Elçilerin Gönderiliş Tarihi
İsa Aleyhisselamın Kimleri, Nerelere Gönderdiği?
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ashabdan Kimleri, Kimlere Gönderdiği?
Peygamberimiz Aleyhisselamın Yazdırdığı Yazıları Mühürlemesi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hükümdarlara Elçiler Göndermesinin Sebebi
Amr b. Ümeyye’nin Habeş Necaşi’sine Gönderilişi
Gönderiliş Tarihi
Amr b. Ümeyye’nin Necaşi’nin Huzuruna Küçük Kapıdan Girmekten Kaçınışı
Amr b. Ümeyye’nin Necaşi’nin Huzurundaki Hitabesi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubunun Okunuşu ve Necaşi’nin Müslümanlığını Açıklayışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubunun Kutu İçinde Saklanışı
Halen Şam’da Bulunan ve Peygamberimiz Aleyhisselama Ait Olduğu Sanılan Mektup
Amr b. Ümeyye’nin Öldürülmek Üzere Necaşi’den İstenilişi
Habeş Halkının Necaşi’ye Karşı Ayaklanışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektuplarını Necaşi’nin Cevaplayışı
Necaşi’nin Muhacir Müslümanları Gemilere Bindirip Medine’ye Yollayışı
Necaşi’nin Peygamberimiz Aleyhisselama Gönderdiği Bazı Hediyeler
Necaşi’nin Oğlu Erha ile Yanına Katılanların Gemilerinin Batıp Denizde Boğulmaları
Dıhye b. Halife’nin Rum Kayseri Herakliyus’a Gönderilişi
Gönderiliş Tarihi ve Gönderiliş Sebebi
Kayser’in Adağı ve Adağını Yerine Getirişi
Dıhye’nin Gassan Emîrine Başvuruşu ve Kudüs’e Gönderilişi
Kayser’in Tasalanışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubunun Okutturuluşu
Dıhye b. Halife’nin Sünnetli Olup Olmadığının Muayene Ettirilişi
Herakliyus’un Roma’daki Dostu Dagatır’a Peygamberimiz Aleyhisselam Hakkında Yazı Yazışı ve Şam Taraflarında Bulunan Ebu Süfyan’a Sorular Soruşu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Herakliyus’a Hitaben Yazdırıp “Muhammed Resûlullah” Mührü ile Mühürlediği Mektubun Türkçe Tercemesi
Herakliyus’un Mektubu Saklayışı, Mektuba Rumların Tepkileri
Dıhye’nin Herakliyus’u Uyarışı ve İslâmiyete Davet Edişi
Kayser’in İtirafları, Endişeleri ve Dıhye’yi Dagatır’a Gönderişi
Dagatır’ın Müslüman Oluşu ve Şehit Edilişi
Kayser Herakliyus’un Rumları İslâmiyete Davet Edişi
Dagatır’ın Şehit Edilişinden Sonra Dıhye’nin Herakliyus’un Yanına Dönüşü
Kayser Herakliyus’un Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubuna Cevap Yazışı
Dıhye’nin Medine’ye Dönüşü ve Yolda Başına Gelenler
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubunun Kayser ve Kayser Hanedanınca Korunuşu
Abdullah b. Huzâfe’nin İran Şahı Kisra’ya Gönderilişi
Gönderiliş Tarihi ve Sebebi
Abdullah b. Huzâfe İle Kisrâ’nın Karşılıklı Konuşmaları
Abdullah b. Huzâfe’nin Medine’ye Dönüşü
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kisrâ Aleyhindeki Duası
Kisrâ’nın Peygamberimiz Aleyhisselam Hakkında Yemen Valisine Emir ve Direktif Verişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kisrâ Hakkında Allah’tan Aldığı Haberi Elçilere Bildirişi
Elçilerin Gördüklerini ve Duyduklarını Vali Bâzân’a Anlatmaları
Kisrâ Şîreveyh’in Vali Bâzân’a Mektubu, Bâzân’la Ebnâların Müslüman Olmaları
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kisrâ’ya Gönderdiği Mektubun Ele Geçişi
Hâtıb b. Ebi Beltea’nın Mukavkıs’a Gönderilişi
Gönderiliş Tarihi ve Sebebi
Mukavkıs’ın Hâtıb b. Ebi Beltea ile Konuşmaları ve Tartışmaları
Hâtıb’ın Medine’ye Yollanışı
Hâtıb’ın Medine’ye Yollanışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mukavkıs Hakkındaki Sözleri
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mukavkıs’a Gönderdiği Mektubunun Saklanışı ve Son
Zamanlarda Ele Geçişi
Şüca’ b. Vehb’in Hâris b. Ebi Şimr el-Gassanî’ye Gönderilişi
Gönderiliş Tarihi ve Sebebi
Salît b. Amr’ın Yemame Hükümdarı Hevze b. Ali’ye Gönderilişi
Gönderiliş Tarihi ve Sebebi
Salît b. Amr’ın Hevze b. Ali’yi Öğütleyişi
Hevze b. Ali’nin Durumu Eregün’le Konuşması
Hevze b. Ali’nin Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubuna Cevap Yazışı
PEYGAMBERİMİZ ALEYHİSSELAMIN ELÇİLERİ
HÜKÜMDARLARI İSLAMİYETE DAVET EDİYOR
Elçilerin Gönderiliş Tarihi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hicretin 6. yılında, Zilhicce ayında, Hudeybiye’den Medine’ye döndükten sonra[1] veya Hicretin 7. yılı Muharrem ayında[2] bir gün, ashabının yanlarına varıp:
“Ey insanlar! Hiç şüphesiz, Yüce Allah, beni herkese rahmet olarak göndermiştir!
Havarilerin İsa b. Meryem’in emrinde ihtilaf ettikleri gibi, siz de benim emrimde ihtilaf etmeyiniz!” buyurdu.
Ashab:
“Yâ Rasûlalları! Havariler nasıl ihtilaf ettiler?” diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Benim sizi davet edeceğim şeye, o da havarileri davet etmişti.
Yakındaki bir yere gönderdiği kimseler razı oldular ve selameti buldular. Uzak bir yere gönderdiği kimseler ise, suratlarını astılar ve ağır davrandılar.
İsa da bunu Allah’a şikâyet etti.
Bunun üzerine, ağır davrananlar, gönderildikleri halkın diliyle konuşur oldukları halde sabaha çıktılar!” buyurdu.[3]
İsa Aleyhisselamın Kimleri, Nerelere Gönderdiği?
İsa Aleyhisselam, havarilerden ve etbaından uzak yerlere gönderdiği kişilerden;
1. Butrus’u, havari olmayan etbaından Buluş ile birlikte, Rûmiye’ye,
2. Enderais ile Menta’yı, halkı adam yiyen Yamyamîler diyarına,
3. Tomas’ı, Maşrık’ta Babil diyarına,
4. Flübüs’ü, Kartacannaya (Afrika’ya),
5. Yuhannes’i, Efsus’a (Ashab-ı Kehf gençlerinin karyesine),
6. Yakubüs’ü, Oraşalim’e (Beytül-Makdis karyesi İlya’ya),
7. İbn Selmayı, göçebe Araplara (Hicaz toprağına),
8. Simun’u, Berber toprağına,
9. Havarilerden olmayan Yahuda’yı da, Yudis’in yerine, göndereceği yere göndermişti.[4]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ashabdan Kimleri, Kimlere Gönderdiği?
Peygamberimiz Aleyhisselamın Muhacir sahabileri, ayağa kalkarak:
“Sen bizi nereye göndermek istersen, oraya gönder! Biz senin emrini yerine getiririz![5] Vallahi, hiçbir şey hakkında sana muhalefet etmeyiz. Bize emret ve göndereceğin yere gönder bizi!” dediler.[6] Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabından:
1. Dıhye b. Halîfe el-KelbFyi, Rum hükümdarı Kayser’e;
2. Abdullah b. Huzâfe es-Sehmîyi, Acem şahı Kisrâ’ya,
3. Amr b. Ümeyye ed-Damrî’yi, Habeş hükümdarı Necaşî’ye,
4. Hâtıb b. Ebi Beltaa’yı, İskenderiye hükümdarı Mukavkıs’a,
5. Şüca1 b. Vehb’i, Gassan hükümdarı Hevze b. Ali’ye gönderdi[7]
Yola çıkarılan bu elçiler de, Peygamberimiz Aleyhisselamın bildirdikleri gibi, gönderildikleri milletlerin dillerini konuşur oldukları halde sabaha çıktılar.[8]
Peygamberimiz Aleyhisselam, gönderdiği elçilerin yanlarına varacakları hükümdarlara da, bireryazı yazdırdı .[9]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Yazdırdığı Yazıları Mühürlemesi
Peygamberimiz Aleyhisselam Acem şahına, Rum Kayserine ve Habeş Necaşî’sine mektup yazdırmak istediği zaman:[10]
“Yâ Rasûlallah! Onlar, bir mektubu, mühürlü olmadıkça, okumazlar!” denilmişti.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam gümüşten bir mühür yüzük edindi ki, kaşına, üç satır üzerine Allah Resûl Muhammed nakşedilmişti.[11]
Mühür yüzükteki yazı; aşağıdan yukarıya doğru, ‘Muhammed1 bir satır, ‘Resûl’ bir satır, Allah’ da bir satır olmak üzere üç satır halinde idi.[12]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu mühür yüzüğü sol elinin serçe parmağına takardı .[13]
Sağ elinin parmağına taktığı da olurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onun kaşlı tarafını avucunun içine çevirir, getirirdi.[14]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu mühür yüzük parmağında olduğu halde vefat etmiştir.[15]
Peygamberimiz Aleyhisselamın bu mühür yüzüğünü, Hz. Ebu Bekir, ondan sonra Hz. Ömer, Hz. Ömer’den sonra Hz. Osman parmağına takmıştır.
Hz. Osman bir gün Eriş kuyusunun başında oturduğu sırada onu parmağından çıkarmış, elinde evirip çevirirken kuyunun içine düşürmüş, kuyunun bütün suyu çektirildiği, üç gün gidilip gelinip arandığı halde bu yüzük bulunamamıştır.[16]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hükümdarlara Elçiler Göndermesinin Sebebi
Hudeybiye’de Kureyş müşriklerine de açıklanmış olduğu üzere, Kureyş müşrikleri Peygamberimiz Aleyhisselamı uğraştırmadıkları takdirde, Peygamberimiz Aleyhisselam İslâmiyet] başka kavim ve kabileler arasında yaymaya çalışacaktı .[17]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hudeybiye’de Kureyş müşrikleriyle yaptığı muahede ile çarpışmayı bırakarak on yıl barış içinde yaşamayı sağlayınca;[18] Yüce Allah’ın:
“De ki: ‘Ey İnsanlar! Ben Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberim!'”[19] buyruğuna uyarak, en yakınından en uzağına kadar, komşu hükümdarlara ve kabile başkanlarına İslâmiyeti duyurmak, kendilerini İslâmiyete davet etmek sırası gelmişti.
Bunun için, ashabından bazılarını hükümdarlara gönderdi ve yazdırıp ellerine verdiği mektuplarla onları İslâmiyete davet etti.[20]
Amr b. Ümeyye’nin Habeş Necaşi’sine* Gönderilişi
Gönderiliş Tarihi
Amr b. Ümeyye ed-Damrî’nin Habeş Necaşî’sine gönderilişi, Hicretin 7. yılı Muharrem ayında idi.[21] Amr b. Ümeyye, hükümdarlara gönderilen elçilerin ilki idi.[22]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Habeş Necaşî’sine gönderdiği, Muhammed Resûlullah mührü ile mühürlü mektubunda şöyle buyurdu:
“Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu, Peygamber Muhammed’den, Habeşlerin ulusu Necaşî’ye yazılan yazıdır:
Doğru yola tâbi olanlara; Allah’a ve Allah’ın Resûlüne iman edenlere; Allahtan başka hiçbir ilah olmadığına, O’nun şeriksiz bir tek ilah olduğuna, kendisinin hiçbir eş ve oğul edinmediğine, Muhammed’in de O’nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet getirenlere, selam olsun!
Ben seni Allah’ın davetiyle (İslâmiyete) davet ediyorum!
Ben O’nun Resûlüyüm!
Sen Müslüman ol ki, selamete eresin!
‘Ey Ehl-i Kitab! Geliniz: Bizim aramızla sizin aranızda eşit ve ortak bir sözde (kelime-i tevhidde) birleşelim de, Allahtan başkasına ibadet etmeyelim ve O’na hiçbir şeyi şerik koşmayalım!
Allah’ı bırakıp da, birbirimizi rabler edinmeyelim!
Eğer bu davetten yüz çevirirsen, Hıristiyan kavminin vebali senin üzerindedir!”[23]
İbn İshak’a ve daha başka kaynaklara göre; Peygamberimiz Aleyhisselamın Necaşî’ye gönderdiği mektupta şöyle buyurdukları da rivayet edilir:
“Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’ın Resûlü Muhammed’den, Habeş Kralı Necaşî Ashama’ya!
Selam olsun sana!
Senin temelli selamette olmanı diler,[24] sana olan nimetinden dolayı Allah’a hamd ü sena ederim-ki, O’ndan başka ilah yoktur! O Melik’tir, Kuddûs’tür, Selam’dır, Mü’min’dir, Müheymin’dir![25] Şehadet ederim ki; İsa b. Meryem, Allah’ın çok temiz, iffetli, dünyadan el etek çekmiş olan Meryem’e ilka ettiği Ruhu ve Kelimesidir ki, Meryem böylece ona gebe kalmış, Yüce Allah onu Ruhundan nefhedip yarat-mıştır. Nasıl ki, Âdem’i de, Kudret Eliyle ve nefhiyle öyle yaratmıştı.
Ben seni, Bir olan, eşi ortağı bulunmayan Allah’a ve O’na ibadet ve tâata, bana tâbi olmaya ve Allah’tan getirip tebliğ etmiş olduğum şeylere iman etmeye davet ediyorum.
Çünkü, ben Allah’ın Resûlüyüm!
Amcamın oğlu Cafer’i, bazı Müslümanlarla birlikte sana göndermiştim. Yanına geldikleri zaman, zulmü bırak, onları ağırlamaya bak!
Ben seni ve askerlerini Yüce Allah’a ibadet ve tâata davet ediyorum.
Sana gereken tebligatı yapmış, öğüdü vermiş bulunuyorum.
Öğüdümü kabul ediniz!
Doğru yola uyan gidenlere selam olsun!”[26]
Amr b. Ümeyye’nin Necaşi’nin Huzuruna Küçük Kapıdan Girmekten Kaçınışı
Amr b. Ümeyye, Habeş ülkesine gittiğinde, adamların Necaşî’nin huzuruna küçük bir kapıdan eğilerek girdiklerini gördü. Kendisi de, kapıya kadar vardı. Hemen oradan geri döndü.
Amr b. Ümeyye’nin bu davranışı oradakilerin ağırlarına gitti. Amrb. Ümeyyeyi hırpalamak, tartaklamak istediler.
Necaşî, Amr b. Ümeyye’ye:
“Seni küçük kapıdan içeri girmekten alıkoyan nedir?” diye sordu.
Amrb. Ümeyye:
“Bizler Peygamberimize böyle yapmayız! Onun yanına, eğilerek girmeyiz!” dedi.
Necaşî:
“Doğru söyledin!” dedi ve adamlarına da:
“Serbest bırakınız onu!” diye emir verdi[27]
Amr b. Ümeyye’nin Necaşi’nin Huzurundaki Hitabesi
Amr b. Ümeyye, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu Necaşî’ye sunduktan sonra, şöyle hitab etti:
“Ey Ashama! Bana düşen söylemek, sana düşen de dinlemektir:
Sen bize ne kadar şefkat ve nezaket gösterdinse, bizim de sana o derece güvenimiz olmuştur.
Biz senden hangi hayrı ve iyiliği ummuşsak, muhakkak ona kavuşmuşuzdur.
Biz senden hiçbirzaman hiçbir hususta hiçbir korku ve endişe duymamış; daima emniyet ve güvenç içinde bulunmuşuzdur.
Zaten, biz senden, ‘Sizinle bizim aramızda, İncil, reddolunmaz bir şahit, haksızlık etmez, bu yolda kesip aralayıcı hüküm verir bir hâkim olsun! Şu kadar ki, Yahudilerin İsa b. Meryem hakkındaki davranışları gibi, sen de şu ümmî peygamber hakkında kötü davranmayasın!1 diye bir hüccet ve teminat da almış bulunuyorduk.
Peygamber Aleyhisselam elçilerini ayırıp hükümdarlara yolladığı zaman, ben, o elçilerin kendileri için ummadıkları şeyi senden umduğum ve onların korktukları şey hakkında ben senden emniyet içinde bulunduğum halde, geçmişteki hayır ve iyiliklere göre ecir ve mükâfat bekleyerek gelip huzuruna çıkmış bulunuyorum!” dedi.[28]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubunun Okunuşu ve Necaşi’nin Müslümanlığını Açıklayışı
Necaşî, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu Amr b. Ümeyye’den alınca, gözlerine sürdü.[29] Öpüp başına koydu.[30] Hemen tahtından indi, tevazu göstererek yere oturdu ve Müslümanlığını açıkladı. Şehadet getirdi ve:
“Eğer yanına kadar gitmeye imkân bulsaydım, muhakkak giderdim![31]
Allah’ı şahit tutarak söylerim ki: O, Kitab Ehli olan Yahudilerle Nasrânîlerin [Hıristiyanların] geleceğini bekleyip durdukları ümmî peygamberdir!
Musa Peygamber, ‘Merkebe biner!’ diyerek İsa Peygamberin geleceğini müjdelediği gibi; İsa Peygamber de, Deveye biner!’ diyerek Muhammed Peygamberin geleceğini öylece müjdelemiştir!
