Peygamberimiz Aleyhisselamın Hacca Niyetlenip Vazgeçişi
Hz. Ebu Bekir’in Hac Âmiri Olarak Gönderilişi
Hz. Ali’nin Berâe Sûresi ile Bazı Hususları Halka Tebliğe Memur Edilişi
Mina’ya Gidiş ve Arafat’a Çıkış
DOKUZUNCU YIL HACCI
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hacca Niyetlenip Vazgeçişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ramazan ayında Tebükten döndükten sonra, hac yapmak istedi.
Sonra da:
“Beytullah’ta müşrikler bulunacaklar ve onu çırılçıplak tavaf edecekler! Bu hal ortadan kalkmadıkça, ben haccetmek istemem!” buyurdu.[1]
Müşrikler, geceleyin üzerlerine hiçbir örtü almadan Kabe’yi çırılçıplak tavaf ederler ve böyle yapmayı Kabe’ye bir tazim ve saygı sayarlar
“Beytullah’ı anamın beni doğurmuş olduğu hal üzere tavaf ederim. Üzerimde dünyadan zulüm kansan hiçbir şey yok!” derlerdi . [2]
Kadınlardan da, böyle yapanlar olurdu.
Elbiseli tavaf etmek isteyenler, Kureyşîlerden emaneten veya kira ile alacakları elbiseden başka elbise ile tavaf etmeyi pek istemezlerdi. Müşriklerden biri, herhangi bir elbise ile tavaf ettiği zaman, onu tavaf ettikten sonra atar, lânetlik adını taktığı o elbiseye artık ne kendisi, ne de başkası hiçbir zaman el sürmezdi.[3]
Hz. Ebu Bekir’in Hac Âmiri Olarak Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hicretin 9. yılı Ramazan ayının kalan günleri ile Şevval ve Zilkade aylarını geçirdikten sonra, Müslümanlara hac yaptırmak üzere Hz. Ebu Bekir’i hac amirliğine tayin buyur-du. [4]
Hz. Ebu Bekir üçyüz Müslümanla birlikte Medine’den yola çıktı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, kurbanlık olmak üzere boyunlarına nişan taktığı ve sağ yanlarına işaretler yaptığı yirmi deveyi de, Naciye b. Cündübü’l-EslemPye teslim edip, birlikte yolladı. Hz. Ebu Bekir, kendisi için ayrıca kurbanlık beş deve götürdü. [5] Abdurrahman b. Avf da kendisi için kurbanlık gönderen hacılar arasında idi. [6] Hz. Ebu Bekir, Zül huleyfe’de ihrama girip, “Lebbeyk!” diyerek tel biyeye başladı. [7]
Hz. Ali’nin Berâe Sûresi ile Bazı Hususları Halka Tebliğe Memur Edilişi
Hz. Ebu Bekir hac emîn olarak Mekke’ye gönderildikten sonra, Peygamberimiz Aleyhisselama Berâe (Tevbe) sûresi nazil olmuştu.
“Yâ Rasûlullah! Bu sûreyi halka okumak üzere Ebu Bekir’e göndersene!” denildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Butebliği[8] benden veya[9] ev halkımdan olan bir adamdan başkası benim yerime eda edemez, yerine getiremez!” buyurdu. [10]
Çünkü, Arapların âdet ve geleneğine göre, herhangi bir muahedeyi ancak kabilenin reisi veya onun akrabasından biri akd veya naks edebilirdi.
Hz. Ali de, Peygamberimiz Aleyhisselama, bu bakımdan Hz. Ebu Bekir’den daha yakın bulunuyordu. [11]
Bunun için, Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ali’yi yanına çağırdı ve ona şöyle buyurdu:
“1. Berâe (Tevbe) sûresinin baş tarafından şu yazılmış olanları götür!
