiğnenirve onun hükmüne boyun eğmek zorunda kalırız!
Halbuki, biz şimdi barış süresi içinde ve dinimize bağlı bulunuyoruz!” dediler.
Ferve, Kureyşîleıie görüştükten, konuştuktan sonra Nevfel ile buluşup ona:
“Kureyş kavminde iş yok!” dedi ve obasına döndü.
Sonra, Uyeyne b. Hısn ve Haris b. Avf’la buluştu. Onlara, Kureyş müşriklerinin durumunu bildirdi ve:
“Gördüm ki; Muhammed’in kavmi, onun muzaffer olacağına kesin olarak kanaat getirmişler, onun üzerine yürümeye yeltenir gibi oluyorlar, fakat işin sonucunu düşünüp geri duruyorlar! Ayaklarının birini ileri atarlarsa, diğerini geriye atıyorlar!” dedi.[204]
Abdullah b. Sehl’in Hayber’de Öldürülüşü
Ensardan Abdullah b. Sehl b. Zeyd ile Muhayyısa b. Mes’ud b.Zeyd Hayber’e gitmişlerdi.[205]
O sırada, Hayber Yahudileriyle barış yapılmış bulunuyordu. [206]
Peygamberimiz Aleyhisselamın, kaza umresi için Mekke’ye gidişinden biraz önce idi.
Gerek Abdullah b. Sehl’in, gerek Muhayyısa’nın ev halkları, son derecede yoksulluğa düşmüşlerdi. [207]
Bunlar, ev halkları için, Hayber’den hurma tedarik edeceklerdi. [208]
Muhayyısa b. Mes’ud der ki:
“Resûlullah Aleyhisselam Hayber’i fethedip Medine’ye geldikten sonra, arkadaşlarıma:
‘Siz ne diye Hayber’e gitmek ihtiyacını duymazsınız? Yoksulluğa, açlığa uğramış bulunuyoruz!’ dedim.
Arkadaşlarım:
‘Oralar, şimdi eskisi gibi değildir. Bizler, Müslüman cemaatindeniz. Bundan önce ise, birşeye tapın azdık.
Şimdi gidersek, İslâmiyete ve Müslümanlara düşman olan, kin besleyen bir cemaatin yanına varacağız demektir!?’ dediler.
Biz yola çıktık, Hayber’e vardık.
Öyle bir kavmin yanına vardık ki, topraklar, hurmalıklar, eskiden olduğu gibi kendilerinin ellerinde değildi.
Resûlullah Aleyhisselam, toprak ve hurmalıkları, mahsulünü yarı yarıya bölüşmek üzere, onlara (Yahudilere) teslim etmişti.
Yahudilerin Ebi’l-Hukayk, Sellâm b. Mişkem, Ka’b b. Eşref gibi ululan ve zenginleri öldürülmüşlerdi.
Ancak, malsız, servetsiz, ellerinin emeğiyle geçinen işçi takımları kalmıştı.
Şıkkta bir gün, Natat’ta bir gün kaldık. Ketibe’de de bir gün kaldıktan sonra, orayı bizim için daha hayırlı ve yararlı gördüğümüzden, orada günlerce kaldık.
Arkadaşım Abdullah b. Sehl, Şıkk’a gitti. Orada, yanında ben olmaksızın geceledi.
Doğrusu, onun hakkında, Yahudilerden korkmaya başladım. Sabahleyin, hemen izine düştüm. Onu sora sora Şıkk’a kadar vardım.
Yahudilerin ev halkları:
‘O, güneş battığı zaman bize uğramıştı. Natat’a gitmek istiyordu’ dediler.
Natat’a eriştim.
Yahudi uşaklarından birisi:
‘Gel, sana arkadaşını göstereyim!’ dedi.
Beni susuz bir kuyu başına kadar götürüp orada durdurdu.
Çukurdan kara sinekler çıkıp duruyordu.
Arkadaşım öldürülmüştü! [209]
Boynu kırılmış,[210] kanlara bulanmış, [211] oradaki derin olmayan, ağzı geniş bir çukura bırakılın ıştı. [212]
Şıkk halkına:
‘Onu siz öldürdünüz!1 dedim.