Gözle görmek, bu müjde haberinden daha tatmin edici, daha içe sindirici değildir![32]
Fakat, ne yapayım ki, Habeşlilerden pek az yardımcılarım vardır. Yardımcılarımın çoğalmasını ve kalblerin İslâmiyete ısınmasını bekliyorum” dedi.[33]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubunun Kutu İçinde Saklanışı
Necaşî, fil kemiğinden (dişinden) yapılmış bir kutu getirtip Peygaım berim iz Aleyhisselamın mektuplarını onun içine koydu ve:
“Bu mektuplar aralarında bulundukça, Habeşlerde hayır ve bereket devam edecektir!” dedi.[34] Rivayete göre; Peygamberimiz Aleyhisselamın mektupları, Habeş Necaşî’lerinin ellerinde bulunmakta devam etmiş, Necaşîler tarafından bu mektuplara büyük saygı ve itina gösterilegelmiştir.[35]
Halen Şam’da Bulunan ve Peygamberimiz Aleyhisselama Ait Olduğu Sanılan Mektup
D. M. Dunlop’un verdiği bilgiye göre; Peygamberimiz Aleyhisselamın Necaşîye göndermiş olduğu mektuba benzeyen bir mektup halen Şam’da bir şahsın elinde bulunmaktadır.
Sözü edilen şahıs; bunu birkaç yıl önce, bir Habeş pazarından aldığını söylemiştir.
Mektup, yaklaşık olarak 23×33 cm. eb’âdında bir deri üzerine kahverengi mürekkeple yazılmıştır.
Mektubun 17. satırının sonunda yuvarlak mühür izi vardır.
Bu mühür, 2/5 cm. çapındadır ve aşağıdan yukarıya doğru ‘Muhammed’ bir satır, ‘Resûl’ bir satır, ‘Allah’ da bir satır olmak üzere üç satır halindedir.[36]
Amr b. Ümeyye’nin Öldürülmek Üzere Necaşi’den İstenilişi
Kureyş müşriklerinden Amr b. As, Hendek savaşından sonra, bazı kafadarlanyla birlikte, Habeş ülkesinde oturmayı, Peygamberimiz Aleyhisselamla müşriklerden hangi taraf kazanırsa o tarafa katılmayı kararlaştırmışlar; tabaklanmış bir hayli meşin toplayıp Habeş ülkesine gitmişlerdi.
Bunların Habeş ülkesinde bulundukları sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam da, Amr b. Ümeyye’yi elçi olarak oraya göndermişti. Amr b. Âs, Amr b. Ümeyye’nin Necaşî’nin yanına girip çıktığını görünce, arkadaşlarına:
“Bu, Amr b. Ümeyye’dir!
Eğer Necaşf’nin yanına girersem, onu bana teslim etmesini, Necaşî’den isteyeceğim! Bana verdiği zaman da, onun boynunu vuracağım!” diyerek Necaşî’nin yanına girdi.
Öteden beri yaptığı gibi, Necaşî’nin huzurunda yere kapandı.
Necaşî, ona:
“Hoşgeldin dostum! Memleketinden bana hediye olarak birşeyler getirdin mi?” dedi.
Amr b.Âs:
“Evet! Ey hükümdar! Sana birçok meşin hediye edeceğim!” dedi, getirdiği meşinleri Necaşî’nin yanına yaklaştırdı.
Meşinler Necaşî’nin hoşuna gitti.
Bunun üzerine, Amr b. Âs:
“Ey hükümdar! Ben senin yanından bir adamın çıktığını gördüm ki, o, bize düşman bir adamın elçi-sidir!
Onu bana teslim et de, öldüreyim?
Çünkü, o, eşrafımızdan ve hayırlılarımızdan bazı kişileri öldürmüştür!” dedi.
Amr b.Âs derki:
“Ben bunu söyler söylemez, Necaşî kızdı; sonra da, elini uzatıp bumuma öyle bir çarptı ki, bumumu kırdı sandım!
Eğer o sırada yer benim için yanlsaydı, korkumdan yerin dibine girerdim!”
Bundan sonra, Amr b. Âs:
“Ey hükümdar! Vallahi, bundan hoşlanmadığını bilseydim, onu senden dilemezdim” dedi.
Necaşî:
“Demek, sen Musa Peygambere gelmiş olan Nâmûs-u Ekber (Cebrail)’in kendisine gelip durduğu bir zâtın elçisini öldürmek üzere sana vermemi istiyorsun ha?” dedi.
Amr b.Âs:
“Ey hükümdar! O, gerçekten, böyle bir peygamber midir?” diye sordu.
Necaşî:
“Yazıklar olsun sana ey Amr! Sen benim sözümü dinle de, ona tâbi ol!
Çünkü, o, vallahi hak üzeredir! Kendisine karşı koyanlara galebe çalacaktır-Musa Peygamberin Firavuna ve ordusuna galebe çaldığı gibi!” dedi.
Amr b.Âs:
“Öyleyse, sen benim ona İslâmiyet üzere bey1 atı mı alır mısın?” diye sordu.
Necaşî:
“Olur!” dedi ve elini uzattı.
Amr b.Âs da, ona İslâmiyet üzere bey’at ettikten sonra, arkadaşlarının yanına döndü ve Müslüman olduğunu onlardan gizli tuttu.[37]
Habeş Halkının Necaşi’ye Karşı Ayaklanışı
Habeş halkı toplanıp Necaşîye:
“Sen dinimizden ayrıldın!” diyerek ayaklandılar.
Necaşî, Hz. Cafer’le arkadaşlarına haber gönderdi, gemiler hazırlattı ve:
“Gemilere biner, bir müddet onların içinde bulunursunuz.
Eğer ben şu halka yenilirsem, siz istediğiniz yere kavuşmak üzere çıkıp gidersiniz.
Eğer ben onlan sindirir, kendime boyun eğdirmeyi başarabilirsem,yine burada kalırsınız!” dedikten sonra yazılı bir kağıdı eline aldı.
Kağıttaki yazıda:
“Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed Aleyhisselamın Allah’ın kulu ve resûlü olduğuna, İsa b. Meryem Aleyhisselamın da Allah’ın kulu ve resûlü ve Allah’ın Meryem’e ilka eylediği Ruhu ve Kelimesi olmaktan başka bir vasfı bulunmadığına şehadet” ediliyordu.
Necaşî, bu yazıyı kaftanının içinden sağ omuzuna doğru yerleştirdikten sonra, Habeş halkının yanlarına doğru vardı.
Onlar, Necaşî için sıralanmışlardı.
Necaşî, onlara:
“Ey Habeş cemaati! Ben size insanların en yakını ve en lâyıkı değil miyim?” diye sordu.
“Evet! Öylesin!” dediler.
Necaşî:
“Siz, benim aranızdaki hal ve gidişatımı nasıl buluyorsunuz?” diye sordu.
Habeşliler:
“En hayırlı bir hal ve gidişat olarak görüyor ve buluyoruz!” dediler.
Necaşî:
“O halde, siz benden ne istiyorsunuz?” diye sordu.
Habeşliler:
“Sen dinimizden ayrıldın, İsa’nın bir kul olduğunu söyledin!” dediler.
Necaşî:
“Ya siz, İsa hakkında ne dersiniz?” diye sordu.
Habeşliler:
“‘O, Allah’ın oğludur!’ deriz” dediler.
Bunun üzerine, Necaşî elini göğsüne ve kaftanına bastırarak:
“Bu, şehadet eder ki; İsa b. Meryem, bundan [göğsümdeki yazıda olandan] başka birşey değildir!” dedi.
Habeşliler, Necaşî’nin bu sözünden hoşnut oldular, karşısından çekilip gittiler.[38]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektuplarını Necaşi’nin Cevaplayışı
Necaşî, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektuplarını şöyle cevaplandırdı:
“Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’ın Resûlü Muhammed’e Necaşî Ashama tarafındandır
Ey Allah’ın Peygamberi!*[39]
Kendisinden başka hiçbir ilah olmayan ve beni İslâmiyete hidayet eden Allah’ın selamı, rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun[40]
Bundan sonra, arzederim ki yâ Rasûlallah! İçinde İsa’nın işi anılan mektubun bana erişti.
Göklerin ve yerin Rabbine yemin ederim ki; İsa da, kendisi hakkında, senin andığından zerre kadar fazla değildir.
O, ancak senin dediğin gibidir.
Senin bize neleri tebliğ etmek üzere gönderildiğini öğrenmiş, amcanın oğlu ve arkadaşlarıyla tanışmış, kendilerini ağırlamış bulunuyoruz.
Şehadet ederim ki; sen, muhakkak, sözlerinde doğru olan ve kendinden önceki peygamberleri de doğrulayıcı olarak gönderilmiş bulunan Resûlullahsın!
Ben sana bey’at için amcanın oğluna bey’at etmiş; âlemlerin Rabbi olan Allah’a, onun önünde boyun eğip Müslüman olmuşumdur.
Oğlum Erha b. Ashama b. Ebcer’i de sana gönderiyorum.
Ben, kendimden başkasına güç yetirememekte, söz geçirememekteyim.
Eğer benim de muhakkak yanına gelmemi istiyorsan, ben onu da yaparım yâ Rasûlallah!
Ben senin söylediğin şeylerin hak ve gerçek olduğuna şehadet ediyorum!
Selam olsun sana yâ Rasûlallah!”[41]
Necaşi’nin Muhacir Müslümanları Gemilere Bindirip Medine’ye Yollayışı
Necaşî; Muhacir Müslümanların yol hazırlıklarının görülmesini, düzenlenmesini ve Amr b. Ümeyye ile birlikte iki gemiye bindirilmelerini adamlarına emretti.[42]
Hemen, kaptanlanyla birlikte, iki gemi tahsis edildi.[43]
Kureyş müşriklerinin liderlerinden Ebu Süfyan’ın kızı olup Habeşistan’da mürted kocası ölünce Peygamberimiz Aleyhisselama nikahlanan Hz. Ümmü Habibe de, onlarla birlikte bu gemilere bindirildi.[44]
Necaşî, Hz. Cafer’le arkadaşlarının yanına 70 kişi de kattı ki, bunların 62’si H abeşli, B’i Şamlı idi.[45]
Hepsinin üzerlerinde softan cübbeleri vardı.
Hepsi de, kilise ve din adamlarının iyilerinden ve yürekleri yufka, gözleri yaşlı olanlarındandılar.[46]
Hz. Ümmü Habibe’nin bildirdiğine göre;
Necaşî’nin gemicileri, Müslümanları Car limanına kadar getirip karaya çıkardılar.[47]
Car; Kulzum denizinin sahilinde bir şehirdir.
Car ile Medine arası, bir gün bir geceliktir.
Car ile Eyle arası üç merhale, Cuhfe sahiline doğru da üç merhale kadardır.
Car; Habeş, Mısır, Aden, Çin ve diğer Hind beldelerinden gelen gemilerin çıkış yeri, limanıdır.
Car’ın yarısı denizde, ada üzerindedir; yarısı da sahildedir.
Pek çok köşkleri ve yalıları olan bir yerdir.[48]
Yolcular, Car’a çıkınca, oradan, develere binerek Medine’ye gittiler.[49]
Necaşi’nin Peygamberimiz Aleyhisselama Gönderdiği Bazı Hediyeler
Necaşi’nin Peygamberimiz Aleyhisselama, hediye olarak gömlekler, donlar, kaftanlar, iki çift ince ve yumuşak mest.. gönderdi.[50]
Necaşi’nin Oğlu Erha ile Yanına Katılanların Gemilerinin Batıp Denizde Boğulmaları
Necaşî, Hz. Cafer’le arkadaşlarının arkasından, oğlu Erha’yı da, 60 Habeşli ile birlikte bir gemiye bindirip Peygamberimiz Aleyhisselama yollamıştı.
Denizin ortalarına geldikleri zaman, bunların gemileri battı, hepsi de suda boğularak öldüler.[51]
Dıhye b. Halife’nin Rum Kayseri Herakliyus’a Gönderilişi
Gönderiliş Tarihi ve Gönderiliş Sebebi
Dıhye b. Halife’nin Rum Kayseri Herakliyus’a gönderilişi, Hicretin 7. yılı Muharrem ayında idi.[52] Peygamberimiz Aleyhisselam, Kayser Herakliyus’u İslâmiyete davet etmek üzere, ashabından
Dıhye b. Halife’yi bir mektupla ona gönderdi. Mektubu, Kayser’e sunması için, Busra emîrine teslim etmesini de, Dıhyeye emir buyurdu.[53]
Dıhye b. Halife, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu alıp Busra’ya hareket etti.[54]
Kayser’in Adağı ve Adağını Yerine Getirişi
Kayser Herakliyus:
“Eğer Allah İranlıların askerlerini bozguna uğratırsa, Hımstan İlyaya (Kudüs’e) kadar yaya olarak yürüyeyim!” diye adakta bulunmuş;[55] ülkesine giren Acem ordusunu yenip, onları toprağından çıkarmaya ve iğtinam ettikleri en büyük salibi, haçı da geri almaya muvaffak olmuştu.[56]
Herakliyus, adağını yerine getirmek üzere, Hıms’tan İlya’ya kadar yaya yürümeye kalkmış, kendisinin yoluna döşekler serilmiş,[57] yürüyüp giderken üzerine kokular serpilmiş durmuş, böylece Kudüs’e erişmiş, adağını yerine getirmişti.[58]
Dıhye’nin Gassan Emîrine Başvuruşu ve Kudüs’e Gönderilişi
Herakliyus’un Kudüste bulunduğu sıralarda, Dıhye b. Halife de, Peygamberimiz Aleyhisselamin mektubunu Kayser’e sunmayı sağlamak üzere Busra’daki Gassan emîri Hâris’e başvurdu.[59]
O da, Dıhye’yi Herakliyus’a götürmesi için, Adiyy b. Hâtim’i vazifelendirdi.
Adiyy b. Hatim de, Dıhye’yi alıp Kudüs’e götürdü.[60]
Dıhye’ye, kavim ve kabilesinden bazı kişiler:
“Kayser’in yanına vardığın ve kendisini gördüğün zaman, yere kapan! Kayser izin verinceye kadar da, başını secdeden kaldırma!” dediler.
Dıhye:
“Ben bunu hiçbir zaman yapmam ve Allah’tan başkasına hiçbir zaman tapmam!” dedi.
“Eğer sen böyle yaparsan, o ne mektubunu alır, ne de sana bir cevap yazar!” dediler.
Dıhye:
“İsterse almasın!” dedi.
İçlerinden bir adam:
“Ben sana birşey daha salık vereyim mi ki, sen öyle yapınca hem mektubun alınsın, hem de ona secde etmek zorunda kalmayasın?” dedi.
Dıhye:
“Nedir o?” diye sordu.
Adam:
“Kayser’in her eşiğine oturacağı bir minberi vardır.
Sen gider, sahifeni minberin üzerine bırakırsın.
Kayser onu alınca sahibini çağırır; o zaman sen de Kayser’in yanına varırsın!” dedi.
Dıhye:
“Bak, işte bunu yapabilirim!” dedi.[61]
Kayser’in Tasalanışı
Kudüs’te oturan ve Şam Hıristiyanların a piskopos tayin edilen İtin Nâtur’un bildirdiğine göre; Herakliyus, Kudüs’e geldiği sıralarda,[62] günün birinde, pek üzüntülü ve tasalı göründü.
Meclisindeki devlet adamlarından bazıları, ona:
“Biz senin halini başka türlü görüyoruz!?” dediler.[63]
Herakliyus, yıldızlara bakar, kâhinlikten anlardı.
“Ben, bu gece yıldızlara baktığımda, Hitan Melikini (Sünnetliler Hükümdarını)zuhur etmiş gördüm!
Bu ümmet içinde sünnet olanlar kimlerdir?” dedi.
“Yahudilerden başka, sünnet olan yoktur! Onlardan da, sakın endişelenme! Hükmün altındaki şehirlere yaz: Oradaki Yahudileri öldürsünler!” dediler.[64]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubunun Okutturuluşu
Kayser’in yıldızlara bakarak tasalandığı sırada, Dıhye gelip, Peygamberimiz Aleyhisselamin mektubunu Kayser’in üzerinde oturup dinlendiği minberlerden birisinin üzerine bırakmıştı.
Kayser mektubu getirtti. Mektubun Arap dili ve yazısıyla yazıldığını görünce, Arapça yazıyı okumayı bilen bir tercüman çağırttı.
Mektuba:
“Allah’ın kulu ve resûlü Muhammed’den Rumların sahibi, büyüğü Herakliyus’a!” diye başlandığını görünce, Herakliyus’un kardeşinin oğlu kızdı, tercümanın göğsüne şiddetli biryumruk indirip adamı yere oturttu ve mektubu da elinden çekip aldı.
Herakliyus, ona:
“Sana ne oluyor ki, mektubu çalıp kaçıyorsun?!” dedi.
Yennek:
“Adamın mektubunu görmüyor musun?! Mektubuna hem senin isminden önce kendi ismiyle başlamış; hem de senin hükümdar olduğunu anmayarak ‘Rumların sahibi, büyüğü Hrakl’a1 demiş!?
Neden ‘Rumların Hükümdan!’ diye yazmamış ve senin isminle başlamamış!
Onun mektubu bugün okunamaz!” dedi.
Herakliyus:
“Vallahi, sen ya küçük bir akılsızsın ya da büyük bir delisin!
Ben senin böyle olduğunu bilmiyordum.
Ben daha adamın mektubunun içindekine bakmadan, onu yırtıp atmak mı istiyorsun?!
Hayatıma yemin ederim ki; eğer o dediği gibi gerçekten Resûlullah ise, mektubuna benim ismimden önce kendi ismiyle başlamakta ve beni ‘Rumların büyüğü ve sahibi’ diye anmakta haklıdır.[65]
Ben ancak onların (Rumların) sahibiyimdir, hükümdarları değilimdir.
Fakat, Allah onları bana uysal kılmıştır.
Allah dileseydi Farsların Kisrâ üzerine yürüyüp onu öldürdükleri gibi, onları da benim üzerime yürütürdü!” dedi.[66]
Kardeşinin oğlu hakkında da:
“Dışarı çıkarınız bunu!” diye emretti.
Uskufu yanına çağırttı.
Uskuf; görüşü alınır, sözü dinlenir danışman kişi idi.[67]
Hıristiyan bilginlerinin ve Hıristiyanların başkanı idi .[68]
Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubu okunduğu zaman, uskuf Herakliyus’a:
“Vallahi, o, Musa ve İsa’nın bize geleceğini müjdelemiş olduğu peygamberdir. Zaten biz onun gelmesini bekleyip duruyorduk!” dedi.