2. Kurban kesme günü, Mina’da toplandıkları zaman halka bağırarak ilan et ki: Hiçbir kâfir Cennete giremeyecektir!
3. Bu yıldan sonra, hiçbir müşrik hac yapmayacaktır.
4. Hiçbir çıplak Beytullah’ı tavaf etmeyecektir.
5. Kimin Resûlullah Aleyhisselamla anlaşması varsa, onun anlaşması, müddeti bitinceye kadar, muteber olacaktır.” [12]
Zeyd b. Üsey’ de:
“Alib.EbuTalib’e:
‘Sen Mekke’ye hangi şeyle (direktifle) gönderildin?’ diye sordum.
‘Şu dört şeyi tebliğ etmekle gönderildim:
1. Cennete ancak Müslüman olan kişi girecektir!
2. Çıplak (kişi) Beytullah’ı tavaf etmeyecektir,
3. Bu yıldan sonra, Müslümanlar ve müşrikler biraraya gelmeyeceklerdir.
4. Herkim ki kendisiyle Peygamber Aleyhisselam arasında ahid vardır, onun ahdi müddetine kadar 7muteberdir ve müddeti olmayanların müddeti dört aydır1 dedi” demiştir. [13]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ali’ye:
“Bunları muhakkak ya ben götüreceğim (tebliğ edeceğim), ya da sen götürecek (tebliğ edecek)sin! Olmazsa ben gideceğim.
Fakat, sen git! Hiç şüphesiz, Allah senin diline sebat, kalbine hidayet verir!” buyurduktan sonra, onun göğsünü eliyle sığadı. [14]
Hz. Ali, hemen Peygamberimiz Aleyhisselamın devesine binerek yola çıktı. [15] Ebu Hureyre de Hz. Ali’yle birlikte gitti. [16]
Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir’e yolda yetişti. [17]
Hz. Ebu Bekir, seher vakti Arc’da bulunduğu[18] ve tekbir getirmek için dikildiği sırada arkasından[19] Peygamber Aleyhisselamın devesi Kasvâ’nın (Dârimî’ye göre Ced’â’nın) böğürtüsünü işitti. [20]
Peygamberimiz Aleyhisselamın geldiğini sandı. [21]
“Bu, [22] Kasvâ’dır! [23] (Ced’â’nın böğürtüsüdür!)
Belki de, Resûlullah Aleyhisselam hacca gelmiştir.
Keşke gelseydi, namazı kendisiyle birlikte kılardık!” dedi. [24]
Telaşla gitti. [25] Bir de baktı ki, Kasvâ’nın üzerinde gelen Ali’dir! [26]
Hz. Ebu Bekir, Hz. Ali’yi görünce: [27]
“Âmir misin? [28] Yoksa memur musun? [29] Ya da elçi misin? [30] Resûlullah Aleyhisselam, hacca seni mi âmir tayin etti?” diye sordu.
Hz. Ali:
“Hayır! [31] Memurum. [32] Eİçiyim. [33]
Resûlullah Aleyhisselam beni haccın durak yerlerinde[34] halka Berâe sûresini okuyayım[35] ve her ahd sahibine ahdinin tamamlanacağını da bildireyim diye gönderdi” dedi[36] ve Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu Hz. Ebu Bekir’e verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, mektupta yazılı sözleri Hz. Ali’nin halka ilan etmesini emir buyurmuştu. [37]
Hz. Ebu Bekir’e de; müşriklere muhalefet edilmesini, Arefe günü Müzdelife’de değil, Arafatta vakfe yapılmasını, güneş batmadıkça Arafat’tan dönüşe geçilmemesini, Müzdelife’den ise güneş doğmadan önce dönüşe geçilmesini söylemişti. [38]
İkisi birlikte gittiler. [39]
Hz. Ebu Bekir, Mekke’ye ifrad haccına niyetlenmiş olarak girdi. [40]
Terviye’den önceki günde (Zilhicce’nin yedinci gününde) [41] öğleden sonra[42] halka bir hutbe irad etti. [43] Hutbesinde halka hac amellerini anlattı.