‘Hayır! Vallahi onu biz öldürmedik! [213] Bizim bu hususta hiçbir bilgimiz de yok!’ dediler.
Yahudilerden bazı kimselerin bana yardım etmelerini istedim.
Arkadaşım Abdullah b. Sehl’in cesedini oradan çıkardım. Kefenledim ve gömdüm.
Sonra, acele Medine’ye gelip onun başına geleni kavmime haber verdim.
O sırada, Resûlullah Aleyhisselamı Umretü’l-kazıyye (kaza umresi) maksadıyla yola çıkmak üzere buldum.
Kalkıp Resûlullah Aleyhisselamın yanına gittik.
Bizim büyüğümüz, kardeşim Hu^ayyısa idi.
Öldürülen Abdullah b. Sehl’in kardeşi Abdurrahman da, yanımızda bulunuyordu.
Abdurrahman, benden daha gençti.
Kendisi Resûlullah Aleyhisselamın önünde diz çöktü. Biz de, çevresinde oturduk.
Resûlullah Aleyhisselam, cinayet haberini işitmiş bulunuyordu.
Abdurrahman:
‘Yâ Rasûlallah! Kardeşim öldürüldü!’ dedi[214] ve amcalarının oğullarından önce konuşmaya başladı. [215]
Resûlullah Aleyhisselam, ona:
‘Sözü, ilk önce, yaşı büyük olana bırak!’ buyurdu.[216]
Abdurrahman sustu, geri durdu. [217]
Ben konuşmak istedim. Bana da:
‘Sözü, ilk önce, büyük olana bırak!’ buyurdu.
Ben de sustum. Büyük kardeşim Huvayyısa konuştu.” [218]
Huvayyısa:
“Yâ Rasûlallah! Biz, Abdullah’ı, Hayber”in kör kuyularından bir kuyuda, çukurda, öldürülmüş olarak bulduk!” dedikten sonra, Yahudileri ve onların kötülüklerini, düşmanlıklarını anlattı. [219]
Huvayyısa’dan sonra, Muhayyısa konuştu, [220] hadiseyi anlattı. [221] En sonra, Abdurrahman konuştu: [222]
“Yâ Rasûlallah! Adamımız Hayber’de saldırıya uğramış ve öldürülmüştür!
Hayber”de ise, Yahudilerden başka bir düşman yoktur!” dedi. [223]
Diyet Hakkında Kasâme Usûlüne Göre Hüküm Verilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
“Adamınızı kimin öldürdüğü hakkında açık bir delil getirebilir misiniz?” diye sordu.
“Bizim elimizde hiçbir delil yok!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Katilinizin ismini bildiriniz, sonra adamınızı onun öldürdüğüne de elli defa yemin ediniz!
Bundan sonra, onu, kısas edilmek üzere size teslim edeyim!” buyurdu.[224]
“Yâ Rasûlallah! Biz iyice bilmediğimiz, [225] hazır bulunmadığımız ve gözlerimizle görmediğimiz birşey hakkında nasıl yemin edebiliriz?” dediler. [226]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Öyle ise, Yahudiler, adamınızı öldürmedikleri ve öldüreni de bilmedikleri hakkında elli defa yemin eder, iddianızdan beraat ederler!” buyurdu.[227]
“Yâ Rasûlallah! Onlar [Yahudiler) Müslüman değiller ki! [228]
Yâ Rasûlallah! Kâfir olan bir cemaatin yeminlerini nasıl kabul ederiz? [229] Ki, günah üzerine yemin edip en büyük küfrü işlemekten çekinmeyenler, onlar arasındadır!” dediler. [230]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Adamınızı öldürdükleri sabit olursa, onlar ya onun kan bedeli olan diyetini öderler, ya da hükmünüze boyun eğmekten kaçınmış, ahidlerini bozmuş, bize karşı savaş açmış sayılacakları kendilerine bildirilir!” buyurdu ve bunu HayberYahudilerine de böylece yazdı, yazdırdı. [231]
Yazılan yazıya:
“Öldürülen kişinin cesedi, sizin evlerinizin arasında bulunmuştur!” cümlesi de eklendi. [232]
Hayber Yahudileri, Peygamberimiz Aleyhisselamın yazısına:
“Biz vallahi onu öldürmedik! [233] Onu öldüreni de bilmiyoruz!” diye cevap yazdılar. [234]
Kasâme Ne Demektir ve Nasıl Olur?
