Gazânın Adı ve Mevkii
Kur’ân-ı Kerîm’e Göre Bedir Seferinin Gayesi
Bedir Seferinin Gayesini Açıklamamanın Sebebi
Bedir Savaşında Sözkonusu Olan Kervan
Hz. Âtike’nin Rüyası
Kureyş Müşriklerinin Acele Hazırlanmaları
Addas’ın Utbe ve Şeybe’yi Peygamberimiz Aleyhisselamla Çarpışmaktan Vazgeçirmeye Çalışması
Utbe ve Şeybe’nin Geri Dönmeye Meyletmeleri
Cüheym b. Salt’ın Rüyası ve Ebu Cehil’in İddiası
Ebu Süfyan’ın Mekke’ye Dönmeleri İçin Kureyşîlere Haber Salışı
Kureyş Müşriklerinden Ayrılıp Geri Dönenler
Müşriklerin Ordusunu Develer Kesip Doyuranlar
Kureyş Müşriklerinin Bedir’deki Karargâhları
Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine’den Yola Çıkışı
İslam Mücahidlerinin Buku’da Durdurulup, Yaşları Küçük Olanların Geri Çevirilişi
Bedir Seferinde Nöbetleşe Binilen Develerle Atlar ve Teçhizat
Mücahidlerin Sayılıp Peygamberimiz Aleyhisselama Tekmil Verilişi
Muhacirlerden Olanlar
Bedir Seferine Katılan Ensar Mücahidleri
Evs Kabilesinden
Hazrec Kabilesinden
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidler Hakkındaki Duası
Hubeyb b. Yesaf (İsaf)’ın Müslüman Olarak Bedir Seferine Katılışı
Bedir’e Giderken Uğranılan, Durulan Yerler
Besbes’le Adiyy’in Bedir’e Uğradıklarını Anlayan Ebu Süfyan’ın Kureyş Ticaret Kervanını
Bedir’den Deniz Sahiline Kaçırışı
Kureyş Ordusunun Kervanlarını Korumak Üzere Gelmekte Olduğu Haberi Üzerine, Durumun Ashab ile Konuşuluşu
Kureyş Müşrikleri Hakkında Süfyan-ı Damrî’den Bilgi Alınışı
Bir Keşif Birliğinin Bedir Suyuna Gönderilişi
Müşriklerin ve Müslümanların Bedir’deki Karargâhları
İslam Karargâhında Peygamberimiz Aleyhisselam İçin Bir Gölgelik Yapılışı
Müslümanların ve Müşriklerin Sancaktarları
Müslümanların Bedir Savaşında Parolaları
Savaşta Nasıl Çarpışılacağının Belirlenişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Bedir’de Müşrik Ulularının Vurulup Düşecekleri Yerleri Birer
Birer Gösterişi
Müslümanları Bedir’de Düştükleri Sıkıntılardan Allah’ın Kurtarışı
Hz. Ömer’in Kureyş Müşriklerine Elçi Olarak Gönderilişi
Müşriklerin İslam Mücahidleri Hakkındaki Keşif ve İntibaları
Hakîm b. Hizam’ın İyiniyetli Teşebbüs ve Temasları
Ebu Cehil ile Âmir b. Hadramî’nin Harbi Kızıştırmaya Çalışmaları
Peygamberimiz Aleyhisselamın Yardıma Gelen Huzeyfe ile Babasını Geri Çevirişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidleri Saf Nizamına Koyuşu ve Saydırışı, Sevad’ın
Mücahidleri Şaşırtan Bir Davranışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ebu Eyyub Halid b. Zeyd’i Maiyyetine Alışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kureyş Müşriklerini Görünce Allah’a Dua ve Münâcatta Bulunuşu
Mücahidlerin Başlarına ve Göğüslerine Alâmet Takmaları
Utbe b. Rebia’nın Son Gayretinin de Boşa Gidişi
Abdullah b. Süheyl’in Müslümanlar Tarafına Kaçması
Bazı Müşriklerin İslâm Havuzundan Su İçmeye Gelmeleri
Esved b. Abdulesed’in Kendisini Havuza Atışı ve Öldürülüşü
İslam Mücahidlerine Emirler Verilişi, Teşvik ve Tebşirlerde Bulunuluşu
Yüce Allah’ın Mü’minlere Emir ve Tavsiyeleri
Kutbe b. Âmir’in, Yere Attığı Taş Kaçmadıkça Savaştan Kaçmayacağını Söylemesi
Müşriklerin Müslümanlar Karşısında Saf Bağlayıp Kılıçlarını Sıyırmaları
Müşriklerin Mekke’de ve Bedir’deki Duaları
Mücahidlere Meleklerin Yardıma Geldiklerinin Müjdelenişi
Meleklerin İslam Mücahidlerine Nasıl Yardım Ettikleri
Peygamberimiz Aleyhisselamın Müşrikler Arasında Bulunan Bazı Kişilerin Öldürülmemesini
Tavsiye Buyuruşu
Harp Ateşini İlk Önce Âmir b. Hadramî’nin Tutuşturuşu
Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia ve Velid b. Utbe b. Rebia’nın Meydana Çıkıp Çarpışmak İçin Er
Dilemeleri
Ebu Cehil’in Müşrikleri Müslümanlarla Çarpışmaya Kışkırtışı
Hz. Ebu Bekir’in Müşrikler Tarafından Çarpışmaya Çıkan Oğluna Kızıp Çarpışmaya Çıkmaktan
Alıkonuluşu
Müşriklerin Üzerine Kum Saçılıp Mücahidlerin Hücuma Kaldırılışı
Tarafların Çarpışmaya İsteklenmeleri
Peygamberimiz Aleyhisselamın Cesaret ve Metaneti
Ashabın Bedir’de Gösterdikleri Kahramanlıklardan Örnekler ve Ebu Cehil’in Öldürülüşü
Ümeyye b. Halef’in Esir Edilişi ve Öldürülüşü
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kureyş Müşriklerinin Bozulup Kaçacakları Hakkındaki Âyeti
Okuyarak Çadırından Çıkışı
Müşriklerin Öldürülmeyip Esir Edilmelerinden Sa’d b. Muaz’ın Hoşnutsuzluk Göstermesi
Bedir Savaşında Öldürülen ve Esir Edilen Müşriklerin Sayısı
Müşrik Ölülerinden Yirmidördünün Bedir’deki Pis Bir Kuyuya Atılışı
Babasının Cesedi Kuyuya Atılırken Ebu Huzeyfe’nin Üzüntü Duyuşu ve Üzülmesinin Sebebi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Bedir Kuyusuna Cesetleri Atılan Müşriklere Hitabı
Toplanan Ganimetler Hakkında Mücahidler Arasında Çıkan Anlaşmazlığın Giderilişi
Cebrail Aleyhisselamın Peygamberimiz Aleyhisselamdan Müsaade Alıp Bedir’den Ayrılışı
Bedir Şehitleri
Muhacirlerden olan şehitler
Ensardan olan şehitler
Bedir’den Ayrılıp Üseyl Vadisinde Gecelenişi ve Zekvan’ın Gece Bekçiliği Edişi
Seyer’de Durulup Ganimet Mallarının Mücahidlere Bölüştürülmesi
Nadr b. Hâris’in Boynunun Vuruluşu
Ukbe b. Ebi Muayt’ın Boynunun Vuruluşu
Ebu Hind’in Peygamberimiz Aleyhisselama Yemek Getirişi
Abdullah b. Revâha ile Zeyd b. Hârise’nin Medine’ye Müjdeci Olarak Gönderilişi
Bedir Savaşında Bulunmayan Bazı Müslümanların Peygamberimiz Aleyhisselamı Karşılayıp Zafer
Tebrikinde Bulunmaları
Süheyl b. Amr’ın Kaçmaya Teşebbüs Edişi ve Yakalanışı
Şukran’ın Esirler Üzerine Çavuş Tayin Edilişi ve Esirleri Medine’ye Getirişi
Bedir Savaşında Müslümanlar Tarafından Esir Edilenler
Süheyl b. Amr’ın Ön Dişlerinden İkisinin Çekilmesi Hakkındaki Teklifin Peygamberimiz
Aleyhisselam Tarafından Kabul Edilmeyip, Kendisinin İleride Hoşa Gidebilecek Bir Konuşma da
Yapabileceğinin Haber Verilişi
Esir Edilen Müşrikler Hakkında Ne Yapılacağının Konuşulması
Esirlerden Kurtulmalık Akçesi Alınmaya Başlanması
Kurtulmalık Akçelerinin Miktarları ve Bunu Ödemeyecek Durumdakilerden Yazı Yazmayı Bilenlerin Her Birinin Ensar Oğullarından On Çocuğa Yazı Yazmayı Öğretmekle Mükellef Kılınmaları
Bedir Hezimeti Haberinin Mekke’ye Ulaşması
Alınan Kurtulmalık Akçeleri Hakkında Âyetler İnişi
Bedir Savaşına Katılan Müslümanların Üstünlüğü
Bedir Zaferinin Medineli Müşrikleri, Münafıkları ve Yahudileri Sindirişi
Esir Olan Oğlunu Kurtarmak Bahanesiyle Medine’ye Gelip Peygamberimiz Aleyhisselamı Öldürmek İsteyen Umeyr b. Vehb’in Müslüman Olarak Mekke’ye Dönüşü
Hz. Zeyneb’in Medine’ye Getirilişi
Velid b. Velid’in Mekke’de Tutuklu Bulunan Ayyâş b. Ebi Rebia İle Seleme b. Hişam’ı Kurtarıp
Medine’ye Getirişi
BEDİR GAZÂSI
Gazânın Adı ve Mevkii
Mekke ile Medine arasında bulunan[1] Bedir hakkında çeşitli rivayetler olup, bir su kuyusunun veya onu kazanın ismi olduğu bildirilmektedir.[2]
Kureyş müşrikleriyle yapılan ilk savaşın yeri olan Bedir’in Medine’ye uzaklığı;
Medine’den Zâtülceyş’e kadar bir berid,
Zâtülceyş’ten Abud’a kadar bir berid,
Abud’dan Merg’a kadar bir berid,
Merg’dan Munsarafa kadar bir berid,
Mun sarartan Zâti Eczal’e kadar bir berid,
Zâti Eczal’den Ma’lâfa kadar bir berid,
Ma’lât’tan Üseyl’e kadar da bir berid olmak üzere, 7[3] beridliktir.[4]
Kur’ân-ı Kerîm’e Göre Bedir Seferinin Gayesi
Kur’ân-ı Kerîm’e göre; Bedir seferinin gayesi, müşriklerle çarpışıp onların İslâmiyete karşı olan mukavemetlerini kırmak, İslâmiyetin tutunmasını ve yayılmasını sağlamak, müşrikliği ortadan kaldırmaktı.
Nitekim, bu gerçek, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle açıklanır:
“Hani, Allah, size iki taifeden birinin muhakkak sizin olacağını va’d etmişti. Siz ise, kuvveti ve silahı bulunmayanın (ticaret kervanının) size nasip olmasını arzu ediyordunuz. Halbuki Allah, emirleriyle, hakkı açığa vurmayı, kâfirlerin kökünü kesmeyi, hakkı yerleştirmeyi, bâtılı ortadan kaldırmayı istiyordu-mücrimler hoşlanmasa da!”[5]
Bedir’de yapılacak çarpışmada müşriklerin bozulup kaçacakları da, Peygamberimiz Aleyhisselam daha Mekke’de iken, Yüce Allah tarafından:
“Yakında o cemaat bozulacak, arkalarını dönüp kaçacaklar!”[6] buyurularak haber verilmiş bulunuyordu.
Hz. Ömer der ki:
“Bu âyet nazil olduğu zaman, kendi kendime:
‘Acaba hangi cemaat bozguna uğratılacak ve kimlere galebe çalınacak?!’ demiştim.
Bedir günü gelip de Resûlullah’ın zırhını giyinmiş olduğu halde bu âyeti okuduğunu görünce, anladım ki, Yüce Allah meğer Kureyş müşriklerini bozguna uğratacakmış!”[7]
Bedir Seferinin Gayesini Açıklamamanın Sebebi
Kureyş müşrikleriyle Bedir’de savaşılacağı Müslümanlara Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından önceden açıkça ve kesin olarak haber verilmiş olsaydı, muhakkak, anlaşmazlığa düşülecekti.
Bu gerçeğe de, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle değinilir
“O vakit, siz vadinin yakın bir kenarında idiniz.
Onlar (Kureyş müşrikleri de, aynı yerin) uzak bir kıyısında,
Kervan ise (sizden) daha aşağıda(ki sahil tarafında) idiler.
Eğer böyle muayyen bir yerde buluşmak hususunda sözleşmiş olsaydınız, muhakkak ki ihtilafa düşerdiniz.
Fakat, işlenmesi gerekli olan emri yerine getirmek için (Allah böyle yaptı); tâ ki helak olan apaçık bir delilden (gözü ile gördükten) sonra helak olsun, diri kalan da apaçık bir delilden (gözü ile gördükten) sonra hayatta kalsın!
Şüphe yok ki, Allah herşeyi işiten, herşeyi bilendir.”[8]
Nitekim, Müslümanlardan, hakikat belli olduktan; Bedir’de Kureyş müşriki eriyle çarpışılacağı açıklandıktan sonra bile, çarpışmaya ölüme sürüklenir gibi isteksiz gidenler olduğu gibi,[9] kervan üzerine gidildiğini sanarak daha Medine’de iken ağırdan alan, hatta seferden geri kalanlar da vardı.[10]
Bilakis, müşriklerle çarpışıp şehit olmak için Bedir seferine katılmaya can atanlar ve bu yolda babalarıyla kur’a çekişenler de vardı. Nitekim, Sa’d b. Hayseme, babasına:
“Eğer bu seferin mükâfatı Cennetten başka birşey olsaydı, senden geri kalırdım! Ben burada bana şehitlik nasip olmasını umuyorum!” demişti. Babası Hayseme ise:
“Sen benden geri kal da, hamile kadınının yanında bulun!” dediği zaman Sa’d kabul etmemiş, Hayseme:
“İkimizden birisinin herhalde burada kalması lazım!” deyince de, aralarında kur’a çekmişler, kur’a Sa’d’a çıkmış, Bedir savaşına katılarak muradına ermiştir![11] Allah ondan razı olsun!
Ebu Ümâme b. Sa’lebe de hasta bulunan annesini bırakarak Bedir seferine katılmak istediği zaman, dayısı Ebu Bürde b. Niyar:
“Sen ananın yanında otur da, onunla ilgilen!” demiş, o da:
“Kızkardeşinin yanında sen otur da, onunla ilgilen!” diyerek karşılık vermiş; durum Peygamberimiz Aleyhisselama duyurulunca, Peygamberimiz Aleyhisselam Ebu Ümâme’ye annesinin yanında kalmasını emretmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam Bedir savaşından döndüğü sırada Ebu Ümâme’nin annesi ölmüş ve cenaze namazı Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından kıldırılmıştır.[12]
Henüz Müslüman olmamış bulunan Hubeyb b. Yesaf da, Kureyş müşriki eriyle çarpışılacağım anlayıp, Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Kavmim benim savaşta ne derece başarılı olduğumu ve düşmanın bağrında yaralar açan bir kahraman olduğumu bilir.
Ben, Müslüman olmaksızın, ganimet maksadıyla senin yanında çarpışayım?” demişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Hayır! Sen önce Müslüman ol! Sonra da, çarpış!” buyurdu.[13]
Bedir’de Kureyş müşrikleriyle çarpışılacağım, yalnız erkeklerden değil, kadınlardan da bilenler vardı.
Ümmü Varaka Hatun bunlar arasında idi.
Ümmü Varaka Hatun, Bedir seferine çıkılırken, Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Bana izin ver de, seninle birlikte ben de çıkayım.
Yaralarınızı tedavi eder, hastalananlarınıza bakarım.
Olur ki, Allah beni şehitliğe erdirir!” demişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Sen evinde Kur’ân oku! Muhakkak ki, Allah sana şehitlik nasip eder!” buyurdu; ve onu Şehide diye anardı.[14]
Allah ondan razı olsun![15]
Bedir Savaşında Sözkonusu Olan Kervan
Hicretin 2. yılında Kureyş kabilelerinden kadın erkek herkesin sermaye veya mal koyarak katıldığı 50.000 dinar kadar sermayeli, 1000 develik mal yüklü büyük ticaret kervanı, Şam’ın Gazze pazarına gönderilmişti.
Kervandaki malın en çok kısmı Ebu Uhayha Saîd b. Âs ailesine aitti. Kervana yüklenen malların ya bütünü onlarındı, ya da onlar malların kazancına Kureyş kavmiyle yan yarıya ortaktılar.
Mahzum oğulları, kervana 5000 veya 4000 miskal altın ve 200 deve ile,
Haris b. Âmir b. Nevfel, 1000 miskal altınla,
Ümeyye b. Halef, 2000 miskal altunla,
Abdi Menaf oğulları 10.000 miskal altınla katı İm ıslardı.[16]
Kervanda Ebu Süfyan Sahr b. Harb,[17] Muhammed b. Nevfel ve Amr b. Âs… gibi, Kureyş müşriklerinden 30,[18] veya 40,[19] ya da 70 kişi bulunuyor;[20] kervan Ebu Süfyan tarafından yönetiliyordu.[21]
Kureyş müşrikleri, Müslümanların hac yapmalarına engel oldukları için, onların da Şam ticaret yollarını kesmek isteyeceklerini biliyorlardı.
Nitekim, Sa’d b. Muaz dostu Ümeyye b. Halefin yanında Kabe’yi tavaf ederken üzerlerine gelen Ebu Cehil’in:
“Vallahi, sen şimdi Ebu Salvan’ın yanında olmasaydın, buradan evine sağ dönemezdin!” tehdidine, onun:
“Eğer sen beni tavaftan men edersen, ben de vallahi sana daha ağırını yapar, senin Medine’deki Şam ticaret yolunu keserim!” diyerek bağırışını Ebu Cehil henüz unutmamış bulunuyordu.[22]
Bunun için, Mekkeli müşrikler ticaret kervanları hakkında onlardan korkup duruyorlar, uyanık ve tedbirli olmaya çalışıyorlardı.
Mahreme b. Nevfel’in bildirdiğine göre; Şam’dan, korku içinde yola çıktılar.[23]
Ebu Süfyan, kervanda bulunan Zamzam (Damdam) b. Amr’ı,[24] 20 miskal altın (Belâzurî’ye göre 20 dinar)[25] ücretle kiralayıp,[26] Tebük’ten acele Mekke’ye gönderdi.[27]
Kureyşîlere, Peygamberimiz ve ashabının önlerine çıktığını, kervandaki mallarını korumalarını haber vermesini emretti.[28]
Hz. Âtike’nin Rüyası
Peygamberimiz Aleyhisselamın halası Hz. Atike binti Abdulmuttalib, Damdam’ın Mekke’ye gelişinden üç gece önce bir rüya gördü ve ondan korktu.
Kardeşi Hz. Abbas’a haber gönderip, onu yanına çağırdı ve:
“Kardeşim! Vallahi, geceleyin gördüğüm rüya beni çok sarstı. Kavminin başına bir felaket ve musibet gelmesinden korkuyorum!
Sana anlatacağım bu rüyayı gizli tut, kimseye söyleme!” dedi.
Hz. Abbas:
“Ne gördün, anlat” dedi.
Hz. Âtike:
“Gördüm ki; deveye binmiş bir adam gelip Ebtahta [Muhassab ile Mekke arasında] durduktan sonra, yüksek sesle:
‘Ey vefasız cemaat! Üç güne kadar, muharebe mahalline, vurulup düşeceğiniz yerlere yetişiniz!1 diyerek üç kere bağırdı!
Onu gören halk, onun başına toplandılar.
Sonra o adam Mescid-i Haram’a girdi.
Halk da kendisini takip ediyordu.
Halk etrafını sarmış olduğu halde, devesi Kabe’nin arkasında durunca, o yine aynı şekilde yüksek sesle:
‘Ey vefasız cemaat! Üç güne kadar, muharebe mahalline, vurulup düşeceğiniz yerlere yetişiniz!1 diyerek üç kere bağırdı.
Sonra, devesi Ebu Kubeys dağının başında durup, orada da aynı şekilde yüksek sesle:
‘Ey vefasız cemaat! Üç güne kadar, muharebe mahalline, vurulup düşeceğiniz yerlere yetişiniz!1 diyerek üç kere bağırdı.
Sonra da, bir kaya tutup yuvarladı.
Kaya yukarıdan aşağıya doğru yuvarlanarak, dağın dibinde parçalandı.
Mekke evlerinden, o parçaların girip isabet etmediği ne bir ev, ne bir mahal kaldı!” dedi.
Hz. Abbas:
“Vallahi, bu çok mühim bir rüyadır! Sen onu gizli tut, hiç kimseye anlatma!” dedi.
Hz. Abbas, Hz.Âtike’nin yanından ayrılınca, dostu Velid b. Utbe ile karşılaştı.
Ona rüyayı anlatıp, gizli tutmasını söyledi.
Velid de, babası Utbeye nakletti.
Bu rüya, Mekke’de yayıldı. Kuneyşîlerin toplantılarında konuşulmaya başlandı.
Hz. Abbas der ki:
“Ertesi gün, Kabe’yi tavaf ediyorken, Ebu Cehil b. Hişam Kureyşîlerden bir cemaatla oturup, Âtike’nin rüyasını konuşuyorlardı.
Ebu Cehil, beni görünce:
‘Ey Ebu’l-Fadl! Tavafını bitirince yanımıza gel!’ dedi.
Tavafı bitirince, varıp yanlarına oturdum.
Ebu Cehil, bana:
‘Ey Abdulmuttalib oğulları! Sizin şu kadın peygamberiniz de ne zaman türedi?!’ dedi.
Ona:
‘Nedir bu?’ dedim.
‘Âtike’nin gördüğü şu rüya meselesi!’ dedi.
‘O ne görmüş de?’ dedim.
Ebu Cehil:
‘Siz, erkeklerinizin peygamberliklerine kanaat etmediniz de, kadınlarınız da mı peygamberliğe kalkıştı?! Güya Âtike, birinin ‘Üç güne kadar, vurulup düşeceğiniz yerlere yetişiniz!’ dediğini rüyasında gördüğünü söylüyormuş! Bu üç gün içinde, sizi bekleyeceğiz.
Eğer söylemiş olduğu söz doğru ise, elbette birşey zuhur edecektir. Eğer üç gün dolarda birşey zuhur etmezse, hakkınızda yazacağımız bir yazıda, Araplar arasında sizin kadınlarınızdan daha yalancı kadın bulunmadığını yayacağız’ dedi.
Vallahi, benim için, bunu inkâr etmemden daha ağır birşey olmamıştır.
Onun herhangi birşey görmüş olduğunu inkâr ettim.[29]
Bundan sonra, birbirimizden ayrıldık.
Akşamleyin, Abdulmuttalib oğulları kadınlarından yanıma gelmedik hiçbir kadın kalmadı.
Onlar:
‘Demek, siz şu fâsık, pis herifin erkeklerinize dil uzatmasını hoş gördünüz!
Sonra da, sen onun kadınlarınıza da dil uzattığını işittiğin halde, işittiğin şeylerden seni gayrete getirecek birşey bulamadın ha?!’ dediler.
Onlara:
‘Vallahi, öyle yaptım. Benim için bundan daha ağır birşey olmamıştır. Allah’a andolsun ki, o sözünü tekrarlayacak olursa ona saldıracağım ve sizin hesabınıza onun hakkından geleceğim’ dedim.
Âtike’nin rüyasının üçüncü günü sabaha çıkınca, kaçırdığım fırsatı elde etmek arzusu ile çok kızgın ve hiddetli bir halde Mescid-i Haram’a girdim.
Onu görünce, vallahi, ona doğru yürüdüm.
Evvelce söylediklerinden bazılarını tekrarlayıp kendisine saldıracaktım.
Ebu Cehil zayıf yapılı, asık suratlı, acı dilli, sert bakışlı bir adamdı.
O Mescid-i Haram’ın Sehm oğulları kapısına doğru fırlayıp çıkınca, kendi kendime ‘Allah’ın lanetine uğrayasıca, benim kendisine hakaret edeceğimden korktu da, benden uzaklaşıyor’ dedim.
Halbuki, benim Damdam b. Amr”ın işitmemiş olduğum sesini, o işitmiş bulunuyormuş!
Damdam; devesinin burnunu kesmiş! Semerini tersine çevirmiş! Gömleğinin önünü, arkasını yırtmış! Mekke vadisinin ortasında, deve üzerinde, avazının çıktığı kadar bağırıyor
‘Ey Kureyş cemaatı! Muhammed ve ashabı, ticaret kervanınızın, Ebu Süfyan’ın yanındaki mallarınızın önüne gerildiler! Ona erişebileceğinizi sanmıyorum! İmdad! İmdad!’ diyerek haykırıyordu. Başa gelen iş, beni de, onu da birbirimizle uğraşmaktan alıkoydu.”[30]
Kureyş Müşriklerinin Acele Hazırlanmaları
Halk, acele hazırlandı ve:
“Muhammed ve ashabı, bunun da Hadramî’nin kafilesi gibi olacağını mı sanıyor?!
Hayır! Vallahi, bunun ondan başka türlü olduğunu öğrenecektir!” diyorlardı.
Sefere bütün Kureyş erkekleri katıldılar, katılamayanlar da, yerlerine adam tutup gönderdiler.
Kureyş eşrafından, Ebu Leheb’den başka hiç kimse geri kalmadı.
O da, iflas etimiş tüccarlardan Âs b. Hişam’ı 4000 dirhem alacağına karşılık kiralayarak, yerine bedel gönderdi.
Hasta olduğu için, kendisi Mekke’de kaldı.
Ümeyye b. Halef ise, oturduğu yerden kalkamaz, yaşlı, ağır gövdeli bir kimse olduğundan, seferden geri kalmak istemişti.
Mescid-i Haram’da, kavminin ortasında otururken, Ukbe b. Ebi Muayt, içinde ateş ve öd ağacı bulunan bir buhurdanlığı götürüp onun önüne koydu ve:
“Ey Ali’nin babası! Sen artık kadınlardan sayılırsın! Buhur yak!” deyince, Ümeyye b. Halef kızdı ve:
“Allah, senin de belanı versin; senin getirdiğin şeyin de belasını versin!” dedi.[31]
Bedir’e çıkış gününde Ebu Cehil halka “Develerinize bininiz!” dediği zaman, Ümeyye b. Halef Mekke’den çıkmak, ayrılmak istememişti.
Ebu Cehil geldi ve, onu kandırıncaya kadar, Ümeyye’nin yanından ayrılmadı.[32]
Ümeyye b. Halef de hemen hazırlanıp halk ile birlikte sefere çıktı. Kureyş müşrikleri hazıriıkl arını iki veya üç günde bitirdiler. Silahlarını ortaya çıkardılar. Silahsızlar için silah satın aldılar. Zenginler, zayıflara ellerinden gelen yardımı yaptılar.
Kureyş’in ileri gelenlerinden Süheyl b. Amr:
“Ey Kureyş topluluğu! Muhammed ve gençlerinizden dinlerini bırakıp onun dinine girmiş ve yanına gitmiş olanlar, Yesriblilerle (Medinelilerle) birlikte sizin kervanınızın, Kureyşîlerin ticaret kervanının önüne gerildiler! Deve isteyene, işte deve! Yiyecek isteyene, işte yiyecek!” dedi.
Zem’a b. Esved:
“Lât ve Uzzâ’ya andolsun ki, sizin başınıza, Muhammed ve Yesriblilerin ticaret kervanınıza ve onda bulunan geçimliklerinize, hazinelerinize tamah ederek önüne gerilmeleri kadar büyük bir iş gelmemiştir!
Hepiniz çarpışmaya çıkınız! Sizden hiç kimse geri kalmasın!
Yiyeceği olmayana, işte yiyecek!
Vallahi, Muhammed ticaret kervanınızı ele geçirecek olursa, muhakkak, onunla üzerinize yürür, Mekke’ye de girer!” dedi.
Tuayme b. Adiyy de:
“Ey Kureyş cemaatı! Vallahi, başınıza bundan; içinde servetiniz, geçimliğiniz bulunan ticaret kervanınızın mubah sayılmasından, yağmalanmasından daha ağır bir iş gelmemiştir.
Vallahi ben, Abdi Menaf oğullarından bu kervana bir neşş (20 dirhem) ile olsun katılmamış ne bir erkek, ne de bir kadın kaldığını bilmiyorum.
Kimin yiyeceği yoksa, bizim yanımızda yiyecek var.
Onu bindirelim ve güçlendirelim” dedi.
Onlardan yirmi kişiyi yirmi deveye bindirip güçlendirdi.
Onların geride bıraktıkları ev halklarına da yardımda bulundu.
Yalnız Hanzale b. Ebi Süfyan ile Amr b. Ebi Süfyan:
“Vallahi, bizim şahsımıza ait malımız yoktur. Bu mallar Ebu Süfyan’a aittir!” diyerek, ne para verdiler, ne de binit!
Nevfel b. Muaviye, Kureyşlilerin varlıklı olanlarının yanlarına varıp, binitleri ve yiyecekleri bulunmadığı için sefere çıkamayanlara bağışta bulunulması hususunu konuştu.
Abdullah b. Ebi Rebia ortaya 500 dinar (altın) koydu.
Huvaytıb b. Abduluzzâ’dan da 200 veya 300 dinar aldı.
Utbe b. Rebia ile Şeybe b. Rebia zırh gömleklerini çıkarıp onları ve savaş âletlerini onarmaya başladıkları zaman, köleleri Addas, onlara:
“Ne yapıyorsunuz?” diye sordu.
“Taif’teki üzüm bağımızda kendisine üzüm gönderdiğimiz zâtı bilmiyor musun?” dediler.
Addas:
“Evet! Biliyorum!” dedi.
“İşte, biz gidip onunla çarpışacağız!” dediler.
Addas:
“Gitmeyiniz! Vallahi, o muhakkak peygamberdir!” dedi.
Fakat, Utbe ve Şeybe dinlemediler, gittiler.[33]
Müşriklerden çarpışmaya gidenlerin sayısı 950 idi.[34]
700 develeri,[35]
100[36] veya 200[37] atları vardı.[38]
Atlılar zırh gömlekli idi.
Kureyş müşrikleri, Amr b. Hâşim’in azadlı cariyesi Sâreyi,
Esved b. Muttalib’in azadlı cariyesi Azze’yi,
Ümeyye b. Halefin azadlı şarkıcı cariyelerini de yanlarına aldılar.[39]
Defler çaldırarak,[40] Müslümanları yeren şiirler okutarak yola çıktılar.[41]
Addas’ın Utbe ve Şeybe’yi Peygamberimiz Aleyhisselamla Çarpışmaktan Vazgeçirmeye Çalışması
Hakîm b. Hizam der ki:
“Beyzâ akabesine (yokuşuna) eriştiğimiz sırada, Addas’ın orada oturduğunu ve Utbe b. Rebia ile Şeybe b. Rebiayı görünce, sıçrayıp onların ayaklarına sarılarak:
‘Babam, anam sizlere feda olsun!
Vallahi, o Resûlullah’tır!
Siz ancak vurulup düşeceğiniz yerlere gidiyorsunuz!1 diyerek ağladığını ve gözyaşlarının yanaklarına döküldüğünü gördüm.”
Addas’ın yanına Âs b. Münebbih b. Haccac uğradı. Ona:
“Sen ne için ağlıyorsun?” diye sordu.
Addas:
“Mekke vadilerinin efendileri olan efendilerime ağlıyorum!
Onlar, vurulup düşecekleri yerlere gidiyorlar! Resûlullah ile çarpışacaklar!” dedi.
Önce Müslüman olmuş ve fakat kendisini şüphelerden kurtaramam iş gençlerden bulunan Âs b. Münebbih, ona:
“Muhammed gerçekten Resûlullah mıdır dersin?” deyince, Addas’ı bir titreme ve ürperti tuttu, tüyleri diken diken oldu. Sonra da, ağlamaya başladı.
“Vallahi, o, bütün insanlara gönderilen peygamberdir!” dedi.
Addas oradan geri döndü. Bedir savaşında bulunmadı.[42]
Allah ondan razı olsun![43]
Utbe ve Şeybe’nin Geri Dönmeye Meyletmeleri
Mekke’den ayrıldıkları sırada, Utbe b. Rebia ve Şeybe b. Rebia, Hz. Atike’nin rüyasını konuşuyorlar; biri öbürüne:
“Âtike binti Abdulmuttalib’in rüyasını bilmiyor musun? Andolsun ki, ben o rüyadan korkuyorum!” diyordu.
O sırada, Ebu Cehil onlara erişti ve:
“Ne konuşuyorsunuz?” diye sordu.
“Âtike’nin rüyasını anıyoruz!” dediler.
Ebu Cehil:
“Ne acayip şey! Abdulmuttalib oğullarının erkekleri bize peygamberlik taslamalarına kanaat getirmediler de, kadınları da mı bize peygamberlik taslayacaklar?!
Vallahi, Mekke’ye dönecek olursak, biz onlara yapacağımızı biliyoruz!” dedi.
Utbe:
“Onlarla aradaki hısımlık, akrabalık nerede kalacak?!” dedikten sonra, biri öbürüne:
“Dönecek misin?” diye sordu.
Ebu Cehil:
“Siz yola çıktıktan sonra geri dönüp de kavminizi rezil mi edeceksiniz?
Bari öcünüzün alındığını gözlerinizle gördükben sonra kavminizden ayrılın!
Siz Muhammed’in ve ashabının sizinle karşılaşabileceğini mi sanıyorsunuz?
Hayır! Vallahi, benim yanımda, kavmimden ve ailemden 180 kişi var ki, onlar benim indiğim yerde inerler, bindiğim yerde binerler!
Siz isterseniz dönün!” dedi.
Utbe ve Şeybe, ona:
“Vallahi sen kavmini helâka sürüklüyorsun!” dediler.
Ebu Cehil çıkıp gidince, Utbe, kardeşi Şeybe’ye:
“Bu, uğursuz bir adamdır!
Onun Muhammed ile yakın bir akrabalığı yoktur.
Fakat bizim Muhammed ile akrabalığımız vardır.
Hem de, oğlum onun yanındadır.
Sen onun lafını bırak! Hadi, biz dönelim?” dedi.
Şeybe:
“Ey Velid’in babası! Biz, hareket ettikten sonra geri dönecek olursak, vallahi âlemi kendimize sövdürürüz!” dedi.
Cuhfeye kadar gittiler.[44]
Cüheym b. Salt’ın Rüyası ve Ebu Cehil’in İddiası
Kureyş müşrikleri Cuhfe’de konakladıkları zaman, Cüheym b. Salt, b. Mahreme, b. Muttalib, b. Abdi Menaf, bir rüya gördü ve:
“Ben, uyuyan bir kimsenin gördüğü gibisini gördüm: Uyku ile uyanıklık arasında idim. Bir adam gördüm ki, at üzerinde gelip durdu, yanında da bir devesi vardı. Sonra da:
‘Utbe b. Rebia,
Şeybe b. Rebia,
Ebu’l-Hakem b. Hişam,
Ümeyye b. Halef,
Filan filan… öldürüldü!1 diyerek, Bedir gününde Kureyş eşrafından öldürülen kimselerin isimlerini birer birer saydı.
Sonra, gördüm ki, o adam, devesinin göğsüne vurduktan sonra, onu ordunun içine saldı.
Çadırlardan, onun kanından bulaşmadık hiçbir çadır kalmadı!” dedi.
Bu haber Ebu Cehil’e erişince:
“Al sana! Bir başka peygamber de Muttalib oğullarından!
Biz yarın sabah karşılaşırsak, kimlerin öldürüleceği görülecektir!” dedi.[45]
Bazı müşrikler de, Cüheym’e:
“Şeytan uykunda seninle oynamış!
Sen yarın sabah rüyada gördüğün şeyin ancak aksini, Muhammed’in ashabının en şereflilerinin öldürüldüklerini ve esir edildiklerini göreceksin!” dediler.
Utbe b. Rebia, ortalıktenhalaşınca, kardeşi Şeybe’ye:
“Sen geri dönmek hususunda ne dersin?
Bu rüya da Âtike’nin rüyasına benziyor!
Addas’ın sözüne benziyor!
Vallahi, Addas bize yalan söylemez!
Vallahi, eğer Muhammed davasında yalancı ise, Araplar içinde bizim adımıza onun hakkından bir gelen bulunur.
Eğer davasında sadıksa, biz, onun akrabası olduğumuz için, onun sayesinde Arapların en mutlusu oluruz!” dedi.
Şeybe’nin:
“Peki! Askerler arasından ne diyerek geri dönelim?” dediği sırada, Ebu Cehil üzerlerine çıkageldi ve:
“Ne yapmak istiyorsunuz?” diye sordu.
“Geri dönmek istiyoruz! Sen Âtike’nin rüyasını ve Cüheym b. S altın rüyasını ve bunlarla birlikte Addas’ın bize söylediği sözü bilmiyor musun?!” dediler.
Ebu Cehil:
“Vallahi, siz geri dönecek olursanız, kavminizle ilginizi kesmiş, onları rezil etmiş olursunuz!” dedi.
Utbe ve Şeybe de:
“Vallahi, sen de helak olacak ve kavmini de helak edeceksin!” dediler ve yollarına devam ettiler.[46]
Ebu Süfyan’ın Mekke’ye Dönmeleri İçin Kureyşîlere Haber Salışı
Ebu Süfyan, ticaret kervanını koruyup kurtardığı zaman, Kureyş ordusuna adam gönderdi ve: “Siz ancak kervanınızı, adamlarınızı ve mallarınızı korumak için yola çıkmıştınız. İşte, Allah onları kurtarmış bulunuyor. Artık geri dönünüz!” dedi. Ebu Cehil:
“Vallahi, Bedir’e varmadan geri dönmeyeceğiz! Biz orada üç gün oturacağız.
Develer keseceğiz, yiyeceğiz, içeceğiz. Oyuncu kadınlar oynayacaklar, şarkılar söyleyecekler. Çevredeki Araplar bizi işitecekler, bundan sonra hep bizden korkup duracaklar! Yürüyünüz!” dedi.[47]
Kureyş ordusunun Ebu Cehil’e uyarak geri dönmeyip Bedir’e gittiklerini elçi Hedde’de yetişip Ebu Süfyan’a haber verdiği zaman, Ebu Süfyan:
“Vâh kavmime! Bu Amr b. Hişam’ın [Ebu Cehil] işidir!
Kendisinin geri dönmek istememesi, halka baş olmak içindir! Azgınlıktır!
Azgınlık ise, eksikliktir ve uğursuzluktur!” dedi.[48]
Kureyş Müşriklerinden Ayrılıp Geri Dönenler
Zühre oğullarının müttefiki erin den Ahnes b. Şerik, Kureyş cemaatının Cuhfie’cie bulundukları sırada:
“EyZühre oğulları! Allah sizin mallarınızı kurtardı.
Adamınız Mahreme b. Nevfel’i de kurtardı.
Siz onu ve malınızı korumak için yola çıkmıştınız.
Siz korkaklığı bana yükleyiniz, geri dönünüz!
İhtiyaç olmadıkça, sefere çıkmanızın size bir gerekliliği yoktur.
Siz onun [Ebu Cehil’in] sözüne bakmayınız!” dedi.
Bunun üzerine, Zühre oğulları, Ahnes b. Şerikle birlikte döndüler. Zühre oğullarından hiçbir kimse Bedir’de bulunmadı.
Çünkü, Ahnes b. Şerik, onların arasında sözü dinlenir bir kişi idi.[49]
Diğer rivayete göre; Ahnes b. Şerik, Zühre oğullarına:
“Muhammed sizdendir, kızkardeşinizin oğludur.