Hz. Ebu Bekir hutbesini bitirince, Hz. Ali kalktı, halka Berâe (Tevbe) sûresini okudu. [44]
Rivayete göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, Berâe sûresinin başından otuz veya kırk âyet yazdırıp Hz. Ali ile göndermişti. [45]
Yüce Allah’ın Peygamberimiz Aleyhisselama indirdiği Berâe sûresinde şöyle Duyurulmuştur
“Müşriklerin içinden (kendileriyle) muahede yaptıklarınıza karşı, Allah’tan ve Resûlünden bir ültimatomdur bu!
Ey müşrikler! Haydi, yeryüzünde dört ay daha güvenlikle dolaşın!
Bilin ki; siz Allah’ı âciz bırakacak değilsiniz!
Allah, herhalde, kâfirleri dilediği zaman rüsvay edicidir.
Bu, hacc-ı ekber günü, Allah’tan ve Resûlünden insanlara şöyle bir tebliğdir
Allah ve Resûlü, müşrikleri himaye etmekten artık kesin olarak uzaktır!
Bununla birlikte, ey kâfirler! Küfürden ve muahedelere riayetsizlikten tevbe ederseniz, bu, sizin için hayırlıdır.
Yine, yüz çevirirseniz şunu bilin ki, elbette siz Allah’ı âciz bırakacak değilsiniz!
Sen, o küfredenleri elem verici bir azapla müjdele!
Muahede yaptığınız müşriklerden, size karşı ahidlerine riayette hiçbir eksiklik yapmamış, aleyhinizde düşmanlarınızdan hiçbir kimseye yardım etmemiş olanlar bundan müstesnadır!
O halde, onların müddetleri bitinceye kadar ahidlerini tamamlayın.
Çünkü, Allah haksızlıktan sakınanları sever.
Dokunulması haram olan o aylar çıktığı zaman, artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün!
Onları esir olarak yakalayın, onlan hapsedin, onların bütün geçit yollarını tutun!
Eğer onlar tevbe edip müşriklikten dönerler, namaz kılarlar, zekat verirlerse, kendilerini serbest bırakın.
Çünkü, Allah çokyarlıgayıcı, çok esirgeyicidir.
Eğer kendilerine taarruz edilmesi emredilen müşriklerden biri eman dilerse ona eman ver ki, Allah’ın kelâmını dinlesin. Sonra onu emin olduğu yere kadar selametle ulaştır
Çünkü, onlar gerçeği bilmeyen bir kavimdir.
O müşriklerin Allah yanında, Allah’ın Resûlü yanında nasıl bir ahdi olabilir ki?
Mescid-i Haram’m yanında muahede yaptıklarınız müstesnadır.
O halde, bunlar size karşı doğrulukla hareket ederlerse, siz de kendilerine öylece doğrulukla muamele edin!
Şüphesiz ki, Allah ahde vefasızlıktan sakınanları sever.
Onların nasıl ahdi olabilir ki, size galebe çalsalar hakkınızda ne biryemin, ne de bir vecibe tanırlar.
Onlar, sizi ağızlarıyla güya hoşnut ederler, fakat kalbleri dayatır.
Onların çoğu fâsık kimselerdir.
Onlar, Allah’ın âyetleri karşılığında az bir bahâyı satın aldılar da, onun yolundan halkı zorla men ettiler!
Gerçekten de, onların yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür!
Onlar, bir mü’min hakkında ne biryemin, ne de bir vecibe tanırlar!
Onlar, taşkınların ta kendisidirler.
Bununla birlikte, onlar tevbe edip müşriklikten dönerler, namaz kılarlar, zekat verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir.
Biz, âyetleri, öğrenecek bir kavim için açıklarız.
Eğer ahidlerinden sonra yine andlarını bozarlar ve dininize saldınrlarsa, küfrün önderlerini de hemen öldürün!
Çünkü, onlar aslında andları olmayan adamlardır.
Bu suretle umabilirsiniz ki vazgeçerler.
Ey mü’minler, andlarını bozan, Peygamberi sürüp çıkarmayı kuran ve bununla birlikte sizinle muharebeye ilk defa kendileri başlayan bir kavim ile çarpışmaz mısınız?
Onlardan korkacak mısınız?
Eğer gerçekten inanmış kimseler iseniz, kendisinden korkmanıza lâyık olan bir Allah vardır.
Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onlan azaplandırsın, rüsvây etsin. Onlara karşı size yardım etsin. Mü’minler zümresinin göğüslerini ferahlandırsın, kalblerindeki öfkeyi gidersin.
Allah kimi dilerse ona tevbe nasip eder.
Allah hakkıyla bilendir ve her yaptığını yerli yerince yapandır.
Yoksa siz kendi halinize bırakılıvereceğinizi, içinizden cihad edenleri, Allah’tan, Allah’ın Resûlünden ve mü’minlerden başkasını sır dostu edinmeyenleri Allah’ın bilmediğini, Allah yolundaki fedakârlıklarınızın mükâfatsız kalacağını mı sandınız?
Allah, ne yaparsanız hepsinden haberdardır.
Allah’a eş koşanların kendi küfürlerine kendileri şahit olup dururken Allah’ın mescidlerini onarmaya yeterlikleri yoktur.
Onların hayır namına bütün yaptıkları boşa gitmiştir.
Onlar ateşte temelli kalıcıdırlar.
Allah’ın mescidlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler onarır.
İşte, doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.
Siz hacı sakalığını, Mescid-i Haram’ın onarımını, Allah’a ve ahiret gününe inanan, Allah yolunda cihad eden kimselerin amelleri gibi mi tuttunuz?
Bunlar, Allah yanında bir olamazlar.
Allah zâlimler güruhuna hidayet vermez.
İman eden, hicret eden, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşan kimselerin Allah yanında dereceleri daha büyüktür.
İşte, onlar kurtuluşa erenlerin ta kendisidirler.
Rableri, kendinden bir rahmet, bir rıza ile, onlara içlerinde tükenmez ve temelli bir nimet bulunan Cennetleri müjdeler!
Onlar orada ebedî ve temelli olarak kalıcıdırlar.
Çünkü, büyük ecirve mükâfat Allah’ın yanındadır.
Ey iman edenler! Babalarınızı, kardeşlerinizi-eğer küfrü sevip iman üzerine tercih ediyorlarsa-ve I iler edinmeyin!
İçinizden kim onların velilikleri altına girerse, işte onlar zâlimlerin ta kendisidirler.
De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz, elinize geçirdiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve hoşunuza giden meskenler size Allah’tan, O’nun Peygamberinden ve O’nun yolundaki bir cihaddan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun!
Allah fâsıklar güruhunu hidayete erdirmez.
Andolsun ki; Allah birçok savaş yerlerinde ve Huneyn gününde size yardım etmiştir.
O Huneyn gününde ki, sayıca çokluğunuz o zaman kibirlenme, kendinizi beğenme, kendinize güvenme duygusu vermişti de, bu, size gelecek kazadan birşeyi gidermeye yaramamıştı.
Yeryüzü o genişliğine rağmen başınıza dar gelmişti.
Nihayet, bozularak gerisin geri dönüp gitmiştiniz.
Sonra, Allah Resûlü ile mü’minlerin üzerine sekînetini indirdi, görmediğiniz melek ordularını indirdi ve kâfirleri azaplandırdı.
Bu, o kâfirlerin cezası idi.
Sonra, Allah bunun ardından kimi dilerse onun tevbesini kabul eder. Allah çok yarlıgayıcıdır. Çok esirgeyicidir.
Ey mü’minler! Müşrikler ancak bir necis ve murdardır.
O halde, bu yıllarından sonra, onları Mescid-i Haram’a yaklaştırmayın.
Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse sizi yakında fazlından zenginleştirir. Çünkü, Allah herşeyi bilen ve her yaptığını yerli yerince yapandır.” [46]
Mina’ya Gidiş ve Arafat’a Çıkış
Terviye (Zilhicce’nin sekizinci) günü gelip güneş gökte batıya doğru ağınca Hz. Ebu Bekir Kabe’yi yedi defa tavaf etti. Sonra, Benî Şeybe kapısında hayvanına binip Minaya gitti.
Öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını orada kıldı.