Bu cinayet dâvasında, İslâmiyetten önceki çağlarda uygulanmakta olan ve kasâme diye anılan muhakeme usulüne başvurulmuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu usulü olduğu gibi bıraktı.[235]
Kasâme; lügatta, güzel olmak, Müslümanlarla düşmanları arasında barış yapılmak mânâlarına geldiği gibi, birşey hakkında yemin edip onu almak, veya o şey hakkında tanıklık etmek mânâsına da gelir. [236]
Şeriat teriminde; sadece belli sebeple belli sayıdaki belli kişilerin usulüne göre yaptıkları yeminde kullanılmıştır. [237]
Buna da, ya öldürülenin velileri tarafından kan bedeline hak kazanılmak için, ya da kendilerinin talepleri üzerine, karşı taraftan, içlerinde çocuk, kadın, deli ve köle bulunmamak şartıyla seçilecek elli kişiye yemin ettirilip kan bedelinden kurtulmak için başvurulur.
Meselâ; öldürülen kişinin cesedi bir kavmin yurdunda bulunur ve onu kimin öldürdüğü bilinmez ve fakat o kavmin öldürdüğü iddia edilir ve elli kişi de bu hususta yemin ederse, diyet almaya hak kazanılır.
Eğer davacı karşı taraftan elli kişi seçerek onları yemin etmeye davet eder, onlar da öldürülenin kendileri tarafından öldürülmediğine ve öldüreni de bilmediklerine yemin edecek olurlarsa, diyet ödemekten kurtulurlar.
Yemin edecek tam elli kişi bulunmazsa, mevcut kişiler yeminlerinin sayısını elliye doldururlar. [238]
Abdullah b. Sehl’in Diyetinin Zekat Develeriyle Ödenişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Abdullah b. Sehl’in kanının boşa gitmesini uygun gömnedi.[239]
Onun kan bedelini, zekat develerinden yüz deve vererek ödedi. [240]
Bu yüz devenin
25’i beş yaşına,
25’i dört yaşına,
25’i üç yaşına basmış;
25’i de bir yaşını doldurmuştu.
Sehl b. Ebi Hasme der ki:
“Abdullah b. Senl’in vereselerine yüz devenin teslim edildiğini görmüşüm dür.
Ben o zaman gençtim. [241] Vallahi, içlerinden, kızıl tüylü bir devenin beni teptiğini de daha unutmam ışı m dır !” [242]
Abdullah b. Sehl’in diyetini Peygamberimiz Aleyhisselamın kendisinin ödemesi; gerginliği gidermek, arayı bulmak, [243] çıkacak karışıklığı önlemek, barışıklığı sağlamak hususundaki ince siyasetinden ileri geliyordu. [244]
[1] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 3, s. 24, Vâki d t, Megâzî, c. 2, s. 636, İ bn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 4, s. 239, 327, c. 1, s. 353.
[2] İbn ^bdilberr, İstiâb, c. 2, s. 761, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 250.
[3] İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 1, s. 353.
[4] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 239, c. 1, s. 353, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 259,260.
[5] İbn Sa’d. Tabakat. c. 1 . s. 353. c. 4. s. 239.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/127.
[6]İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 226.
[7] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 326, Ahmed b. Hanbel, Müsned.c.2, s. 286, Buhârî, Sahih, c. 3, s. 119,120, c.S.s. 123.
[8] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 328.
[9] Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 685, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 2, s. 425.
[10] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, t 4, s. 326, Ahmed b. Hanbel, Müsned.c.2, s. 286, Buharı, Sahih, c. 3, s. 119,120.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/127-128.
[11] İtan Sa’d.Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 329, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 689, İtan Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 6, s. 319, 320.
[12] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1770,1 771, İtan Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 6, s. 319.