Eğer o gerçekten peygamberse, siz onunla saadete erersiniz!
Eğer yalancı ise, onun hesabını sizden başkaları görsün!
Siz geri dönünüz!” demişti.
Zühre oğulları:
“Geri dönmek için nasıl yapalım?” diye sordular.
Ahnes b. Şerik:
“Biz Kureyş ile birlikte çıkarız, akşam olunca ben deveden düşerim. Size ‘Haydi, hareket ediniz!1 dedikleri zaman, ‘Ahnes’i yılan soktu! Biz onun yaşayacağını veya öleceğini öğrenmeden, ölürse kendisini gömmeden, adamımızdan ayrılamayız!1 dersiniz. Onlar hareket ettikleri zaman, geri döneriz” dedi.
Zühre oğulları böyle yaptılar.[50]
Dönenlerin sayısı 100’dü veya 100’den biraz eksikti.
Adiyy b. Ka’b oğulları da, Left seniyesinden, Merruz-Zahran’dan geri dönmüşlerdir.
Adiyy b. Ka’b oğulları Mekke’ye dönünce, Ebu Süfyan onların yanına vardı ve:
“Siz, kervanda da, seferde de bulunmadığınıza göre, nasıl geri döndünüz?” diye sordu.
Onlar da:
“Sen Kureyş’in geri dönmesi için adam gönderdiğin zaman geri döndük!” dediler.[51]
Müşriklerin Ordusunu Develer Kesip Doyuranlar
Müşriklerin ordusunu, aşağıda isimleri yazılı Kureyş eşrafından her gün birisi, develer keserek doyurdu:
Hâşim oğullarından:
1- Abbas b. Abdulmuttalib,
Abduşşems oğullarından:
2- Utbe b. Rebia,
Nevfel oğullarından:
3- Haris b. Âmir,
Esed oğullarından:
4- Hakîm b. Hizam,
Abduddar oğullarından:
5- Nadr b. Haris,
Mahzum oğullarından:
6- Ebu Cehil Amr b. Hişam,
Cumah oğullarından:
7- Ümeyye b. Halef,
Sehm oğullarından:
8- Nübeyh b. Haccac, Münebbih b. Haccac,
Âmir oğullarından:
9- Süheyl b. Amr.
Mahzum oğullarından Ebu Cehil, Merru’z-Zahran’da 10 deve kesti.
Âmir oğullarından Süheyl b. Amr, Kudeyd’de 10 deve kesti.
Abduşşems oğullarından Şeybe b. Rebia, deniz sahilinde yollarını şaşınp bir su başında oturduklarında, 9 deve kesti.
Utbe b. Rebia, Cuhfe’de 10 deve kesti.
Cumah oğullarından Kays, Revha’da 9 deve kesti.
Kesenin ismi ve kestiği yer bilinmeyen bir kimse tarafından 10 deve kesildi.
Nevfel oğullarından Haris b. Âmir 9 deve kesti.
Ebu’l-Bahterî, Bedir suyu başında 10 deve kesti.
Esed oğullarından Nübeyh b. Haccac ile Münebbih b. Haccac’ın kestikleri develerin sayısı ve kestikleri yerin adı bilinmemektedir.[52]
Kureyş Müşriklerinin Bedir’deki Karargâhları
Kureyş müşrikleri ilerleyerek Bedir’de kum tepelerinin arkasında bulunan Yelyel vadisinin en uzak kıyısının içinde konakladılar.
Yelyel vadisi; Bedir ile kum tepeleri arasında olup, Kureyşflerin kondukları yer kum tepelerinin arkasında idi.
Bedir’deki su kuyuları da, Yelyel vadisinin Medine’ye daha yakın kıyısında bulunuyordu.[53]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine’den Yola Çıkışı
Peygamberimiz Aleyhisselam; Ramazan ayından 8 gece[54] veya 12 gece geçtikten sonra,[55] Cumartesi[56] veya Pazar günü,[57] Abdullah b. Ümmi Mektum’u Medine’de halka namaz kıldırmak üzere yerine vekil bırakarak,[58] Muhacir ve Ensar sahabileriyle birlikte yola çıktı.[59]
Yola çıkan sahabilerin sayılan-rivayete göre-310 küsur olup, onlardan:
Hz. Osman, hasta olan zevcesine bakmak üzere, geri bırakıldı.
Ebu Lübâbe b. Abdulmünzir, Medine yönetimiyle görevlendirildi.
Âsim b. Adiyy, Medine’nin Âliye kısmında, Küba’da görevlendirildi.
Haris b. Hâtıb, Amr b. Avf oğulları ile ilgilenmek üzere görevlendirildi.
5-6. Talha b. Ubeydullah ile Saîd b.Zeyd’e, Kureyş kervanını gözetleme görevi verildi. 7-8. Haris b.Sımme ile Havvat b. Cübeyr,yolda hayvandan düşüp sakatlandıkları için geri çevrildiler.[60]
Peygamberimiz Aleyhisselam; beyaz sancağını Mus’ab b. Umeyr’e verdi.
İki siyah bayraktan Ukab adındakini Hz. Ali, öbürünü de Sa’d b. Muaz taşıyordu.[61]
İslam Mücahidlerinin Buku’da Durdurulup, Yaşları Küçük Olanların Geri Çevirilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Bedir seferine çıkarken, Medine’den Mekke’ye giden dağ yolunu takip etti.[62]
Medine’ye 1 mil uzaklıkta bulunan, Medine evlerine bitişik Buyûtu’s-Sukyâ’da, Ebu İnebe kuyusu yanında mücahidleri durdurdu.
Yaşlarını küçük gördüğü:
1- Abdullah b. Ömer’i,
2- Üsâme b. Zeyd’i,
3- Rafi’ b. Hadic’i,
4- Bera’ b.Âzib’i,
5- Useyd b. Züheyr’i,
6- Zeyd b. Erkam’ı,
7- Zeyd b. Sâbit’i,
8- Umeyrb. Ebi Vakkas’ı oradan Medine’ye geri çevirdi.[63]
Sa’d b. Ebi Vakkas derki:
“Resûlullah Aleyhisselamın küçüklerimizi geri çevirmesinden biraz önce, kardeşim Umeyr b. Ebi Vakkas’ı göze görünmemeye çalışırken gördüm:
‘Kardeşim! Sana ne oldu?’ dedim.
‘Resûlullah Aleyhisselamın beni küçük görüp geri çevirmesinden korkuyorum! Halbuki, ben sefiere çıkmayı arzu ediyor, Allah’ın bana şehitlik nasip etmesini umuyorum!’ dedi.
Kendisi Resûlullah’a arzedilince, küçük görüp, ona:
‘Sen geri dön!’ buyurdu.
Umeyr ağlamaya başladı. Resûlullah Aleyhisselam da, müsaade buyurdu. Umeyr’in kılıcı uzun, kendisi de boysuz olduğu için, kılıcını bağlayamamış, ben bağlamıştım. Bedir’de şehit düştüğü zaman, 16 yaşlarında idi.”[64]
Allah ondan razı olsun!
Hallad b. Amr Buyûtu’s-Sukyâ’dan geceleyin ailesi yanına dönünce, babası Amr b. Cemuh:
“Siz gitmiştiniz, burada ne arıyorsun?!” dedi.
Hallad:
“Buku’da halk Resûlullah Aleyhisselama arzolunuyor!” deyince, Amrb. Cemuh:
“Ne güzel! Ne hayırlı fal!
Vallahi, Kureyş müşriklerine karşı zafere ve ganimete kavuşulacağını umarım!
Vaktiyle biz de bir gün bu yerimizden Huseyke’ye yürümüştük!” dedi.
Ensardan Abdullah b. Amr b. Haram da, Müslümanların böyle Buku’da durdurulup gözden geçirilerek yaşı küçük olanların geri çevrildiğini görünce, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vardı:
“Yâ Rasûlallah! Senin bu yerde konaklamanı, ashabının orada durdurulup sana arzedilmesini, ben hayra yordum.
Biz de, vaktiyle bu yere, Selime oğullarına inip adamlarımızı şuracıkta gözden geçirmiş, silaha dayanabileceklere müsaade etmiş, silah taşımaktan aciz küçükleri geri çevirmiştik. Sonra da, Huseyke Yahudilerinin üzerine yürümüştük.
O zaman, onlar bizden daha kuvvetli ve kudretli oldukları halde, onları öldürmüştük.
Artık, öteki Yahudiler, nasıl istedikse, bize öylece boyun eğmişlerdi!
Yâ Rasûlallah! Umarım ki, biz de Kureyşlilerle karşılaşırsak, Allah senin gözünü aydın edecektir!” dedi.[65]
Bedir Seferinde Nöbetleşe Binilen Develerle Atlar ve Teçhizat
İslâm mücahidlerinin Bedir seferinde 70 develeri vardı.[66]
İki attan biri Mikdad b. Amr’a, diğeri Mersed b. Ebi Mersed’e aitti.
Develere ikişer, üçer, dörder kişi nöbetle binmekte idiler.[67]
1- Peygamberimiz Aleyhisselam bir deveye Hz. Ali, Mersed b. Ebi Mersed veya Zeyd b. Harise ile nöbetle bindiler.[68]
Yürüme sırası Peygamberimiz Aleyhisselama geldiği zaman:
“Yâ Rasûlallan! Sen bin! Biz senin yerine yürürüz!” derler, Peygamberimiz Aleyhisselam ise:
“Siz yürümekte benden daha güçlü değilsiniz!
Ecir ve mükâfat hususunda da, ben sizden daha müstağni, ihtiyaçsız değilim!” buyurdu.[69]
2- Hz. Hamza; Zeyd b. Harise ve Peygamberimiz Aleyhisselamın azadlılarından Ebu Kebşe ve Enese ile bir deveye,[70]
3- Ubeyde b. Haris, Tufeyl b. Haris ve Husayn b. Haris bir deveye,
4- Osman b. Maz’un, Kudame b. Maz’un, Abdullah b. Maz’un ve Sâib b. Osman bir deveye,[71]
5- Mıstarı b. Üsâse Ubeyde b. Hâris’in su taşıma devesine,
6- Afra1 oğulları Muaz, Avfve Muavviz ve mevlâlan Ebu’l-Hamra bir deveye,
7- Übeyy b. Ka’b, Umâre b. Hazm, Harise b. Numan bir deveye,
8- Hıraş b. Sımme, Kutbe b. Âmir, Abdullah b. Amr b. Haram bir deveye,
9- Utbe b. Gazvan, Tuleyb b. Umeyr, Suveybit b. Hamnele, Utbe b. Gazvan’ın devesine,
10- Mus’ab b. Umeyr, Suveybit b. Sa’d b. Hureymile, Mes’ud b. Rebi1, Mus’ab’ın devesine,
11- Ammar b. Yâsir, Abdullah b. Mes’ud bir deveye,
12- Abdullah b. Ka’b, Ebu Davud, Salît b. Kays, Abdullah b. Ka’b’ın devesine,
13- Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Abdurrahman b. Avf bir deveye,
14- Sa’d b. Muaz, kendisine ait su taşıma devesine, kendisi, kardeşi ve kardeşi Haris b. Evs’in oğlu
ve Haris b. Enes ile nöbetleşe,
15- Sa’d b.Zeyd, kendisine ait su taşıma devesine Seleme b. Selâme, Abbad b. Bişr, Rafi’ b. Yezid,
Haris b. Hazeme ile nöbetleşe binmekte idiler.
Sa’d b.Zeyd ve arkadaşlarının bir sa1 (1040 dirhem) hurmadan başka azıkları yoktu.[72]
Mücahidlerden 9 veya 6’sında zırh gömlek vardı.[73]
Sa’d b. Muaz, zırh gömlek yerine sırbna softan bir cübbe giyinmiş ve müşriklerle çarpışmaya öyle çıkmıştı.
Ölüm döşeğine düştüğü zaman, yanına çağırdığı kimselere:
“Beni bu cübbeye sarıp defnediniz!
Çünkü, ben Bedir günü müşriklerle karşılaştığım zaman, üzerimdeki bu cübbe idi ve yalnız ona bürünmüş bulunuyordum” diye vasiyet etmişti.[74]
Mücahidlerin Sayılıp Peygamberimiz Aleyhisselama Tekmil Verilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Ebu İnebe kuyusu yanında, Kays b. Ebi Sa’saa’yı yayalar (piyadeler) üzerine çavuş tayin etti ve Müslümanların sayılmasını ona emir buyurdu.
O da onları orada durdurup saydı ve Resûlullah Aleyhisselama tekmil haberi verdi:[75]
Muhacirlerden Olanlar
Hâşim ve Muttalib oğullarından:
1- Hz. Muhammed Aleyhisselam,
2- Hz. Hamza b. Abdulmuttalib,
3- Hz. Ali b. Ebi Talib,
4- Peygamber Aleyhisselamın azadlısı ve evlatlığı Zeyd b. Harise,
5- Peygamber Aleyhisselamının azadlısı Enese,
6- Peygamberimiz Aleyhisselamın azadlısı Ebu Kebşe,
7- Ebu Mersed Kennaz b. Husayn,
8- Mersed b. Ebi Mersed,
9- Ubeyde b. Haris,
10- Tufeyl b. Haris,
11- Husayn b. Haris,
12- Mıstarı Avf b. Üsâse.
Abduşşems oğullarından:
13- Hz. Osman b. Affan,
14- Ebu Huzeyfe Mihşem (Müheşşim) b. Utbe,
15- Salim (Ebu Huzeyfe’nin mevlâsı; azadlısı),
16- Subeyh (Ebu’l-Âs b. Ümeyye’nin azadlısı).
Abduşşems ve Esed oğullarının müttefiklerinden:
17- Abdullah b. Cahş,
18- Ükkâşe b. Mıhsan,
19- Süca’b.Vehb,
20- Ukbe b. Vehb,
21- Yezid b. Rukayş,
22- Ebu Sinan b. Mıhsan,
23- Sinan b. Ebi Sinan,
24- Muhriz b. Nadla,
25- Rebia b. Eksem,
Kebir oğullarının müttefiklerinden:
26- Sakf b. Amr,
27- Malik b. Amr,
28- Müdlic (Midlac) b. Amr,
29- Ebu Mahşiyy Süveyd b. Mahşiyy.
Nevfel oğullarından:
30- Utbe b. Gazvan,
31- Habbab (Utbe b. Gazvan’ın azadlısı)
Esed oğullarından:
32- Zübeyr b. Avvam,
33- Hâtıb b. Ebi Beltea,
34- Sa’d (Hâtib b. Ebi Beltea’nın azadlısı).
Abduddar oğullarından:
35- Mus’ab b. Umeyr,
36- Suveybıt b. Sa’d b. Hureymile.
Zühre oğullarından:
37- Abdurrahman b. Avf,
38- Sa’d b. Ebi Vakkas,
39- Umeyr b. Ebi Vakkas.
Zühre oğullarının müttefiklerinden:
40- Mikdad b. Amr,
41- Abdullah b. Mes’ud,
42- Mes’ud b. Rebi1,
43- Züşşimaleyn Umeyr,
44- Habbab b. Enet.
Teym oğullarından:
45- Hz. Ebu Bekir, Abdullah b. Atik b. Osman,
46- Bilal b. Rebah (Hz. Ebu Bekir’in azadlısı),
47- Âmir b. Füheyre (Hz. Ebu Bekir’in azadlısı),
48- Suheyb b. Sinan (Abdullah b. Cüd’an’ın azadlısı)
49- Talha b. Ubeydullah.
Mahzum oğullarından:
50- Ebu Seleme Abdullah b. Abdulesed,
51- Şemmas b. Osman,
52- Erkam b. Ebi’l-Erkam,
53- Ammarb. Yâsir,
54- Muattib b. Avf,
Adiyy oğulları ve müttefiklerinden:
55- Hz. Ömerb. Hattab,
56- Zeydb.Hattab,
57- Mıhca’ (Hz. Ömer’in azadlısı),
58- Amr b. Süraka,
59- Abdullah b. Süraka,
60- Vâkıd b. Abdullah,
61- Havlîb. Ebi Havlî,
62- Malik b. Ebi Havlî,
63- Âmir b. Rebia,
64- Âmir b. Bükeyr,
65- Âkil b. Bükeyr,
66- Halid b. Bükeyr,
67- İyas b. Bükeyr,
68- Saîd b. Zeyd (Hz. Ömer’in eniştesi).
Cumah oğulları ve müttefiklerinden:
69- Osman b. Maz’un,
70- Kudâme b. Maz’un,
71- Abdullah b. Maz’un,
72- Sâib b. Osman b. Maz’un,
73- Ma’mer b. Haris.
Sehm oğullarından:
74- Huneys b. Huzafe.
Âmir oğullarından:
75- Ebu Sebre b. Ebi Rühm,
76- Abdullah b. Mahreme,
77- Abdullah b. Süheyl,
78- Umeyr b. Avf (Süheyl b. Avf m azadlısı),
79- Sa’d b. Havle.
Haris oğullarından:
80- Ebu Ubeyde Âmir b. Abdullah b. Cerrah,
81- Amr b. Haris,
82- Süheyl b. Vehb (Beyzâ),
83- Safvan b. Vehb (Beyzâ),
84- Amr b. Ebi Şerh,[76]
85- İyaz b.Züheyr,
86- Ma’mer b. Ebi Şerh,
87- Amr b. Ebi Şerh.[77]
Bedir Seferine Katılan Ensar Mücahidleri
Evs Kabilesinden
Abduleşhel oğullarından:
1- Sa’d b. Muaz,
2- Amr b. Muaz,
3- Haris b. Evs,
4- Haris b. Enes.
Ubeyd b. Ka’b oğulları ve müttefiklerinden:
5- Sa’d b.Zeyd.
Zeûrâ oğullarından:
6-Seleme b. Selâme,
7- Abbad b. Bişr,
8- Seleme b. Sabit,
9- Rafi’b.Yezid,
10- Haris b. Hazeme,
11- Muhammed b. Mesleme,
12- Seleme b. Eşlem,
13- Ebu’l-Heysem b. Teyyihan,
14- Ubeyd (Atîk) b. Teyyihan,
15- Abdullah b. Sehl.
Zafer (Ka’b) oğullarından:
16- Katâde b. Numan,
17- Ubeyd b. Evs.
Ubeyd b. Rizah oğulları ve müttefiklerinden:
18- Nasr b. Haris,
19- Muattib b. Ubeyd,
20- Abdullah b. Târik.
Harise oğulları ve müttefiklerinden:
21- Mes’ud b. Abdi Sa’d,
22- Ebu Abs b. Cebr,
23- Ebu Bürde b. Niyar (Hâni1).
Amr oğullarından:
24- Âsim b. Sabit,
25- Muattib b. Kuşeyr,
26- Ebu Müleyl b. Ez’ar,
27- Amr (Umeyr) b. Ma’bed,
28- Sehl b. Huneyf,
Ümeyye oğullarından:
29- Mübeşşir b. Abdulmünzir,
30- Rifaa b. Abdulmünzir,
31- Uveym b. Sâide,
32- Rafi1 b. Uncede,
33- Ubeyd b. Ebi Ubeyd,
34- Salebe b. Hâtıb,
35- Ebu Lübabe Beşirb. Abdulmünzir,
36- Haris b. Hâtıb,
37- Sa’d b. Ubeyd.
Ubeyd oğulları ve müttefiklerinden:
38- Üneys b. Katâde,
39- Ma’n b. Adiyy,
40- Sabit b. Aknem (Erkam),
41- Zeyd b. Eşlem,
42- Rib’î b. Râfi1,
43- Âsim b. Adiyy.
Sa’lebe oğullarından:
44- Abdullah b. Cübeyr,
45- Âsim b. Kays,
46- Ebu Dayyah b. Sabit,
47- Ebu Habbe b. Sabit,
48- Salim b. Umeyr,
49- Haris b. Numan,
50- Havvat b. Cübeyr.
Cahcaba oğulları ve müttefiklerinden:
51- Münzir b. Muhammed,
52- Ebu Akîl b. Abdullah.
Ganm oğullarından:
53- Sa’d b. Hayseme,
54- Münzir b. Kudâme,
55- Malik b. Kudâme,
56- Haris b. Arîece,
57- Temim (Sa’d b. Hayseme’nin azadlısı).
Muaviye oğulları ve müttefiklerinden:
58- Cebr (Cabir) b. Atîk,
59- Malik b. Sabit b. Nümeyle,
60- Numan b. Asar.[78]
Hazrec Kabilesinden
İmriu’l-Kays oğullarından:
1- Hârice b. Zeyd,
2- Sa’d b. Rebi’,
3- Abdullah b. Revâha,
4- Hallad b. Süveyd.
Zeyd oğullarından:
5- Beşirb. Sa’d,
6- Simâkb. Sa’d.
Adiyy oğullarından:
7- Sübey’ b. Kays,
8- Abdullah b. Kays,
9- Abbad b. Kays.
A hmer oğullarından:
10- Yezid b. Haris.
Cüşem oğullarından:
11- Hubeybb. İsaf (Yesaf),
12- Abdullah b.Zeyd,
13- Hureyş b. Zeyd,
14- Süfyan b. Beşr (Nesr),
Cidâre oğullarından:
15- Temim b. Yi ar,
16- Abdullah b. Umeyr,
17- Zeyd b. Müzeyyen,
18- Abdullah b. Urfuta.
Hudre oğullarından:
19- Abdullah b. Rebi’.
Avf b. Hazrec (Hublâ) oğullarından:
20- Abdullah b. Abdullah b. Übeyy b. Selûl,
21- Evs b. Havlî.
Cez’ b. Adiyy oğullarından ve müttefiklerinden:
22- Zeyd b. Vedia,
23- Ukbe b. Vehb,
24- Rifaa b. Amr,
25- Âmir(Amr) b. Seleme,
26- Ebu Humeyde Ma’bed b. Abbad (Ubâde),
27- Âmir b. Bükeyr (Âsim b. Ekber).
Salim oğullarından:
28- Nevfel b. Abdullah b. Kavkal.
Asram oğullarından:
29- Ubâde b. Samit,
30- Evs b. Samit.
Da’d oğullarından:
31- Numan b. Malik.
Kuryuş oğullarından:
32- Sabit b. Hezzal.
Merdaha oğullarından:
33- Malik b. Duhşum.
Levzan oğulları ve müttefiklerinden:
34- Rebi’ b. İyas,
35- Varaka b. İyas,
36- Amr b. İyas,
37- Mücezzir b. Ziyad,
38- Ubâde b. Haşhaş,
39- Nehhab (Bahhas) b. Salebe,
40- Abdullah b. Sa’lebe,
41- Utbe b. Rebia.
Sâide oğullarından:
42- Ebu Dücâne Simâk b. Haneşe,
43- Münzir b. Amr.
Bediyy b. Âmir oğulları ve müttefiklerinden:
44- Ebu Useyd Malik b. Rebia,
45- Malik b. Mes’ud.
Tarif oğulları ve müttefiklerinden:
46- Abdi Rabbih b. Hakk,
47- Ka’b b. Hımar (Cemmaz),
48- Damrâ b. Amr(Bişr),
49- Ziyad b. Amr,
50- Besbes b. Amr,
51- Abdullah b.Âmir.
Cüşem oğullarından:
52- Hıraş b. Sımme,
53- Hubab b. Münzir,
54- Umeyr b. Humam,
55- Temim (Hıraş b. Sımme’nin azadlısı),
56- Abdullah b. Amr b. Haram,
57- Muaz b. Amr,
58- Mes’ud b. Amr,
59- Halladb.Amr,
60- Ukbe (Utbe) b.Âmir,
61- Habib b. Esved (bu ailenin azadlılan),
62- Sabit b. Sa’lebe (Ciz1),
63- Umeyr b. Haris.
Ubeyd oğulları ve müttefiklerinden:
64- Bişrb. Berâ’ b. Ma’rur,
65- Tufeyl b. Malik,
66- Tufeyl b. Numan,
67- Sinan b. Sayfı,
68- Abdullah b. Cedd,
69- Utbe b. Abdullah,
70- Cebbar b. Sahr b. Ümeyye,
71- Hârice b. Humeyr,
72- Abdullah b. Humeyr.
Hunas oğullarından:
73- Yezid b. Münzir,
74- Ma’kıl b. Münzir,
75- Abdullah b. Numan,
76- Dahhâk b. Harise,
77- Sevad b. Zurayk (Rizn),
78- Ma’bed b. Kays,
79- Abdullah b. Kays.
Numan oğullarından:
80- Abdullah b. Abdi Menaf,
81- Cabirb. Abdullah,
82- Cüleyde b. Kays,
83- Numan b. Sinan (Yesar) (bu ailenin azadlılan dır).
Sevad oğullarından:
84- Ebu’l-Münzir Yezid b. Âmir,
85- Süleym b. Amr,
86- Kutbe b.Âmir,
87- Antere (Süleym b. Amr’ın azadlısıdır).
Adiyy b. Nâbi oğullarından:
88- Abs b.Âmir,
89- Sa’lebe b. Ganeme,
90- Ebu’l-Yeser Ka’b b. Amr,
91- Sehl b. Kays,
92- Amr b. Talk,
93- Muaz b. Cebel.
Zurayk oğullarından:
94- Kays b. Mıhsan (Hısn),
95- Ebu Halid Haris b. Kays,
96- Cübeyrb. İyas,
97- Ebu Ubâde Sa’d b. Osman,
98-Ukbe b. Osman,
99- Zekvan b. Abdi Kays,
100- Mes’ud b. Halde.
Halid oğullarından:
101- Abbas b. Kays.
Halde oğullarından:
102- Es’ad b. Yezid,
103- Fâke b. Bişr(Büsrb. Fâke),
104- Muaz b. Mâıs,
105- Âiz b. Mâıs,
106- Mes’udb.Sa’d.
Adan oğullarından:
107- Rifâa b. Râfi1,
108- Hallad b. Râfi1,
109- Ubeydb. Zeyd.
Beyaza oğullarından:
110- Ziyad b. Lebid,
111- Ferve b. Amr,
112- Halidb.Kays,
113- Rüceyle (Ruhayle) b. Salebe,
114- Atıyye b. Nüveyne,
115- Huleyfe (Uleyfe) b. Adiyy.
Habib oğulları ndan:
116- Râfi1 b. Muallâ.
Neccar oğullarından:
117- Ebu Eyyub Halid b.Zeyd.
Üseyre oğullarından:
118- Sabit b. Halid.
Amr oğullarından:
119- Umâre b. Hazm,
120- Sürâka b. Ka’b.
Ubeyd b. Sa’lebe oğullarından:
121- Harise b. Numan,
122- Süleym b. Kays.
Âiz oğulları ve müttefiklerinden:
123- Süheyl b. Râfi1,
124- Adiyy b.Zağbâ.
Zeyd oğullarından:
125- Mes’ud b. Evs,
126- Ebu Huzeyme b. Evs,
127- Râfi1 b. Haris.
S evad oğulları ve müttefiklerinden:
128- Avfb. Haris,
129- Muavviz b. Haris,
130- Muaz b. Haris,
131- Numan (Nuayman) b. Amr,
132- Âmir b. Muhalled,
133- Abdullah b. Kays,
134- Usayma,
135- Vedia b. Amr,
136- Sabit b. Amr,
137- Ebul-Hamra1 (Haris b. Afrâ’nın veya Rifaa’nın azadlısıdır).
Âmir b. Malik oğullarından:
138- Sa’lebe b. Amr,
139- Seril b.Atîk,
140- Haris b. Sımme (Revhâ’da deveden düşüp sakatlanmış, geri dönmüştür).
Amr b. Malik oğulları ndan:
141- Übeyyb. Ka’b,
142- Enes b. Muaz.
Adiyy b. Amr oğullarından:
143- Evs b. Sabit,
144- Ebu’ş-Şayh Übeyy b. Sabit,
145- Ebu Talha Zeyd b.Sehl.
A diyy b. Neccar oğulları ndan:
146- Amr b. Sa’lebe,
147- Salîtb. Kays,
148- Ebu Salît Üseyre b. Amr,
149- Amr Ebu Hârice b. Kays,
150- Sabit b. Hansa,
151- Âmir b. Ümeyye,
152- Muhriz b.Âmir,
153- Sevad b. Gaziyye.
Haram b. Cündüb oğullarından:
154- Ebu Zeyd Kays b. Seken,
155- Ebu AVer b. Haris (Haris b. Zâlim),
156- Süleym b. Milhan,
157- Haram b. Milhan.
Mazin b. Neccar oğulları ve müttefikien’nden:
158- Kays b. Ebi Sa’saa,
159- Abdullah b. Ka’b,
160- Usayma.
Hansa b. Mebzul oğulları ndan:
161- Ebu Davud Umeyr b. Âmir,
162- Sürâka b. Amr.
Sa’lebe b. Mazin oğulları ndan:
163- Kays b. Muhalled.
Dinar b. Neccar oğullarından:
164- Numan b. Abdi Amr,
165- Dahhâkb. Abdi Amr,
166- Süleym b. Haris,
167- Cabirb. Halid,
168- Sa’d b. Süheyl.
Kays oğullarından:
169- Ka’b b.Zeyd,
170- Büceyr b. Ebi Büceyr.[79]
Adan oğullarından:
171- Itbanb. Malik,
172- Müleyl b. Vebere,
173- Isma b. Husayn,
Bunlardan başka, Güşem oğullarından:
174- Hilal b. Muallâ’nın da, Bedir seferine katı İdi ğı rivayet edilir.[80]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidler Hakkındaki Duası
Peygamberimiz Aleyhisselam, Buyûtu’s-Sukyâ’dan ayrıldıkları sırada mücahidlerin haline baktı da:
“Allah’ım! Onlar yayadırlar! Sen onları bindir!
Onlar çıplaktırlar! Sen, onları giyindir!
Allah’ım! Onlar açtırlar! Sen onları doyur!” diyerek dua etti.
Peygamberimiz Aleyhisselamin duası, Bedir zaferiyle kabul buyurulmuş oldu.[81]
Hubeyb b. Yesaf (İsaf)’ın Müslüman Olarak Bedir Seferine Katılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam Buyûtu’s-Sukyâ’dan kalkıp Akîk vadisine vardı. Orada, Medinelilerden Hubeyb b. Yesaf (İsaf) ile Kays b. Muharriş gelip Peygamberimiz Aleyhisselama yetiştiler.
Hubeyb çok cesaretli, cenkçi bir adamdı.
Her ikisi de henüz Müslüman olmamışlardı, kendi dinlerinde bulunuyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hubeyb’i-miğferiyle yüzünü saklamış olmasına rağmen-tanıdı.
Sa’d b. Muaz’a dönerek:
“Sağında giden, Hubeyb b. Yesaf (İsaf) değil mi?” diye sordu.
Sa’d b. Muaz:
“Evet!” dedi.
Hubeyb gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın devesinin yularından tuttu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hubeyb ile Kays b. Muharris’e:
“Siz bizimle mi yola çıktınız?” diye sordu.
Onlar:
“Sen bizim kızkardeşimizin oğlusun ve komşumuzsun!
Biz, kavmimizle birlikte, ganimet için çıktık.[82]
Hem biz, kavmimizin bulunduğu bir savaşta bulunmayışımızdan da utanırız” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
“Siz Müslüman oldunuz mu?” diye sordu.
Onlar:
“Hayır!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Biz, müşriklere karşı, müşriklerden yardım istemeyiz!” buyurdu.[83]
Hz. Âişe’nin bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam Bedir’e doğru yola çıkıp Harretü’l-Vebere’ye varınca, bir adam (Hubeyb b. Yesaf [İsaf]) gelip yetişti ki, kendisi güçlülüğü ve cesaretiyle tanınırdı. Ashab, onu gördükleri zaman, sevindiler.
Hubeyb, Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Sana tâbi olmak, senin yanında bulunup elde edilecek ganimetten yararlanmak için geldim!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Sen Allah’a ve Resûlüne iman ediyor musun?” diye sordu.
Hubeyb:
“Hayır!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Öyleyse geri dön! Ben asla bir müşrikten yardım alamam!” buyurdu.
Hubeyb geri döndü.
Sonra, bir ağacın yanında, Peygamberimiz Aleyhisselama tekrar gelip yetişti ve ilk defa söylemiş olduğu sözü söyledi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Sen Allah’a ve Resûlüne iman ediyor musun?” diye tekrar sordu.
Hubeyb:
“Hayır!” dedi.
“Öyleyse geri dön! Ben bir müşrikin bana yardım etmesini istemem!” buyurdu.
Hubeyb geri döndü.
Peygamberimiz Aleyhisselam’ın Beyda’da bulunduğu sırada ona tekrar yetişti ve ilk defa söylemiş olduğu sözünü tekrarladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, yine ona:
“Sen Allah’a ve Resûlüne iman ediyor musun?” diye sordu.
Hubeyb:
“Evet!” dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Öyleyse, bizimle birlikte yürü, git!” buyurdu.[84]
Allah ondan razı olsun![85]
Bedir’e Giderken Uğranılan, Durulan Yerler
1- Peygamberimiz Aleyhisselam; Medine’den Mekke’ye doğru giden dağ içindeki yolu takip ederek
Akîk’e vandı.[86]
2- Akîkten İtin Ezher deresine kadar da, ıssız yollardan gitti.
İbn Ezher deresinde bir ağacın altına indi.
Hz. Ebu Bekir, kalkıp taşlarla küçük bir mescid yaptı.
Mescidin içinde Peygamberimiz Aleyhisselam la birlikte namaz kıldı.
Pazartesi sabahına kadar orada kaldılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, İbn Ezher deresinden kalkıp.[87]
3- Zü’l-huleyfie’ye, Zü’l-huleyfe’den sonra,
4- Zâtü’l-ceyş’e, Zatü’l-ceyş’ten sonra,
5- Türban’a vardı. Turhan’dan sonra,
6- Melel’e, Melel’den sonra,
7- Merereyn’den olan Gamîsü’l-hamam’a, Gamîsü’l-hamam’dan sonra,
8- Suhayratü’l-yemam’a, Suhayratü’l-yemam’dan sonra,
9- Seyyâle’ye, Seyyale’den sonra,
10- Feccü’r-revhâ’ya, Feccü’r-revhâ’dan sonra,
11- Senûkeye uğradı ki, mutedil yoldur. Nihayet,
12- Irku’z-zabya’ya vardı. Sonra,
13- Secsec’e indi ki, burası Revhâ kuyusudur.
Sonra, Secsec’den ayrıldı.
14- Munsarafa vardı, Munsaraf’a varınca,
15- Mekke yolunu solda bırakarak sağ taraftan, Naziye üzerinden Bedir’e doğru gitmeye devam etti.
16- Naziye ile Mazîk-ı Safra arasındaki Ruhkan vadisini geçti.
17- Mazîk’a vardı. Mazîktan sonra
18- Safra yakınına vardı.
Orada bulunduğu sırada Cühenilerden Besbes ile Adiyy b. Ebi’z-Zağba’yı; Ebu Süfyan b. Harb ve başkaları hakkında edinecekleri haberleri getirsinler diye Bedir’e gönderdi.
19- İki dağ arasında bir köy olan Saffa’ya varınca, Safra’yı solda bırakarak,
20- Sağ taraftan Zefiran vadisine doğru ilerledi.
21- Zefiran vadisini geçtikten sonra, konakladı.[88]
Besbes’le Adiyy’in Bedir’e Uğradıklarını Anlayan Ebu Süfyan’ın Kureyş Ticaret Kervanını
Bedir’den Deniz Sahiline Kaçırışı
Besbes b. Atmr ile Adiyy b. Ebi’z-Zağba Bedir’e gelip develerini suya yakın bir tepeciğe ıhdındıktan sonra, suyun başına vardılar. Kırbalarına su doldurdular.
O sırada, Cühenîlerden Mecdi b. Amr da su başında bulunuyordu. Su başına gelen kadınlardan ikisinin, aralarındaki bir borç ilişkisini konuşurken, borçlu olanın arkadaşına:
“Yarın ya da yarından sonra kafile gelir ve ben onlara iş görür, senin alacağın olan borcumu sana o zaman öderim!” dediğini, Mecdi’nin de bunu “Doğru söylüyorsun!” diyerek doğruladığını işittiler.[89] İşittiklerini gelip Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdiler.[90]
Ebu Süfyan, kervandan önce, suyun başına geldi.[91]
Orada gördüğü Mecdi b. Amr’a:
“Muhammed’in gözcülerinden herhangi birini gördün mü?
Vallahi, Mekke’de yarım ukıyyesi (20 dirhemi) olup da onu bizimle ticarete sürmeyen kadın erkek hiçbir Kureyşî kalmamıştır.
Eğer sen düşmanımız hakkında birşey saklayacak olursan, denizler kıl parçasını ıslatmaya devam ettiği müddetçe, Kureyşilerden hiçbir kimse seninle barışmaz!” dedi.
Mecdi:
“Vallahi, seninle Yesrib arasında bir düşman yoktur!
Ben hoşlanmadığım, şüphelendiğim hiçbir kimse görmedim.
Eğer seninle Yesrib arasında bir düşman olsaydı, onu sana açıklamak bizi asla korkutmazdı. Onu senden saklamazdım.[92]
Ben tanımadığım hiç kimse görmedim. Anca, iki binitli kişi gördüm ki, onlar şu tepeciğe hayvanlarını ıhdırdıktan sonra, eski su kırbalarıyla gelip su aldılar ve gittiler” dedi.
Ebu Süfyan onların develerini ıhdırdıklan yere varıp develerin kığılarından aldı ve onu ezdi. Bir de bakü ki, onda hurma çekirdeği var!
“Bu vallahi Medine yemleridir!” dedi.[93]
Hemen arkadaşlarının yanına dönüp kervanın yönünü Bedir yolundan çevirdi. Bedirl solunda bırakarak sahile doğru hızla ilerledi.[94]
Kureyş Ordusunun Kervanlarını Korumak Üzere Gelmekte Olduğu Haberi Üzerine, Durumun Ashab ile Konuşuluşu
Kureyş müşriklerinin kervanlarını korumak üzere gelmekte oldukları haberi alınınca, Peygamberimiz Aleyhisselam durumu ashabına duyurdu[95] ve Müslümanları müşriklerle çarpışmaya hazırlamak istedi:[96]
“Yüce Allah, iki taifeden birisini bana va’d etti: ya kervan, ya Kuneyş ordusu! Kureyş ordusu Mekke’den çıkmış, size doğru geliyor! Ne dersiniz? Size kervan mı, yoksa Kureyş ordusu mu daha iyidir?” diye sordu.
“Hayır! Bize düşmanı karşılamaktan ise, kervanın üzerine düşmek daha iyidir!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzünün rengi değişti ve:
“Kureyş ordusu Mekke’den çıkmış, size doğru geliyor!
Ne dersiniz? Size kervan mı, yoksa Kuneyş ordusu mu daha iyidir?” diyerek, sorusunu tekrarladı ve:
“Kervan deniz sahiline doğru geçti, gitti!
Şu Ebu Cehil ise, üzerinize geliyor!” buyurdu.
“Yâ Rasûlallah! Sen kervana bak! Düşmanı bırak!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam kızdı, ayağa kalktı.[97]
Bunun üzerine, önce Hz. Ebu Bekir, sonra da Hz. Ömer, kalkıp güzel sözler söylediler.[98]
Sonra, Mikdad b. Amr kalktı ve:
“Yâ Rasûlallah! Allah’ın emrettiği şeyi yerine getir! Biz senin yanındayız!
Vallahi, biz sana, İsrail oğullarının Musa Aleyhisselama dediği gibi, ‘Sen ve Rabbin gidip savaşın! Biz muhakkak burada oturucuyuz!’ demeyiz.
