Benî Nadîr Yahudilerinin Medine’den Sürülme Sebepleri
1- Kureyş müşrikleri, Medine’deki Benî Nadîr Yahudilerine, Bedir savaşından sonra bir yazı göndererek, onda:
“Sizler silah ve kale sahibi bir toplumsunuz.
Siz bizim adamımızı yanınızda barındırmış, korumuş bulunuyorsunuz!
Andolsun ki; siz ya onunla çarpışırsınız, ya da biz size şöyle şöyle yaparız da, bizim ile kadınlarınızın ayak bilezikleri arasına birşey giremez!” dediler.
Benî Nadîr Yahudileri, bu yazıyı alınca, Peygamberimiz Aleyhisselama suikast düzenlemeye karar vererek:
“Sahabilerinden otuz kişi çıksın, bizim bilginlerimizden de otuz kişi çıksın! Seninle bizim aramızdaki filan yerde buluşulsun! Bilginlerimiz seni dinlesinler.
Eğer onlar seni doğrular, sana iman ederlerse, hepimiz sana iman ederiz!” diye haber gönderdiler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam otuz sahabisiyle birlikte istenilen yere gitti.
Benî Nadîr Yahudileri de, otuz bilginleri ile oraya geldiler.
Peygamberimizi Aleyhisselamı, önünde ölmeyi göze almış, ölmeyi özleyen otuz sahabisinin içinde görür görmez, menfur emellerini gerçekleştiremeyeceklerini anladılar ve:
“İki taraftan, otuzardan altmış kişi! Aramızda nasıl söz birliği olabilecek?!
En iyisi; sen ashabından üç kişi çıkar, biz de bilginlerimizden üç kişi çıkaralım. Bilginlerimiz seni dinlesinler.
Eğer onlar sana iman ederlerse, hepimiz sana iman ederiz! Seni doğrularız!” dediler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam üç sahabisiyle birlikte Benî Nadîr Yahudilerinin yurduna doğru hareket etti.
Benî Nadîr Yahudilerinin temsilcileri, Peygamberimiz Aleyhisselamı öldürmek için yanlarına hançer almışlardı!
Fakat, Benî Nadîr Yahudilerinden iyi halli, hayır öğütlü bir kadın, Müslüman olan kardeşinin oğluna gidip, Benî Nadîr Yahudilerinin bu menfur emellerini haber verdi.
O da, Benî Nadîr Yahudilerinin yurduna varmadan Peygamberimiz Aleyhisselama yetişip bunu haber verince, Peygamberimiz Aleyhisselam oradan geri döndü.[1]
2- Amr b. Ümeyye Bi’r-i Maûne’de İslâm irşad birliğini Âmir oğullarının şehit ettiklerini sanarak onlar
dan öç almak maksadıyla Âmirîlerden iki kişiyi öldürmüştü ki, onların diyetlerinin ödenmesi gerekiyordu.
Çünkü, onlar Medine’ye gelerek Peygamberimiz Aleyhisselamla görüşmüşler, Peygamberimiz Aleyhisselam da onlara eman ve dokunulmazlık taahhüdünde bulunmuştu.[2]
Benî Nadîr Yahudileri, Benî Âmirlerin de müttefiki idiler.[3]
Medine’de yapılan umumî muahedeye göre de, bütün Medineli Yahudiler diyet ödeme halinde Peygamberimiz Aleyhisselama yardım etmekle mükellef bulunuyorlardı .[4]
Bunun için, Peygamberimiz Aleyhisselam; Medine’ye hicretinin otuzyedinci ayının başında, Rebiülevvel ayında, Cumartesi günü, yanında Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali.Zübeyrb. Avvam, Talha, Sa’d b. Muaz, Useyd b. Hudayr ve Sa’d b. Ubâde olduğu halde Küba mescidine gidip orada namaz kıldıktan sonra, Benî Nadîr Yahudilerinin yurduna gitti.
Onları toplantı yerlerinde buldu, yanlarına oturdu.[5]
Benî Nadîr Yahudileri:
“Olur ey Ebu’l-Kasım![6] İstediğin yardımı yaparız![7] Sen hele bir otur bakalım. Biz sana yemek yedirelim.[8] Senin için bir derlenip toparlanalım” dediler.[9]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Benî Nadîr Yahudilerinin evlerinden bir evin duvarının dibine oturdu.[10]
Hz. Ebu Bekir Peygamberimiz Aleyhisselamın sağına, Hz. Ömer soluna, Hz. Ali de önüne oturdu.[11]
O sırada, Benî Nadîr Yahudileri bir tenhaya çekilip Peygamberimiz Aleyhisselamı öldürmeyi aralarında konuştular ve:
“Siz onu şu bulunduğu halden daha elverişli bir halde asla bulamazsınız!
Hemen şu evin damına çıkarak onun üzerine bir kaya atıp ondan bizi kurtaracak, rahata kavuşturacak kim var?” dediler.[12]
Huyey b. Ahtab da:
“Ey Yahudi topluluğu! Muhammed, ashabından on kişiyi bile bulmayan kimselerle yanınıza gelmiş bulunuyor.
Şimdi şu evin dibinde bulunduğu sırada damdan bir kaya parçasını bırakın, kendisini öldürün!
O öldürülünce, Kureyşlilerden, onun yanına gelip katılmış olan yakın sahabileri dağılır giderler!
Evs ve Hazrec’den, şurada müttefikleriniz olan kişiler kalır, bir gün gelir, onlara da istediğinizi yaparsınız!” dedi.[13]
Benî Nadîr Yahudilerinden biri olan[14] Amr b. Cahhaş b. Ka’b:[15]
“Bu iş için ben varım[16] Ben hemen evin damına çıkar, onun üzerine kaya parçasını atar, bırakırım!” dedi.[17]
Sellâm b. Mişkem’in Benî Nadîr Yahudilerini Uyarışı
Yahudi bilginlerinden Sellâm b. Mişketm:
“Ey kavmim! Gelin, bu sefer bana itaat edip sözümü dinleyin de, tek, bütün devir boyunca bana karşı gelin! Vallahi siz böyle bir işe kalkışacak olursanız, bu ona vahiyle bildirilir! Biz bununla ancak kendimize yazık etmiş oluruz. Hem bu, onlarla bizim aramızdaki muahedeyi de bozar. Sakın böyle birşey yapmayın! Vallahi, eğer böyle birşey yapmaya kalkışacak olursanız, Yahudilerin köklerinin kazınmasını ve Müslümanların dini olan İslâmiyetin de yükselip Kıyamete kadar ayakta durmasını istemiş olursunuz!” dedi.[18]
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine atılmak üzere, büyük bir kaya parçası hazırlandı.[19]
Amr b. Cahhaş; içlerinde Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali’nin de bulunduğu bir topluluk arasında bulunduğu sırada Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine bu kaya parçasını atmak için evin damına çıktı.
Cebrail Aleyhisselam Benî Nadîr Yahudilerinin yapmayı tasarladıkları suikast haberini getirince, Peygamberimiz Aleyhisselam oturduğu yerden[20] acele bir haceti için davranır gibi kalkıverip, sezdirmeden Medine’nin yolunu tuttu.[21]
Peygamberimiz Aleyhisselam, oradan ayrılırken de, ashabına:
“Ben gelinceye kadar yerinizden ayrılmayın!” buyurdu.[22]
Ashab; Peygamberimiz Aleyhisselamın ihtiyacını gidermek için kalktığını sanarak bir müddet konuştular, durdular.[23]
Fakat, Peygamberimiz Aleyhisselamın dönüşü gecikince, kendisini aramaya kalktılar.
Medine’den gelen bir adama rastlayıp sordular.
Adam Peygamberimiz Aleyhisselamı Medine’nin içinde gördüğünü söyleyince, oradan ayrılıp hemen Medine’ye geldiler.[24]
Mescidde oturduğu sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamla buluştular.[25]
Hz. Ebu Bekir:
“Yâ Rasûlallah! Sen hemen kalkıp gittin, sebebini anlayamadık?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Yahudiler beni öldürmeyi tasarladılar!
Allah bana bunu haber verince, kalktım!” buyurdu.[26]
Yahudilerin kendisine ne yapmak istediklerini haber verdi ve Benî Nadîr Yahudileriyle çarpışmak için hazırlanmalarını emir buyurdu.[27]
Benî Nadîr Yahudileri ise:
“Ebu’l-Kasım nerede tutulup kaldı ki?!” diyerek söylenmeye başladılar.[28]
Huyey b. Ahtab:
“Ebu’l-Kasım acele etti. Halbuki biz onun dileğini yerine getirecek, kendisine yemek de yedirecektik!” dedi.[29]
Kinane b. Suriya’nın Benî Nadîr Yahudilerini Uyarışı ve Öğütleyişi
Kinane b. Suriya, Yahudilere:
“Muhammed’in ne için kalkıp gittiğini biliyor musunuz?” diye sordu.
Yahudiler
“Hayır! Vallahi biz bilmiyoruz! Sen biliyor musun?” dediler.
Kinane:
“Evet, biliyorum. Tevrat’a andolsun ki; ben, sizin tasarladığınız suikastın Muhammed’e haber verildiğini biliyorum!
Siz kendinizi boşuna aldatmayın. Vallahi, o Resûlullahtır!
O ancak sizin tasarladığınız suikast kendisine haber verilince kalkıp gitti! Hiç şüphesiz, o peygamberlerin sonuncusudur.
Siz onun Harun oğulları soyundan gelmesini umuyordunuz. Allah ise, dilediğinden seçip gönderdi.
Biz Tevrat dersimizde en son gelecek olan ‘O Peygamberin doğum yeri Mekke’dir. Hicret yurdu Yesrib (Medine)’dir’ diye hiç değiştirmeden yazmışızdır.
O gelecek peygamberin sıfatı da, buna tamamıyla uymaktadır. Kitabımızdakine bir harf bile aykırılığı yoktur.
Ondan önce sizinle çarpışan kimse olmayacaktır.
Ben sizin eşyalarınızı develere yükleyip göç ettiğinizi, çocuklarınızın feryatlarını, mallarınızı, evlerinizi barklarınızı arkanızda bırakarak gittiğinizi görür gibi oluyorum!
Halbuki, sizin şeref ve itibarınız ancak bırakıp gideceğiniz şeylerledir!
Gelin! Siz iki hususta bana itaat edip sözümü dinleyin! Üçüncüsünde hayır yoktur!” dedi.
Benî Nadîr Yahudileri:
“Nedir o hususlar?” diye sordular.
Kinane:
“Müslüman olmanız, Muhammed’in ashabı arasına girmenizdir.