[13] İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 4, s. 328, Ahmed b. Hantael, Müsned, c. 2, s. 320, Müslim, Sahih, c. 4, s. 938, 939, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 2, s. 428.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/128-130.
[14] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 3.
[15] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4,s. 34, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1.S.242.
[16] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 106, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 80.
[17] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 80, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1946, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 2, s. 275.
[18] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 106.
[19] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 80.
[20] Müslim, Sahih, c. 4, s. 1946.
[21] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 80, Müslim, Sahih, c. 4, s. 106.
[22] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 106.
[23] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 80, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1946.
[24] Müslim. Sahih. c. 4. s. 1946.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/130-132.
[25] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 706.
[26] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 33.
[27] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 530.
[28] Vâkidf, Megâzî, c. 2, s. 562, İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 2, s. 89, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 378, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 73, Taberî, Târîh, c. 3, s. 83, İbn EsTr, Kâmil, c. 2, s. 209, Diyarbekıf, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 12, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 185.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/132.
[29] İbn Kayym, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 163.
[30] Semhûdı, Vefau’l-retâ, c. 4, s. 1281.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/132-133.
[31] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 58.
[32] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 706.
[33] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 58.
[34] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 706, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamfs, c. 2, s. 58.
[35] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 706.
[36] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 58.
[37] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 706.
[38] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 368, Taberî, Târîh, c. 3, s. 98, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 58.
[39] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 706, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1 , s. 34, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks.2,s.4O.
[40] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 706,707.
[41] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 58.
[42] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 368, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 707, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 33, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 58.
[43] Ebu Ubeyd,Kitâbu’l-em\£l,s.16, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1 ,s.33, Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 4, s. 238.
[44] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 368, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 33, 36, Yâküt, Mu’cemu’l-büldân, c. 4, s. 238.
[45] Belâzurî. Fütûhu’l-büldân. c. 1. s. 33. Yâkût. Mu’cemu’l-büldân. c. 4. s. 239.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/133-135.
[46] İbn Habib, Kitâ bu’l-muhabber, s. 1 26,1bn Hazm , Cevâmiu’s-aYe, s. 24.
[47] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 707.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/135.
[48] Bel âzurf, E nsâbu’l -eşraf, c. 1, s. 352, F ütûhu ‘l-büld ân, c. 1, s. 40, İ bn Sey-yi d, U yûn, c. 2, s. 142.
[49] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 4, s. 238.
[50] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 90.
[51] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 4, s. 238.
[52] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 530.
[53] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 353, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 707, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 353, Fütühu’l-büldân, c.1,s.39.
[54] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 709, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8, s. 121.
[55] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 353, Taberî, Târih, c. 3, s. 96.
[56] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 710, İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 2, s. 162.
[57] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 58.
[58] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 710, İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 2, s. 162, Semhûdf, Vefâu’l-vefâ, c. 4, s. 1328.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/135-137.
[59] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 710, İbn Kayy,m , Zâdu’l-mead, c. 2, s. 162.
[60] İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 162.
[61] Vâkidi, Megâzı, c.2, s. 710, İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 2, s. 162.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/137.
[62] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1 , s. 39, Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 5, s. 345, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 143, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 58.
[63] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 353, İbn Seyvid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 144.
[64] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 710, İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 2, s. 162.
[65] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 710.
[66] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 710, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 162, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 58, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 775.
[67] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 710, 711, İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 2, s. 162,163.
[68] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 710, 711, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 39, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 143, 144, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 162,1 63.
[69] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 711.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/138-139.
[70] İbn Habib, Kitâbu’l-muhabber, s. 1 26, Belâzurî, Fütûhu’l-buldan, c. 1, s. 40, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 24.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/139.
[71] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 353.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/139.
[72] Ibn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8, s. 121.
[73] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 707, 708, İtan Sa’d, Tabakât, c. 8, s. 121,122.
[74] İbn Sa’d, Tabakât, c. 8, s. 123.
[75] İbn Sa’d. Tabakât. c. 8. s. 122.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/140-141.
[76] İbn İshak.İbnHişam, Sîre.c.3, s. 354, 355, Vâkidf, Megâzî.c.2, s. 708.