Fakat, ‘Sen ve Rabbin gidip savaşın! Biz de sizinle birlikte savaşıcılarız!’ deriz.
Seni hak din ve Kitabla peygamber gönderen Allah’a yemin ederiz ki, sen bizi Birkü’l-gımad’a kadar yürütecek olsan, oraya varıncaya kadar seninle birlikte gider, senin önünde savaşırız!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hayra eresin!” diyerek onun için hayır diledi.[99]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ensan da konuşturmak isteyerek:
“Ey insanlar! Siz de bana görüşünüzü açıklayınız!” buyurdu.[100]
Çünkü, onların sayılan çoktu. Akabe’de Peygamberimiz Aleyhisselamla yaptıkları bey’atta:
“Yâ Rasûlallah! Sen bizim diyarımıza gelinceye kadar, biz senin himayenden uzağız.
Bize gelip kavuştuğun zaman, bizim himayemizdesin. Çocuklarımızı ve kadınlarımızı koruyup savunduğumuz şeylerden seni de korur ve savunuruz!” diye taahhütte bulunmuşlardı.
Bunun için, Peygamberimiz Aleyhisselam, Ensarın Medine dışında düşmanla savaşmak istemeyeceklerinden endişe ediyordu.
Çünkü, onlar Peygamberimiz Aleyhisselamı ancak Medine içinde koruyacaklarına, savunacaklarına söz vermiş bulunuyorlardı.[101]
Muaz b. Cebel:
“Yâ Rasûlallah! Sen galiba bizi konuşturmak istiyorsun gibi?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet!” buyurdu.
Bunun üzerine, Sa’d b. Muaz:
“Biz sana iman etmiş, seni doğrulamış, bize getirdiklerinin hak ve gerçekliğine şehadet getirmiş, bu yolda dinlemek ve itaat etmek üzere sana kesin sözler de vermiş bulunuyoruz!
Yâ Rasûlallah! Sen, istediğini yap! Seni hak peygamber gönderen Allah’a yemin ederim ki, sen bize şu denizi gösterip dalsan, seninle birlikte biz de dalarız, içimizden hiç kimse geri kalmaz!
Senin yarın bizi düşmanımızla karşılaştırmandan da hoşnutsuzluk göstermeyiz.
Savaşta sabır ve sebat göstermek, düşmanla karşılaşınca da sadakatten ayrılmamak, bizim şiarımızdır.
Umulur ki, Allah, sana bizden, gözünü aydın edecek şeyler gösterecektir!
Yürüt bizi Allah’ın bereketine doğru!” dedi.
Sa’d b. Muaz’ın sözleri Peygamberimiz Aleyhisselamı sevindirdi, neşelendirdi ve:
“Haydi, yürüyünüz Allah’ın bereketine doğru!
Size müjdelerim ki; Allah, bana iki taifenin birini va’d buyurdu.
Vallahi, şu anda, sanki o kavmin vurulup düşecekleri yerlere bakıyor gibiyim!” buyurdu.[102]
Kureyş Müşrikleri Hakkında Süfyan-ı Damrî’den Bilgi Alınışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zefiran’dan ayrılıp,
21- Esâfir diye anılan sarp yokuşlara doğru ilerledi. Oralardan da,
22- Debbe diye anılan bir beldeye indi.
23- Dağlar gibi büyük kum tepeleri olan Hannan’ı sağda bırakarak,
24- Bedir’in yakınına indi.
Peygamberimiz Aleyhisselamla Hz. Ebu Bekir, hayranlarına binerek, çevrede rastladıkları Süfyan-ı Damrî adındaki bir ihtiyarın yanında durdular.
Ona Kureyşten, Muhammed ve ashabından, oralarda kendisine gelen haberleri sordular.
İhtiyar
“Sizin kimlerden olduğunuzu bana haber vermedikçe, sorduğunuz şeyleri size haber vermeyeceğim” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sen bize haber verdiğin zaman, sana haber veririz!” buyurdu.
İhtiyar
“Buna karşı bu olur mu?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Olur!” buyurdu.
Bunun üzerine, ihtiyar:
“Bana haber geldi ki, Muhammed ve ashabı şu ve şu günde Medine’den çıktılar. Eğer bana haber veren doğru söylemişse, onlar bugün şu şu yerdedirler” dedi. (Peygamberimizle ashabının bulundukları yerleri söyledi.)
Bana şu haber de geldi ki, Kureyş şu şu günde çıktılar. Eğer bana haber veren doğru söylemişse, onlar bugün şu şu yerdedirler” dedi. (Kureyşflerin bulunduğu yeri söyledi.)
İhtiyar, vereceği haberi verdikten sonra:
“Peki, ya siz kimlerdensiniz?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Biz sudan [dölsuyundan]ız!” buyurup, onun yanından ayrılarak sahabilerinin yanlarına döndü.
İhtiyar
“‘Sudanız!’ demek, ne demektir? Irak’ın suyundan mı?” diye kendi kendine sordu durdu.[103]
24- Peygamberimiz Aleyhisselam Bedir’in yakınında bir yere indi.[104]
Bir Keşif Birliğinin Bedir Suyuna Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; akşamleyin,
1- Hz. Ali,
2- Zübeyr b. Avvam,
3- Sa’d b. Ebi Vakkas ve
Ashabdan daha bazılarını, Kureyş müşrikleri hakkında bilgi edinmeleri için Bedir suyuna gönderdi.
Onlar, Kureyşîlere develerle su taşıyanlardan Benî Haccac’ın kölesi Eşlem ile Benî Âs b. Saîd’in kölesi Arîz Ebu Yesar’ı yakalayıp getirdiler ve onları sorguya çektiler.
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam namaz kılıyor ve kıyamda bulunuyordu.
Sucu köleler:
“Biz, Kureyşîlerin su taşıyıcılarıyız!
Onlar bizi kendileri için su alalım diye gönderdiler!” dediler.
Ashab, onların verdikleri haberden hoşlanmadılar; onları, Ebu Süfyan’ın adamlarından olabileceklerini sanarak, dövdüler.
“Biz, Ebu Süfyan’ın adamlarıyız!” demek zorunda kalınca, bıraktılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, rükû etti, iki secdeyi de yaparak selam verdi ve:
“Size doğru söyledikleri zaman, onları dövdünüz!
Size yalan söyledikleri zaman, onları bıraktınız!?
Onlar doğru söylediler.
Vallahi, onlar Kureyş ordusunun adamlarıdırlar!” buyurduktan sonra, onlara:
“Bana Kureyşîlerden haber veriniz?” buyurdu.
Onlar:
“Vallahi, Kureyşîler işte şu gördüğünüz kum tepesinin arkasındaki vadinin öbür yakasındadıriar!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ordunuz ne kadardır?” diye sordu.
“Çoktur!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sayıları ne kadardır?” diye sordu.
“Bilmiyoruz!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Her gün, ne kadar deve boğazlıyorlar?” diye sordu.
“Bir gün 9, bir gün 10!” dediler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Demek, 900 ile 1000 arasındadırlar!” buyurduktan sonra:
“Onların içlerinde, Kureyşîlerin eşrafından kimler var?” diye sordu. Sucular:
1- Utbe b. Rebia,
2- Şeybe b. Rebia,
3- Ebu’1-Bahterî b. Hişam,
4- Hakîm b. Hizam,
5- Nevfel b. Huveylid,
6- Haris b. Âmir b. Nüfeyl,
7- Tuayme b. Adiyy b. Nevfel,
8- Nadr b. Haris,
9- Zenrı’a b. Esved,
10- Ebu Cehil Amrb. Hişam,
11-Ümeyye b. Halef,
12- Nübeyh b. Haccac,
13- Münebbih b. Haccac,
14- Süheyl b. Amr,
15- Amr b. Abdi Vedd vardır” dediler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, sahabilerine dönüp:[105]
“Mekke ciğerparelerini size atmış demektir!” buyurdu.[106]
Peygamberimiz Aleyhisselam, suculara:
“Kureyşîlerden, gelirlerken, yolda onlardan ayrılıp geri dönen kimseler oldu mu?” diye sordu.
Sucular:
“İbn Şerîk, BenîZührelerle geri döndü!” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Kendisi doğru yolda olmadığı halde, BenîZührelere doğru yolu göstermiştir!” buyurdu ve:
“Onlardan başka, kimler geri döndü?” diye sordu. Sucular:
“Adiyy b. Ka’b oğulları!” dediler.[107]
Müşriklerin ve Müslümanların Bedir’deki Karargâhları
Kureyş müşrikleri Bedir’e daha önce gelerek bir kum tepesinin arkasındaki Yelyel vadisinin Medine’ye en uzak olan kıyısında konaklamışlardı.
Su kuyuları ise, Yelyel vadisinin Medine’ye en yakın olan kıyısında bulunuyordu.[108]
25- Peygamberimiz Aleyhisselam mücahidlerle birlikte Bedir’e en yakın olun suyun başına gelip ineceği zaman,[109] konak, karargâh hakkında Ensar ile istişarede bulundu.[110]
Hubab b. Münzir, bu hususta görüş sahibi olarak tanınırdı.[111]
Kendisi:
“Ben buraları, buralardaki kuyuları bilirim: Onların tatlı sulu, sulan çekilmez, kesilmiş olanları da benim mâlûmumdur!”[112]
“Biz harp ehliyiz[113] Yâ Rasûlallah! Burası, konak yeri olmaya elverişli değildir. Sen bizi buradan kaldır!
Kureyşîlere en yakın olan bir suyun başına gidelim ve orada konaklayalım. Başında konakladığımız suyun gerisindeki bütün kuyuları kapatalım.
Başına indiğimiz suyun üzerinde bir havuz yapalım ve içini su ile dolduralım.
Kureyşîlerle savaşırken biz havuzumuzdan içelim, onlar içemesinler (susuz kalsınlar)” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hubab’ın görüşünü, önerisini beğendi.
26- Hemen Müslümanlarla birlikte kalkıp Kureyşîlere en yakın yere indiler. Başına inilen suyun üzerinde bir havuz yapılarak içi su ile dolduruldu ve su içmek için, havuza kaplar da atıldı.[114]
İslam Karargâhında Peygamberimiz Aleyhisselam İçin Bir Gölgelik Yapılışı
Sa’d b. Muaz:
“Ey Allah’ın Peygamberi! Biz sana[115] hurma dallarından[116] içinde duracağın bir gölgelik yapalım.
Bineklerini de yanında bulunduralım.
Sonra, biz düşmanımızla karşılaşır, çarpışırız.
Eğer Allah, onlara karşı güç, kuvvet verir, bizi onlara galip kılarsa-ki, zaten arzu ettiğimiz şey de budur-ne âlâ!
Başka türlüsü olursa, sen binitine atlar, geride bıraküğımız ve bizden olan kimselerin yanına varır, ulaşırsın!
Ey Allah’ın Peygamberi! Onlar da seni bizim kadar çok severler.
Onlardan birçok cemaat geride kalmışlardır.
Eğer onlar senin savaşla karşılaşacağını bilselerdi, senden asla geride kalmazlardı.
Allah seni onlarla korur.
Onlar sana candan bağlıdırlar ve senin yanında cihad edicidirler” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa’d b. Muaz’a senada ve hayırla duada bulundu.[117]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ebu Bekir ile birlikte bu gölgeliğin içine girip oturdu.[118]
Sa’d b. Muaz de, kılıcını sıyırıp, gölgeliğin kapısı önünde dikildi.[119]
Müslümanların ve Müşriklerin Sancaktarları
Muhacirlerin en büyük sancağı Mus’ab b. Umeyr’de, Hazrecîlerin sancağı Hubab b. Münzir’de, Evsîlerin sancağı Sa’d b. Muaz’da idi. Müşriklerin sancaktarları ise; Abduddar oğullarından Nadr b. Haris, Talha b. Ebi Talha, E bu Aziz b. Umeyr idi.[120]
Müslümanların Bedir Savaşında Parolaları
Bedir savaşında Muhacirlerin parolası “Yâ Benî Abdurrahman!”,
Hazrecîlerin parolası “Yâ Benî Abdullah!”,
Evsîlerin parolası “Yâ Benî Ubeydullah!”,[121]
Müslümanların genel parolaları da “Yâ Mansur! Emit!”[122] veya “Ehad! Ehad!” idi.[123]
Savaşta Nasıl Çarpışılacağının Belirlenişi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Bedir gecesinde, yanındaki mücahidlene:
“Siz, nasıl çarpışırsınız?” diye sordu.
Âsim b. Sabit kalkıp yay ve ok aldı.[124]
“Ey Allah’ın Resûlü![125] Kureyş kavmi 200 zira1 [arşın][126] veya bunayakın[127] mesafede bulundukları zaman,[128] yayla[129] ok atışı olur!
Kureyş kavmi bize ve onlara mızrak erişecek kadar yakınımıza geldikleri zaman, kırılıncaya kadar, mızraklarla çarpışılır.
Mızraklar kırılınca, onlan bırakır, kılıçlan alırız!”[130] dedi. Kılıcı aldı, kuşandı, sıyırarak: [131]
“Çarpışma, kılıçlarla olur!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“İşte, çarpışmanın usûlü böyledir!
Çarpışacak kimse, Âsım’ın çarpışması gibi çarpışsın!” buyurdu.[132]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Bedir’de Müşrik Ulularının Vurulup Düşecekleri Yerleri Birer
Birer Gösterişi
Hz. Ömer, Bedir savaşını anlatırken;
“Resûlullah Aleyhisselam, Bedir’de akşamleyin, müşrik ulularının vurulup düşecekleri yerler hakkında:
‘Şurası, yarın inşaallah filanın vurulup düşeceği yerdir![133]
Şurası, yarın inşaallah filanın vurulup düşeceği yerdiril[134]
Şurası, yarın inşaallah filanın vurulup düşeceği yerdir!1 buyurdu[135] ve elini de onların vurulup düşecekleri yerlere birer birer koydu.[136]
Onu hak ile peygamber gönderen,[137] varlığım Kudret Elinde bulunanı[138] Allah’a yemin ederim ki; onlardan hiçbiri, Resûlullah Aleyhisselamın elini, avucunu koyduğu yerden öteye geçmemiştir!” demiştir.[139]
Müslümanları Bedir’de Düştükleri Sıkıntılardan Allah’ın Kurtarışı
Müslümanların Bekir’deki karargâhları kumluktu, kolaylıkla yürünemiyor, yürürken ayaklar kuma gömülüyordu.
Ayrıca, su sıkıntısı da vardı.
Müslümanlardan bazıları ihtilam olmuşlardı.
Abdest ve gusül için bol su bulmakta zorluk çekiyorlardı.
Şeytan da, gerek bunlarla, gerek müşriklerin çokluğu ve güçlülükleri ile korku verip duruyordu.
O sırada, Yüce Allah, gökten yağmur yağdırdı. Vadiden seller aktı. Müslümanlar kaplarını doldurdular, abdest aldılar, guslettiler. Hayvanlarını suladılar.
Yağan yağmur, aynı zamanda, yerin tozlarını yatıştırdı ve pekiştirdi.
Yer, kumlara batmadan üzerinde yürünür hale geldi.
Kureyş müşrikleri ise, yağan yağmurdan, yerlerinden ayrılmaya güç yetiremediler, hareketsiz kaldılar.
Yüce Allah, Müslümanlara sükûnet verici, dinlendirici bir uyuklama da verdi.[140]
Hz. Ali’nin bildirdiğine göre; Bedir’de geceleyin yağan bir yağmura tutuldular, kalkanların ve ağaçların altında siperlendiler. Sonra, hepsi de, tatlı bir uykuya daldılar.
Yalnız Peygamberimiz Aleyhisselam idi ki, bütün gece namaz kılmak ve Yüce Allah’a dua etmekle meşgul olmuş:
“Ey Allah’ım! Şu bir avuç topluluğu helak edecek olursan, artık yeryüzünde Sana ibadet olunmaz!” demiş; şafak sökünce, tanyeri ağarmaya başlayınca da:
“Ey Allah’ın kulları! Namaza!” diyerek seslenmiş, sabah namazını kıldırıp onları savaşmaya teşvik buyurmuştur.[141]
Yüce Allah, Bedir gecesinde Müslümanlara olan lütfünu Kur’ân-ı Kerîm’inde şöyle açıklar:
“O (Allah), size o vakit Kendisinden bir eminlik olmak üzere, hafif bir uyku buruyordu.
Sizi tertemiz yapmak, sizden şeytanın murdarlığını gidermek, kalblerinize rabıta vermek, ayaklarınızı pekiştirmek için de, gökten, üstünüze bir su indiriyordu.”[142]
Hz. Ömer’in Kureyş Müşriklerine Elçi Olarak Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ömer’i Kureyşîlere göndererek:
“Geri dönüp gidiniz!
Sizden başkasıyla çarpışmak, bana, sizinle çarpışmaktan daha yeğdir!” buyurdu.
Hakîm b. Hizam:
“Bu, insaflı bir davranıştır! Onu hemen kabul ediniz!
Vallahi, bu insaflı davranıştan sonra, sizin hakkınızda insaflı davranılmaz!” dedi.
Ebu Cehil:
“Allah bize onlardan öç almak fırsatını verdikten sonra, öcümüzü almadıkça, andolsun ki, geri dönmeyeceğiz; onlara hadlerini bildireceğiz ki, bundan sonra ne gözcü çıkanlabilsin, ne de kervanımızın önüne geçilebilsin!” dedi.[143]
Müşriklerin İslam Mücahidleri Hakkındaki Keşif ve İntibaları
Kureyş müşrikleri, Cumah oğullarından Umeyr b. Vehb’i, Müslümanların sayılarını ve yanlarında bulunan şeyleri tahmin etmekle göreviendirip[144] gönderdiler.
“Bizim için, git! Muhammed’in ashabını tahmin et!” dediler.
O da, hemen atına atlayıp İslâm karargâhının çevresini dolaştıktan sonra, müşriklerin yanına döndü ve:
“300 kişidirler!
Bundan ya biraz fazla, ya da biraz eksiktir!er![145]
70 develeri, 2 de atları vardır.[146]
Yalnız, siz bana müsaade ediniz de, onların gizlenmiş veya arkalarında yardımcı olanları da var mı, bir bakayım?” dedi.[147]
Vadinin en uzak taraflarını gezip dolaştı.
Birşey göremeyince, müşriklerin yanına döndü:
“Ben birşey bulamadım[148] Fakat, ey Kureyş cemaatı! Ben kabirlere ölü indirilen keçeler, çullar, Yesrib’in [Medine’nin] saka develerinin ölüler taşıdıklarını gördüm (görür gibi oldum)!
Öyle bir cemaat gördüm ki; onların yanlarında kılıçlarından başka ne bir savunacakları, ne de bir sığınacakları var![149]
Onların, dilsiz gibi, konuşmadıklarını; engerek yılanlarının ağızlarındaki yiyecek kırıntılarını bulmak için dillerini dolaştırdıklarını görmüyor musunuz?!
Vallahi, benim gördüğüm şey; bizden bir adam öldürülmedikçe, onlardan bir adam öldürülmeyecektir![150]
Vallahi, onlar sizden bir adamı öldürmedikçe, kendilerinden bir adamın öldürüleceğini sanmıyorum.[151] Onlar sizden sayıları kadar adam öldürdükten sonra, yaşamakta ne hayır kalır?” dedi.
Kureyş müşrikleri, Umeyr b. Vehb’den sonra, süvarilerinden Ebu Üsâme el-Cüşemî’yi de gönderdiler.
Dolaşıp gelince, ona:
“Ne gördün?” diye sordular.
Ebu Üsâme el-Cüşemî:
“Vallahi, ben ne kısır, iri develer, ne atlar, ne de sayıca çokluk ve hazırlık gördüm!
Fakat, vallahi öyle bir cemaat gördüm ki, onlar ailelerine dönüp gitmeyi istemeyen, ölmeyi isteyen bir cemaattırlar!
Kendilerinin kılıçlarından başka ne bir savunakları, ne de bir sığınakları var!
Onlar, sanki, kalkanlar altında parıldayan gök gözler!” dedikten sonra, “Onların gizlenmiş olanları veya yardımcıları da bulunmasından korkarım!” deyip vadiyi tekrar dolaşarak geldi ve:
“Onların ne gizlenmiş olanları, ne de yardımcıları var!
Artık, siz gereğini ona göre düşününüz!” dedi.[152]
Hakîm b. Hizam’ın İyiniyetli Teşebbüs ve Temasları
Hakîm b. Hizam; Umeyr b. Vehb’in söylediklerini dinledikten sonra, halkın arasından geçip Utbe b. Rebia’nın yanına vardı.
Ona:
“Ey Velid’in babası! Sen Kureyşîlerin büyüğü, seyyidi, içlerinde sözü dinlenirisin! Sen zamanın sonuna kadar hayırla anılmanı istemez misin?” dedi.
Utbe:
“Ey Hakîm! Nedir o?” diye sordu.
Hakîm:
“Halkı seferden geri çevir! Müttefikin Amr b. Hadramî’nin işini (diyetini) üzerine al!” dedi.
Utbe:
“Yaptım gitti! Sen bunu bana bırak! Çünkü o benim müttefikim di r. Onun diyetini, kaybettiği malını ödemek bana düşer.[153]
Yalnız, sen Hanzaliye’nin oğluna [Ebu Cehil’e] git de, onunla bir görüş, konuş.
Ben buna ondan başkasının muhalefetinden korkmuyorum!” dedi. Sonra da, kalkıp bir nutuk irad etti ve nutkunda şöyle dedi:
“Ey Kureyş cemaatı! Vallahi, siz Muhammed ve ashabıyla karşılaşırsanız, birşey yapamazsınız!
Vallahi, onlardan birini öldürecek olan, ya amcasının, ya dayısının oğlunu ya da kabilesinden bir kimseyi öldürmüş, yüzüne hiç bakmak istemeyeceği bir kimsenin yüzüne bakmak zorunda kalmış olacaktır.
Siz geri dönünüz!
Muhammed ile sair Araplar arasından çekiliniz, onu onlarla başbaşa bırakınız!
Eğer onlar onu öldürürlerse-ki, zaten sizin de istediğiniz bu idi-istediğiniz olmuş olur.
Eğer bunun aksi olur (Muhammed onlara galebe çalar), size gelir kavuşursa, onun aleyhinde istediğiniz şeyden dolayı, size ondan bir zarar gelmez.”
Hakîm b. Hizam, hemen Ebu Cehil’in yanına vardı.
Ebu Cehil o sırada zırhını hazırlıyordu.
Ona:
“Utbe, beni sana şöyle şöyle söyleyeyim diye gönderdi” diyerek, Utbe’nin söylediklerini nakletti.
Ebu Cehil:
“Vallahi, Muhammed’i ve ashabını görünce, Utbe’nin ödü kopmuş!
Hayır! Vallahi, Allah Muhammed’le bizim aramızda hükmünü verinceye kadar geri dönmeyeceğiz!
Utbe bu sözü ancak deve eti yiyici Muhammed ve ashabını görünce korktuğu için söylemiştir.
Onun oğlu da onların içindedir.
O sizleri bundan dolayı korkutuyor!” dedi.[154]
Hakîm b. Hizam, Mervan’ın sorusu üzerine, bu hadiseyi şöyle anlatır:
“Utbe b. Rebia’nın yanına gidip, ona:
‘Ey Velid’in babası! Sen, sağ olduğun müddetçe, bugünün bütün şerefini alıp götürmez misin?’ dedim.
Utbe:
‘Nedir o, söyle bakayım?’ dedi.
Ona:
‘Siz Muhammed’den ancak Hadramî’nin oğlunun kanını istemiyor musunuz? O senin müttefikindir. Onun diyetini ödemeyi üzerine al! Halkı geri çevir!1 dedim.
Utbe:
‘Ben onun diyetini ödemeyi üzerime alıyorum. Sen de Hanzaliye’nin oğluna [Ebu Cehil’e] git! Ona:
‘Yanındakilerle birlikte, amcanın oğlu ile uğraşmaktan vazgeçip, bugün geri dönecek misin?’ diye sor!’ dedi. Hemen gittim.
Kendisi, önünü ardını sarmış bir cemaat içinde oturuyordu.
O sırada, İbn Hadramî de onun başında dikiliyor ve:
‘Ben Abduşşems oğullarıyla olan antlaşmamı bozdum. Manzum oğullarıyla antlaştım!’ diyordu.
Ebu Cehil’e:
‘Utbe b. Rebia, sana:
‘Sen, yanındakilerle birlikte, amcanın oğlu ile uğraşmaktan vazgeçip, bugün geri dön!1 diyor1 dedim.
Ebu Cehil:
‘Utbe senden başka gönderecek elçi bulamadı mı?’ dedi.
Ona:
‘Hayır! Bulamadı. Zaten, ben ondan başkasına elçi olmayı kabul edecek değilim!’ dedim.
Ebu Cehil’in yanından ayrılıp, vakit geçirmeden haberi yetiştirmek için, Utbe’nin yanına vardım.
O sırada, Utbe, İmâ1 b. Rahasatü’l-Gıfârî’ye dayanmış duruyordu.
İmâ’; Kureyş müşriklerine boğazlanacak 10 deve hediye etmişti.
Ebu Cehil, yüzünde şer tüter bir halde, Utbe’nin yanına çıkageldi. Utbeye:
‘Senin ciğerin korkudan şişmiş, ödün kopmuş!’ dedi.
Utbe:
Kiminkinin şiştiğini, koptuğunu öğreneceksin!1 diyerek karşılık verince, Ebu Cehil kılıcını sıyırıp sirtoyla Utbe’nin atının sırtna hızlıca vurdu!
İmâ’ b. Rahasa:
‘Bu, ne kötü fal!1 dedi.”[155]
İmâ1, Utbe’ye:
“Ey Velid’in babası! Nereye bu gidiş?” diye sordu.
Utbe:
“Bilmiyorum vallahi!” dedi.
İma’:
“Sen, kavminin ulususun. Halkı geri döndürmekten ve müttefikinin kan bedelini üzerine almaktan seni alıkoyacak ne var?
Nahle’de müsadere edilen kervanı tazmin etmeyi üzerine alır, kavmine salma yaparsın.
Vallahi, Muhammed’den önce, onların istedikleri budur!
Ey Velid’in babası! Muhammed ve ashabıyla çarpışmayınız. Kendinizle çarpışmış olursunuz!” dedi.[156]
Ebu Cehil ile Âmir b. Hadramî’nin Harbi Kızıştırmaya Çalışmaları
Ebu Cehil, Amir b. Hadramî’ye:
“Müttefikin olan şu Uttıe, kardeşinin öcünün alındığını gözünle görmüş olacağın bir sırada, halkı geri çevirmek istiyor!
Kalk da, kardeşinin öldürülmüş olduğunu dile getir, müttefiklerin haklarına riayet ve ahde vefa etmelerini Kureyşîlerden iste!” dedi.
Bunun üzerine, Âmir b. Hadramî ortaya çıkıp:
“Vâh Amr! Vâh Amr!” diyerek bağırmaya başlayınca, sinirler gerildi, harp kızışmaya başladı.
Halk, üzerinde bulundukları serde toplandılar.
Utbe’nin davet ettiği görüş ters anlaşıldı, olumsuz sonuç verdi.
Utbe, Ebu Cehil’in:
“Vallahi, ciğeri korkudan şişmiş!” sözüne kızdı ve:
“Kimin ciğeri korkudan şişmiş? Benim mi, yoksa onun mu, öğrenecektir!” dedi.
Sonra, başına geçirmek için bir miğfer aradı. Başı büyük olduğu, kimsenin miğferi onun başına uymadığı için, miğfer yerine, başına bürüdünden sank sardı .[157]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Yardıma Gelen Huzeyfe ile Babasını Geri Çevirişi
Kureyş müşrikleri, Huzeyfie el-Yeman’la babası Huseyl veya Hısl’ı Bedir’e giderlerken yakaladılar ve onlara:
“Herhalde siz Muhammed’in yanına gitmek istiyorsun uz d ur?” dediler.
Onlar da:
“Bizim Medine’ye gitmekten başka bir maksadımız yok!” dediler.
Bunun üzerine, Medine’ye gitmek, Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte bulunmamak ve çarpışmaya katılmamak üzere, kendilerinden kesin söz aldılar.
Fakat, Huzeyfe ile babası, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler.
Başlarından geçeni Peygamberimiz Aleyhisselama anlattılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
“Medine’ye dönünüz! Onlara vermiş olduğunuz sözü yerine getiriniz!
Biz de, müşriklere karşı, Allah’ın yardımını dileriz!” buyurdu.[158]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidleri Saf Nizamına Koyuşu ve Saydırışı, Sevad’ın
Mücahidleri Şaşırtan Bir Davranışı
Kureyş müşrikleri kondukları yerlerinden kalkıp Müslümanların karşısında yer almadan önce, Peygamberimiz Aleyhisselam, elindeki ok çubuğu ile mücahidleri:
“Beri gel!” “Geri git!” diyerek hizaya getirdikten sonra, saydırdı.[159]
Peygamberimiz Aleyhisselam, elindeki ok çubuğu ile safları düzeltirken, saftan ileri çıkmış bulunan Sevad b. Gaziyye’nin kamına dokunup:
“Ey Sevad! Hizaya gel!” buyurmuş,[160] çubuğun izi Sevad’ın kamında iz yapmıştı.[161]
Sevad:
“Yâ Rasûlallah![162] Canımı acıttın! Allah seni hakla,[163] adaletle[164] gönderdi.[165] Yâ Rasûlallah! Kısas!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Kısas ha?!” buyurdu[166] ve hemen kamını açtı.[167]
Ensar:
“Ey Sevad! Allah’ın Resûlüdür o!?” dediler.
Sevad:
“Adalette, hiçbir beşerin diğer bir beşere karşı üstünlüğü ve farkı yoktur!” dedi.[168]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Haydi, kısasını benden al!” buyurdu.
Sevad, boynunu uzatıp Peygamberimiz Aleyhisselamın kamından öptü! Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Sevad! Sen niçin böyle yaptın?”[169] diye sordu.[170]
Sevad:
“Görüyorsun ki,[171] savaşmaya hazırlanmış bulunuyoruz!
İstedim ki; benim en son anım, seninle olan an,[172] tenimin senin tenine değdiği an,[173] seni öptüğüm an olsun!” dedi.[174]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, ona hayırla dua etti.[175]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ebu Eyyub Halid b. Zeyd’i Maiyyetine Alışı
Ebu Eyyub Halid b. Zeyd el-Ensârî der ki:
“Bedir günü, saf olduğumuz ve Resûlullah Aleyhisselam bizleri gözden geçirdiği sırada, beni ön safta görünce:
‘Sen, benim yanımda, benim yanımda bulun!1 buyurdu.”[176]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kureyş Müşriklerini Görünce Allah’a Dua ve Münâcatta Bulunuşu
Peygamberimiz Aleyhisselam; Kureyş müşriklerinin harp meydanına geldiklerini görünce:
“Ey Allah’ım! İşte Kureyşliler! Olanca kibir ve gururları, kendilerini beğenmişlikleri ve övünücülük-leriyle gelmişler, Sana düşmanlık etmekte ve Senin Resûlünü yalanlamaktalar!
Biz, Senden, onlara karşı bana va’d buyurmuş olduğun yardımını diliyoruz.
Ey Allah’ım! Sabahleyin onları helak et!” diyerek, Allah’a dua ve münâcatta bulundu.[177]
Hz. Ömer der ki:
“Bedir savaşı olduğu gün, Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına baktı: Onlar 300 küsurdu.
Bir de, müşriklere baktı: onlar 1000’di ve daha da çoktu.
Kıbleye döndü. İki elini uzattı (kaldırdı).
Üzerinde ridası ve izan vardı.
‘Allah’ım! Bana yaptığın va’dini yerine getir!
Allah’ım! Şu bir avuç İslâm cemaatını helak edersen, artık Sana yeryüzünde ibadet olunmaz!’ diyor, hiç durmadan Rabbinden yardım diliyor ve O’na yalvanyordu.
Ridası omuzundan kayıp düştü.
Ebu Bekir gelip onu Resûlullah Aleyhisselamın omuzuna koydu ve arkasından ayrılmadı.
Nihayet, Ebu Bekir dayanamadı:
‘Ey Allah’ın Peygamberi! Rabbine niyaz ettiğin yetişir artk!
O, sana olan va’dini muhakkak yerine getirecektir!’ dedi .”[178]
Bunun üzerine Yüce Allah Peygamberimiz Aleyhisselama indirdiği âyette:
“Hani, siz Rabbinizden imdad istiyordunuz da, o da, ‘Muhakkak ki, ben size meleklerden birbiri ardınca bin melekle imdad edeceğim!’ diyerek duanızı kabul etmişti” buyurdu.[179]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Müjdeli[180] Ey Ebu Bekir! Sana Allah’ın yardımı geldi!
İşte, şu Cebrail’dir. Nak’ yokuşlarının üzerinde, atının gemini tutmuş,[181] harp silahı ve zırhı üzerindedir! H ucuma hazır haldedir!” buyurdu.[182]
Mücahidlerin Başlarına ve Göğüslerine Alâmet Takmaları
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Melekler alâmetlidirler. Siz de kendinize birer alâmet yapınız!” buyurdu.
Bunun üzerine, mücahidler, miğferlerine, takyelerine alâmetler taktılar.[183]
Hz. Hamza deve kuşu kanadımı[184] goğsüne[185] taktı.
Hz. Ali ak yünden alâmet yaptı.
Zübeyr b. Avvam başına sarı bir bez,
Ebu Dücâne kırmızı bez,[186]
Ukbe b. Âmir de miğferinin üzerine yeşil bir bez bağladı.[187]
Utbe b. Rebia’nın Son Gayretinin de Boşa Gidişi
Hz. Ali der ki:
“Kureyş müşrikleri toplandılar ve bize çok yakındılar.
O sırada, deve üzerinde bir adam, Kureyş müşrikleri arasında dolaşıyordu.
Resûlullah Aleyhisselam, bana:
‘Yâ Ali! Hamza’yı bana çağır!1 buyurdu.
Hamza, müşriklerin çok yakınında bulunuyordu.
Ona:
‘Şu kırmızı develi kimdir? Onlara ne söylüyor?’ diye sordu.
Sonra da:
‘Eğer şu cemaat arasında hayn emreden bir tek adam olsaydı, şu kırmızı develi adam olurdu!’ buyurdu.
Hamza, gelince:
‘O, Utbe b. Rebia’dır. Kureyşîleri çarpışmaktan sakındırıyor ve onlara:
‘Ey kavmim! Ben karşımda ölmeyi arzulayan bir kavim görüyorum!
Onlarla karşılaşmamanız, onlara yaklaşmamanız, sizin için hayırlıdır! Ey kavmim! Bugün siz benim başıma toplanınız ve ‘Utbe b. Rebia, korktu!1 deyiniz, (razıyım). Bilirsiniz ki; ben hiç de sizin en korkağınız değilim!’ diyor1 dedi.
Ebu Cehil, Utbe’nin söylediği bu sözleri işitince, ona:
‘Vallahi, senin bu söylediğini senden başkası söyleseydi, onu dişlerimle parçalardım! Senin ciğerin ve kamın korku dolmuş! dedi.
Utbe:
‘Beni sen mi ayıplıyorsun ey sarı koku sürünen adam? Bugün hangimizin korkak olduğunu öğreneceksin!’ dedi.”[188]
Abdullah b. Süheyl’in Müslümanlar Tarafına Kaçması
Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Süheyl b. Atnr; Müslüman olan oğlu Abdullah’ı, Habeş ülkesinden Mekke’ye döndüğü zaman yakalayıp dininden döndürmek için bağlamış, Bedir seferine de kendisiyle birlikte çıkarmıştı.
Müslümanlarla müşrikler karşılaştıkları ve birbirlerini gördükleri zaman, Abdullah[189] Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına kaçmaya muvaffak oldu.[190]
Süheyl b. Amr oğlunun bu hareketine son derecede kızdı ve ona ağır sözler söyledi.
Abdullah ise:
“Yüce Allah bunu benim hakkımda çok hayırlı kıldı!” diyerek karşılık verdi.
Abdullah o zaman 27 yaşında idi.[191]
Allah ondan razı olsun![192]
Bazı Müşriklerin İslâm Havuzundan Su İçmeye Gelmeleri
İçlerinde Hakîm b. Hizam’in da bulunduğu birtakım müşrikler İslâm havuzundan su içmeye geldiler. Müslümanlar onlara engel olmak istedikleri zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam: “Bırakınız, içsinler!” buyurdu. İçtiler.
Hakîm b. Hizam’dan başka, su içenlerin hepsi, Bedir savaşında öldürülmüşlerdir.[193] Hakîm b. Hizam sonradan Müslüman olmuş ve Müslümanlığını İslâm amelleriyle güzelleştirmiştir. Yeminine önem vermek istediği zaman:
“Hayır! Beni Bedir’de öldürülmekten kurtaran Allah’a yemin ederim ki!” derdi.[194] Allah ondan razı olsun![195]
Esved b. Abdulesed’in Kendisini Havuza Atışı ve Öldürülüşü
Ebu Cehil’in mensup bulunduğu Manzum oğulları kabilesinden Esved b. Abdulesed, yaramaz ve kötü huylu bir adamdı.
Bedir günü:
“Ben Allah’a Ya onların havuzundan su içeceğim, ya onu yıkacağım, ya da onun önünde öleceğim1 diye and içtim!” diyerek havuza doğru gelirken, Hz. Hamza havuzun önünde karşılayıp ona kılıçla bir darbe indirdi, ayağını baldırının yarısıyla birlikte kesti.
Esved sırtının üzerine düştü, ayağından, arkadaşlarına doğru kan fışkırmaya başladı.
Yeminini yerine getirmek için, havuza kadar elleri ve dizleri üzerinde sürünerek kendisini havuza attı.
Hz. Hamza da, arkasından yetişti. Kılıçla bir darbe daha indirip, onu havuzun içinde öldürdü.[196]
İslam Mücahidlerine Emirler Verilişi, Teşvik ve Tebşirlerde Bulunuluşu
Ramazan’ın 17. günü, Cuma günü, çok sıcak bir gündü. Güneşin harareti pek fazla idi. İki taraf, çarpışmak için, birbirlerine yaklaşmışlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, emir vermedikçe Kureyş müşriklerine saldırmamalarını mücahidlere emrederek:[197]
“Eğer Kureyş kavmi sizi sarar, kuşatırlarsa, onlan oka tutunuzu[198] Onlar sizi sarıp kuşatmadıkça, kılıçlarınızı sıyırmayınız!” buyurdu.[199]
Mücahidleri çarpışmaya teşvik etti ve:
“Muhammed’in varlığı Kudret Elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki; bugün her kim sabır ve sebat ederek ve ecrini Allah’tan beki ey erek varıp şu müşriklerle çarpışır ve öldürülürde geri dönemezse, Allah onu muhakkak Cennete koyar![200]
Kalkınız! Genişliği göklerle yer kadar olan[201] ve müttakîler [Allah’ın buyruklarını yerine getiren, yasakladıklarından sakınanlar] için hazırlanmış bulunan[202] Cennete!”[203] buyurunca, Umeyr b. Humam:
“Yâ Rasûlallah! Genişliği göklerle yer kadar olan Cennete hâ!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet!” buyurdu.
Umeyr b. Humam:
“Bak hele! Bak hele!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sana ‘Bak hele! Bak hele!’ dedirten şey nedir?” diye sordu.
Umeyr b. Humam:
“Hayır! Vallahi, yâ Rasûlallah! Cennet ehlinden olmamı ummaktan başka bir maksadım yok!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Öyleyse, sen onun ehlindensin!” buyurdu.
