Benî Kurayza Gazası Niçin ve Nasıl Yapıldı?
Peygamberimiz Aleyhselamın Müslümanlara Benî Kurayza Yurduna Hemen Hareket Etmelerini
Emredişi ve Kendisinin de Onlarla Birlikte Yola Çıkışı
İslâm Mücahidlerinin Sayıları ve Yola Çıkışları
Hz. Ali’nin Sancağını Benî Kurayza Yahudilerinin Kalelerinin Dibine Dikişi, Yahudilerin
Peygamberimiz Aleyhisselama ve Mü’minlere Sövüşü
Useyd b. Hudayr’ın Benî Kurayza Yahudilerine Çıkışması
Peygamberimiz Aleyhisselamın Benî Kurayza Yahudilerinin İleri Gelenlerine Seslenişi ve
Karşılıklı Konuşmalar Yapılışı
Benî Kurayza Yahudilerinin Barış İstemeleri
Benî Kurayza Lideri Ka’b b. Esed’in İtirafları ve Benî Kurayza Yahudilerine Teklifleri
Sa’ye Oğullarının Benî Kurayza Yahudilerini Öğütlemeleri
Sa’lebe ve Esid’in Müslüman Olmaları
Amr b. Su’dâ’nın Benî Kurayzaları Kınadıktan ve Öğütledikten Sonra Kaleden Ayrılışı
Benî Kurayza Yahudilerinin Konuşmak ve İşlerini Danışmak Üzere Ebu Lübâbe’yi İstemeleri
Ebu Lübâbe’nin Malının Üçte Birini Keffaret Olarak Tasadduk Edişi
Hz. Ali’nin Benî Kurayza Yahudilerinin Kalelerini Fetih İçin Yemin Edişi
Benî Kurayza Yahudilerinin, Bağışlanmaları çin Evsîlerin Yardımını Dilemeleri
Sa’d b. Muaz’ın Benî Kurayza Yahudileri Hakkında Hüküm Vermek Üzere Getirilişi
Benî Kurayza Yahudileri Hakkında Sa’d b. Muaz Tarafından Verilen Hüküm
Benî Kurayza Yahudileri ve Malları Hakkında Yapılan İşlemler
Tutuklanan Erkeklerin Sayısı
Benî Kurayza Erkekleriyle Kadın ve Çocuklarının Kaldıkları Yerler ve Kendilerine Yiyecek Dağıtılışı
Huyey b. Ahtab’ın Boynu Vurulmak Üzere Getirilişi
Zebir b. Bata ile Aile Efradının Bağışlanışı
Benî Kurayza Yahudileri Kadınlarından Nübâte’nin Boynunun Vuruluşu
Benî Kurayza Yahudilerinden Alınan Ganimetlerin Bölüştürülüşü ve Ganimetten, Savaşacak
Müslümanlar İçin Silahlar ve Atlar Satın Alınışı
Reyhâne Hatunun Peygamberimiz Aleyhisselamın Zevceliğine Nâil Oluşu
Benî Kurayza Yahudilerinin Başlarına Gelenlerin Medine’yi Kuşatan Müşriklere Yardımda
Bulunmalarından İleri Geldiğinin Kur’ân-ı Kerîm’de Açıklanışı ve Mü’minlere Yeni Bir Fethin de
Müjdelenişi
Sa’d b. Muaz’ın Yarası Birdenbire Deşilip Vefat Edişi
Sa’d b. Muaz’ın Yıkanışı ve Kefenlenişi, Cenazesinin Taşınışı, Cenaze Namazının Kılınışı
Sa’d b. Muaz’ın Kabrinin Kazılışı ve Gömülüşü
Hayber Yahudilerinin Telaşlanmaları ve Peygamberimiz Aleyhisselamla Çarpışmak İçin Hzırlanmaları
BENÎ KURAYZA GAZASI
Benî Kurayza Gazası Niçin ve Nasıl Yapıldı?
1. Peygamberimiz Aleyhisselam Medine’ye geldiği zaman, Müslümanlar ile Müslüman olmayanlar arasında umumî bir muahede ve mukavele yapmıştı.
Bu muahede hükümleri arasında: Yahudilerin de mü’minlerie bir topluluk teşkil ettikleri kabul olunmakta; Peygamberimiz Aleyhisselamın izin ve müsaadesi olmadıkça kendilerinin herhangi bir askerî harekâtta bulunamayacakları, ne Kureyşîleri, ne de onlara yardım edenleri hiçbir suretle korumayacakları, Medine’ye bir taarruz vukuunda da elbirliğiyle müdafaada bulunacakları hükmü yer almakta idi.[1]
2. Benî Nadîr Yahudileri, öteden beri, kendilerini Benî Kurayza Yahudilerinden üstün tutarlardı. Benî Kurayza Yahudilerinden biri Benî Nadîr Yahudilerinden birini öldürdüğü zaman, katil kısas
olarak öldürülürdü.
Fakat, Benî Nadîr Yahudilerinden biri Benî Kurayza Yahudilerinden birini öldürecek olursa, yüz vesk (deve yükü) hurma öderdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, nihâî merci sıfatıyla, aynı soydan gelen her iki cemaati eşit muameleye tâbi tutmak suretiyle aradaki imtiyazı kaldırmış, Benî Kurayza Yahudilerini Benî Nadîr Yahudilerinin seviyesine yükseltmişti.[2] Benî Kurayza Yahudileri, bu iyiliğe karşı nankörlük ettiler.
3. Benî Nadîr Yahudileri sözü geçen muahede ve mukaveleyi bozarak Peygamberimiz Aleyhisselama karşı harbe kalkıştıkları zaman, Benî Kurayza Yahudileri de Benî Nadîr Yahudilerine katıldılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam; Benî Nadîr Yahudilerini muhasara ederek yurtlarından sürüp çıkardığı halde, Benî Kurayza Yahudilerini affetti ve yeni bir muahede ile onları yerlerinde bıraktı.[3]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Kurayza Yahudileriyle de, onların muahede yapmaya yetkili adamları olan Ka’b b. Esed’le de muahede yapmış bulunuyordu.[4]
Huyey b. Ahtab’ın Kureyş müşriklerine söylediğine göre; Benî Kurayza Yahudileri Peygamberimiz Aleyhisselama karşı fırsat kollamak ve Kureyş müşriki eriyle işbirliği yapmak üzere Medine’de oturmak ta idiler.[5]
Müşrik orduları gelip Müslümanları kuşattıkları zaman, Benî Kurayza Yahudileri, müşterek vatan larını koruyacakları, Müslümanlara yardım edecekleri yerde, aradaki muahedeyi bozmuşlar,[6] muahede yazısını yırtmışlar,[7] Amr b. Su’dâ gibi bazı insaflı kimselerin “Eğer ona yardım etmeyecekseniz, bari kendisini düşmanlarıyla başbaşa bırakınız!” yollu öğütlerini de dinlememişlerdi.[8] Peygamberimiz Aleyhisselamın göndermiş olduğu tahkik ve sulh heyeti, onları işitmiş oldukların- dan daha kötü ve azgın bir tutumda buldular.[9] İşler kızışıp harbe dönüşmeden önceki hallerine dön meleri ve Huyey b. Ahtab’ın sözünü dinlememeleri için onlara and verdiler.
Ka’b b.Esed:
“Hiçbirzaman o barışıklık haline dönmeyeceğiz! Ben o barışıklığı şu ayağımdaki sandalın orta parmağıyla yanındaki parmak arasına geçen tasması gibi kopanp atmış bulunuyorum!” dedi.[10]
Benî Kurayza Yahudileri de:
“Resûlullah da kim oluyormuş?! Muhammed’le aramızda ne ahid vardır, ne de akid!” dediler.[11]
Peygamberimiz Aleyhisselama sövdüler:
“Muhammed, kendisine diş bileyenler birleşip çevresinde halkalandıkları zaman, bize adamlar salıp sulh ve muahede istiyor!
Hayır! Hayır!
Onun üzerine hep birden saldırıp kendisini avlamak için and içilmiştir!
Biz de, o kardeşlerimize muhakkak arka ve yardımcı olacağız!” dediler.[12]
Bu, Benî Kurayza Yahudilerinin muahedeyi ikinci bozuşları idi.
Onlar, muahedeyi bozmakla, Peygamberimiz Aleyhisselamı ve Müslümanları en nâzik ve tehlikeli bir sırada, ölüm kalım savaşlarında yardımsız ve yalnız bırakmış; müşterek vatanın düşmanların eline düşüp talan edilmesine rıza göstermiş oluyorlardı.
7. Benî Kurayza Yahudileri, bu kadarla da kalmadılar.
Medine’yi yağmalamak ve başta Peygamberimiz Aleyhisselam olmak üzere Müslümanları ve Müslümanlığı ortadan kaldırmak için Medine’ye gelen düşmanlarla anlaşma yaptılar. Onlara yardım ettiler. Müslümanları birtaraftan da onlarkuşattılar.[13]
8. Mekke müşriklerine; Ebu Süfyan’a ve Uyeyne b. Hısn’a: “Siz sebat ediniz! Biz Müslümanları şehirlerinde arkalarından vuracağız!” diyerek haber saldılar.[14]
9. Huyey b. Ahtab’ı müşriklere göndererek, Medine’ye geceleyin baskın yapmak üzere, Kureyşîler ile Gatafanlardan biner kişi istediler. [15]
10. Medine’ye, geceleri baskın yapmak üzere, keşif birlikleri göndermekten geri durmadılar. [16] Benî Kurayza Yahudilerinin müşriklere yardım ettikleri Kur’ân-ı Kerîm’de de açıklanmış bulunmak tadır. [17]
Müslümanlar Hendekten dönüp Medine’ye, evlerine gelince, silahlarını çıkardılar.[18]
Peygamberimiz Aleyhisselam da, Hendekten Medine’ye döndüğü zaman Hz. Âişe’nin evine geldi.[19] Üzerinden silahını çıkarıp yere koydu.[20] Vakit öğle vakti idi.[21] Yıkanmak üzere, gusulhâneye girmişti.[22] Başını yıkadı.[23] Gusletti. Buhurlanmak için, buhurdanlığını getirtti.[24]
O sırada, başına beyaz bir sarık sarmış, eğerinin üzeri atlas örtülü bir katıra binmiş olduğu halde, Cebrail Aleyhisselam geldi.[25]
Cebrail Aleyhisselamın sarığının taylasanı iki omuzunun arasına salınmıştı. Sırtında da zırh gömlek vardı.[26]
Cebrail Aleyhisselam Mescidin kapısında, cenazelerin konulduğu yerin yanında durdu.[27] Başından tozlan silkti[28] ve:
“A! Ey Allah’ın Resûlü! Sen silahını çıkardın mı?! dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet!” buyurdu.[29]
Cebrail Aleyhisselam:
“Vallahi, biz daha silahlarımızı çıkarınadık![30]
Düşman senin üzerine geleliden beri,[31] melekler silahlarını çıkarmadılar ve müşrikleri takip etmedikçe de dönmediler![32]
Kalk, silahını kuşan![33] Onların üzerine yürü!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Nereye? Kimlerin üzerine?” diye sordu.
Cebrail Aleyhisselam:
“İşte, oraya!” dedi ve eliyle de Benî Kurayzalara doğru işaret etti.[34]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ashabım çok yorulmuşlardır! Birkaç gün onların dinlenmelerini beklesen olmaz mı?” dedi.[35]
Cebrail Aleyhisselam:
“Yâ Muhammed! Yüce Allah, Benî Kurayza üzerine hemen yürümeni sana emrediyor! Şimdi ben yanımdaki meleklerle onların kalelerine gidiyorum![36] Allah onları düz ve sert taş üzerine yumurtayı çarpar gibi çarpacaktır![37]
Ben binitimi onların kalelerinde üzerlerine sürüp kendilerini perişan ve darmadağın edeceğim!” diyerek dönüp gitti.[38]
Enes b. Malik der ki:
“Cebrail Aleyhisselamın kumandası altındaki melek süvarileri Ensardan Ganm oğullarının sokaklarından geçip giderlerken yerden kalkan tozlan şimdi bile görür gibiyimdir!”[39]
Peygamberimiz Aleyhselamın Müslümanlara Benî Kurayza Yurduna Hemen Hareket Etmelerini
Emredişi ve Kendisinin de Onlarla Birlikte Yola Çıkışı
Cebrail Aleyhisselam gider gitmez, Peygamberimiz Aleyhisselam sıçrayıp ayağa kalktı[40] ve halka şöyle seslenmesini Bilal’e emir buyurdu:[41]
“İşiten ve itaat eden kişi, ikindi namazını Benî Kurayza yurdundan başka yerde kılmasın![42] Ey Allah süvarileri! Siz de atlarınıza bininiz!”[43]
Peygamberimiz Aleyhisselam takyesini, miğferini, zırhını getirtti. Takyesini ve miğferini başına geçirdi. Zırhını sirtona giydi. Kılıcını beline bağladı. Kalkanını arkasına çevirdi. Mızrağını eline aldı. Atına bindi.