Bu suretle mallarınızı ve evlatlarınızı emniyet ve selamete kavuşturmuş olur, Peygamberin sahabilerinin yükseklerinden olmuş bulunursunuz!
Mallarınız, servetiniz ellerinizde kalır, yurdunuzdan, yuvanızdan da sürülüp çıkarılmazsınız!” dedi.
Benî Nadîr Yahudileri:
“Biz Tevrat’tan ve Musa’nın ahdinden asla ayrılmayız!” dediler
Kinane:
“O size Yurdumdan çıkıp gidiniz!1 diye de haber gönderecektir!” dedi.
Benî Nadîr Yahudileri:
“Evet!” dediler.
Kinane:
“O zaman, size orada ne kan dökmek, ne de mala sahip olmak helâl olmaz. Elinizde kalan mallarınızı ise, isterseniz satarsınız, isterseniz elinizde tutarsınız!” dedi.
Benî Nadîr Yahudileri:
“İşte, bu ne güzeldir!” dediler.
Kinane:
“Fakat, vallahi, bana bundan başkası hayırlıdır.
Vallahi, ben sizin en çok kınanacak, yerilecek kişiniz olmasaydım, Müslüman olurdum!” dedi.[30]
Sellâm b. Mişkem de, onlara:
“Siz bu işe teşebbüs ettiğiniz zaman, ben hoşlanmamıştım.
O bize ‘Yurdumdan çıkıp gidiniz!’ diye haber gönderdiği zaman, ey Huyey! Arbk onun sözünün sonucunu bekleme! Yurdundan çıkmayı nimet bil, yurdundan çık, git!” dedi.
H uyey:
“Öyle yapacağım, çıkıp gideceğim!” dedi.[31]
Benî Nadîr Yahudilerine Medine’yi Terketmelerinin Emredilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Nadîr Yahudilerinin yurdundan Medine’ye dönünce:
“Muhammed b. Mesleme’yi bana çağırınız!” buyurdu.[32]
Muhammed b. Mesleme gelince:
“Sen Benî Nadîr Yahudilerine git! Onlara:
‘Resûlullah Aleyhisselam, beni size ‘Beldemden çıkıp gidiniz![33] Artık burada benimle birlikte oturmayınız! Siz, bana suikast için, düşünülmeyecek şeyi düşündünüz, tasarlanmayacak şeyi tasarladınız! Size on gün mühlet veriyorum! Bu müddetten sonra buralarda sizlerden kim görülürse, onun boynunu vururum!1 diyeyim diye gönderdi1 de!” buyurdu.[34]
Muhammed b. Mesleme, Benî Nadîr Yahudilerinin yanına vardı ve:
“Resûlullah Aleyhisselam beni size birelçilikle gönderdi.
Fakat, ben sizin bildiğiniz birşeyi size hatırlatmadıkça bu elçiliği size anmayacağım!
Mûsâ Aleyhisselama Tevrat’ı indirmiş olan Allah aşkına doğru söyleyin!
Muhammed Aleyhisselam peygamber gönderilmeden önce, Tevrat önünüzde iken, size geldiğim ve şu meclisinizde bana Yahudilik teklif ettiğiniz zaman ‘Vallahi ben Yahudi olmam!’ dediğimde, siz de bana:
‘Dinimize girmekten seni men eden nedir? Yahudi dininden başka din yoktur! Senin aradığın, istediğin, duyduğun, işittiğin hanif dininin tıpkı sı dır o! Ebu Âmir Rahib de hanif din üzere değildir!
Size gelecek peygamber, hem şeriat sahibidir, hem savaşçıdır! Onun gözlerinde biraz kırmızılık vardır. Kendisi Yemen tarafından gelecek, deveye binecek, ihrama bürünecek, az etli kemiğe bile kanaat edecek, kılıcı boynunda asılı bulunacak, kendisinde başka nişan ve alâmet bulunmayacak; konuştuğu zaman, hikmetli, yerli yerince konuşacak; vallahi, şu yurdunuzda çarpışmalar, ölenlerin elbiselerini soymalar, burunlarını, kulaklarını kesmeler… olacaktır!’ demediniz miydi?” dedi.
Benî Nadîr Yahudileri:
“Allah hakkı için, evet! Biz sana bunları söylemiştik, ama geleceğini sana haber vermiş olduğumuz peygamber bu değildir!” dediler.
Muhammed b. Mesleme, söyleyeceğini söyleyip bitirdikten sonra, onlara:
“Resûlullah Aleyhisselam beni size gönderdi ve:
‘Siz, aranızdaki ahdi, anlaşmayı bozdunuz ve beni öldürmeye teşebbüs ettiniz!’ diyor” dedi.
Bu hususta aralarında neler konuştuklarını ve en sonunda Amr b. Cahhaş’ın kayayı Resûlullah Aleyhisselamın üzerine bırakmak için evin damına çıktığını haber verince, sustular, tek kelime bile konuşamadılar.
Muhammed b. Mesleme, sözlerine devamla:
“Resûlullah Aleyhisselam, size:
‘Artık yurdum dan çıkıp gidiniz!
Size on gün mühlet veriyorum.!
Bundan sonra buralarda kim görülürse, boynunu vururum!’ buyuruyor” dedi.[35]
Benî Nadîr Yahudileri:
“Ey Muhammed b. Mesleme! Bize Evs kabilesinden bir kimsenin böyle çetin bir haber getireceğini hiç ummuyor, sanmıyorduk!” dediler.
Muhammed b. Mesleme:
“Kalbler değişti. İslâmiyet eski ahidleri ortadan kaldırdı, yok etti” dedi.
Benî Nadîr Yahudileri:
“Biz de, göçü yükleriz!” dediler.[36]
Abdullah b. Übeyy b. Selûl’ün Benî Nadîr Yahudilerini Direnmeye Teşvik Edişi
Benî Nadîr Yahudileri, birkaç gün içinde yol hazırlığına başladılar.
Zülcedr melasında bulunan binek develerini getirtmek için adam gönderdiler.
Eşca1 kabilesi halkından da, develer kiraladılar.
Onların böyle hazırlanmakta oldukları sırada, münafıkların başı Abdullah b. Übeyy b. Selûl, onlara, adamlarından Süveyd ile Dâis’i gönderdi.
Bunlar, Nadîr oğulları Yahudilerine gidip:
“Abdullah b. Übeyy, size:
‘Sakın yurdunuzu ve mallarınızı bırakıp gitmeyiniz! Kalenizde oturunuz!
Benim yanımda bulunan kavmimden ve başka Araplardan iki bin kişi sizinle birlikte kalenize girecekler, hepsi ölmeyi göze alacaklardır!
Kurayza oğulları Yahudileri de size yardım ederler, sizi bırakmazlar!
Gatafan’dan olan müttefikleriniz de size yardım ederler!1 diyor” dediler.[37]
Abdullah b. Übeyy b. Selûl, Benî Nadîr Yahudi leriyle Peygamberimiz Aleyhisselam arasında çarpışma olmasını çok istiyor, Huyey b. Ahtab’a haber gönderip onu çarpışmaya teşvik etmekten geri durmuyordu.
Huyey b. Ahtab da, onun sözüne aldanarak:
“‘Bizim yurdumuzu ve mallarımızı bırakıp gitmeyeceğimizi bilsin, elinden geleni geri koymasın,yapsın!’ diye Muhammed’e haber gönderirim.
Kalelerimizi onarır, içlerine gireriz.
Büyük kapı ve sokakları tutarız.
Kalelerimize taş taşırız.
Yanımızda bir yıl yetecek kadaryiyeceğimiz de var!
Kal elerim izdeki suyumuzun da kesilmesinden korkumuz yok!
Muhammed bizi bir yıl muhasara etmeyi göze alabilir mi? Bunu göze alamaz!” dedi .[38]
Kardeşi Cüdeyy b. Ahtab’ı Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdi ve:
“Biz yurdumuzdan çıkıp gitmeyeceğiz, elinden geleni yap, geri bırakma!” dedirtti.[39]
Sellâm b. Mişkem’in Huyey’e Tehditte ve Uyarıda Bulunuşu
Benî Nadîr Yahudilerinin bilginlerinden Sellâm b. Mişkem:
“Ey H uyey! Vallahi, hiç şüphesiz, nefsin seni boş şeylerle aldatıyor, gurura ve kuruntuya düşürüyor!
Eğer sen değersiz görüşünde ısrar edecek olursan, bana uyanlarla birlikte senden ayrılırım!
Yapma ey Huyey! Vallahi, hiç şüphesiz, sen de bilirsin, seninle birlikte olanlar da bilirler ve hepimiz biliriz ki; Muhammed, Resûlullahtır!
Onun vasıfları da, yanımızdaki kitablarda mevcuttur!
Ona tâbi olmayışımız, onu kıskandığımızdan, son peygamberin Harun oğulları arasından çıkmasını ummamızdandır!
Gel, bize verilen emanı kabul edelim ve yurdundan çıkıp gidelim!
Sen, benim suikast hususundaki karşı görüşüme muhalefet ettiğini de biliyorsun.
Emanı kabul edip gidersen, mahsul zamanı geliriz veya bizden bazı kimseler gelir, mahsulü satar veya dilediği gibi hareket eder, sonra yanımıza döner.
Sanki yurdumuzdan hiç çıkmamış gibi oluruz. Mülklerimiz, ellerimizde kalmış olur.
Bence, kavmimizin şeref ve itibarı, mallarımız ve üzüm bağlarımızladır.
Mallarımız ellerimizden çıkıp gitti mi, başka Yahudiler gibi, biz de zillet ve idama mahkûm oluruz!
Muhammed üzerimize yürürse, bizi bir günde şu kalelerimizde kuşatır!” dedi.
Huyey b. Ahtab:
“Muhammed kat’iyyen bizi kuşatamaz!
Bize mağlup olur, bizi yenmeye fırsat bulamayarak döner, gider!
Bana Abdullah b. Übeyy b. Selûl, hiç göremeyeceğin, düşünemeyeceğin şeyler va’detti!” dedi.
S el lam b. Mişkem:
“Übeyy’in oğlunun sözü birşey değildir.
Übeyy’in oğlu, seni ancak helak uçurumuna sürüklemek, bizi Muhammed’le harbe tutuşturmak ister!
O, seni harbe tutuşturduktan sonra, evine çekilip oturur, seni kendi haline bırakır!
Ka’b b. Esed’den yardım elde etme isteğine Ka’b yanaşmadı ve:
‘Ben sağken, Kurayza oğullarından hiç kimse aradaki muahedeyi bozamaz!1 dedi ve somurttu.
Übeyy’in oğlu, müttefiklerinden Kaynuka oğullarına da, sana yaptığı vaad gibi vaadlerde bulun-m ustu.