Bunun üzerine, Umeyr b. Humam, azık torbasından birkaç hurma çıkarıp yemeye başladı. Sonra da, kendi kendine:
“Eğer ben bu hurmaları yiyinceye kadar yaşayacaksam, bu gerçekten uzun bir yaşamdır!” diyerek hemen elindeki hurmaları attı, şehit oluncaya kadar müşriklerle çarpıştı.[204]
Allah ondan razı olsun![205]
Yüce Allah’ın Mü’minlere Emir ve Tavsiyeleri
Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’inde şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Toplu bir halde kâfirlerle karşılaştığınız zaman, onlara arkalarınızı çevirmeyiniz (kaçmayınız)!
Tekrar çarpışmak için bir tarafa çekilenin, yahut diğer bir fırkaya ulaşıp mevki tutanın hali müstesna olmak üzere, kim öyle bir günde onlara arka çevirirse, o muhakkak ki Allah’ın gazabına uğramıştır. Onun yurdu Cehennemdir. O ne kötü bir sonuçtur!”[206]
“Ey iman edenler! Bir düşman topluluğuna çattığınız zaman, sebat ediniz ve Allah’ı çok anınız ki, umduğunuza kavuşasınız!
Allah’a ve O’nun resûlüne itaat ediniz!
Birbirinizle çekişmeyiniz. Sonra, korku ile zaafa düşersiniz, rüzgârınız kesilir, elden gider.
Bir de, sabır ve sebat ediniz!
Çünkü, Allah sabreden, güçlüklere göğüs gerenlerle beraberdir.
Sizler, yurtlarından çalım satarak, insanlara gösteriş yaparak çıkanlar, halkı Allah’ın yolundan men edenler gibi olmayınız!
Onlar ne yaparlarsa, Allah hepsini çepeçevre kuşatıcıdır!”[207]
Kutbe b. Âmir’in, Yere Attığı Taş Kaçmadıkça Savaştan Kaçmayacağını Söylemesi
Kutbe b. Amir, düşman saflarıyla İslâm safları arasına bir taş atarak: “Şu taş kaçmadıkça, ben de savaştan kaçmayacağım!” dedi.[208]
Müşriklerin Müslümanlar Karşısında Saf Bağlayıp Kılıçlarını Sıyırmaları
Kureyş müşrikleri, İslâm mücahidlerinin karşısında saf bağlayıp kılıçlarını sıyırdılar. Ebu Cehil, safta kısrağının üzerinde idi.
Başkumandan Utbe b. Rebia, kılıcını sıyırıp Ebu Cehil’in atının ayaklarına çarpınca, at arkasının üzerine çöktü!
Utbe b. Rebia, Ebu Cehil’e:
“İn! Bugün, binme günü değildir!
Senin bütün kavmin atlı değillerdir!” dedi.
Ebu Cehil atından hemen indi.
Utbe b. Rebia:
“Sabahleyin hangimizin kavmi için uğursuz olduğu belli olacak!” dedi.[209]
Müşriklerin Mekke’de ve Bedir’deki Duaları
Kureyş müşrikleri, Bedir’e çıkıp gelmeden önce, Mekke’de Kabe’nin örtüsüne yapışarak Allah’tan yandım istemişler
“Ey Allah! İki ordudan en azîzine, iki cemaattan en kıymetlisine, iki kabileden en hayırlısına yandım et!” diyenek dua etmişlendi.[210]
Kuneyş müşriki eni ve Müslümanlan Bedin’de birbirleriyle karşılaştı klanı zaman, Ebu Cehil de:
“Ey Allah’ım! Muhammed hısımlık ilişkilenini bize kestindi ve bize bilinmeyen binşeyle geldi.
Sabahleyin onu helak et!” dedi.
Kendisi aleyhinde ilk hüküm venen, kendisi oldu.[211]
Mücahidlere Meleklerin Yardıma Geldiklerinin Müjdelenişi
İslâm mücahidlerinin güçlü ve kalabalık düşman karşısında zayıf bir durumda bulundukları sırada Peygamberimiz Aleyhisselamı bürüyen vahiy hali açılınca, Peygamberimiz Aleyhisselam, meleklerin yardıma geldiklerini mücahidlere müjdeledi.[212]
Önce, benzeri görülmedik bir rüzgâr geldi, sonra geçip gitti.
Arkasından, ikinci bir rüzgâr geldi. O da geçip gitti.
Daha sonra, üçüncü bir rüzgâr geldi.
Birinci rüzgârda, Cebrail Aleyhisselam 1000 melekle gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında yer aldı.
İkinci rüzgârda Mikâil Aleyhisselam 1000 melekle gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın sağında yer aldı.
Üçüncü rüzgârda İsrafil Aleyhisselam 1000 melekle gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın solunda yer aldı.[213]
Melekler başlarına beyaz sank sarmışlar, sarıklarının uçlarını arkalarına salmışlardı.
Cebrail Aleyhisselamın sarığı ise san idi.[214]
Meleklerin hepsi de kır atlı idiler.
Atlarının alınlarında, sarkan perçemleri vardı.[215]
Şeytanın Sürâka b. Cu’şum’un suretinde müşriklere görünüp[216] Kinane oğullarının da kendilerine yardım için arkalarından gelmekte olduklarını söylediği[217] ve Müslümanların az ve zayıf olduklarını da haber verdiği ve “Bugün, halktan, sizi yenebilecek yok!” diyerek cesaretlendirmeye çalıştığı sırada, melek ordularının Bedir’e geldiklerini görür görmez, iki ökçesinin üzerinde arkasına dönüp oradan kaçtığı rivayet edilir.[218]
Bu hususta Kur’ân-ı Kerîm’de şu açıklama yapılır
“Hani, (müşriklerle) karşılaştığınız zaman, onları gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözünde azaltıyordu.
Çünkü, Allah, işlenmesi gereken işi yerine getirecekti.
Bütün işler ancak Allah’a döndürülür.”[219]
“Siz düşmandan (sayı ve teçhizatça) zayıf iken, Allah size Bedir’de kat’î bir zafer verdi.
Allah’tan sakınınız ki, şükretmiş olasınız.
O vakit, sen mü’minlere:
‘İndirilen üç bin melekle Rabbinizin size imdad etmesi yetmez mi size?1 diyordun.”[220]
“O zaman, şeytan da onların yaptıklarını süslüyor; ‘Bugün, size insanlardan galebe edecek hiç kimse yok! Ben de sizin muhakkak ki yardımcınızım!1 diyordu.
Vaktâ ki, iki ordu (birbirine) göründü, şeytan onlara (müşriklere) ‘Ben sizden uzağım! Gerçekten, ben, sizin göremeyeceğinizi görüyorum! Ben elbette Allahtan korkanm! Allah ukubetinde çok şiddetlidir!’ diyerek iki ökçesi üzerinde arkasına dönüp kaçtı .”[221]
Meleklerin İslam Mücahidlerine Nasıl Yardım Ettikleri
Bedir savaşında; leğenlerin içine düşen ufak ve sert taşların çıkardıkları mâdenî sesler gibi, gökten yere sesler gelmeye başladı!
Bu sesler, müşriklerin önlerinde ve arkalarında çınlamakta, yüreklerini titretmekte idi.[222]
Abdullah b. Abbas’a, Gıfâr oğullarından bir zât şöyle anlatmıştır
“Amcamın oğlu ile gelip dağa çıkmıştık ki, dağın üzerinden Bedir görünüyordu.
O zaman, ikimiz de müşriktik.
Çarpışmada kimin yenileceğini gözetliyor,yenenlerle birlikte biz de yağmalayalım diye bekliyorduk.
Dağda bulunduğumuz sırada idi ki, bize yaklaşan bir bulutun içinde atların kişnemelerini işittik!
Ben, birisinin:
‘Hayzum! İleri![223] dediğini de işittim.
Amcamın oğlu, korkudan yüreğinin zarı yırtılıp, olduğu yerde oluverdi!
Ben de az kalsın ölecektim, kendimi zor tuttum !”[224]
Gıfârî, Bedir’de bulutun altındaki yere kadar gidip Peygamberimiz Aleyhisselamla ashabını görmüş, fakat onların yanında buluttan işittiği şeylerden hiçbirini göremediğini söylemiştir.[225]
Bedir savaşında bulunanlardan Ebu Useyd Malik b. Rebia da:
“Eğer bugün Bedir’de olsaydım ve gözüm de yanımda görür halde bulunsaydı, ben size meleklerin çıkıp geldikleri dağ boğazını muhakkak gösterirdim! Bunda şek ve şüphe etmiyorum!” demiştir.[226]
İslâm mücahidlerine yardıma gelen melekleri, kaçan ve esir edilen müşriklerden görenler ve anlatanlar da vardır.
Huvaytıb b. Abduluzzâ der ki:
“Ben Bedir’de müşriklerle birlikte bulunmuş, ibret verici şeyler görmüş, melekleri görmüştüm ki, onlar gökle yer arasında Kureyşîleri öldürüyor, esir ediyorlardı .[227]
O zaman, kendi kendime:
‘Bu adam [Muhammed Aleyhisselam] muhakkak Allah tarafından korunuyor!1 dedim.[228] Gördüğüm şeyleri hiç kimseye anmadım.”[229]
Süheyl b. Amr da:
“Bedir günü, gökle yer arasında alaca atlar üzerinde ak benizli ve sarıklı adamlar gördüm ki, onlar bizleri öldürüyorlar ve esir ediyorlardı!” demiştir.[230]
Hakîm b. Hizam da; Bedir günü, semadan ufku kaplayan alaca kilim gibi birşeyin vadiye düştüğünü ve dikkat edince, vadide siyah karınca seli gibi meleklerin aktığını gördüklerini ve bunun da gökten Muhammed Aleyhisselamın desteklendiğini gösteren birşey olduğunun kalbine doğduğunu söylemiştir.[231]
Ebu Davud el-Mâzinf der ki:
“Bedir gününde, müşriklerden bir adamı, vurup öldüreyim diye takip ettim.
Kılıcım daha onun başına erişmeden, başının yere düştüğünü gördüm!
Anladım ki; onu benden başkası öldürdü!”[232]
Sehl b. Huneyf de:
“Bedir gününde, herhangi birimiz bir müşrikin başına kılıcımızı vuracağımız zaman, kılıcımız daha onun başına erişmeden, başının bedeninden yere düştüğünü görüyorduk!” demiştir.[233]
İbn Abbas’ın bildirdiğine göre; “O gün (Bedir günü), Müslümanlardan birzât, önündeki müşriklerden bir adamın arkasından koşarken, onun üzerinde birdenbire bir kırbaç darbesi işitti ve bir süvarinin de:
‘İlerle ey Hayzum!’ diye seslendiğini işitti.
Bir de önündeki müşrike bakınca, onun boylu boyunca yere serilmiş, bumunun berelenmiş, yüzünün-kırbacın vurduğu şekilde-yanlmiş olduğunu gördü!
Ensarî gelip hadiseyi Resûlullah Aleyhisselama anlattı.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Doğru söyledin! Bu, semadan gelen üçüncü imdaddandır!1 buyurdu.”[234]
Sâib b. Ebi Hubeyş:
“Vallahi, beni halktan hiç kimse esir etmedi!” deyince, kendisine:
“Öyleyse seni kim esir etti?” diye sorulmuştu.
Sâib:
“Kureyşîler bozguna uğrayınca, ben de onlarla bozguna uğradım.
Uzun boylu, ak benizli, gökle yer arasında, kır at üzerinde bir adam yetişip beni bağladı.
Abdurrahman b. Avf gelip beni bağlı bulunca, Müslümanlara:
‘Bu, kimin esiri!’ diye seslendi.
Hiç kimse beni esir ettiğini söylemedi.
Nihayet beni Resûlullah Aleyhisselama kadar götürdüler.
Resûlullah Aleyhisselam, bana:
‘Ey Ebu Hubeyş! Seni kim esir etti?’ diye sordu.
‘Bilmiyorum!’ dedim. Gördüğümü söylemek istemedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Seni meleklerden şerefli bir melek esir etti!
Ey İbn Avf! Al git esirini!’ buyurdu.”[235]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Müşrikler Arasında Bulunan Bazı Kişilerin Öldürülmemesini
Tavsiye Buyuruşu
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Anladım ki, Hâşim oğullarından ve başkalarından bazı kişiler, Bedir’e zorlanarak çıkarılmışlardır. Bizim onlarla çarpışmamız gerekmez.
O halde, sizden her kim Hâşim oğullarından herhangi birisiyle karşılaşırsa, onu öldürmesin! Kim Ebu’l-Bahterî ile karşılaşırsa, onu öldürmesin! Kim Abbas b. Abdulmuttalib’le karşılaşırsa, onu öldürmesin! Çünkü, onlar ancak isteksiz olarak, zorlanarak Bedir’e çıkarılmışlardır” buyurdu. Bunun üzerine, Ebu Huzeyfe b. Utbe b. Rebia:
“Biz babalarımızı, oğullarımızı, kardeşlerimizi ve aşiretimizi öldüreceğiz de, Abbas’ı mı bırakacağız?!
Vallahi, eğer onunla karşılaşırsam, muhakkak onun yüzüne kılıçla vuracağım!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu Huzeyfe’nin böyle söylediğini işitince, Hz. Ömer’e:
“Ey Hafsa’nın babası! Resûlullah’ın amcasının yüzüne kılıçla vurulur mu?!” buyurdu.
Hz. Ömer:
“Yâ Rasûlallah! Beni bırak, onun boynunu kılıçla vurayım?
Vallahi o münafıklık yapmıştır!” dedi.
Ebu Huzeyfe, ağzından çıkan bu sözünden hayatı boyunca korkmuş durmuş ve:
“Benim o günde söylemiş bulunduğum o sözden eman içinde değilim!
Ondan hâlâ korkup duruyorum!
Buna ancak şehitlik keffaret olabilir!” derdi.
Yemâme savaşında da şehit olup, muradına erdi.[236]
Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ebu’l-Bahterî’yi öldürmekten mücahidleri nehy buyurması da, Ebu’l-Bahterî’nin Mekke’de Peygamberimiz Aleyhisselamı çok savunan bir kişi olmaşırıdandı.
Kendisi Peygamberimiz Aleyhisselama hiç eziyet etmezdi. Peygamberimiz, ondan, hoşuna gitmeyen bir hareket görmemişti.
Ebu’l-Bahterî, Kureyş müşriklerinin Hâşim ve Muttalib oğulları aleyhinde yazdıkları Sahifeyi bozmak için ayaklanan kişilerdendi.
İslâm mücahidlerinden Mücezzer b. Ziyad, savaş meydanında Ebu’l-Bahterî’ye rastlayınca:
“Resûlullah Aleyhisselam seni öldürmekten bizi nehy buyurmuştur!” dedi.
Ebu’l-Bahterî’nin terkisinde Cünâde b. Müleyha adında bir binek arkadaşı bulunuyordu.
Ebu’l-Bahterî:
“Bu arkadaşım ne olacak?” diye sordu.
Mücezzer:
“Hayır! Vallahi, biz senin arkadaşını bırakacaklardan değiliz!
Resûlullah Aleyhisselam bize ancak bir tek senin hakkında emir verdi” dedi.
Ebu’l-Bahterî:
“Hayır! Vallahi, ölürsek, o ve ben birlikte ölürüz!
Ben binek arkadaşımı yaşamaya düşkünlüğümden dolayı bıraktığımı Mekke kadınlarına söyletmem!” dedi.
Mücezzer, Ebu’l-Bahterî’yi deveden indirip de o çarpışmaktan başkasına yanaşmadığı zaman, çarpıştılar ve Mücezzer onu vurup öldürdükten sonra Peygamberimiz Aleyhisselama geldi ve:
“Seni hak ile peygamber gönderen Allah’a yemin ederim ki; onu esir edip sana getireyim diye çok uğraştım.
O ise yanaşmadı, ancak benimle çarpıştı. Ben de onunla çarpıştım ve kendisini öldürdüm!” dedi.[237]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Haris b. Âmirb. Nevfel hakkında da:
“Onu esir ediniz! Öldürmeyiniz! Çünkü, o Bedir’e gönülsüz olarak çıkarıldı” buyurmuştu.
Fakat, Hubeyb b. Yesaf, onu bilmeyerek öldürdü.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onun öldürüldüğünü haber alınca:
“Eğer ben onu öldürülmeden önce bulsaydım, kendisini kadınlarına bırakırdım!” buyurdu.[238]
Hz. Ali derki:
“Abbas b. Abdulmuttalib’i Ensardan kısacık boylu bir zât esir edip Resûlullah Aleyhisselamın yanına getirince, Abbas:
‘Yâ Rasûlallah! Vallahi beni bu adam esir etmedi.
Beni insanların en güzel yüzlüsü, başının saçı iki yana ayrılmış, kır bir ata binmiş, şu cemaat arasında göremediğim bir kimse esir etti!’ dedi.
Ensârî:
‘Yâ Rasûlallah! Onu ben esir ettim!’ diyerek ısrar edince, Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
‘Sesini çıkarma! Allah seni şerefli bir melekle destekledi!’ buyurdu.”[239]
Hz. Abbas’ı esir ettiğini söyleyen zât, Ensardan Ebu’l-Yeser Ka’b b. Amr olup, kendisi çelimsiz, kısa boylu idi.
Hz. Abbas ise gövdeli, iri yarı idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu’l-Yeser’e:
“Ey Ebu’l-Yeser! Abbas’ı sen nasıl esir edebildin!?” diye sordu.
Ebu’l-Yeser:
“Yâ Rasûlallah! Onu esir edebilmek için, ne bundan önce, ne de bundan sonra hiç görmediğim bir zât bana yardımda bulundu. Onun şekil ve şemaili şöyle şöyle idi!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Sen Abbas’ı esir alırken, Allah sana şerefli bir melekle yardım etmiş!” buyurdu.[240]
Ebu’l-Yeser Hz. Abbas’la karşılaştığı zaman, o, ayakta donmuş gibi duruyordu.
Ebu’l-Yeser, ona:
“Resûlullah Aleyhisselam seni öldürmekten bizi nehy buyurdu” deyince, Hz. Abbas “Bu, onun akraba hakkını ilk gözetmesi, onlara ilk iyiliği değildir!” dedi.[241]
Harp Ateşini İlk Önce Âmir b. Hadramî’nin Tutuşturuşu
Harp ateşini müşriklerden ilk önce tutuşturan, Amir b. Hadramî oldu.[242] Ona, Hz. Ömer’in azadlısı Mihca1 b. Salih karşı çıktı. Âmir b. Hadramî onu şehit etti.[243]
Mihca’ın, kimin tarafından atıldığı bilinmeyen bir okla vurulup şehit edildiği de rivayet edilir.[244] Mihca1, Muhacir Müslümanların Bedir’de verdikleri ilk şehitti.[245]
Mihca1, Yemenli,[246] Âk b. Adnânîlerden bir köle olup,[247] sabah akşam Allah’ın rızasını ve cemâlini uman ve En’am sûresinin 52. âyetinin nüzulüne sebep olan Müslümanlar arasında idi.[248] Allah ondan razı olsun!
Ensardan ilk şehid de Harise b. Sürâka olup,[249] havuzdan su içerken[250] Hibban b. Arika veya bir başkası tarafından[251] atılan bir okla boğazından vurularak[252] şehit edildi.[253]
Allah ondan razı olsun!
Harise b. Sürâka’nın annesi Ümmü’r-Rebi’ Hatun, Peygamberimiz Aleyhisselama gelip:[254]
“Yâ Rasûlallah! Oğlum Harise Cennette ise,[255] hayra uğradı ise[256] sabreder,[257] Allah’ın nzasını dilerim.[258]
Eğer onun hakkında bundan başkası olursa, olanca gücümle[259] Allah’a yalvarır, yakarır,[260] hüngür hüngür ağlar dururum!” dedi.[261]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Hârise’nin annesi! Şu muhakkak ki, Cennet içinde Cennetler vardır! Senin oğlun Firdevs-i âlâ’ya ermiştir!” buyurdu.
Firdevs; Cennetin en üstün, en yüce yeridir.[262]
Bunun üzerine, Hârise’nin annesi gülerek dönüp giderken, kendi kendine:
“Bak hele! Bak hele senin şu yüce nasibine ey Harise!” diyordu.[263]
Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia ve Velid b. Utbe b. Rebia’nın Meydana Çıkıp Çarpışmak İçin Er
Dilemeleri
Utbe b. Rebia çarpışmaya hazırlandığı zaman, Hakîm b. Hizam ona:
“Velid’in babası! Biraz bekle!
Yoksa, men ettiğin birşeyi ilk işleyen sen olursun!” dedi.[264]
Fakat, Utbe ve kardeşi Şeybe ve Utbe’nin oğlu Velid, Hz. Ali’nin dediği gibi, sadece Cahiliye gururu ve gayretiyle meydana çıktılar ve:
“Bizimle çarpışacak kim var?” dediler.[265]
Onlara karşı, Ensar gençlerinden üçü;
Avf,
Muawiz,[266]
Muaz[267] ya da Abdullah b. Revana meydana çıktı.[268]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Müslümanlarla müşrikler arasındaki bu ilk savaşta, Ensarın müşriklerle karşılaşmalarını istemiyordu.[269]
Kureyş müşrikleri, karşılarına çıkan Ensara:
“Siz, kimlersiniz?” diye sordular.
Ensar gençleri:
“Ensardanız!” dediler.
Müşrikler:
“Bizim sizinle bir işimiz yok!” dediler.
Onlardan birisi.[270] Utbe b. Rebia:
“Biz bunlarla çarpışmak istemiyoruz![271]
Ey Muhammedi Sen kavmimizden, dengimiz olanları karşımıza çıkar![272]
Biz, Abdulmuttalib oğullarından, amcalarımızın oğullarıyla çarpışacağız!” dedi .[273]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, saflarına dönmelerini Ensar gençlerine emir ve kendilerine dua ettikten sonra:
“Kalkınız ey Hâşim oğulları! Allah’ın nurunu, bâtıllanyla söndürmek için gelenlere karşı, hak yolunda çarpışınız-ki, zaten Allah peygamberinizi de bunun için göndermiş bulunuyor![274]
Kalk ey Ubeyde b. Haris!
Kalk ey Hamza!
Kalk ey Ali!” buyurdu.[275]
Ubeyde b. Haris, Hz. Hamza ve Hz. Ali hemen kalkıp müşriklerin karşılarına vardıkları zaman, müşrikler:
“Siz, kimlersiniz?[276] Konuşunuz ki, sizi tanıyalım.
Eğer dengimiz iseniz, sizinle çarpışalım!” dediler.[277]
Ubeyde b. Haris:
“Ben, Ubeydeyim!”
Hz. Hamza:
“Ben, Hamzayım!”
Hz. Ali:
“Ben, Ali’yim!” dedi.
Bunun üzerine, Utbe b. Rebia:
“Değerli birer denklersiniz!” dedi.[278]
Kavmin en yaşlısı olan Ubeyde b. Haris, Utbe b. Rebia ile,
Hz. Hamza, Şeybe b. Rebia ile,
Hz. Ali de, Velid b. Utbe ile karşılaştı ve çarpıştı.
Hz. Hamza, Şeybe b. Rebiayı,
Hz. Ali de, Velid b. Utbe’yi öldürmekte gecikmedi.
Ubeyde b. Haris ile Utbe b. Rebia ise, karşılaştılar ve çarpıştılar.
İkisi de, ayakta duramayacak derecede birbirlerini yaraladılar.
Hz. Hamza ve Hz. Ali, kılıçlarıyla Utbe’nin üzerine yürüyüp, kendisinin ölümünü hızlandırdılar.
Ubeyde b. Hâris’i yüklenip, İslâm karargâhına getirdiler.[279]
Ubeyde’nin kesilen ayağının bileğinden kan ve ilikleri akmakta idi.[280]
Ubeyde b. Haris, o halinde yanağını Peygamberimiz Aleyhisselamın ayağının üzerine koyarak:[281]
“Yâ Rasûlalları! Ben şehit değil miyim?” diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet! Şehitsin!” buyurdu.
Ubeyde b. Haris:
“Vallahi, Ebu Talib sağ olsaydı, söylediği söze kendisinden ziyade benim lâyık olduğumu anlardı!” dedi ve Ebu Talib’in:
“Biz onun çevresinde, bize çoluklarımızı, çocuklarımızı unutturacak derecede çarpışıp yerlere ser-ilmedikçe, onu size teslim edeceğimizi mi sanıyorsunuz?” mealli beytini okudu.[282]
Ne mutlu o kişiye ki
Hayatının sonucunda
Bulur Şanlı Peygamberi
Kendisinin başucunda.
Ubeyde b. Haris, Bedirden dönülürken,[283] Safra’da vefat etti ve oraya gömüldü.[284]
Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam, Nâziye’de konakladığı ve ashabın:
“Biz, bir misk kokusu duyuyoruz!?” diyerek hayret ettikleri zaman:
“Duymanıza ne engel var? İşte, Ebu Muaviye’nin [Ubeyde b. Hâris’in] kabri oradadır!” buyurmuştur.[285]
Ebu Cehil’in Müşrikleri Müslümanlarla Çarpışmaya Kışkırtışı
Ebu Cehil; müşrikleri Müslümanlarla çarpışmaya kışkırtıyor ve:
“Sürâka b. Cu’şum’un ayrılıp yardımını kesmesi sizi aldatmasın!
O, ancak Muhammed’e ve ashabına vermiş olduğu sözün üzerinde durmuştur.
Kudeyd’e dönünce, onun kavmine ne yapacağımızı biliyoruz!
Utbe b. Rebia’nın, Şeybe b. Rebia’nın ve Velid b. Utbe’nin öldürülmeleri de, sizi korkutmasın!
Onlar çarpışacakları sırada acele ettiler, böbürlendiler.
Allah’a yemin ederim ki; bugün, Muhammed ve ashabını tutup urganlara bağlamadıkça dönmeyeceğiz!
Sizden her biriniz, onlardan birisini öldürebilirsiniz!
Fakat, onları öldürmeyiniz, yakalayınız!
Dinlerinden ayrılmak için yaptıkları şeylerin, atalarının yapageldikleri ibadetlerinden, Lât ve Uzzâ’dan yüz çevirmelerinin ne demek olduğunu onlara öğreteceğiz!” diyordu.[286]
Hz. Ebu Bekir’in Müşrikler Tarafından Çarpışmaya Çıkan Oğluna Kızıp Çarpışmaya Çıkmaktan
Alıkonuluşu
Hz. Ebu Bekir’in oğlu Abdurrahman, Kureyş müşriki eriyle birlikte Bedir’e gelmişti.[287] Kendisi, müşriklerin en cesaretlilerinden ve keskin ok atıcı lan ndandı.[288]
Abdurrahman, meydana çıkıp kendisiyle çarpışacak er dileyince, Hz. Ebu Bekir hemen ayağa kalktı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Biz, senden yararlanıyoruz!” buyurarak, onun oğlu ile çarpışmasına müsaade etmedi.[289]
Hz. Ebu Bekir, oğlu Abdurrahman’a seslenerek:
“Ey habîs! Bana olan nisbetin nerede kaldı?!” dedi.
Abdurrahman:
“Aramızda; silahtan, uzun endamlı, hızlı koşan attan ve yolunu sapıtmış ak saçlı ihtiyarları öldüren keskin kılıçtan başka birşey kalmadı!” dedi.[290]
Müşriklerin Üzerine Kum Saçılıp Mücahidlerin Hücuma Kaldırılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam; eline bir avuç kum alıp[291] Kureyş müşriklerine yöneldi ve:
“Kara olsun yüzleri!”[292]
Allah’ım! Onların kalblerine korku doldur! Ayaklarını, titret (tutmaz et!)”[293] diyerek elindeki kumu müşriklere doğru saçtı.[294]
Saçılan kumdan, yüzlerine, gözlerine dolmayan kimse kalmadı![295] Bundan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hep birden müşriklere hamle ediniz!” buyurup, İslâm mücahidlerini hücuma kaldırdı.[296]
Müşrikler, bozulmaya başladılar.
Yüce Allah; Kureyş müşriklerinin ulularından ve eşrafından öldürteceklerini öldürttü, esir ettireceklerini de esir ettirdi.[297]
Bu hususta Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
“Hani, Rabbin, meleklere:
‘Şüphesiz ki, Ben sizinle beraberim!
Haydi, iman edenlere sebat ilham ediniz!1 diye vahyediyordu.
‘Ben kâfirlerin yüreklerine korku salacağım.
Hemen vurunuz boyunlarının üzerine! Vurunuz onların her bir parmağına!1 buyuruyordu.
Bunun sebebi, şudur: Çünkü, onlar Allah’a ve Allah’ın Resûlüne karşı koydular.
Kim Allah’a ve Allah’ın Resûlüne karşı koyarsa, Allah’ın cezası, cidden çok çetindir.”[298]
“Onları siz öldürmediniz! Fakat, Allah öldürdü onlan!
Attığın zaman da, sen atmadın, ancak Allah attı ve bunu, mü’minleri Kendi tarafından güzel bir nimet imtihanı ile denemek için yaptı.
Şüphesiz, Allah herşeyi işiten ve bilendir.”[299]
Tarafların Çarpışmaya İsteklenmeleri
Müslümanlarla müşrikler karşılaştıkları zaman, Allah tarafından, mü’minler müşrikleri az, müşrikler de mü’minleri az ve zayıf görmüşler ve iki taraf da çarpışmaya ısınmış ve isteklenmişlerdi.
Bu husus, Kur’ârvı Kerîm’de şöyle açıklanır:
“Hani, karşılaştığınız zaman, Allah onları (müşrikleri) gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu.
Çünkü, Allah, işlenmesi gereken işi yerine getirecekti.
Bütün işler Allah’a döndürülür.”[300]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Cesaret ve Metaneti
Hz. Ali der ki:
“Bedir günü, savaş şiddetlendiği zaman, Resûlullah Aleyhisselama sığınmıştık. O gün, insanların en cesaretlisi ve en kahramanı o idi. Müşriklerin saflarına ondan daha yakın olan kimse yoktu!”[301]
“Bedir günü, biraz çarpıştıktan sonra;
‘Ne yapıyor bir bakayım?1 diye acele Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldim.
Peygamberimiz Aleyhisselam, secdeye kapanmış, durmadan:
‘Yâ H ayy yâ Kayyûm! Yâ Hayy yâ Kayyûm!’ diyordu.
Çarpışmak için, savaş meydanına döndüm.
Resûlullahın yanına tekrar dönüp geldiğim zaman, o yine secdeye kapanmış, Yâ Hayy yâ Kayyûm!’ diyordu. Sonra, tekrar çarpışmaya gittim. Tekrar dönüp geldiğim zaman, kendisi yine secdede bunu söylüyordu.
Yüce Allah, ona fetih ve zaferi ihsan etti.”[302]
Ashabın Bedir’de Gösterdikleri Kahramanlıklardan Örnekler ve Ebu Cehil’in Öldürülüşü
Ümeyye b. Halef esir edildiği zaman, Abdurrahman b. Avf’a:
“Sizden, kendisine deve kuşu kanadıyla alâmetlenmiş olan o adam kimdir?” diye sormuştu.
Abdurrahman b. Avf:
“O, Hamza b. Abdulmuttalib’dir!” deyince, Ümeyye b. Halef:
“İşte, bize yapılanları, o yaptı!” dedi.[303]
Ebu Cehil’in mensup bulunduğu Manzum oğulları, birçok kimsenin öldürüldüğünü görünce:
“Ebu’l-Hakem b. Hişam’ın yanına yaklaşılamaz! Rebia’nın oğulları acele ettiler ve ölüp gittiler! Onlan, kabileleri koruyamadılar!” dediler ve Ebu Cehil’in etrafında deve sürüsü veya orman gibi oldular, onu ortalarına aldılar.
İçlerinden birisini Ebu Cehil’e benzetmeyi ve onun gibi giydirmeyi kararlaştırdılar. EbuKays b. Fâke b. Mugîreyi Ebu Cehil’e benzeterek giydirdiler.
Hz. Hamza, onun üzerine yürüdü ve:
“Al bunu da, Abdulmuttalib’in oğlundan, benden!” diyerek, Ebu Cehil’in gözleri önünde vurup öldürdü!
Hz. Ali de, Ebu Cehil gibi giydirilen Abdullah b. Münzir’in üzerine:
“Al bunu da, Abdulmuttalib’in oğullarından, benden!” diyerek, Ebu Cehil’in gözleri önünde öldürdü. Mahzum oğulları, Harmele b. Amfi Ebu Cehil gibi giydirdiler. Hz. Ali ona doğru vardı. Onun da işini bitirdi.
Bunun üzerine, Ebu Cehil ve adamları, Halid b. A’lem’i Ebu Cehil gibi giydirmek istedilerse de, Halid yanaşmadı, kaçındı.[304]
Hz. Ali’nin anlattığına göre; o gün, gündüz ilerleyince, Müslümanlarla müşriklerin saflan birbirine karıştı.
Kum tepesinin üzerinde müşriklerin birisiyle Sa’d b. Hayseme çarpışıyordu. Müşrik, nihayet Sa’d b. Hayseme’yi şehit etti.
Müşrik başına miğfer geçirmişti ve atlı idi.
Hemen attan indi.
Hz. Ali’yi tanıdı.
Hz. Ali ise onu tanıyamadı.
Müşrik:
“Ebu Talib’in oğlu! Çarpışmak için, gel!” dedi.
Hz. Ali onunla çarpışmaya niyetlenince, müşrik yüksekten aşağı inip Hz. Aliye doğru geldi.
Hz. Ali, orta boylu olduğu için, o da müşrikin yaptığı gibi yapmak istedi.
Müşrik:
“Ey Ebu Talib’in oğlu! Kaçıyor musun?” dedi.
Hz. Ali:
“Hayır! Senin yakınında yer alacağım!” dedi ve ayağını pekiştirdikten sonra, döndü.
Müşrik, yaklaşıp Hz. Ali’ye kılıçla vurdu.
Hz. Ali kalkanına siperlendi.
Müşrikin kılıcı kalkana saplanıp kaldı.
Vurma sırası Hz. Ali’ye gelince, onu omuzundan göğsüne doğru kılıçla çaldı. Zırhını enlemesine biçti!
Müşrik, titredi ve sarsıldı.
Hz. Ali, kılıcının onu öldürdüğünü sandı.
O sırada, arkasından bir kılıcın parladığını ve şakıdığını görünce, Hz. Ali başını eğdi.
Kılıcı parlatan:
“Al bunu da, ben Abdulmuttalib’in oğlundan!” derken, müşrikin kellesi miğferiyle birlikte yere yuvarlandı!
Hz. Ali, dönüp arkasına baktığı zaman, Hz. Hamzayı gördü.[305]
Nevfel b. Huveylid, Müslümanlarla karşılaştığı zaman:
“Ey Kureyş cemaatı! Bugün, ululuk, yücelik günüdür!” diyerek haykırmaya başlayınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Allah’ım! Nevfel b. Huveylid’e karşı bana yardımcı ol, onun hakkından gel!” diyerek dua etmişti.
Nevfel b. Huveylid, Kureyş cemaatının dağılmaya başladığını görünce de; Ensar mücahidlerine seslendi:
“Kanlarımızı dökmekten, size ne fayda var? Sizin süte ihtiyacınız yok mu?” dedi.
Cebbar b. Sahr onu esir etti. Önüne düşürüp götürürken, Nevfel, Hz. Ali’nin kendisine doğru seğirterek geldiğini gördü ve:
“Ey Ensârî kardeş! Şu gelen, kimdir? Lât ve Uzzâ’ya and ederim ki; gördüğüm o adam beni öldürmek istiyor!” dedi.
Cebbar b. Sahr:
“O, Ali b. Ebi Talib’dir!” dedi.
Hz. Ali, yetişip onu kılıçla çaldı. Kılıç onun kalkanına battı.
Kılıcını kalkandan kurtardıktan sonra, vurup bacaklarını zırhıyla birlikte kesti. Sonra da, başını gövdesinden ayırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Nevfel b. Huveylid hakkında kimde bilgi var?” diye sorunca, Hz. Ali “Ben onu öldürdüm!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Allâhu ekber!” diyerek tekbir getirdi ve:
“Allah, onun hakkındaki duamı kabul buyurdu” dedi.[306]
Hz. Ömer der ki:
“Bedir günü, Âs b. Saîd b.Âs’ı, arslan gibi topraklan yırtıp saçarken gördüm.[307] Öküzün boynuzu ile kaşındığı, kazındığı gibi kaşınıyor, kazınıyordu. Ben ondan uzak durdum. Amcasının oğlu[308] Ali b. Ebi Talib, üzerine yürüyüp[309] onu öldürdü!”[310]
Hz. Ali, Bedir’de müşriklerin başlarını vurup vurup düşürüyordu.[311]
Ebu Cehil; uzun kuyruklu bir at üzerinde bulunuyor,[312] müşriklerin ordusu içinde, recezler söyleyerek, kendisinden hiçbir savaşta öç alınamayacağını iddia edip, “Beni anam bu gibi işler için doğurdu!” diyerek övünüp duruyordu.[313]
Abdurrahman b. Avf der ki:
“Bedir günü, sağıma soluma baktım, gördüm ki; Ensar gençlerinden, çok genç ikisinin arasındayım.
Ben ise, onlardan daha güçlü olanlar arasında bulunmak isterdim.
Onlardan biri bana:
‘Ey amca! Sen Ebu Cehil’i tanır mısın?’ diye sordu.
Ben de:
‘Evet! Tanınm! Senin ona ne hacetin var ey kardeşimin oğlu?’ dedim.
Genç:
‘Haber aldım ki; o, Resûlullah Aleyhisselama sövermiş!?
Varlığım Kudret Elinde olan Allah’a yemin ederim ki; ben onu bir görecek olursam, ikimizden, eceli gelen ölmedikçe, şahsım onun şahsından ayrılmayacaktır!’ dedi.
Gencin bu sözüne şaştım.
Öbür genç de, berikinin söylediği gibi söyledi.
Çok geçmeden, Ebu Cehil’i halkın arasında dönüp dururken gördüm ve:
‘Görüyor musunuz? İşte, sorduğunuz adam!’ dedim.
Gençler hemen kılıçlarını sıyırdılar. Ebu Cehil’e doğru seğirtip gittiler ve onu kılıçtan geçirdiler.
Bu gençler, Muaz b. Afra’ ile Muaz b. Amr b. Cemuh idi.”[314]
Ebu Cehil ile ilk karşılaşan, Muaz b. Amr b. Cemuh oldu.[315]
Muaz b. Amr b. Cemuh der ki:
“Ben kavimden işitmiştim.[316] Onlar:
‘Ebu’l-Hakem [Ebu Cehil] orman içindedir! Hiç kimse ona erişemez! Ona yol bulamaz!’ diyorlardı.[317]
O, orman içinde korunmaya alınmış gibi idi.[318]
Kureyş müşriklerinin onun hakkında söylediklerini işittiğim zaman,[319] onu kendime hedef yaptım, ona doğru
vardım. Fırsat bulunca, ona saldırdım.
Kılıcımla bir darbe indirip, ayağını baldırının yarısından uçundum!
Vallahi, düştüğü zaman, onu, yem için hurma çekirdeği ufaltan değirmenin altına giden hurma çekirdeklerinin o değirmende döğülürken sıçramasına benzettim.
Onun oğlu İkrime de, bana, omuzumun üzerinden kılıçla vurup kolumu kesti.
Elim, yanımdan, derime asılı kaldı!
Bunun üzerine, çarpışmak bana zor ve çetin geldi.
Gün boyunca, elim arkamda sürünür olduğu halde, savaşmaya devam ettim.
Beni rahatsız edince de, üzerine ayağımla bastım, onu koparıp attım![320]
Sonra, her yere sığınmaya çalıştığı sırada İkrimeye rastladım.