Kendisinin yanında iki, üç atı bulunuyordu. Bindiği, Lahf veya Lühayf isimli atı idi.[44]
Hz. Ali’yi çağırdı.
Sancağı ona verdi ve önden onu yola çıkardı .[45]
Abdullah b. Ümmi Mektum’u Medine’de yerine vekil bıraktı.[46]
İslâm Mücahidlerinin Sayıları ve Yola Çıkışları
İslâm mücahidlerinin sayısı 3000 idi. 36 süvarileri vardı.[47]
İslâm mücahidlerinin Benî Kurayza gazası sırasındaki yiyeceklerini de, Sa’d b. Ubâde, develere yüklediği hurmalarla karşıladı.[48]
Müslümanlar hemen silahlandılar, süvariler de atlarına bindiler.
Süvariler ve piyadeler, Peygamberimiz Aleyhisselamı aralarına aldılar.[49]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Cebrail Aleyhisselamin izi sıra yola çıktı .[50]
Peygamberimiz Aleyhisselam Benî Kurayza yurduna erişmeden önce Benî Kurayzaların yurdu üzerinde bulunan Savreyn’de ashabından bazı kişilere rastlamıştı.[51]
Mescidin komşusu Ganm oğulları idi.[52] Harise b. Numan da onların içinde bulunuyordu. Hepsi silahlanmış ve dizilmişlerdi.[53]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
“Yanınızdan bir kimse geçip gitti mi?” diye sordu.
“Evet yâ Rasûlallah! Eğerinin üstüne atlas kadife örtülmüş ak bir katır üzerinde Dıhyetü’l-Kelbî yanımızdan geçip gitti.[54] Silahlanmamızı bize emretti. Silahlarımızı yanımıza aldırdı. Bizi de saf yaptı ve:
‘Şimdi size Resûlullah Aleyhisselam gelecektir!1 dedi” dediler.[55]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“O, Cebrail Aleyhisselam idi!
Kalelerini sarsmak, kalblerine korku salmak için Benî Kurayzalara gönderilmişti” buyurdu.[56]
Bundan sonra, asıl Dıhyetü’l-Kelbî gelip onların yanlarından geçti.[57]
Dıhyetü’l-Kelbî suretinde görülen Cebrail Aleyhisselamın yüzü ve sakalı tamamıyla Dıhyetü’l-Kelbî’nin yüzüne ve sakalına benziyordu.[58]
Harise b. Numan:
“Hayatım boyunca Cebrail Aleyhisselamı iki kere görmüşümdür.
Biri Savreyn gününde, diğeri de Huneyn’den dönüşümüz gününde, cenazelerin konulduğu yerde idi” derdi.[59]
Hz. Ali’nin Sancağını Benî Kurayza Yahudilerinin Kalelerinin Dibine Dikişi, Yahudilerin
Peygamberimiz Aleyhisselama ve Mü’minlere Sövüşü
Hz. Ali, Benî Kurayza Yahudilerinin kalelerine yaklaştı. [60] Sancağını kalenin dibine dikti.[61] Benî Kurayza Yahudileri, kalenin üzerinden, Peygamberimiz Aleyhisselama ve mü’minlene sövmeye başladılar.[62] Mü’minlene yalancılık ve sihirbazlık isnad ettiler. Peygamberimiz Aleyhisselama ve Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcelerine dil uzattılar.[63]
Ebu Katâde der ki:
“Biz onlara karşılık vermeyip sustuk.
‘Onlarla aramızdakini kılıç halledecektir!1 dedik.
Ali b. Ebu Talib, sancağı beklememi bana emretti.”[64]
Hz. Ali, Benî Kurayza Yahudilerinin Peygamberimiz Aleyhisselama ve zevcelerine çirkin sözler söylediklerini işitince,[65] hemen geri dönüp:
“Yâ Rasûlallan! Şu pislerin, kötülerin yakınlarına kadar senin varman gerekmez!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ne için gerekmez?” diye sordu.[66]
Hz. Ali Yahudilerden işittiği çirkin sözleri tekrarlamaya utandı, sustu.[67]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sanırım ki; sen onlardan beni üzecek birtakım laflar işitmişsindir?” buyurdu.
Hz. Ali:
“Evet yâ Rasûlallah!” dedi.[68]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Musa Peygamber bundan daha ağın ile karşılaşmış, daha çok üzülmüştü.
Git! O Allah düşmanları[69] beni görecek olurlarsa, söylemiş oldukları kötü şeylerden hiçbirini söyleyemeyeceklerdir!” buyurdu.
Benî Kurayza Yahudilerinin mallarının bulunduğu nahiyedeki kuyularından Üna veya Enna veya Enni diye anılan kuyunun başına indi.
Benî Kurayza Yahudilerinin kalelerine yaklaştı .[70]
Useyd b. Hudayr’ın Benî Kurayza Yahudilerine Çıkışması
Useyd b. Hudayr, Peygamberimiz Aleyhisselamdan önce davranıp:
“Ey Allah düşmanları! Sizler açlıktan ölünceye kadar, kalenizi kuşatmaktan ayrılmayacağız! Sizler ancak yuvalarına tıkılmış tilki hükmündesiniz!” dedi. Benî Kurayza Yahudileri:
“Ey Hudayr’ın oğlu! Biz Hazrecîlerin değil, sizin müttefikiniz bulunuyoruz!” dediler ve korktular. Useyd b. Hudayr “Artık sizinle aramızda ne ahid, ne de antlaşma vardır!” dedi.[71]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Benî Kurayza Yahudilerinin İleri Gelenlerine Seslenişi ve
Karşılıklı Konuşmalar Yapılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, kale dibine kadar vardı. Sahabiler, Peygamberimiz Aleyhisselamı kalkanı arıyla korumakta idiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, kaledeki Yahudilerin ileri gelenlerinden bazı lan na-isimlerini anarak-seslendi. İsimleri anılan Yahudi eşrafı, kalenin burcuna çıkarak:
“Ey Ebu’l-Kasım! Ne var? Ne istiyorsun?” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey maymunların kardeşleri! Allah sizi rahmetinden uzak kılsın![72]
Nihayet Allah sizi hor, hakîr kıldı mı? Belâsını, azabını üzerinize indirdi mi?[73]
Demek, siz bana sövüyorsunuz ha?!” buyurdu.[74]
Yahudiler
“Musa’ya indirilmiş olan Tevrat üzerine yemin ederiz ki, biz sana böyle birşey yapmadık!” diye karşılık verdiler.[75]
Birbirlerine de:
“Bu, Ebul-Kasım. O bize şimdiye kadar böyle ağır kelimelerle konuşmamıştı!” dediler.[76]
Peygamberimiz Aleyhisselama da:
“Ey Ebu’l-Kasım! Sen sözünü bilmezlerden değildin![77] Sen bundan önce hiç ağır kelime kullanmazdın!” dediler.[78]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Yahudilerden bu sözleri işitince, onlara o kadarcık söylemiş olduğundan bile utandı. Asası elinden, ridası omuzundan düştü.[79] Bunun, kendisinin aleyhinde söylemiş oldukları çirkin ve üzücü sözlerinden ileri geldiğini onlara hatırlattı.[80] Kendilerini Müslümanlığa davet etti. Onlar yanaşmadılar.[81]
“Öyleyse, Allah’ın ve Resûlünün emrine boyun eğerek kaleden ininiz! Teslim olunuz!” buyurdu.
“Hayır ey Ebu’l-Kasım!” dediler. Bu teklifi de reddettiler. [82]
Bunun üzerine, çarpışma başladı.[83]
Peygamberimiz Aleyhisselam, sabahleyin okçuların yanına vardı. Onları savaş düzenine koydu. Okçular Benî Kurayza Yahudilerinin kalelerini sardılar. Mücahidler oklarını Yahudilere yetiştirebilecekleri yerde durarak ok ve taş yağdırmaya başladılar.
Benî Kurayza Yahudileri de, kalelerinden, mücahidlere en şiddetli şekilde ok ve taş yağdırdılar.
Münafıklar, Benî Kurayza Yahudilerine:
“Siz teslim olmayınız!
Medine’den çıkıp gitmenizi isterlerse, çıkıp gitmeyiniz!
Müslümanların isteklerine yanaşmayacak ve çarpışmakta devam edecek olursanız, biz size canımızla, silahlarımızla yardım ederiz!
Sizin yanınızda bulunur, malımızı ve canımızı sizden esirgemeyiz!
Size, hiçbirimiz, hiçbir zaman aykırı davranmayız.
Eğer Medine’den çıkarılacak olursanız, sizden sonra Medine’de biz de kalmayız. Kısa bir müddet sonra, gelir, size kavuşuruz!” diyerek gizlice haber saldılar.[84]
Benî Kurayza Yahudileri, kalelerinde 15 gün[85] veya 25 gece kuşatıldı. [86]
Kendilerini kalelerinde olanca sıkıntı ve üzüntü tuttu.[87]
Muhammed b. Mesleme der ki:
“Benî Kurayza Yahudilerini en sıkı bir şekilde kuşattık, kuş uçurmadık!
Bir gün, fecirden önce kalelerinin dibine kadar sokulup, akşama kadar hiç aynlmadan, onlara oklar yağdırdık.
Resûlullah Aleyhisselam, bizi cihada ve güçlüklere katlanmaya teşvik etti durdu.
Geceyi bulunduğumuz yerde geçirdik. Bizimle çarpışmayı bırakmadıkça Benî Kurayza Yahudilerinden el çekmedik ve karargâhımıza dönmedik.
Benî Kurayza Yahudileri yok edileceklerine kanaat getirdiler.[88] Münafıkların va’d ettikleri yardımdan da umutlarını kestiler.[89]
Kuşatmanın uzaması, şiddetlendihlmesi onları iyice sıkmaya başladı. Allah da, kalblerine korku düşürdü.”[90]
Benî Kurayza Yahudilerinin Barış İstemeleri
Benî Kurayza Yahudileri, çaresiz kalınca:
“Konuşalım!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Olur!” buyurdu.
Bunun üzerine, Benî Kurayza Yahudileri, Peygamberimiz Aleyhisselamla konuşmak üzere, Nebbaş b. Kays’ı kalelerinden aşağı indirdiler.
Nebbaş:
“Yâ Muhammedi Benî Nadîr Yahudilerinin teslim oldukları veçhile, mallar ve silahlar senin olsun!
Kanımızı dökme, esirge!
Kadınlarımız ve çocuklarımızla birlikte memleketinden çıkıp gidelim.
Her çeşit silah hariç olmak üzere, her aile için, bir devenin taşıyabileceği gerekli şeyleri götürmemize müsaade et!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Nebbaş’ın bu teklifini kabul etmedi.
Nebbaş:
“Öyleyse, kanlarımızı esirge, dökme!
Kadınlarımızla çocuklarımızı bize teslim et.
Develere mal yükleyip götürmek de bize gerekmez” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hayır! Kayıtsız şartsız hükmüme boyun eğmekten, teslim olmaktan başka çareniz yok!” buyurdu.
Nebbaş, Peygamberimiz Aleyhisselarından aldığı cevapla adamlarının yanına döndü.[91]
Benî Kurayza Lideri Ka’b b. Esed’in İtirafları ve Benî Kurayza Yahudilerine Teklifleri
Benî Kurayza Yahudilerinin liderlerinden Ka’b b. Esed:
“Ey Yahudi topluluğu! Şu gördüğünüz felâket başımıza gelip çatmış bulunuyor!
Ben size üç şey öneriyorum: Onlardan hangisini isterseniz, onu yapınız!” dedi.
Benî Kurayza Yahudileri:
“Nedir onlar?” diye sordular.
Ka’b b. Esed:
“Üç önerimden birisi; şu adama [Peygamberimiz Aleyhisselam kasd ediliyor] tâbi olur, kendisinin peygamberliğini doğrularız.
Vallahi, belli olmuştur ki; o, sizin için gönderilmiş bir peygamberdir ve elbette Kitabınızda vasfını yazılı bulduğunuz zâttır.
Kendisine iman edecek olursanız, kanlarınızın, mallarınızın, çocuklarınızın, kadınlarınızın güvenliğini sağlamış olursunuz![92]
Bizi ona tâbi olmaktan alıkoyan, ancak Araplara karşı duyduğumuz kıskançlıktır ve onun İsrail oğullarından gelen bir peygamber olmayışındandır.
Halbuki, bu, Allah’a ait bir iştir.
Ben onunla olan muahedeyi de istemeyerek bozdum.
Gerek bizim başımıza, gerek kendi kavminin başına gelen bütün belâlar, felâketler, ancak şu oturan adamın [Huyey b. Ahtab’ın demek istiyor] yüzündendir!
Onun kavmi, bizden de düzgündü.
Muhammed, onlardan, kendisine tâbi olanlardan tek kişi bile bırakmadı, hepsini sürgün etti.