[77] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c.8,s. 126, Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 29.
[78] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 708, İbn Sa’d, Tabakât, c. 8, s. 126, Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 29.
[79] İbn Sa’d, Tabakât, c. 8, s. 126, Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 29.
[80] İbn İshak.İbnHişam, Sîre.c.3, s. 354, 355, Vâki df, Megâzî.c.2, s. 708.
[81] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, t 8, s. 122, 123.
[82] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 102.
[83] Buhârî, Sahih, c. 3, s. 42.
[84] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 708, İbn Sa’d, Tabakât, c. 8, s. 122.
[85] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 196.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/141-142.
[86] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 530.
[87] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 2, s. 67.
[88] Vâkidf, Megâzî, c. 2, s. 713.
[89] Semhûdî, Velâu’l-velâ, c. 4, s. 1164.
[90] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 530.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/142-143.
[91] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 711, İbn Ka^ım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 163, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 775.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/143.
[92] Ibn Habib, Kitâbu’l-muhabber, s. 1 26, Belâzurî, Fütûhu’l-buldan, c. 1, s. 40, Ibn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s.23.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/143.
[93] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 2, s. 172, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 154, Semhûdf, Vefâu’l-vıefa, c. 4, s. 1179, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 55.
[94] İbn Esir, Nihâye, c. 1.S.307, Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 2, s. 172, Semhûdf, Vefâu’l-vefâ, c. 4, s. 1179.
[95] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 212.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/143-144.
[96] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 353 Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 711, Taberî, Târih, c. 3, s. 96, İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 2, s. 163.
[97] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 355, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 711.
[98] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 355, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 711.
[99] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 355 Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 711.
[100] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 711.
[101] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 355, Halebî, İnsanu’l-uyûn, c. 2, s. 775.
[102] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 711.
[103] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 355, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 711.
[104] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 355, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 163, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 213, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 775.
[105] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 355, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 163, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 213.
[106] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 355, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 712, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 163, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 213.
[107] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 712, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 776.
[108] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 355, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 776.
[109] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 711, 712.
[110] İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 2, s. 163.
[111] Vâkıdî, Megâzî, c. 2,5.711, 712.
[112] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 355.
[113] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 712.
[114] İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 2, s. 163.
[115] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 355, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 213.
[116] İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 2, s. 163, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 776.
[117] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 776.
[118] İbn Sa’d.Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8, s. 123,124, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 58.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/144-147.
[119] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, t 1, s. 353.
[120] İbn Esîr, Nihâye, c. 3, s. 348.
[121] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 206.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/147-148.
[122] İbn Saıd,Tabakâtüıl-kübrâ,c.4,s.34, 35,Yâkubî, Târih, c.2,s. 56, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 211, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 242, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 342.
[123] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 242, İ bn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 342.
[124] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 229.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/148-149.
[125] Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 292, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 31, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 345.
[126] Taberî, Tefsir, c. 7, s. 4.
[127] Taberî, Tefsir, c. 7, s. 4, Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 292, Diyarbekrî, c. 2, s. 31, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 345.
[128] Taberî, Tefar, c. 7, s. 4.
[129] Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 292, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 31, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 345.
[130] Taberî, Tefsir, c. 7, s. 4, Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 292, Diyarbekrî, c. 2, s. 31, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 345.
[131] Taberî, Tefsir, c. 7, s. 4.
[132] Kastalânf, M evâhib, c. 1, s. 292, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 31, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 345.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/149.
[133] İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 1 64.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/150.
[134] Yâkubî, Târih, c. 2.S.56.
[135] Ebu Ubeyd, Kitâbu’l-emvâl, s. 367.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/150.
[136] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 5, c. 2, s. 722, İtan Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 11 6, Belâzurî, Ensâb, c. 1 , s. 379.
[137] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 117.
[138] Vâkıdî, Megâzî, c. 1 s. 5, Halebî, İnsânu’l-uyün, c. 3, s. 191 .
[139] Yâ küt, Mu’cemu’l-büldân, c. 2, s. 21.
[140] Belâzurî, Ensâb, c. 1 , s. 379.