Eğer kolum yanımda (yerinde) olsaydı, o gün, muhakkak onu öldürmeyi arzu ederdim!”[321]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Acaba Ebu Cehil ne yapıyor? Kim gidip bir bakar?” buyurdu.[322]
Ebu Cehil’in ölüler arasında araştırılmasını emretti.[323]
Bunun üzerine, Abdullah b. Mes’ud onu aramaya gitti ve buldu.
“Â! Ebu Cehil! Sensin hâ!” dedi ve onun sakalından tuttu.[324]
Abdullah b. Mes’ud der ki:
“Ben onu son dakikalarını yaşadığı sırada buldum ve tanıdım, boynuna ayağımla bastım ve:
‘Ey Allah düşmanı! Allah seni zelil ve hakîr kıldı, değil mi?1 dedim. O, ‘Allah beni ne ile zelil ve hakîr kıldı? Kavminin öldürdüğü adamdan, benden daha üstün kim var? Ey koyun çobancığı! Sen çetin ve erişilmesi çok güç olan bir yere çıkmışsın! Sen onu bırak da, bana haber ver ki, bugün devran kimindir?’ dedi.
‘Allah’ın ve Resûlullahındır!’ dedim.[325]
Kendisine ‘Seni öldüreceğim!’ dediğim zaman, bana:
‘Efendisini öldüren ilk köle sen değilsin!
Benim için en ağır gelen şey, beni senin,[326] çiftçilerin [Medinelilerin] öldürüp[327] Mutayyibîn’den veya Ah lâftan bir adamın[328] öldürmüş olmamasıdır!’ dedi.[329]
Ebu Cehil’in yanında iyi bir kılıç vardı.
Benim yanımdaki kılıç ise, eski ve işe yaramaz bir kılıçtı.
Kendi kılıcımla onun başını kesemeyince, elime Ebu Cehil’in kılıcını aldım. Kendisini kendi kılıcıyla öldürdükten sonra, Resûlullah Aleyhisselamın yanına vardım:
‘Ebu Cehil’i öldürdüm!’ dedim.
‘Kendisinden başka ilah olmayan Allah aşkına, doğru mu?’ diyerek bana üç kere yemin ettirdi.[330] Secdeye kapandı.[331] Allah’a hamd ü sena etti.[332] ‘Allâhu ekber!’ diyerek tekbir getirdikten sonra:
‘Hamdolsun O Allah’a ki, va’dini doğruladı, kuluna yardım etti. Toplanan toplulukları, tek başına, hezimete, bozguna uğrattı’ dedi.[333]
Ebu Cehil için de:
‘Bu, bu ümmetin Firavunu idi’ buyurdu.”[334]
Abdulkays kabilesinden Ma’bed b. Vehb de, Bedir savaşında, iki elinde iki kılıç kullanarak çarpışmıştır.[335]
Peygamberimiz Aleyhisselam, gerek Ma’bed’i ve gerek Abdulkays kabilesinin öteki yiğitlerini: “Onlar, Allah’ın yeryüzündeki arslanlarıdır!” diyerek tebrik ve takdir buyurmuştur.[336]
Abdullah b. Mes’ud:
“Bedir günü, çarpışırken, Sa’d b. Ebi Vakkas’ı gördüm.
Piyadeler arasında atlı gibi çarpışmakta idi!” demiştir.[337]
Zübeyr b. Avvam derki:
“Bedir günü, ben, Ubeyde b. Saîd b. Âs’la karşılaştım.
O, baştan ayağa kadar zırha bürünmüş, gözlerinden başka bir yeri görünmez halde, at üzerinde bulunuyordu.
Büyük karınlı olduğu için, kendisine ‘Ebu Zâtülkiriş’ denilirdi.
‘Ben, Ebu Zâtülkiriş’im! Ben, Ebu Zâtülkiriş’im!’ diyerek, herkese meydan okuyordu.
Elimdekimi mızrağımı, hemen onun gözüne sapladım, yıkılıp öldü! Ayağımı yanağına bastım, mızrağımı olanca gücümle çekip çıkardım. Fakat, mızrağımın iki tarafı eğilmişti.”[338]
Ükkâşe b. Mıhsan’ın, Bedir savaşı gününde, elindeki kılıcı kırılmıştı. Peygamberimiz Aleyhisselam ona ağaç dallarından bir dal verip:
“Ey Ükkâşe! Çarpış bununla!” buyurdu.
Ükkâşe o dalı alıp salladığı zaman, dal, elinde uzun boylu, dayanıklı, parlak bir kılıç oluverdi! Ükkâşe; Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte bulunduğu bütün savaşlarda bu kılıcı kullandı. Avn diye anılan bu kılıç, hayatı boyunca, kendisinin yanında kaldı.[339]
Müşriklerden Âsim b. Ebi Avf:
“Ey Kureyş cemaatı! Akrabalık haklarını gözetmeyen, topluluğunuzu dağıtan, bilinmeyen şeyi size getiren Muhammed’le çarpışınız! O kurtulursa, ben kurtulmayayım!” diyerek haykırırken, Ebu Dücâne Simâkb. Hareşe ile karşılaştılar ve çarpıştılar.
Ebu Dücâne onu bir vuruşta öldürdü.
Üzerindeki silahını, ötesini berisini almaya durunca, Hz. Ömer üzerlerine geldi:
“Bırak şimdi onun ötesini berisini! Biz daha düşmanla uğraşıp duruyoruz…” dedi.
O sırada, müşriklerden Ma’bed b. Vehb[340] gelerek Ebû Dücâne’ye arkasından kılıçla bir darbe indirdi.
Ebu Dücâne, deve çöker gibi, yere çöktü!
Hemen kalkıp, ona kılıç vurmaya başladı. Fakat onu öldüremedi.
Ma’bed, önünde göremediği bir çukura düşünce, Ebu Dücâne onun üzerine çöktü ve başını kesti.[341]
Ümeyye b. Halef’in Esir Edilişi ve Öldürülüşü
Abdurrahman b. Avf der ki:
“Ümeyye b. Halef,[342] Mekke’de,[343] Cahiliye devrinde[344] dostumdu.
İsmim de, Abdi Amr idi.[345]
İslâmiyet geldiği,[346] Müslüman olduğum zaman, Abdurrahman olarak isimlendim.[347]
Bizim Mekke’de bulunduğumuz sırada, o bana rastlarve:
‘Ey Abdi Amr! Babanın seni isimlendirdiği bir isimden yüz mü çevirdin?!’ der, ben de kendisine:
‘Evet![348] Allah beni İslâmiyete erdirdi. Abdurrahman olarak isimlendim[349] derdim.
O da:
‘Ben Rahman’ı tanımıyorum![350] Yemâme’deki Müseylime de Rahman adıyla adlanmışür. Ben seni bu adla çağırmam.[351]
Sen aramızda bundan başka bir isim kullan ki, ben seni onunla çağırayım.
Seni ilk isminle çağırdığım zaman, bana cevap vermiyorsun. Ben de seni bilmediğim birşeyle çağıramam!1 derdi.
Gerçekten de, beni ‘Ey Abdi Amr!’ diye çağırdığı zaman, ona cevap vermezdim.
Kendisine:
‘Ey Ali’nin babası! Dilediğini yap!’ dedim.
Bunun üzerine, o bana:
‘Sen, Abdulilâh’sın!’ dedi.
Ona:
‘Evet!’ dedim.
Rastladıkça, bana ‘Ey Abdulilâh!’ dediği zaman ona cevap verir ve kendisiyle konuşurdum.
Bedir gününde, ona rastladım:
Oğlu Ali b. Ümeyye’nin elinden tutmuş, duruyordu.
Ben de, savaşta ele geçirdiğim birtakım zırhları yanımda taşıyordum.
Ümeyye b. Halef, beni görünce:[352]
‘Ey Abdi Amr!’ diye seslendi.
Kendisine cevap vermedim.
Bunun üzerine, bana:
‘Ey Abdulilâh!1 diye seslendi.
‘Evet!’ dedim.[353]
Ümeyye b. Halef, bana:
‘Senin bende alacak birşeyin yok mudur?
Ben senin yanındaki zırhlardan daha hayırlı değil miyim?!1 dedi.
Ona:
‘Evet! Öyledir!’ dedim.
Ellerimden zırhları atıp onun ve oğlunun ellerinden tuttum.
Ümeyye b. Halef:
‘Doğrusu, ben bugünkü gibisini şimdiye kadar hiç görmemişimdir![354] Sizin süte ihtiyacınız yok mudur?1 dedi.[355]
Ümeyye b. Halef, bu sözüyle, ‘Beni kim esir ederse, ona fidye (kurtulmalık akçesi) olarak bol sütlü deve veririm’ demek istemişti.[356]
Ben; Ümeyye b. Halef ile onun oğlu arasında, onların ellerinden tutmuş olduğum halde giderken, Ümeyye b. Halef, bana:
‘Ey Abdulilâh! Sizden[357] göğsünde deve kuşu kanadıyla alâmetlenmiş olan o adam kimdir?1 diye sordu.
Ona:
‘O, Hamza b. Abdulmuttalib’dir!1 dedim.
İşte, bizim başımıza bütün bu işleri getirmiş olan odur!1 dedi.[358]
Vallahi, ben onlan önlerine düşüp götürüyordum ki, Bilal onu benimle birlikte gördü.
Ümeyye b. Halef Mekke’de ona İslâm’ı bırakması için işkence yapar, onu Mekke’nin güneşten kızmış kumluğuna yatırarak büyük bir kaya parçası getirip onun göğsünün üzerine konulmasını emreder, sonra da:
‘Ya işte böylece devam edersin, ya da Muhammed’in dininden ayrılırsın!’ derdi.
Bilal ise, bu işkencelere karşı:
‘Allah birdir! Allah birdir! [Ehad! Ehad!]1 demekten geri durmazdı.
Bilal, onu görür görmez:
‘Küfrün başı Ümeyye b. Halef ha!
O kurtulursa, ben kurtulmam!1 dedi.
Ona:
‘Ey Bilal! O şimdi benim esirimdir!1 dedim.
Bilal:
‘O kurtulursa, ben kurtulmam!’ dedi.
Bilal’e:
‘Beni dinlemiyor musun, ey karanın oğlu!1 dedimse de, o:
‘Eğer o kurtulursa, ben kurtulmam!1 dedi ve sesinin çıkabildiği kadar:
‘Ey Allah’ın Ensarı! İşte, küfrün başı Ümeyye b. Halef!
O kurtulursa, ben kurtulmam!1 diyerek bağırmaya başladı.
Birden, bizi kuşattılar, bilezik gibi halka içine aldılar.
Ben ise, onu korumaya ve savunmaya çalışıyordum.
İçlerinden bir adam, kılıcını sıyırdı.
Ümeyye’nin oğlunu, ayağından vurup yere düşürdü.
Ümeyye ise, şimdiye kadar bir benzerini daha işitmediğim bir çığlık kopardı.
Ona:
‘Artık sen kendini kurtar! Senin için kurtuluş yoktur! Vallahi, ben senden hiçbir şeyi gideremem!1 dedim.
Ümeyye b. Halef ile oğlunu kılıçtan geçirdiler, işlerini bitirdiler.
Allah Bilal’e rahmet etsin ki, onun yüzünden hem zırhlarım elimden gitti, hem esirleri m !”[359]
Abdurrahman b. Avf’in Ümeyye b. Halefe göstermek istediği vefakârlık, aralarındaki yazılı bir sözleşmeden ileri geliyordu.
Bu sözleşmeye göre:
Abdurrahman b. Avf’m Mekke’deki mallarını ve akrabalarını korumayı Ümeyye b. Halef,
Ümeyye b. Halefin Medine’deki mallarını ve akrabalarını korumayı da Abdurrahman b. Avf üzerine almış bulunuyordu.[360]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kureyş Müşriklerinin Bozulup Kaçacakları Hakkındaki Âyeti
Okuyarak Çadırından Çıkışı
Peygamberimiz Aleyhisselam, zırh gömleğini üzerine giyinmiş olduğu halde çadırından dışarı çıkarken, Kamer sûresinin:
“Yakında o cemaat bozguna uğrayacak, onlar arkalarını dönüp kaçacaklar!” mealli 45. âyetini okumuştu. [361]
Bu âyet Mekke’de nazil olmuştur.[362]
Hz. Ömer der ki:
“Bu âyet nazil olduğu zaman, kendi kendime:
‘Acaba hangi cemaat bozguna uğratılacak? Kime galebe çalınacak ola?!1 demiştim.
Bedir günü gelip de Resûlullah Aleyhisselamın zırhını giyinmiş olduğu halde bu âyeti okuduğunu görünce, anladım ki, Yüce Allah meğer Kureyş müşriklerini bozguna uğratacakmış!’ dedim.[363]
Bu âyetin tefsirini o gün öğrendim!”[364]
Müşriklerin Öldürülmeyip Esir Edilmelerinden Sa’d b. Muaz’ın Hoşnutsuzluk Göstermesi
Müşrikler bozguna uğradığı zaman, Müslümanlardan bir kısmı müşrikleri takip ve esir ediyor, bir kısmı da ganimet mallarını topluyordu.[365]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa’d b. Muaz’ın yüzünde, halkın yaptıkları şeyden (müşrikleri öldürmeyip esir etmelerinden) hoşnutsuzluk gösterdiğini gördü.
Ona:
“Vallahi, ey Sa’d! Halkın yaptığı şeyden hoşlanmıyor gibisin?” buyurdu.
Sa’d b. Muaz:
“Evet! Vallahi yâ Rasûlallah! Bu, Allah’ın Kureyş müşriklerinin başına getirdiği ilk musibetti. Bence onları öldürmek sağ bırakmaktan daha makbuldür!” dedi.[366]
Bedir Savaşında Öldürülen ve Esir Edilen Müşriklerin Sayısı
Bedir savaşında Kuneyş müşriklerinden 70 kişi öldürüldü ve bir o kadar da esir edildi.[367] Ebu Cehil, öldürülen müşriklerin altmışdokuzuncusu idi.[368]
Müşrik Ölülerinden Yirmidördünün Bedir’deki Pis Bir Kuyuya Atılışı
Peygamberimiz Aleyhisselam; Kureyş müşriklerinin ulularından yirmidört kişinin cesetlerinin birara-da kaldırılmasını emir buyurdu da, onlar Bedir kuyularından pis bir kuyuya atıldılar. Böylece, pis kuyu yeni pislikleri de içine almış oldu.[369]
Babasının Cesedi Kuyuya Atılırken Ebu Huzeyfe’nin Üzüntü Duyuşu ve Üzülmesinin Sebebi
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu Huzeyfe’nin babası Utbe’nin cesedi sürünüp kuyuya atılırken, Ebu Huzeyfe’nin üzüldüğünü ve yüzünün renginin değiştiğini görünce:
“Ey Ebu Huzeyfe! Galiba, babanın durumundan dolayı kalbine birşeyler girdi?” buyurdu.
Ebu Huzeyfe:
“Hayır! Vallahi, yâ Rasûlallah! Bana ne babamdan, ne de onun vurulup düşeceği yerden dolayı bir şüphe gelmiştir.
Fakat, ben babamda bulunduğunu bildiğim isabetli görüşlülük, usluluk ve faziletin kendisini er geç İslâmiyete kılavuz I a maya yeteceğini sanmakta ve ummakta idim.
Onun uğradığı musibeti görünce, küfür üzerine ölüp gittiğini düşündüm, bu bana üzüntü verdi” dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam Ebu Huzeyfe için hayırla dua etti ve hayır diledi.[370]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Bedir Kuyusuna Cesetleri Atılan Müşriklere Hitabı
Düşman bir kavme galip olduğu zaman, oranın açık bir sahasında üç gün kalmak Peygamberimiz Aleyhisselamın âdeti idi.
Bedir savaşının üçüncü günü olunca da, Peygamberimiz Aleyhisselam devesinin getirilmesini emir buyurdu. Yol ağırlığı deveye yüklenip bağlandı. Bundan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam, yaya olarak yürümeye başladı.
Ashabı da, kendisinin ardı sıra yürüdüler ve birbirlerine:
“Herhalde, Resûlullah Aleyhisselam bir iş için gidiyor, sanırız” dediler.
Nihayet, Peygamberimiz Aleyhisselam, müşriklerden öldürülenlerin atıldığı kuyunun bir tarafında durdu ve onlara:
“Ey filanın oğlu filan! Ey filanın oğlu filan![371]
EyUtbe b. Rebia!
Ey Şeybe b. Rebia!
Ey Ümeyye b. Halef!
Ey Ebu Cehil b. Hişam!…’ diye isimlerini birer birer sayarak seslendi[372] ve:
“Siz Allah’a ve Resûlullaha itaat etmiş olsaydınız, itaatiniz sizi sevindirir mi idi? (Elbette sevindirirdi.) [373]
Peygamberine en kötü davranan peygamber aşireti siz oldunuz:
Siz beni yalanladınız, başka insanlar ise beni doğruladılar!
Siz beni yurdumdan çıkardınız, başka insanlar ise beni barındırdılar!
Siz benimle çarpıştınız, başka insanlar ise bana yardım ettiler![374]
Allah’ın ve Resûlünün,[375] Rabbinizin[376] size va’d ettiği şeyi siz hak ve gerçek buldunuz mu?[377] Bulmuş bulunuyorsunuz, değil mi?[378] Ben, Rabbimin bana va’d ettiği şeyi hak ve gerçek buldum ![379]
Biz, Rabbimizin bize va’d ettiği şeyi hak ve gerçek bulduk!” buyurdu.[380]
Hz. Ömer[381] ve bazı sahabiler:[382]
“Ya Rasûlallah! Ölmüş,[383] ruhsuz cesetlere,[384] ölmüş.[385] kokmuş bir hale gelmiş[386] bir topluluğa mı sesleniyorsun?![387] Onlarla mı konuşuyorsun?!”[388] dediler.
Hz. Ömer:
“Yâ Rasûlallah! Onlar senin sözlerini nasıl işitsinler, sana nasıl cevap versinler ki, hepsi leş olmuşlar?!” dedi.[389]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Nefsim,[390] Muhammed’in nefsi[391] Kudret Elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki;[392] benim söylediklerimi, siz onlardan daha iyi işitir değilsiniz![393] Fakat, onlar cevap vermeye kadir olamazlar![394]
Onlar, Rablerinin kendilerine va’d ettiği akıbetin hak ve gerçek olduğunu öğrenmiş bulunuyorlar!” buyurdu.[395]
Toplanan Ganimetler Hakkında Mücahidler Arasında Çıkan Anlaşmazlığın Giderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; mücahidlerin karargâhta topladıkları malların biraraya getirilmesini emretti.
Mücahidler, bunun üzerinde anlaşmazlığa düştüler.
O malları toplayanlar
“Onlar bizimdir!” dediler.
Düşmanla savaşanlar, onları kovalayanlar:
“Vallahi, biz olmasaydık, siz o ganimetleri elde edemezdiniz! Kureyş müşriklerini oyalayıp sizin onu toplamanıza imkân veren biziz!” dediler.
Müşriklerin arkadan gelmesinden korkarak Resûlullah Aleyhisselamı koruyanlar da:
“Vallahi, siz bizden daha fazla hak sahibi değilsiniz! Allah onları bize yendirdiği zaman, biz de düşman öldürmesini ve o malları koruyan kimse bulunmadığı zaman onu almasını biliyorduk. Fakat, biz düşmanın Resûlullah Aleyhisselama saldımnasından korktuk da, onun önünde durduk. O halde, siz o mallara bizden daha müstahak değilsiniz!” dediler.[396]
Ubâde b. Sâmit der ki:
“Bedir ashabı olarak ganimet üzerinde anlaşmazlığa düştüğümüz ve onda ahlâkımızın kötüleştiği sırada, Enfâl sûresi hakkımızda nazil oldu.
Böylece, Allah o ganimetleri ellerimizden çıkarttı ve onu Resûlünün eline verdi.
Resûlullah Aleyhisselam da, onu Müslümanlar arasında eşit olarak bölüştürdü.”[397]
Savaşta büyük yararlılık ve kahramanlık gösterenler, kendilerine, zayıf Müslümanlardan farklı bir hisse verileceğini sanıyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam ganimetlerin eşit olarak bölüştürülmesini emir buyurunca, Sa’d b. Ebi Vakkas:
“Yâ Rasûlallah! Zayıfların koruyucuları olan süvarilere de, zayıflar gibi mi hisse vereceksin?!” demişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Anan ağlasın[398] Sa’d’ın anasının oğlu![399] Sizler, yardıma ve rızka, zayıflarınız yüzünden nail olmuyor musunuz?!” buyurdu.[400]
Müslümanların bu hususta Allahtan korkmaları. Allah’a ve Resûlüne itaatleri, aralarını düzeltti.[401]
Cebrail Aleyhisselamın Peygamberimiz Aleyhisselamdan Müsaade Alıp Bedir’den Ayrılışı
Bedir’de savaş sona erince, Cebrail Aleyhisselaım, kısrak üzerinde, zırhlı, mızraklı olduğu halde Gubar seniyesinde görünüp:
“Ey Muhammedi Rabbin olan Yüce Allah beni sana gönderdi.
Sen razı oluncaya kadar senden ayrılmamamı da, bana emir buyurdu. Razı oldun mu?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet! Razı oldum!” buyurunca, Cebrail Aleyhisselam dönüp gitti.[402]
Bedir Şehitleri
Bedir savaşında, altısı Muhacirlerden, sekizi de Ensardan olmak üzere 14 şehit verildi.
Muhacirlerden olan şehitler
1- Ubeyde b. Haris,
2- Umeyr b. Ebi Vakkas,
3- Züşşimaleyn b. Abdi Amr,
4- Âkil b. Bükeyr,
5- Mihca’,
6- Safvan b. Beyzâ.
Ensardan olan şehitler
1- Sa’d b. Hayseme,
2- Mübeşşir b. Abdulmünzir,
3- Yezid b. Haris,
4- Umeyr b. Humam,
5- Râfib. Mualla,
6- Harise b. Sürâka,
7- Avf b. Haris,
8- Muavviz b. Hâris.[403]
Bedir’den Ayrılıp Üseyl Vadisinde Gecelenişi ve Zekvan’ın Gece Bekçiliği Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; ganimet mallarının toplanıp taşınmasına Abdullah b. Ka’b’ı memur edip,[404] kendisine Ashabdan birisinin de yardımcı olmasını emir buyurdu.[405]
İkindi namazını Bedir’de kıldıktan sonra hareket edip Üseyl’e varıldı ve orada kalındı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Geceleyin bizi koruyacak (bekleyecek) kim var?” diye sordu.
Herkes sustu.
Hemen, bir adam ayağa kalktı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Sen, kimsin?” diye sordu.
O:
“Zekvan b. Abdi Kays!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Otur!” buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bizi geceleyin koruyacak (bekleyecek) başka kim var?” diye tekrar sordu.
Bir adam ayağa kalktı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Sen, kimsin?” diye sordu.
O:
“İbn Kays!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona da:
“Otur!” buyurdu.
Bir müddet bekledikten sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam sorusunu tekrarladı.
Yine, bir adam ayağa kalktı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Sen, kimsin?” diye sordu.
Adam:
“Ebû Sebu1 (Ebû Süba1)!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona da:
“Otur!” buyurdu.
Bir müddet sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Üçünüz de kalkınız!” buyurdu.
Zekvan b. Abdi Kays yalnız başına ayağa kalkınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Öteki arkadaşların nerededir?” diye sordu.
Zekvan b. Abdi Kays:
“Yâ Rasûlalları! Bu gece senin bütün sorularını cevaplayan ben idim!” dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Allah da seni korusun!” diye dua buyurdu.
Zekvan b. Abdi Kays, böylece gece bekçiliği yaptı.[406]
Allah ondan razı olsun![407]
Seyer’de Durulup Ganimet Mallarının Mücahidlere Bölüştürülmesi
Peygamberimiz Aleyhisselam; ganimet malları ve esirlerle birlikte Medine’ye doğru ilerleyerek Safra boğazından çıkınca, boğazla Naziye arasındaki Seyerdiye anılan otlak yerde konakladı.
Allah’ın müşriklerden Müslümanlara kazandırdığı harp ganimet mallarını orada mücahidlere bölüştürdü.[408]
Harp ganimet mallan şunlardı:
1- 150 adet deve,
2- 10 at (Belâzurî’ye göre 30 at),
3- Çok miktarda kırmızı kadife,
4- Çok miktarda harp âlet ve edevatı,
5- Sahtiyan,
6- Ev eşyası,
7- Giysiler…
Peygamberimiz Aleyhisselam, ganimet malları arasından Ebu Cehil’in devesini, safiyy (başkumandan hakkı) olarak aldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu deve üzerinde, Hudeybiye umresine kadar, savaşa çıkardı.
Hudeybiye umresinde, ona, kurbanlık olmak üzere nişan vurmuştu. Müşrikler o zaman 100 deve verip onu almak istedilerse de, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Eğer kurbanlık diye ayırmamış, anmamış olsaydık, dileğinizi yerine getirirdim” buyurmuştur.
Ganimet malları 317 hisseye ayrıldı.
İzinli veya vazifeli bulunan 8 kişi ile Bedir’de şehit düşenler de hisseye katıldılar.
Mücahidlerden kimine bir deve ile birlikte ev eşyası,
Kimine iki deve,
Kimine sahtiyan vesaire düştü.[409]
Münebbih b. Haccac’ın kılıcı Zülfikâr da Peygamberimiz Aleyhisselama düştü.[410]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Bedir savaşına ya Sa’d b. Ubâde’nin hediye ettiği kılıçla, ya da kılıçsız olarak çıkmıştı.[411]
Nadr b. Hâris’in Boynunun Vuruluşu
Kureyş müşriklerinden esir edilmiş olanlar, Üseyl’de Peygamberimiz Aleyhisselama arzedilmislerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Nadr b. Hâris’i görünce, ona uzun uzun baktı.
Nadr, yanındaki adama:
“Muhammed vallahi beni öldürecek! O, bana, öldürecek gibi baktı!” dedi.
Yanındaki adam:
“Vallahi, korktuğun için, sana öyle geliyor!” dedi.
Nadr, Mus’ab b. Umeyr’e:
“Ey Mus’ab! Sen bana akrabalık yönünden bunlardan daha yakınsın.
Arkadaşlarım hakkında ne yaparsa, bana da öyle yapması için, sahibine söyle!
Vallahi, sen benim dediğimi yapmazsan, o beni öldürür!” dedi.
Mus’ab:
“Allah’ın Kitabında zikredildiği üzere, şöyle şöyle söyleyen; Peygamberine de şöyle şöyle söyleyen sen değil miydin?” dedi.
Nadr b. Haris, Mus’ab b. Umeyr’in söylediklerini duymazdan gelerek:
“Bana arkadaşlarım gibi muamele yapsın!
Onlar öldürülürse, ben de öldürüleyim.
Onlara eman verilirse, bana da eman verilsin!” dedi.
Mus’ab b. Umeyr, ona:
“Sen onun ashabına da çok işkence yapardın!” dedi.
Nadr b. Haris:
“İyi amma, vallahi, sen esir olsaydın, ben sağ oldukça seni hiçbir zaman Kureyş’e öldürtmezdim!” dedi.
Mus’ab b. Umeyr
“Senin bunu doğru söylediğine inanıyorum.
Fakat, ben senin gibi değilim.
İslâmiyet aramızdaki akrabalık bağlarını kesmiştir!” dedi.[412]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Safra’da[413] Nadrb. Hâris’in boynunun vurulmasını Hz. Ali’ye emir buyurunca,[414] Mikdad:
“O, benim esirimdir! Ben ondan kurtulmalık akçesi alarak yararlanacağım” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ali’ye:
“Vur onun boynunu!” buyurduktan sonra:
“Allah’ım! Mikdad’ı fazi u kereminle zengin yap!” diyerek, Mikdad hakkında dua buyurdu.[415]
Ukbe b. Ebi Muayt’ın Boynunun Vuruluşu
Ukbe b. Ebi Muayt; müşriklerin, Peygamberimiz Aleyhisselama Mekke’de secdede iken yapılmayacak işkenceleri yapan azılılarından olup,[416] Kabe’de secdede iken Peygamberimiz Aleyhisselamı boğmaya kalkışmış, Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ebu Bekir tarafından kurtarılmıştı .[417]
Peygamberimiz Aleyhisselam Mekke’den Medine’ye hicret ettiği zaman da, söylediği iki beyitte:[418]
“Hicret edip bizden uzaklaştın ey Kasvâ adındaki devenin binicisi!
Göreceksin pek yakında beni atlı olarak karşında!
Saplayıp duracağım mızrağımı, sulayacağım onu kanınızla!
Kılıç da, bırakmayacak sizin hiçbir örtülü yerinizi!” demişti.[419]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onun bu sözlerini işitince:
“Allah’ım! Onu boğazlanacak yerinin üzerine yüzükoyun düşür!” diyerek ilenmişti.
Ukbe b. Ebi Muayt, Kureyş ordusunun bozguna uğradığı sırada, atının başını yenip kaçamamış; Abdullah b. Selime de onu yakalayarak esir etmişti.[420]
Irkuz-zabya’da bulunulduğu sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam Ukbe b. Ebi Muayt’ın boynunun vurulmasını emir buyurunca,[421] Ukbe b. Ebi Muayt:
“Vâh, yazık bana ey Kureyş cemaat! Şunlar arasında, burada ne diye bir tek ben öldürülüyorum?!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Allah’a ve Resûlüne olan düşmanlığından dolayı!” buyurdu. [422]
Ukbe b. Ebi Muayt:
“Yâ Muhammedi Kavminden herkese yaptığını, bana da yap!
Onları öldürürsen, beni de öldür!
Onlara eman verirsen, bana da eman ver!
Onlardan kurtulmalık akçesi alırsan, benden de onlar gibi kurtulmalık akçesi al![423]
Yâ Muhammedi Sen beni öldürürsen, küçük çocuklara kim bakacak?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ateş![424] Git ey Âsim b. Sabit! Vur onun boynunu!” buyurdu.
Âsim b. Sabit, gidip onun boynunu vurdu.[425]
Ukbe b. Ebi Muayt’ın boynunun Hz. Ali tarafından vurulduğu da rivayet edilir.[426]
Ukbe b. Ebi Muayt öldürülünce, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Vallahi, Allah’ı, Resûlünü ve Kitabını inkâr eden, Peygamberini işkenceden işkenceye uğratan, senin kadar kötü bir adam bilmiyorum! Allah’a hamd ederim ki; O seni öldürdü! Senin ölümünden dolayı gözümü aydın etti” buyurdu.[427]
Ebu Hind’in Peygamberimiz Aleyhisselama Yemek Getirişi
Peygamberimiz Aleyhisselam’ın Irku’z-zabya’da bulunduğu sırada, Ferve b. Amr’ın azadlısı Ebu Hinci, içinde hays[428] yemeği dolu bir tulumla Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.[429]
Ebu Hinci, Peygamberimiz Aleyhisselamın hacamatçısı idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onun hakkında:
“Ebu Hind, Ensardandır. Ona kız veriniz! Ondan da kız alınız!” buyurmuş[430] ve Peygamberimiz Aleyhisselamın bu buyruğu yerine getirilmiştir.[431]
Abdullah b. Revâha ile Zeyd b. Hârise’nin Medine’ye Müjdeci Olarak Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; Üseyl’den,[432] Yüce Allah’ın Resûlullah Aleyhisselama ve Müslümanlara ihsan buyurduğu fetih ve zaferi müjdelemek üzere,[433] Abdullah b. Revâha’yı Medine’nin Âliye kesimindeki halka, Zeyd b. Hârise’yi de Medine’nin aşağı kesimindeki halka göndermişti.[434]
Onlar, Pazar günü kaba kuşluk vaktinde, Akîk mevkiine gelince, Abdullah b. Revana Medine’nin Âliye tarafına, yani Amr b. Avf oğulları, Hatma, Vâil oğullarının oturdukları semte ayrıldı. Hayvanının üzerinde:
“Ey Ensar cemaatı! Müjdelerim size ki; Resûlullah Aleyhisselam selâmettedir! Müşrikler öldürüldüler ve esir edildiler!
Rebia’nın oğulları, Haccac’ın oğulları, Ebu Cehil öldürüldü!
Zem’a b. Esved, Ümeyye b. Halef öldürüldü!
Süheyl b. Amr esir edildi!
Esirler içinde birçok dişli kişiler de var!” diyerek seslenmeye başladı.
Âsim b. Adiyy:
“Ey Revâha’nın oğlu! Söylediğin gerçek midir?” diye sordu.
Abdullah b. Revâha:
“Evet! Vallahi gerçektir! İnşaallah, yarın Resûlullah Aleyhisselam da elleri bağlanmış bulunan esirlerle birlikte gelir!” dedi.
Abdullah b. Revâha, Âliye’deki Ümeyye b. Zeyd oğullarına kadar, Ensar mahallelerini ev ev dolaşıp onlara zaferi müjdeledi.
Çocuklar, sevinçlerinden koşuyorlar ve:
“Ebu Cehil fâsık öldürüldü!” diyerek bağırıyorlardı.
Zeyd b. Harise de, Peygamberimiz Aleyhisselamın devesi Kasvâ’nın üzerinde Medine’ye girip musallada (namazgahta) durdu.
Etrafını saran halka:[435]
“Utbeb.Rebia,
Şeybe b. Rebia,
Ebu Cehil b. Hişam,
Zem’a b. Esved,
Ebu’l-Bahterî b. Âs b. Hişam,
Ümeyye b. Halef,
Haccac’ın oğulları Nübeyh ve Münebbih öldürüldüler” diyordu.[436]
Halk ise, Zeyd b. Hârise’nin söylediklerini pek doğru I ayamı yor; ‘Vallahi, bu ancak kaçarak gelmiştir!” diyorlardı .[437]
Münafıklar ise, Zeyd’in oğlu Üsâme’ye:
“Sahibiniz [Muhammed Aleyhisselam demek istiyorlar] ve onunla birlikte bulunanlar öldürülmüşlerdir!” demişlerdi.
Münafıklardan birisi de, Medine valisi Ebu Lübabe b. Abdulmünzir’e:
“Adamlarınız öyle dağıldılar ki, artık onlar bir daha biraraya toplanamazlar!
Ali ve arkadaşları da öldürüldüler!
Muhammed ve ashabı öldürüldüler!
Muhammed’in öldürüldüğünü, bu devesinden anlıyoruz!
Zeyd, korkusundan ne söylediğini bilmiyor!
Kendisi, geldi.
Muhammed de, sağ olsaydı, gelirdi!” dedi.
Ebu Uübabe, ona:
“Allah senin sözünü yalanlayacaktır!” dedi.
Yahudiler de:
“Muhammed sağ olsaydı, Zeyd gelmezdi” diyorlardı.
Üsâme b. Zeyd, babasının yanı tenhalaşınca,[438] ona:
“Babacığım! Söylediklerin gerçek midir?” diye sordu.
Zeyd:
“Evet! Vallahi gerçektir yavrucuğum!” dedi .[439]
Üsâme, münafıkın yanına dönüp:
“Sen Resûlullah ve Müslümanlar hakkında halkı sarsmak, ıztıraba düşürmek istiyorsun!
Resûlullah Aleyhisselam gelince, senin boynunu vurduracağım!” dedi.
Münafık:
“Ben onu konuşurlarken halktan işittim!” dedi.[440]
Zeyd b. Harise ile Abdullah b. Revâha, müşriklerden Bedir’de öldürülenleri Medine’de yüksek sesle birer birer ilan edince, Yahudi şairi Ka’b b. Eşref de:
“Bu, gerçek midir?
Bu iki adamın, Abdullah b. Revâha ile Zeyd b. Hârise’nin isimlerini andıkları kimseleri Muhammed’in öldürdüğünü mü sanıyorsunuz?!
Nasıl olur bu?
Onlar, Arapların kralları ve halkın ulularıdırlar!
Vallahi, eğer Muhammed o kavmi musibete uğrattı ise, sizin için, yerin altı üstünden hayırlıdır!” demiş; ve verilen haberin doğruluğunu anlayınca da kalkıp Mekke’ye gitmiş, Muttalib b. Ebi Vedâa’nın evine inmiş, Bedir’de öldürülüp kuyuya atılan müşrik uluları üzerine mersiyeler söyleyerek ağlayıp ağlatmış, Mekkelileri Peygamberimiz Aleyhisselam aleyhinde ayaklandırmaya çalışmıştır.[441]
Bedir Savaşında Bulunmayan Bazı Müslümanların Peygamberimiz Aleyhisselamı Karşılayıp Zafer
Tebrikinde Bulunmaları
Medine’de kalan Ensardan Useyd b. Hudayr, P eygatm berim iz Aleyhisselaımı karşılayarak:
“Yâ Rasûl ali ah! Allah’a hamd olsun ki, seni muzaffer ve gözünü aydın kıldı.
Vallahi, yâ Rasûlallah! Ben senin düşmanla çarpışacağını sanmıyor, kervan üzerine gideceğini sanıyordum.
Düşmanla çarpışacağını bilseydim, senden asla geri kalmazdım” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Doğru söyledin!” buyurarak onu doğruladı.[442]
Abdullah b. Üneys de, Peygamberimiz Aleyhisselamı Türban’da karşıladı.
“Yâ Rasûlallah! Selâmetle dönüşün ve zafere erişinden dolayı Allah’a hamd olsun!” diyerek tebrikte bulundu.[443]
Süheyl b. Amr’ın Kaçmaya Teşebbüs Edişi ve Yakalanışı
Kureyş müşriki erinden Süheyl b. Amr, Malik b. Duhşum tarafından esir edilmişti. Sukya ile Melel arasında bulunan Şenuke’de veya Revha’da[444] bulunulduğu sırada, Malik b. Duhşum’a:
“Beni def-i hacet için serbest bırak!” dedi.
Malik b. Duhşum onu serbest bırakıp başucuna dikilince, Süheyl b. Amr
“Ben utanıyorum. Yanımdan uzaklaş!” dedi.
Malik b. Duhşum uzaklaştığı zaman, Süheyl b. Amr yüzünün doğrusuna doğru çekip gitti.
Ellerindeki ipi de çözüp attı.
Süheyl b. Amr’ın dönüşü gecikince, Malik b. Duhşum halka seslendi.
Halk da, Peygamberimiz Aleyhisselam da, onu aramaya başladılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam onu ağaçların arasına gizlenmiş olduğu halde buldu.
Elleri boynuna bağlandı.
Ceza olarak Medine’ye kadar da yürütüldü, hayvana bindirilmedi.[445]
Şukran’ın Esirler Üzerine Çavuş Tayin Edilişi ve Esirleri Medine’ye Getirişi
Peygamberimiz Aleyhisselam; azadlı kölesi Şukran’ı, esirlerin üzerine çavuş tayin etmişti.
Mücahitlerden, kendilerine esir teslim edilenler de, Şukran’a bahşiş verdiler.[446]
Esirler Medine’ye gelince, Peygamberimiz Aleyhisselam onları ashabı arasında dağıttı ve:
“Esirlere iyi davranınız!” buyurdu.
Mus’ab b. Umeyrln kardeşi Ebu Aziz der ki:
“Beni Bediiden Medine’ye getirdikleri zaman, ben Ensardan bir aile içine düşmüştüm.
Onlar sabah akşam yemeklerini getirdikleri zaman, ekmeği özellikle bana verirler, kendileri hurma yerlerdi.
Çünkü, Resûlullah (Aleyhisselam) bizi onlara tavsiye etmişti.
Onlardan bir adamın eline bir ekmek kırığı düşmezdi ki, onu ikram olarak bana vermesin!