İbn Hıraş’ın yanınıza geldiği zaman size söylediği şeyler hatırınızda değil midir? O:
‘Ben Şam gibi her türlü yiyeceği, içeceği getir diye istenilebilen bolluk bir yeri bırakıp su kırbasından, hurma ve arpadan başka birşeyi bulunmayan bir yere geldim!1 demişti.
Kendisine ‘Bununla ne demek istiyorsun?’ diye sorulunca, o:
‘Şu kariyyeden (Mekke’den) bir peygamber çıkacaktır!
Eğer ben sağ iken çıkarsa, ona tâbi olur, yardım ederim.
Eğer benden sonra çıkarsa, siz ona karşı hile ve aldatma yoluna gitmekten sakınınız! Ona tâbi olunuz!
Onun yardımcıları ve dostları olunuz!
Böylece, her iki Kitaba, hem önceki, hem sonraki Kelamlara iman etmiş olursunuz!’ dememiş mi idi?
Gelin, ona tâbi olalım. Getirip tebliğ ettiği şeyleri doğrulayalım da, kanlarımızı, çocuklarımızı, kadınlarımızı ve mallarımızı güvenliğe ve selâmete çıkaralım. Onun yanında, sahabileri mevkiinde bulunalım” dedi.
Benî Kurayza Yahudileri:
“Biz, bizden başkasına tâbi olmayız!
Biz, Kitab ve peygamber sahibi bir topluluğuz.
Biz, bizden başkasına tâbi olmayız![93]
Biz hiçbir zaman ne Tevrat’ın hükmünden ayrılırız, ne de onu başka birkitabla değiştiririz!” dediler.
Ka’b b. Esed:
“Madem benim bu önerimi kabul etmiyorsunuz, geliniz, çocuklarımızı ve kadınlarımızı öldürelim, arkamızda bir ağırlık bırakmayalım, sonra da kılıçlarımızı sıyırıp Muhammed ile ashabının üzerine yürüyelim. Allah aramızda hükmünü verinceye kadar Muhammed’le çarpışalım!
Ölürsek, arkamızda korkacağımız bir nesil bırakmamış olarak ölmüş oluruz.
Eğer galip olursak, vallahi, yeniden kadınlar edinebilir, evlatlar yetiştirebiliriz” dedi.
Benî Kurayza Yahudileri:
“Şu zavallıları ellerimizle öldüreceğiz ha?!
Onları öldürdükten sonra, bizim için, yaşamanın ne hayn, ne kıymeti kalır?” dediler.[94]
Huyey b. Ahtab, Ka’b b. Esed’in bu husustaki teklifine güldü ve:
“Şu zavallıların günahı nedir (ki öldürülecekler)!?” dedi.[95]
Ka’b b. Esed:
“Eğer bu öneriyi de kabul etmiyorsanız, bu gece Cumartesi gecesidir!
Bu gecede, Muhammed ile ashabı herhangi bir harekette bulunmayacağımızdan emin ve gafil, hazırlıksız bulundukları bir sırada, ansızın kaleden aşağı inerek Muhammed ile ashabı hakkındaki matlubumuza nail olabiliriz!” dedi.
Benî Kurayza Yahudileri:
“Biz demek bu gece birşeyler yapacağız, Cumartesi çalışma yasağımızı bozacağız ha?!
Sen de bilirsin ki: Bizden önce kim böyle birşey yaptıysa, muhakkak mesh [hayvana çevrilme] felâketine uğramıştır!” dediler.
Bunun üzerine, Ka’b b. Esed:
“İçinizden hiçbir adam, anasından doğalı beri, zaman boyunca, bir gece bile gecelemem iştir!” dedi.[96]
Huyey b. Ahtab:
“Ben seni buna, Kureyşîlerve Gatafanlarla birlikte çarpışmada bulunmak üzere davet etmiştim de, Cumartesi gününün yasaklığını bozmuş olmayı ileri sürerek yanaşmamıştın!? Eğer sen benim sözümü dinleseydin, Yahudiler de dinlerler ve bu işi yaparlardı” dedi.
Benî Kurayza Yahudileri:
“Biz Sebt gününün yasaklığını bozam ayız!” diyerek bağırıştılar.
Nebbaş b. Kays:
“Onları ansızın nasıl baskın yapıp öldürürüz? Sen onların her gün işlerinin şiddetlendiğini görmüyor musun? Onlar önceleri ancak çarpışmak için gündüzleri bizi kuşatıyor, geceleri dönüp karargâhlarına gidiyorlardı. O zaman, sen, ‘Onlar bizi geceleri de kuşatacak olurlarsa, halimiz nice olur?!’ diye bir söz söylemiştin.
İşte, şimdi onlar gece ve gündüz bizden ayrılmıyorlar!
Nasıl ve ne gibi bir baskınla onları öldürebileceğiz?!
Bu, doğrusu, büyük ve çetin bir öldürülme hadisesidir! Bir belâ ve ibtilâdır ki, bize takdir ve hükmedilmiştir!” dedi.
Birbirlerine ileri geri sözler söylemeye başladılar. Elleri yanlarına düştü. Yaptıklarına son derecede pişman oldular.[97]
Sa’ye Oğullarının Benî Kurayza Yahudilerini Öğütlemeleri
Sa’ye’nin oğulları Salebe ve Esîd ile bunların amcalarının oğlu Eseci b. Ubeyd:
“Ey Benî Kurayza cemaati! Vallahi, siz iyi bilirsiniz ki; o, Resûlullahtır. Kendisinin sıfatları da bizce malumdur.
O sıfatları bize hem kendi bilginlerimiz, hem Benî Nadîr bilginleri söylemişlerdir.
O bilginlerin ilki de, şu Huyey b. Ahtab ile bizim katımızda halkın en doğru sözlüsü olan İbn Heyyeban’dır.
O, öleceği sırada, bu peygamberin sıfatlarını bize haber vermişti” dedi.[98]
Benî Kurayza Yahudileri:
“Bu, o gelecek peygamber değildir!” dediler.
Sa’ye oğulları:
“Evet! Vallahi, bu, o gelecek olan peygamberin sıfatlarındadır![99] Allah’tan korkunuz! Ona iman ediniz!” dediler.[100]
Benî Kurayza Yahudileri:
“Biz Tevrat’tan ayrılmayız!” dediler. [101]
.
Sa’lebe ve Esid’in Müslüman Olmaları
Asım b. Ömer b. Katâde der ki:
“Bana Benî Kurayza halkının yaşlılarından bir adam:
‘Sen Benî Kurayzaların kardeşi Benî Hedl’den Salebe b. Sa’ye, Esîd b. Sa’ye ve Esed b. Ubeyd’in nasıl Müslüman olduğunu biliyor musun?1 diye sordu.
Ben:
‘Hayır! Vallahi bilmiyorum!’ dedim.
Benî Kurayzanın yaşlılarından olan zât dedi ki:
‘Şamlı bir Yahudi vardı. Ona İbn Heyyeban denirdi.
İslâmiyetten iki yıl önce, bu zât bizim yanımıza geldi. Aramıza girdi, hepimizin üstünü oldu.
Hayır! Vallahi, beş vakit namaz kılmayanlar arasında, hiçbir zaman, ondan daha faziletli ve daha üstün bir adam görmedik!
O, yanımızda oturdu, kaldı.
Yağmursuzluktan kıtlığa uğradığımız zaman, ona:
‘Ey İbn Heyyeban! Bizim için yağmur duasına çık!’ derdik.
O da:
‘Hayır! Vallahi, zekât ve sadakanızı getirip önüme koymadıkça, olmaz!’ derdi.
Kendisine:
‘Zekât ve sadaka ne kadardır?’ diye sorardık.
O da:
‘Hurmadan bir sa’, yahut arpadan iki müd!’ derdi.
Bunu kendisine götürürdük.
O da, kayalığımızın üstüne çıkar, Allah’tan bizim için yağmur dilerdi.
Vallahi, bulunduğumuz yerden daha ayrılmadan, yağmura tutulur ve sulanırdık.
Bunu iki veya üç kere değil, defalarca yapmıştı.
Sonra, aramızda, o ölüm döşeğine düştü.
Öleceğini anlayınca:
‘Ey Yahudi cemaati! Yemesi içmesi bol bir yerden, beni bu yoksulluk ve açlık yurduna getirenin ne olduğunu sanırsınız?’ diye sordu.
‘Sen daha iyi bilirsin!’ dedik.
‘Ben bu memlekete, ancak, gelme zamanı çok yaklaşmış bulunan ve buraya hicret edecek olan O Peygamberi gözlemek üzere geldim!
Onun yakında peygamber olarak gönderilmesini ve benim de ona tâbi olmamı umuyorum,
Onun gelme zamanı size çok yakındır.
Ey Yahudi cemaati! Ona tâbi olmakta sizi kimse geçmesin!
Çünkü, o, kendisine aykın hareket edenlerin kanlarını dökmek, çocuklarını ve kadınlarını esir etmek yetkisiyle gönderilecektir!
Siz bu hususta ondan korunamazsınız!’ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam peygamber olarak gönderildiği ve Benî Kurayza Yahudilerini kuşattığı zaman, yetişmiş, delikanlılık çağında bulunan bu gençler’Ey Kurayza oğulları! Evet! Vallahi, bu, gelecek olan O Peygamberin sıfatındadır!’ dediler, geceleyin kaleden inip Müslüman oldular, kanlarını, mallarını, çoluk çocuklarını kurtardılar.'”[102]
Bunlar, ne Kurayza, ne de Nadîr oğulları soyundandı.
Fakat, yukarı kuşaklarda, onların amcaoğulları soyundan gelmiş oluyorlardı.[103]
Bunlar da, Abdullah b. Selam gibi, Peygamberimiz Aleyhisselamın peygamberliğine inanan ve Yahudileri İslâmiyete teşvik eden Yahudi bilginlerinden idiler. [104]
Amr b. Su’dâ’nın Benî Kurayzaları Kınadıktan ve Öğütledikten Sonra Kaleden Ayrılışı
Amr b. Su’dâ, Benî Kurayza Yahudilerine:
“Ey Yahudi cemaati! Muhammed’in size vermiş olduğu söze karşı, siz de, onun düşmanlarından hiçbir kimseye yardım etmemek, kendisini ansızın gelip bastıracak ve kuşatacak olanlara karşı ona yardımda bulunmak üzere söz vermiştiniz!
Siz aranızdaki bu muahedeyi bozdunuz!
Ben sizin bu hainliğinize girmedim ve katılmadım.
Eğer onun dinine girmekten kaçınıyorsanız, Yahudilikte kalınız, ona cizye, haraç veriniz.
Fakat, o bunu kabul eder mi, yoksa etmez mi, orasını pek bilemem!” dedi.
Benî Kurayza Yahudileri:
“Biz Araplara haraç verme zilletini yüklenmeyiz, kabul etmeyiz. Ölmek, bize bundan daha hayırlıdır!” dediler.
Amr b. Su’dâ:
“Ben sizden, sizin tutum ve davranışınızdan uzağım!” dedi ve o gece Saye oğulları ile birlikte kaleden indi.[105]
Kaleden indiği zaman, Muhammed b. Mesleme’nin kumandası altındaki devriye koluna rastladı. Muhammed b. Mesleme, onun karaltısını görünce:
“Kim o?” diye sordu.
Amr b. Su’dâ:
“Ben Amrb. Su’dâyım!” dedi.
Muhammed b. Mesleme:
“Ey Allah’ım! Beni kerîm olan kişilerin hatalarını gidermekten mahrum bırakma!” diyerek onun yolunu açtı, kendisini istediği yere gitmekte serbest bıraktı.
Amr b. Su’dâ da, o gece Medine’ye doğru yönelip gitti. Resûlullah Aleyhisselamın Mescidinin kapısına kadar geldi.[106]
Geceyi Mescidde geçirdi.[107] Sabaha çıkınca kendisinin yeryüzünden nereye yönelip gittiği, bugüne kadar bilinemedi.
Amr b. Su’dâ’nın hali Peygamberimiz Aleyhisselama anlatılınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ahde vefakârlığından dolayı Allah’ın kurtardığı bir adamdır o!” buyurdu.[108]
Benî Kurayza Yahudilerinin Konuşmak ve İşlerini Danışmak Üzere Ebu Lübâbe’yi İstemeleri
Kuşatma, son derecede şiddetlendirilmişti.[109]
Benî Kurayza Yahudileri:
“İşimizi konuşmak ve danışmak üzere, Amrb. Avf’ın kardeşi Ebu Lübâbe b. Abdulmünzir’i bize gönder!” diyerek Peygamberimiz Aleyhisselama haber saldılar.[110]
Ebu Lübâbe’nin malları, ailesi ve çocukları, Benî Kurayzaların yurdunda bulunuyordu.[111]
Ebu Uübâbe der ki:
“Resûlullah Aleyhisselam beni çağırdı.
‘Müttefiklerinin yanına git! Onlar, Evsîler arasında seni istediler1 buyurdu.
Kuşatma şiddetlendirildi ği sırada, onların yanlarına vardım. [112]
Benî Kurayzanın erkekleri, beni görünce, kalkıp karşıladılar. Kadınlar ve çocuklar, ağlayarak benden yardım umdular.