Onlar Muhammed’le aralarındaki muahedeyi bozup savaşa kalkışınca, kalelerinde kuşatıldılar. Übeyy’in oğlundan yardım bekleyip durdular.
O ise, evine çekilip oturdu!
Muhammed de, Kaynuka oğullarının üzerine yürüdü. Onları kalelerinden indirinceye kadar kuşattı.
Übeyy’in oğlu bu müttefiklerine bir yardımda bulunamadı.
O kadar halktan hiçbir kimse de, onları Muhammed’e karşı koruyamadı.
Übeyy’in oğlu ne Yahudi dininde bulunan bir Yahudidir, ne Muhammed’in, hatta ne de kendi kavminin dinindedir!
Onun söylediği söz, nasıl kabul edilebilir?!” dedi.
Huyey b. Ahtab:
“Nefsim, Muhammed’e düşmanlıktan ve onunla çarpışmaktan başkasına yanaşmıyor!” dedi.
Sellâm:
“Vallahi, bu tutum, yurdumuzdan sürülmemize, mallarımızın elimizden gitmesine, şerefimizin kaybolmasına, nesil ve zü niyetlerim izin öldürülmesine ve esir edilmesine sebep olur!” dedi.
Huyey b. Ahtab, Peygamberimiz Aleyhisselamla savaşmaktan başkasına yanaşmadı.
Ebu’l-Hukayk’ın kıt akıllı oğlu Sarük (Sazük):
“Ey Huyey! Sen uğursuz bir adamsın! Nadir oğullarını helak edeceksin!” dedi.
Huyey, kızdı ve:
“Biz yurdumuzdan ve mallanmızdan ayrılmayacağız! Sen ne yapabilirsen yap!” demek üzere, kardeşi Cüdeyy b. Ahtab’ı Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam ashabıyla otururken Cüdeyy b. Ahtab gelip söyleyeceğini söyleyince, Peygamberimiz Aleyhisselam tekbir getirdi.
Müslümanlar da, Peygamberimiz Aleyhisselamın tekbirine uyarak, tekbir getirdiler.
Cüdeyy b. Ahtab, hemen oradan ayrılıp, durumu habervermek üzere, evinde müttefiklerinden bazı kimselerle oturduğu sırada Abdullah b. Übeyy b. Selûl’ün yanına varmıştı ki, Peygamberimiz Aleyhisselamın münâdisi Benî Nadîr Yahudilerinin üzerine yürüneceğinin İslâm mücahidlerine emir buyurulduğunu seslenerek duyurmaya başlamıştı.
Abdullah b. Übeyy b. Selûl’ün oğlu Abdullah, hemen sırtına zırh gömleğini giyinip kılıcını eline alarak dışarı çıktı.
Cüdeyy b. Ahtab; Abdullah b. Übeyy’in böyle evinin bir köşesinde rahatça oturduğunu ve oğlunun Benî Nadîrierle savaşmak üzere silahlandığını görünce, onun kendilerine yardım edeceğinden umudunu kesti, Huyey b. Ahtab’ın yanına döndü.
Huyey b. Ahtab, ona:
“Arkadan da ne haber var?” diye sordu.
Cüdeyy:
“Şer var! Ben senin kendisine söylememi istediğin şeyi haber verince, Muhammed tekbir getirdi, bizimle harb edeceğini söyledi” dedi ve Abdullah b. Übeyy b. Selûl’de bir hayır görmediğini, onun “Ben sizinle birlikte kalelerinize girmeleri için müttefiklerime haber salarım” demekle yetindiğini haber verdi.[40]
Benî Nadîr Yahudilerinin Kalelerinde Kuşatılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam; Benî Nadfr Yahudileriyle hattı etmek üzere hemen hazırlanmalarını İslâm mücahidlerine emretti.[41]
Hicretin dördüncü yılında,[42] Rebiülevvel ayında[43] Rebiülevvel’in onikisinde, Salı günü,[44] Medine’de yerine İbn Ümmi Mektum’u vekil bırakarak[45] Benî Nadîr Yahudilerini Medine’nin ağaçlık bir nahiyesinde, Hatma oğulları makberesi yakınında bulunan yurtlarında,[46] kendileri evlerine ve kalelerine sığınmış oldukları halde, kuşattı.[47]
Peygamberimiz Aleyhisselam ikindi namazını Benî Nadîr Yahudilerinin bağ ve hurmalıkları arasındaki meydanda kıldı.
Benî Nadîr Yahudileri, yanlarında oklar ve taşlar bulunduğu halde, kalelerinin duvarları üzerine dikildiler.[48]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
“Siz, benimle yeni bir muahede yapmadıkça, benim katımda güvenilir ve güvencede değilsiniz!” buy urdu.[49]
Benî Nadîr Yahudileri, Peygamberimiz Aleyhisselamla muahede yapmaya yanaşmadılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, o gün, onlarla savaştı.
Ertesi günü sabahleyin, Benî Nadîr Yahudilerini kuşatmayı bırakıp Benî Kurayza Yahudilerinin üzerine yürüdü ve kendilerini muahedeye davet etti.
Benî Kurayza Yahudileri muahede yaptıkları zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam, onları bırakıp, Benî Nadîr Yahudilerini tekrar kuşattı .[50]
Benî Nadîr Yahudilerine Yapılan Son Teklif
Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Nadir Yahudileri ne:
“Medine’den çıkıp gidiniz!” buyurdu.
Benî Nadîr Yahudileri buna yanaşmadılar ve:
“Ölüm, bize, senin teklif ettiğin şeyden daha kolaydır!” dediler ve çarpışmaya giriştiler.[51]
Yahudilerden bir hayli insan öldürüldü.[52]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Nadîr Yahudileriyle çarpışırken, onların kapı üzerine, ev üzerine çıkıp savaştıklarını, yenilince de bunların arkasına sindiklerini görünce, çarpışma meydanını genişletmek için, duvarları yıktırdı.[53]
Yüce Allah, Resûlünün işini korudu; ona doğru olanı gösterdi. O da, en yakınından başlayarak Yahudi evlerinin birer birer yıkılmasını, hurma ağaçlarının da kesilmesini ve yakılmasını emretti.
Bunun üzerine, Yahudiler, yıkılan evlerinin arkasından çıkıp Müslümanlara mani olma kudret ve cesaretini gösteremediler.
Yüce Allah, Yahudilerin de, onlara yardım vaadinde bulunan münafıkların da kalblerine korku düşürdü.[54]
Benî Nadîr Yahudileri, son evleri yıkılıncaya kadar, münafıklardan ve başkalarından hep yardım bekleyip durdularsa da, Allah onlara yardım vaadinde bulunanların da kalblerine korku düşürdü. Onlar da, vaad ettikleri yardımı yapamadılar.[55]
Hurma ağaçları kesilir ve yakılırken, Yahudiler:
“Ey Muhammedi Sen fesattan nehyetmekte ve onu işleyenleri ayıplamakta ve kınamakta idin. Şimdi onları kesmek ve yakmak nasıl olur?!” diyerek bağırdılar.[56]
Yahudilerin bu sözleri, hurma ağaçlarını kesmek ve yakmak hususunda Müslümanlardan bazılarını tereddüde ve endişeye düşürmüştü.
İbn Abbas’ın bildirdiğine göre; Benî Nadîr Yahudilerinin mevzilendikleri kalelerinden indirilmeleri istenilip hurma ağaçları kesilmeye başlanınca, Müslümanlar:
“Biz hurma ağaçlarından bir kısmını kestik, bir kısmını da bıraktık. Kestiklerimizden dolayı bize ahirette bir ecir, veya kesmeyip bıraktıklarımızdan dolayı bir vebal var mıdır; Resûlullah Aleyhisselamdan soracağız!” dediler.[57]
Abdullah b. Ömer de, bu hususta şöyle der
“Resûlullah Aleyhisselam Benî Nadîrlerin yaş hurma ağaçlarını (harp gereği olarak) yaktırdı ve kesilmesini emretti ki, bu yakılan ve kesilen ağaçlar Benî Nadîrlerin hurmalığı olan Büveyre’de idi.”[58]
Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyette:
“Siz hangi hurma ağacını kestinizse veya kökleri üzerinde dikili bıraktınızsa, bu, hep Allah’ın izniyledir ve fâsıkları perişan etmek içindir” buyurdu.[59]
Mü’minlerin duydukları endişeler, böylece giderilmiş oldu.[60]
Benî Nadîr Yahudilerinin Yurtlarını Bırakıp Gitmeleri İçin Eman Dilemeleri
Peygamberimiz Aleyhisselam; Benî Nadîr Yahudilerini onbeş gün,[61] hatta yirmiüç gün,[62] onlara ulaşabildikleri her yende ulaşıncasına sıkı bir kuşatma altında tuttu, onlarla çarpıştı.[63]
Benî Nadîr Yahudileri; münafıklardan da, başkalarından da bekledikleri yardımlardan ümitlerini kestikieri[64] ve birçok hurma ağaçlarının kesilmeye ve yakılmaya başlandığını gördükleri zaman,[65] korktular. Keza, onlara yardım vaad edenler de korktular.[66]
Benî Nadîr Yahudileri:
“Biz, artık yurdundan çıkıp gideceğiz!” dediler.[67]
Yanlarında altın, gümüş ve silah götürmemek, ev eşyalarını develere yükleyerek yurtlarından çıkıp gitmek şartıyla sulh istediler.[68]
İbn Haldun’a göre; Benî Nadîr Yahudilerinin kanlarının dökülmesinden vazgeçilip develere yükleye-bilecekleri mallarıyla sürülmelerini, Abdullah b. Übeyy b. Selûl, Peygamberimiz Aleyhisselamdan dilemiş ve sağlamıştı.[69]
Teklif ve kabul edilen sulh şartlarına göre;
Benî Nadîr Yahudil erinden her üç kişiye bir deve verilecek.[70]
Verilecek develere, -her çeşit harp silahlan, zırh ve miğfer gibi harp eşyası hariç olmak üzere[71] istedikleri ev eşyası ile yiyecek içecek gibi şeyleri,[72] develerin kaldırabilecekleri kadar meta ve malı yükleyip götürebileceklerdi.[73]
Benî Nadîr Yahudileri, Medine’den ayrılacakları zaman, Müslümanların harp gereği olarak yıkmış oldukları evleri dışında kalan evlerini de, kendi elleriyle yıktılar.[74] Müslümanlar oturmasınlar, yararlanmasınlar diye evlerinin direklerini devirdiler, tavanlarını çöktürdüler.[75] Evlerinin kapılarını, tahtalarını,[76] hatta kapılarının üzerindeki süslü şeyleri bile söküp develere yüklediler.[77]
Ebu’l-Hukayk oğullarının yanlarında pek çok gümüş kaplar götürdükleri görüldü.[78]
Sellâm b. Ebu’l-Hukayk, zinet eşyasını bir deve derisine doldurmuştu.*
“Biz, bunu, dünyayı alçaltmak ve yükseltmek için hazırladık!