Ben ise, utanır, onu onlardan birine verirdim.
O da, onu hiç dokunmadan bana geri verirdi.”[447]
Esirlerden Ebu’l-Âs b. Rebi1 ve Velid b. Velid de, kendilerine aynı şekilde yapıldığını söylerler.
Hatta, Kureyş esirlerinden Yezid’in bildirdiğine göre; Medine’ye gelirken, esirler hayvanlara binmişler, Müslümanlar yaya olarak yürümüşlerdir.[448]
Bedir Savaşında Müslümanlar Tarafından Esir Edilenler
1- Hz. Abbas,[449]
2- Akîl b. Etli Talib,
3- Nevfel b. Haris,
4- beyde b. Amr,
5- Sâib b. Ubeyd,
6- Ukbe b. Ebi Muayt (yolda boynu vurulmuştur),
7- Haris b. Ebi Vecze,
8- Amr b. Ebi Süfyan,
9- Ebu’l-Âs b. Rebi1,
10- Ebu’l-Âs b. Nevfel,
11- Ebu Rîşe b. Ebi Amr,
12- Amr b. Ezrak,
13- Ukbe b. Haris,
14- Adiyy b. Hıyar,
15- Osman b. Abdüşşems,
16- Ebu Sevr,
17- Ebu Aziz b. Umeyr,
18- Esved b. Âmir,
19- Sâib b. Ebi Hubeyş,
20- Huveyris b. Abbad,
21- Salim b. Semmah,
22- Halid b. Hişam,
23- Ümeyye b. Ebi Huzeyfe,
24- Velid b.Velid b. Mugîre,
25- Osman b. Abdullah,
26- Sayfi b. Ebi Rifaa,
27- Ebu’l-Münzir b. Ebi Rifaa,
28- Ebu Atâ Abdullah b. Ebi Sâib,
29- Muttalib b. Hantab,
30- Halid b. Alem,
31- Ebu Vedaa b. Dubeyre,
32- Ferve b. Kays,
33- Hanzale b. Kabfsa,
34- Haccac b. Kays,
35- Abdullah b. Übeyy b. Halef,
36- Ebu Azze Amr b. Ubeyd,
37- Fâke (Ümeyye b. Halefin azadlısı),
38- Vehb b. Umeyr,
39- Rebia b. Derrac,
40- Süheyl b. Amr,
41- Abd b.Zem’a,
42- Abdurrahman b. Meşnu1 (Menşu1),
43- Tufeyl b. Ebi Kuney1,
44- Utbe b. Amr,[450]
45- Akîl b. Amr,
46- Temim b. Amr,
47- Temim b. Amfin oğlu,
48- Halid b. Esîd,
49- Ebu’l-Arîz Yesar(Âs b. Ümeyye’nin azadlısı),
50- Nebhan (Nevfel oğullarının azadlısı),
51- Abdullah b. Humeyd,
52- Akîl,
53- Müsafi1 b. İyaz,
54- Cabir b. Zübeyr,
55- Amr b. Übeyy,
56- Kays b. Sâib,
57- Ebu Rühm b. Abdullah
58- Cumah oğullarının müttefiki (ismi unutulmuştur),
59- Cumah oğullarının müttefiki (ismi unutulmuştur),
60- Nastas (Ümeyye b. Halefin azadlısı),
61- Ebu Râfi1 (Ümeyye b. Halefin azadlısı),
62- Eşlem (Nübeyh b. Haccac’ın azadlısı),
63- Habib b. Cabir,
64- Sâib b. Malik,
65- şâfi1,
66- Şefi,[451]
67- Nadr b. Haris (yolda boynu vurulmuştur),
68- Abdullah b. Osman,
69- Hişam b.Velid,
70- Umeyr b. Avf (Süheyl b. Amr’ın azadlısı),
71- İbn Cahdem.[452]
Müşriklerden öldürülenler yetmişten fazla idi, esir edilenlerde yetmişten fazla idi.[453]
Süheyl b. Amr’ın Ön Dişlerinden İkisinin Çekilmesi Hakkındaki Teklifin Peygamberimiz
Aleyhisselam Tarafından Kabul Edilmeyip, Kendisinin İleride Hoşa Gidebilecek Bir Konuşma da
Yapabileceğinin Haber Verilişi
Esirler arasında bulunan Süheyl b. Amr, Kureyşlilerin hatibi idi.[454] Kendisinin üst dudağı da yarıktı.[455] Hz. Ömer: “Yâ Rasûlallah![456] Şu Süheyl b. Amr, Kureyşlilerin hatibidir.[457]
Bırak beni, onun iki ön dişlerini çekeyim de,[458] dili dışarı sarksın![459] Artık hiçbir zaman hiçbir yerde senin aleyhinde hutbe irad edemesin” dedi.[460]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bırak onu![461] Ben, onun uzuvlarına, böyle birşey yaparak bir zarar vermem.
Eğer bunu yaparsam, peygamber olmama rağmen, Allah da bunu bana yapar.[462]
Belki o senin yermeyeceğin,[463] öveceğin bir makamda da bulunur, sen onu översin![464]
Belki bir gün o seni sevindirir de!” buyurdu.[465]
Süheyl b. Amr, Peygamberimiz Aleyhisselamın haber verdiği o övülmeye lâyık konuşmasını da, zamanı gelince yapmıştır.
Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatı üzerine bazı Arap kabileleri temsilcilerinin Medine’ye gelerek zekât vermeyeceklerini açıkladıkları ve bunda direndikleri;[466]
Yer yer irtidad hareketlerinin görüldüğü, Mekke’nin çalkalandığı, Mekkelilerden bazılarının ağızlarının suyunun akmaya başladığı, Mekke halkının da az kalsın irtidad ed ive re çekleri;[467]
Mekke’nin genç valisi Attâb b. Esîd’in de korkup gizlendiği[468] bir sırada idi ki, Süheyl b. Amr halka bir hutbe irad etti.[469]
Kabe’nin yanında kalkıp irad ettiği hutbesinde:
“Muhammed Aleyhisselam kimin ilahı idiyse, Muhammed (Aleyhisselam) ölmüş bulunmaktadır.
Allah ise, Diridir ve hiç ölmez![470]
Ey Kureyş cemaatı! Sizler, Müslüman olanların en sonuncusu olmuş bulunduğunuz halde, irtidad edenlerin en öncüsü olmuş olmayınız![471]
Vallahi, ben iyi biliyorum ki; bu din, güneşle ayın doğuşu ve batışı devam ettikçe, devam edecek-tir![472]
Şu kendinizden olan kişi, sakın sizi aldatmasın!
Muhakkak ki, benim bu iş hakkındaki bildiklerimi o da biliyor.
Fakat, kendisinin Hâşim oğullarına olan kıskançlığı göğsünü, kalbini kaplamıştır!
Ey insanlar! Ben Kureyşlilerin mal bakımından en varlıklı olanıyım.
Siz emîrinizi büyük tanıyınız! Ona zekâtlarınızı ödeyiniz!
Eğer İslâmiyet işi sonuna kadar devam etmezse, ben sizin ödemiş olduğunuz zekâtlarınızı size geri vermeyi tekeffül ediyorum!” dedi ve ağladı.[473]
Süheyl b. Amr hutbesini bitirdiği zaman[474] halk yatıştı.[475] Vali Attâb b. Esîd de ortaya çıktı.
Kureyşlilerin İslâmiyette sebatları, Süheyl b. Amr’ın bu konuşmasıyla sağlanmış oldu.[476]
Allah ondan razı olsun!
Hz. Ömer, Süheyl b. Amr’ın bu konuşmasını işittiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselamın vaktiyle onun hakkındaki ihbarını hatırlamış ve:
“Senin Resûlullah olduğuna bir kez daha şehadet ederim!” demekten kendini alamamıştır.[477]
Esir Edilen Müşrikler Hakkında Ne Yapılacağının Konuşulması
Hz. Ömer’in bildirdiğine göre; Bedir günü Müslümanlar müşriklerle karşılaşınca, Yüce Allah müşrikleri hezimete, bozguna uğrattı.
Onlardan 70 kişi öldürüldü, 70 kişi de esir edildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam esirlerin işini Hz. Ebu Bekir, Hz. Ali ve Hz. Ömer’le istişare etti.[478]
Hz. Ebu Bekir:
“Ey Allah’ın Peygamberi! Bunlar amca oğulları, akraba[479] ve kardeşlerdir.[480] Ben onlardan fidye (kurtulmalık akçesi) almanı uygun görürüm.[481] Onlardan aldıklarımız,[482] kâfirlere karşı bizim için bir güç, kuvvet olur. Belki de, Allah onlan doğru yola,[483] İslâmiyete[484] erdirir[485] de, onlar bizim için destek olurlar” dedi.[486]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer’e:
“Ey İbn Hatfab! Senin görüşün nedir?” diye sordu.
Hz. Ömer:
“Hayır![487] Vallahi[488] yâ Rasûlallah![489] Ben, Ebu Bekir’in görüşünde değilim.[490]
Benim bu husustaki görüşüm ,[491] onların boyunlarını vurmamıza izin vermendir![492]
Bana müsaade buyur! (Akrabamdan) filanın boynunu ben vurayım!
Ali’ye müsaade buyur! (Kardeşi) Akîl’in boynunu o vursun![493]
Hamzaya müsaade buyur! Kardeşi filanın [Hz. Abbas’ın] boynunu o vursun![494]
Tâ ki, Allah, kalblerimizde müşriklere karşı bir yumuşaklık ve zaaf bulunmadığını belli etsin![495]
Bu esirler müşriklerin eşrafı, önderleri,[496] küfür elebaşılarıdırlar!” dedi.[497]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ebu Bekir’in görüşüne meyletti, Hz. Ömer’in görüşüne meyi etmedi.[498]
Müşriklerden Bedir”de alınan esirler, Medine’ye getirildikleri ve Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından sahabilerine “Bu esirler hakkında ne dersiniz?” diye görüşleri sorulduğu zaman, Ensardan Abdullah b. Revâha da:
“Yâ Rasûlallah! Bak; ağacı çok bir vadi bulup onları oraya soktuktan, ağaçları tutuşturduktan sonra, ateşin içine at, yak onları!” demişti.
Hz. Abbas:
“Allah senin akrabalık bağını kesmiş!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, hiç cevap vermeyip sustuktan sonra, kalkıp kapalı bir yere girdi.
Müslümanlardan kimisi:
“Resûlullah Aleyhisselam Hz. Ebu Bekir’in sözünü kabul buyuracak!”
Kimisi:
“Ömer’in sözünü kabul buyuracak!”
Kimisi de:
“Abdullah b. Revâha’nın sözünü kabul buyuracak!” demekte idiler.
Nihayet, Peygamberimiz Aleyhisselam onların yanlarına çıktı ve:
“Muhakkak ki, Yüce Allah bazı kimselerin kalblerini sütten daha yumuşak oluncaya kadar yum uşat-mış, bazılarının kalblerini ise taştan daha sert oluncaya kadar sertleştirmiştir.
Ey Ebu Bekir! Senin halin İbrahim Aleyhisselamın haline benzer ki, o, Allah’a:
‘Kim bana uyarsa, o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, şüphe yok ki, Sen çok yarlıgayıcı ve esirgeyicisin!’ [İbrahim: 36] demişti.
Ey Ebu Bekir! Senin halin İsa Aleyhisselamın haline de benzer ki, o, Allah’a:
‘Eğer onlan azaba uğratırsan, Senin kullarındır. Eğer onlan yarlıgarsan, şüphe yok ki, kudretiyle herşeye üstün gelen, hikmetiyle her yaptığını yerli yerince yapan Sensin Sen!’ [Mâide: 118] demişti.
Ey Ömer! Senin halin de, Nuh Aleyhisselamın haline benzer. O, Allah’a:
‘Ey Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden yurt tutan hiç kimse bırakma!’ demişti. [Nuh: 26]
Senin halin Musa Aleyhisselamın haline de benzer. O, Allah’a:
‘Sen onların mallarını mahvet! Rabbimiz! Yüreklerini şiddetle sık ki, onlar, inletici azabı görünceye kadar iman etmeyeceklerdir!’ [Yunus: 88] demişti” buyurdu.[499]
Cebrail Aleyhisselam, Peygamberimiz Aleyhisselama gelip şöyle buyurdu:
“Ey Muhammedi Yüce Allah, senin ashabının esir almalarını hoş görmedi. Allah, onları şu ikiden birini yapmakta muhayyer bırakmanı sana emrediyor: Ya ellerindeki esirleri getirirler, sen onların boyunlarını vurursun; ya da, ileride kendilerinden esirlerin sayısınca adam şehit olmak üzere, fidye alırlar!”
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Müslümanları çağırıp, bunu onlara anlattı:[500]
“Bu Cebrail, esirler hakkında, onların boyunlarını vurmanız, ya da fidye (kurtulmalık akçesi) alıp gelecek yıl içinizden onların sayısı kadar kişinin şehit olması hususunda sizi muhayyer kıldı.[501]
İsterseniz onları öldürünüz, isterseniz fidyelerini (kurtulmalık akçelerini) alıp onunla yararlanınız.
Fidye alırsanız, sizden, onların sayısı kadar kişi şehit olacaktır!” buyurunca,[502] Müslümanlar
“Yâ Rasûlallah! Onlar bizim akrabalarımız ve kardeşlerimizdir.[503]
Hayır! Biz onlardan fidye alalım.[504]
Bununla, düşmanımıza karşı güçlenelim, bizden de, esirlerin sayısı kadar şehit olacaksa, olsun!
Bu, hiç de, hoşlanmayacağımız birşey değildir!” dediler.[505]
Esirlerden Kurtulmalık Akçesi Alınmaya Başlanması
1-3- Hz. Abbas; esirler arasında Medine’ye getirilince, Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Ey Abbasi Kendin ve kardeşinin oğlu Akîl b. Ebi Talib ve Nevfel b. Haris ile antlaşmalın Utbe b. Amr için fidye (kurtulmalık akçesi) öde![506] Sen servet sahibisin!” buyurdu.[507] Hz. Abbas:
“Yâ Rasûlallah! Ben, Müslümandım.
Kureyş kavmi beni zorlayarak yola çıkardılar!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Senin Müslümanlığını Allah bilir, dediğin doğru ise, Allah elbette onun ecrini sana verir. Amma, senin işin, görünüşte, bizim aleyhimize idi. Sen hele kurtulmalık akçelerini ödemeye bak!” buyurdu ve onun yanında bulunan 20 ukiyye (800 dirhem) altına da, harp ganimeti olarak elkoydu.
Hz. Abbas:
“Yâ Rasûlallah! Bari bunu kurtulmalık akçeme mahsub et!” deyince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hayır! O Allah’ın senden bize nasip ettiği birşeydir, ganimettir!” buyurdu.[508]
Hz. Abbas:
“Yâ Rasûlallah! Demek, sen beni geri kalan şu ömrüm boyunca halktan dilenmeye terk ediyorsun?!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Abbas! Zevcen Ümmü Fadl’a verdiğin,[509] gömmüş olduğun[510] o mallar,[511] o altınlar[512] nereye gitti (ne oldu)?” diye sordu.[513]
Hz. Abbas:
“Hangi altınlar?” dedi.[514]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hani, sen Mekke’den yola çıkacağın gün, yanınızda zevcen Hâris’in kızı Ümmü Fadl ile ikinizden başka birkimse bulunmadığı sırada, Ümmü Fadl’a:[515]
‘Bu seferimde başıma ne geleceğini bilmiyorum.[516] Eğer bir musibete uğrarsam,[517] şu kadarı senin içindir! Şu kadarı Ubeydullah içindir![518] Şu kadarı Fadl içindir! Şu kadarı Kuşem içindir! Şu kadarı da Abdullah içindir!’ dediğin[519] mallar,[520] altınlar!” buyurdu.
Hz. Abbas:
“Bunu sana kim haberverdi?! Vallahi, bunu benden ve Ümmü Fadl’dan başka, halktan hiçbir kimse bilmiyordu!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bunu bana Allah haberverdi” buyurdu.[521]
Hz. Abbas:
“Seni hak ile peygamber gönderen Allah’a yemin ederim ki; bunu benden başka, Ümmü Fadl’dan başka, insanlardan hiçbir kimse bilmiyordu.
Ben iyi biliyorum ki; sen, hiç şüphesiz, Allah’ın resûlüsün![522]
Ben şehadet ederim ki; sen Allah’ın gerçekten resûlüsün ve doğrusun![523] Ben şehadet ederim ki; Allah’tan başka ilah yoktur ve sen de, hiç şüphesiz, Allah’ın resûlüsün!” dedi.[524]
Ensardan bazı zâtlar[525] Peygamberimiz Aleyhisselamdan izin istediler de:[526]
“Yâ Rasûlallah![527] Bize müsaade buyur da, kızkardeşimizin oğlu Abbas[528] b. Abdulmuttalib’in[529] kurtulmalık akçesini kendisine bırakalım” dediler.[530]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Hayır![531] Vallahi,[532] bir dirhemini bile bırakamazsınız!” buyurdu.[533]
Hz. Abbas, kendisinin ve yeğeni Akîl’in kurtulmalık akçeleri olmak üzere, Medine’ye 80 ukiyye altın veya 1000 dinar gönderdi.
Antlaşmalısınınkini göndermedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Abbas’ın elçisi Ebu Râfi’i geri çevirdi.
Hz. Abbas, Ebû Râfi’e:
“Sen, yine ne demeye geldin?” dedi.
Ebu Rafi’ de, anlaşmalısının kurtulmalık akçesini almaya geldiğini haberverdi. Hz. Abbas, ister istemez, onun kurtulmalık akçesini de gönderdi.[534]
(iman ve ihlas) varsa, O, size alınandan daha hayırlısını verir ve sizi yarlıgar da! Allah çok yarlı-gayıcıdır, çok esirgeyicidir'” (Enfâl: 70) mealli âyet Hz. Abbas hakkında nazil olmuştur.
Hz. Abbas der ki:
“Allah, bana, o 20 ukiyye altın yerine, her biri ortaklıktan 20 ukiyye kazandıran 20 köle verdi.[535]
Bana, ayrıca Zemzem’i (Zemzem’in idaresini) de verdi ki, onun karşılığında da, Mekkelilerin bütün servetini verseler, istemem![536]
Artık ben Rabbimden, va’d ettiği yarlı gaması m da diliyor ve bekliyorum .”[537]
Hz. Abbas Müslümanlığını gizli tutardı .[538]
Mekke’de bulunduğu müddetçe, müşriklerin tutum ve davranışlarını Peygamberimiz Aleyhisselama yazar, bildirir, Mekke’deki Müslümanlara güç ve destek de olurdu.
Medine’ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelmek istediği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam ona:[539]
“Senin Mekke’de bulunman daha hayıriıdır.[540] Sen, bulunduğun yerde güzel, yararlı cihad etmek-tesin!”[541] diye yazmış;[542] Mekke’de oturmasını emir buyurmuştu.[543]
4- Peygamberimiz Aleyhisselam, Nevfiel b. Hâris’e de:
“Ey Nevfel! Kurtulmalık akçesi ödeyip kendini esirlikten kurtar!” buyurunca, Nevfel:
“Yâ Rasûlallah! Kendimi esirlikten kurtarmak için verecek hiçbir şeyim yok!” demişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Cidde’de bulunan süngülerini versen ya!” buyurdu.[544]
Nevfel:
“Vallahi, benim Cidde’de süngülerim bulunduğunu benden ve Allah’tan başka kimse bilmiyordu![545]
Şehadet ederim ki; sen, Resûlullahsın!” dedi ve süngüleri verip kendisini esirlikten kurtardı ki, onlar
1000 tane idi.[546]
5- Sâib b. Ubeyd,
6- Ubeyd b. Amr,
Bu ikisinin malları olmadığından, hiç kimse de kendileri için kurtulmalık akçesi göndermediğinden, Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından serbest bırakılmışlardır.
7- Haris b. Ebi Vecze,
Bunun 4000 dirhem kurtulmalık akçesini Velid b. Ukbe getirmiştir.
8- Ebu Rişe; kurtulmalık akçesini Amr b. Rebi’ getirmiştir.
9- Amr b. Ezrak; kurtulmalık akçesinin gönderileceğine Amr b. Rebi’ tarafından söz verilince, serbest bırakılmıştır.
10- Ukbe b. Haris; kurtulmalık akçesini Amr b. Süfyan getirmiştir.
11- Ebu’l-Âs b. Nevfel; kurtulmalık akçesini amcasının oğlu getirmiştir.
12- Adiyy b. Hıyar,
13- Osman b. Abdüşşems,
14- Ebu Sevr,
Bu üçünün kurtulmalık akçelerini Cübeyr b. Mut’im getirmiştir.
15- Ebu Aziz b. Umeyr,
16- Esved b. Âmir,
Bu ikisinin dört biner dirhemlik kurtulmalık akçeleri, Talha b. Ebi Talha tarafından ödenmiştir.
17- Sâib b. Ebi Hubeyş,
18- Haris (Huveyris) b. Abbad,
19- Salim b. Şemmah,
Bu üçünün dört biner dirhemlik kurtulmalık akçelerini Osman b. Ebi Hubeyş getiriştir.
20- Malik b. Abdullah b. Osman, Medine’de esir iken ölmüştür.
21- Halid b. Hişam b. Mugîre,
22- Ümeyye b. Ebi Huzeyfe b. Mugîre,
23- Osman b. Abdullah b. Mugîre,
Bu üçünün kurtulmalık akçelerini Abdullah b. Ebi Rebia göndermiştir.
24- Velid b. Velid b. Mugîre,
Kurtulmalık akçesini kardeşi Halid b. Velid ile Hişam b. Velid getirmiş, Velid Zü’l-huleyfe’de bulundukları sırada kaçıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelmiş ve Müslüman olmuştur.
25- Kays b. Sabit; 4000 dirhemlik kurtulmalık akçesi Ferve b. Sabit tarafından gönderilmiştir.
26- Sayfi b. Ebi Rifaa,
Malı olmadığından, serbest bırakılmıştır.
27- Ebu’l-Münzir b. Ebi Rifaa,
2000 dirhem kurtulmalık akçesi ödemiştir.
28- Ebu Atâ Abdullah b. Ebi Sâib,
1000 dirhem kurtulmalık akçesi ödemiştir.
29- Muttalib b. Hantab b. Haris,
Malı olmadığından, serbest bırakılmıştır.
30- Halid b. Alem,
Kurtulmalık akçesi İkrime b. Ebu Cehil tarafından gönderilmiştir.
31- Abdullah b. Übeyy b. Halef,
Kurtulmalık akçesi babası Übeyy b. Halef tarafından gönderilmiştir.
32- Vehb b. Umeyr b.Vehb.
Kurtulmalık akçesini babası Umeyr b. Vehb Medine’ye getirmiş, Umeyr Medine’de Müslüman olunca, oğlu kurtulmalık akçesi alınmaksızın serbest bırakılmıştır.
33- Rebia b. Derrac b. Anbes,
Malı olmadığından, kendisinden ehemmiyetsiz birşey alınıp, serbest bırakılmıştır.
34- Fâke, Ümeyye b. Halefin azadlısı idi.
35- Ebu Vedâa b. Dubeyre,
4000 dirhemlik kurtulmalık akçesi, oğlu Muttalib tarafından gönderilmiştir.
36- Ferve b. Huneys b. Huzâfe,
4000 dirhem kurtulmalık akçesini Amr b. Kays göndermiştir.
37- Süheyl b. Amr,
4000 dirhem kurtulmalık akçesini Mikrez b. Hafs getirmiştir.[547]
38- Amr b. Ebi Süfyan, Bedir’de Hz. Ali tarafından esir edilmişti.[548]
Ebu Süfyan’a:
“Oğlun[549] Amr’ın[550] kurtulmalık akçesini[551] ödesene?[552] Ödemeyecek misin?!”[553] denil-ince:[554]
Benim üzerimde, kan ve mal musibeti mi birleşecek?! Hanzaleyi öldürdüler![555] Hanzale öldürüldü.[556] Bir de, Amr için kurtulmalık akçesi ödeyeyim ha?[557] Ben bunu yapamam!
Fakat, onlardan bir adamı elime geçiri nceye kadar bekler, onu oğluma kurtulmalık yaparı m[558]
Bırakınız, varsın onlar oğlumu ellerinde istedikleri kadar tutsunlar!” dedi.
İşte, Amr b. Ebi Süfyan Medine’de Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında tutuklu bulunduğu sıralarda, Amr b. Avf oğullarının kardeşi Muaviye oğullarından Müslüman ve yaşlı bir zât olan Sa’d b. Numan b. Ekkâl zevcesiyle birlikte umre yapmak üzere Mekke’ye gitmişti. Mekke’de tutuklanacağını sanmıyordu.[559]
Çünkü, Kureyşlilerin hac veya umre için gelenlere hiç dokunmayacakları, bilakis iyi davranacakları hakkında verilmiş sözleri vardı.[560]
Sa’d b. Numan b. Ekkâl, Münzir b. Amr ile birlikte umrelerini yapıp dönecekleri sırada, Ebu Süfyan b. Harb arkalarına düştü.
Sa’d b. Numan’ı yakalayıp esir etti.[561] Kendisini, oğlu Amr’ın yerine tutukladı.[562]
Söylediği bir kıt’ada da:
“Ey Ekkâl oğlunun cemaatı! Siz kır sakallı ulu kişinizi teslim etmeyeceğiniz hakkında antlaşmıştınız!
Onun çağrısına icabet ediniz!
Eğer Amroğulları bağlanmış esirlerinden bağını çözmezlerse, onlar en asâletsiz, en zelil kişilerdir!” dedi.[563]
Amr b. Avf oğulları Peygamberimiz Aleyhisselama geldiler, Amr b. Ebu Süfyan[564]’ı kendilerine vermesini istediler. Onun karşılığında adamlarını serbest bırakacaklarını bildirdiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam Amr b Avf oğullarının dileklerini yerine getirdi. Onlar da, Amr b. Ebu Süfyan’ı babasına gönderdiler. Sa’d b. Numan, böylece, tutukluluktan kurtarılmış oldu.
39- Bedir esirleri arasında, Peygamberimiz Aleyhisselamın damadı, yani Hz. Zeyneb’in kocası Ebu’l-Âs b. Rebi’ de bulunuyordu.
Ebu’l-Âs Mekke’de zenginlikte, eminlikte, ticarette sayılı kişilerdendi.
Ebu’l-Âs’ın annesi Hâle binti Huveylid, Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Hatice’nin de kızkardeşi idi.
Hz. Hatice yeğeni Ebul-Âs’ı kızı Hz. Zeyneb’le evlendirmesini Peygamberimiz Aleyhisselamdan istemiş, Peygamberimiz Aleyhisselam da buna muhalefet etmemişti.
Bu evlenme işi, Peygamberimiz Aleyhisselama peygamberlik ve vahiy gelmeden önce idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Zeyneb’i Ebu’l-Âs’la evlendirmişti.
Hz. Hatice Ebu’l-Âs’ı oğlu yerinde tutardı.
Yüce Allah Peygamberimiz Aleyhisselamı peygamberlikle şereflendirdiği zaman, Hz. Hatice ile kızları Peygamberimiz Aleyhisselama iman ve kendisinin Allah’tan getirip tebliğ ettiği şeyleri tasdik ve ikrar ederek
İslâmiyet üzere yaşamaya başladıkları halde, Ebu’l-Âs müşriklikte kalmıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Zeyneb gibi, kızları Hz. Rukayye ve Hz. Ümmü Külsûm’u da, Ebu Leheb’in oğullarına nişanlamıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam Yüce Allah’ın emirlerini açıklamaya başladığı zaman, Kureyş müşrikleri:
“Siz, Muhammed’in kızlarını almakla, onu derdinden kurtardınız!
Kızlarını geri çeviriniz de, o onlarla meşgul olsun, oyalansın!” dediler.
Ebu’l-Âs’a gittiler ve ona:
“Zevcenden ayrıl! Biz, Kureyş kadınlarından hangisini istersen, seni onunla evlendiririz!” deyince, Ebu’l-Âs:
“Hayır! Vallahi ben zevcemden ayrılmam ve onun yerine Kureyş kadınlarından bir kadının benim zevcem olmasını istemem!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu’l-Âs’ın hayırlı bir damat olduğundan bahis buyururdu.
Hz. Zeyneb’in Müslüman olmayan kocası Ebu’l-Âs’la yaşamalarına İslâmiyet mani olduğu halde, Peygamberimiz Aleyhisselam onları Mekke’de bulundukları müddetçe birbirlerinden ayırmak imkânını bulamamıştı.[565]
Kureyş müşrikleri Bedir’de bozguna uğradıkları zaman, Ebu’l-Âs b. Rebi’ de esir edilen müşrikler arasında bulunuyordu.
Mekkeliler esirleri için kurtulmalık akçeleri göndermeye başladıkları zaman, Hz. Zeyneb de, Ebu’l-Âs b. Rebi’ için biraz mal ile annesi Hz. Hatice’nin kendisine evlendiği sırada hediye etmiş olduğu gerdanlığı[566] göndermişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, gerdanlığı görür görmez, son derecede rikkate geldi ve:
“Eğer onun [Hz. Zeyneb’in] esirini serbest bırakmayı ve malını da geri vermeyi uygun bulursanız, öyle yapınız!” buyurdu.
Müslümanlar
“Olur yâ Rasûlallah!” diyerek, Ebu’l-Âs’ı serbest bıraktılar.
Gönderilen mal ile gerdanlığı da, Hz. Zeyneb’e iade ettiler.[567]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Zeyneb’in Medine’ye gelmesine izin vermesi için ya Ebu’l-Âs’tan söz almış, yahut o kendiliğinden söz vermiş, ya da Ebu’l-Âs serbest bırakılırken böyle bir şart koşulmuştu.
Fakat, bu haber ne ondan, ne de Peygamberimiz Aleyhisselamdan çıkmayacak ve ne olduğu bilin-meyecekti.[568]
Kurtulmalık Akçelerinin Miktarları ve Bunu Ödemeyecek Durumdakilerden Yazı Yazmayı Bilenlerin Her Birinin Ensar Oğullarından On Çocuğa Yazı Yazmayı Öğretmekle Mükellef Kılınmaları
Müşriklerin esirlerinden, malî durumlarına göre, 1000 dirhemden 4000 dirheme kadar kurtulmalık akçesi alınmış; hiç malları olmayanlar, kurtulmalık akçesi alınmaksızın serbest bırakılmışlardır.[569]
Ancak, böylelerinden okur-yazar olanlardan her birinin, Ensarın erkek çocuklarından[570] on çocuğa yazı yazmayı iyice öğretmesi şart kılınmıştır.[571]
Zeyd b. Sabit, yazı yazmayı onlardan öğrenmiş olanlar arasında idi.[572]
Bedir Hezimeti Haberinin Mekke’ye Ulaşması
Kureyş müşriklerinin Bedir’de uğradıkları hezimeti Mekke’ye ulaşıp ilk haber veren, Huzâalardan Haysuman b. Abdullah oldu.[573]
Mekkeliler, ona:
“Arkandakilerden ne haber var?” diye sordular.
Haysuman:
“Utbe b. Rebia,
Şeybe b. Rebia,
Ebu’l-Hakem b. Hişam [Ebu Cehil],
Ümeyye b. Halef,
Zem’a b. Esved,
Haccac’ın iki oğlu Nübeyh ile Münebbih,
Ebu’l-Bahterî b. Hişam… öldürüldüler!” diyerek Kureyşflerin eşrafını saymaya başlayınca, o sırada Hicr’de oturmakta olan Safvan b. Ümeyye:
“Vallahi, bunun aklı varsa, benim durumumu da ona sorunuz!” dedi.
Onlar da, Haysuman’a:
“Salvan b. Ümeyye ne yapıyor?” diye sordular.
Haysuman da:
“İşte, o burada, Hicr’de oturmaktadır!
Vallahi, ben, onun babasını ve kardeşini, öldürdükleri sırada görmüşümdür!” dedi.[574]
Peygamberimiz Aleyhisselamın azadlısı Ebu Râfi1 der ki:
“Ben Abbas b. Abdulmuttalib’in kölesi idim.
Bütün ev halkı Müslüman olduk:
Abbas Müslüman oldu. Ümmü Fadl da Müslüman oldu.
Ben de Müslüman oldum.
Abbas Kureyş kavminden korkarve onlara aykırı davranır görünmek istemez, Müslüman olduğunu gizlerdi.
Kendisi çok mal sahibi idi, malları da kavmine veresiye dağılmış bulunuyordu.
Ebu Leheb Bediiden geri kalmış ve yerine Âs b. Hişam b. Mugîreyi vekil göndermişti. Çünkü, Kureyşliler savaştan geri kalınca yerlerine adam tutarlardı.
Kureyşlilerden Bedir seferine katılanların uğradıkları musibetin haberi Ebu Leheb’e gelince, Allah onu zelil ve hakir kıldı.
Biz de kendimizde kuvvet ve izzet bulduk.
Ben zayıf, cılız bir kimse idim.
Oklar yapar, onları Zemzem’in yanındaki çadırımda yontardım.
Yine, biraz orada oturup oklarımı yontuyordum.
Yanımda da Ümmü Fadl oturuyordu.
Gelen haberin bizi sevindirdiği bir sırada, Ebu Leheb iki ayağını şerle sürüyerek geldi ve çadırın bir tarafına oturdu.
Kendisinin sırtı, benim sırtıma karşı idi.
O sırada, halk:
‘İşte, Ebu Süfyan b. Haris b. Abdulmuttalib geldi!1 dediler.
Ebu Leheb, ona:
‘Yanıma gel! Hayatıma andolsun ki; haber muhakkak sendedir!’ dedi.
Ebu Süfyan gelip onun yanına oturdu. Halk da ayakta dikildiler.
Ebu Leheb:
‘Ey kardeşimin oğlu! Bana haber ver: Kureyş halkının işi nasıl oldu?1 diye sordu.
Ebu Süfyan:
‘Vallahi, biz, karşılaştığımız kavme omuzlarımızı, arkalarımızı teslim ettik: Onlar bizi nasıl istedilerse öyle öldürdüler! Onlar bizi nasıl istedilerse öyle esir ettiler!
Vallahi, bununla birlikte, Kureyş kavmini kınamadım: Gökle yer arasında alaca (kır) atlar üzerinde, ak benizli adamlarla karşılaştık ki, vallahi onlar hiçbir şeyi bırakmaz, onlara hiçbir şey de karşı koyamaz!’ deyince, çadırımın kenarını elimle kaldırıp:
‘İşte, vallahi onlar meleklerdir!’ dedim.
Ebu Leheb elini kaldırdı ve yüzüme sert bir şamar indirdi.
Ben de ona doğru sıçradım.
Zayıf bir adam olduğum için, beni tutup yere yıktı ve dövmek için üzerime çöktü.
Ümmü Fadl hemen çadırın direklerinden bir direği alıp ona bir darbe indirdi, başını fena halde yardı ve:
‘Efendisi burada olmayan bir köleyi zayıf mı buldun?!’ diyerek ona çıkıştı.
Ebu Leheb kalkıp zelil bir halde gerisin geri gitti.
Vallahi, o ancak yedi gece yaşadı.
Allah, onu ‘adese’ denilen taun gibi öldürücü bir yara ile vurdu ve onunla öldürdü.[575]
Oğullan, iki veya üç gün, onu kabre gömmediler. Babalarının ölüsü, evinde koktu.
Kureyşîler, karahasba hastalığından, taundan sakındıkları gibi sakınıriardı.
Kureyşîlerden birisi, Ebu Leheb’in oğullarına:
“Yazıklar olsun size! Babanızın ölüsü evinde koktuğu halde, onun yanına uğramamaktan utanmıyor musunuz?!” dedi.
Onlar:
“Biz onun hastalığından korkuyoruz!” dediler.
Kureyşî:
“Hadi gelin; ben size yardım edeyim!” dedi.
Birlikte gittiler. Ebu Leheb’in ölüsünü yıkamadılar ve ona ellerini de sürmediler. Ancak, uzaktan üzerine su serptiler.
Mekke’nin yukarı taraflarında bir yere gömdüler, üzerini taşla kapattılar.[576]
Alınan Kurtulmalık Akçeleri Hakkında Âyetler İnişi
Yüce Allah, esirlerve onlardan alınan kurtulmalık akçeleri hakkında indirdiği âyetlerde şöyle buyurdu:
“Hiçbir peygamberin, yeryüzünde ağır basıp zaferler kazanıncaya kadar, esirler alması vâki olmamıştır.
Siz, geçici dünya malını arzu ediyorsunuz! Allah ise, sizin için, ahireti ister.
Allah, kudretiyle herşeye üstün gelen A^îz, her yaptığını yerli yerince yapan Hakîm’dir.
Eğer Allah’ın bu hususta geçmiş bir yazısı olmasaydı, aldığınız fidyede size her halde büyük bir azab dokunurdu!
Artık, elde ettiğiniz ganimetten helal ve temiz olarak yiyiniz! Allahtan korkunuz!
Şüphe yok ki, Allah çokyariıgayıcıdır, çok esirgeyicidir.”[577]
Hz. Ömer der ki:
“Sabahleyin Resûlullah Aleyhisselamın yanına geldiğimde, o ve Ebu Bekir, oturmuşlar, ağlıyorlardı.
‘Yâ Rasûl alları! Seni ve arkadaşını ağlatan nedir? Bana haber ver! Onu ağlanacak bir hal bulursam, ben de ağlayayım. Ağlanacak bir hal bulmazsam, ikinizin ağlamasına katılmaya çalışayım?’ dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Senin arkadaşlarının esirlerden aldıkları kurtulmalık akçelerinden dolayı, vay benim başıma gelene!
Uğrayacağınız azabın şu yakınındaki ağaçtan daha yakın olduğu bana gösterildi!1 buyundu.”[578]
Bedir Savaşına Katılan Müslümanların Üstünlüğü
Rifâa b. Râfi’in Bedir ashabından olan babası Râfi’den rivayetine göre; Cebrail Aleyhisselam Peygamberimiz Aleyhisselama gelip:
“Bedir ashabının, aranızdaki mevkii nasıldır?” diye sormuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onlar, Müslümanların üstün kişilerindendir!” buyurdu.
Cebrail Aleyhisselam da:
“Meleklerden, Bedir savaşında bulunanlarda bunun gibidir!” dedi.[579]
Bedir Zaferinin Medineli Müşrikleri, Münafıkları ve Yahudileri Sindirişi
Bedir esirleri elleri boyunlarına bağlı olarak Medine’ye getirildikleri zaman, Yüce Allah, bununla Medine’deki müşrik, münafık olanlarla Yahudileri zillete uğrattı.[580]
Bedir savaşında müşriklerin en azılılarından birçokları öldürülünce, Abdullah b. Übeyy b. Selûl ile Medineli müşriklerden onunla birlikte hareket edenler “Artık, bu, zafer ve galebenin ona yöneldiğini açıkça gösteren bir vakıadır!” demişler, Peygamberimiz Aleyhisselama İslâmiyet üzere bey’at etmek zorunda kalmışlardır.[581]
Esir Olan Oğlunu Kurtarmak Bahanesiyle Medine’ye Gelip Peygamberimiz Aleyhisselamı Öldürmek İsteyen Umeyr b. Vehb’in Müslüman Olarak Mekke’ye Dönüşü
Umeyr b. Vehb, Kureyş müşriklerinin şeytanları ndan[582] ve kahramanı arı ndandı.[583]
Kendisi Mekke’de Peygamberimiz Aleyhisselamla ashabına ezâ eder dururdu.[584]
Umeyr’in oğlu Vehb, Bedir’de esir edilen müşrikler arasında bulunuyordu.[585]
Umeyr b. Vehb Bedir’de kamından kılıçla yaralanarak ölüler arasına düşmüş, ölmüş sanılarak bırakılmıştı.