‘Ebu Lübâbe! Biz, bütün halka karşı senin müttefikin bulunuyoruz!’ dediler.
Ka’b b. Esed:
‘Ebu Beşîr! Hadâikve Buas günlerinde senden ve kavminden dolayı bize neler yapıldığını biliyorsun.
Siz her çarpışmada orada idiniz.
Kuşatma bize şiddetlendirildikçe şiddetlendirildi, mahvolduk!
Biz kendisinin hüküm ve emrine uyarak teslim olmadıkça, Muhammed kalemizden ayrılmamıza yanaşmayacaktır!
Ne olur, üzerimizden ayrılsa da, Şam’a veya Hayber’e çıkıp gitsek, yahut kendisinin toprağında bulunmasak ve kendisine karşı hiçbir zaman toplantı ve yığınak yapmasak olmaz mı?1 dedi.
Huyey b. Ahtab’a işaret ederek:
‘Bu sizin yanınızda bulundukça, helâket ve felâket sizi bırakmayacaktır!’ dedim.
Ka’b b. Esed:
‘Vallahi, o bana getireceğini getirdi, sonra da onu benden geri çevirmedi’ dedi.
Huyey b. Ahtab:
‘Ben ne yaptım? Nihayet, seni bu işe karışmaya isteki en d irdi m.
Seni kendim yanılttığım ve üzüntüye soktuğum için de, senin başına gelecek felâket benim başıma da gelecektir!’ dedi.”
Benî Kurayza Yahudileri:
“Ey Ebu Lübâbe! Senin görüşün nedir? Sen ne yapmamızı emredersin?
Bizde çarpışmaya takat ve güç yok!
Ey Ebu Lübâbe! Muhammed’in emrine, hükmüne boyun eğerek teslim olmamızı sen uygun görür müsün?” dediler.
Ebu Lübâbe:
“Evet!” dedi ve eliyle de boğazına işaret etti ve “Bu, boğazlanmaktır!” dedi.[113]
“Muhammed Aleyhisselamın hükmüne göre teslim olursanız, sizi boğazlar!” demek istedi. [114]
Ebu Lübâbe der ki:
“Vallahi, onların yurdundan daha ayaklanm ayrılmamıştı ki, bu hareketimle Allah’a ve Allah’ın Resûlüne karşı hainlik etmiş olduğumu anladım! [115] Çok nadim ve pişman oldum. ‘İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn!’ dedim.
Ka’b b. Esed, bana:
‘Ey Ebu Lübâbe! Sana ne oldu?’ dedi.
‘Allah’a ve Allah’ın Resûlüne hainlik ettim!’ dedim.
Gözlerimden akan yaşlar sakalımı ıslattı.
Kaleden aşağı indim.
Halk benim dönüşümü bekliyorlardı.
Ben kalenin arkasından başka bir yol tutup, Mescide kadar gittim. Mesciddeki direğe kendimi bağlattım![116]
‘Allah kalbimi biliyor!’ dedim.
‘Allah bana nasuh birtevbe ihsan edinceye kadar, vallahi ben Resûlullah Aleyhisselamın yüzüne de bakamam![117]
Allah işlediğim günahtan tevbemi kabul etmedikçe, bu yerimden ayrılmayacağım!
Artık ben bir daha ne Benî Kurayzalara yaklaşırım, ne de içinde Allah’a ve Allah’ın Resûlüne hainlik ettiğim bir memleketi görmek isterim!’ dedim.”
Yüce Allah, bu hususta indirdiği âyette şöyle buyurdu:
“Ey iman edenler! Allah’a ve Allah’ın Resûlüne hainlik etmeyiniz! Siz kendi emanetlerinize bile bile hainlik eder misiniz?!”[118]
Ebu Lübâbe’nin kendisini bağlattığı direk, Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Ümmü Seleme’nin kapısının önünde idi.
Hava çok sıcaktı.
Ebu Lübâbe, geceli gündüzlü bir hafta, üzüntüsünden hiçbir şey yemedi ve içmedi.
Nihayet, kendisinin kulakları işitmez oldu.[119]
Benî Kurayza Yahudilerinin kalesinden karargâha dönmesi gecikince, Ebu Lübâbe’nin işini Peygamberimiz Aleyhisselama anlattılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Eğer o doğruca benim yanıma gelmiş olsaydı, kendisinin yarlıganmasını Allahtan dilerdim.
Madem ki o yapacağını yapmış, kendisini bağlatmış bulunmaktadır.
Artık, Allah tevbesini kabul edinceye kadar, ben onu bulunduğu yerden salıveremem!” buyurdu.
Ebu Lübâbe, altı gece, Mescidin hurma gövdesinden dikilmiş direğinde bağlı kaldı.
Her namaz vaktinde, zevcesi gelerek namaz için onun bağını çözer, namaz kıldıktan sonra da onu tekrar direğe bağlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Ümmü Seleme’nin evinde bulunduğu sırada, Ebu Lübâbe’nin tevbesinin kabul olunduğu hakkında âyet indi.
İnen âyette şöyle buyuruldu:
“Onlardan diğer bir kısmı da, günahlarını itiraf ettiler.
Onlar iyi bir ameli başka bir kötü ile karıştırmışlardır.
Ola ki, Allah onların tevbelerini kabul eder.
Çünkü, Allah çokyarlıgayıcıdır, çok esirgeyicidir.”[120]
Hz. Ümmü Seleme derki:
“Seher vakti, Resûlullah Aleyhisselamın güldüğünü işittim.
‘Yâ Rasûlallah! Ne için gülüyorsun? Allah senin dişlerini güldürsün!1 dedim.
‘Ebu Lübâbe’nin tevbesi kabul olundu!’ buyurdu.
‘Yâ Rasûlallah! Müjdeleyeyim mi?’ diye sordum.
‘Olur! Müjdelemek istiyorsan, müjdele!’ buyurdu.”
Bunun üzerine, Hz. Ümmü Seleme, odasının kapısına dikilerek:
“Ey Ebu Lübâbe! Seni müjdelerim: Allah senin tevbeni kabul buyurdu!” dedi.
Halk, Ebu Lübâbe’yi bağlı bulunduğu direkten çözüp salıvermek için, ona doğru koşuştular.
Ebu Lübâbe:
“Hayır! Vallahi, beni Resûlullah Aleyhisselam salıvemnedikçe, bağlandığım direkten ayrılmam!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, sabah namazına giderken, yanına uğrayıp onu salıverdi.[121]
Ebu Lübâbe direğe kıldan iple bağlandığı için, ip onun iki kolunu kertmiş, kesmişti. Uzun müddet bunun tedavisiyle uğraşıldığı halde, ipin kertikleri geçmemiş, kollarında onun izi kalmıştı.[122]
Ebu Lübâbe’nin Malının Üçte Birini Keffaret Olarak Tasadduk Edişi
Ebu Lübâbe, Peygatn berim iz Aleyhisselamın yanına gelip:
“Ben o günahı içinde işlemek musibetine uğradığım kavmimin yurduna göçeceğim.[123] Halbuki ‘İçinde Allah’a ve Allah’ın Resûlüne hainlik ettiğim bir memleketi hiçbirzaman görmek istemem!’ diye de, Allah’a söz vermiş bulunuyorum.[124] Kefaret olarak malımdan ne kadar çıkarılmak gerekiyorsa çıkarılsın!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Üçte birini çıkarmak senin keffaretine yeter!” buyurdu.
Bunun üzerine, Ebu Lübâbe, malının üçte birini çıkarıp tasadduk etti ve kavminin yurduna göçtü, gitti.
Dünyadan ayrılıncaya kadar, kendisinden, hayırdan başka birşey görülmedi.[125]
Hz. Ali’nin Benî Kurayza Yahudilerinin Kalelerini Fetih İçin Yemin Edişi
Hz. Ali, bir gün:
“Ey imanlılar ordusu!” diyerek Müslümanlara seslendikten sonra, Zübeyr b. Avvam’la birlikte ileri atıldı:
“Vallahi, ya ağzıma bir tane tadacak şey koyup tatmayacağım, ya da onların kalelerini fethedeceğim!” diye yemin etti.[126]
Bunun üzerine, Benî Kurayza Yahudileri, teslim olmaktan başka çare kalmadığını anladılar.[127]
Kendileri hakkında hüküm vermek ve onun vereceği hükme göre teslim olmak üzere, bir hakem tayinini istediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ashabımdan, istediğiniz kimseyi hakem seçiniz!” buyurdu.
Benî Kurayza Yahudileri, Sa’d b. Muaz’ı hakem seçtiler[128] ve:
“Yâ Muhammedi Biz, Sa’d b. Muaz’ın hükmüne göre ineceğiz ve teslim olacağız!” dediler.[129]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Peki! Onun hükmüne göre ininiz, teslim olunuz” buyurdu.[130]
Kendisine ait bir yetkiyi, Sa’d b. Muaz’a bıraktı.[131]
Benî Kurayza Yahudilerinin, Bağışlanmaları çin Evsîlerin Yardımını Dilemeleri
Benî Kurayza Yahudileri, Evsîlere:
“Hazrecîlerin müttefik kardeşleri olan Kaynuka oğullarını tutup kurtardıkları gibi, siz de, müttefik kardeşleriniz olan bizleri tutmaz, kurtarmaz mısınız?” diyerek haber saldılar. [132]
Peygamberimiz Aleyhisselamın bir tarafa çekilip oturduğu sırada, Evsîler Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler ve Benî Kurayza Yahudileri hakkında:
“Yâ Rasûlallah! Bunlar, Hazrecîlerin değil, bizim müttefiklerimizdir.
Abdullah b. Übeyy b. Selûl’ün müttefiki olan Benî Kaynuka Yahudileri hakkında bir akşam yaptığın muameleyi biliyorsun:
Onların 400 zırhlı, 300 de silahsız savaş erlerini, Abdullah b. Übeyy’e bağışlamıştın[133]
Bu müttefiklerimiz, muahedelerini bozmak suretiyle yapmış oldukları şeylere pişman olmuşlardır.
Onları bize bağışlayıver!” dediler.[134]
Peygamberimiz Aleyhisselam susuyor, konuşmuyordu.
Evsîler bu husustaki isteklerini ısrar derecesine vardırdılar ve hepsi birden konuşmaya başladılar.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Evs topluluğu! İçinizden birisinin onlar hakkında hakem olup hüküm vermesine razı mısınız?” diye sordu.
Evsîler:
“Evet! Razıyız!” dediler.[135]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bu iş, Benî Kurayzaların istekleri üzerine, Sa’d b. Muaz’a havale edilmiş bulunmaktadır” buyurdu.[136]
Sa’d b. Muaz’ın Benî Kurayza Yahudileri Hakkında Hüküm Vermek Üzere Getirilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Müslüman kadınlarından Rüfeyde (Küaybe) Hatun için Mescidde bir çadır kurdurmuştiu.
Bu faziletli hatun, Yüce Allah’ın rızasını kazanmak için, orada, kimsesiz, yaralı Müslümanların bakım ve tedavileri ile uğraşmakta idi.
Sa’d b. Muaz da Hendekte yaralandığı zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa’d b. Muaz’ın kavmine:
“Onu Rüfeyde’nin çadırında bulundurunuz ki, yakından, sık sık ziyaret edebileyim” buyurmuştu.
Sa’d b. Muaz Benî Kurayza Yahudileri hakkında hüküm vermek üzere seçilince, kavmi onun yanına vardılar.
Merkebin üzerine deriden yatak serdikten sonra, onu merkebe bindirdiler. [137] Kendileri de, onun çevresinde yürüyerek, Peygamberimiz Aleyhisselamın karargâhına doğru yollandılar. [138]
Evsîler, yolda Sa’d b. Muaz’a:
“Ey Ebu Amr! Müttefiklerin hakkında iyi davran!
Zaten, Resûlullah Aleyhisselam da seni bu işe onlar hakkında iyi davranasın diye memur etmiştir! [139]
Abdullah b. Übeyy’in müttefiklerine nasıl iyilik ettiğini gördün!” diyorlardı.
Dahhâkb. Halife:
“Ey Ebu Amr! Onlar senin müttefiklerindir. Onlar seni her yerde korumuşlardır. Onlar seni hakemlikte başkalarına tercih etmekle sana sığınmışlar, senin affını ummuşlardır.
Onlarda senin için hazırlanmış [rüşvet] develer vardır! [140]
Sen onları arzulamalısın, onların sağ kalmalarını ummalısın!
Onlarda senin için hazırlanmış [rüşvet] develer var!” diyor ve sözlerini tekrarlamaktan ve:
“Sen bana bu hususta bir cevap vermeyecek misin?” diyerek sıkıştırmaktan geri durmuyordu.[141]
Seleme b. Selâme b. Vakş da:
“Ey Ebu Amr! Müttefiklerine ve dostlarına karşı iyi davran!
Şüphe yok ki, Resûlullah Aleyhisselam, temelli kalacak olan hayn ve iyiliği sever.