Burada hurma bahçelerimizi bıraktıksa, Hayber’deki hurma bahçelerimize varacağız!” diyerek bağırdı.[79]
Ensarın Yahudilerce Alınıp Büyütülmüş Olan Adak Oğulları Sorunu
İslâmiyetten önce, çocuğu yaşamayan bir kadın, çocuğu yaşadığı takdirde onu Yahudi olarak yetiştireceği hakkında adakta bulunurdu.
Yanlarında böyle adanmış, büyütülmüş birçok Ensar oğulları da bulunan Benî Nadir Yahudileri Medine’den sürülüp çıkarılacakları zaman, Ensar:
“Biz çocuklarımızı bırakmayız[80] Yâ Rasûlallah! Onların arasında bulunan oğullarımız ve kardeşlerimiz ne olacak?” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam cevap vermeyip sustu.
Bunun üzerine, Yüce Allah:
“Zorlama, dinde yoktur!..” (Bakara: 256) âyetini indirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ensara:
“Adamlarınızı, iki taraftan birisini tercihte serbest bırakınız!
Eğer sizi tercih ederlerse, onlar sizdendirler.
Eğer Yahudileri tercih ederlerse, onları Yahudilerle birlikte sürgün ediniz!” buyurdu.[81]
Benî Nadîr Yahudilerinin Medine’den Çıkış Gösterileri
Sürüldüklerine üzülmediklerini göstermek için, kadınlar atlas, ipek, deniz koyunu yününden dokunmuş, yeşil, kırmızı kadifeden elbiselerini giyinmişler, altın ve gümüş zinetlerini takınmışlardı.[82]
Kadınlar ve çocuklar, develere bindirilmişlerdi.[83] Yanlarında davullar, zumalar, oynayan oyuncu kadınlar vardı.[84]
Benî Nadîr Yahudileri altıyüz develik bir kafile teşkil ediyorlardı. Develer birbiri ardınca dizilmişlerdi.[85]
Beni Nadîr Yahudileri, defler, düdükler çalarak, Medine çarşısından büyük bir gösteri ile geçip gittiler.[86]
Benî Nadîr Yahudilerine Mahşer’e Gitmelerinin Emredilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Nadîr Yahudileri ne:
“Medine’den çıkıp gidiniz!” buyurduğu zaman, onlar:
“Ey Muhammedi Nereye gidelim?” diye sormuşlar, Peygamberimiz Aleyhisselam da:
“Haşr’e, Mahşere (yani sürülecek yeriniz olan Şam’a) gidiniz!” buyurmuştu.[87]
Benî Nadîr Yahudilerinden bir kısmı Hayber’e, bir kısmı da Şam’a doğru gittiler. Hayber’e gidenler içinde Benî Nadîr Yahudilerinin eşrafından Sellâm b. Ebu’l-Hukayk, Kinane b. Rebi1 b. Ebu’l-Hukayk ve Huyey b. Ahtab vardı.
Bunlar, Hayber halkından hısımlarının evlerine indiler.[88]
Şam’a doğru gidenler, Şam’a, Ezriat’a,[89] Eriha’ya kadar gittiler.[90]
Benî Nadîr Yahudileri, Benî İsrail torunlarındandı.
Bunların Şam’a sürülmeleri, Yüce Allah’ın İsrail oğullarına yolsuzlukları yüzünden yazdığı ve o güne kadar uğramadıkları sürgün cezasının ilki idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam onlan sürgün etmemiş olsaydı, dünyada, Benî Kurayza Yahudileri gibi öldürülmek ve esir edilmek cezasıyla cezalandırılacaklardı.[91]
Benî Nadîr Yahudilerinden Yamin ile Ebu Sa’d’ın Müslüman Oluşu
Benî Nadîr Yahudilerinden olan Yamin b. Umeyr ile Ebu Sa’d b. Vehb’den[92] biri öbürüne: “Vallahi, hiç şüphesiz sen de biliyorsun ki, o [Muhammed Aleyhisselam], Resûlullahtır! Daha ne duruyorsun? Hemen Müslüman olalım, kanlarımızı, mallarımızı güvenceye alalım!” dedi. Geceleyin indiler.[93] Müslüman oldular. Kanlarını ve mallarını korudular.[94]
Benî Nadîr Yahudilerinden Kalan Menkul ve Gayrimenkuller
Benî Nadîr Yahudileri Medine’den sürgün edilince, onlardan Müslümanlara kalanlar
340 adet kılıç,
50 adet zırh gömlek,
50 adet miğfer gibi menkuller ile;[95]
Su kuyuları,[96]
Araziler, ekinlikler,
Hurma bahçeleri gibi gayrimenkullerdi.[97]
Benî Nadîr Yahudilerinden Kalan Malların Muhacirlere Bölüştürülmesi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ensardan Sabit b. Kays’ı yanına çağınp, ona:
“Kavmini bana çağır!” buyurdu.
Sabit b. Kays:
“Yâ Rasûlallah! Hazrecileri mi çağırayım?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hepsini [Hazrecileri de, Evsîleh de] çağır!” buyurdu.
Sabit b. Kays, Evsfleri ve Hazrecileri, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına çağırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Allah’a hamd ve senada bulunduktan sonra, Ensarın Muhacirlere nasıl iyilikler yaptıklannı; onları evlerine indirip nasıl barındırdıklarını, her hususta onları kendilerine nasıl tercih ettiklerini andı.[98] Sonra da:
“Muhacir kardeşlerinizin mallan yoktur.[99]
İsterseniz, Nadîr oğulları mallarından Allah’ın bana verdiği malları sizinle Muhacirler arasında bölüştüreyim de, Muhacirler yine evlerinizde oturmakta ve mallarınızdan yararlanmakta devam etsinler.
İsterseniz, Nadîr oğullarının mallarını yalnız Muhacirlere vereyim de, onlar evlerinizden ve mallarınızdan çıksınlar, el çeksinler?” buyurdu.[100]
Ensardan Sa’d b. Ubâde ile Sa’d b. Muaz:[101]
“Hayır yâ Rasûlallah! Sen Nadîr oğullarının mallarını Muhacirler arasında bölüştür!
Onlar, şimdiye kadar olduğu gibi, yine evlerimizde oturmakta devam etsinler.[102]
Hatta, istersen, bizim mallanmızı da onlarla bölüştür!” dediler.[103]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulunan Ensar topluluğu da, hep birden:
“Razıyız ve boyun eğiyoruz yâ Rasûlallah!” diyerek seslendiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Allah’ım! Ensara ve Ensarın oğullarına rahmet et, acı!” diyerek dua etti.[104]
Hz. Ebu Bekir de:
“Ey Ensar cemaatı! Allah sizi hayırla mükâfatlandırsın! Vallahi, bizim de benzerimiz yok, sizin de benzeriniz yok!” dedi.[105]
Ensarın gösterdikleri bu yüksek semahat ve sehâvetleri üzerine inen âyette şöyle buyuruldu:
“Onlardan önce, Medine’yi yurt ve iman evi edinmiş olan kimseler (Ensar) da, kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler.
Onlara (Muhacirlere) verilen şeylerden dolayı da, göğüslerinde hiçbir ihtiyaç meyli bulmazlar!
Kendilerinde bir ihtiyaç olsa bile, onlan (Muhacirleri), öz canlarından üstün tutarlar!
Kim nefsinin mala olan hırsından ve cimriliğinden korunursa, işte, korktuklarından kurtulan, umduklarına erenler onlardır!” (H aşr: 9).[106]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Nadîr Yahudilerinin mallarını yalnız ilk Muhacirlere bölüştürdü.
Biraz da, Ensardan, muhtaç olan iki zâta;[107] Sehl b. Huneyf ile Ebu Dücâne’ye verdi.[108]
Sa’d b. Muaz’a da, İbn Ebul-Hukayk’ın kılıcını verdi.[109]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Benî Nadîr Yahudilerinin Muhacirlere bölüştürdüğü mallar arasından kendisine ayrılan hurma bahçelerindeki hurma ağaçlarının altlarına[110] ve tarlalara, arazilere[111] çokça ekin ektirirdi.[112]
Peygamberimiz Aleyhisselam,[113] Abdulmuttalib oğullarının[114] yıllık geçimlerini[115] arpa ve hurma mahsulünden[116] karşılar, artanı ile de Allah yolunda yapılacak cihad için hayvanlar, atlar ve silahlar alırdı.[117]
Münafıklar ile Benî Nadîr Yahudilerinin Tutum ve Davranışlarının Kur’ân-ı Kerîm’de Açıklanışı
Medineli münafıklarla Benî Nadîr Yahudilerinin tutum ve davranışları ve akıbetleri hakkında inen âyetlerde şöyle duyurulur
“Ehl-i Kitabdan o küfreden kardeşlerine:
‘Andolsun, eğer siz yurdunuzdan sürülür, çıkarılırsanız, biz de muhakkak sizinle çıkar, gideriz!
Sizin aleyhinizde, hiçbir kimseye hiçbir zaman itaat etmeyiz!
Eğer sizinle harp edilirse, muhakkak ve muhakkak, biz size yardım ederiz!1 demekte olan o münafıkları görmedin mi?!
Halbuki, Allah şehadet eder ki, onlar muhakkak yalancıdırlar!
Andolsun ki; onlar yurtlarından çıkarılacak olurlarsa, bu münafıklar onlarla birlikte çıkıp gitmezler!
Eğer onlar muharebeye tutuşurlarsa, yardım da etmezler!
Şayet yardım etseler bile, andolsun ki, mü’minler karşısında dayanamayarak arkalarına dönüp kaçarlar!
Sonra da, kendileri hiçbir yerde yardım göremezler!
Muhakkak ki, onların yüreklerinde, Allah’tan ziyade, sizin korkunuz var!
Bu da, onların anlamaz bir kavim olmalarıdır.
O münafıklar ve Yahudiler, müstahkem kasabalarda yahut duvarlar arkasında, surlar, hisarlar içinde siperlenmeden, sizinle toplu bir halde çarpışamazlar.
Onların kendi aralarında çarpışmaları şiddetlidir.
Sen onları derli toplu sanırsın.
Halbuki, onların kalbleri darmadağınıktır.
Bu da, onların akıllarını kullanmaz bir kavim olmalarındandır.