Herakliyus:
“Sen bana bu yolda ne yapmamı tavsiye edersin?” diye sordu.
Uskuf:
“Benim görüşüm, ona tâbi olmanızdır!” dedi.
Herakliyus:
“Ben senin dediğin şeyi yapmanın gerekliliğini çok iyi biliyorum!
Fakat, ben ona tâbi olmaya güç yetinemeyeceğim!
Çünkü, hem hükümdarlığım elden gider, hem de Rumlar beni öldürürler!” dedi.[69]
Dıhye b. Halife’nin Sünnetli Olup Olmadığının Muayene Ettirilişi
Herakliyus, adamlarına:
“Gidiniz de, bu adam sünnetli midir, değil midir; bir bakınız!” dedi.[70]
Dıhye’yi soyup baktıkları zaman, onun sünnetli olduğu görüldü.
Herakliyus:
“Vallahi, gördüm onu! Elbisesini veriniz de, giysin o!” dedi.[71]
Herakliyus, Arapların sünnetli olup olmadıklarını, Dıhye’den sorunca, Dıhye:
“Araplar sünnet olurlar!” dedi.
Bunun üzerine, Herakliyus:
“Bu ümmetin meliki, hükümdarı zuhur etmiş bulunuyor!” dedi.[72]
Herakliyus’un Roma’daki Dostu Dagatır’a Peygamberimiz Aleyhisselam Hakkında Yazı Yazışı ve Şam Taraflarında Bulunan Ebu Süfyan’a Sorular Soruşu
Herakliyus Rûmiye’de (Roma’da) oturan ve bilgide kendisinin dengi olan bir dostuna (Dagatır’a) Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında yazı yazdı .[73]
Herakliyus’un bu dostu, İbranice okur, yazardı.[74]
Herakliyus, ayrıca:
“Peygamber olduğunu söyleyen şu kişinin kavminden, buralarda bir kimse var mıdır?” diye sor-m ustu.
“Vardır!” dediler.[75]
Herakliyus, Kudüs emniyet amirini çağırdı ve ona:
“Peygamber olduğunu söyleyen şu kişinin soyundan, kabilesinden Şam’da bir adam bulunuz ve onu muhakkak benim yanıma getiriniz!” diye emir verdi.[76] Kendisi, kalkıp Hıms’a gitti.
Daha Hımstan ayrılmadan, Roma’daki dostundan, Peygamberimiz Aleyhisselamın zuhuru ve gerçekten peygamber olduğu hakkındaki görüşüne uygun bir mektup geldi.[77]
O sırada, Ebu Sülyan b. Harb, ticaret için Şam’a giden bir Kureyş kafilesinin içinde, Herakliyus da Kudüste bulunuyordu.[78]
Ebu Süfyan’ın bildirdiğine göre; Gazze’de bulundukları sırada, Herakliyus’un emniyet amiri, üzerlerine saldırır gibi gelip:
“Siz, şu Hicaz’daki zâtın kavminden misiniz?” diye sordu.
Ebu Süfyan’la arkadaşları:
“Evet” deyince, emniyet amiri:
“Haydi, benimle birlikte hükümdarın yanına kadar gideceksiniz!” dedi.[79]
Herakliyus’un emniyet âmiri, Ebu Süfyan’la arkadaşlarını oradan Kudüs’e götürüp Herakliyus’un huzuruna çıkardı.
Herakliyus, çevresinde Rumların büyükleri olduğu halde oturmuş, başına da tacını giymişti.[80]
Herakliyus, Ebu Süfyan’la 30 kişi olan Mekkelileri, İlya (Kudüs) Kilisesinin içinde kabul etti.[81]
Tercümanını çağırdı.[82]
Ebu Süfyan’la arkadaşlarına:
“Peygamber olduğunu söyleyen o zâta soyca en yakın olan hanginizdir?” diye sordu.
Ebu Süfyan der ki:
“‘Onların soyca ona en yakın olanı benim’ dedim.
Gerçekten de, kafile içinde, o zaman Abdi Menaf oğullarından benden başka kimse bulunmuyordu.
Bunun üzerine, Kayser:
‘Onu benim yakınıma getiriniz.[83]
Onun arkadaşlarını da ona yaklaştırınız!
Onlar bunun arkasında dursunlar1 dedi.[84]
Beni, Herakliyus’un önüne, arkadaşlarımı da benim arkama oturttu I ar. [85]
Herakliyus:
‘Aranızda zuhur edip peygamberlik davasında bulunan şu kişi hakkında bana bilgi ver’ dedi.
Ben, onun işini ve gidişini küçültmek istedim de:
‘Ey hükümdar! Sen onun işine pek o kadar önem verme! Onun hali, sana eriştirilmiş olandan düşük ve küçüktür!’ dedim.
Herakliyus benim bu sözümü hiç umursamadı.
‘Sen onun hakkında soracağım şeylere cevap ver!1 dedi.
İstediğini sor’ dedim.[86]
Bundan sonra Herakliyus, tercümanına:
‘Söyle onun arkadaşlarına: Peygamber olduğunu söyleyen o zât hakkında, ben bundan birtakım şeyler soracağım!
Eğer bu kişi, sorduğum şeyler hakkında bana yalan söylemeye kalkışırsa, kendisini yalanlasınlar!’ dedi.
Vallahi, onun (Peygamber Aleyhisselamın) bana sorulacak şeyler üzerinde uyduracağım yalanımı, arkadaşlarımın orada-burada anlatıp durmalarından utanma saydı m[87] muhakkak yalan uydururdum!
Fakat, benim yalan söylediğimi anlatacaklarından utandığım için, Herakliyus’a doğrusunu söyledim ![88]
Bundan sonra, Herakliyus’un bana onun hakkındaki ilk sorusu,[89] tercümanına:
‘Söyle ona: Peygamber olduğunu söyleyen o kişinin içinizdeki soyu nasıldır?’ diye sormak oldu.[90]
‘O, aramızda en iyi soyludur.[91] Soy yönünden en seçkinimizdir’ dedim.[92]
Herakliyus:
‘Sizden, bu peygamberlik sözünü ondan önce söylemiş hiçbir kimse var mıydı?1 diye sordu.
‘Yoktu!’ dedim.
Herakliyus:
‘Onun ataları içinde hiçbir hükümdar gelmiş mi idi?’ diye sordu.
‘Hayır!’ dedim.
Herakliyus:
‘Ona halkın eşrafı mı, yoksa zayıf ve fakirleri mi tâbi oluyorlar?’ diye sordu.
‘Hayır! Ona halkın zayıf ve fakirleri,[93] gençler ve kadınlar tâbi oluyorlar! Kavminin yaşlılarından ve eşrafından ona tâbi olan yoktur!’ dedim.[94]
Herakliyus:
‘Ona tâbi olanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?1 diye sordu.
‘Evet! Artıyor!’ dedim.
Herakliyus:
‘Onlardan, onun dinine girdikten sonra, beğenmeyerek, kızarak ondan dönen bir kimse var mı?’ diye sordu.
‘Yoktur!’ dedim.
Herakliyus:
‘Peygamberlik sözünü söylemeden önce, onu hiç yalanla suçladığınız, kötülediğiniz olmuş mu idi?’ diye sordu.
‘Hayır!’ dedim.
Herakliyus:
Kendisinin hiç ahdini bozduğu, sözünde durmadığı var mıdır?’ diye sordu.
‘Hayır! Ancak, biz şimdi onunla bir müddet için çarpışmayı bırakarak anlaşma yapmış bulunuyoruz.[95] Kendisinin bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz![96] Bu yoldaki ahdini bozacağından korkuyoruz!’ dedim.[97]
Vallahi, verdiğim cevaplara bu sözden başka birşey katmak imkân ve fırsatnı bulamadım ![98]
Arkadaşlarımın yalanımı anlatıp yaymalarından korkma s ay di m, yine de, onu başka şeylerle kusuriamaya çalışırdım!
Herakliyus:
‘Siz onunla hiç çarpıştınız mı? Yahut, o sizinle hiç çarpıştı mı?’ diye sordu.
‘Evet!’ dedim.
Herakliyus:
‘Sizin onunla yaptığınız, onun sizinle yaptığı harp nasıl sonuçlandı?’ diye sordu.
‘Yenme, aramızda sıra ve nöbetle sonuçlandı: Bir kez o bizi yendi, bir kez de biz onu yendik!’ dedim.
Herakliyus:
‘O size ne emrediyor?’ diye sordu.
‘Yalnız bir Allah’a ibadet etmeyi ve O’na hiçbir şeyi eş, ortak tutmamayı bize emr, atalarımızın tapmış oldukları şeylerden de bizi nehy ediyor.
Namaz kılmayı, doğru olmayı, yoksullara sadaka vermeyi, haramlardan sakınmayı, verilen sözde durmayı, emaneti sahiplerine vermeyi, akraba ile ilgilenmeyi, onları görüp gözetmeyi emrediyor’ dedim.[99]
Ben bunları Herakliyus’a söylediğim zaman, Herakliyus, tercümanına:
‘Ona de ki: Ben senden onun içinizde soyunun nasıl olduğunu sordum. Sen kendisinin içinizde en soylu[100] olduğunu söyledin.
Zaten, peygamberler de, böyle, kavimlerinin en soyluları içinden seçilip gönderilirler.
Ben sana ‘Bu peygamberlik sözünü, ondan önce, içinizde söyleyen bir kimse var mı idi?’ diye sordum. Sen ‘Hayır! Yoktur’ dedin.
Eğer ondan önce bu sözü söylemiş bir kimse olsaydı, ‘Bu da, belki, kendisinden önce söylenmiş bir söze uymak istemiş bir kimsedir’ diye söyleyebilirdim. Ben sana, ‘Onun atalarından bir melik, bir hükümdar var mı idi?’ diye sordum. Sen ‘Hayır! Yoktur!’ dedin.
Eğer onun atalarından gelmiş bir melik, bir hükümdar olsaydı, ‘Bu da, belki, babalarının saltanatını elde etmeye çalışan bir kimsedir’ diye söyleyebilirdim.
Ben sana, ‘Bu peygamberlik sözünü etmeden önce, onu hiç yalanla suçlamış mı idiniz?’ diye sordum. Sen ‘Hayır!’ dedin.
Benim bildiğime göre; insanlara karşı hiç yalan söylememiş olan kişi, Allah’a karşı asla yalan söylemez!
Ben sana, ‘Ona tâbi olanlar insanların eşrafı mıdır? Yoksa, zayıf ve fakir takı mı mıdır?’ diye sordum. Sen halkın zayıf ve fakir takı m inin ona tâbi olduklarını söyledin!
Zaten, Peygamberin tabileri de onlardır.
Ben sana, ‘Ona tâbi olanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?’ diye sordum. Sen onların arttıklarını söyledin.
Zaten, iman işi de, tamamlanıncaya kadar, hep böyle gider!
Ben sana, ‘Onun dinine girdikten sonra, beğenmeyerek, kızarak dininden dönen oldu mu?’ diye sordum. Sen ‘Hayır!’ dedin.
Zaten, iman işi de böyle olur; taşıdığı ferahlık ve neşe kalbe karışıp kökleşince, hiç kimse onu beğenmemezlik etmez.
Ben sana, ‘O hiç ahdini, sözünü bozar mı idi?’ diye sordum. Sen ‘Hayır!1 dedin.
Zaten, peygamberler de böyle olur!
Ben sana, ‘Siz onunla hiç çarpıştınız mı ve o sizinle hiç çarpıştı mı?’ diye sordum. Sen, sizin onunla çarpışma yaptığınızı, onun da sizinle çarpışma yaptığını ve bir kez onun sizi yendiğini, ikincisinde de sizin onu yendiğinizi söyledin.
Zaten peygamberlerde, böyledir İbtilâlara uğratılırlar. Sonunda, güzel akıbet ve sonuç onların olur.
Ben sana, ‘O neler emrediyor size?’ diye sordum. Sen de, onun Yüce Allah’a ibadet etmeyi ve ona hiçbir şeyi eş ve ortak koşmam ayı size emr, atalarınızın tapmış oldukları şeylerden de sizi nehy ettiğini; namaz kılmayı, sadaka vermeyi, doğru olmayı, haramlardan sakınmayı, verilen sözde durmayı, emaneti sahiplerine teslim etmeyi size emrettiğini söyledin.
Bunlar, peygamberde bulunan sıfatlardır.
Zaten, ben onun zuhur edeceğini biliyordum. Fakat, sizden olacağını ummuyor, sanmıyordum.
Eğer onun hakkında söylediklerin doğru ise, o, şu ayaklarımın bastığı yere yakında hâkim olacaktır!
Eğer onun yanına varabileceğimi bilsem, kendisine kavuşmak için her zahmete katlanırdım!
Yanında olsaydım, ayaklarını yıkardım!1 dedi.[101]
Vallahi, ben bu gılıflı (sünnetsiz Herakliyus)’dan daha keskin görüşlü, daha zeki bir adam görmedim !”[102]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Herakliyus’a Hitaben Yazdırıp “Muhammed Resûlullah” Mührü ile Mühürlediği Mektubun Türkçe Tercemesi
“Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’ın kulu ve resûlü Muhammed’den Rumların büyüğü Herakliyus’a.
Hidayete uyan, doğru yolu tutanlara selam olsun!
Bundan sonra, derim ki: Ben seni İslâm davetiyle Müslümanlığa davet ediyorum.
Müslüman ol, selameti bul da, Allah sana ecrve mükâfatını iki kat versin!
Eğer bu davetimi kabul etmezsen, yoksul çiftçilerin, bütün tebaan olan halkın vebali senin boynuna olsun[103]
‘De ki: Ey Ehl-i Kitab! Gelinil, bizim aramızla sizin aranızda eşit ve ortak bir sözde (kelime-i tevhid-de) birleşelim de, Allahtan başkasına ibadet etmeyelim ve O’na hiçbir şeyi eş, ortak tutmayalım! Allah’ı bırakıp da, birbirimizi rabler edinmeyelim!
Eğer onlar bu davetten yüz çevirirlerse: Siz şahit olunuz ki, bizler muhakkak Müslümanlarız, deyin!1″[104]
Herakliyus’un Mektubu Saklayışı, Mektuba Rumların Tepkileri
Herakliyus:
“Ben, Süleyman Peygamberden sonra, böyle Besmele ile başlayan bir mektup görmemiştim!” dedi.[105] Mektubu okuttuktan sonra, dürüp beline soktu, sakladı.[106]
E bu Süfyan der ki:
“Herakliyus diyeceğini dedikten ve mektubu okutma işini bitirdikten sonra, Herakliyus’un yanında gürültüler çoğaldı, sesler yükselmeye başlad.[107]
Fakat, ben ne söylediklerini anlayamadım.[108]
Herakliyus bizim dışarı çıkarılmamızı emretti, dışarıya çıkarıldık.
Dışarıya çıkınca, arkadaşlarıma:
‘İbn Ebi Kebşe’nin[109] işi iyice büyümeye başladı! Baksanıza! Benî Asf arlar in hükümdarı bile ondan korkuyor!1 dedim.[110]
Vallahi, hiç de istemediğim halde, Yüce Allah kalbime İslâmiyeti sokuncaya kadar, onun davasının zafer ve başarıyla sonuçlanacağına kesin olarak inanmakta devam ettim.”[111]
Dıhye’nin Herakliyus’u Uyarışı ve İslâmiyete Davet Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın elçisi Dıhye b. Halife, Herakliyus’a:
“Ey Kayser! Beni sana Hıms’tan bir kimse gönderdi ki, o, senden hayırlıdır!
Allah’a yemin ederim ki; beni ona göndermiş olan zât ise, hem ondan, hem de senden daha hayırlıdır!
Sen benim sözlerimi tevâzuyla, alçakgönüllülükle dinleyip, verilen öğüdü kabul et!
Çünkü, sen tevazu gösterir, alçakgönüllülük edersen, öğütleri anlarsın. Öğüdü kabul etmezsen, insaflı olmazsın!” dedi.
Kayser Herakliyus:
“Devam et!” dedi.
Dıhye:
“Biliyor musun, Mesîh (İsa Aleyhisselam) namaz kılar mıydı?” diye sordu.
Kayser:
“Evet!” dedi.
Dıhye:
“Öyleyse, ben seni Mesîh’in Kendisi için namaz kılmış olduğu Allah’a davet ediyorum!
Ben seni, Mesîh daha annesinin kamında iken gökleri ve yeri yaratıp idare etmekte bulunan Allah’a davet ediyorum!
Ben seni, önceden Musa’nın, ondan sonra Meryem oğlu İsa’nın geleceğini müjdelediği, haber verdiği şu ümmî peygambere imana davet ediyorum!
Eğer sende bu hususta eskiden kalma biraz ilim varsa, eğer kendin için dünya ve ahiret mutluluğunu elde etmek istiyorsan, onları gözlerinin önüne getir, dök!
Aksi takdirde, ahiret mutluluğu elinden gider, dünyada küfür ve şirk içinde kalırsın!
Şunu da iyi bil ki, senin Rabbin olan Allah, cebbarları helak edici ve nimetleri değiştiricidir!” dedi.
Kayser Herakliyus, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu öpüp gözlerine sürdü, başına koydu. Sonra da:
“Vallahi, ben ne elime geçen biryazıyı okumadan, ne de yanıma gelen bir bilgini bilmediklerimi kendisine sorup öğrenmeden bırakırım!
Bunda da, ancak hayır ve iyilik görürüm.
Sen bana, Mesîh’in Kendisine namaz kılmış olduğu Zâtı düşünüp buluncaya kadar, mühlet ver!
Ben bugün senin davet ettiğin şeyi kabul etmeyi uygun bulmuyorum.
Yarın sabaha kadar, ondan daha iyisi var mı diye düşüneceğim!” dedi.[112]
Kayser’in İtirafları, Endişeleri ve Dıhye’yi Dagatır’a Gönderişi
Kayser Herakliyus, Dıhye’ye:
“Allah senin iyiliğini versin, rahmetine endirsin!
Vallahi, ben çok iyi biliyorum ki; senin sahibin, Allah tarafından insanlara gönderilen peygamberdir!
Zaten, biz de onun gelmesini bekleyip duruyorduk.
Kitablarımızda da, onun ismini ve vasfını yazılı bulmuştuk.