Onlar sana Buas ve Hadâik günlerinde ve daha birçok yerlerde yardım etmişlerdir.
Kötülük yönünden, İbn Übeyy gibi olma!” diyordu.[142]
Sa’d b. Muaz, kavminin baskılarını arttırdığı zaman, kendi kendine:
“Vallahi, Sa’d’ın Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmeyeceği an gelmiştir!” dedi.[143]
Dahhâkb. Halife:
“Vâh o kavmin başına geleceklere!” dedi ve Evsîlerin yanına dönüp, onlara Benî Kurayza Yahudilerinin ölüm haberlerini verdi.
Muattib b. Kuşeyr:
“Fena bir felâket haberi verdi!” dedi.
Hâtıb b. Ümeyyetü’z-Zaferî de:
“Kavmim, temelli gitti!” dedi.[144]
Sa’d b. Muaz Peygamberimiz Aleyhisselam ile ashabının yanına gelirken:
“Kalkınız, büyüğünüzü karşılayınız![145] İndiriniz onu!” buyurdu.[146]
Sa’d b. Muaz gelince, Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Şunlar (Benî Kurayza Yahudileri) senin hükmüne göre teslim olmayı kabul ettiler. [147]
Haydi, onlar hakkındaki hükmünü açıkla!” buyurdu.
Sa’d b. Muaz:
“Ben iyi biliyorum ki; Allah sana onlar hakkında bir emir vermiştir. Sen Allah’ın emrettiğini işle!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet! Öyledir!
Fakat, sen de onlar hakkındaki hükmünü bana açıkla!” buyurdu.[148]
Sa’d b. Muaz:
“Hüküm vermeye Allah ve Allah’ın Resûlü daha layıktır! [149]
Yâ Rasûlallah! Onlar hakkında, Allah’ın hükmüne uygun hüküm verememekten korkuyorum!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sen onlar hakkında hükmünü ver!” buyurdu.[150]
Bunun üzerine, Sa’d b. Muaz, Evsîlere:
“Onlar (Benî Kurayza Yahudileri) hakkında bir hüküm verdiğimde onu kabul edeceğinize dair, bu yolda Allah’ın ahd ve mîsakıyla bana söz veriyor musunuz?[151]
Benî Kurayza Yahudileri hakkında vereceğim hükme razı mısınız?” diye sordu.
Evsîler:
“Evet! Razıyız. Zaten, sen burada yok iken, senin hükmüne razı olduk.
Senden başkasının Benî Kaynukadan olan müttefiklerine yaptığı gibi iyilik yapacağın umularak aramızdan sen seçildin!
Sen yapacağın ikramı bize yapacaksın!
Biz sana bugün muhtaç olduğumuz kadar muhtaç olmadık!” dediler.
Sa’d b. Muaz:
“Siz, zahmet ve meşakkat vermekte acele etmeyiniz!” dedi.
Evsîler, Sa’d b. Muaz’a:
“Sen bu sözünle ne demek istiyorsun?” diye sordular.
Sa’d b. Muaz:
“Onlar (Benî Kurayza Yahudileri) hakkında bir hüküm verdiğimde, o hükmü kabul edeceğiniz hakkında bana Allah’ın ahd ve mîsakıyla söz veriyor musunuz?” diye tekrar sordu.
Evsîler:
“Evet! Söz veriyoruz!” dediler.
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam, oraya yakın bir yerde, bazı sahabileriyle birlikte oturuyordu.
Sa’d b. Muaz, Peygamberimiz Aleyhisselama olan derin saygısından dolayı, yüzünü başka tarafa çevirerek:
“Şurada bulunan zât da, bu yolda vereceğim hükmü kabul buyuracağına dair, bana Allah’ın ahd ve mîsakıyla, sizin gibi, söz veriyor mu?” diye gaib sîgasıyla sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, yanındakilerle birlikte:
“Evet!” buyurdu.[152]
Sa’d b. Muaz vereceği hükme razı olacakları hakkında her iki taraftan da böylece kesin söz aldıktan sonra, Benî Kurayza Yahudilerinin kalelerinden inip teslim olmalarını ve silahlarını bırakmalarını emretti.
Benî Kurayza Yahudileri emri yerine getirdiler.[153]
Benî Kurayza Yahudileri Hakkında Sa’d b. Muaz Tarafından Verilen Hüküm
Sa’d b. Muaz:
“Ben, onlar (Benî Kurayza Yahudileri) hakkında:
(Ustura tutunan, ergenlik çağına enen) erkekler öldürülsün!
Mallan (Müslümanlar arasında) bölüştürülsün!
Çocuklar ile kadınlar esir edilsinler, diye hükmettim!” dedi.[154]
Sa’d b. Muaz Benî Kurayla Yahudileri hakkında bu hükmü verince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sen Yüce Allah’ın yedi kat gökler üstündeki (Levh-i Mahfuzdaki) hükmüne uygun hüküm verdin!
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki; onlar hakkında bana açıkladığın hükmü, Allah bana emretmişti.[155]
Sen onlar hakkında Yüce Allah’ın ve Resûlünün hükmüne göre hüküm verdin!” buyurdu.[156]
Sa’d b. Muaz’ın Benî Kurayza Yahudileri hakkında verdiği hüküm, Musa Aleyhisselamın şeriatında yer alan hükme uygun bulunuyordu.
Yahudilerin kutsal kitabı olan Tevratta böyle azgınlık eden bir kavim hakkında uygulanacak ceza şöyle açıklanmaktadır:
“Bir şehre cenk içün yaklaştığında, anı, sulha davet edesün ve eğer sana sulh cevabını verüb sana kapularını açar ise, içinde bulunan kavmin kâffesi sana haracgüzar olup hizmet etsünler.
Lâkin, eğer, senün ile musaleha etmeyüp cenk eder ise, anı, muhasara edesün. Ve Allah’ın Rab, anı, senün elüne teslim ettikte, erkeklerinin cümlesini kılıçtan geçüresün!
Amma nisvan ile çocukları ve hayvanları ve bütün ganimetü, yani ol şehirde bulunanun kâffesünü yağma edüp Allah’ın Rabbın sana verdüğü düşmanların ganimetünü yiyesün.
Bu taifelerin şehirlerinden olmayıp senden pek uzak olan şehirlerin cümlesüne böyle yapasın!
Amma Allah’ın Rabbın sana mîras olmak üzere verdüğü bu kavmların şehirlerinden hiçbir can sağ bira km ayasın!” [157]
Tevrat’tan, Tevrat’ın hükmünden hiçbir zam an ayrılmayacaklarını söyleyen Benî Kurayza Yahudileri, Sa’d b. Muaz’ın haklarında vermiş olduğu hükme itiraz edemediler.
Bu ceza ve akıbetin onlar için mukadder bulunduğunu söylemelerinde de, onu ha ketti ki erin i zımnen itiraf vardı.[158]
Benî Kurayza Yahudileri ve Malları Hakkında Yapılan İşlemler
1. Kalelerinden indirilen Benî Kurayza Yahudilerinin erkekleri, elleri boyunlarına bağlanarak, götürülecekleri yere götürüldüler.
2. Kadınlarla çocuklar, aynı bir yerde toplandılar.
3. Kalelerde 1500 kılıç, 300 zırh gömlek, 2000 mızrak, 1500 kalkan bulundu.
4. Ayrıca, pek çok ev eşyası, kap kaçak,
5. Erzak,
6. Mal, koyun, sığır ve saka develeri de bulunup biraraya toplandı.
Küplerde, kaplarda bulunan bütün içkiler döküldü ve kapları kırıldı.[159] Alınan ganimet malları Remle binti Hâris’in evine taşındı.
Deve ve davarlar da, orada yayılmaya bırakıldı.[160]
Tutuklanan Erkeklerin Sayısı
Benî Kurayra Yahudilerinden elleri boyunlarına bağlananların sayısı 600 veya 700’dü.[161] Cabir b. Abdullah’ın bildirdiğine göre, 400 kişi idiler.[162]
Benî Kurayza Erkekleriyle Kadın ve Çocuklarının Kaldıkları Yerler ve Kendilerine Yiyecek Dağıtılışı
Benî Kurayza Yahudilerinin erkekleri Üsâme b. Zeyd’in konağına, kadınları ve çocukları da Remle binti Hâris’in konağına gütürüldüler.[163]
Peygamberimiz Aleyhisselamin emriyle-yemeleri için de-kendilerine yüklerle hurma dağıtıldı.[164]
Peygamberimiz Aleyhisselam, öldürülecek olanlara bile iyi ve güzel muamele edilmesini; kendilerine öğle vaktinde süt içirilmesini, su içirilmesini, onların üzerinde güneşin sıcaklığıyla kılıcın sıcaklığının birleştiriliri ermesini emir buyurdu.
Öğle vaktinde onlara süt içirtti, su içirtti ve yemek yedirtti.[165]
Huyey b. Ahtab’ın Boynu Vurulmak Üzere Getirilişi
Huyey b. Ahtab, elleri boynuna bağlı olarak, boynu vurulmaya getirildi.
Kendisinin üzerinde, kırmızı erişli, süslü bir elbise vardı.
Fakat, soykası hiç kimsenin işine yaramasın diye, onu her yanından didik didik etmişti.[166]
Huyey b. Ahtab, orada bulunan Peygamberimiz Aleyhisselama baktı. [167]
Huyey b. Ahtab’ın oğlu da birlikte getirilmişti.
Huyey b. Ahtab, evvelce Peygamberimiz Aleyhisselamla yapmış olduğu muahedede Peygamberimiz Aleyhisselamın düşmanlarından hiçbirine yardım etmemeyi taahhüt etmiş ve bu sözüne Allah’ı da şahit tutmuş bulunuyordu.
Bunun için, Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Senin kefil ve şahit tuttuğun Allah, ahdini yerine getirdin[168]
Ey Allah düşmanı! Nasıl, Allah bana seni yenmek, ele geçirmek imkân ve fi rsatinı vermez mi imiş?!” buyurdu.
Huyey b. Ahtab:
“Evet, verdü[169] Vallahi, sana karşı duyduğum düşmanlıkta kendimi asla kınamıyor, kusurlu bulmuyorum! [170]
Ben kendisinde kuvvet ve kudret bulunduğunu sandığım, umduğum her yere başvurdum.
Her yeri dolaşıp, her hareket edebilecek olanı hareket ettirdim ve ayaklandırdım! [171]
Fakat Allah kabul etmedi. Beni yenmek ve ele geçirmek imkân ve fırsatını ancak sana verdi! [172]
Allah’ın düşürdüğü, muhakkak düşer!” dedikten sonra, oradaki halka yönelerek.
“Ey insanlar! Allah’ın emrinde mahzur ve zarar yoktur!
Bu, bir yazgıdır, kaderdir. Büyük ve çetin bir öldürülme hadisesidir ki, Allah onu İsrail oğullarına yazmıştır!” dedi.
Oturunca, kendisinin boynu vuruldu. [173]
Huyey b. Ahtab’dan sonra, oğlunun da boynu vuruldu. [174]
Zebir b. Bata ile Aile Efradının Bağışlanışı
Ensardan Sabit b. Kays’a, Cahiliye devrinde, Buas günü, Zebir b. Bata’nın iyiliği dokunmuştu.
O zaman, Sabit b. Kays, yakalanıp alnının saçı kesildikten sonra serbest bırakılmıştı.
Zebir b. Bata, elleri boynuna bağlanan Benî Kurayza Yahudileri arasında bulunuyordu.
Kendisi çok yaşlı idi.[175] Hem de kördü.[176]
Sabit b. Kays, yanına vararak, ona:
“Ey Ebu Abdurrahman! Beni tanıdın mı?” diye sordu.
Zebir b. Bata:
“Benim gibi bir adam senin gibi bir adamı tanımaz olur mu?[177] Sen Sabit’sin!” dedi.[178]
Sabit b. Kays:
“Ben senin vaktiyle bana uzatmış olduğun yardım eline şimdi mukabele etmek istiyorum” dedi.
Zebir b. Bata:
“Hiç şüphesiz, iyiler iyilere iyilikle mukabele ederler.[179] Ben bugün sendeki o iyiliğe son derecede muhtaç bulunuyorum” dedi.[180]
Bunun üzerine, Sabit b. Kays Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve:
“Yâ Rasûlallah! Zebir b. Bata’nın bana iyiliği dokunmuştur. [181] Buas günü esir olunca, alnımın saçını kesip beni salıvermişti.
O, bana, ‘Senin üzerindeki bu iyiliği hatırla!’ diyerek bunu bana hatırlattı.[182]
Ben onun minneti altında bulunduğum iyiliğine bugün mukabele etmek istiyorum.
Onun kanını bana bağışlayıver?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“O, sana bağışlanmıştır!” buyurdu.
Sabit b. Kays, Zebir b. Bata’nın yanına geldi ve:
“Resûlullah Aleyhisselam, ‘O, sana bağışlanmıştır!1 buyurarak senin kanını bana bağışladı!” dedi.
Zebir b. Bata:
“Çokyaşlanmış bir ihtiyar, ailesiz, evlatsız, Yesrib (Medine)’de yaşayıp da ne yapacak?!” dedi.