O Nadîr oğullarının hali, kendilerinden az öncekilerin (Kaynuka oğullarının) hali gibidir ki, onlar yap-tıklarının kötü akıbetini dünyada tatmışlardır.
Onlar için, ahirette de çetin bir azap vardır.
Nadîr oğullarını muharebeye teşvik eden münafıkların hali de, şeytanın hali gibidir:
Çünkü, şeytan insana ‘Küfret!’ der de, o küfredince:
‘Ben gerçekten senden uzağım! Çünkü, ben Âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım!1 der.
Nihayet, ikisinin de akıbeti, gerçekten, temelli ateşin içinde kalmaları olmuştur!
İşte, zalimlerin cezası budur!”[118]
Nadîr oğulları Yahudilerinin sürgün edilmeleri üzerine inen âyetlerde de, şöyle buyurulmustur:
“Ehl-i Kitabdan küfredenleri ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O’dur, Allah’tır!
Siz onların çıkıp gideceklerini sanmamıştınız.
Onlar da, kalelerinin Allah’ın azabına gerçekten mani olacağını sanmışlardı.
İşte, onlara hesaba katmadıkları cihetten Allah’ın azabı geliverdi!
O, bunların yüreklerine korku düşürdü.
Öyle ki, evlerini hem kendi elleriyle, hem mü’minlerin elleriyle harap ediyorlardı!
İşte ey akıl sahipleri! Siz bundan ibret alın!
Eğer Allah onlara bu sürgünü yazmamış olsaydı bile, hiç şüphesiz, dünyada kendilerini yine şiddetle azapl andıracaktı.
Çünkü, onlar gerçekten Allah’a ve Peygamberine aykırı hareket ettiler.
Kim Allah’a aykırı hareket ederse, şüphe yok ki, Allah çetin azaplıdır.”[119]
Benî Nadîr savaşı münasebetiyle inen âyetlerde mü’minlere de şöyle uyarı ve açıklama yapılmıştır:
“Siz herhangi bir hurma ağacını kestiniz yahut kökleri üzerinde bıraktınız ise, hep Allah’ın izniyledir. Bu izin de* fâsıkları rüsvay edeceği için (verilmiş)’dir.
Allah’ın onların mallarından Peygamberine verdiği fey’e (zahmetsiz ganimete) gelince, siz bunun için ne ata, ne deveye binip koşmadınız!
Fakat, Allah, peygamberlerini dileyeceği kimselere galip kılar.
Allah herşeye hakkıyla kadirdir.
Allah’ın fethedilen memleketler ahalisinden peygamberine verdiği fey (ganimet):
Allah’a,
Peygamberine,
Hısımlara,
Yetimlere,
Yoksullara,
Yolda kalmış olanlara aittir; tâ ki, bu mallar içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın!
Peygamber size ne verdi ise, onu alınız!
Size neyi yasak etti ise, ondan da sakınınız!
Allah’tan korkunuz! Çünkü, Allah’ın azabı çetindir.
Özellikle, fey; hicret eden fakiri ere aittir ki, onlar Allah’tan birfazl ve inayet ve hoşnutluk ararlar ve Allah’a ve Peygamberine (canlarıyla, mallarıyla) yardım ederler.
Onlar, Allah’a ve Peygamberine yardım ederlerken, yurtlarından ve mallarından mahrum edilerek çıkarılmışlardır.
İşte bunlar, sadıkların ta kendisidirler!”[120]
İçki Ne Zaman ve Nasıl Haram Kılındı?
İçkinin Haram Kılındığı Tarih
İçki, Hicretin dördüncü yılında Benî Nadîr Yahudilerinin Medine’den sürülüp çıkarıldıkları zamanda haram kılındı.[121]
İçkinin Nelerden Yapıldığı
O zaman içki, genellikle üzümden, hurmadan, buğdaydan, arpadan, baldan yapı lirdi.[122] Medineliler, en çok büsr denilen hurma koruğu ile temr denilen kuru hurmadan yapıp fatih adını taktıkları içkiyi içerlerdi.
Medine’de üzüm içkisi az bulunurdu.[123]
Yemenlilerin içkisi, baldan yaptıkları biti1 ile arpadan ve darıdan yaptıkları mizr idi.[124]
Habeşliler de, darıdan yaptıkları ve gubeyra=sükrüke dedikleri içkiyi içerlerdi.[125]
İçkinin Üç Safhada Haram Kılınışı
İçki, tedricen ve üç safrıada haram kılınmıştır
1- Peygamberimiz Aleyhisselam Medine’ye hicret buyurdukları zaman, Müslümanlar içki içer, kumardan elde ettikleri paralan da yerlerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselamdan, bunların hükmünü sordular.
Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyette şöyle buyurdu:
“Sana şarabı ve kumarı sorarlar. De ki: ‘Onlarda, hem büyük günah, hem insanlar için faydalar vardır. Günahları ise, faydalarından daha büyüktür…'”[126]
Halk:
“Bu âyete göre, içki ve kumar bize haram kılınmış değildir. Ancak, bunlarda büyük günah olmakla birlikte, halkın menfaatinin de bulunduğu bildirilmiştir.[127] Bu gelen âyette bir müsaade ve ruhsat var gibidir. Kumarın kazancını yiyelim, içkiyi de içelim. Bunlardan dolayı da, Allahtan yarlıganmak dileyelim ![128] Yâ Rasûlallah! Bırak da, Yüce Allah’ın buyurduğu gibi, bundan faydalanalım?” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam onlara cevap vermedi, sustu.[129]
Müslümanlardan bir kısmı içmeye davet ettiler, bir kısmı da bıraktılar.[130]
2- Muhacirlerden veya Ensardan bir zât, akşam namazını kıldırırken, kıraati, yanlış mânâ çıkacak derecede karıştırdı.
Bunun üzerine:
“Ey iman edenler! Siz, sarhoş iken, ne söyleyeceğinizi bilinceye; ve cünüb iken de, yolcu olmanız müstesna, gusledinceye kadar, namaza yaklaşmayınız!” (Nisa: 43) mealli âyet nazil oldu.[131]
Müslümanlar
“Yâ Rasûlallah! Biz namaz vakti yaklaşınca içmeyiz!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yine, onlara cevap vermedi, sustu.[132] Müslümanlardan içki içenler azaldı.[133] Namaz kılınacağı zaman, Peygamberimiz Aleyhisselamın nida edicisi:
“Hiçbir sarhoş namaza yaklaşmasın!” diyerek seslenirdi.[134]
3- Hz. Ömer:
“Allah’ım! İçki hakkında bize açık ve kesin bir beyanda bulun!” diyerek Allah’a dua etti.
Bunun üzerine:
“Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları, şeytanın murdar ve kötü işinden başka birşey değildir!
Bunun için, onlardan kaçınız ki, korktuklarınızdan kurtulup umduklarınıza erebilesiniz!
Şeytan; içkide ve kumarda, ancak, aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah’ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak ister!
Artık vazgeçtiniz, değil mi?” (Mâide: 90-91) mealindeki âyetler nazil oldu.
Hz. Ömer çağırılıp, ona bu mealdeki âyetler okundu. Âyetteki “Arbk vazgeçtiniz, değil mi?” sorusuna, Hz. Ömer:
“Vazgeçtik! Vazgeçtik yâ Rab!” dedi.[135]
Yalnız Hz. Ömer değil, bütün Müslümanlar da:
“Artık içkiden, kumardan vazgeçtik Rabbimiz!” dediler.[136]
İçki Yasağının İlan Edilişi ve İçkilerin Sokaklara Dökülüşü
İçkiyi haram kılan âyetler nazil olunca, Peygamberimiz Aleyhisselamin emriyle, münâdi:
“Haberiniz olsun ki, içki haram kılınmıştır!” diyerek Medine sokaklarında seslendi.[137]
Tulumlarından delinip boşaltılan[138] ve küplerinden dökülen içkiler, Medine sokaklarında su gibi aktı.[139]
Abdullah b. Ömer der ki:
“Resûlullah Aleyhisselamla birlikte Mescidde bulunuyordum.
‘Kimin yanında şu içkiden varsa, onu bana haber versin, getirsin1 buyurdu.
Halk, yanlarındaki içkileri getirmeye başladılar.
Kimi:
‘Benim yanımda büyük bir kırba içki var!’
Başka biri:
‘Benim yanımda büyük bir kırba içki var!’
Daha başka biri de:
‘Benim yanımda bir tulum yahut Allah’ın olmasını dilediği kadar içki var!’ diyordu.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Onları Bakiyy’e şöyle şöyle biraraya toplayınız! Sonra, bana haber veriniz!’ buyurdu.
Öyle yaptılar. Biraraya getirdikten sonra, Resûlullah Aleyhisselama haberverdiler.
Resûlullah Aleyhisselam, kalkıp yürüdü.
Ben de kalktım, sağ tarafında yürüdüm. Kendisi, yürürken, bana dayanıyordu.
Ebu Bekir arkamızdan gelip bize yetişince, ben Resûlullah Aleyhisselamın yanından geriledim, soluna geçtim.
Ebu Bekir benim yerimi aldı.
Sonra, Ömer b. Hattab gelip bize kavuştu.
Ben yine geriledim, Resûlullah Aleyhisselamın sol yanına o geçti.
Resûlullah Aleyhisselam, ikisi arasında, içkilerin toplanmış olduğu yere kadar yürüyüp durdu.
Orada bulunan halka içkiyi göstererek:
‘Bunu biliyor musunuz?’ diye sordu.
‘Evet yâ Rasûlallah! İçkidir bu!1 dediler.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Doğru söylediniz!’ buyurdu. Sonra da:
‘Muhakkak ki, Allah,
İçkiye,
Onu sızdırana,
Onun sızdırıldığı yere,
Onu içene,
Onu içirene,
Onu taşıyana,
Onu satana,
Onu satın alana,
Onun bedelini, kazancını yiyene lanet etmiştir!” buyurdu.[140]
İçkinin Her Kötülüğün Başı ve Kaynağı Oluşu
Peygamberimiz Aleyhisselam içki hakkındaki hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır
“İçki her kötülüğün anahtarıdır.”[141]
“…İçki her kötülüğün başıdır.”[142]
“…İçki ümmü’l-habâistir; murdarlıkların, kötülüklerin anasıdır.”[143]
“Her sarhoşluk veren şey, içkidir. Her sarhoşluk veren içki de, ha ram d ir.”[144]
“Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haram dır.”[145]
“İçki içen, onu mü’min olarak içemez.”[146]
“İçki içenin kırk sabah namazı kabul olunmaz. Eğer tevbe ederse, Allah onun tevbesini ve namazını kabul eder.”[147]
“Allah’a ve ahiret gününe inanan kişi, üzerinde içki içilen sofraya oturmaz.”[148]
“Allah’a ve ahiret gününe inanan kişinin, üzerinde içki içilen sofraya oturması helâl olmaz.”[149]
“İlmin ref’olunması, cehlin kökleşmesi, şarabın içilmesi, zinanın çoğalması, Kıyamet alametlerindendir.[150]
“Ümmetimden birtakım kimseler, içkinin adını başka bir adla değiştirerek[151] onu helâlleştjrmek isteyecekler[152] ve içecekler!”[153]
Yahudilerin Müslümanları İçki Hususunda Üzüntüye Düşürmeleri
İçkiyi haram kılan âyetler inince, Yahudiler:
“İçki içip dururken ölmüş olanlar sizin kardeşleriniz değiller miydi?!” diyerek, Müslümanların zihinlerini kanştırmak, huzurlarını kaçırmak istediler.[154]
Müslümanlar da:
“Yâ Rasûlallah! Bizden bazıları içki içer, kumar parası yiyip dururken Allah yolunda öldürüldüler yahut döşeklerinde öldüler.