Fakat, ben hayatım hakkında Rumlardan korkuyorum! Eğer korkm asaydı m,[113] kendisi ülkemde bulunsaydı, ona hemen tâbi olur ve yardım ederdim!” dedi.[114] Dıhyeyi Uskuf Dagatır’a gönderdi ve gönderirken de:
“Sahibinin işini ona anlat! Vallahi, o, Rumların içinde, benden daha ulu kişidir. Kendisinin sözü de, Rumlar katında, benim sözümden daha geçerlidir! O sana ne diyecek, bir bak!” dedi.[115]
Bu hususta yazdığı bir mektubu da, Dıhye’nin eline verdi.[116]
Peygamberimiz Aleyhisselam da, Uskuf Dagatır’a bir mektup yazdırıp Dıhye’ye teslim etmiş ve onda şöyle buyurmuş bulunuyordu:
“İman edenlere selam olsun!
Hiç şüphesiz, İsa b. Meryem, Allah’ın pâk ve nezih Meryem’e ilka eylediği Ruhu ve Kelimesidir.
Ben Allah’a ve Allah tarafından bize indirilenlere, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yâkub’a ve esbâta indirilenlere, Musa’ya ve İsa’ya verilmiş olanlara ve bütün peygamberlere Rableri tarafından verilenlere inanırım.
Biz, onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırt etmeyiz; hepsinin peygamberliğine inanırız.
Biz, Allah’a boyun eğen Müslümanlarız!
Doğru yola tâbi olanlara selam olsun!”[117]
Dagatır’ın Müslüman Oluşu ve Şehit Edilişi
Dıhye, Kayser’in yanından ayrılıp Dagatır’a gitti.
Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından Herakliyus’a ne için geldiğini ona haber verdi ve kendisini de İslâmiyete davet etti.
Dıhye’nin bildirdiğine göre, Dagatır:
“Vallahi, senin sahibin, Allah tarafından gönderilmiş peygamberdir!
Biz, onun sıfatlarını tanıyoruz, ismini de Kitablanmızda yazılı bulmuşuzdur!” dedi.[118]
Nasrânîler, her Pazar toplanırlar; Uskuf Dagatır da, yanlarına vanp onlara öğütler verdikten, kıssalar anlattıktan sonra, öteki Pazara kadar evinde otururdu.
Pazar günü gelince, Nasrânîler Dagatır’ın dışarı çıkmasını beklediler.
Dagatır, hastalığını bahane ederek çıkmadı.
Bunu birkaç kez yaptı.
En sonunda, Nasrânîler
“Ya o bizim yanımıza çıkacaktır, ya da biz onun yanına gireceğiz!
Şu Arap geleliden beri, biz senin tutumundan hoşlanmıyoruz!” diyerek Dagatır’a haber saldılar.
Dıhye derki:
“Uskuf Dagatır, bana:
‘Sahibine (Resûlullah’a) git, benden selam söyle. Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed’in Resûlullah olduğuna, İsa’nın da Allah’ın kulu ve temiz, iffetli, dünyadan el etek çekmiş Meryem’e ilka eylediği Ruhu ve Kelimesi olduğuna şehadet ettiğimi haber ver!’ dedi.[119]
Dagatır odasına girip üzerindeki siyah elbiseyi attı, üzerine beyaz bir elbise giydi. Sonra, asasını eline aldı. Kilisede toplanmış bulunan Rumların yanına vardı[120] ve:
‘Ey Rum cemaati! Bize Ahmed Peygamberden bir mektup geldi.
Mektubunda, bizi Yüce Allah’a davet ediyor.
Ben şehadet ederim ki; Allahtan başka hiçbir ilah yoktur! Ahmed de, Allah’ın kulu ve resûlüdür!’ dedi.
Dagatır bunu der demez, Rumlar hep birden onun üzerine atıldılar. Döve döve onu şehit ettiler!”[121]
Yüce Allah ondan razı olsun![122]
Kayser Herakliyus’un Rumları İslâmiyete Davet Edişi
Kayser Herakliyus da, Hınıs’taki köşküne Rutin ulularını çağırıp, kapıların kapatılmasını emretti. Sonra, yüksek bir yere çıktı[123] ve:
“Ey Rum cemaatin[124] Siz, temelli kurtuluşu ve doğru yola kavuşmayı, hâkimiyetinizin devamlı olmasını,[125] İsa b. Meryem’in söylediğine uymayı istemez misiniz?” dedi.
Rumlar
“Ey hükümdar! Bunları elde etmek için ne yapalım?” diye sordular.
Herakliyus:
“Ey Rum cemaati! Ben sizi, hayırlı bir iş için topladım:
Bana o zâtın mektubu geldi. Beni dinine davet ediyor!
Vallahi, o, gelmesini bekleyip durduğumuz, Kitablarımızda kendisini yazılı bulduğum uz,[126] alâmetlerini ve zamanını bildiğimiz[127] peygamberdir!
Geliniz, ona tâbi olalım da, dünyamız ve ahiretimiz bize selamet olsun![128] der demez, homurdanarak, dışarı çıkmak için kapılara doğru koşuştular. Fakat, kapıları kapalı buldular.[129]
Herakliyus, Rumların İslâmiyetten böyle tedirgin olduklarını görünce, iman etmelerinden ümidini kesti.[130] Kendi hayatı hakkında da, endişeye düştü.[131]
Adamlarına:
“Onları geri çeviriniz!” diye emretti.[132]
Rumlar geri dönüp gelince, onlara:
“Ey Rum cemaati ![133] Ben size demin söylemiş olduğum sözlerimi, dininize bağlılığınızın sağlamlığını öğrenmek, sınamak için söylemiştim.[134]
Dininize bağlılığınızın sağlamlığını gösteren ve beni sevindiren halinizi, tutum ve davranışınızı,[135] sizden umduğum, beklediğim şeyi gözlerimle görmüş bulunuyorum!” dedi.[136]
Bunun üzerine, Rumlar Herakliyus’a secde ettiler ve kendisinden hoşnut oldular.[137]
Herakliyus emretti, köşkün kapıları açıldı, Rumlar köşkten çıkıp gittiler.[138]
Dagatır’ın Şehit Edilişinden Sonra Dıhye’nin Herakliyus’un Yanına Dönüşü
Dıhye b. Halife; Dagatır’ın Rumlar tarafından şehit edilmesi üzerine, oradan hemen dönüp Kayser Herakliyus’a durumu haber verdi. Herakliyus:
“Sana ‘Biz hayatımız hakkında Rumlardan korkarız!1 demiştim ya! İşte, dediğim çıktı!
Vallahi, Dagatir Rumlar katında benden daha ulu kişi idi ve onun sözü de benim sözümden daha geçerli idi!” dedi.[139]
Kayser Müslüman olmaya niyetlenmiş, fakat Rumların baskın çıkmaları üzerine bundan vazgeçmiş, Müslüman olmam ıştır.[140]
Kayser Herakliyus’un Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubuna Cevap Yazışı
Herakliyus, Dıhye b. Halife’ye bahşişler, kıymetli hediyeler ve elbiseler verdi.[141]
Peygamberimiz Aleyhisselamin mektubuna da, cevap yazdı.
Yazısında şöyle dedi:
“İsa’nın müjdelemiş olduğu Allah’ın Resûlü Muhammed’e Rum Hükümdarı Kayser tarafındandır:
Elçin, mektubunla birlikte bana geldi.
Ben şehadet ederim ki; sen Allah’ın Resûlüsün!
Biz zaten seni yanımızdaki İncil’de yazılı bulmuştuk. İsa b. Meryem, seni bize müjdelemişti.
Rumları sana iman etmeye davet ettimse de, yanaşmadılar, kaçındılar. Onlar beni dinleselerdi, kendileri için muhakkak ki hayırlı olurdu.
Ben senin yanında bulunup da sana hizmet etmeyi, senin ayaklarını yıkamayı ne kadar arzu ederdim !”[142]
Dıhye’nin Medine’ye Dönüşü ve Yolda Başına Gelenler
Dıhye b. Halife, Kayser Herakliyus’tan aldığı bahşişler, kıymetli hediyeler ve elbiselerle dönüp Hısma’ya geldi.[143] Cüzamlardan birtakım adamlar, üzerindeki eskimiş elbiseden başka, yanındaki herşeyi yağmaladılar.
Dıhye, Medine’ye gelince, daha evine girmeden, doğruca Peygamberimiz Aleyhisselamın kapısına kadar vardı, kapıyı çaldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Kim o?” diye sordu.
Dıhye:
“Dıhyetü’l-Kelbf!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“İçeri gir!” buyurdu.
Dıhye içeri girdi.
Bütün olan bitenleri, başından sonuna kadar, Peygamberimiz Aleyhisselama birer birer haber verdi.[144]
Kayser’in mektubu okununca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onun için, bir müddet daha kalmak vardır! Onlar bir müddet daha kalacaklardır![145] Onun saltanatı bir müddet daha devam edecektir![146]
Mektubum yanlarında bulundukça, onların saltanatları sürecek, devam edecektir!” buyurdu.[147]
Dıhye:
“Yâ Rasûlallah! Kayser’in yanından dönüp gelirken, Hısma’da bulunduğum sırada, Cüzamlardan bir cemaat beni baskına uğrattı. Hiçbir şey bırakmaksızın, yanımdaki şeyleri yağmaladılar. Nihayet, Medine’ye şu eski püskü elbisemle gelebildim!” dedi.[148]
Dıhye’yi soyanlar, Cüzamlardan Huneyd b. Us (VâkıdT ve İbn Sa’d’a göre Arız) ile oğlu Us (yahud Ârız)[149] ile aynı kabileden bazı kimselerdi.[150]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubunun Kayser ve Kayser Hanedanınca Korunuşu
Kayser Herakliyus; Peygamberimiz Aleyhisselamın gönderdiği mektubu atlas bir ipeğe sardı.[151] Altından bir kutunun içine koyup sakladı.
Kayser hanedanı katında nesilden nesile devredilegelen bu mübarek mektup, Alfons b. Ferdinand’ın Tulaytıla üzerine yürüyüp Endülüs memleketlerinden ele geçireceği yerleri ele geçirdiği tarihte (Hicrî 464) onun nezdinde idi.
Alfons’tan sonra da, kızının oğlunun nezdinde kaldı.[152]
Yine Süheylî’nin (doğumu H. 508, vefatı H. 581) bir arkadaşından, onun da mektubu gören tanınmış İslâm kumandanlarından Abdülmelik b. Safd’den sorup öğrenmiş bulunan birzâttan rivayetine göre; Abdülmelik demiştir ki:
“Mektubu, kral getirip bana gösterdi. Ben onu okumak ve öpmek isteyince, mektubu korumak için elimi tutup beni men etti, yapmak istediğim şeyi benden esirgedi.”[153]
İbn Hacer el-Askalânîye (doğumu H. 773, ölümü H. 852) birçok kişinin Kadı Nûreddin b. Sâıgu’d-Dımaşkî’den rivayet ederek bildirdiklerine ve ona da Seyfeddin Kılıcu’l-Mansûrî’nin söylediğine göre; [154] Seyfeddin Kılıç demiştir ki:
“Melik Mansur Kılavunu’s-Sâlihî (ölümü H. 689), beni bazı hediyelerle Mağrib ülkesi kralına gönderdi.
Mağrib kralı da, beni arabuluculuk için Efrenc (Avrupa) kralına yolladı.
Avrupa kralı, arabuluculuğumu kabul ve yanında kalmaklığımı bana teklif etti. Fakat, ben onun yanında kalmaktan kaçındım.
Bana:
‘Ben sana yüce bir armağan sunacağım!1 deyip, altından kaplamalı bir kutu ve kutunun içinden altından bir boru, borunun içinden de bir mektup çıkarıp gösterdi.[155]
Mektup, ipek bir beze yapıştırılmıştı.[156]
Mektubun, zamanla, birçok harfleri silinmiş bulunuyordu.
Kral:
‘Bu, sizin peygamberinizin atam Kayser’e göndermiş olduğu mektubudur!
Biz ona bugüne kadar elden ele tevarüs etmekten geri kalmadık.
Bize ata ve babalarımızdan tavsiye ve tenbih edilmiştir ki; bu mektup yanımızda bulundukça, saltanat bizden gitmeyecektir!
Biz onu son derecede titizlikle korumakta ve ona saygı göstermekteyiz.
Saltanatımızın sürüp gitmesi ve yaşaması için, onun yanımızda bulunduğunu, Nasranîlerden de gizli tutmaktayız!’ dedi.”[157]
Abdullah b. Huzâfe’nin İran Şahı Kisra’ya Gönderilişi
Gönderiliş Tarihi ve Sebebi
Hicretin 6. yılında Zilhicce ayında Hudeybiye’den dönüldükten sonra, Hicretin 7. yılında Muharrem ayında İslâmiyete davet etmek üzere birer mektupla hükümdarlara gönderilen altı zâttan birisi de Abdullah b. Huzâfe olup, Acem Şahı Kisrâ’ya gönderilmişti.[158]
Peygamberimiz Aleyhisselam, mektubunu Kisrâya sunmak üzere, Bahreyn valisine vermesini de, Abdullah b. Huzâfe’ye emir buyurdu.[159]
Peygamberimiz Aleyhisselam; yazdırdığı “Muhammed Resûlullah” mührüyle mühürlü mektubunda şöyle buyurdu:
“B ismi İlâhirrahm ânirrahîm
Allah’ın Resûlü Muhammed’den Farsların büyüğü Kisrâya!
Hidayete uyan, doğru yolu tutanlara, Allah’a ve Resûlüne iman edenlere, Allah’tan başka hiçbir ilah ve mâbud olmadığına, O’nun eşi, ortağı bulunmadığına ve Muhammed’in de O’nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet getirenlere selam olsun!
Ben seni Allah’a imana davet ediyorum!
Çünkü, ben, Allah’ın kalbleri diri ve akılları başında olanları uyarmak, kâfirler hakkında da o azap sözü gerçekleşmek üzere bütün insanlara göndermiş olduğu peygamberiyim!
Öyleyse, Müslüman ol, selameti bul!
Davetimden yüz çevirirsen, kaçınırsan, bütün Mecusîlerin günahı senin boynuna olsun!”[160]
Abdullah b. Huzâfe; Peygamberimiz Aleyhisselamın bu mektubunu, Kisrâya sunmak üzere, Bahreyn valisi Münzirb. Sâvâ’ya başvurdu. O da, onu Kisrâ’ya yolladı.[161]
Abdullah b. Huzâfe’nin bildirdiğine göre; kendisi Kisrâ’nın kapısına kadar vardı, yanına girmek için izin istedi.[162]
Kisrâ, önce köşk salonunun süslenmesini emretti. Sonra Fars devlet adamlarının, daha sonra da Peygamberimiz Aleyhisselamın elçisinin içeri alınmasına müsaade etti.[163]
Abdullah b. Huzâfe içeri girdi.[164]
Kisrâ, mektubun elçiden alınmasını emretti.
Abdullah b. Huzâfe:
“Onu, Resûlullah Aleyhisselamın buyruğu üzere, sana kendim vereceğim!” dedi.
Kisrâ:
“Öyleyse, haydi, yanıma yaklaş!” dedi.
Abdullah b. Huzâfe, yaklaşıp Kisrâ’ya mektubu verdi.
Kisrâ, mektubu okutmak için Hîre’li kâtibini çağırdı, mektubu ona okuttu.
Kâtip, mektubu:
“Allah’ın Resûlü Muhammed’den, Farsların büyüğü Kisrâ’ya!” diyerek okumaya başlayınca, Kisrâ mektuba Resûlullah Aleyhisselamın ismiyle başlanmış olmasına son derecede kızdı, bağırdı, çağırdı.
Daha mektubun içinde ne denildiğini anlamadan,[165] mektubu alıp yi itti [166] ve:
“O, benim bir kölem durumunda bulunduğu halde, bana böyle yazıyor ha?!” dedi.[167]
Abdullah b. Huzâfe İle Kisrâ’nın Karşılıklı Konuşmaları
Abdullah b. Huzâfe, Kisrâ’nın huzurunda yaptığı konuşmasında:
“Ey Fars cemaati! Sizler, peygambersiz, Kitabsız ve yeryüzünden ancak ellerinizde bulunan bir kısmına hakim olarak sayılı günlerinizi geçiriyor, bir düş hayatı yaşıyorsunuz!
Halbuki, yeryüzünün hakim olamadığınız kısmı daha çoktur.
Ey Kisrâ! Senden önce, nice dünyalık ve ahiretlik hükümdarlar gelmiş ve hüküm sürmüşlerdir.
Onlardan, ahiretlik olanlar, dünyadan da nasiplerini almışlardır.
Dünyalık olanlar ise, ahiret nasiplerini yitirmişlerdir.
Sana getirip teklif ettiğimiz bu iş sence küçümseniyor; amma, vallahi, nerede olursan ol, küçümsediğin şey gelince, ondan korkacak ve korunamayacaksın!
Sen, vaktiyle girmiş olduğun yerden sürülüp çıkarıldığını da yalanlayamazsın!
Zikar vak’asındaki durum, bunun delilidir!” dedi.
Kisrâ da, yaptığı konuşmasında, özet olarak:
“Mülkve saltanat bana münhasırdır!
Benim bu hususta ne yenilgiye uğramaktan, ne de bana bir ortak çıkacağından korkum vardır!
Firavun, İsrail oğullarına hakim olmuştu.
Siz, onlardan daha iyi, daha güçlü değilsiniz!
Benim sizi hemen hakimiyetim altına alıvermeme ne engel var?
Ben Firavun’dan daha iyi ve daha güçlüyüm dür![168]
Zikar vak’asına gelince, o, Şam vak’asıdır” dedi.[169]
Kisrâ, Abdullah b. Huzâfe’nin dışarı çıkarılmasını adamlarına emretti, Abdullah b. Huzâfe dışarı çıkarıldı.[170]
Abdullah b. Huzâfe’nin Medine’ye Dönüşü
Abdullah b. Huzâfe, Kisrâ’nın huzurundan çıkar çıkmaz, hayvanının üzerine atlayıp Medine yolunu tuttu.
Kendi kendine:
“Vallahi, benim için, iki yoldan hangisi olursa, gam çekmem.