Gecenin serinliği çökünce ayı İmiş, ölüler arasından çıkıp Mekke’ye dönmüş ve yarası iyileşmişti.[586]
Umeyrb. Vehb, Hicr’de Safvan b. Ümeyye ile oturup Bedir’de kuyuya atılanları ve uğradıkları musibetleri anlatınca,[587] Safvan b. Ümeyye:
“Vallahi, onlardan sonra, yaşamakta hayır yoktur![588]
Bedir’de ölenlerden sonra yaşamanın, Allah belâsını versin!” dedi.[589]
Umeyr b. Vehb:
“Vallahi doğru söyledin!
Vallahi eğer üzerimde olan ve ödeyecek karşılığı da bulunmayan borçla, benden sonra açlıktan ölmelerinden korktuğum çoluk çocuk olmasaydı, muhakkak gider, Muhammed’i öldürürdüm![590]
Hem benim için, onların kabul edecekleri[591] bir mazeret, bahane de vardır:[592] Oğlum onların ellerinde
Esirdir.[593] ‘Şu esir olan oğluma geldim’ derim.[594]
Haber aldığıma göre; o çarşılarda da dolaşırmış” dedi.[595]
Umeyr’in bu sözleri Salvan b. Ümeyye’yi sevindirdi[596] ve ona:
“Senin borcun bana aittir. Senin adına, onu ben öderim!
Çoluk çocuğuna da, kendi çoluk çocuğumla birlikte, sağ oldukları müddetçe bakar, geçimliklerini en geniş şekilde sağlarım![597]
Mekke’de çoluk çocuğunu benden daha geniş geçindiren bir kimse bulunmadığını sen de bilirsin!” dedi.
Umeyr b. Vehb:
“Ey Ebu Vehb! Biliyorum bunu![598] Sen benim işimi de, kendi işini de gizli tut!” dedi.
Safvan b. Ümeyye:
“Öyle yapan m!” dedi.
Umeyr, kılıcının keskinleştirilmesini ve zehirlenmesini emretti.[599]
Safvan b. Ümeyye, Umeyr’in hayvanını ve yolluğunu hazırlattı.[600]
Umeyr, Salvan’a:
“Medine’ye varıncaya kadar, haberimi gizli tut, hiç anma!” dedi.
Umeyr b. Vehb, Medine’ye gelip, Mescidin kapısında devesini ıh d irdi ve bağladı.
Kılıcını kuşandı.[601]
Hz. Ömer, Müslümanlardan bazılarıyla birlikte Bedir gününden bahsediyorlar, Allah’ın kendilerine olan ikramlarını ve düşmanlarına gösterdiklerini konuşuyorlardı.
O sırada, Hz. Ömer Umeyr b. Vehb’i Mescidin kapısı önünde, hayvanını ıhdırmış, kılıcını kuşanmış görünce:
“Bu köpek, Allah düşmanı Umeyr b. Vehb’dir!
Vallahi, ancak şer için gelmiştir!
Aramızı bozan, Bedir gününde de Kureyşliler için sayımızı tahminleyen o değil miydi?” dedikten sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına girdi ve:
“Ey Allah’ın Peygamberi! Şu Allah düşmanı Umeyrb. Vehb, kılıcını kuşanmış olarak gelmiş!?” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onu benim yanıma gönder!” buyurdu.
Hz. Ömer geri geldi. Onun boynundaki kılıcının kayışını sımsıkı tutup göğsünde topladı. Ensardan, yanında bulunan zâtlara da:
“Resûlullah Aleyhisselamın yanına giriniz, yanında oturunuz ve kendisini bu habîsten koruyunuz!
Çünkü, o güvenilir bir kimse değildir!” dedikten sonra, onu Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına soktu.
Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ömer’in Umeyr b. Vehb’in kılıcının kayışını sımsıkı tuttuğunu görünce, ona:
“Ey Ömer! Onu serbest bırak!
Sen de ey Umeyr! Bana yaklaş!” buyurdu.
Umeyr b. Vehb, Peygamberimiz Aleyhisselama yaklaşıp:
“Sabahınız hayrola!” diyerek Cahiliye devri selamı ile selam verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Umeyr! Allah bize senin selamlaşmandan daha hayırlı bir selamlaşmayı, Cennetliklerin selam-laşmasıyla selamlaşmayı ikram etmiştir!” buyurdu.
U m eyr:
“Vallahi, ey Muhammedi Ben bu selamlaşmayı yeni işitiyorum!” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Ey Umeyr! Seni buraya getiren nedir?” diye sordu.
U m eyr:
“Şu elinizde bulunan esir oğlum için geldim![602] Onun hakkında ihsanda bulununuz!” dedi.[603]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Öyle ise, şu boynunda asılı kılıcın işi ne?!” diye sordu.
U m eyr:
“Allah kılıçların belâsını versin! Onlar bize ne sağladı, ne işimize yaradı ki?” dedi.[604]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Umeyr b. Vehb’e:
“Bana doğru söyle: Sen buraya ne için geldin?” diye tekrar sordu.
U m eyr:
“Ben bundan başka birşey için gelmedim!
Ancak, esir oğlumun işi için geldim!” dedi.[605]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
“Senin Hicr’de Safvan b. Ümeyye’ye koştuğun şart ne idi?” diye sorunca, Umeyr korktu ve:
“Ben ona ne şart koşmuşum da?!” dedi.[606]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Evet! Sen ve Safvan b. Ümeyye Hicr’de oturdunuz! Kureyş’ten, kuyuya atılan ölüleri andınız. Sonra da, sen:
‘Eğer üzerimde borç olmasa, yanımda da geçindirilecek çoluk çocuk bulunmasa, muhakkak çıkar gider, Muhammed’i öldürürdüm!’ dedin.
Safvan da, beni öldürmene karşılık, senin borcunu ödemeyi ve çoluk çocuğunu geçindirmeyi üzerine aldı!
Allah ise, yapacağın işle senin arana girdi, gerildi!” buyurdu.[607]
U m eyr:
“Sana bunu kim haber verdi?!
Vallahi, yanımızda bir üçüncü kişi bulunmamıştı !?[608]
Bu söz, senin dediğin gibi, benim aramla Safvan’ın arasında idi.
Buna, benden ve ondan başka hiç kimse vâkıf değildi.
Buraya gelinceye kadar geçireceğim geceleri de gizli tutup benden hiç söz etmemesini de Safvan’a emretmiştim” dedi.[609]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bunu bana Cebrail haber verdi!” buyurdu.[610]
Bunun üzerine, Umeyr b. Vehb:
“Ben şehadet ederim ki; sen, muhakkak Allah’ın resûlüsün[611] ve doğrusun![612]
Yâ Rasûlallah! Biz, göğün haberinden, bize getirmiş olduğun şeylerde ve sana inen vahiyde seni yalanlardık.
Bu işte, benden ve Safvan’dan başka kimse yoktu.
Vallahi, bu haberi sana ancak Allah getirmiştir!
Beni İslâmiyete hidayet eden ve işte şu yere sevkeden Allah’a hamd olsun!” dedikben sonra, hak şehadetiyle şehadet getirdi:[613]
“Ben şehadet ederim ki; Allah’tan başka ilah yoktur![614]
Ve yine şehadet ederim ki; Muhammed, Allah’ın kulu ve resûlüdür!” dedi.[615]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Kardeşinize, dinini iyice öğretiniz![616]
Kendisine Kur’ân da okuyunuz,[617] öğretiniz![618]
Onun esirini de serbest bırakınız!” buyurdu.
Buyruğu yerine getirildi.
Umeyr b. Vehb:
“Yâ Rasûlallah! Ben, Allah’ın nurunu söndürmeye çalışan ve dinindeki kimselere şiddetle işkence yapan birisi idim.
Ben şimdi istiyorum ki; bana izin veresin de, Mekke’ye gidip Mekkeli müşrikleri Allah’a, Resûlullaha ve İslâmiyete davet edeyim! Umulur ki, Allah onlara hidayet eder. Hidayet nasip olmayanlara da, daha önce senin ashabına dinleri hususunda yaptığım gibi işkence yapayım” dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, ona izin verdi.
Umeyr b. Vehb, Medine’ye doğru yola çıktığı zaman, Safvan b. Ümeyye Mekkeli müşriklere:
“Birkaç gün içinde, gelecek olan haberle müjdeleneceksiniz. O, size, Bedir vak’asının acısını unutturacaktır!” der, gelen kafilelerden haber sorar dururdu.
Nihayet, gelen bir süvari, ona Umeyr’in Müslüman olduğunu haber verdi!
Safvan da, Umeyr ile hiç konuşmamaya ve kendisine hiçbir iyilik ve yardımda bulunmamaya yemin etti.
Umeyr ise, Mekke’ye gelince, halkı İslâmiyete davet etmeye koyuldu.
Kendisine karşı koyanlara şiddetle işkence yaptı.
Umeyr’in sayesinde birçok insan Müslüman oldu.[619]
Allah ondan razı olsun!
Umeyr b. Vehb, bir gün Kabe’nin yanında Salvan b. Ümeyye ile karşılaşıp, ona:
“Sen büyüklerimizden birisin! Bizim taşlara taptığımızı ve onlar için kurbanlar kestiğimizi görmüyor musun?! Din mi bu?!
Ben şehadet ederim ki; Allahtan başka ilah yoktur! Muhammed de, Allah’ın kulu ve resûlüdür!” dedi.
Safvan ona bir kelime ile bile cevap vermedi, sustu.[620]
Hz. Zeyneb’in Medine’ye Getirilişi
Bedir esirlerinden Ebu’l-As, serbest bırakılıp Mekke’ye ulaşınca, Hz. Zeyneb’in yolunu açtı.
Bedir savaşından bir ay veya biraya yakın bir müddet sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam Zeyd b. Harise ile Ensardan bir zâtı göndererek, onlara:
“Zeyneb yanınıza gelinceye kadar, siz Ye’cec vadisinde bulununuz.
Zeyneb size orada rastlayacaktır, siz onu bana getirirsiniz” buyurdu.
Görevliler, Ye’cec vadisine gittiler.
Ebu’l-Âs, Hz. Zeyneb’e, babasının yanına gitmesini emretti.
O da hazırlığını görüp yola çıkacağı zaman, Ebu’l-Âs’ın kardeşi Kinane b. Rebi1, Hz. Zeyneb’in bineceği deveyi getirdi.
Hz. Zeyneb devenin üzerindeki hevdecin içine girdi.
Kinane; yayını ve ok çantasını aldıktan sonra, güpegündüz devenin yularını çekerek Mekke’den yola çıktı.
Bu hadise Kureyş müşrikleri arasında konuşulmaya başlayınca, birtakım kimseler, Hz. Zeyneb’i geri çevirmek için acele yola çıktılar. Zftuvâ mevkiinde ona yetiştiler.
İlk yetişen de, Hebbar b. Esved ile Nâfi1 b. Abdi Kays idi.
Hebbar, hevdec içinde bulunan Hz. Zeyneb’i mızrağı ile korkuttu.
Hz. Zeyneb, o zaman hamile idi.
Korkusundan, kamındaki çocuğu düştü.
Kinane yere çöküp ok çantasını açtı.
“Vallahi, bana hiçbir adam yaklaşmasın! Yoksa, ona bir ok saplarım!” deyince, gelenler dönüp takip etmekten vazgeçtiler.
Ebu Süfyan b. Harb, Kureyş müşriklerinin büyüklerinden bazılarıyla birlikte, oraya kadar geldi. Kinaneye:
“Ey adam! Bize ok atmaktan vazgeç. Seninle konuşacağız!” dedi.
Kinane ok atmayı bıraktı.
Ebu Süfyan, Kinane’nin yanına gelip üzerine dikildi ve:
“Sen doğru yapmadın!
Bir kadını halkın gözü önünde apaşikâryola çıkardın.
Halbuki, sen zahmet ve meşakkatlerimizi ve Muhammed’den başımıza gelenleri biliyorsun!
Onun kızını halkın gözü önünde böyle açıktan açığa aramızdan çıkarıp ona götürdüğün zaman, halk bunu uğradığımız musibetten ileri gelen bir zillet eseri, zaafımızın ve güçsüzlüğümüzün bir neticesi sanacaktır.
Hayatıma yemin ederim ki; Zeyneb’in babası yanına gönderilmeyip Mekke’de tutulmasına bizim için hiçbir hacet ve zaruret yoktur.
Bunda, bizim için, bir öç alma da sözkonusu değildir.
Sen beni dinle de, kadını şimdi geri çevir!
Söylentiler, sesler kesildikten, bizim onu geri çevirdiğimiz halk arasında konuşulmaya başladıktan sonra, gizlice Mekke’den çıkar, babasına kavuştur!” dedi.
Kinane de böyle yaptı.
Birkaç gece Mekke’de oturduktan ve itiraz seslerinin ardı arkası kesildikten sonra, bir gece, Hz. Zeyneb’le birlikte yola çıktı.
Onu, Ye’cec’de bulunan Zeyd b. Harise ile arkadaşına teslim etti. Onlar da, Hz. Zeyneb’i Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirdiler.[621]
Velid b. Velid’in Mekke’de Tutuklu Bulunan Ayyâş b. Ebi Rebia İle Seleme b. Hişam’ı Kurtarıp
Medine’ye Getirişi
Bedir esirleri arasında bulunup kurtulmalık akçesi ödendikten sonra, kardeşleri tarafından Mekke’ye götürülürken Cuhfe’den Medine’ye kaçarak Müslüman olan Velid b. Velid b. Mugîre’ye, Peygamberimiz Aleyhisselam Ayyaş b. Ebi Rebia ile Seleme b. Hişam’ın durumunu sormuştu.[622]
O da:
“Ben onları birinin ayağı diğerinin ayağına bağlanmış oldukları halde[623] bırakmıştım!” dedi.[624]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Benim için, Ayyaş b. Ebi Rebia ile Seleme b. Hişam’a kim gider?” diye sordu.
Velid b. Velid:
“Senin için, onlara ben giderim yâ Rasûlallah!” dedi.[625]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Velid![626] Sen Mekke’ye kadar[627] git!
Demirci filanın evine in!
O, Müslüman olmuştur. Onun evinde gizlen![628]
Ayyaş ve Seleme ile buluşmaya çalış![629]
Onlara, senin benim elçim olduğunu ve kendilerine benim yanıma gelmelerini emrettiğimi, Allah’ın hiç şüphesiz bu yolda onlara yardım ve kolaylık ihsan buyuracağını haber ver!” buyurdu.[630]
Velid b. Velid, Mekke’ye gitmek üzere, hemen yola çıktı.
Gizlice, Mekke’ye vardı.
Mekke’de rastladığı, yemek taşıyan bir kadına:
“Sen, nereye gitmek istiyorsun?” diye sordu.
Kadın da:
Ayyaş ve Seleme’yi kastederek:
“Şu iki tutukluya gidiyorum!” dedi.
Velid b. Velid, kadının ardından gitti ve onların yerlerini öğrendi. Ayyaş b. Ebi Rebia ile Seleme b. Hişam, tavansız bir odanın içinde hapsedilmiş idiler.
Velid b. Velid, akşam olunca, onların yanlarına indi.
Aldığı taşı ayaklarının altına koyup kılıçla ayak bağlarını kestikten sonra, onları devesinin üzerine bindirerek Medine yolunu tuttu.[631]
Kureyş müşriklerine onların kaçtıkları haberi gelince, Halid b. Velid, kavminden bazı kişilerle birlikte hemen aramaya çıktı. Usfan’a kadar gittilerse de, ne izlerine rastladılar, ne de kendileri hakkında bir haber alabildiler.
Velid b. Velid ve arkadaşları, deniz yolunu tutarak Emec’in üzerine ulaştılar ki, bu, Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine’ye hicret ederken tutmuş olduğu yoldu.
Müşrikler tarafından yakalanmak ve dinlerinden döndürülmek korkusu ile, hiç durmadan dinlenmeden yola devam ettiler.[632]
Velid b. Velid, hep yaya olarak yürüdüğü için, ayaklan yarıldı.[633]
Medine’nin Harre mevkii arkasına gelip kavuştukları zaman,[634] Velid b. Velid’in ayağı sürçtü (kaydı), parmağı yarıldı, kanamaya başladı.
Velid b. Velid:
“Sen ancak kanayan bir parmak değil misin?
Başına gelen ise, Allah yolunda olan birşeydir!” dedi.[635]
Medine’ye bir mil uzaklıktaki Ebu İnebe kuyusu yanında vefat etti.[636]
Yüce Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Ümmü Seleme, akrabası olan Velid b. Velid hakkındaki mersiyesinde şöyle demiştir:
“Ey göz, ağla Velid b. Velid b. Mugîre’ye ki, onun gibi bir zât kavim ve kabileye yeter!”[637]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Ümmü Seleme! Böyle söyleme! Fakat, ‘Bir gün bakarsın ki, ölüm baygınlığı gerçek olarak gelmiş, İşte bu, senin kaçıp durduğun şeydir (denilmiştir)’ [Kaf: 50/19] de!” buyurdu.[638]
[1] Taberî, Tefsîr, c. 4, s. 75, Râgıb, Müfredâtü’l-Kur’ân, s. 38, Yakût, M u’cem u’l -buldan, c. 1, s. 3 58.
[2] Taberî, Tefsîr, c. 4, s. 75.
[3] Belâzurî’ye göre (Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 288).
[4] Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, c. 1, s. 358.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/265.
[5] Enfâl: 7-8.
[6] Kamer 45.
[7] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 25, Taberî, Tefsir, c. 27, s. 108, Ebu’l-Fidâ, Tefsir, c. 4, s. 266, Beydâvî, Tefsir, c. 2, s. 439, Ebussuud.Tefsîr, c. 8, s. 174.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/265-266.
[8] Enfâl: 42.
[9] Enfâl: 5-6.
[10] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 288.
[11] İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 482, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 20, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 189, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 588, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 346.
[12] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1601-1602, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, t 6, s. 17.
[13] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 47, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 588.
[14] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8, s. 457, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 405, Ebu Dâvud, Sünen, c. 1, s. 161, İbn Abdilberr, İstiâb, t 4, s. 1965, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 7, s. 408.
[15] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/266-268.
[16] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 27,28.
[17] İbn İshak, İbn Hişam, Sire, c. 2, s. 257, Belâzurî, E nsâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 288, Taberî, Târîh, c. 2, s. 267, İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 107, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 116, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 241, Zehebî, Megâzî, s. 31, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 256.
[18] İbn İshak, İbn Hişam, c. 257, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 28,İbnHazm, s. 107, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 116, İbn Seyyid.c.1 , s. 241, Zehebî s. 31, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 256, İbn Haldun, Târîh, c. 2,ks. 2, s. 19.
[19] İbn İshak, İbn Hişam, c.2, s. 257, İbn Hazm.s. 107, İbn Esîr, c.2, s. 116, İbn Seyyid, c. 1, s. 241, Zehebî, Megâzî, s. 31 .
[20] Taberî, Târîh, c.2, s. 267, İbn Hazm,s.1O7, İbn Esîr, c. 2, s. 11 6, İbn Seyyid, c. 1, s. 241.
[21] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 107, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 19.
[22] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 35, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 400, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 184-185, c. 5, s. 2, 3, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 203, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 258-259.
[23] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 28, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 290.
[24] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.2, s. 258, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 28, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 290.
[25] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 28, Belâzurî, E nsâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 290.
[26] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.2, s. 258, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 28, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 290.
[27] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 28, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 290.
[28] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 258, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 242, Zehebî, Megâzî, s. 31, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 257.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/268-270.
[29] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 2, s. 258-260, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 29-30, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ, c. 8, s. 43-44, Taberî, Târîh,c.2,s.270,271,Hâkim,Müstedrek,c.3, s. 19, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 116-117, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 242-243, Zehebî, Megâzî, s. 53-54, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 257.
[30] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/270-273.
[31] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.2,s. 260-261, Taberî, Târih, c. 2, s. 271-272, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 117-118, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 243-244, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 257-258.
[32] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 400, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 1 84-1 85, c. 5, s. 3, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 203, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 258-259.
[33] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 31-33.
[34] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 39, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 290, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 32, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 118, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 260.
[35] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 39, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 290, İbn Esîr, c. 2, s. 118, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 260.
[36] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 39, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 290, İbn Esîr, c. 1, s. 118.
[37] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 32, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 260.
[38] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 39, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 290, İbn Esîr, c. 2, s. 118, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 260.
[39] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 39, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 290.
[40] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 39, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 290, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 32.
[41] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 32, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 260.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/273-275.
[42] Vâkıdî, Megâzî.c.1, s. 35,İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 467.
[43] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/276.
[44] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 41, 42, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 291.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/276-277.
[45] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 270, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 42, Belâzuıf, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 292, Taberî, Târîh, c. 2, s. 275-276, İ bn Esîr, Kâ m il, c. 2, s. 121, İ bn Seyyid, U yûnu ‘l-ese r, c. 1 , s. 2 50, E bu ‘I-F idâ, eI-Bid âye ve’n-nih âye, c. 3, s. 265 -266.
[46] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 42-43.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/278-279.
[47] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre.c.2, s. 270, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 43, 44, Taben, Târih, c. 2, s. 276.
[48] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 43.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/279-280.
[49] İbn İsfıak.İbnHişam, Sîre.c.2, s. 271, Vâkıdî, c. 1,s.44,İbn Sa’d, c. 2, s. 14.
[50] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 4 4-45, İ bn Sa’d, Taba kâtül-kübrâ, c. 2, s. 14.
[51] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 45, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 14.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/280-281.
[52] Vâkidr, Megâzî, c. 1, s. 1 44-1 45, İbn Habto, Kitâbu’l-muhabber, s. 161,162, İbn Seyyid, Uvûnu’l-eser, c. 1, s. 249, 250.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/281-282.
[53] İbrı İshak.İbnHişam, Sîre,c.2, s. 271, Taberî, Târih, c. 2, s. 276, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 266.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/282.
[54] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.2, s. 263.
[55] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 23, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 12, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 288.
[56] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 12, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1,s.288.
[57] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 12.
[58] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.2, s. 263.
[59] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 12.
[60] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 12, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 289, Ta ben, TârfVı, c. 2, s. 296, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 245,246.
[61] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 263, İbn Seyvid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 246, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 260.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/283.
[62] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.2, s. 264.
[63] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 21, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 288.
[64] Vâkidf, Megâzî, c.1, s. 21, İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 149-150, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 36.
[65] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 22-23.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/284-285.
[66] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 264, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 26, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 12, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 289.
[67] Vâkidi, Megâzi, c. 1, s. 2 6, İ bn Sa’d, Tab akât, c. 2, s. 12, Bel âzurf, E nsâbu’l-eşrâ f, c. 1, s. 28 9.
[68] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 264, Vâkıdî, Megâzî, c. 1 , s. 24, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 12, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 289.
[69] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 21, Ahmed b.Hanbel, Müsned.c.1, s. 422.
[70] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 264, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 24, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 289.
[71] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 24-27, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 289.
[72] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 24.
[73] Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 371.
[74] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 610.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/285-287.
[75] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 333-341 , Vâkıdî, Megâzî, c. 1 , s. 153-156, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 6-408, İbn Haim, Cevâmiu’s-Sîre, s. 114-123, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 272-274.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/287.
[76] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.2, s. 341-342, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 157, İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 409-418.
[77] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 157, İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 41 741 8.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/287-291.
[78] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/291-293.
[79] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 342-362, Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 156-172, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 419-601.
[80] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 263.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/293-301.
[81] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 26, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 20, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 79, Bevtıakf, Sünenü’l-kübrâ, c.9,s.57.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/301.
[82] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 47.
[83] Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 534-535, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1, s. 418.
[84] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s.535, Ahmed b.Hanbel, Müsned, c. 6, s. 149,Müslim, Sahih, c. 3, s. 1449-1450, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 359.
[85] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/301-303.
[86] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.2, s. 264.
[87] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 26.
[88] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.2, s. 264-266.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/303-304.
[89] İ bn İ shak, İ bn H işam, S ine, c. 2, s. 2 69, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 41 , Tabe rf, T â rıh, c. 2, s. 275, Bey hakf, D e lâi lü’n-nübü v ve, c. 3, s. 33, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 250, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 265.
[90] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.2, s. 269, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 40
[91] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.2, s. 269.
[92] Vâkıdi, Megâzî, c. 1, s. 41.
[93] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 269-270, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 41, Taberî, Târih, c. 2, s. 275, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 33, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 250, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 265, İbn Haldun, TânTı, c. 2, ks. 2, s. 19-20.
[94] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 2, s. 270, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 41, Taberî, c. 2, s. 275, Beyhakî, Delâilü’n-nübüwe, c. 3, s. 33, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 250, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 265.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/304-305.
[95] İ bn İ shak, İ bn H işam, Sîre, c. 2, s. 2 66, Vâk ıdf, Megâzî, c. 1, s. 48, Tabe rf, T ârfh, c. 2, s. 273, Bey hakf, D e lâl lü’n-nübü v ve, c. 3, s. 33-34, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 120, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 247.
[96] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 293.
[97] Zemahşerf, Keşşaf, c. 2, s. 143, Fahru’r-Râzî, Tefsir, c. 15, s. 126, Neseff, Medârik, c. 2, s. 94, 95, Hâzin, TefsTr, c. 2, s. 385, Ebussuud, Tefsîr, c. 4, s. 5.
[98] İ bn İ shak, İ bn H işam, Sîre, c. 2, s. 2 66, Vâk ıdf, Megâzî, c. 1, s. 48, Tabe ıf, T ârfh, c. 2, s. 273, Bey hakf, D e lâi lü’n-nübü v ve, c. 3, s. 34, İbn Esîr, Kâm il, c. 2, s. 120, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 247, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 262.
[99] İbn İshak.İbnHişam, Sîre.c.2, s. 266, Vâki d f, Megâzî, c. 1, s. 48, Taberî, Târih, c. 2, s. 273, 274, Ebu Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ, c. 1, s. 173, Beyhakî, Delâilü’n-nübüwe, c. 3, s. 34, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 120, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 247, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 262.
[100] İ bn İ shak, İ bn H işam, Sîre, c. 2, s. 2 67, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 48, Tabe rf, T ârfh, c. 2, s. 274, Beyhakî, D e lâi lü’n-nübü v ve,c. 3, s. 34, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 120, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 247, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 262.
[101] İbn İshak, İbn Hişam , c. 2, s. 267, Taberî, c. 2, s. 274, Beyhakî, c. 3, s. 34, İbn Esîr, c. 2, s. 1 20, İbn Seyyid, c. 1, s. 247,Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 262.
[102] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 267, Vâkıdî, c. 1, s. 4849, Taberî, c. 2, s. 274, Beyhakî, c. 3, s. 34, İbn Esîr, c. 2, s. 120, İbn Seyyid, c. 1, s. 247, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 262.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/306-308.
[103] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 267-268, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 50-51 , Taberî, Târih, c. 2, s. 274-275, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 248-249, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 264.
[104] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/308-309.
[105] İbn İshak, İbnHişam, Sîre, c. 2, s. 268-269, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 52-53, Taben, Târih, c. 2, s. 275, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvE.c. 3, s. 43, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 119-120, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1 , s. 249, Zehebî, Megâzî, s. 32-33, Ebu’l-Fidâ,el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 265.
[106] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 269, Vâkıdî, c. 1, s. 53, Taberî, c. 2, s. 275, İbn Esîr, c. 2, s. 119-120, İbn Seyyid, c. 1 , s. 249, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 265.
[107] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 53.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/309-311.
[108] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 271, Taberî, c. 2, s. 276, Beyhakî, c. 3, s. 34-35, İbn Esîr, c. 2, s. 121, İbn Seyyid.c.1, s. 251, Zehebî, s. 33, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 266.
[109] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 272, Taberî, c. 2, s. 276, Beyhakî, c.3, s. 34-35, İbn Seyyid, c. 1, s. 251.
[110] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 567, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, t 1, s. 293.
[111] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 293.
[112] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 53, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 15.
[113] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 567.
[114] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/312.
[115] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 272, Taberî, Târîh, c. 2, s. 277, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 35, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 122, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 251, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 292.
[116] Vâkidt, Megâzî, c.1, s. 55, İbn Sa’d.Tabakât, c. 2, s. 15.
[117] İbn İsfıak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 272-273, Vâki dî, Megâzî, c. 1, s. 49, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 1 5, Ta ben, Târih, c. 2, s. 277, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 44, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 122, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 252, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 268.
[118] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 55, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 15, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 44, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 255
[119] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 5, İ bn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 15.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/313.
[120] Vâkıdî, c. 1, s. 58, İbn Sa’d, c. 2, s. 14-15, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 293.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/313-314.
[121] Vâkıdî, c. 1, s. 71-72, İbn Sa’d, t 2, s. 14, Beyhakî, c. 3, s. 70, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 274.
[122] Vâkıdî, c. 1. s. 71-72, İbn Sa’d, c. 2, s. 14, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1 , s. 378.
[123] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 287, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 274, Diyarbekrî, c. 1, s. 378.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/314.
[124] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 244, Alâüddin Ali, Kenzu’l-ummâl, c. 10, s. 403.
[125] Alâüddin Ali, Kenzu’l-ummâl, c. 10, s. 403.
[126] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 245, Alâüddin Ali, Kenzu’l-ummâl, c. 10, s. 403.
[127] Alâüddin Ali, Kenzu’l-ummâl, c. 10, s. 403.
[128] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 245, Alâüddin Ali, Kenzu’l-ummâl, c. 10, s. 403.
[129] Alâüddin Ali, Kenzu’l-um mâl, c. 10, s. 403.
[130] İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 245, Alâüddin Ali, Kenzu’l-ummâl, c. 10, s. 403.
[131] Alâüddin Ali, Kenzu’l-ummâl, c. 10, s. 403404.
[132] İbn Hacer. el-İsâbe. c. 2. s. 245. Alâüddin Ali. Kenzu’l-ummâl. c. 10. s. 404.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/314-315.
[133] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 26, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 2203, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 58, Nesâî, Sünen, c. 4, s. 109, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 48.
[134] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 1,s.26, c. 3, s. 219, Ebu Dâvud, c. 3, s. 58, Beyhakî, Delâil, c. 3, s. 48.
[135] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 219, Müslim, c. 3, s. 1404, Ebu Da\ud, c. 3, s. 58.
[136] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 219, Müslim, c. 3, s. 1404, Ebu Da\ud, c. 3, s. 58.
[137] Müslim, c. 4, s. 2203, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 48.
[138] Ebu Dâvud, Sünen, c.3,s. 58.
[139] Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 3, s. 219, Müslim, c. 3, s. 1 404, Ebu Dâvud, c. 3, s. 58, Beyhakî, c. 3, s. 48.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/315.
[140] Taberî, Tefsîr, c. 9, s. 194,197, Zemahşerî, Keşşaf, c. 2, s. 147, Fahru’r-Râzî, Tefsir, c.15, s. 1 33, Nesâî, Medârik, c. 2,s. 97, Ebu’l-Fidâ, Tefsir, c. 2, s. 291 , 292, Beyzâvî, Tefsir, c. 1, s. 387, Ebussuud, Tefsir, c. 4, s. 9.
[141] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 117-138, Taberî, Târîh, c. 2, s. 269, Tefsir, c. 9, s. 194-195, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 278, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 75.
[142] Enfâl: 11.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/316-317.
[143] Vâkıdı,Megâzî,c.1,s. 61.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/317.
[144] Belâzuırî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 292.
[145] İbn İshak, İbn Hişam, Sire, c. 2, s. 274, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 62, Taberî, Târîh, c. 2, s. 277, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvıe,
c. 3, s. 64, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 123, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 253, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 269.
[146] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 62.
[147] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 274, Taberî, Târih, c. 2, s. 278, İbn Seyyid, Uyunu’l-eser, c. 1,s. 253, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 269.
[148] İbn İshak, İbn Hişam.c. 2, s. 274, Ta beri, c. 2, s. 278, Beyhakî, c. 3, s. 64, İbn Seyyid, c. 1, s. 253, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 269.
[149] İbn İshak, İbn Hişam.c. 2, s. 274, Vâkıdî, c. 1, s. 62, Taberî, c. 2, s. 278, Beyhakî, c. 3, s. 64, 65, İbn Esîr, c. 2, s. 123, İbn Seyyid, c. 1, s. 253, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 269.
[150] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 62.
[151] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre c . 2, s. 274, Taberî, Târîh, c. 2, s. 278, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 65, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 123, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 253, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 269.
[152] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 62.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/317-319.
[153] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 274, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 63, Taberî, Târîh, c. 2, s. 278, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 65, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 123-124, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 253, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 270.
[154] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 274, Taberî, Târih, c. 2, s. 278, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c.3,s. 65-66, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 124, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 253-254, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 270.
[155] Zübeyr B. Bekkâr, Cemheretu Nesebi Kureyş, c. 1, s. 359-360, Taberî, Târîh, c. 2, s. 278, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3,5.270-271 .
[156] Vâkıdî, Megâzî, c. 1,s. 60.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/319-322.
[157] İbn İshak, İbn Hişam, Sire, c. 2, s. 275-276, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 64-65, Taberî, Târîh, c. 2, s. 279, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 65-66, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 1 24, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, t 1, s. 253-254, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3. s. 270.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/322-323.
[158] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 395, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1414, Zehebî, Siyeru a’lâm i’n-nübelâ, c. 2, s. 262.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/323.
[159] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 15.
[160] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 2, s. 278, Vâkidî, Megâzî, c. 1, s. 56, Taberî, Târih, c. 2, s. 280, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 484, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 271 .
[161] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 516.
[162] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 278, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 484, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 271 .
[163] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 278, Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 57, Taberî, Târih, c. 2, s. 280, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 484, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 271.
[164] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 278, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 271, Diysrbekrf, Târîhu’l-hamîs, c. 1 , s. 379.
[165] İbn İshak, İbn Hisam, c. 2, s. 278, Vâkıdî, c.1 , s. 57, Taberî, c. 2, s. 280, İbn Esîr, c. 2, s. 484, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 271.
[166] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 516.
[167] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 278, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 57, İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 516, Taberî, Târih, c. 2, s. 280, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 484, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye-ve’n-nihâve, c. 3, s. 271 .
[168] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 516.
[169] İbn İshak, İbn Hisam, c. 2, s. 278, Vâkıdî, c.1 , s. 57, Taberî, c. 2, s. 280, İbn Esîr, c. 2, s. 484, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 271.
[170] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 278, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe., c. 2, s. 484 Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 271.
[171] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 278, Vâkıdî, c.1 , s. 57, İbn Esîr, c. 2, s. 484, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 271.
[172] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 278, Vâkıdî, c.1 , s. 57, Taberî, c. 2, s. 280, İbn Esîr, c. 2, s. 484, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 271.
[173] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 278, Taberî, c. 2, s. 280, İbn Esîr, c. 2, s. 484, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 271.
[174] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 57.
[175] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 484, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 271.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/323-325.
[176] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 278, Taberî, c. 2, s. 280.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/325.
[177] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 273, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 59, Taberî, Târih, c. 2, s. 277, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c.3,s.35,İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 122-123, Zehebî, Megâzî, s. 80, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 268.
[178] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 30, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 601-602, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1383-1384, Tirmizi, Sünen, c. 5, s. 269, Taberî, Târih, c. 2, s. 280, Beyhâki, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 51.
[179] Enfâl: 9.
[180] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 279, Beyhakî, Delâilü’n-nübüwe, c. 3, s. 54, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 255, Zehebî, Megâzî, s. 37, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye vıe’n-nihâye, c. 3, s. 276.
[181] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 279, Vâkıdî, c. 1, s. 81 , Taberî, c. 2, s. 281, Beyhakî, c. 3, s. 54, İbn Esîr, c. 2, s. 125-126, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 255, Zehebî, Megâzî, s. 37, E bu’l-Fidâ, c. 3, s. 276.
[182] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 1 4, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 54, İbn Seyyid, c. 1, s. 256.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/325-326.
[183] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 75,76, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 16.
[184] Vâkidi, 11, s. 76, İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 23,1 03.
[185] Taberî, Târih, c. 2, s. 283, Zehebî, Megâzî, s. 39.
[186] Vâkidi, c. 1, s. 76, İbn Sa’d, c. 3, s. 23, 103.
[187] İbn Sa’d. Tabakât. c. 3. s. 568.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/327.
[188] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 117, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 278, Heysemî, Meanau’z-zevâid, c. 6, s. 75-76.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/327-328.
[189] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 406.
[190] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre,c.2, s. 341.
[191] İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 406.
[192] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/328.
[193] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 273, 274, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 61 , Taberî, Târih, c. 2, s. 277, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 123, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, t 1, s. 252, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 268.
[194] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 274, Taberî, Târîh, c. 2, s. 277, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 123, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 252, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 268.
[195] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/328-329.
[196] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 276, 277, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 68, Taberî, Târih, c. 2, s. 276, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 124, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 254, Zehebî, Megâzî, s. 36, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 273.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/329.
[197] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 278, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 67, Taberî, Târîh, c. 2, s. 280, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 125.
[198] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 278, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 498, Buhârî, Sahih, c. 3, s. 227, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 155, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 1 25, Zehebî, Megâzî, s. 66.
[199] Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 52, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 155.
[200] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 279, Taberî, Târîh, c. 2, s. 281, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1214, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 1 26, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 1 , s. 257, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 278.
[201] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 565, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 1 36-137, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1510, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 426
[202] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 565.
[203] Hadid: 21.
[204] İbn Sa’d, Tabakât, c. 3, s. 565, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.3,s. 137, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1510, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 426, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 43, Zehebî, Megâzî, s. 66.
[205] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/330-331.
[206] Enfal: 15-16.
[207] Enfal: 45-47.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/331.
[208] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 578, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1282, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 406.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/332.
[209] Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 66- 67.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/332.
[210] Taberî, Tefsîr, c. 9, s. 208, Etau’l-Fidâ, Tefsir, c. 2, s. 296.
[211] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 280, Vâkıdî, Megâzî, c.1 , s. 70, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 431, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 129, Taberî, Târîh, c. 2, s. 281, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvıe, c. 3, s. 74, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 257, Zehebî, Megâzî, s. 68, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 282.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/332-333.
[212] Vâkıdî, Megâzî, d, s. 70.
[213] Vâkıdî, Megâzî, c. 1 , s. 57, İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 2, s. 16, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 55, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 256, Zehebî, s. 62.
[214] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre,c.2, s. 286, Taberî, Târih, c. 2, s. 284, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1,s.26O.
[215] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 76, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 16
[216] Musa b.Ukbe’nin M egâzîsinden naklen Zehebî, Megâzî, s. 80, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 71.
[217] Musa b. Ukbe’nin Megâzîsinden naklen Zehebî, Megâzî, s. 80.
[218] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 70-71, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 283.
[219] Enfâl: 44.
[220] Âli-İmran: 123-124.
[221] Enfâl: 48.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/333-334.
[222] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 95, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 80, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 283-284.
[223] Hayzum; Cebrail Aleyhisselamın atı nın adıdır (E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 281).
[224] İbn İshak. İbn Hişam. Sîre, c. 2, s. 285, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 76, 77, Taberî, Târih, c. 2, s. 283, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 129, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 259-260, Zehebî, Megâzî, s. 39, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 279-280.
[225] Vâkıdî, Megâzî, c. 1,s. 77.
[226] İbn İshak, İbn Hişam, Sire, t 2, s. 28 6, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 76, Taberî, Tefsir, c. 4, s. 77, Beyhakî, D e lâi lü’n-nübüv ve, c. 3, s. 81, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 260, Zehebî, Megâzî, s. 40, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 280.