Allah ise, içkiyi, kuman, şeytanın işlerinden birer murdar kötülük olarak tavsif etti ve saydı.
Hal böyle olunca, öldürülen veya ölenlerin hali ne olacak?[155]
Birtakım kimseler savaşlarda öldürüldüler ki, yasaklanan içki onların karınlarında bulunuyordu!” dediler.[156]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Eğeronlara da bunlar haram kılınmış olsaydı, sizin bıraktığınız gibi, onlarda bunları derhal bırakırlardı!” buyurdu.[157]
Yüce Allah da, Müslümanları düşürüldükleri bu şüphe ve üzüntülerden kurtarmak için, indirdiği âyette şöyle buyurdu:
“İman edip de güzel amel ve hareketlerde bulunanlar, (bundan sonra haram olan şeylerden de) sakındıkları, iman(larında sebat ile) iyi işlere devam ettikleri, sonra (haram edilen şeylerden daima) sakınıp (haram olduklarına) iyice inandıkları şeylerden yine sakınmakta devam ve ısrar ile güzel işler(i arayıp onlar)la iştigal ettikleri takdirde, haram kılınmazdan önce tattıklarında, uhdelerine hiçbir beis, vebal yoktur.
Allah iyi hareket edenleri sever” (Mâide: 93).[158]
Amr b. Su’da ile İbn Heyyeban’ın Benî Kurayza Yahudileri Hakkındaki Öğüt ve Uyarıları
Benî Nadîr Yahudileri Medine’den sürülüp çıkarıldıktan sonra, Beni Kurayza Yahudilerinden Amr b. Su’da, Nadîr oğulları Yahudilerinin yurtlarına gitti. Oralarda bir müddet gezip dolaştı. Nadîr oğullarının evlerinin birer harabe haline geldiklerini görünce, düşünceye daldı.
Sonra, oradan ayrılıp Benî Kurayza Yahudilerinin yanına döndü. Onları, mabedlerinde buldu.
Davet borusu çalınınca, Kurayza oğulları orada toplandılar.
Zebir b. Bata, Amr. B. Su’da’ya:
“Ey Ebu Saîd! Sen şimdiye kadar nerelerde idin? Kiliseden hiç ayrılmazdın?” diye sordu.
Gerçekten de, Amr b. Su’da kiliseden hiç ayrılmaz, Yahudilik ibadetiyle meşgul olur dururdu.
Amr b. Su’da, Zebir b. Bataya:
“Bugün ben hepimize ders olacak bir ibret gördüm: İzzet, cesaret, üstün şeref, üstün akıl sahibi olan kardeşlerimizin yurtlarını boşaltarak; mallarını, mülklerini başkalarına bırakarak nasıl zilletle çıkıp gittiklerini düşündüm.
Tevrat’a andolsun ki; Allah o kavme hiçbir zaman böyle bir musibet vermemişti!
Bundan önce, Eşrefin oğlu evinde emin bir halde yatarken öldürüldü ki, onların izzet ve şeref sahibi adamı idi.
İbn Süneyne öldürüldü ki, onların seyyidi ve lideri idi.
Kaynuka oğulları öldürüldüler, yurtlarından sürüldüler ki, onlar Yahudilerin cedleri, ataları idi.
Halbuki, onlar cesaretli, silah ve mal bakımından da hazırlıklı kişiler idiler.
Fakat birden kuşatıldılar. Yerlerini, yurtlarını bırakarak Yesrib’den (Medine’den) sürülüp çıkarılacakları kendilerine söylenildi.
Ey kavmim! Siz hiç görmediğiniz şeyleri gördünüz!
Beni dinleyiniz! Geliniz! Muhammed’e tâbi olalım, Müslüman olalım!
Vallahi, siz de biliyorsunuz ki, o, geleceği ve dini bize müjdeleyen peygamberdir!
Yahudilerin en bilginleri olan İbn Heyyeban, Ebu Umeyr ile İbn Hıraş bize gelmişler, ‘O Peygamberin hemen gelmek üzere bulunduğunu haber vermişler ve kendisine tâbi olmamızı da bize emirve tavsiye etmişlerdi.
Onlar, Beytü’l-Makdis (Kudüs)’ten gelmişler, kendilerinden ‘O Peygamber’e selamlarını söylememizi de bize emretmişlerdi.
Sonra onlar ‘O Peygamberin dini üzerinde öldüler ve şu kara taşlığımıza da gömüldüler” dedi.
Orada bulunan Yahudi topluluğu, hep sustular, durdular. İçlerinden hiçbir konuşan olmadı.
Amr b. Su’da, biraz sonra, bu sözünü tekrarladı ve ona benzer bazı sözler daha söyledi.
Kurayza oğulları Yahudilerini de, harple, esirlik ve yurtlarından sürülüp çıkarılmak gibi musibetlere uğramakla korkuttu.
Zebir b. Bata: “Tevrat’a and içerim ki; ben de ‘O Peygamberin sıfatını Musa Peygambere inmiş olan ve babam Bata tarafından istinsah edilmiş bulunan Tevrat kitabında okumuşumdur!” dedi.
Ka’b b. Esed, Zebir b. Bata’ya:
“EyAbdurrahmanin babası! Seni ‘O Peygamber’e tâbi olmaktan alıkoyan nedir?” diye sordu.
Zebir b. Bata:
“Sensin ey Ka’b!” dedi.
Ka’b b. Esed:
“Sen niçin böyle söylüyorsun? Tevrat’a andolsun ki; ben seninle ‘O Peygamberin arasına hiçbir zaman girmedim, gerilmedim!” dedi.
Zebir b. Bata:
“Evet! Sen de bizim ahd ve akde yetkili adamımızsın.
Eğer sen ‘O Peygamber’e tâbi olursan, biz de ona tâbi oluruz!
Sen ‘O Peygamber’e tâbi olmaktan kaçınırsan, biz de kaçınınz!” dedi.
Amr b. Su’da, Ka’b b. Esed’e dönüp, bu hususta Zebir b. Bata ile aralarında konuşulan şeyleri ona da andı, ulaştırdı ve en sonunda:
“‘O Peygamberin işi hakkında, benim, söylediğimden başka söyleyecek sözüm yok! Benim gönlüm ona tâbi ve Müslüman olmayı özler!” dedi.[159]
Üç Gencin Benî Kurayza Yahudilerini Uyarmaları ve Müslüman Olmaları
Asım b. Ömer b. Katâde’ye, Kurayla oğulları Yahudilerinden bir şeyh:
“Kurayza oğullarının kardeşi Hedl oğullarından Salebe b. Sa’ye, Useyd b. Sa’ye ile Esed b. Ubeyd-ki bunlar Cahiliye devrinde Benî Kurayza Yahudileriyle birlikte idiler, İslâmiyet devrinde onların seyyid-leri olmuslardır-ne için ve nasıl Müslüman olduklarını biliyor musun?” diye sormuştu.
Âsim b. Ömer de:
“Hayır! Vallahi, bilmiyorum!” deyince, Yahudi şeyh:
“İslâmiyetten birkaç yıl önce, Şamlı Yahudilerden İbn Heyyeban diye anılan bir adam yurdumuza geldi. Vallahi, beş vakitte namaz kılmayanlar içinde ondan daha faziletli bir adam görmemişizdir.
O, bizim yanımızda oturdu, yerleşti. Yağmur kesildiği zaman, ona:
‘Ey İbn Heyyeban! Bizim için yağmur duasına çık!1 derdik.
O da:
‘Hayır! Vallahi, siz mallarınızın sadakalarını takdim etmedikçe, yağmur duasına çıkış yerinize çıkmam!’ derdi.
Ona:
‘Verilecek sadaka ne kadardır?’ diye sorardık.
O:
‘Hurmadan bir sa’, yahut arpadan iki mü d1 derdi.
Biz mallarımızdan bu sadakalan ayırıp verdikten sonra, kara taşlığımıza çıkar, bizim için Allah’tan yağmur dilerdi.
Vallahi, çok geçmeden gök bulutlanır ve bizi sulardı.
O bunu bize bir kere, iki kere, üç kere değil, birçok kereler yapmıştı.
Sonra o, yanımızda bulunduğu sırada, ölüm döşeğine düştü.
Öleceğini anladığı zaman, bize:
‘Ey Yahudi cemaatı! Beni Şam gibi yiyecekleri, içecekleri bol bir yerden çıkarıp bu darlık, yoksulluk ve açlık yerine getiren nedir, bilir misiniz?’ diye sordu.
Kendisine:
‘Sen daha iyi bilirsin!’ dedik.
O:
‘Ben bu beldeye ancak gelme zamanı yaklaşmış bulunan peygamberin gelmesini gözleyeyim diye gelmişimdir. Burası onun hicret edeceği yerdir. Ben onun gönderilmesini ve ona tâbi olmamı ne kadar arzu etmekte idim.
Size, onun zamanı çok yaklaşmıştır. Ey Yahudi cemaatı! Ona inanmak ve tâbi olmakta başkaları sizin önünüze geçmesin!
Çünkü, o, kendisine muhalefet edenlerin kanlarını dökmek, çocuk ve kadınlarını esir etmek yetkisiyle de gönderilecektir. Siz de bu akıbete düşmekten kendinizi koruyamayacaksınız!’ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam peygamber olarak gönderildiği ve Kurayza oğullarını yurtlarında kuşattığı zaman, pek genç olan Salebe b. Sa’ye, Useyd (Esid) b. Saye ile Esed b. Ubeyd:
‘Ey Kurayza oğulları! Vallahi, bu zât, muhakkak, İbn Heyyeban’ın size bahsetmiş olduğu ve kendisine uymanızı emir ve tavsiye etmiş olduğu peygamberdir!’ dediler.