Resûlullahın mektubunu verilecek yere vermiş, vazifiemi yapmış bulunuyorum ya!” dedi.
Kisrâ, öfkesi geçtikten sonra, elçinin içeri alınmasını emretti ve onu Hîre’ye kadar arattırdı ise de, bulduramadı.[171]
Abdullah b. Huzâfe, Medine’ye gelip, durumu Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi.[172]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kisrâ Aleyhindeki Duası
Abdullah b. Huzâfe Kisrâ’nın mektubu yırttığını söyleyince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onlar da parça parça olsunlar[173]
O benim mektubumu parçaladı ha?[174] Allah da onun mülk ve saltanatını parçalasın![175]
O, kendi eliyle mülk ve saltanatını parçalamış oldu![176]
Allah’ım! Onun mülk ve saltanatını parçala!” dedi.[177]
Kisrâ’nın Peygamberimiz Aleyhisselam Hakkında Yemen Valisine Emir ve Direktif Verişi
Kisrâ, Yemen valisi Bâzân’a Peygamberim iz Aleyhisselam hakkında bir yazı gönderdi ve yazısında şöyle dedi:
“Mekke’de, Kureyşten biri ortaya çıkmış! Kendisinin peygamber olduğunu söylüyormuş[178]
Ona söyle: Kendisi ya bu peygamberlik dâvasından vazgeçer, ya da onu ve kavmini öldürecek adamları üzerlerine salarım![179]
Sen, yanındaki güçlü kuvvetli adamlarından ikisini ona sal[180] Kavminin dinine muhalefet etmiş olan kişiye, kavminin dinine dönmesini emret![181]
Dönmekten kaçınırsa, kendisinin başını kesip bana gönder!”[182]
Kisrâ’nın Yemen valisi Bâzân, Kisrâ’nın mektubunu alır almaz, yazıcı, muhasip ve Farsça okur yazar vekilharcı olan Bâbeveyh’i, yanına Farslılardan Hurre Hüsre adındaki bir adamı da katarak, Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdi.
Kisrâ’ya gitmesi için, Peygamberimiz Aleyhisselama yazdığı bir yazıyı da, ellerine verdi. Vekilharcı olan Bâbeveyh’e, Peygamberimiz Aleyhisselam için:
“Şu zâtın memleketine git![183] Haline, gidişatına bir bak![184] Kendisiyle konuş![185] Kendisini imtihan et![186] Onun haberini bana getir![187] İşin içyüzünü anla, bana anlat!” dedi.[188]
Bâbeveyhle Hurre Hüsre, Mekke’ye doğru yollandılar.
İlk önce, Taife vardılar.
Taif’in Nahb deresinde Kureyş müşriklerinden bazı adamlara rastladılar.[189]
Kureyş eşrafından Ebu Süfyan’la Salvan b. Ümeyye ve daha başkaları, rastladıkları kişiler arasında idi.[190]
Elçiler onlara Peygamberimiz Aleyhisselamın nerede bulunduğunu sordular.
Kureyşfler de;
“O, Medine’dedir!” dediler.
Kureyş müşrikleri, vali Bâzân’ın mektubunda yazılı olanı elçilerden sorup öğrenince, çok sevindiler ve birbirlerine:
“Sevininiz! Hükümdarlar Hükümdarı olan Kisrâ onun karşısına dikilince, artık siz onun hakkından kolayca gelebilirsiniz!” dediler.
Bâzân’ın elçileri, Taif’ten Medine’ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler.[191]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların münasip bir yere kondurulup ağırlanmalarını ashaba emir buyurdu.
Onlar birkaç gün oturup dinlendikten sonra, haber salıp onlan yanına çağırdı.[192]
Bâbeveyhle Hurre Hüsre, gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına girdiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
“Oturunuz!” buyurdu.
Onlar, dizlerinin üzerine çöktüler.[193]
Yemen valisi Bâzân’ın bu elçileri, sakallarını dibinden kazıtmışlar, bıyıklarını ise alabildiğine uzatmışlar, büyütmüşlerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam onları böyle görünce, hoşlanmadı ve onlara:
“Yazıklar olsun size, bu kılığa girmenizi size kim emretti?” diye sordu.
Elçiler
“Böyle yapmamızı Rabbimiz Kisrâ emretti bize!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Fakat, benim Rabbim bana sakalımı salmamı, bıyığımı ise kesmemi emretti” buyurdu.
Elçi Bâbeveyh, şöyle konuşmaya başladı:
“Şahlar Şahı, Hükümdarlar Hükümdarı Kisrâ, vali Bâzân’a yazı yazıp, seni kendisine getirmek üzere sana adam göndermesini emretti.
Bâzân da, yanıma düşüp gitmen için, beni sana yolladı!
Eğer benimle birlikte gidersen, Yemen valisi, Hükümdarlar Hükümdarına senin lehinde mektup yazar, seni bağışlatır!
Eğer benimle gelmekten kaçınırsan, sen de bilirsin ki, Kisrâ seni de senin kavmini de yok eder, memleketini de yıkar!” dedi[194] ve Bâzân’ın mektubunu Peygamberimiz Aleyhisselama sundu.[195]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Bâbeveyh’i dinledi, mektupta yazılanları da öğrendi.[196] Gülümsedi ve elçileri İslâmiyete davet etti.
Bâbeveyh’le Hurre Hüsre, Peygamberimiz Aleyhisselamın huzurunda duydukları manevî heybetten hem titriyorlar,[197] hem de cesaretli cesaretli konuşmaktan geri durmuyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Eğer bizimle gelmeyeceksen, vali Bâzân’ın mektubuna cevap yaz!” dediler.[198]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Eğer ben bu işi kendiliğimden yapmış olsaydım, vazgeçerdim!
Fakat, beni sânı yüce olan Allah gönderdi .[199]
Siz bugün yanımdan ayrılıp konutunuza dönünüz! Yarın sabahleyin yanıma geliniz!
Ne yapmak istediğimi, o zaman size haber vereyim!” buyurdu.[200]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kisrâ Hakkında Allah’tan Aldığı Haberi Elçilere Bildirişi
Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Yüce Allah, Kisrâya oğlu Şfreveyh’i musallat kıldı: Şîreveyh onu filan ayda, filan gecede ve gecenin de filan filan saatleri geçince öldürdü!” diye vahiy geldi.
Ertesi gün, Peygamberimiz Aleyhisselam, elçileri yanına çağırıp, bunu onlara haber verdi[201] ve:
“Sahibinize (Bâzân’a) tebliğ ediniz ki; benim Rabbim olan Allah, onun rabbi Kisrâ’yı bu gece, geceden yedi saat geçince, gecenin yedinci saatinde öldürmüştür!” buyurdu.[202]
Bâbeveyh’le arkadaşı şaşırdılar[203] ve Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Sen ne söylediğini biliyor musun?!
Üzerine yürüyüp seni cezalandırmamız, bizim için, bu söylediğini vali Bâzân’a haber vermekten daha kolaydır!
Biz senden işittiğimiz bu sözü gerçekten ona yazalım ve hükümdara haber verelim mi?!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet! Bunu benden işittiğinizi ona haber veriniz! Hem de ona deyiniz ki: ‘Benim dinim ve hakimiyetim Kisrâ’nın mülk ve saltanatının ulaştığı yerlere kadar ulaşacak, atların ve develerin ayak basacakları en uzak yerlere kadar uzanacaktır!’
Yine ona deyiniz ki: ‘Eğer sen Müslüman olursan, idaren altında bulunan yerleri sana vereceğim! Seni, Ebnâlardan, Yemen’deki Farslılardan olan kavmine hükümdar yapacağım!1” buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam; elçilere söyleyeceklerini söyledikten sonra, Hurre Hüsre’ye altın ve gümüşle işlenmiş bir kemer verdi.
Bunu, Peygamberimiz Aleyhisselama, hükümdarlardan birisi hediye etmişti.
Hurre Hüsre’ye, bu kemerden dolayı, “Zülmaceze=Kemerii” derlerdi.
Hurre Hüsre’nin soyundan gelen oğulları ve torunları da bu adla anıldılar.[204]
Elçilerin Gördüklerini ve Duyduklarını Vali Bâzân’a Anlatmaları
Bâbeveyh’le Hurre Hüsne, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından ayrıldılar.
Bir hayli yolculuktan sonra Bâzân’ın yanına geldiler ve ona, Peygamberimiz Aleyhisselamda gördüklerini ve kendisinden işittiklerini., haber verdiler.
Bâzân:
“Vallahi, onun bu sözü hükümdar sözü değildir!
Ben öyle sanıyorum ki; bu zât, dediği gibi, bir peygamberdir!
Kendisinin Kisrâ hakkında söylemiş olduğu sözün neticesini bekleyelim.
Eğer kendisi bu husustaki sözünde doğru çıkacak olursa, o gerçekten Allah tarafından insanlara gönderilmiş bir peygamberdir.
Eğer onun söylediği doğru çıkmazsa, o zaman, hakkında gereğini düşünürüz!” dedi.[205]
Bâzân, Bâbeveyh’le Hurre Hüsre’ye:
“Siz onu nasıl buldunuz?” diye sordu.
Bâbeveyh’le Hurre Hüsre:
“Biz, ondan daha heybetli, onun kadar hiçbir şeyden korkmayan, muhafızları bulunmayan, ondan daha tevazulu, alçakgönüllü, halk arasında yaya yürüyen bir hükümdar görmedik!
Ashabı, onun yanında, seslerini yükseltmiyor, kısıyorlar…” dediler.[206]
Kisrâ Şîreveyh’in Vali Bâzân’a Mektubu, Bâzân’la Ebnâların Müslüman Olmaları
Aradan çok geçmemişti ki, Vali Bâzân’a, Kisrâ’nın oğlu Şîreveyh’ten bir yazı geldi.
Gelen yazıda şöyle deniliyordu:
“Bundan sonra, derim ki: Ben Kisrâyı öldürdüm!
Ben onu, ancak, Fars eşrafından birçok kimseleri öldürmeyi, onları hudut boylarında toplayıp tutuklamayı mubah saymasına kızdığım için öldürdüm!
Bu mektubum sana gelince, halkın benim için bey’atını al!
Kisrâ’nın sana yazı yazmış olduğu zât hakkında da, buyruğum gelinceye kadar bekle, onun üzerine pek düşme!”
Şîreveyh’in mektubu okunup sona erince, Vali Bâzân, Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında:
“Bu zât, muhakkak, Allah tarafından insanlara gönderilmiş bir peygamberdir!” diyerek Müslüman oldu.
Aslen Farslı olup Yemen’de oturan Ebnâlar da Müslüman oldular.[207]
Allah hepsinden razı olsun!
Kisrâ’nın öldürüldüğü haberi geldiği sırada, Bâzân hasta idi.
Süvarileri, Bâzân’ın başında toplandılar ve:
“Sen birisini bizim başımıza vali tayin et!” dediler.
Bâzân:
“Sizin için gelecek bir hükümdar, herisin önünü sonunu gören, gözeten bir hükümdar vardır: Siz şu zâta uyunuz, O’nun dinine giriniz, Müslüman olunuz!” dedi.
Bâzân öldükten sonra, Ebnâların başkanı, Peygamberimiz Aleyhisselam a bir heyet göndererek, Müslüman olduklarını bildirdi.[208]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kisrâ’ya Gönderdiği Mektubun Ele Geçişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın İran Şahına göndermiş olduğu mektubun aslı, Lübnan Dışişleri Bakanlığında bulunmuş olan Mr. Henri Pharaon’un babası tarafından Birinci Dünya Savaşı sonunda Şam’da 150 altına satın alınmış olup; 1962 yılı Kasım’ının sonuna doğru Dr. Selahaddin el-Müneccid’e okutturulmak için başvurulması üzerine ortaya çıkmıştır.
Dr. Selahaddin Müneccid’in tarif ve tasvirine göre; parşümen üzerine yazılmış bulunan bu mübarek mektubun rengi zamanla değişmiş ve dokuması eskimiş yeşil bir kumaşa yapıştırılmıştır.
Mahfaza, ayrıca, camdan bir çerçeve tarafından muhafaza edilmiş olup parşümen oraya yapışık kalmıştır.
Parşümen eski ve yumuşaktır.
Parşümenin rengi, koyu kahverengidir.
Sahife kenarları, bu yüzden, siyahlanın ıştır.
Mektubun boyu 28 cm, eni 21,5 cm .dir.
Mektubun eb’âdı ince uzun ise de, üst kısmı alt kısmından geniştir.
Mektupta, yerine göre uzunlukları 21,2 cm.den 21,5 cm.ye kadar değişen 15 satır vardır.
Satırların en altında dairemsi bir mühür izi olup, bunun çapı 3 cm.dir.
Mektupta, yukarıdan aşağıya doğru akmış su izleri vardır.
Bunlar, bazı yerlerde harfleri veya kelimeleri silmiş, bazı yerlerde mürekkep izini hafifletmiş ve mührün ortasına doğru bulunan Resûl kelimesindeki R hani hariç olmak üzere, mühürdeki yazıyı da silmiştir.
Denilebilir ki; mektup yırtılmak istenilmiştir.
Gerçekten de, yırtık, başlangıçtaki ufkî 3. satırdan, bu satırın ortasına kadar inmekte; böylece, yırtık izi, tersine bir L harfi manzarası arz etmekte d ir.
Yırtık, mektubun yazıldığı parşümenden ayırt edilebilen ve daha sonraki devre ait deriden yapılmış ince bir iplikle dikilmiştir.
Mektubun yazı karakteri, Hendek savaşı sırasında Sel1 dağındaki grafit kaya üzerine yazılmış bulunan en eski yazı karakterine uymakta d ir.[209]
Hâtıb b. Ebi Beltea’nın Mukavkıs’a Gönderilişi
Gönderiliş Tarihi ve Sebebi
Peygamberimiz Aleyhisselamın İslâmiyete davet etmek üzere Hicretin 7. yılında[210] Muharrem ayında[211] hükümdarlara birer mektupla gönderdiği altı elçiden birisi de Hâtıb b. Ebi Beltea olup, Peygamberimiz Aleyhisselam onu İskenderiye hükümdarı, Kıbtîlerin büyüğü Mukavkıs’a göndermişti. [212]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu göndermeden önce:
“Ey insanlar! Ecir ve sevabını Allah ödemek üzere, şu mektubu Mısır hükümdarına hanginiz götürür?” diye sorunca, Hâtıb b. Ebi Beltea sıçrayıp ayağa kalktı ve Peygamberimiz Aleyhisselama doğru vardı ve:
“Yâ Rasûlallah! Ben götürürüm!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Hâtıb! Allah bu vazifeni senin hakkında mübarek kılsın!” buyurdu.
Hâtıb b. Ebi Beltea mektubu Peygamberimiz Aleyhisselamdan aldı, vedalaşıp evine gitti. Hayvanının çulunu, kolanını sıkılaştirdı. Ailesiyle de vedalaştiktan sonra yola çıktı.
Hâtıb, önce Mısır’a gitti. Mukavkıs’ı orada bulamayınca, İskenderiye’ye gitti.[213] Mukavkıs’ın saray kapıcısının yanına vardı. Ne için geldiğini ona haber verdi. Kapıcı, Hâtıb’a çok hürmet etti. Onu hiç bekletmedi.[214]
Mukavkıs, o sırada, deniz üzerinde bir mecliste bulunuyordu.
Hâtıb, bir sandala binip Mukavkıs’ın meclisi hizasına kadar vardı; Peygamberimiz Aleyhisselam m mektubunu, baş ve şehadet parmağı arasına alarak ona gösterdi.
Mukavkıs, mektubu görünce, Hâtıb b. Ebi Beltea’yı önüne getirmelerini adamlarına emretti.[215]
Mukavkıs, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu Hâtıb’ın elinden aldı,[216] okuttu.
“Muhammed Resûlullah” mührü ile mühürlü mektupta şöyle buyuru I uy ordu:
“B ismi İlâhirrahm ânirrahîm
Allah’ın kulu ve resûlü Muhammed’den Kıbtîlerin büyüğü Mukavkıs’a!
Hidayete uyan, doğru yolu tutanlara selam olsun
İmdi, ben seni İslâm davetiyle Müslümanlığa davet ediyorum.
Müslüman ol, selameti bul da, Allah sana ecir ve mükâfatını iki kat versin!
Eğer bu davetimi kabul etmez, kabul etmekten kaçınırsan, Kıbtîlerin günahı senin boynuna olsun!
‘De ki: Ey Ehl-i Kitab! Geliniz! Bizim aramızla sizin aranızda eşit ve ortak bir Kelime’de birleşelim de, Allah’tan başkasına tapmayalım! Ona hiçbir şeyi eş, ortak tutmayalım! Allah’ı bırakıp da, birbirimizi rab diye tanımayalım!
Buna rağmen, onlar bu davetten yüz çevirirlerse, onlara: Siz şahit olunuz ki, bizler muhakkak Müslumanlarız, deyiniz.'”[217]
Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubu okununca, Mukavkıs, Hâtıb b. Ebi Beltea’ya “Hayırlı olsun!” dedi.[218]
Mukavkıs’ın Hâtıb b. Ebi Beltea ile Konuşmaları ve Tartışmaları
Hâtıb b. Ebi Beltea derki:
“İskenderiye hükümdarı Mukavkıs, haber gönderip beni yanına getirtti. Patriklerini de yanına topladı.
Bana:
‘Ben anlamak istediğim bazı şeyleri sana soracak ve seninle konuşacağım!1 dedi.
Kendisine:
‘Buyurunuz, konuşalım!1 dedim.
Mukavkıs:
‘Bana haber ver: Senin efendin bir peygamber değil midir?’ diye sordu.
‘Evet! O, Allah’ın Resûlüdür!1 dedim.
Mukavkıs:
‘O gerçekten böyle bir peygamber idi ise, kendisini öz yurdundan çıkarıp başka bir yurda sığınmak zorunda bırakan kavminin aleyhinde ne için Allah’a dua etmedi?’ diye sordu.
Ona:
‘Sen İsa b. Meryem’in Resûlullah olduğuna şehadet edersin değil mi?