Güneş Sebir dağının üzerinden doğunca, hayvanına bindi. Nemire’ye varıp ulaştığı zaman, orada bir kıl çadıra indi.
Güneş batıya doğru eğilince, hayvanının üzerinde Batn-ı Urene’de halka bir hutbe irad etti. Hayvanını ıhdırdı, öğle ile ikindi namazını bir ezan, iki kametle kıldırdı.
Sonra, hayvanına bindi, Arafat’ta vakfe yaptı. Öğleden önce bir hutbe irad etti.[47]
Hutbesinde Müslümanlara hac amellerini anlattı. [48]
Hz. Ali’ye dönüp:
“Kalk yâ Ali! Resûlullah Aleyhisselamın elçiliğini yerine getir!” dedi.
Hz. Ali kalkıp Berâe sûresinin başından kırk âyet kadar okudu. [49]
Hz. Ebu Bekir oruçlu orucunu açtığı vakitte Arafat’tan dönüşe geçti, Müzdelife’ye erişti.
Tanyeri ağarmaya başlayınca, sabah namazını erkence kıldırdıktan ve Müzdelife vakfesini yaptıktan sonra:
“Ey insanlar! Erkence davranınız! Ey insanlar! İnsanca davranınız!” diyerek Müslümanları oradan kaldırıp Minaya yollandırdı.
Muhassir vadisine erişinceye kadar durmadan gittiler.
Hayvan üzerinde Akabe Cemresine gelerek birer birer yedi taş attıktan ve kurban kesme yerine dönüp kurbanını kestikten sonra da, hayvan üzerinde bir hutbe irad etti.[50] Hutbesinde; Arafattan topluca nasıl akıp gelineceğini, kurban hükümlerini ve sair hac amellerini anlattı.
Hz. Ebu Bekir hutbesini bitirince, Hz. Ali kalktı. [51]
“Ey insanlar! Ben sizlere Resûlullah Aleyhisselamın elçisiyim!” dedi.
Müşrikler:
“Ne hakkında?” diye sordular. [52]
Hz. Ali, Berâe (Tevbe) sûresini okudu. [53]
Peygamberimiz Aleyhisselamın emri gereğince, halka tebliğ ve ilan edeceği şeyler hakkında: [54]
“Ben sizlere dört şeyi bildirmeye memurum: [55]
1. Hiçbir kâfir Cennete giremeyecektir,
2. Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hac yapmayacaktır,
3. Hiçbir çıplak Beytullah’ı tavaf etmeyecektir,
4. Kimin Resûlullah Aleyhisselamla anlaşması varsa, onun anlaşması, müddeti bitinceye kadar muteber olacaktır. [56]
Bunlar dışında kalan her müşrike, emniyet ve selamet yerlerine, yurtlarına dönebilmeleri için kendilerine tebligat yapıldığı günden itibaren dört ay mühlet verilmiştir.
Bundan sonra, hiçbir müşrik için ne ahid, ne de himaye vardır. [57]
Allah ve Allah’ın Resûlü, müşrikleri himayeden uzaktır!” dedi. [58]
Müşrikler:
“Biz, senin ahdinden de, senin amcanın oğlundan da uzağızdır! [59] Amcanın oğluna tebliğ et ki, biz ahdimizi arka tarafı miza atmışızdır. Bizimle onun arasında, [60] mızraklarla savaşmaktan, kılıçlarla çarpışmaktan başka ahid yoktur!” dediler. [61]
Dönüp giderlerken de, birbirlerine:
“Yahu, siz ne yapıyorsunuz?! Kureyşîler bile Müslüman olmadılar mı?!” diyerek kendilerini kınadılar ve nihayet Müslüman oldular. [62]
Hz. Ali, teşrik günlerinde kalkıp:
“Allah ve Resûlünün himayesi her müşrikten uzaktır!
Ey müşrikler! Bundan böyle, yeryüzünde dört ay daha gezip tozunuz!
Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hac yapmayacaktır!
Hiçbir çıplak Beytullah’ı tavaf etmeyecektir!
Cennete ancak mü’min olan girecektir!