Kurayza oğulları ise;
‘Bu, İbn Heyyeban’ın geleceğini haber verdiği peygamber değildir!1 dediler.
Gençler
‘Hayır! Vallahi, gelecek peygamberin Kitabda yazılı sıfatlan onda tamamıyla mevcuttur!’ dediler.
Kaleden indiler, Müslüman oldular.
Kanlarını, mallarını ve çoluk çocuklarını korudular.”[160]
İbn İshak bunun Yahudi bilginleri tarafından da haber verildiğini açıklar.[161]
[1] İmam Zührî, Megâzî, s. 72-73, Abdumezzak, Musannef, c. 5, s. 359-360, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 156-157, Beyhakî,Delâilü’n-nübüwe, c. 3, s. 179, Vâhidî, Esbâbu’n-nü zül, s. 278-279, Zehebî, Megâzî, s. 119-120, Ebu’l -F id â, Tefsîr, c. 4, s. 330 -331 , Semhûdi, Vefâu’l-vefâ, c. 1, s. 297-298.
[2] İbn İshak,İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 1 95-199.
[3] İbn İshak, İbn Hişam , c. 3, s. 199, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 364, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 57, Taberî, Târih, c. 3, s. 37.
[4] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 1 47-1 50, Ebu Ubeyd, Kitâbu’l-emvâl, s. 290-297.
[5] Vâkıdî, Megâzî, c. 1,s.364.
[6] Ebu Nuaym , Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 489.
[7] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 199, Vâkıdî, c.1 ,s. 364, İbn Sa’d, c. 2, s. 57, Taberî, c. 3, s. 37, Ebu Nuaym, c. 2, s. 489,Beyhakî, c. 3, s. 354, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 173, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 48, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâyeve’n-nihâye, c. 4, s. 75.
[8] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 364, Ebu Nuaym, c. 2, s. 490, Zehebî, Megâzî, c. 121.
[9] Ebu Nuaym , Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 489.
[10] İbn İshak, İbn Hişam, Sine, c. 3, s. 1 99, Vâkıdî, Megâzi, c. 1, s. 36 4, Taberi, Târih, c. 3, s. 37, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve,c. 3, s. 354, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 1 73, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 48, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 75.
[11] Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 489.
[12] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 199, Taberî, c. 3, s. 37, Beyhakî, c. 3, s. 354, İbn Seyyid, c. 2, s. 48, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 75.
[13] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 364, Ebu Nuaym, Delâil, c. 2, s. 491.
[14] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 199.
[15] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 199, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 364.
[16] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 199, Beyhakî, c. 3, s. 354, İbn Seyyid, c. 2, s. 48.
[17] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 364-365, Ebu Nuaym, Delâil, c. 2, s. 491.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/277-280.
[18] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 365, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 57, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 491, Zürkâni, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 80-81.
[19] Vâkıdî, c. 1,s.365, Ebu Nuaym , Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 491-492.
[20] İbnİshak,İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 199-200, Vâkidi, c. 1, s. 365, İbn Sa’d, c. 2, s. 57, Taberî, Târih, c. 3, s. 37, İbn Seyvid, Uyünu’l-eser, c. 2, s. 48.
[21] Vâkıdî, c. 1, s. 365, İbn Sa’d, c. 2, s. 57, Taberî, c. 3, s. 37, Ebu Nuaym, c. 2, s. 492.
[22] Taberî, c. 3, s. 37, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvıe, c. 3, s. 355, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 173.
[23] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 365.
[24] İbn İshak. İbn Hişâm, Sîre, c. 3, s. 200, Taberî, c. 3, s. 37, Beyhakî, c. 3, s. 355, İbn Esîr, c. 2, s. 173.
[25] Taberî, Tarih,c. 3, s. 37.
[26] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 366, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 57.
[27] İbn İshak. İbn Hişam, c. 3, s. 200, Taberî, c. 3, s. 37, Beyhakî, c. 3, s. 355, İbn Esîr, c. 2, s. 1 73, İbn Seyyid, c. 2, s. 48.
[28] Taberî, Târîh,c.3, s. 37.
[29] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 365, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 492.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/280-281.
[30] Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 365-366, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 492-493.
[31] Vâkıdı, Megâzı.c. 1, s. 366.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/282-283.
[32] Taberî, Târih.c. 3, s. 37.
[33] Vâkidi, c. 1, s. 366, Taberî, c. 3, s. 37.
[34] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c.2,s. 57, Taberî, Târih, c. 3, s. 37.
[35] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 366-367, E bu Nuaym, Delâilü’n-nübüvvıe, c. 2, s. 494-495.
[36] Taberî, Târîh,c.3, s. 37.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/283-285.
[37] Vâkıdı, Megâzı, c. 1, s. 367-368, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 57.
[38] Vâkıdı, Megâzî, c.1, s. 368.
[39] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 370, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 57, Taberî, Târih, c. 3, s. 38.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/285-286.
[40] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 368-370.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/287-289.
[41] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 200, Taberî, Târih, c. 3, s. 37, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 181 , İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 2, s. 48, Zehebî, Megâzî, s. 122.
[42] İbn İshak, İbn Hişam, c.3, s. 199, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 57, İbn Habib, Kitâbu’l-muhabber, s. 113, Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. 1, s. 339, Taberî, c. 3, s. 36, İbn Hazm, s. 181 , Zehebî, s. 198, İbn Kayyı m, Zâdu’l-mead, c. 2, s. 80.
[43] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 200, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 4, İbn Sa’d, c. 2, s. 57, İbn Habib, s. 113, Belâzûrî, c. 1, s. 339, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 75, İbn Kayyım, c. 2, s. 180.
[44] İbn Habib, Kitâbu’l-muhabber, s. 11 3.
[45] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 200, Vâkıdî, c. 1, s. 371, İbn Sa’d, c. 2, s. 58, Belâzûrî, c. 1, s. 339, Taberî, c. 3, s. 39, İbns Esîr, Kâmil, c. 2, s. 174, İbn Seyyid, c. 2, s. 50, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 28.
[46] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, t 2, s. 57.
[47] Zührî, Megâzî, s. 73, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 360, İbn Sa’d, c. 2, s. 58, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 157, Vâhidi, Esbâbu’n-nüzûl, s. 279, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 232, Zehebî, s. 122.
[48] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 371, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 58, İbn Seyyid, c. 2, s. 50.
[49] Zührî, Megâzî, s. 73, Abdurrezzak, c. 5, s. 360, Ebu Dâvud, c. 3, s. 157, Beyhakî, c. 9, s. 232, Delâil, c. 3, s. 179.
[50] Zührî, s. 73, Abdurrezzak, c. 5, s. 360, E bu Dâvud, c. 3, s. 157, Vâhidi, Esbâbu’n-nüzûl, s. 279, Beyhakî,
Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 232.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/289-290.
[51] Vâkıdî, Megâzî, s. 289, 1367-1948, Mısır baskısı tek cilt, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 462, Halebî, İnsanu’l-uyûn, c. 2, s. 562.
[52] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 49.
[53] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 358.
[54] Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 1 80, Zehebî, Megâzî, s. 122.
[55] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 200-201.
[56] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 200, Taberî, Târih, c. 3, s. 37, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 335, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 49, Ebu’l-Fidâ, Tefsir, c. 4, s. 331.
[57] Tirmizi, Sünen, c. 5, s. 408, Taberî, Tefsîr, c. 18, s. 34.
[58] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 1 40, Buhârî, c. 6, s. 58, Tirmizî, c. 5, s. 408.
[59] Haşr: 5, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 140, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 58, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 408.
[60] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 359.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/290-292.
[61] Vâkıdi, Megâzî, c. 1, s. 374, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 58, Belâzurî, E nsâbu’l-Eşrâf, c. 1, s. 339, Taberî, Târî h, c. 3, s. 38, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 50, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 75.
[62] İbn Habıb, Kitâbu’l-muhabber, s. 11 3.
[63] Zührî, Megâzi, s. 73, Vâkıdî, Megâzi, c. 1, s. 374, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 358, 360, İbn Sa’d, Tabak ât, c. 2, s. 58,Belâzurî, Enssâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 339, Taberî, c. 3, s. 38, Beyhakî, D el âil, c. 3, s. 35 9, E bu’l -Ferec İbn Cevzî, el -Vefa, c. 2, s. 690, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 50, Zehebî, Megâzî, s. 119.
[64] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 201, İbn Sa’d, c. 2, s. 58, Beyhakî, c. 3, s. 181,182.
[65] Vâkıdî, c. l.s.373, İbn Sa’d, c. 2, s. 58, Taberî, c. 3, s. 38, Beyhakî, c. 3, s. 181.
[66] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 201, İbn Sa’d, c. 2, s. 58, Taberî, c. 3,s. 38, Beyhakî, c. 3, s. 181.
[67] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 373, İbn Sa’d.c. 2, s. 58.
[68] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 49.
[69] İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 28.
[70] Vâkidi, Megâzî, tek cilt, s. 289,M iar 1367-1948 baskısı, Taberî, Târih, c. 3, s. 38.Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 359, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye vıe’n-nihâye, c. 4, s. 75, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 462.
[71] Zührî, Megâzî, s. 73, İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 201, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 374, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 358, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 58, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 48, Taberî, Târih, c. 3, s. 38, İbn Hazm , Cevâmiu’s-Sîre, s. 182, İbn Ea”r, Kâmil, c. 2, s. 173, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 49, E bu’l-Fidâ, c. 4, s. 75.
[72] Vâkıdî, Megâzî, s. 289, tek cilt, 1367-1948 baskısı, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 48, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 179, Zehebî, Megâzî, s. 120.
[73] Zührî, Megâzî, s. 73, İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 201, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 374, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 358, İbn Sa’d, c. 2, s. 58, Belâzurî, Ensâb, c. 1 ,s.339, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 48, Taberî, Târîh, C. 3, S. 38, Beyhakî, C. 3, S.179, İbn Hazm, s. 1 82, İbn Esîr, c. 2, s. 173, İbn Seyyid, c. 2, s. 49, Zehebî, s. 120, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 75.
[74] Zührî, Megâzî, s. 73, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 360, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 58.
[75] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 462.
[76] Zührî, Megâzî, s. 73, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 360, Beyhakî, c. 3, s. 179.
[77] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 201, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 374, Taberî, c. 3, s. 38, Beyhakî, c. 3, S. 179, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 49, Zehebî, s. 120, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 75.
[78] Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 182, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 49, Zehebî, s. 122.
* Bu hazine, Hayber’in fethinde, gömüldüğü yerden çıkarıldı.