O gerçekten peygamber olduğuna göre, kavmi onu yakalayıp asmak istedikleri zaman; kendisini dünya semasına kaldırıp yükselteceğine, kavmini helak etmesi için Allah’a dua etse olmaz mı idi?’ dedim.[219]
Mukavkıs söyleyecek söz bulamadı. Bir müddet sustuktan sonra:
‘Sözünü tekrarla!’ dedi.
Tekrarladım. Mukavkıs yine sustu.[220] Sonra da:
‘Güzel söyledin! Sen bir hakîmsin, yerli yerince konuşuyorsun. Hakîm olan, yerli yerince konuşanın da yanından geliyorsun!’ dedi.”[221]
Bundan sonra, Hâtıb la Mukavkıs, konuşmaya şöyle devam ettiler:
Hâtıb, Mukavkıs’a:
“Senden önce, burada bir adam, kendisinin en yüce Rab olduğunu iddia etmiş;[222] o Firavun, kavmine, ‘Ben sizin en yüce Rabbinizim!’ diyerek bağırmıştı.[223]
Yüce Allah onu dünya ve ahiret azabıyla yakalayıp cezalandırdı, ondan intikam aldı.
Sen, senden başkasından ibret al da, başkasına ibret olma!” dedi.[224]
Mukavkıs:
“Bizim için, bir din vardır! Biz, bu dinimizi, ondan daha hayırlısı olmadıkça, bırakmayız!” dedi.[225]
Hâtıb:
“Senin bağlı bulunduğun ve daha hayırlısı olmadıkça bırakmayacağını söylediğin dininden daha hayırlı olan din, hiç şüphesiz İslâmiyettir![226] Biz seni İslâmiyete davet ediyoruz ki, Allah din olarak insanlara onu yeterli kılmıştır, dahası da yoktur![227]
Bu peygamber [Muhammed Aleyhisselam], İslâmiyete yalnız seni değil, bütün insanları davet etti.
Onlardan, kendisine karşı en katı, en sert ve kaba davrananlar, Kureyş müşrikleri oldu!
Ona karşı en azgın düşmanlığı da Yahudiler yaptılar!
İnsanlardan, ona en çok yakınlık gösterenler ise, Hıristiyanlar oldu.
Hayatım üzerine yemin ederim ki;[228] Musa Peygamber nasıl İsa Peygamberi haber vermiş ve onun geleceğini müjdelemiş ise, İsa Peygamber de Muhammed Aleyhisselamı öylece haber vermiş, geleceğini müjdelemiştir![229]
Bizim seni Kur’ân’ı kabule davet etmemiz, senin Tevrat’a bağlı olanları İncil’i kabule davet etmen gibidir.
Her peygamber bir kavme yetişmiş olup, o kavim o peygamberin ümmetinden sayılmış, o peygambere itaat edenler de o ümmete katılmıştır.
Sen ise, bu peygambere (Muhammed Aleyhisselama) yetişenlerdensin![230]
Biz, seni İslâm dinine davet etmekle, İsa Peygamberin dininden men ediyor değiliz! Bilakis, onunla, onun gerçek tebligatıyla amel ve hareket etmeni sana teklif etmiş oluyoruz” dedi.[231]
Mukavkıs:
“Ben bu peygamberin işini, dinini inceledim. Gördüm ki, onda ne dünyadan el etek çekilmesi emrediliyor, ne de mergub ve makbul şeyler yasaklanıyor!
Kendisini de, ne yolunu şaşırmış bir sihirbaz, ne de gaibden haberler aldığını iddia eden yalancı bir kâhin olarak bulmuş değilim!
Fakat, kendisinde benim bulduğum; gaibi, gizli, kapalı şeyleri keşfedip haber vermek gibi peygamberlik alâmetleridir.
Bununla beraber, ben biraz daha düşünmek isterim!” dedi.[232]
Mukavkıs, bir gece haber salıp Hâtıb’ı huzuruna getirtti.
Mukavkıs’ın yanında, Arapça tercümanından başka kimse yoktu.
Mukavkıs, Hâtib’a:
“Onun (Muhammed Aleyhisselamın) hakkında soracağım şeylere doğru cevap verir misin?
Ashabının arasından, sahibinin seni niçin seçip gönderdiğini biliyorum.[233]
Ben sana üç şey soracağım!” dedi.
Hâtıb:
“İstediğini sor! Ben sana ancak doğruyu söyleyeceğim!” dedi.[234]
Mukavkıs:
“Muhammed insanları nelere davet ediyor?” diye sordu.
Hâtıb:
“Yalnız Allah’a ibadet etmeye davet ediyor. Gece gündüz, beş vakitte namaz kılmayı emrediyor! Ramazan orucunu tutmayı, Beytullah’ı hacc ve ziyaret etmeyi, verilen sözde durmayı… emrediyor. Ölmüş hayvanın etini yemekten ve kandan men ediyor!” dedi.[235]
Mukavkıs:
“Onun (Muhammed Aleyhisselamın) şekil ve şemailini (fizikî yapısını) bana tarif et, anlat!” dedi.
Hâtıb kısaca tarif etti.
Mukavkıs:
“Anlatmadığın daha bazı şeyler kaldı: Gözlerinde biraz kırmızılık, sırtında iki omuzu arasında da peygamberlik hâtemi (mührü) vardır. Merkebe biner, sırtına harmani giyer, hurma ve az etli kemikle geçinir, amcaları ve amca oğulları tarafından korunur!” dedi.
Hâtıb:
“Bunlar da onun sıfatıdır!” dedi.[236]
Mukavkıs:
“Ben, gelecek bir peygamber daha kaldığını biliyordum. Fakat, onun Şam’dan çıkacağını sanıyordum.[237] Çünkü, daha önceki peygamberler hep oradan çıkmışlardı.
Gerçi, son peygamberin Arabistan’da, sertlik, darlık, yoksulluk ülkesinden çıkacağını da Kitablarda görmüştüm.[238]
Allah’ın Kitabında sıfatlarını yazılı bulduğumuz peygamberin zuhuru zamanı da, tam bu zamandır!
Biz, onun vasfını, İki kızkardeşi bir nikâh altında birleştirmez! Hediyeyi kabul eder, sadakayı kabul etmez! Fakiri er, yoksullarla oturur kalkar!’ diye de, Kitabda yazılı bulmuştuk![239]
Ona uymak hususunda Kıbtîler beni dinlemezler![240]
Ben saltanatımdan da ayrılmaya kıyam ayacağı m! Bu hususta çok cimriyim dir![241]
Ben Kıbtîlere bundan ne bir kelime ananm, ne de hiç kimseye bu konuşmamı bildirmeyi, duyurmayı isterim!” dedi[242] ve Arapça yazı yazan bir yazıcı çağırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubuna şöyle cevap yazdırdı:
“B ismi İlâhirrahm ânirrahîm
Muhammed b. Abdullah’a Kıbtîlerin büyüğü Mukavkıstan!
Selam olsun sana!
Bundan sonra, arzederim ki; mektubunu okudum.
Mektubunda andığın ve beni davet ettiğin şeyleri anladım.[243]
Gelecek bir peygamber daha kaldığını biliyor ve fakat onun Şam’dan çıkacağını sanıyordum.
Elçini ağırladım.
Sana Kıbtîler katında mevkileri yüksek iki cariye ile elbiseler gönderdim.
Binmen için, sana bir de katır hediye ettim.
Selam olsun sana!”
Mukavkıs, bundan fazla ne birşey yaptı, ne de Müslüman oldu.[244]
Mukavkıs, Hâtıb’a:
“Sakın hâ! Kıbtîler senin ağzından tek kelime bile işitmesinler!” diye tenbihatta bulundu.[245]
Mukavkıs’ın Peygamberimiz Aleyhisselama Gönderdiği Hediyeler
1. İki cariye (Mâriye ile kızkardeşi Şîrîn),
2. Bin miskal altın,
3. İki binit hayvanı (bir katırla bir merkep),
4. Yirmi kat Mısır işi ince elbise,[246]
5. Bir adet billur kadeh,[247]
6. Kokulu bal,[248]
7. Sarık,
8. Kabâtî Mısır keten kumaşı,
9. Öd, misk gibi güzel koku,
10. Gülyağı,
11. Kutu içinde sürmelik,
12. Tarak,
13. Makas,
14. Misvak,
15. Ayna,
16. İğne,
17. İplik,
18. Baston.
Mukavkıs Hâtıb’a Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında:
“Sürme kullanır mı?” diye sormuştu.
Hâtıb:
“Evet! Aynaya bakar, saçını tarar; seferde ve hazerde, aynayı, sürmedanlığı, tarağı, misvağı yanından ayırmaz!” demişti.[249]
Mukavkıs’ın Peygamberimiz Aleyhisselama hediye ettiği iki cariyeye Hâtıb Müslüman olmalarını teklif etti, onlar da Müslüman oldular. Mâriye’yi Peygamberimiz Aleyhisselam zevceliğe kabul etti, Sîrîn’i de Hassan b. Sabite verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. İbrahim adındaki oğlu, Hz. Mariye’den doğmuştur.[250]
Mukavkıs’ın hediye ettiği katır Düldül, merkep de Ufeyr, Yâfur diye anılırdı .[251] Bunlar, iyi cins binit hayvanlarındandı.[252] Her ikisi de gri tüylü idi.[253] O güne kadar, Arabistan’da ak tüylü katır görülmemişti. İslâm’da ilk görülen ak tüylü katır, Düldül oldu.[254]
Peygamberimiz Aleyhisselam, hediye edilen billur kadehle de su içerdi.[255] Mukavkıs tarafından Hâtıb’a verilen hediye, 100 dinar (altın) ile 5 kat elbise idi.[256]
Hâtıb’ın Medine’ye Yollanışı
Hâtıb’ın bildirdiğine göre; kendisi, Mukavkıs’ın yanında, kısa bir müddet, beş gün kaldı ve son derecede ağırlandı.[257]
Yabancı heyetler ise, Mukavkıs’ın yanında bir ay ve bir aydan da fazla kalmakta idiler.[258]
Hâtıb, beş günden sonra, Mukavkıs’ın ülkesinden ayrıldı.[259]
Mukavkıs Hâtıb’ı Cezîretü’l-Arab’a muhafız askerlerle yolladı.
Bunlar Arabistan’a ayak bastıkları sırada, Şam’dan Medine’ye gitmekte olan bir kafileye rastladılar.
Hâtıb, Mukavkıs’ın askerlerini geri çevirip kafileye katıldı.[260] Medine’ye gelip kavuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mukavkıs’ın hediyelerini kabul etti.[261]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mukavkıs Hakkındaki Sözleri
Hâtıb b. Ebi Beltea Mukavkıs’ın sözlerini Peygamberimiz Aleyhisselama anlatınca,[262] Peygamberimiz Aleyhisselam: “Yaramaz adam saltanatına kıyamadı! Esirgediği saltanatı ise, kendisinde kalmayacaktır!” buyurdu.[263]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mukavkıs’a Gönderdiği Mektubunun Saklanışı ve Son
Zamanlarda Ele Geçişi
Mukavkıs, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu filciişinden yapılmış bir kutu içine koyup kutuyu mühürledi ve cariyesine teslim etti.[264]
Hicretin 1267. yılında Mısır’ın Ahmim beldesinde eski bir manastırdaki Kıbt kitapları arasında bulunan ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Mukavkıs’a gönderdiği mektup olduğu anlaşılan mektup, Abdülmecid Han tarafından satın alınarak İstanbul Topkapı Sarayı Müzesinde Mukaddes Emanetler Bölümünde saklanmaktadır.
Mektup; 16×19 cm. eb’âdında, kahverengi bir deri üzerine siyah mürekkeple yazılmış olup, oniki satırdır.
Mektubun altında Peygamberimizin mührü bulunmaktadır.
Mektupta yer yer güve yenikleri vardır.[265]
Şüca’ b. Vehb’in Hâris b. Ebi Şimr el-Gassanî’ye Gönderilişi
Gönderiliş Tarihi ve Sebebi
Hicretin 7. yılında,[266] Muharrem ayında,[267] İslâmiyete davet etmek üzere hükümdarlara gönderilen altı elçiden birisi de Şüca’ b. Ebi Vehb olup, Peygamberimiz Aleyhisselam onu Şam sınırı hükümdarı Haris b. Ebi Şimr el-Gassanî’ye göndermişti.[268]
Haris b. Ebi Şimr, Hıristiyan Arapların hükümdarı idi.[269]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Haris b. Ebi Şimr’e gönderdiği “Muhammed Resûlullah” mührü ile mühürlü mektubunda şöyle buyurdu:
“B ismi İlâhirrahm âhirrahîm
Allah’ın Resûlü Muhammed’den Haris b. Ebi Şimr’e!
Doğru yola uyan, tâbi olanlara, Allah’a iman eden ve Resûlünü doğrulayanlara selam olsun!
Ben seni eşi, ortağı olmayan Bir Allah’a imana davet ediyorum!
Davetimi kabul edersen, hüküm ve saltanatın yine sende kalacaktır.”[270]
Şüca’ b. Ebi Vehb, mühürlenip kendisine verilen bu mektupla yola çıktı.[271] Şüca’ b. Ebi Vehb der ki:
“Haris b. Ebi Şimr’e gittim.
Kendisi, o sırada Dımaşk’ın Gota bölgesinde* bulunuyor, Kayser Herakliyus’a yapılacak kondurma, ağırlama ve armağan hazırlıklarıyla uğraşıyordu.
Kayser Herakliyus, Hıms’tan İlyaya (Kudüs’e) gelmişti.[272]
Hâris’in kapısında iki veya üç gün kadar oturup onu bekledim.
Hâris’in kapıcısına:
‘Ben Resûlullah Aleyhisselamın Hâris’e gönderdiği elçisiyim!1 dedim.
Kapıcı:
‘Sen onunla buluşamazsın! O ancakfilan gün, filan saatte çıkar!1 dedi.
Kapıcı Rum’du ve kendisinin adı da Mira idi.
Mira, Resûlullah Aleyhisselamı benden sondu.
Ben de, Resûlullah Aleyhisselamın sıfatlarını ve Haris b. Ebi Şimr’i nelere davet ettiğini anlatınca, içi kabardı, en sonunda kendisini tutam ayarak ağlamaya başladı.
Ağlarken de;
‘Ben İncil’i okudum. Bu peygamberin sıfatlarını[273] ve onun insanları nelere davet edeceğini[274] İncil’de aynen yazılı buldum![275]
Fakat, ben onun Şam’dan çıkacağını sanıyordum. Kurazîlerin yurdundan (Medine’den) çıktığını gördüm![276]
Ben ona iman ve kendisinin peygamberliğini tasdik ediyorum. Fakat, Haris beni öldürür diye, imanımı açıklamaktan korkuyorum!’ diyor, ondan hayır gelmeyeceğini üzülerek haber veriyor, bana ikramda bulunuyor, beni en güzel şekilde ağırlıyordu.
En sonra, Haris bir gün çıkıp tahtına oturdu, başına tacını koydu.
Kendisinin yanına girmeme izin verildi. Girip Resûlullah Aleyhisselamın mektubunu ona sundum.
Haris, mektubu okuduktan sonra, yere attı ve:
‘Saltanatımı benden kim sökebilecekmiş göreyim?!
O Yemen’de de olsa, halkla üzerime gelmeden, ben ona gideceğim!’ dedi.
Gece gelip kavuşuncaya kadar, oturduğu yerden ayrılmadı. Sonra, kalkıp atların nallanmasını emretti.
Bana da:
‘Sahibine, gördüğünü haber ver!’ dedi.
Kayser’e bir mektup yazıp elçiliğimin haberini bildirdi ve Resûlullah Aleyhisselamın üzerine yürümeye hazırlandı.[277]
O sırada, Kayser Herakliyus Kudüste, Dıhyetü’l-Kelbî de Kayser’in yanında bulunuyordu.[278]
Kayser Herakliyus, Hâris’in mektubuna yazdığı karşılıkta:
‘Sakın, onun üzerine varayım deme! İlya’da benimle buluş!’ dedi.
Kayser’den mektubunun cevabı gelince, Haris beni huzuruna çağırdı ve bana:
‘Sahibinin yanına ne zaman gitmek istiyorsun?1 diye sordu.
‘Yarın!’ dedim.
Bana yüz miskal altın bahşiş verilmesini emretti.
Hâris’in kapıcısı Mira da, bana yol için azık ve elbise yetiştirip:
‘Resûlullah Aleyhisselama benden selam söyle![279] Dinine tâbi ve Müslüman olduğumu haber ver!’ dedi.[280]
Medine’ye dönüp Haris b. Ebi Şimr’in dediklerini ve davranışını Peygamber Aleyhisselama haber verdim.
Peygamber Aleyhisselam:
‘Onun saltanatı yok olsun!’ buyurdu.
Mira’nın selam söylediğini ve dediklerini de haber verdim.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Doğrudur!’ buyurdu.”[281]
Haris b. Ebi Şimr, Mekke’nin fethi (Hicretin 8.) yılında öldü.[282]
Onun ölümü ile Gassanî saltanatı Cebele b. Eyhem’e geçti ve onda da sona erdi.[283]
Salît b. Amr’ın Yemame Hükümdarı Hevze b. Ali’ye Gönderilişi
Gönderiliş Tarihi ve Sebebi
Hicretin 7. yılında[284] Muharrem ayında[285] İslâmiyete davet etmek üzere hükümdarlara gönderilen altı elçiden birisi de Salît b. Amr olup, Peygamberimiz Aleyhisselam onu Yemâme hükümdarı Hevze b. Ali’ye göndermişti.[286]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hevze b. Ali’ye gönderdiği, “Muhammed Resûlullah” mührü ile mühürlü mektubunda şöyle buyurmuştu:
“B ismi İlâhirrahm ânirrahîm
Allah’ın Resûlü Muhammed’den Hevze b. Ali’ye!
Doğru yola tâbi olan, uyanlara selam olsun!
İyi bil ki; benim dinim develerin ve atların ayak basacakları en uzak yerlere kadar uzanacak, bütün dinlere galip ve üstün gelecektir! Sen de Müslüman ol, selameti bul!
Müslüman olursan, idaren altındaki yerlerin idaresini yine sana bırakırı m !”[287]
Salît b. Amr Peygamberimiz Aleyhisselamın bu mühürlü mektubu ile vardığı zaman, Hevze b. Ali Salît’i konukladı ve ağırladı.