Bu yıllarından sonra müşrikler ve Müslümanlar biraraya gelmeyecekler!” diyerek sesleniyor, yorulduğu zaman da Hz. Ebu Bekir kalkıp bunları tebliğ ve ilan ediyordu. [63]
Ebu Hureyre de, bunları Hz. Ali ile birlikte olanca kuvvetiyle bağırarak ilan etmekteydi. [64]
Hz. Ebu Bekir, Medineye dönünce, tebliğ vazifesinin Hz. Ali’ye veriliş sebebini Peygamberimiz Aleyhisselamdan öğrenmek istedi ve:
“Yâ Rasûlallah! Yoksa benim hakkımda birşey mi hadis ve nazil oldu?” diye sordu. [65]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hayır! [66] Senin hakkında hayırdan başka birşey hadis olmamıştır!
Fakat, bunu kendimden veya ev halkımdan başkasının tebliğ ve ilan edemeyeceği bana emrolun-du. [67]
Onu benden veya ev halkımdan olan bir kimseden başkası tebliğ ve edâ edemezdi!” buyurdu. [68]
[1] Tabeıİ, TefsTr, c. 1 0, s. 62, Ebu’l-Fidâ, Tefar, c. 2, s. 332.
[2] İbn Seyyid, Uvûnu’l-eser, c. 2, s. 231, Halebî, İnsânu’l-uvûn, c. 3, s. 233, Zürkânf, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 4, s. 90.
[3] Halebî. c. 3. s. 233.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/461.
[4] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 188, Taberî, Târih, c. 3, s. 154, Ebu’l-Fidâ, Sîre, c. 4, s. 68, İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 3, s. 30, Kastalânf, M evâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 228, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 2, s. 111.
[5] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1077, İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 3, s. 168, Taberî, c. 3, s. 154, İbn Seyyid, c. 2, s. 231, İbn Kayyım, c. 3, s. 30.
[6] Vâkıdı, c. 3, s. 1077, Taberî, c. 3, s. 154.
[7] Vâkıdı, Megâzî.c. 3, s. 1077.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/462.
[8] Ibn Ishak, Ibn Hişam, Sîre, c. 4, s. 1 90, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 383.
[9] Belâzurî, c. 1, s. 383.
[10] İbn İshak,c,s.19O, Belâzurî, c. 1, s. 383.
[11] Hâzin, Tefsir, c. 2, s. 204.
[12] İbn İshak,c.4, s. 190, Taberî, Tefsir, c. 10, s. 65.
[13] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 79, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 222.
[14] İbn Kesfr, Tefsir, c. 2, s. 333.
[15] İbn İshak,c.4, s. 190, Taberî, Tefsir, c. 10, s. 65.
[16] Mesaî, Sünen, c. 5, s. 234, Taberî, Tefsfr, c. 10, s. 65.
[17] İbn İshak,c.4, s. 190, Taberî, c. 1 0, s. 65.
[18] Vâkidf, c. 3, s. 1077, Dârimî, Sünen, c. 1,s.393.
[19] Dârimî, c. 1,3.393.
[20] Vâkıdî, c. 3, s. 1077, Dârimî, c. 1, s. 393.
[21] Tirmizî, t 5,s. 275.
[22] Vâkıdî, c. 3, s. 1077, Dârimî, c. 1, s. 393.
[23] Vâkıdî, c. 3, s. 1077.
[24] Dârimî, c. 1, s. 393, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 229, Zürkânf, M evâhib Şerhi, c. 4, s. 93.
[25] Tirmizî, c. 5, s. 275.
[26] Vâkıdî, c. 3, s. 1077, Dârimî, c. 1, s. 393, Tirmizî, c. 5, s. 275.
[27] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 190, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c. 3, s. 30.
[28] İbn İshak, c. 4, s. 190, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 393, Taberî, Tefsfr, c. 10, s. 65, Zemahşerî, Keşşaf, c. 2, s. 712, Ebu’l-Fidâ, Sîre, c. 4, s. 69, İbn Kayyım, c. 3, s. 30.