Sabit b. Kays, dönüp Peygamberimiz Aleyhisselama geldi ve:
“Babam, anam sana fieda olsun yâ Rasûlallah! Bana onun karısını ve oğlunu da bağışlayıver?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onlar da sana bağışlanmıştır” buyurdu.
Sabit b. Kays, Zebir b. Bata’nın yanına geldi ve:
“Resûlullah Aleyhisselam ‘Onlar da sana bağışlanmıştır!’ buyurarak aileni, oğlunu da sana bağışladı” dedi.
Zebir b. Bata:
“Malsız mülksüz bir ev halkı H icaz’da bu hali ile kalabilir, yaşayabilir mi?” dedi.
Sabit b. Kays, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına tekrar geldi ve:
“Yâ Rasûlallah! Onun malını da, benim için, bağışlayıver?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“O da senin için bağışlanmıştır!” buyurdu.
Sabit b. Kays, Zebir b. Bata’nın yanına vardı ve:
“Resûlullah Aleyhisselam ‘O da senin için bağışlanmıştır1 buyurarak, malını da sana bağışladı!” dedi.[183]
Zebir b. Bata:
“Ey Sabit! Çin aynasını andıran parlakyüzüne bakan kızların yüzünde kendilerini gördükleri Ka’b b. Esed’e ne yapıldı?” diye sordu.
Sabit b. Kays:
“O, öldürüldü!” dedi.
Zebir b. Bata:
“Şehirliler ve kırlılar ulusu,[184] her iki kabilenin [Benî Nadîr ile Benî Kurayzanın] ulusu, harpte onları hücuma kaldıran, kıtlıklarda doyuranı [185] H uyey b. Ahtab’a ne yapıldı?” diye sordu.
Sabit b. Kays:
“O da öldürüldü!” dedi.
Zebir b. Bata:
“Hücuma geçişimiz zamanında öncümüz, kaçış zamanımızda ardamız ve koruyucu olan Gazzal b. Semev’el’e ne yapıldı?” diye sordu.
Sabit b. Kays:
“O da öldürüldü!” dedi.[186]
Zebir b. Bata:
“Önüne düşmediği cemaatler dağılan, onsuz bağlanan düğümler çözülen yönetici, evirip çevirici Nebbaş b. Kays’a ne yapıldı?” diye sordu.
Sabit b. Kays:
“O da öldürüldü!” dedi.
Zebir b. Bata:
“Harplerde Yahudilerin sancaktarı Vehb b. Zeyd’e ne yapıldı?” diye sordu.
Sabit b. Kays:
“O da öldürüldü!” dedi.
Zebir b. Bata:
“Tevrat okumaktan geri durmayan Amfi ara ne yapıldı?” diye sordu.
Sabit b. Kays:
“Onlar da öldürüldüler!” dedi.[187]
Zebir b. Bata:
“Çifte Meclislere [Ka’b b. Kurayza ve Amr b. Kurayza oğullarına] ne yapıldı?” diye sordu.
Sabit b. Kays:
“Onlar da gittiler, öldürüldüler!” dedi.[188]
Zebir b. Bata Benî Kurayza kavminin ileri gelenlerini vasıflarıyla anarak “Filana ne yapıldı? diye sormaya, Sabit b. Kays da “Öldürüldü!” diye cevap vermeye devam etti.[189]
Zebir b. Bata:
“Ey Sabit! Bunlardan sonra, yaşamakta hayır yoktur!
Ben onların içinde yaşamış oldukları yurda onlardan sonra kalmak üzere mi döneceğim?! Böyle olmak bana gerekmez![190]
Ey Sabit! Senin üzerinde bulunan iyiliğim hakkı için, beni o kavme hemen kavuşturmanı dilerim!
Vallahi, onlardan sonra, yaşamakta hayır yoktur!
Allah’a yemin ederim ki; sevdiklerime kavuşuncaya kadar, kuyuya kova salınıp su çıkarılmasını beklemeye bile benim sabrım yoktur![191] And vererek senden dilerim: Benî Kurayza esirlerini öldüren şu öldürücüler arasından, yanıma doğru gel!
Sonra da, beni kavmimin boyunlarının vurulduğu yere götür!
Benim keskin kılıcımı bulup eline al! Onunla hızlı bir darbe indirip beni öldür! Ey Sabit! Artık, ben sevdiklerime kavuşuncaya kadar, kuyuya salınan kovanın suyunu boşaltmasını beklemeye bile sabre-demeyeceğim!” dedi.[192]
Hz. Ebu Bekir, Zebir b. Bata’nın:
“Sevdiklerime kavuşuncaya kadar…” sözünü işitince:
“Vallahi, onlar Cehennem ateşine atılmışlardır ve orada temelli kalıcıdıriar.[193]
Yazıklar olsun sana ey Bata’nın oğlu! O, kovanın su boşaltması değildir. Fakat, temelli azabdır!” dedi.
Zebir b. Bata:
“Ey Sabit! Tez yanıma gel, öldür beni!” dedi.
Sabit b. Kays:
“Ben seni öldürmeyeceğim!” dedi.
Zebir b. Bata:
“Beni sen öldürmeyeceksin de, ya kim öldürecek?
Fakat ey Sabit! Karımı ve çocuğumu sen gör, gözet! Onlar ölümden korkuyorlar.
Arkadaşından [Peygamber Aleyhisselamdan demek istiyor] onları azadlamasını, mallarının mülklerinin başına çevirmesini dile!” dedi.
Bunun üzerine, Sabit b. Kays Zebir b. Bata’yı Zübeyrb. Avvam’ın yanına götürdü.Zübeyr b. Avvam da, onun boynunu vurdu.
Sabit b. Kays, Zebir b. Bata’nın karısını, malını ve oğlunu Peygamberimiz Aleyhisselamdan istedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, onun karısını ve oğlunu esirler arasından çıkardı.
Onlara, silahlar hariç olmak üzere, hurmalıklarını, deve, davar ve sığır gibi hayvanlarıyla bütün eşya ve emtialarını geri verdi.
Zebir b. Bata ailesi, Sabit b. Kays hanedanıyla birlikte bulundular.[194]
Benî Kurayza Yahudileri Kadınlarından Nübâte’nin Boynunun Vuruluşu
Hz. Aişe der ki:
“Benî Kurayza kadınlarından ancak bir tek kadın öldürülmüştür.
Resûlullah Aleyhisselam çarşıda onların erkeklerinin boyunlarını vurdururken, vallahi, o kadın [Nübâte] yanımda bulunuyor, benimle konuşuyor, dışından ve içinden gülüp duruyor,[195] ‘Benî Kurayza esirleri öldürülüyor!1 diyordu.
Bir çağırıcı:
‘Ey Nübâte![196] Filanca kadın nerede?’ diyerek seslenince,[197] kadın:
‘Vallahi, ben çağrılıyorum!’ dedi.[198]
Ona:
‘Yazıklar olsun sana! Senin neyin var? Seni ne için çağırıyorlar?’ diye sordum.
Kadın:
‘Öldürülmek için! Kocam beni öldürdü!’ dedi.
Kadın tatlı dilli bir kadındı.
Kendisine:
‘Kocan seni nasıl öldürdü?’ diye sordum.
Kadın:
‘Zebir b. Bata’nın hisarında idim. Kocam bana emretti, ben de Muhammed’in ashabının üzerine değirmen taşını bıraktım. Onlardan birisinin başı parçalandı ve kendisi hemen öldü!
Ben onun için öldürüleceğim!’ dedi, kalkıp gitti.
Hallad b. Süveyd’e karşı, kadının boynu vuruldu.[199]
Vallahi, öldürüleceğini bildiği halde onda gördüğüm kaygısızlığa, bol bol gülüşe, hâlâ şaşmakta ve onu unutamam aktayım!” [200]
Benî Kurayza Yahudilerinden Alınan Ganimetlerin Bölüştürülüşü ve Ganimetten, Savaşacak
Müslümanlar İçin Silahlar ve Atlar Satın Alınışı
Benî Kurayza savaşına katılan Müslümanların sayısı 3000 idi. 36 da at vardı.
Ganimet mallarının ilk önce beşte biri Allah yolundaki harcamalar için çıkarıldıktan sonra; kalan beşte dördü, 3072 hisseye bölünüp, atlıya ikişer, yayaya birer hisse verilmek suretiyle, Müslümanlara bölüştürüldü.[201] Ganimetten, savaşacak erler için silahlar ve atlarda satın alındı. [202]
Reyhâne Hatunun Peygamberimiz Aleyhisselamın Zevceliğine Nâil Oluşu
Reyhâne Hatun der ki:
“Esir kadın ve çocuklar Müslümanlara bölüştürüldükten sonra, Resûlullah Aleyhisselam yanıma geldi.
Kendisinden utandım.
Beni çağırıp önüne oturttu ve:
‘Eğer sen Allah’ı ve Resûlünü tercih edersen, Resûlullah seni kendisine zevce olarak alacaktır!1 buyurdu.
Kendisine:
‘Ben Allah’ı ve Resûlünü tercih ediyorum!1 dedim.
Müslüman olduğum zaman, Resûlullah Aleyhisselam beni azad edip zevceliğe kabul buyurdu ve, öteki kadınlarında olduğu gibi, bana da 12 ukıyye 1 neşş mehir verdi.
Ümmü’l-Münzir’in evinde benimle evlendi.
Öteki zevcelerinde olduğu gibi, bana da, yanıma gelme günü ayrıldı.
Ben de perde arkasına alındım.”[203]
Benî Kurayza Yahudilerinin Başlarına Gelenlerin Medine’yi Kuşatan Müşriklere Yardımda
Bulunmalarından İleri Geldiğinin Kur’ân-ı Kerîm’de Açıklanışı ve Mü’minlere Yeni Bir Fethin de
Müjdelenişi
Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîtn’inde şöyle buyurur:
“Allah, kendilerine Kitab verilmiş olanlardan (Benî Kurayza Yahudilerinden) onlara (Medine’yi kuşatan müşriklere) yardımda bulunanları da, yüreklerine korku düşürerek kalelerinden indirdi.
Siz onlardan bir kısmını (çarpışan erkeklerini) öldürüyordunuz, bir kısmını da (kadın ve çocuklarını da) esir ediyordunuz.
Onların yerlerine, yurtlarına, mallarına ve henüz ayak basmadığınız başka bir yere (Hayber’e) de sizi vâris kıldı.
Allah herşeye hakkıyla kâdirdir.”[204]
Sa’d b. Muaz’ın Yarası Birdenbire Deşilip Vefat Edişi
Sa’d b. Muaz Benî Kurayza Yahudileri hakkındaki hükmünü verdikten kısa bir müddet sonra, Hendekte aldığı yara deşiliverdi.[205]
Hz. Âişe der ki:
“Mescidde Sa’d b. Muaz’ın bulunduğu çadırın yanıbaşında, Gıfâr oğullarından bazı kişilere ait bir çadır daha vardı.
Onlar kendi hallerinde oturup dururlarken, birde bakmışlar ki, kendilerine doğru bir kan akıp geliyor!
‘Sizin tarafınızdan bize doğru akıp gelen bu kan nedir?!1 dediler.
Meğer Sa’d’ın yarası deşilmiş, kan akıp duruyormuş![206]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bunu haber alınca, hemen onun yanına vardı, başını tutup dizinin üzerine koydu. Üzerine beyaz bir örtü örttürdü, ayakları açıkta kaldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
‘Ey Allah’ım! Sa’d, Senin Resûlünü tasdik ve Senin yolunda cihad etti, bu yolda vazifesini yaptı.
Ruhlarını kolayca alıp manevî huzuruna kabul buyurduğun kulların arasında, onun da ruhunu kolayca al ve huzuruna kabul buyur!1 diyerek dua etti.
Sa’d b. Muaz, Peygamberimiz Aleyhisselamın sözlerini işitince, gözlerini açti ve:
‘Selam sana yâ Rasûlallah! Ben senin Resûlullah olduğuna şehadet ediyorum!’ deyip gözlerini kapadı!”
Sa’d b. Muaz’ın ev halkı, Peygamberimiz Aleyhisselamın böyle Sa’d b. Muaz’ın başını dizine aldığını ve onun konuştuğunu görünce, korktular.[207]
Sa’d b. Muaz geceleyin ruhunu teslim ettiği zaman, Cebrail Aleyhisselam başına ak atlastan bir sank sarmış olduğu halde Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelerek:
“Yâ Muhammedi Kimdir bu ölü ki, kendisi için gök kapıları açıldı ve Allanın Arş’ı titredi!” dedi. [208]
“Arş-ı Rahman’ın titremesi, Sa’d b. Muaz’ın vefatına sevincinden ve ona kavuşmaktan ileri geliyordu” denilmiştir.[209]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Geceleyin, Sa’d’dan daha ağır bir hasta bulunduğunu bilmiyorum. Acaba Sa’d ne yapıyor, nasıldır?” buyurunca, ashab:
“Yâ Rasûlallah! Herhalde, onun ruhu kabzolunmustur! Kavmi gelip onu evlerine götürmüşler” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam sabah namazını kıldıktan sonra Müslümanlarla birlikte hızla yürüyüp gittiler.[210]
Mahmud b. Lebid der ki:
“Resûlullah Aleyhisselamla birlikte biz de gittik.