Mektup kendisine okununca, Peygamberimiz Aleyhisselamın davetini, redden başka türlü bir redle, yani kibarca reddetti.[288]
Salît b. Amr’ın Hevze b. Ali’yi Öğütleyişi
Salît b. Amr, Hevze b. Ali’ye:
“Ey Hevze! Şüphe yok ki, sen de kavminin ulu kişisisin!
Senin ulu sandığın, kendilerine yöneldiğin kimselerin cesetleri çürümüş, canları da Cehenneme girmiş bulunmaktadır!
Seyyid, ulu kişi, ancak, imanla korunmuş, sonra da, Allah’ın emirlerini yerine getirmeyi, yasaklarından sakınmayı kendisine ahiret azığı edinmiş olan kişidir.
Eğer bir kavim iman mutluluğuna ermişse, sakın onları kendi görüşünle doğru yoldan saptırayım deme!
Ben yapılması emrolunan hayrı sana emr, yapılması yasaklanan şenden de seni men ederim!
Yani, ben Bir olan Allah’a ibadeti sana emr, şeytana tapmaktan da seni men ederim!
Çünkü, Allah’a ibadet insanı Cennete, şeytana tapmak da Cehenneme götürür!
Eğer bu öğütlerimi kabul edersen, umduğuna erer, korktuğundan da kurtulursun!
Öğütlerimi kabul etmekten kaçınır, yüz çevirirsen, bizim aramızla senin anandaki perde kalkar, aramız açılır!” dedi.
Hevze b. Ali:
“Ey Salît! Sen beni seyyidlikle, ulu kişilikle şereflendirip yücelttin! Benim görüşüm; işleri önce inceleyip düşünmem, sonra da onu dilememdir. Şimdi, sen bana biraz mühlet ve genişlik ver. Ben düşünür, danışırım; inşaallah, davetini kabul ederim!” dedi.[289]
Hevze b. Ali’nin Durumu Eregün’le Konuşması
Hevze b. Ali’nin yanına, Hıristiyan ulularından Dımaşk ulusu Enegün gelmişti. Enegün, Hevze’den, Peygamberimiz Aleyhisselamı sondu. Hevze:
“Onun bana mektubu gelmişti. Beni İslâmiyete davet ediyordu. Ben onun davetini kabul etmedim” dedi.
Enegün:
“Niçin kabul etmedin?” diye sordu.
Hevze:
“Dinimi esirgedim.
Bununla beraber, ben kavmimin hükümdarı bulunuyorum.
Ona tâbi olsaydım, hükümdarlık yapamayacaktım!” dedi.
Eregün:
“Hayır! Vallahi, sen ona tâbi olsaydın, o sana yine hükümdarlık yaptırırdı.
Senin için hayırlı ve yararlı olan, ona tâbi olmaktı.
Muhakkak ki, o, İsa b. Meryem’in geleceğini müjdelemiş olduğu Arap peygamberdir!
O, yanımızdaki İncil’de ‘Muhammed Resûlullah’ diye yazılı bulunmaktadır” dedi.[290]
Hevze:
“Anlattığın şeyi ben de İncil’de okumuştum” dedikten sonra, Eregün’e:
“Peki, sen ona niçin tâbi olmuyorsun?” diye sordu.
Eregün:
“Ona kıskançlıktan ve içki içmekten vazgeçememekten!” dedi.
Hevze:
“Herakliyus bu hususta ne yaptı?” diye sordu.
Eregün:
“Kendi dininde kaldı, saltanattan ayrılmaya kıyamadı, cimrilik etti!” dedi.[291]
Hevze b. Ali’nin Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubuna Cevap Yazışı
Hevze b. Ali, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubuna yazdığı karşılıkta:
“Davet ettiğin şey ne kadar güzel, ne kadar iyidir!
Ben kavmimin şairi ve hatibiyim!
Araplar, benim kavmimden korkar ve titrerler!
Sen bana işinden bazı yetkiler ver de, sana tâbi olayım” dedi.
Hevze b. Ali, elçi S al it b. Amr’a bahşişler ve iyi dokunmuş kumaştan elbiseler verdi.
Salıt b. Amr, Hevze’nin verdiği hediyeleri Peygamberimiz Aleyhisselama getirdi. Hevze’nin sözlerini haber verdi ve mektubunu da okudu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Yerdeki bir hurma koruğunu bile dilese, ona vermem! Onun ellerindeki herşeyiyok olsun, yok!” diyerek dua etti.
Mekke’nin fethi yılında (Hicretin 8. yılında), Mekke’den dönerken, Cebrail Aleyhisselam Hevze b. Ali’nin öldüğünü Peygamberimiz Aleyhisselama haberverdi.[292]
[1] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 258, Taberî, Târih, c. 3, s. 84, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 180, Kastalânf,
Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 290.
[2] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 258.
[3] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 254, 255, Taberî, Târîh,c.3, s. 85.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/371.
[4] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 255.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/372.
[5] Taberânî’den naklen Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 5, s. 305, 306, Alâüddin Ali, Kenzü’l-um m âl, c. 11 , s. 444, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 30, Halebî, İnsanu’l-uyûn, c. 3, s. 283.
[6] Zehebî, Megâzî, s. 423.
[7] İbn İsfıak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 254, İtan Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 1, s. 258, 262, E bu Ubeyd, Kitâbu’l-emvâl, s. 29,32,
34, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 531, Yâkubî, TârıVı, c. 2, s. 77, 78, Taberî, Târih, c. 3, s. 84, 91, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s.
29, 31,Ebu’l-FerecİbnCevzf, el-Vetâ, c. 2, s. 717, 738, İbn Ear, Kâmil, c. 2, s. 210, 215, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 71,74, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 259, 271, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 180, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 289, 296, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 29, 40.
[8] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 258, İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 339.
[9] İbn Sa’d, Tabak âtü’l-k übrâ, c. 1, s. 259.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/372-373.
[10] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1657.
[11] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 258, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 223, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 24, c. 3, s. 235, c. 7, s. 53, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1657, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 88.
[12] Buhârî, Sahih, c. 7, s. 54.
[13] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1659.
[14] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1655, 1656, İbnMâce, Sünen, c. 2, s. 1202.
[15] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 250, İbn ^bdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1178.
[16] Buhâıf, Sahih, c. 7, s. 54.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/373-374.
[17] İbn İshak, İtan Hişam, Sîre, c. 3, s. 321 ,Ebu Yusuf, Kitâbu’l-haraç, s. 209, 210, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 323,
Taberî, Târîh, c. 3, s. 73, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 200.
[18] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 332, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 611, İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 2, s. 97, Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 4, s. 325, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 350, Taberî, Târîh, c. 3, s. 79, İbn Seyvid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 214, İbn
Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 37.
[19] A’râf. 158.
[20] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 254.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/374.
* Rum ülkesi krallarına Hrakl, Kayser; Fars (İran) krallarına Kisrâ, Mısır krallarına Firavun; Yemen krallarına Tübba’; Habeş krallarına
Necaşf; Türk krallarına Hakan denirdi. (E bu’l-Fidâ, c. 3, s. 78, Diyarbekıf, c. 2, s. 3).
[21] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 258, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 531 .
[22] İbn Şa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 258.
[23] İbn İshak, Kitâbu’l-mübtedâ ve’l-meb’as, c. 4, s. 210.
[24] Taberî, Târîh, c. 3, s. 89, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 264.
[25] Taberî, Târîh, ç. 3, s. 89, Ebu’l-Ferec İbn Cevzf, el-Vefâ, c. 2, s. 735, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 264, İbn Kayyım ,
Zâdu’l-mead, c. 2, s. 71, İbn Haldun, Târih,c. 2, ks.2, s. 36, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c.1, s. 291, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs,
c. 2, s. 30, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 293.
[26] İbn İshaktan naklen Taberî, Târîh, c. 3, s. 89, VâkıdPden naklen İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 264, İbn Kayyım, Zâdu’l-
mead, c. 3, s. 71, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 36, 37, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 291 ,292, Diyarbekrî, Târîhu’l-
hamîs, c. 2, s. 30, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 293.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/374-376.
[27] Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 3, s. 120,121.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/376-377.
[28] İbn İshaktan naklen İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 71, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 264, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 294, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 344.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/377.
[29] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 258, Ebu’l-Ferec İbn Cevzf, el-Vefâ, c. 2, s. 735, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1 , s. 299, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 30, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 293, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 344.
[30] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 293.
[31] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 258, Ebu’l-Ferec İbn Cevzf, el-Vetâ, c. 2, s. 735, 736, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 299, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 30, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 344.
[32] İbn İshaktan naklen İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 71, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 264, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 294, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 344.
[33] Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 292, Halebî, İnşân, c. 3, s. 294, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 344.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/377-378.
[34] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 258, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 299, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 31, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 293.
[35] Diyarbekrî, Târîhu’l-ham fs, c. 2, s. 31 .
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/378.
[36] Prof. M. Hamidullah, İslâm P eygam beri, c. 1, s. 201.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/379.
[37] Aynı kaynaklar.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/379-381.
[38] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 365, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 315, 316.
* “Ey Allah’ın Resûlü!” İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 37, Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 292, Diyartoekrf, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 30.
[39] Taberî, Târih, c. 3, s. 89, Ebu’l-Ferec İbn Cevzf, el-Vetâ, c. 2, s. 735, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 71, İbn Seyyid,
Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 264, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 293.
[40] Taben, Târih, c. 3, s. 89, Ebu’l-Ferec, t 2, s. 735, İbn Kayyım , c. 3, s. 71, İbn Seyyid, c. 2, s. 264, İbn Haldun, c. 2,ks. 2,
s. 37, Kastalânf, c. 1, s. 292, Diyarbekrî, c. 2, s. 30, Halebî, İnşân, c. 3, s. 293.
[41] İbn İshaktan naklen Taberî, Târih, c. 3, s. 89, Ebu’l-Ferec İbn Cevzf, el-Vetâ, c. 2 s. 735, 736, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 71, 72, İ bn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 264, 265, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 37, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1 , s. 292, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 30, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 293.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/382-383.
[42] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 259.
[43] Taberî, Tânh.c.3, s. 89,90.
[44] İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 37.
[45] Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 292, Diyarbekrî, c. 2, s. 30, Zürkânf, c. 3, s. 345.
[46] Taberî, Tefar, c. 7, s. 4, Diyarbekrî, c. 2, s. 31.
[47] Taberı, Tânh.c.3, s. 90.
[48] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 2, s. 92, 93.
[49] Taberî, Tâıfh,c.3, s. 90.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/383-384.
[50] Sevatiul-envar dan naklen M. Hamidullah, el-Vesaiku’s-siyasa, s.48.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/384.
[51] Taberî, c. 3, s. 89, Ebu’l-Ferec, c. 2, s. 735, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 213, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 37, Kastalânf, c.1, s. 292, Diyartoekrf, c.2, s. 31.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/384.
[52] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 258, c. 4, s. 251, İbnEsTr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 30.
[53] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 259, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.1, s. 262, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 2, E bu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2. s. 343.
[54] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 29.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/385.
[55] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1367.
[56] Taberî, Târîh, c. 3, s. 85.
[57] Ahmedb. Hanbel, c. 1, s. 262, Taberî, c. 3, s. 85, Be^akf, c. 4, s. 381,382.
[58] Diyarbekrî, c. 2, s. 31, 32 Halebî, İnsânu’l-uvûn, c. 3, s. 289, 290.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/385.
[59] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 31.
[60] Halebî, İnsânu’l-uvûn, c. 3, s. 284.
[61] Muhyiddin b. Arabf, Muhâdarâtu’l-ebrâr, c. 2, s. 129,1 30, Diyarbekıi, TârıViu’l-hamfs, c. 2, s. 32, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3. s. 284.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/385-386.
[62] Buhârî, Sahih, c. 1, s. 6, Taberî, Târih, c. 3, s. 85, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 4, s. 382, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 362.
[63] Zührî, Megâzî, s. 58, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 6, Taberî, Târih, c. 3, s. 85, 86, Beyhakî, D ela il, c. 4, s. 382, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 362.
[64] Zührî, M egâ zf, s. 5 8, Abdurrezzak, Musanne f, c. 5, s. 34 3, Buhârî, Sah ıh, c. 1, s. 6,7 Taberî, T ârîh, c. 3, s. 85, 86, Beyhak f, Delâil, c. 4, s. 382, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye, c. 4, s. 362, 363.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/386-387.
[65] Muhyiddin b. Arabf, Muhâdarâtu’l-ebrâr, c. 2, s. 130, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 32, Halebî, İnşânu’l-uyûn, c. 3, s. 288, 289, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 339.
[66] Muhyiddin b.Arabf, M uhâdarâtu’l-ebrâr, c. 2, s. 130.
[67] Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 347.
[68] İbn Esîr, Nihâye, c. 2, s. 279.
[69] Ebu Nuaym, Delâil, c. 2, s. 347, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 267, Heysemî, Meonau’z-ZBvâid, c. 5, s. 306,
Suyûtî, Hasâisü’l-kübrâ, c. 2, s. 123.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/387-388.
[70] Buhârî, Sahfi-ı, c. 1, s. 7, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 263.
[71] Taberî. Tan h. c. 3. s. 86. Ebu’l-Ferec İbn Cevzf. el-Vetâ. c. 2. s. 720.
[72] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/389.
[73] Buhârî, Sahih, c. 1, s. 7, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 263.
[74] Taberî, Târîh,c.3, s. 87.
[75] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 344, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1394.
[76] Taberî, Târîh, c. 3, s. 86, Ebu’l-Fenec, c. 2, s. 720.
[77] Buhârî, Sahih, c. 1, s. 7, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 266.
[78] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 262, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 5.
[79] Taberî, Târîh, c. 3, s. 86.
[80] Ahmedb. Hanbel, c.1, s. 262,
[81] Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 266,
[82] Abdurrezzak, c. 5, s. 344, Buhârî, c. 4, s. 3, Müslim, c. 3, s. 1294
[83] Ahmedb. Hanbel, c. 1, s. 262, Ebu Nuaym, c. 2, s. 343-344.
[84] Buhârî, c. 1,s.5.
[85] Abdurrezzak, c. 5, s. 344, Buhârî, c. 4, s. 3, Müslim, c. 3, s. 1294.
[86] Taberî, c. 3, s. 86
[87] “Korkmasaydım” (Müslim, c. 3, s. 1394).
[88] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 262, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 3, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 344, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 4, s. 378.
[89] Buhârî, Sahih, c. 1,s.5.
[90] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 344, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 262, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 3, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1394.
[91] Abdurrezzak, c. 5, s. 344, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 262, Buhârî, c. 1, s. 5, c. 4, s. 3.
[92] Taberî, Târîh, c. 3, s. 86.
[93] Abdurrezzak, c. 5, s. 345, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 262, Buhârî, c. 1. s. 5, c. 4, s. 3.
[94] Taberî, Târîh, c. 3, s. 86.
[95] Abdurrezzak, c. 5, s. 344, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 262, Buhârî, c. 1, s. 5, c. 4, s. 3.
[96] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 345, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 5, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1394.
[97] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 262, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 3.
[98] Abdurrezzak, c. 5, s. 345, Ahmed b. Hanbel, c. 1 ,s.262, Buhârî, c. 1, s. 5,c.4, s. 3, Müslim, c. 3, s. 1395, Ebu Nuaym , Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 344.
[99] Abdurrezzak, c. 5, s. 346, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 262, Buhârî, c. 1, s. 5, Müslim, c. 3, s. 1395.
[100] Soy yönünden en seçkininiz (Taberî, Târih, c. 3, s. 86).
[101] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 345, 346, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 1, s. 262, 263, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 3, 4, Müslim , Sahih, o. 3, s. 1395, E bu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 344, 345 Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, o. 4, s. 382.
[102] Taberf, Târîh, c. 3, s. 8 6, Be yhak f, D el âil ü’n-nübüvve, c. 4, s. 382.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/389-395.
[103] Zührî, Megâzî, s. 60, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 346, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 263, Buhârî, Sahih, c. 1 , s. 6, t 4, s. 4, S.c.S, s. 169, Müslim, Sahih, t 3, s. 1 369, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 77, Taberî, Târih, c. 3, s. 87, Ebu Nuaym, Delâil, c. 2, s. 345, 346, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 384, Ebu’l-Ferec İbn Cevzf, el-Vetâ, c. 2, s. 724 İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 261, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 71, Zehebî, Megâzî, s. 415, 416, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 36, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 290, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamfs, c. 2, s. 33.
[104] Âli İmran: 64.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/395-396.
[105] Ebu Ubeyd, Kitâbu’l-emvâl, s. 34.
[106] Taberî, Târîh,c.3, s. 85.
[107] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 347, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 263, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 5, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1 397, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübü we, c. 2, s. 346.
[108] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 263, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 5, Ebu Nuaym , Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 346.
[109] Ebu Kebşe Huzâa kabilesinden bir adam olup, putlara tapmakta Kureyş müşriklerinden ayrılarak Şi’râ yıldızına tapmıştı. Peygamberimiz Aleyhisselam ise halkı putlara tapmaktan alıkoymaya kalkınca, Kureyş müşrikleri, Peygamberimiz Aleyhisselamı ona benzeterek kendisine “İbn Ebi Kebşe=Ebu Kebşe’nin oğlu” künyesini takmışlardı. Başka bir rivayete göre de: Ebu Kebşe, Peygamberimiz Aleyhisselamın anneleri taralından dedesi olup, Kureyş müşrikleri, Peygamberimiz Aleyhisselama böyle söylemekle, kendisinin baba tarafından dedesine değil de, anne tarafından dedesine çektiğini anlatmak isterlerdi (İbn Esîr, Nihâye, c. 4, s. 144).
[110] Ahmedb. Hanbel, c.1 , s. 263, Buhârî, o. 4, s. 5, Müslim, c. 3, s. 1397, Ebu Nuaym ,c.2, s. 346, Ebu’l-Ferec İbn Cevzf, el-Vetâ, o. 2, s. 724.
[111] Ahmed b. Hanbel, c.1, s. 263, Buhârî, c. 4, s. 5, Ebu Nuaym, c. 2, s. 346.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/396.
[112] Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 7, s. 616, 617.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/397-398.