[141] Vâkıdı, Megâzî, c.2, s. 722.
[142] Vâki d f, Megâzî, c.2, s. 562, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 89, Belâzurî, Ensâbu’l-esrâf, c.1 , s. 378, Yâkubî, Târih, c. 2, s.73, 74, Taberî, Târîh, c. 3, s. 83, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 209, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 11 0, İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 2,s. 135 Diyarbekrî, Târîhu’l-ham fs, c. 2, s. 12, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 185.
[143] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 722, İbn Sa’d, Tabakât,c. 2, s. 117, Taberî, Târîh, c. 3, s. 99 İbn Seyyid,Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 145.
[144] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 722 Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 221 İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 164, Halebî, İnşân, c. 3, s. 191.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/151-152.
[145] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 5, c. 2, s. 722, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 379, Taberî, Târih, c. 3, s. 99.
[146] Vâkidi, Megâzî, c.2, s. 722, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 46.
[147] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 118, İtan Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 146, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 60, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 191.
[148] Belâzurî, Ensâb, c. 1 , s. 379.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/152.
[149] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 5, c. 2, s. 723, İbn Sa’d, Tabakât ü’l-kübrâ, c. 2, s. 11 8, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 379.
[150] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 443, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 66.
[151] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 723, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 119, İbn Esîr, Kâm il, c. 2, s. 226, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 221, 222.
[152] Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 250.
[153] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 723, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 119, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 2, s. 1 46, İbn Kayyım, Zâdu’l-ıead, c. 2, s. 164.
[154] Vâkıdî, Megâzî, c.2,s. 723.
[155] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 723, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 119.
[156] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 723, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 119, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 164.
[157] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 723, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 119, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 250.
[158] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 723.
[159] Vâkidf, Megâzî, c. 2, s. 723, İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 532. E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 222, İbn Kayyım ,!âdu’l-mead, c. 2, s. 164.
[160] Vâkıdî, c. 2, s. 723, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 164, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 60, Zürkânf, M evâhib Şerhi,:.2,s.25O.
[161] Halebî, İnsânu’l-uyün, c. 2, s. 192.
[162] Vâkıdî, c. 2, s. 723, İbn Sa’d, c. 2, s. 119, c. 3, s. 532, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 226.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/153-154.
[163] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 5, c. 2, s. 726, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 119, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 147.
[164] İbn Sa’d, Tab akâtü “l-kübrâ, c. 2, s. 119, İ tan Seyyi d, U y ûnu’l-eser, c.2, .147, Sem hûd f, Vefâu’l-vefa, c. 4, s. 1317.
[165] İbn Sa’d, Tab akâtü ‘l-kübrâ. c. 2, s. 119.
[166] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 395, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 61.
[167] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 551, 552, İbn Sa’d, Tab akâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 85.
[168] Vâki dr, Megâzî, c. 2, s. 552, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 86, Yâkubî, TâriTı, c. 2, s. 73, Taberî, Târih, c. 3, s. 83, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c.2, s. 105.
[169] Vâkıdî, c.2, s. 555, İbn Sa’d, c. 2, s. 87, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1 , s. 377, Yâkubî, c. 2, s. 72, Taberî, c. 3, s. 83, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 207, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 134, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 106.
[170] Kalkasandf, Nihâyetü’l-ereb, s. 370.
[171] Vâkıdî, c. 2, s. 640, 642, 650, 651, Diyarbekrî, Târihu’l-hamfs, c. 2, s. 44.
[172] İbn Sa’d, Tab akâtü ‘l-kübrâ, c. 2, s. 119.
[173] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 138, İbn Sa’d, c. 2, s. 31.
[174] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 667, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 250.
[175] Vâkıdî, Megâzı, c. 2, s. 726, Taberî, Târih, c. 3, s. 99.
[176] İbn Sa’d, Tab akâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 119, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 147.
[177] Vâkıdî, Megâzı, c. 2, s. 726, 727.
[178] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 727, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 119, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c.2, s. 147.
[179] Vâkıdî, c. 2, s. 727, İbn Sa’d, c. 2, s. 119, İbn Seyyid, c. 2, s. 1 47, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 192.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/154-157.