Resûlullah Aleyhisselam o kadar hızla yürüyordu ki, nihayet, ayakkabılarımızın tasmaları koptu, ridalarımız boyunlarımızdan düştü.
Ashabdan bazıları:
‘Yâ Rasûlallah! Hızla yürümekten yorulduk artık!’ diyerek şikâyetlendiler.[211]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
‘Hanzale’yi yıkamada olduğu gibi, meleklerin yine bizi geçip Sa’d’ı yikayıvereceklerinden korktum!” buyurdu.[212]
Resûlullah Aleyhisselam eve eriştiği zaman, Sa’d yıkanıyor, annesi de:
‘Vay Sa’d’ın annesinin başına gelenlere!’ diye başlayan ağıtını yakıyor; ağlıyordu.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Ölü üzerine ağlayan her kadın, olmadık iyilikler sayarak yalan söyler! Fakat, Sa’d b. Muaz’ın annesi bundan müstesnadır ki, o onun hakkında ne söylerse yalan söylemiş olmaz!’ buyurdu.”
Seleme de:
“Biz kapının önünde idik. Resûlullah Aleyhisselamın arkasından eve girmek istiyorduk.
Resûlullah Aleyhisselam içeri girdi.
Evde, üzerine kilim örtülmüş olan Sa’d’dan başka kimse yoktu.
Resûlullah Aleyhisselamın yaklaştığını görünce, durdum. Kendisi bana ‘Dur!’ diye işaret edince, geri döndüm.
İçeride birmüddet kaldıktan sonra, çıktı.
‘Yâ Rasûlallah! Ben içeride kimse görmedim! Halbuki, senin yavaşladığını gördüm!’ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Oturmaya kadir olamadım. Ancak meleklerden birisi kanatlarını benim için toplayıp bükünce otura-bildim!’ buyurdu ve Sa’d b. Muaz için de:
‘Bu, sana ihsandır ey Ebu Amr!
Bu, sana ihsandır ey Ebu Amr!
Bu, sana ihsandır ey Ebu Amr!’ buyurdu.[213]
Sa’d’ın annesine de:
‘Artık gözyaşın akmayıp dinse ve üzüntün gitse olmaz mı?
Çünkü, senin oğluna ilk gülen Allah ve ilk titreyen de Arş olmuştur![214] Sa’d b. Muaz Rabbine kavuşmayı dünyadan ayrılıncaya kadar dilemiş, özlemiş durmuştur!’ buyurdu.”[215]
Sa’d b. Muaz’ın Yıkanışı ve Kefenlenişi, Cenazesinin Taşınışı, Cenaze Namazının Kılınışı
Sa’d b. Muaz yıkanırken, Peygam berim iz Aleyhisselaım onun yanında bulunuyor, Haris b. Evs b. Muaz ile Useyd b. Hudayrve Seleme b. Selâme su döküyordu.
Önce su ile, sonra su ve sidr ile, üçüncüsünde su ve kâfurla yıkandı. Yıkandıktan sonra, kızıl boz, üzeri yollu üç parça beze sarıldı.
Sonra, üzerinde cenaze taşınan şerir getirilerek, Sa’d b. Muaz onun üzerine konulup evden dışarı çıkarıldı.[216]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa’d b. Muaz’ın cenazesinde bulunmak üzere yeryüzüne yetmiş bin meleğin inmiş olduğunu haber verdi.[217]
Sa’d b. Muaz’ın cenazesi taşınırken, annesi kendisini tutamadı, yaktığı ağıtını tekrarladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam da:
“Her ağıtçı yalan söyler. Sa’dın ağıtçısı müstesna!” buyurdu.[218]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa’d b. Muaz’ın cenazesini, evinden dışarı çıkarıncaya kadar, otuz arşın taşıdıktan sonra, cenazenin önünde yürüdü.[219]
Sa’d b. Muaz iri gövdeli bir zât olduğu halde, halk, onu taşırken çok hafif buldular.
Hatta, münafıklardan bazıları da:
“Vücutlu olduğu halde, bundan daha hafif bir cenaze taşımadık![220] Biz bundan daha hafif bir cenaze görmedik!” diyerek, birbirlerine:
“Bunun neden ileri geldiğini biliyor musunuz?” diye sordularve:
“Herhalde, Benî Kurayza Yahudileri hakkında verdiği hükümden dolayı olsa gerek!” dediler.[221]
Bu konuşulanlar Peygamberimiz Aleyhisselama bildirilince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hayır! Öyle değildir.[222] Onu taşıyan, sizden başkalarıdır!
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki; melekler Sa’d’ın ruhuyla sevindiler ve Arş da onun için titredi!” buyurdu.[223]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa’d b. Muaz’ın cenaze namazını kıldırdı. [224]
Sa’d b. Muaz’ın Kabrinin Kazılışı ve Gömülüşü
Ebu Saîd el-Hudrî der ki:
“Bakiyy kabristanında Sa’d b. Muaz’ın kabrini kazanlar arasında ben de bulunuyordum.
Kabri kazdığımız müddetçe, toprağın her damlasından, üzerimize misk püskürülüyordu![225]
Resûlullah Aleyhisselam da, başucumuzda bulunuyordu.
Kazı işinden boşalınca, kabrin yanına su ve kerpiç hazırladık.
Kabri, Akıl b. Ebu Talib’in evinin yanında kazdık.
Bakiyy kabristanının halk ile dolduğunu gördüm .”[226]
Cabir b. Abdullah’ın bildirdiğine göre; kabrin içine Haris b. Evs b. Muaz ile Useyd b. Hudayr, Ebu Naile Silkân b. Selâme ve Seleme b. Selâme indi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ayakta dikilmekte idi.
Sa’d b. Muaz kabre konulunca, Peygamberimiz Aleyhisselamın benzi değişti ve üç kere “Sübhânallah!” dedi.
Müslümanlar da üç kere “Sübhânallah!” dediler.
Bakiyy kabristanı teşbih sesleriyle sarsıldı.
Bundan sonra, Resûlullah Aleyhisselam üç kere tekbir getirdi.
Ashab da üç kere tekbir getirdiler.
Bakiyy kabristanı, getirilen tekbirlerle sarsıldı.
“Yâ Rasûlallah! Yüzünüzün değiştiğini ve üç kere ‘Sübhânallah!1 dediğinizi gördük. Bunun sebebi nedir?” diye soruldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Arkadaşınıza kabri darlaşmış, onu öyle bir sıkışla sıkmıştı ki, eğer bundan bir kimse kurtulabilsey-di, elbette Sa’d kurtulurdu!
Nihayet, Allah onu bundan kurtardı” buyurdu.[227]
Bu hadiseyi İbn İshak’la Ahmed b. Hanbel’in de, biraz daha kısa olarak, kitaplarına kaydettikleri görülür.[228]
Abdullah b. Ömer’in bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam o gün kabrin içine de inip kabrin genişlemesi için Allah’a dua etmişti.[229] Sa’d b. Muaz kabre konulurken, oraya gelen annesinin oğluna bakmasına engel olunmak istenilmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bırakınız onu!” buyurdu.
Anne hatun, kabre kerpiç örülüp üzerine toprak örtülünceye kadar baktı, durdu da:
“Allah katında ondan dolayı ecir dilerim!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, orada ona taziyede bulundu.
Müslümanlar kabrin üzerine toprak ittiler, toprağı düzelttiler ve sonra su serptiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, kabrin üzerinde durup dua ettikten sonra, oradan ayrıldı.[230]
Hz. Âişe:
“Resûlullah Aleyhisselam ile iki arkadaşından [Ebu Bekir ile Ömer’den] sonra, vefatı Müslümanlara Sa’d b. Muaz’ınkinden daha ağır gelen bir kimse yoktur![231]
Ebu Bekir ile Ömer’in ona ağladıklarını odamdan işittim!” demiştir.[232]
Yüce Allah ondan razı olsun![233]
Hayber Yahudilerinin Telaşlanmaları ve Peygamberimiz Aleyhisselamla Çarpışmak İçin Hzırlanmaları
Benî Kurayza Yahudilerinin erkekleri öldürüldükleri zaman, Huseyl b. Nüveyretü’l-Eşcâî, iki günde Hayber’e varmıştı.
Benî Nadîr Yahudilerinden Sellâm b. Mişkem ve Kinane b. Rebi1 b. Ebi’l-Hukayk ile Hayber Yahudileri toplanıp oturmuşlar, Benî Kurayza Yahudileri hakkında bir haber almak istiyorlardı.
Çünkü, Peygamberimiz Aleyhisselamın Benî Kurayza Yahudilerini kalelerinde kuşattığını haber almışlardı, fakat sonucunun ne olduğunu bilmiyorlardı.
Huseyl’i görünce, ona:
“Arkanda bıraktıklarından ne haber getirdin?” diye sordular.
Huseyl:
“Şer getirdim. Benî Kurayzaların çarpışan bütün askerleri, esir edildikten sonra, kılıçla öldürüldüler!” dedi.
Kinane b. Rebi1:
“Huyey’e ne oldu?” diye sordu.
Huseyl:
“Esir edildikten sonra, boynu vuruldu!” dedi ve esir edilenlerden:
o Ka’b b. Esed’in,
o Gazzal b. Semev’el’in,
o Nebbaş b. Kays’ın ve sairlerinin getirilip Peygamberimiz Aleyhisselamın önünde öldürüldüklerini haber verdi.
Sellâm b. Mişkem:
“Bunların hepsi Huyey b. Ahtab’ın işidir ve onun yüzündendir!
Onun bize ilk uğursuzluğu, görüşümüze aykırı davranışlarıyla başladı, bizi mallarımızdan ve şerefimizden mahrum etti.
Demek kardeşlerimiz öldürüldüler ha!
Çoluk çocukların esir edilmeleri ise, öldürülmekten de ağır ve çetindir!
Artık Yahudilik Hicaz’da hiçbir zaman tutunamaz!
Yahudilerin ne işe yarar azimleri, ne de görüşleri vardır!” dedi.
Hayber kadınları, Benî Kurayzaların haberini alınca, çığlıklar kopardılar, yakalarını yırttılar, saçlarını yoldular, yaslar tuttular.
Müşrik Arap kadınları da, haber sormak ve teselli vermek için onlara geldiler gittiler.
Hayber Yahudileri korktular. Sellâm b. Mişkem’e gidip, ona:
“Ey Ebu Amr! Ey Ebu’l-Hakem! Sen ne düşünüyorsun? Senin bu yoldaki görüşün nedir?” diye sordular.
Sellâm b. Mişkem:
“Siz ne görüşü tamamıyla yerine getirirsiniz, ne de ondan bir harf alırsınız” dedi.
Kinane b. Rebi1:
“Şimdi, azarlama, kınama zamanı değildir! Başa gelip çatan iş hakkındaki görüşün ne ise, sen onu söyle!” dedi.
Sellâm b. Mişkem:
“Muhammed, Yesrib (Medine) Yahudilerinden boşalınca, sizin üzerinize yürüyüp meydanınıza konacak, Benî Kurayzalara yaptığını size de yapacaktır!” dedi.
Hayber Yahudileri, ona:
“Pekâlâ! Sen bu yolda ne yapmamızı uygun görüyorsun?” diye sordular.
Sellâm b. Mişkem:
“O bizim üzerimize yürümeden, biz Hayber Yahudileriyle birlikte onun üzerine yürüyelim!
Onlar her ne kadar sayıca bizden çok iseler de, biz de Teymâ, Fedek ve Vâdi’l-kurâ Yahudilerini çekip yanımıza alalım, Araplardan hiç kimsenin yardımını istemeyelim.
Çünkü, Arapların size neler yaptıklarını; Hendek savaşında Hayber’in hurma mahsulünü almayı şart koştuktan sonra, bu yoldaki ahidlerini nasıl bozup sizi bıraktıklarını görmüş bulunuyorsunuz!
Onlar, ahidlerinden dönmek için, Evsî ve Hazrecîlerin bir kısım hurma mahsulünü de Muhammed’den istediler.
Bununla beraber, Nuaym b. Mes’ud da, hepsince belli bir kimse olduğu halde, Muhammed hesabına, onların hepsine hile etmiştir.
Biz, Muhammed’in üzerine yürüyüp, yurdunun ortasında, onunla eski yeni bütün hıncımızla çarpışalım!” dedi.
Hayber Yahudileri:
“İşte, yerinde görüş budur!” dediler.
Kinane b. Rebi1:
“Benim haber aldığıma göre; Araplar da ona son derecede kızgın ve hınçlı imişler!
Orada (Medine) bizim bu kalelerimiz gibi kaleler yoktur.
Muhammed bizi ve kalelerimizi iyice bilmediği için, hiçbir zaman üzerimize yürüyemez!” dedi.