[113] İbn İshaklan naklen Taberî, TârıVı, c. 3, s. 87, 88, Ebu’l-Ferec İbn Cevzf, el-Vefa, c. 2, s. 724, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 267.
[114] İbn Habib, Kitâbu’l-muhabber, s. 76.
[115] Taberî, c. 3, s. 88, E bu’l-Fidâ, c. 4, s. 267, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 34.
[116] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 34.
[117] İbn Sa’d. Tabakâtü’l-kübrâ. t 1. s. 276.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/398-399.
[118] TaberP, Târîh, c. 3, s. 88, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 211, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 267.
[119] Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 347.
[120] Taberî, Târih, c. 3, s. 86, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 267.
[121] Taberî, c. 3, s. 88, İbn Esîr, Kâm il, c. 2, s. 211, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 55, 56, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 267.
[122] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/399-400.
[123] Buhârî, Sahîh, c. 1, s. 7, Taberî, Târih, c. 3, s. 87.
[124] Zührî, M egâzf, s. 61, İ bn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 259.
[125] Zührî, s. 61 , İtan Sa’d, t 1, s. 259, Buhâıî, c. 1, s. 7.
[126] TabeN.c3, s. 87, Ebu’l-Ferecİbn Cevzf, el-Vetâ, c. 2, s. 725.
[127] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 4, s. 384.
[128] Taberî, c. 3, s. 87, Beyhakî, c. 4, s. 384, E bu’l-Ferec, c. 2, s. 725.
[129] Zührî, s. 61, Taberî, c. 3, s. 87, Beyhakî, c. 4, s. 384, Ebu’l-Ferec, c. 2, s. 725.
[130] Buhârî, Sahih, c.1, s. 7.
[131] İbn Sa’d, c. 1, s. 259, Taberî, c. 3, s. 87, Ebu’l-Ferec, c. 2, s. 725.
[132] Buhârî, Sahih, c.1, s. 7.
[133] Taberî, Târih, c. 3, s. 87, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 4, s. 384, Ebu’l-Ferec İbn Cevzf, el-\tefâ, c. 2, s. 725.
[134] Zührî, Megâzf, s. 61, İ bn Sa’d, Tabakât ü’l-küb râ, c. 1, s. 259, Buh ârf, c. 1, s. 7.
[135] İbn Sa’d, c. 1, s. 259, Taberî, c. 3, s. 87, Beyhakî, c. 4, s. 384, Ebu’l-Ferec, c. 2, s. 725.
[136] Zührî, s. 61 Abdurreziak, Musannef, c. 5, s. 347.
[137] Zührî, s. 61 Buhârî, c.1 ,s.7.
[138] Taberî, c. 3, s. 87, Beyhakî, c. 4, s. 384, E bu’l-Ferec, c. 2, s. 725.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/400-401.
[139] Taberî, c. 3, s. 88, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 211 Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 267, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c.2,s.34.
[140] İbn Hazm, Cevâ miu’s-aYe, s. 30.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/401-402.
[141] VâkiDi, Megâzî, c.2, s. 555, İbn Sa’d, c. 2, s. 88, Taberî, c. 3, s. 83,İbn Kayy,m, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 1 35.
[142] Yâ kubf, T âriVı, c. 2, s. 77, 78, Ferid un B ey M ünşe atı ndan nakl en M . H am fdul lan, el -Vesaik u’s-siyâ si yye, s. 51, 52.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/402-403.
[143] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 555, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 88, Taberî, Târîh, c. 3, s. 83, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 135.
[144] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 555.
[145] Ebu Ubeyd, Kitâbu’l-emvâl, s. 34.
[146] Kastalânf, M evâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 291.
[147] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 78.
[148] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 556.
[149] İbn İshak.İbnHişam, Sîre.c.4, s. 260, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 556, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 88.
[150] İbn Sa’d. Tabakâtü’l-kübrâ. c. 2. s. 88.
[151] Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 347, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 339.
[152] Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 7, s. 365, Bedrüddin Aynf, Umdetü’l-kârf, c, c. 1, s. 99, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 1, s. 42.
[153] Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 7, s. 365 İbn Hacer, Fethu’l-bârî, c. 1, s. 42, Kettânf, et-Terâtfbu’l-idâriyye, c. 1, s. 1 57.
[154] İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 1, s. 42, Kettânf, et-Terâtfb, c. 1, s. 157, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 342.
[155] Bedrüddin Aynf, Umde, c. 1, s. 99, İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 1, s. 42, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1 , s. 291 ,Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 342.
[156] İbn Hacer, Fethu’l-bârf, c. 1, s. 42, Kastalânf, c. 1, s. 291, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 2289, Zürkânf, M evâhib Şerhi, c. 3, s. 342, Kettânf, c. 1 , s. 157.
[157] Bedrüddin Aynf, c. 1 , s. 99, İbn Hacer, c. 1, s. 42, Kastalânf, c. 1, s. 291, Halebî, c. 3, s. 289, ZÜrkânî, C. 3, S. 343, Kettânf, c. 1, s. 157.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/404-405.
[158] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 258, 259.
[159] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 189, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 305, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 136, Muhyiddin b. Arabf, Muhâdarâtu’l-ebrâr, c. 2. s. 164.
[160] Yakubi, Târih, c. 2, s.77,İbn İshaktan naklen Taberî, Târih, c. 3, s. 90, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 349, Ebu’l-
Ferecİbn Cev^f, el-Vefâ, c. 2, s. 732, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 2, 3, Muhyiddin b. Arabf, c. 2, s. 184, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s.
262, 263, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 269, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 71, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 37,
Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 290, 291 , Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 34, 35, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 291 ,
Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 340, 341.
[161] Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 341 .
[162] İbn Seyyid, c. 2, s. 263, Halebî, c. 3, s. 291.
[163] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 268, 269.
[164] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 263.
[165] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 269, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 291.
[166] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 260, Taberî, Târih, c. 3, s. 90, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvvıe, c. 2, s. 349, Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 6, s. 590, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 213, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 269, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 71, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 34.
[167] Taberî, Târih, c. 3, s. 90, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 349, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 213, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 269, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 37, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 34.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/405-407.
[168] Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 6, s. 589, 590, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 35.
[169] Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 6, s. 590.
[170] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/407-408.
[171] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 269.
[172] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 269, Halebî, İnşânu’l-uyûn, c. 3, s. 291.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/408.
[173] Ebu Ubeyd, Kitâbu’l-emvâl, s. 33, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 24, c. 3, s. 225, Ebu’l-Ferec İbn Cevzf, el-Vefa, c. 2, s. 732.
[174] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 35.
[175] İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 71 , Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 269, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 37, Diyarbekrî, Târıîıu’l-hamfs, c. 2, s. 35.
[176] Taberî, Târih, c. 3, s. 90, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 263.
[177] İbn Sa’d. Tabakâtü’l-kübrâ. c. 1. s. 260.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/408-409.
[178] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 8, s. 287, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 35.
[179] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 8, s. 287, 288.
[180] İ bn Sa’d, Tabak âtü’l -k übrâ, c. 1, s. 260, Ta berî, T ârfh, c. 3, s. 80, E bu N uaym, D el âil ü’n-nübüvve, c. 349, E bu’l-F ene c İ b n CevzT, el-Vefâ, c. 2, s. 732, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 214.
[181] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 263.
[182] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 263, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 35, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 291.
[183] Taberî, Târîh, c. 3, s. 90, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 269.
[184] Ebu Nuaym, Delâil, c. 2, s. 349, E bu’l-Ferec, el-Vefâ, c. 2, s. 732, Diyarbekrî, c. 2, s. 35.
[185] Taberî, c. 3, s. 90, Ebu Nuaym, c. 2, s. 349, E bu’l-F erec, c. 2, s. 732, Diyarbekrî, c. 2 s. 35.
[186] İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks.2, s. 37.
[187] Taberî, c. 3, s. 90, Ebu Nuaym, c. 2, s. 349, E bu’l-F erec, c. 2, s. 732, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 269.
[188] İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 37.
[189] Taberî, Târîh, c. 3, s. 90.
[190] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 35.
[191] Taberî, c. 3, s. 90, Ebu Nuaym, c. 2, s. 349, E bu’l-Ferec, c. 2, s. 733, E bu’l-Fidâ, c. 4, s. 269, Diyarbekrî, c. 2, s. 35, Halebî, c. 3, s. 291,292.
[192] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 263.
[193] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 35.
[194] Taberî, Târîh, c. 3, s. 90, 91, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 349, 450, E bu’l-Ferec İbn Cevzf, el-Vefâ, c. 2, s. 733, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 213, 21 4, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 269, 270, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks.2, s. 37, 38, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 35, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 292.
[195] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 260, Diyarbekrî, TâriViu’l-hamfs, c. 2, s. 35.
[196] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 35.
[197] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 260.
[198] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 35.
[199] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 8, s. 288.
[200] İbn Sa’d. Tabakâtü’l-kübrâ. c. 1. s. 260.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/409-412.
[201] Taberî, Târih, c. 3, s. 91 ,Ebu Muaym, Delâilü’n-nübüwe, c. 2, s. 350, Ebu’l-Ferecİbn Cevzf,el-Vefâ, c. 2, s. 733, İbn Esîr,
Kâmil, c. 2, s. 214, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 270, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 38, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamfs, c. 2,s.36.
[202] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 260.
[203] İbn Haldun, Târih, c. 2, ks.2, s. 38.
[204] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/412-413
[205] İbn İshaklan naklen Taberî, Târih, c. 3, s. 91, E bu Nuaym, Delâilü’n-nübüwe, c. 2, s. 350, Ebu’l-Fenecİbn Cevzf, el-Veta,
c.2, s. 733, 734, İbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 214, 215, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c.4, s. 270, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2 s.
38, D iyarbe krf, T ârıtıu’l -ham fs, c. 2, s. 37.
[206] Ebu Muaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 348, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 5, s. 309.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/413-414.
[207] Taberî, Târih, c. 3, s. 91, Ebu Nuaym, Delâil, c. 2, s. 350,351 , Ebu’l-Fenec, c. 2, s. 734, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 214, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 38.
[208] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 263, 264, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamfs, c. 2, s. 37.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/414-415.
[209] Beyrut el-Hayat gazetesinin Hicrf 27.12.1382, M il adi” 22.5.1963 tarihli ve 5242 numaralı 1, 7. nüshasından naklen M. Hamfdullah, İslâm Peygamberi, c. 1, s. 237, 239.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/415-416.
[210] İbn Sad, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 258, Belâzurî, Ensâbu’l-esrâf, c. 1, s. 448.
[211] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 258.
[212] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 254, İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 258, 260.
[213] Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 293, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 295, 296.
[214] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 37.
[215] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 530, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 293, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 296.
[216] Diyarbekrî, Târjhu’l-hamfs, c. 2, s. 37.
[217] Âl-i İmran: 64, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 2, s. 265, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 72, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 292, 293, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 37, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 295, 296, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 347.
[218] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 260.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/3416-417.
[219] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1 , s. 315, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 272.
[220] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531.
[221] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 315, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 272.
[222] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 265, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 72, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531.
[223] Nâziât: 23,24.
[224] İbn Seyyid, c. 2, s. 265, İbn Kayyım , c. 3, s:. 72, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s:. 293, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s:. 37, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 296.
[225] İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s:. 72, Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 293.
[226] Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 7, s:. 517, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531.
[227] Süheylf, c. 7, s. 517, İbn Kayyım, c. 3, s. 72, Kastalânf, c. 1, s. 293.
[228] Süheylf, c. 7, s. 517,51 8, İbn Kayyım, c. 3, s. 72, İbn Seyyid, c. 2, s. 265, Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 293.
[229] Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 7, s. 518, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 265, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1, s. 531, Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 293.
[230] Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 7, s. 518, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 72, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 265, Kastalânf, Mevâhib, c. 1,s.293.
[231] Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 7, s. 518, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 265, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 72, İbn Hacer,
el-İsâbe, c. 3, s. 531, Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 293.
[232] Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 7, s. 518, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 265, 266, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 72,Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 293, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 296.
[233] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 37.
[234] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 37, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 350.
[235] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 350.
[236] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531, Diyarbekrî, Târîhu’l-ham fs, c. 2, s. 37.
[237] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 260, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 37, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 350.
[238] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 350.
[239] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531.
[240] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 266, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531 , Diyarbekrî Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 37, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 350.
[241] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 266, Diyarbekrî, c. 2, s. 37, Zürkânf, c. 3, s. 350.
[242] İbn Seyyid, c. 2, s. 266, İbn Hacer, c. 3, s. 531, Diyarbekrî, c. 2, s. 37, Zürkânf, c. 3, s. 350.
[243] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 266, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 72, İbn Hacer, c. 3, s. 531 Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1 , s. 293, Diyarbekrî, c. 2, s. 37, Halebî, İnşân, c. 3, s. 296, 297, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 349.
[244] İbn Sa’d, Tabakât.c.1, s. 260, İbn Seyyid, c. 2, s. 266, İbn Kayyım, c. 3, s. 72, İbn Hacer, c. 3, s. 531, Kastalânf, c. 1 ,s.
293, Diyarbekrî, c. 2, s. 37, Halebî, c. 3, s. 296, 297, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 349, 350.
[245] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 266, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 38.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/418-422.
[246] Belâzurî, Ensâbu’l-esrâf, s. 449, İtan Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 266, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 38.
[247] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 485, Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 7, s. 519, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 266.
[248] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531, Diyarbekrî, c. 2, s. 38, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 350.
[249] Halebî, İnsan, c. 3, s. 296, 297.
[250] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8, s. 212, 214, BelâzurT, Ensâb, c. 1, s. 449,Taberî, Târih, c. 3, s. 139, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 225,226.
[251] İbn Sa’d, c. 1, s. 492, c. 8, s. 21 2, Belâzurî, c. 1, s. 449, Taberî, c. 3, s. 99, İbn Hacer, c. 3, s. 531 .
[252] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531.
[253] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531.
[254] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 261, 491.
[255] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 485, Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 7, s. 519 Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 38, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 297, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 350.
[256] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 266, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 38.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/422-423.
[257] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 261, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 266.
[258] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 266, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 38.
[259] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 266.
[260] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 299.
[261] İbn Hacer. el-İsâbe. c. 3. s. 531.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/424.
[262] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 266, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 299.
[263] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 260, 261, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 266, Diyarbekrî, c. 2, s. 38, Halebî, c. 3, s. 299, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 350.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/424-425.
[264] İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, t 1, s. 260,134, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 265, 266 İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 72, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 293, Halebî, İnsan, c. 3, s. 296, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 349.
[265] Tahsin Öz. Hırka-i Saadet Dairesi ve E mânât-ı Mübâreke. s. 29. 30.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/425.
[266] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 258, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 351.
[267] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 258.
[268] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 254, İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 261, c. 3, s. 94 Ebu’l-Ferec İbn Cevzf, el-Vefâ, c. 2, s.737, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 270.
[269] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 254, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 268.
[270] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 270, İbn Kayyı m, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 72, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 268, Kastalânf, Mevâhibü’l-
ledünniye, c. 1 , s. 296, Diyarbekrî, Târîhu’l-ham fs, c. 2, s. 38, 39, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 304, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 356.
[271] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 39.
[272] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 261 , Ebu’l-Ferec, c. 2, s. 737, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 270, Diyarbekrî, c. 2, s. 39.
[273] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 261, Ebu’l-Ferec, el-Vefâ, c. 2, s. 737, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 270, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 39, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 305, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 357.
[274] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 39, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 357.
[275] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 261, Ebu’l-Ferec, c. 2, s. 737, İbn Seyyid, c. 2, s. 270, Diyarbekrî, c. 2, s. 39, Halebî, c. 3, s. 405, Zürkânf, c. 3, s. 357.
[276] Diyarbekrî, c. b.2, s. 39, Halebî, c. 3, s. 305 Zürkânf, c. 3, s. 357.
[277] İbn Sa’d.c.1, s. 261, Ebu’l-Ferec, c. 2, s. 737, 738, İbn Seyyid, c. 2, s. 270, 271 .Diyarbekrî, c. 2, s. 39, Halebî, c. 3, s.
305, Zürkânf, c. 3, s. 357.
[278] Diyarbekrî, c. 2, s. 39, Halebî, c. 3, s. 305, Zürkânf, c. 3, s. 357.
[279] İbn Sa’d.c.1, s. 261, Ebu’l-Ferec, c. 2, s. 737, 738, İbn Seyyid, c. 2, s. 270, 271 .Diyarbekrî, c. 2, s. 39, Halebî, c. 3, s.
305, Zürkânf, c. 3, s. 357.
[280] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 271, Diyarbekrî, c. 2, s. 39, Halebî, c. 3, s. 305, Zürkânf, c. 3, s. 357.
[281] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 261, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 271, Diyarbekrî, c. 2, s. 39, Halebî, İnşân, c. 3, s. 305, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 357.
[282] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 261 , Ebu’l-Ferec, c. 2, s. 738, Diyarbekrî, c. 2, s. 39.
[283] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 305.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/425-428.
[284] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 258, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 351.
[285] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 258.
[286] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 254, İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 262, Ebu’l-Ferec, el-Velâ, c. 2, s. 738, İbn Seyvid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 270,271.
[287] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 269, İbn Kayyım, Zâdu’l-m ead, c. 3, s. 74, Kastalânf, Me vâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 295,
Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 39, Halebî, İnsânu’l-uyün, c. 3, s. 303, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 355.
[288] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 262, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 269, İbn Kayyım, Zâdu’l-m ead, c. 3, s. 74, Kastalânf, Mevâhib,
c. 1, s. 295, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamfs, c. 2, s. 39, Halebî, İnsânu’l-uyün, c. 3, s. 303, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 255, 256.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/428-429.
[289] Süheyl, Ravdu’l-ünüf, c. 6, s. 590, 591 , Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 304, Züılîânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 355.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/429-430.
[290] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 270, İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 3, s. 74, Diyarbekrî Târıîıu’l-hamfs, c. 2, s. 39, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 356.
[291] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 355, 356.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/430-431.
[292] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 262, Ebu’l-Ferec İbn Cevzf, el-Vefa, c. 2, s. 738, 39, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 269, 270, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 74, Kastalânf, Mevâ hibü’l-ledünniye, c. 1, s. 295, 296, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamfs, c. 2, s. 40, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 3, s. 303. Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 356.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/431.