[79] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 372, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 565-566.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/292-294.
[80] Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 59, Taberî, Tefsir, c. 3, s. 14-15, Vâhidi, Esbâbu’n-nüzül, s. 52, Kurtubi, Tefsir, c. 3, s. 280, Suyûtî, Düırü’l-mensur, c. 1, s. 329.
[81] Taberî, Tefsir, c. 3, s. 1 5, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 186, Hâzin, Tefsir, c. 1, s. 185-186, Suyûtî, Dürrü’l-m ensûr, c. 1, s. 329.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/294-295.
[82] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 374-375, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 58.
[83] İbn İshak.İbn Hişâm, Sîre.c.3, s. 201, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 374, İbn Sa’d, c. 2, s. 58.
[84] İbn İshak, İbn Hişam , c. 3, s. 201, Vâkıdî, c. 1, s. 375, Taberî, Târîh, c. 3, s. 38-39, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 76.
[85] Vâkidi, Megâzî, c.1, s. 374, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 58.
[86] Vâkıdi c. 1 s. 374-375, İbn Sa’d,c. 2, s.58, Ebu’l-Fidâ, c. 4 s. 76.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/295.
[87] Ebu Nuaym.Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 491, Süheylî, Ravdu’l-ünüf, c. 6, s. 233-234, İbn Asâkir, Târih, c. 6, s. 1, 41.
[88] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 201, Taberî, Târih, c. 3, s. 38, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, c. 182, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 77, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 28, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 566.
[89] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvıe, c. 3, s. 359, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 462.
[90] Diyarbekrî, Târıhu’l-hamis, c. 1, s. 462.
[91] Zührî, Megâzî, s. 73, İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 202, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 358, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 177-178, Zehebî, Megâzî, s. 119.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/295-296.
[92] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 202.
[93] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 373, Halebî, İnsânu’l-uvun, c. 2, s. 566.
[94] İbn İshak, İbn Hişam, c.3, s. 202, Vâkıdî, c. 1, s. 373, Taberî, Tânh.c. 3, s. 39,İbn Hazm, Cevâmiu’s-are, s. 182, Mâverdî, Ahkâmu’s-sultâniye, s. 169, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 172, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 49, Ebu’l-Fidâ, c. 4, s. 76, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 28, Semhûdî, Vefâu’l-vefâ, c. 2, s. 299.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/296.
[95] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 377, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 58, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 50, Kastalâni, Mevâhibü’l-ledünniye, s. 137.
[96] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 58, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1 , s. 463.
[97] Zühri, Megâzî, s. 73, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 378, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 360, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 18, Mâverdî, Ahkâmu’s-sultaniye, s. 169, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 76.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/296-297.
[98] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 379, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 50, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 568.
[99] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1 , s. 22, Semhüdi, Vefau’l-vefâ, c. 2, s. 299, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 463, Halebî, İnsan, c. 2, s. 568, Zürkâni, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 86.
[100] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 379, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 22, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 51, Semhûdi, Vefâu’l-vefâ, c. 2, s. 299, Halebî, İnşân, c. 2, s. 568, Zürkâni, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 86, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 463.
[101] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 379, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 50, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 463, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 568, Zürkâni, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 86.
[102] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 379, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 22, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 463.
[103] Vâkıdî, c. 1, s. 379, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 22, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 51, Semhûdi, Vefâu’l-Vefâ, c. 2, s. 299, Diyarbekrî, c. 1, s. 463, Halebî, c. 2, s. 569, Zürkâni, c. 2, s. 86.
[104] Vâkıdî, c. 1,s.379, İbn Seyyid, c. 2, s. 51 .Diyarbekrî, c. 1 , s. 463, Halebî, c. 2, s. 568.
[105] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 21, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 51, Sem hûdi, c. 2, s. 299, Zürkâni, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 86.
[106] Vâkıdî, c. 1, s. 382, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 21, Semhûdi, c. 2, s. 299, Diyarbekrî, c. 1, s. 463, Halebî, c. 2, s. 568, Zürkâni, c. 2, s. 86.
[107] Zührî, Megâzî, s. 73, İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 202, Vâkıdî, c. 1, s. 379, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 360, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 143.
[108] İbn İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 201, Vâkıdî, c. 1, s. 379, Belâzurî, c. 1, s. 19, Taberî, Tâıîh.c.3, s. 39, Beyhakî, Delâil.c. 3, s. 182, Mâverdi, Ahkâmu’s-sultâniyye, s. 169, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 174, Zehebî, Megâzî, s. 122, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 76, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 28.
[109] Vâkıdî, c. 1.S.379, Beyhakî, c. 3, s. 182, İbn Seyyid, c. 2, s. 51, Zehebî, s. 122, Diyarbekrî, c. 1, s. 463, Halebî, c. 2, s. 568.
[110] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 378, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 18, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 51 , Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 569.
[111] Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 18, Zürkâni, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 85.
[112] Vâkıdî, c. 1, s. 378, Belâzurî, c. 1, s. 18, İbn Seyyid, c. 2, s. 51, Halebî, c. 2, s. 569.
[113] Vâkıdî, c. 1, s. 378, Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 58, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1 376-1377, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 141, Tirmizi,Sahih, c. 4, s. 216, Belâzurî, c. 1, s. 1 8, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, S. 185, İbn Seyyid, UyÛnu’l-eser, C. 2, S. 51 .
[114] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 378, Zürkâni, Mevâhibü’l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 85.
[115] Vâkıdî, c. 1 , s. 378, Ebu Dâvud, c. 3, s. 141 , Belâzurî, c. 1, s. 1 8, Beyhakî, c. 3, s. 185, İbn Seyyid, c. 2, s. 51, Halebî, c.2, s. 569, Zürkâni, c. 2, s. 85.
[116] Vâkıdî, c. 1, s. 378, Zürkâni, c. 2, s. 85.
[117] Vâkıdî, c. 1, s. 378, Buhârî, c. 6, s. 58, Müslim, c. 3, s. 1377, Ebu Dâvud, c. 3, s. 141 , Tirmizî, c. 4, s. 216, Belâzurî, c. 1 , s. 20, Beyhakî, c. 3, s. 185-186, İbn Seyyid, c. 2, s. 51 , Halebî, c. 2, s. 569, Zürkâni, c. 2, s. 85.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/297-299.
[118] Haşr: 11-17, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 382-383, Taberî, Tefsîr, c. 28, s. 45-51.
[119] Haşr:2-4.
* Fesad için değil (jbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 202, Taberî, Tefsir, c. 18, s. 35).
[120] Haşr 5-8, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 380-382, Taberî, Tefsîr, c. 28, s. 3240.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/300-302.
[121] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 200, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 181, İbn Kayyım , Zâdu’l-mead, c. 123, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 2, s. 48, Zehebî, Megâzî, s. 198.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/302.
[122] Abdurrezzak, Musannef, c. 9, s. 233-234, Buharıî, Sahih, c. 6, s. 242-243, Nesâî, Sünen, c. 8, s. 295, Dârekutnî, Sünen, c. 4, s. 248, 252.
[123] Buhârî, Sahih, c. 6, s. 242, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1572.
[124] Abdurrezzak, c. 9, s. 220, Müslim, c. 3, s. 1586, Nesâî, c. 8, s. 300.
[125] Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 329.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/302-303.
[126] Bakara: 219.
[127] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 351.
[128] Taberî, Tefsir, c. 7, s. 33.
[129] Ebu’l-Fidâ, Tefsir, c. 2, s. 93.
[130] Zemahşeri, Keşşaf, c. 1, s. 258.
[131] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 351, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 325.
[132] Ebu’l-Fidâ, Tefsir, c. 2, s. 93.
[133] Zemahşeri, Keşşaf, c. 1, s. 258.
[134] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 53, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 325, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 143. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 53, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 325, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 143.
[135] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 53, Nesâî, Sünen, c. 8, s. 287, Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 143.
[136] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 351.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/303-304.
[137] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 1 90, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1570, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 325-326, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 36.
[138] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 133, Nesâı, c. 8, s. 287.
[139] Buhârî,Sahıh,c.5, s. 1 90, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1570.
[140] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 71, 97, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 326, Hâkim, Müstednek, c. 2, s. 32, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 5, s. 327.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/304-306.
[141] İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 8, s. 10, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1119, Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 145.
[142] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 238.
[143] Dârimî, Sünen, c. 2, s. 7, Dârekutnî, Sünen, c. 247.
[144] Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 845, Abdumezzak, Musannef, c. 9, s. 221, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 16, 29, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 242, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1587,1588, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 327, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1124.
[145] Abdumezzak, c. 9, s. 221-222, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 167, Ebu Dâvud, c. 3, s. 327, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 292, İbn Mâce, c. 2, s. 1124-1125, Nesâî, c. 8, s. 300-301, Dârimî, c. 2, s. 39, Dârekutnî, c. 4, s. 250,-251, 254, Beyhakî, c. 8, s. 296.
[146] İbn Ebi Şeybe, c. 8, s. 6-7, Buhârî, c. 6, s. 241, Nesâî, c. 8, s. 313.
[147] Abdurrezzak.c. 9, s. 235, 238, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 35, Ebu Dâvud, c. 3, s. 327, Tirmizî, c. 4, s. 290-291, Mesâf, c. 8, s. 317, Dârimî, c. 2, s. 37.
[148] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 20, Dârimî, c. 2, s. 37.
[149] Abdurrezak, Musannef, c. 9, s. 248, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 20, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 37.
[150] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 176, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 28.
[151] Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 237, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 329, Nesâî, Sünen, c. 8, s. 312-313, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1223, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 39.
[152] Abdurrezzak, c. 9, s. 234, Buhârî, c. 6, s. 243, Dârimî, c. 2, s. 39.
[153] Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 237, Ebu Dâvud, c. 3, s. 329, Nesâî, c. 8, s. 312-13.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/306-307.
[154] Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 143-144.
[155] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 351-352.
[156] Buhârî, c. 5, s. 190, Müslim, c. 3, s. 1570.
[157] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 352.
[158] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 351 -352.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/307-308.
[159] Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 496498, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 361 -362, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 80-81, Suyûtî, Hasâisu’l-kübrâ, c. 1, s. 526-527.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/308-310.
[160] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.d, s. 226-228, Vâkidî’den naklen İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 160-161, Ebu Nuaym ,Delâilü’n-nübüyve, c. 1 , s. 81-82, Bevtıakf, Delâilü’n-nübüvve, c. 4, s. 31-32, Suyûtî, Hasâisu’l-kübrâ, c. 2, s. 7-8.
[161] İbn İshak, İbn Hişam, Sire.c.1, s. 228.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/310-312.