Sellâm b. Mişkem:
“O, kendisine boyun eğilmedikçe, bilinemeyen bir adamdır!” dedi.[234]
[1] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 1 47,150, Ebu Ubeyd, Kitâbu’l-emval, s. 290, 294.
[2] Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 168.
[3] Zührî, Megâzî, s. 73, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 360, Buhâıf, Sahih, c. 5, s. 22, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1388, Ebu Dâvud, Sünen,c.3, s. 157, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 232, 233, Vâhidf, Esbâbü’n-nüzûl, s. 279.
[4] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 231.
[5] Vâkıdî, M egâzf, 1367/1948 K ahire b ask ı a, s. 290.
[6] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 231, 232.
[7] Vâkıdî, M egâzf, c. 2, s. 457, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 103.
[8] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 1 03.
[9] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 232.
[10] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 458.
[11] İbn İshak, İbn, Hişam, Sîre, c. 3, s. 232.
[12] Vâkıdî, M egâzf, 1367 /1948 K ahire bask ı sı, s. 295.
[13] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 230, 231, 257, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 494, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 71 , Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 344, Taberî, Tefsfr, c. 21, s. 1 50, İbn Hazm , Cevâmiu’s-Sîre, s. 118.
[14] İmam Zührî, Megâzî, s. 80.
[15] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 460.
[16] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 239, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 462.
[17] Ahzâb: 21, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 495, İ bn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 71.
[18] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 244.
[19] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 497, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 74, 75.
[20] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 56, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 49.
[21] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 244.
[22] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 280, Belâzurî, Fütühu’l-büldân, c. 1, s. 23.
[23] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c.2,s. 75.
[24] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 497.
[25] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 244.
[26] Halebî, İnsânu’l-uyÜn, c. 2, s. 657.
[27] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 74, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 118.
[28] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 51 , Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 347, 348.
[29] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 244.
[30] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 49.
[31] İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 2, s. 68.
[32] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 244, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 497.
[33] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c.2,s. 68.
[34] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 56, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 49.
[35] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 77.
[36] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 244, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 497.
[37] Vâkıdî, Megâzî, 1367/1948 Kahire baskısı, s. 297, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 2, s. 68.
[38] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c.2,s. 77.
[39] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 76, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 50.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/117-121.
[40] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye vıe’n-nihâye, c. 4, s. 117, Heysemî, Meanau’z-zevâid, c. 6, s. 140. 41 .
[41] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 497, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 74.
[42] İbn İshak.İbnHişam, Sîre.c.3, s. 244, 245, Vâkidf, Megâzî, c. 2, s. 497.
[43] İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 68, Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 1 49.
[44] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 497,498.
[45] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 245.
[46] Vâki cif, Megâzı, c. 2, s. 496, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 74.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/122.
[47] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 74.
[48] Vâkıdî, Megâzî.c.2, s. 500.
[49] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 497.
[50] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 119.
[51] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 245.
[52] H eysem f, M ecm au’z-zevâi d, c. 6, s. 137.
[53] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 498.
[54] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 245, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 498, 499.
[55] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 499.
[56] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 245.
[57] İbn Hazm, Cevâm iu’s-Sîre, s. 191.
[58] İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 422, Taberî, Târih, c. 3, s. 53, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 137.
[59] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 499.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/122-123.
[60] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 245. 61 .
[61] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 499.
[62] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 499, İbn Hazm , Cevâmiu’s-Sîre, s. 192, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 493, 494.
[63] Vâkidt, Megâzî, 1367/1948 Kahire baskısı, s. 297.
[64] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 499.
[65] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 119, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 494.
[66] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 245.
[67] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 119.
[68] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 245.
[69] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 77.
[70] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 245.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/124-125.
[71] Vâkıdî, Megâzî.c.2., s. 499.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/125.
[72] Vâkidi, M egâzf, 1367/1948 Kahire baskıa, s. 298.
[73] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 245.
[74] İmam Muhammed, Siyeru’l-kebfr, c. 2, s. 587, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 500.
[75] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 500.
[76] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 77.
[77] İbn İbn İshak, İbn Hişam.Sîre, c. 3, s. 245.
[78] Vâki di, Megâzî, 1367/1948 Kahire baskıa, s. 298.
[79] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 494.
[80] Vâki df, M egâzf, 1367/1948 Kahire baskı a, s. 298.
[81] Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 21 6, 370.
[82] İmam Muhammed, Siyeru’l-kebfr, c. 2, s. 587.
[83] Vâkıdî, Megâzî, 1367/1948 baskıa, s. 298, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 216,370.
[84] Vâkıdî, Megâzî, 1367/1948 Kahire baskıa, s. 298.
[85] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 496, İbn Habib, Kitâbu’l-muhabber, s. 113, Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, c. 1, s. 23, Ebut-Tayyib, Ikdu’s-simfn, c. 1, s. 251.
[86] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 246, Taberî, Târîh, c. 3, s. 53, İbn Ea>, Kâmil, c. 2, s. 185, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 2, s. 69, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 130, İbn Haldun, c. 2, ks, 2, s. 31, Ebul-Tayyib, Ikdu’s-simfn, c. 1, s. 251.
[87] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 77.
[88] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 501.
[89] Vâkıdî, Megâzî, 1367/1948 Kahire baskıa, s. 298.
[90] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 246.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/125-128.
[91] Vâkıdîı Megâzîıc.2ıs.501
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/128.
[92] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 246.
[93] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 501,502.
[94] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 246.
[95] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 502.
[96] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 246,247.
[97] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/128-131.
[98] Vâkıdî, Megâzî.c.2, s. 503.
[99] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 228.
[100] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1, s. 33.
[101] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 503.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/131-132.
[102] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 227, 228, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1.S.160,161, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 114.
[103] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 249, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 114.
[104] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 206.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/132-134.
[105] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 503, 504.
[106] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 249, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 504.
[107] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 504, Taberî, Târih, c. 3, s. 55.
[108] İbn İshak.İbnHişam, Sîre.c.3, s. 249, Vâkıdî .Megâzî, c. 2, s. 504.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/134-135.
[109] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 505.
[110] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 247.
[111] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 495, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 1, s. 663.
[112] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 506.
[113] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 247
[114] Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 151.
[115] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 247.
[116] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 506, 507.
[117] E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 119.
[118] Enfâl: 27, İbn İshak, İbn Hisam , Sîre, c. 3, s. 247, Taberî, Tefsfr, c.9,s. 221.
[119] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 507.
[120] Tevbe: 102.
[121] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 248,249.
[122] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 508.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/135-139.
[123] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 509.
[124] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 247.
[125] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 509.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/139.
[126] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 251.
[127] Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 151, Semhûdf, Vefau’l-vıefa, c. 1, s. 307.
[128] Heysemî, Mecmau’z-zevâ id, c. 6, s. 138.
[129] Taberî, Târîh, c. 3, s. 53, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 122.
[130] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 422.
[131] İbn Sa’d, Tab akâtü “l-kübrâ, c. 3, s. 426, H eysem f, Meon au’i-ievâi d, c. 6, s. 139.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/139-140.
[132] Vâkıdi, Megâzî, 1367/1948 Kahire baskısı, s. 299.
[133] Peygamberimiz Aleyhisselam, Abdullah b. Übeyy’in hatırı için değil, onun bıktırıcı ve kızdırıcı ısrarı üzerine, kendilerinin yurtlarından çıkıp gitmelerine, istemeyerek ‘evet’ demişti. (İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 51, 52).
[134] Vâkıdı, Megâzî, c.2, s. 510.
[135] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 250, Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 510.
[136] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 510, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 138, Semhûdf, Vefâu’l-vefâ, c. 1, s. 307.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/140-141.
[137] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 250.
[138] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 194.
[139] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 250, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 511.
[140] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 511.
[141] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 139.
[142] Vâkidi, Megâzî, c.2, s. 511.
[143] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c. 3, s. 250, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 511, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 423, İbn Hazm, C evâm iu’ s-Sîre, s. 194, İ bn E sfr, Kâm i I, c. 2, s. 186, İ bn S eyyid, U yû nu’l-eser, c. 2, s. 72, Zehebî, M egâzf, s. 260, E bu’ I-Fi dâ el-Bi dâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 121, Semhûdf, Vefâu’l-vefâ, c. 1 , s. 307.
[144] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 511.
[145] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 250, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 1 42.
[146] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 423.
[147] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 71, Buhârî, Sahih, c. 7, s. 135.
[148] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 425.
[149] Kastalânf, Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, s. 152, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 666.
[150] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 424.
[151] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 250, Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 512.
[152] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 250, 251, Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 512, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 497
[153] Vâkıdî, Megâzî, 1367/1948 Kahire baskısı, s. 299.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/141-144.
[154] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.3, s. 251 , Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 512, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 426, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 56, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 51, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1389, Taberî, Târih, c. 3, s. 56, İbn Hazm, Cevâmiu’s-sfne, s. 195, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 186, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 2, s. 72, Zehebî, Megâzî, s. 259, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 4, s. 121 , İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 31 , Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 138.
[155] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 425, Zehebî, S iyem a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 209.
[156] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 56, 141.
[157] Tevrat, Tesniye: B âb 20:1 0-16.
[158] İbn İshak.İbnHişam, Sîre, c. 3, Sine c.3 s.253.Vakidi,Megazi,c.2,s.503,506,514.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/144-146.
[159] Vâkıdı, Megâzı, c. 2, s. 509, 510.
[160] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 513.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/146.
[161] İbn İshak.İbnHişam, Sîre.c.3, s. 252, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 518.
[162] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 350, Tiımizf, Sünen, c. 4, s. 1 45, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 156.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/146.
[163] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 512,513.
[164] İmam Muhammed, Siyeru’l-kebfr, c. 3, s. 1 029, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 512, 513.
[165] Vâkıdî, Megâzı, c. 2, s. 514.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/146-147.
[166] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 252, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 513.
[167] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 252.
[168] Ebu Ubeyd, Kitâbu’l-emvâl, s. 243, Belâzurî, Fütûhu’l-buldan, c. 1, s. 23, 24.
[169] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 513, 51 4.
[170] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 252, Vâki d f, Megâzî, c. 2, s. 514.
[171] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 514, Süheylf, Ravdu’l-ünüf, c. 6, s. 337.
[172] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 514.
[173] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 252, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 514.
[174] Ebu Ubeyd, Kitâbu’l-emvâl, s. 243, Belâzuıî, Fütûhu’l-buldan, c. 1, s. 24.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/147-148.
[175] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 253.
[176] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 141.
[177] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 253.
[178] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 141.
[179] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 253, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 518.
[180] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 518.
[181] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 253.
[182] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 519.
[183] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 253, 254.
[184] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 254, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 519.
[185] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 519.
[186] İbn İshak, İ bn Hişam, Sîre, c. 3, s. 254, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 519.
[187] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 519.
[188] İbn İshak, İ bn Hişam, Sîre, c. 3, s. 254.
[189] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 498.
[190] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 519.
[191] İbn İshak, İ bn Hişam, Sîre, c. 3, s. 254.
[192] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 519, 520.
[193] İbn İshak, İ bn Hişam, Sîre, c. 3, s. 254.
[194] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 520
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/148-152.
[195] İbn İshak.İbnHişam, Sîre.c.3, s. 252,253. 194.
[196] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 517.
[197] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 253.
[198] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 517.
[199] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 517.
[200] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 253, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 517.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/152-153.
[201] Vâki cif, Megâzî, c. 2, s. 522, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 74-75.
[202] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 256.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/153-154.
[203] İbn Sa’d. Tabakâtü’l-kübrâ. c. 8. s. 129. 130.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/154.
[204] Ahzâb: 26-27, İbn İshak, İbnHişam, Sîre,c.3,s. 261, 262.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/154-155.
[205] İbrı İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 262.
[206] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 426, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 11 9.
[207] İbn Şa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 327.
[208] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 262, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 526.
[209] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 434 Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 206.
[210] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 423, 424.
[211] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 526, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 427, 428.
[212] Vâkıdî, Megâif, c. 2, s. 528, İbn Sa’d, c. 3, s. 428.
[213] Vâkıdî, Megâif, c. 2, s. 526, 527, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 428, 429.
[214] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 434, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 206.
[215] Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 216.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/155-157.
[216] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 527, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 432.
[217] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 429, 430, Zehebî, c. 1, s. 213, 214.
[218] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 263, 264.
[219] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 431.
[220] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 263.
[221] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 528, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 430.
[222] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 207.
[223] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 263.
[224] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 433, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 360.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/157-158.
[225] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 528, İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 431, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 209, 214.
[226] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 528, İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 431, 432.
[227] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 529, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 431 , 432.
[228] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 263, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 360.
[229] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 433, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 206.
[230] Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s. 529, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 432, 433.
[231] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 433, Zehebî, c. 1, s. 214.
[232] İbn Esîr.Kâmil.c.2. s. 187.
[233] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/158-160.
[234] Vâki cif, Megâzî, c. 2, s. 530, 531.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/160-162.