[180] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 6, c. 2, s. 727, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 120, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 379, Taberî, TâriVı, c.3,s.99.
[181] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 148, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 252.
[182] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 2, s. 164, 165.
[183] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 727, Taberî, Târîh, c. 3, s. 99, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 165, 166.
[184] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 727, 728, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 165,166.
[185] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 728, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 120, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 166.
[186] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 278, Taberî, Târih, c. 3, s. 99.
[187] Vâkidi, Megâzî, c. ,2 s. 728, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 166.
[188] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 120, c. 3, s. 532, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 148.
[189] Semhûdi, Vefâu’l-vefâ, c. 4, s. 1173.
[190] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 278, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 1 20, İbn Seyyid, c. 2, s. 148.
[191] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 3, s. 233.
[192] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 728.
[193] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 728, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 120, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 166.
[194] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 278, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 166.
[195] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 532.
[196] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 278, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 120, İbn Kayyım , Zâd, c. 2, s. 166, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c.2, s. 148.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/157-159.
[197] Vâkıdî,Megâzî,c.2,s. 729.
[198] İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 1 66.
[199] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 729.
[200] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 729, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 166.
[201] Taberî, Târih, c. 3, s. 99.
[202] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 729.
[203] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 729, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 166.
[204] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 729, 731.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/159-163.
[205] Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 577, 578, Buharı, Sahih, c. 5, s. 11 9, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1293.
[206] Buhârî,Sahîh,c.3, s. 169, c. 4, s. 17, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1293.
[207] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 713, 71 4.
[208] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 369, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 3.
[209] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 713, 71 4.
[210] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 369 Ahmed, b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 3.
[211] Buhârî, Sahih, c. 4, s. 68.
[212] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 369, Mâlik, Muvatta’, c. 2, s. 877, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 3, Buhârî, c. 8, s. 119.
[213] Mâlik,Muvatta1, c. 2, s. 877, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 714, Buhârî, c. 8, s. 119, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1294.
[214] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 714.
[215] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 370, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 3.
[216] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 370.
[217] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 2, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1291.
[218] Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 877, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 714.
[219] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 2.
[220] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 370, Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 877, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 714, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 3, Buhârî, Sahih, c. 8, s. 120.
[221] Vâkidt, Megâzî, c. 2, s. 714.
[222] İbn İshak.İbnHişam, Sîre, c. 3, s. 370, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 3.
[223] Ahmed b. Hanbel. Müsned. c. 4. s. 3.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/163-166.
[224] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 370, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 3.
[225] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 370.
[226] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 370, Vâki d f, Megâzî, c. 2, s. 714, 71 5, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 2, 3, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 68, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1292.
[227] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 370 Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 877.
[228] Mâlik, Muvatta’.c. 2, s. 878, Vâkidf, Megâzî, c. 2, s. 714, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 3, Buhârî, c. 8, s. 120, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1295.
[229] Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 878, Buhârî, c. 4, s. 68, Müslim, c. 3, s. 1292,1293 .
[230] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 370, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 3.
[231] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 370, 371, Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 877, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 714, Buhârî, Sahîh, c. 8, s. 1 20, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1295.
[232] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 370.
[233] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 370, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 71 4, Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 877 Buhârî, c. 8, s. 120, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1295.
[234] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 370.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/166-167.
[235] Vâkıdı, Megâzı, c. 2, s. 715, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1295, İbn Esîr, Nihâye, c. 4, s. 62.
[236] Firuzâbâdi, Kâmûsu’l-muhft, c. 4, s. 166.
[237] Kâsânf, Bedâyiu’s-sanâyi’, c. 7, s. 286.
[238] İbn Esîr, Nihâye, c. 4, s. 62.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/168.
[239] Buhârî, Sahih, c. 4, s. 42, 43.
[240] Serahsf, M ebsût, c. 26, s. 1 07.
[241] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 715.
[242] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 370.
[243] Bedrüddin Avnf, Umdetu’l-karf, c. 24, s. 59.
[244] İbn Hacer. Fethu’l-barî. c. 12. s. 206.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/168-169.