[29] İbn İshak, c. 4, s. 190, Taberî, c. 1 0, s. 65, Zemahşerf, c. 2, s. 172, Ebu’l-Fidâ, Sîre, c. 4, s. 69, İbn Kayyım, c. 3, s. 30.
[30] Dârimî, c. 1, s. 393, Kastalânf, c. 1, s. 229, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamfs, c. 2, s. 141.
[31] İbn İshak, c. 4, s. 190, Vâkıdî, M egâzf, c. 3, s. 1077, İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 2, s. 168, Dârimî, c.1, s. 393.
[32] İbn İshak, c. 4, s. 190, Zemahşerf, c. 2, s. 172, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 69.
[33] Dârimî, c. 1, s. 393, Kastalânf, c. 1, s. 229, Diyarbekrî, c. 2, s. 141.
[34] Dârimî, c. 1,3.393.
[35] Vâkıdî, c. 3, s. 1077, İbn Sa’d, c. 2, s. 168, Dârimî, c. 1 , s. 393.
[36] Vâkıdî, c. 3, s. 1077, İbn Sa’d, c. 2, s. 168.
[37] Tirm izf, Sünen, c. 5, s. 275.
[38] Vâkıdî, c. 3,5.1077.
[39] İbn İshak, c. 4, s. 190, Tirmizî, c. 5, s. 275.
[40] Vâkıdî, c. 3, s. 1077.
[41] Vâkıdî, c. 3, s. 1077, Dârimî, c. 1, s. 393.
[42] Vâkıdî, c. 3, s. 1077.
[43] Vâkıdî, c. 3, s. 1077, Dârimî, c. 1, s. 393.
[44] Dârimî, Sünen, c. 1, s. 393, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 229.
[45] Taberî, c. 3, s. 154, Zemahşerf, c. 2, s. 1 72, Neseff, c. 2, s. 115.
[46] Berâe (Tevtoe) sûresi: 1-28.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/462-468.
[47] Vâkidf, Megâzî, c. 3, s. 1077.
[48] Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 229.
[49] İbn Kesfr, Tefsir, c. 2, s. 334.
[50] Vâkıdî, c. 3,5.1077-1078 .
[51] Dârimî, Sünen, c. 1, s. 393, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 229.
[52] Zemahşerf, Keşşaf, c. 2, s. 1 72, Neseff, M edârik, c. 2, s. 115.
[53] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 1 078, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 168, Dârimî, c. 1, s. 393, Kastalânf, c. 1, s. 229.
[54] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 190, Taberî, Tefsfr, c. 10, s. 65.
[55] Zemahşerf, c. 2, s. 172, Neseff, c. 2, s. 115.
[56] İbn İshak, c. 4, s. 190-191, Taberî, c. 1 0, s. 65, İbn Kayyım, c. 3, s. 30.
[57] İbn İshak, c. 4, s. 191.
[58] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 299, Belâiurf, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 383, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 234, Taberî, c. 10, s. 64.
[59] Taberî, Târîh, c. 3, s. 1 54.
[60] Zemahşerf, c. 2, s. 173, Neseff, c. 2, s. 115.
[61] Taberî, Târîh, c. 3, s. 1 54, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 291.
[62] Taberî, Târîh, c.3, s. 1 54, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 291.
[63] Tirm iif, Sünen, c. 5, s. 275-276.
[64] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 999, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 202, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 383, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 234, Taberî, Tefsfr, c. 10, s. 63 Ebu’l-Fidâ, İbn Kesir, Sîre, c. 4, s. 71, Tefsfr, c. 2, s. 332.
[65] Ahmedb. Hanbel, c. 1, s. 3, Belâzurî, c. 1,s.383, Yâkübf, Târîh, c. 2, s. 76, Taberî, Târîh, c. 3, s. 154.
[66] Belâzurî, c. 1, s. 383, Yâkubî, c. 2, s. 76, Taberî, c. 3, s. 154.
[67] Ahmed, c. 1, s. 3.
[68] Belâzurî. c. 1. s. 383. Taberî. c. 3. s. 154.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/469-471.