[227] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 492, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 400, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 76.
[228] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 492.
[229] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 492, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 400, İbn Esid, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 76.
[230] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 76, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 57, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 281.
[231] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 80, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 61 , Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, C. 3, S. 281.
[232] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 2, s. 286, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 450, Taberî, Târih, c. 2, s. 283, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4,s.1644, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 5, s. 95, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 260.
[233] Taberî, Târih, c. 2, s. 283-284. Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 409, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 129.
[234] Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1384-1385.
[235] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 79, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 281.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/334-337.
[236] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 281, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1 , s. 10-11, Taberî, Târîh, c. 2, s. 282, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 140-1 41, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 1 28-1 29, Zehebî, Megâzî, s. 90-91.
[237] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.2,s. 281-282, Taberî, Târih, c. 2, s. 282, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1459-1460, İbn Esîr,Usdu’l-gâbe, c. 5, s. 64-65, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 285.
[238] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 81.
[239] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 117, Zehebî, Megâzî, s. 65, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 278, Heysemî,Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 76.
[240] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 12, Ahmedb. Hanbel, Müsned,c. 1 ,s. 353, Taberî, Târih,c. 2, s. 288,289, Ebu Nuaym ,Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 471-472.
[241] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 12.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/337-341.
[242] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 16.
[243] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 65, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 16, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 296, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c.1,5.257.
[244] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 279, Taberî, Târih, c. 2, s. 281, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1486, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 5, s. 280.
[245] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 219, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 16.
[246] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1486, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 5, s. 280.
[247] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1486.
[248] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 5, s. 280.
[249] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 279, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 65, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 17, Taberî, Târih,c. 2, s. 281, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 308, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 1 26, İbn Seyvid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 257, Zehebî, Megâzi, s.37, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 304.
[250] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 279, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 65, Taberî, Târih, c. 2, s. 281, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1 , s. 308, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1 , s. 425, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 257.
[251] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 65, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 17, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 425, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 257.
[252] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 279, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 65, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 17, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 308, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 425, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 274.
[253] İbn İshak İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 279, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 65, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 17, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf,c. 1, s. 296, Taberî, Târih, c. 2, s. 281 , İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 308, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 425, İbn Seyyid, Uyunu’l-eser,c. 1, s. 257, Zehebî, Megâzî, s. 37, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 274.
[254] Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 3, s. 260, Buhâri, Sahih, c. 3, s. 206, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 327, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c.9,s.167.
[255] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 215, Buhârî, Sahih, c. 3, s. 206, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 167, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 308, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 425.
[256] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 210, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 327.
[257] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 215, Buhârî, Sahih, c. 3, s. 206, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 327, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 308, İbn Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 327.
[258] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 215, Buhâri, Sahih, c. 5, s. 9, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 327, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1 , s. 308.
[259] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 260, Buhâri, Sahih, c. 3, s. 206, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 167.
[260] Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 327.
[261] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 260, Buhâri, Sahih, c. 3, s. 206, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 167.
[262] Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 3, s. 260, Buhâri, Sahih, c. 3, s. 206, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 327, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c.9,s.167.
[263] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 1, s. 426.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/341-342.
[264] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 67.
[265] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 117, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 71 Zehebî, Megâzî, s. 65, Ebu’l-Fidâ, el- Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 278, Heysemî, Meanau’i-ievâid, c. 6, s. 76.
[266] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 277, Vâkıdî, Megâzî, c.1 , s. 68, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 17, Taberî, Târih, c. 2, s.279, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 72, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 125, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 54, Zehebî, Megâzî, s. 36.
[267] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 68, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 17, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 273.
[268] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 277, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s.68, Taberî, Târîh, c. 2, s. 279, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve,c. 3, s. 72, İbn Esîr, Kamil, c. 2, s. 125, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 254, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 273.
[269] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 68, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 17.
[270] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 277, Taberî, Târîh, c. 2, s. 279, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 72, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 254, Zehebî, Megâzî, s. 36, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 273.
[271] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 117, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 71, Zehebî, Megâzî, s. 65.
[272] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 277, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 68, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 17, Taberî, Târih, c. 2, s. 279, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 72, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 254, Zehebî, Megâzî, s. 36.
[273] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 117, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 72, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 278.
[274] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 68, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 17.
[275] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 277, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 117 Taberî, Târîh, c. 2, s. 279, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 71-72, İbn Esîr, Kâmil, c.2,s. 125, İbn Seyyid, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 254, Zehebî, Megâzî, s. 37, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 278.
[276] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 277, Taberî, Târîh, c. 2, s. 279, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 71-72, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 125, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 254, Zehebî, Megâzî, s. 37, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 273.
[277] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 68, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 17, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 273.
[278] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 277, Taberî, Târîh, c. 2, s. 279, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 255, Zehebî, Megâzî, s. 37, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 277.
[279] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 277, Taberî, Târih, c. 2, s. 279, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 125, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 255, Zehebî, Megâzî, s. 37, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 277.
[280] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 69, Taberî, Târih, c. 2, s. 279.
[281] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 274.
[282] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 69-70, Taberî, Târih, c. 2, s. 279, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 188, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 125, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 274, Diyarbekri, Târîhu’l-hamîs, c.1, s. 278.
[283] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 188, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1021, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 557.
[284] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 50, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 188, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1021, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 554.
[285] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1021, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 554.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/343-346.
[286] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 71, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 283.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/346-347.
[287] Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 414.
[288] İbn Abdilberr, jstiâb, c. 2, s. 825, Halebî, İnsanu’l-uyûn, c. 2, s. 414.
[289] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 824, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 414.
[290] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.2, s. 291, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 291-292.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/347.
[291] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 2, s. 280, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 81, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 126, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 257, Zehebî, Megâzî, s. 37, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 281.
[292] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s.281, Vâkıdî, Megâzî,c. 1, s. 81, Beyhakî, Delâilü’n-nübüwe, c. 3, s. 81, İbn Esîr, Kâmil, c .2, s. 126, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 257, Zehebî, Megâzî, s. 37, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 281.
[293] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 81.
[294] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s.280, Vâkıdî, Megâzî,c. 1, s. 81, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 81, İbn Esîr, Kâmil,c. 2, s. 126, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 2, 7, Zehebî, Megâzî, s. 37, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 284.
[295] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s.81, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 257,Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c.3, s. 284, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 84.
[296] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 280, Taberî, Târîh, c. 2, s. 281, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 81, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 126, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 257, Zehebî, Megâzî, s. 37, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 284.
[297] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 280, Taberî, Târîh, c. 2, s. 281, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 81, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 126, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 257, Zehebî, Megâzî, s. 37, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 281
[298] Entâl: 12-13.
[299] Entâl: 17.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/347-348.
[300] Entâl: 44.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/349.
[301] İbrı Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 23, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 126.
[302] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 26, c. 1, s. 223, Bevtıakf, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 49, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihale, c. 3, s. 275-276.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/349.
[303] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 2, s. 284, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 83, Taberî, Târîh, c. 2, s. 283, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 127, Zehebî, Megâzî, s. 37, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 286.
[304] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 86-87.
[305] Vâkıdı, Megâzı, c. 1, s. 92-93.
[306] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 91 -92.
[307] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 622.
[308] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 288.
[309] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 622.
[310] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 288, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 622.
[311] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s:. 97.
[312] İbn EsPr, Usdu’l-gâbe, c. 5, s:. 203.
[313] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 286-287.
[314] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 1 93, Buhârî, Sahih, c. 4, s:. 22, c. 5, s:. 11, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1372, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3,5.1413.
[315] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 287, Taberî, Târih, c. 2, s. 284.
[316] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 287, Taberî, Târih, c. 2, s:. 284, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s:. 84, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1410, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 5, s. 202, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 260, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3,s:. 287.
[317] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s:. 287, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s:.87, Taberî, Târih, c. 2, s:. 284, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s:. 84, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1410, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 5, s. 202, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 260, Zehebî, Megâzî, s:. 40, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 287.
[318] Vâkıdî, Megâzî, c. 1,s. 87.
[319] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 287, Taberî, Târih, c. 2, s:. 284, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s:. 84, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 141 0, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 5, s:. 202, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s:. 260, Zehebî, Megâzî, s. 40, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 2, s. 287.
[320] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 287, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s.87, Taberî, Târih, c. 2, s:. 284, Beyhakî,Delâilü’n-nübüvve,s:. 3, s. 84-85, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 141 0, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 1 27, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 260-261, Zehebî, Megâzî, s. 40, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 287.
[321] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 87.
[322] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 11 5, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 6, 20, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 86, Zehebî, Megâzî, s. 70, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 288.
[323] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 115, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 6, 20.
[324] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.3, s. 115, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 6, Zehebî, Megâzî, s. 70, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 288.
[325] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 288-289, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 89-90, Taberî, Târîh, c. 2, s. 284, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 85-86, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 127, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 261 , Zehebî, Megâzî, s. 41, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 288.
[326] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 90, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 299, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 127.
[327] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 20.
[328] M. Âam Koksal, İslâm Târihi, c. 1,18, Mekke Devri, c. 1 , s. 87-90’da Mutayyibfn ve Ahlâf hakkında izahat vardır.
[329] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 90, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 299, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 127.
[330] Ahmed b. H anbel, M üsned, c. 1, s. 444, Zehebî, Megâzî, s. 70-71, E bul -F id â, el -B idâye ve’n-nihâ ve, c. 3, s. 288-289.
[331] İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 1 27, Zehebî, Megâzî, s. 71, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 289.
[332] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.2,s. 289, Taberî, Târih, c.2,s. 284, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 86, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 261.
[333] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 444, Zehebî, Megâzî, s. 71, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c.3, s. 289, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 88.
[334] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 444, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 88, Zehebî, Megâzî, s. 71, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 289.
[335] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 1428, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 5, s. 223.
[336] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 5, s. 223, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 441
[337] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 141, Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, c. 1, s. 67.
[338] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 85, 86, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 14, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 290.
[339] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 290, Vâkıdî, Megâzî, c. 1 , s. 93, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 188, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 98, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1080, İbn Hazm, Cevâmiu’s-are, s. 113, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 262, Zehebî, Megâzî, s. 74, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 290.
[340] Beni Kelb b. Avf b. Ka’b b. Amr b. Leylerden olup Benf Âmir b. Lüeyierin müttefiki, antlaşmalıa idi (İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 2,5.372).
[341] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 86.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/349-358.
[342] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 283, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 82, Taberî, Târih, c. 2, s. 282, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvıe, c. 3, s. 91, Zehebî, Megâzî, s. 39, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 286.
[343] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 283, Taberî, c. 2, s. 282, Beyhakî, c. 3, s. 91, Zehebî s. 39, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 286.
[344] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 82.
[345] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 283, Vâkıdî, c. 1 , s. 82, Taberî, c. 2, s. 282, Beyhakî, c. 3, s. 91, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 286.
[346] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 82.
[347] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 283, Vâkıdî, c. 1 , s. 82, Taberî, c. 2, s. 282, Beyhakî, c. 3, s. 91, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 286.
[348] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 283, Taberî, c. 2, s. 282, Beyhakî, c. 3, s. 91, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s.. 286.
[349] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 91.
[350] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 283, Taberî, c. 2, s. 282, Beyhakî, c. 3, s. 91, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 286.
[351] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 82.
[352] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 283, Taberî, Târîh, c. 2, s. 282, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 91 , Ebu’l-Fidâ, el- Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 286.
[353] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 283-284, Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 83, Taberî, c. 2, s. 283, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 91, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 286.
[354] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 284, Taberî, c. 2, s. 283, Beyhakî, c. 3, s. 91, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 259, Zehebî, Megâzî, s. 39, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 286.
[355] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 284, Vâkıdî, c. 1, s. 83, Taberî, c. 2, s. 283, Beyhakî, c. 3, s. 91, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 259, Zehebî, s. 39, E bu’l-Fidâ, c. 3, s. 286.
[356] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 284, Zehebî, s. 39.
[357] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 284, Taberî, c. 2, s. 283, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 286.
[358] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c. 2, s. 284, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 83, İbn Esîr, Kâmil, t 2, s. 127, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 259, Zehebî, Megâzî, s. 39, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 286.
[359] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 284, Taberî, Târih, c. 2, s. 283, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 91, 92, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 259, Zehebî, Megâzî, s. 39, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 286.
[360] Buhârî. Sahih. c. 3. s. 60.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/358-362.
[361] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 329, Buhârî, Sahih, c. 3, s. 230, Taberî, Târih, c. 2, s. 280-281 , Tefsir, c. 27, s. 108- 109, Beyhakî, Delâilü’n-nübüwe, c. 3, s. 50, Zehebî, Megâzî, s. 60, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 276.
[362] Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 276.
[363] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 25, Taberî, Tefsîr, c. 27, s. 1 08, Ebu’l-Fidâ, Tefsîr, c. 4, s. 266, Beyzâvî, Tefsir, c. 2, s. 439, Ebussuud.Tefar, c. 8, s. 174.
[364] Ebu’l-Fidâ, Tefsîr, c. 4, s. 266, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 276.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/362.
[365] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 98, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 301.
[366] İbn İshak, İbnHişam, Sîre, c. 2, s. 280-281, Taberî, Târih, c. 2,s.281,İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 126, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 258, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 284.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/362-363.
[367] İbnİshak,İbnHişam, Sîre, c. 2, s. 374, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s.144,İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 2, s. 17-18, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1384-1385, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvıe, c. 3, s. 1 24, Zehebî, Megâzî, s. 37, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 300.
[368] E bu’l-Fidâ, Tefsir, c. 2, s. 293.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/363.
[369] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 29, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 8, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 92, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 283.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/363.
[370] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.2, s. 294, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 111,112, TaberP, Târîh, c. 2, s. 285.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/363-364.
[371] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 145, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 8, Müslim , Sahih, c. 3, s. 2203, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c.3, s.92,İbnEsîr, Kâm il, c. 2, s. 129, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c.1, s. 263, Ebu’l-Fidâ.el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 293, Heysem f, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 91.
[372] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 292, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 112,Taberî,Târih, c. 2, s. 285, Beyhakî,Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 92, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 129, Zehebî, Megâzî, s. 41, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 292.
[373] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 145, c. 4, s. 29, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 8, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 92, Zehebî, Megâzî, s. 72, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 293.
[374] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 293, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 112, Taberî, c. 2, s. 285, Zehebî, Megâzî, s. 42, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 292.
[375] Müslim, Sahih, c. 3, s. 2203, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 1, s. 263.
[376] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 292, Vâkıdî, c. 1, s. 11 2, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 29. Buhârî, c. 5, s. 8, Müslim , c. 3, s. 2203, Taberî, c. 2, s. 285, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve., c. 3, s. 92, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 129, Zehebî, Megâzî, s. 41, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 293.
[377] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 292, Vâkıdî, c. 1, s. 112, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 145, Buhârî, c. 5, s. 8, Müslim, c.3, s. 2203, Taberî, c. 2, s. 285, Beyhakî, c. 3, s. 92, İ bn Esîr, c. 2, s. 129, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1 , s. 263, Zehebî, s. 41, E bu’l-Fidâ,c.3, s. 293.
[378] Müslim, Sahih, c. 3, s. 2203.
[379] İbn İshak, İbn Hişam, Şfre, c. 2, s. 292, Vâkıdî, Megâzî, c.1 , s. 112, Müslim, Sahih, c.3, s. 2203, Taberî, Târih, c. 2, s.285, İ bn Esîr, Kâm il, c. 2, s. 129, İ bn Se yyid, U yûnu’l -e ser, c.1 , s. 393, Zeh ebf, M eg âzf, s. 41, E b u’l-F idâ, el-Bi dâye ve’ n-ni hây e, c. 3, s. 292.
[380] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 29, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 8, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 92, Zehebî, Megâzî, s. 72, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 293.
[381] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 145, c. 4, s. 29, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 8, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 2203, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s 92, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 263, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 293.
[382] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 292, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 112, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 170, Taberî, Târîh, c. 2, s. 285, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 129, Zehebî, Megâzî, s. 41, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 292.
[383] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 292, Vâkıdî, Megâzî, c. 1 , s. 112, İbn Esîr, Kâmil, c.2,s. 129, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c.3, s. 292.
[384] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 145, c. 4, s. 29, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 8, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 2203, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 92.
[385] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 292, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 112.
[386] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 292, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 1 70, Zehebî, Megâzî, s. 41.
[387] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 292, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 112, Taberî, Târîh, c. 2, s. 285, Zehebî, Megâzî, s. 41 ,Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ye’n-nihâye, c. 3, s. 292.
[388] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 292, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 145, c. 4, s. 29, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 8,Müslim, Sahîh, c. 3, s. 2203, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 92, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 263, Zehebî, Megâzî, s. 59,Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 293.
[389] Müslim, Sahîh, c. 3, s. 2203.
[390] Müslim, Sahîh, c. 3, s. 2203, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 92, Zehebî, Megâzî, s. 59, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 294.
[391] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 145, c. 4, s. 29, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 8, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s.293.
[392] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 145, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 8, Müslim , Sahîh, c. 3, s. 2203, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 92, Zehebî, Megâzî, s. 59, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 294.
[393] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 292, Ahmed b.Hanbel, Müsned, c.3,s. 145, Buhârî, Sahih, c. 5, s.8-9, Müslim, Sahih,c. 3, s. 2203, Taberî, Târîh, c. 2, s. 285, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 92, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 263, Zehebî, Megâzî, s. 59, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye, c. 3, s. 293.
[394] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c. 2, s. 292, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 2203, Taberî, Târîh, c. 2, s. 285, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 129, İbn Seyyid, Uyûn.c. 1, s. 263, Zehebî, Megâzî, s. 59, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 294.
[395] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 292, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 112.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/364-367.
[396] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 295, Taberî, Târîh, c. 2, s. 285, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 130, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 1, s. 264, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 301, 302.
[397] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 296, Taberî, Târih, c. 2, s. 286, Zehebî, Megâzî, s. 42, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 302.
[398] Vâkidi, Megâzî, c.1, s. 99, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 173.
[399] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,s.173.
[400] Vâkıdı, Megâzî, c. 1, s. 99, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 173, Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 225.
[401] Taberî, Târîh, c. 2, s. 286.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/367-368.
[402] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 113, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 26, 27,Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s.
131, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 304.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/368.
[403] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.2, s. 364, 365, Vâkıdî, Megâzî.d, s. 145-147, İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 17-18.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/368-369.
[404] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 112, Taberî, Târih, c. 2, s. 286.
[405] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 112.
[406] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 113.
[407] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/369-370.
[408] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.2, s. 297, Taberî, Târih, c. 2, s. 286.
[409] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 100-103.
[410] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 103, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 486, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 31 6.
[411] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 103.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/371-372.
[412] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 106-107.
[413] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 298, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 265, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s.305.
[414] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 298, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 107, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1 , s. 265, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye vE’n-nihâye, c. 3, s. 305.
[415] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 107.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/372-373.
[416] Ahmed b.Hanbel.Müsned, c. 1, s. 417, Buhârî, Sahih, 11, s. 65,131, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1418, Nesâî, Sünen, c. 1 , s. 162, Belâzurî, E nsâbu’l-eşrâf, c. 1 , s. 125, Zehebî, Târihu’l-İslâm, s. 215, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 44, Heysem f, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 16.
[417] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 204, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 240, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 274, Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 215.
[418] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 82, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 94.
[419] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 82.
[420] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 82, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 94.
[421] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 114, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 64, 65, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 305.
[422] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 114, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 64, 65, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 305.
[423] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 114, Beyhakî, Sünen ü’l-kübrâ, c. 9, s. 64, 65.
[424] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 2, s. 298, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 11 6, Beyhakî, Sünen ü’l-kübrâ, c. 9, s. 65, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 131, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 265, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 305.
[425] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 298, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 114, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 65.
[426] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 298, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 306.
[427] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 114, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 65.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/373-375.
[428] Çekirdeği çıkarıl mı ş hurma, tereyağı, yoğurt kurusu ve kavurulmuş unla iyice karıştırılarak yapılan yemektir (Ebu’l-Fidâ, eI-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 306, Fîruzâbâdî, Kâmûsu’l-muhft, c. 2, s. 21 7).
[429] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 298, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 11 6, Taberî, Târih, c. 2, s. 286, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 306.
[430] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 2, s. 298-299, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 114-116, Taberî, Târih, c. 2, s. 286-287, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1772, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 6, s. 322, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 306.
[431] İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 2, s. 299, Taberî, Târih, c.2,s. 287.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/375.
[432] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 114, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 131, E bu’l-Fidâ el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 304.
[433] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.2, s. 296, Taberî, Târih, c. 2, s. 287.
[434] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 296, Taberî, Târih, c. 2, s. 88, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvıe, c. 3, s. 1 87, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 130, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 265.
[435] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 114, 115.
[436] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 296-297, Vâkıdî, Megâzî, c. 1 ,s.114.
[437] Zührî, Megâzî, s. 65.
[438] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 115.
[439] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 297, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 115, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvvıe, c. 3, s. 187.
[440] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 115.
[441] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 54-55, Taberî, Târih, c. 3, s. 3, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 188, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 298, Zehebî, Megâzî, s. 1 26.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/375-378.
[442] Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 116-117, İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 3, s. 605.
[443] Vâkıdî Megâzîıc.1,s. 117.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/378.
[444] Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 105,117.
[445] Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 105,117.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/379.
[446] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 105, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 3, s. 49, 50.
[447] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 299-300, Taberî, Târîh, c. 2, s. 287, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 306-307.
[448] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 119.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/379-380.
[449] İbn Şa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 10, 14, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 117, Taberî, Târih, c. 2, s. 288-289.
[450] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.3, s. 3-7,Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 138-144.
[451] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 7, 8.
[452] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 138,143.
[453] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 144, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 348, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1 , s. 305.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/380-382.
[454] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 303, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 669, İbnEsîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 480.
[455] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 2, s. 304, Mus’abu’z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 418, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 670, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 480, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 300.
[456] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 289, İbn Abdilberr, c. 12, s. 669, İbn Esîr, c. 2, s. 480, Zehebî, Megâzî, s. 45, Ebu’l-Fidâ, c.3, s. 310.
[457] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 303.
[458] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 303.
[459] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 304, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 107, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 303, Mus’abu’z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 418, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 310.
[460] İbn İshak, İbn Hişam, c.2, s. 304, Vâkıdî, c. 1 , s. 1 07, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c.1, s. 303, Taberî, Târih, c. 2, s. 289,Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 282, Zehebî, Megâzî, s. 46, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 310.
[461] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 303, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 282.
[462] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 304, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 107, Taberî, Târîh, c. 2, s. 289, Zehebî, Megâzî, s. 46, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 310.
[463] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 304, Vâkıdî, c.1 , s. 107, Taberî, c. 2, s. 289, Zehebî, s. 46, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 310.
[464] M us’abu’z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 418, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 303, İbn AbdiIberr, İstiâb, c. 2, s. 670. İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 480.
[465] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 282.
[466] Taberî, Târih, c. 3, s. 223.
[467] Mus’abu’z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 418, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 670, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 480.
[468] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 480.
[469] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 282, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 670, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 480.
[470] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 282.
[471] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 480.
[472] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 670, İ bn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 480.
[473] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c.1, s. 304.
[474] Mus’abu’z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 418, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 480.
[475] Mus’abu’z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 418, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 304, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 480.
[476] İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 480.
[477] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 107.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/382-385.
[478] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 30, Taberî, Târih, c. 2, s. 294, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 475, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 137, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 297.
[479] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 30, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1385, Taberî, Târih, c. 2, s. 294, EbuNuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 475, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 68, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 297.
[480] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 30, Taberî, c. 2, s. 294, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 68, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 297.
[481] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 30, Müslim, c. 3, s. 1385, Taberî, c. 2, s. 294, Ebu Nuaym, c. 2, s. 475, Beyhakî, c. 3, s. 137, Zehebî, s. 87, E bu’l-Fidâ, c. 3, s. 297.
[482] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.1, s. 30, Taberî, Târih, c.2, s. 294, Zehebî, Megâzî, s. 87, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 287.
[483] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 30, 31, Taberî, Târih, c. 2, s. 294, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 475, Ebu’l- Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 297.
[484] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1385, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 475, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 68, Zehebî, Megâzî, s. 87.
[485] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 31 .Müslim, Sahih, c. 3, s. 1385, Taberî, Târih, c. 2, s. 294, EbuNuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 475, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 68, Zehebî, Megâzî, s. 87, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 297.
[486] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 31 , Taberî, Târîh, c. 2, s. 294, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 68, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 297.
[487] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 31 , Müslim, Sahih, c. 3, s. 1385, Taberî, Târîh, c. 2, s. 294, EbuNuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 475, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 68, Zehebî, Megâzî, s. 68, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 297.
[488] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1385, Taberî, Târih, c.2, s. 294, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 475, Zehebî, Megâif, s.87.
[489] Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 1, s. 31, Müslim , Sahih, c. 3, s. 1385, Taberî, c. 2, s. 294, Ebu Nuaym, c. 2, s. 475, Zehebî, s. 87, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 297.
[490] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1385, Zehebî, Megâzî, s. 87.
[491] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 31, Müslim, c. 3, s. 1385, Taberî, c. 2, s. 294, Ebu Nuaym, c.2, s. 475, Beyhakî, c. 9, s. 68, Zehebî, s. 87, E bu’l-Fidâ, c. 3, s. 297.
[492] Ahmed b. Hanbel, c.1, s. 31 , Müslim, c. 3, s. 1385, Taberî, c. 2, s. 294, Beyhakî, c. 9, s. 68, Zehebî, s. 87, Ebu’l-Fidâ, c.3, s. 297.
[493] Müslim, c. 3, s. 1385, Ebu Nuaym, c. 2, s. 475, Zehebî, s. 87.
[494] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 31, Müslim, c. 3, s. 1385, Taberî, c. 2, s. 294-295, Ebu Nuaym , c. 2, s. 475.
[495] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 31, Müslim, c. 3, s. 1385, Tataerf, c. 2, s. 295, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 297.
[496] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 31, Taberî, c. 2, s. 295, E bu’l-Fidâ, c. 3, s. 297.
[497] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 31, Müslim, c. 3, s. 1385, Taberî, c. 2, s. 295, Ebu Nuaym, c.2, s. 475, Beyhakî, c. 9, s. 68, Zehebî, Megâif, s. 87, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 287.
[498] Müslim, Sahih, c. 3, s. 1385, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 475, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 68, Zehebî, Megâif,s. 87.
[499] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 383, Taberî, Târih, c. 2, s. 295, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 21-22, Zehebî, Megâzî, s. 87-88, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 297, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 86-87.
[500] Taberî, Tefsîr, c. 4, s. 166, Ebu’l-Fidâ, Tefefr, c. 1, s. 425.
[501] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 107.
[502] İbn Sa’d,Tabakâtü’l-kübrâ,c. 2, s. 22, Taberî, Tefsîr, c. 4, s. 166, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 68, Kurtubf, Tefsîr, c.4, s. 265, İbn Seyyid, Uyünu’l-eser, c. 1 , s. 287.
[503] Taberî, Tefsir, c. 4, s. 166, Ebu’l-Fidâ, Tefsîr, c. 1, s. 425.
[504] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 107, Taberî, Tefsîr, c. 4, s. 1 66, E bu’l-Fidâ, Tefsîr, c. 1, s. 425.
[505] Taberî, Tefsir, c. 4, s. 166, Ebu’l-Fidâ, Tefsîr, c. 1, s. 425.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/385-389.
[506] Denilir ki; “Ey Peygamber! Ellerinizdeki esirlere de ki: ‘Eğer, Allah’ın ezelî ilmine göre, yüreklerinizde bir hayır İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 13,14, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 353, Taberî, Târih, c. 2, s. 290, Hâkim,Müstedrek, c. 3, s. 324, Ebu Nuaym , Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 476, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 142, E bu’l-Fidâ, Tefsîr, c.2, s. 327, Heysem f, Mecmau’i-ievâid, c. 6, s. 85, 86.
[507] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 14 Taberî, Târih, c. 2, s. 20, Ebu Nuaym , Delâilü’n-nübüvvie, c. 2, s. 476.
[508] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 13-1 4, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 353, Ta beri”, Târih, c. 2, s. 290, E bu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 476, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 142-143, Zehebî, Megâzî, s. 89, Ebu’l-Fidâ, Tefsir, c. 2, s. 327, Heysemî,Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 85-86.
[509] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 156, Ebu Nuaym , Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 476.
[510] Beyhaki, D el âil ü’n-nübüvve, c. 3, s. E bu’l-F idâ, Tefsir, c. 2, s. 327.
[511] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 353, Taberî, Târih, c. 2, s. 290, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 476, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 142, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 133, Ebu’l-Fidâ, Tefsîr, c. 2, s. 327, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 86.
[512] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 15.
[513] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 15, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 353, Taberî, Târih, c. 2, s. 290, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 476, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 142, İbn Esîr, c. 2, s. 133, Ebu’l-Fidâ, c. 2, s. 327, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 86.
[514] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 15.
[515] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 353, Taberî, Târih, c. 2, s. 290, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 476.
[516] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 15.
[517] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 353, Taberî, Târih, c. 2, s. 290, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 324, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 476, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 142, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 86.
[518] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 15.
[519] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 15, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 353, Taberî, Târih, c. 2, s. 290, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 476, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s.142, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 86.
[520] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 353, Taberî, Târih, c. 2, s. 290, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 476, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 142, Heysemî, M ecmau’z-zevâid, c. 6, s. 86.
[521] İbn Sa’d, Tab akâtü ‘l-kübrâ, c. 4, s. 15, Vahi df, E sbâbu ‘n-n üzül, s. 162.
[522] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 353, Taberî, Târih, c. 2, s. 290, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 476, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 142-143, Heysemî, M ecmau’z-zevâid, c. 6, s. 86, E bu’l-Fidâ, Tefsîr, c. 2, s. 327.
[523] İ bn Sa’d, Tab akâtü ‘l-kübrâ, c. 4, s. 15, Vahi df, E sbâbu ‘n-n üzül, s. 162.
[524] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 15.
[525] İbn Sa’d, Tabakât, c. 5, s. 14, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 30, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 22, Zehebî, Megâzî, s. 91, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 299.
[526] Buhârî, Sahih, c. 4, s. 30, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 22, Zehebî, Megâzî, s. 91, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 29.
[527] Buhâri, Sahih, c. 4, s. 30, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 22.
[528] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 14, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 30, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 22, Zehebî, Megâzî, s. 91, Ebu’l-Fidâ,el-Bidâye ye’n-nihâye, c. 3, s. 299.
[529] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 14.
[530] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 14, Buhâri, Sahih, c. 4, s. 30, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 22, Zehebî, Megâzî, s. 91, E bu’l-Fidâ,el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 299.
[531] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 14, Zehebî, Megâzî, s. 91, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 299.
[532] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 22, Zehebî, Megâzî, s. 91, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 299.
[533] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 14, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 30, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 22, Zehebî, Megâzî, s. 91 E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 299.
[534] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 14.
[535] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 15, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 324, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 1 43, Zehebî, Megâzî, s. 89, Ebu’l-Fidâ, Tefsîr, c. 2, s. 327.
[536] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 15, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 390.
[537] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s.1 5, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 324, Vâhidf, Esbâbu’n-nüzûl, s. 162, Beyhakî,Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 143, Zehebî, Megâzî, s. 89, Ebu’l-Fidâ, Tefsîr, c. 2, s. 327.
[538] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 812, İ bn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 165.
[539] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 31, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 812, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 165.
[540] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 812, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 165.
[541] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 31.
[542] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 31, İbn Abdilberr, c. 2, s. 812, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 3, s. 165.
[543] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 31.
[544] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 46, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1 512, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 5, s. 268.
[545] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1512, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 5, s. 269, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 577.
[546] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 46, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1 512,13, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 5, s. 269, İbn Hacer,el-İsâbe, c. 3, s. 577.
[547] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 138,14 3, Be lâzuri, E nsâbu’l -e şrâf, c. 1, s. 301 -305.
[548] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 30 5, Vâkıdî, M eg âzf, c. 1, s. 139, M us’ab u’z-Zübeyrf, N esebi Kureyş, s. 126, B elâzurf, E nsâbu’l -eşraf, c. 1, s. 301.
[549] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 305, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 378.
[550] İ b n İ shak, İ bn H i şam, Sîre, c. 2, s. 305, Mus’abu’z-Zübe yrf, N e sebi K ure yş, s. 1 26, Taberî, Tâ rih, c. 2, s. 290, İ bn Ab dil berr, İstiâb, c. 2, s. 606, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 378.
[551] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 305, Mus’abu’z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 126, Taberî, Târih, c. 2, s. 290, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 606, İbn Esîr, Usd, c. 2, s. 378.
[552] İbn İshak, İbn Hisam, c. 2, s. 305, Taberî, c. 2, s. 290, İbn Esîr, c. 3, s. 378.
[553] Mus’abu’z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 1 26, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 606.
[554] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 305, Mus’abu’z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 126, Taberî, Târih, c. 2, s. 290, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 606, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 378.
[555] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 305, Taberî, Târih, c. 2, s. 290, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 378.
[556] Mus’abu’z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 1 26, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 606.
[557] İbn İshak, İbn Hişam, c.2, s. 305, Mus’abu’z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 126, Taberî, c. 2, s. 290, İbn Abdilberr, c.2, s. 606, İbn Esîr, c. 2, s. 378.
[558] Mus’abu’z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 1 26.
[559] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 305, Taberî, c. 2, s. 290, İbn Esîr, c. 2, s. 378.
[560] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 305, Taberî, c. 2, s. 290.
[561] Mus’abu’z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 1 26, İbn Abdilberr, c. 2, s. 606.
[562] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 305, 306, Taberî, c. 2, s. 290, İbn Esîr, c. 2, s. 378.
[563] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 305, 306, Mus’abu’z-Zübeyri, Nesebi Kureyş, s. 126, 127, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s.301, Taberî, c. 2, s. 290, İbn Abdilberr, c. 2, s. 606, İbn Esîr, c. 2, s. 378.
[564] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.2, s. 306, Taberî, Târih, c.2, s. 290, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2, s. 378.
[565] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 306, 307, Taberî, Târih, c. 2, s. 290, 291, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 311 ,312.
[566] Gerdanlık, Yemen işi gözboncuğundandı (İbn Sa’d, Tabakât, c. 8, s. 31).
[567] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.2, s. 308, Vâk ıdf, Megâzî, c. 1, s. 130,131 , İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 8, s. 31, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 276, Taberî, Târih, c. 2, s. 291 , Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 6, s. 322, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 154, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 134, Zehebî, Megâzî, s. 46, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 312.
[568] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 308, Taberî, Târih, c. 2, s. 291.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/389-398.
[569] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.2, s. 316, Vâkıdî, Megâzî, c. 1 ,s.129.
[570] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 22, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 247.
[571] İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 22, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 247, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 287, Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 395.
[572] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 2, s. 22, Diyarfcıekrf, Târîhu’l-hamîs, c. 1, s. 395.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/399.
[573] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 300, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 120, İbn Sa’d, Tabak âtü’l-kübrâ, c. 2, s. 19, Taberî, Târih, c. 2, s. 287, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 79, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 266, Zehebî, Megâzî, s. 44, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 308.
[574] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 300, Taberî, Târih, c. 2, s. 287, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 266, Zehebî, Megâzî, s. 44, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 308.
[575] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 301-302, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 73-74, Taberî, Târih, c. 2, s. 287-288,Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 321-322, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 1 45-1 46, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s 266-267, Zehebî,Megâzî, s. 4445, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 308-309.
[576] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 74, Taberî, Târih, c. 2, s. 288.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/399-402.
[577] Enfal: 67-69.
[578] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 31, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1385, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 475, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 137, Zehebî, Megâzî, s. 87, E bu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 297.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/402-403.
[579] Buhâri, Sahih ,c.5, s. 13-14, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 2,s.226,İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 287.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/403.
[580] Vâkidi, Megâzî, c. 1, s. 121.
[581] Buhârî, Sahîh.c.S, s. 172, Beyhakî, Sünenü’l-kübrâ, c. 9, s. 10, Kurtubf, Tefsir, c. 2, s. 72-73, Ebu’l-Fidâ, Tefsir, c.1 , s. 435-436.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/403.
[582] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre.c. 2, s. 316, Taberî, Târîh, c. 2, s. 293, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 479, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 149, İbn Abdilbeır, İstiâb, c. 3, s. 1221, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 135, Zehebî, Megâzî, s. 49, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 313.
[583] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1221, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 300.
[584] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 316, Taberî, Târih, c. 2, s. 293, Ebu Muaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 479, Beyhakî,Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 149, İbn Abcliltoerr, İstiâb, c. 3, s. 1221, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 135, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c.3, s. 313.
[585] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 316, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 199, Taberî, Târîh, c. 2, s. 293, Ebu Muaym, c. 2, s. 479, Beyhakî, c. 3, s. 149, İbn Abdilberr, c. 3, s. 1221, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 135, Zehebî, Megâzî, s. 49, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 313.
[586] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 200.
[587] İbn İshak, İbn Hişam, c.2,s. 316, Taberî, c. 2, s. 293, Ebu Nuaym, c. 2, s. 479, Zehebî, Megâzî, s. 49, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 313.
[588] İbn İshak, İbn Hişam , c. 2, s. 316, Taberî, c. 2, s. 293, E bu Nuaym, c. 2, s. 479-480, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 135, Zehebî, Megâzî, s. 49, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 313.
[589] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 125, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 1 47, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 36.
[590] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 316, Taberî, c. 2, s. 293, Ebu Nuaym, c. 2, s. 480, İbn Esîr, c. 2, s. 135, Zehebî, s. 49, Ebu’l-Fidâ, c. 3,5.313.
[591] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre,c.2, s. 316, Taberî, Târîh, c. 2, s. 293, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 480.
[592] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 316, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 125, Taberî, Târîh, c. 2, s. 293, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve , c. 2, s. 480, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 1 47, Zehebî, Megâzî, s. 49, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 313.
[593] İbn İshak.İbn Hişam, c. 2, s. 316, Taberî, c. 2, s. 293, Ebu Nuaym, c. 2, s. 480, Zehebî, s. 49, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 313.
[594] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 125, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 1 47, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 36.
[595] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 125, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 304.
[596] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s 125, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 147, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 36.
[597] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 2, s. 316, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 1 256, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 480, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 313.
[598] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 125.
[599] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 316, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 125, Taberî, c. 2, s. 293, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 480, Zehebî, Megâzî, s. 49, E bu’l-Fidâ, c. 3, s. 31 3.
[600] Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 147, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 36.
[601] Vâkıdî, Megâzî, c 1, s. 125, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 147, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 36.
[602] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 317, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 126, Taberî, Târîh, c. 2, s. 293, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve , c. 2, s. 480, Beyhakî, D elâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 1 47, 148, İbn Seyyid, U yûnu’l -eser, c. 1, s. 270, Zehebî, M e gâzf, s. 49,Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 313.
[603] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 31 7, Taberî, Târîh, c. 2, s. 294, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 481, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 313.
[604] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 317, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 126, Taberî, Târîh, c. 2, s. 294, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 481, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 270, Zehebî, Megâzî, s. 49, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 313.
[605] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 317, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 126, Taberî, Târîh, c. 2, s. 294, Ebu Nuaym, Delâilü’n-übüvve, c. 2, s. 481, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 148, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 135, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 270,Zehebî, Megâzî, s. 49, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 313.
[606] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 126, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 200, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 148.
[607] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 317, Vâkıdî, c. 1, s. 126, Taberî, c. 2, s. 294, Ebu Nuaym, c. 2, s. 481, Beyhakî, c. 3, s. 148, İbn Seyyid, c. 1, s. 270, Zehebî, s. 49, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 313.
[608] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 201.
[609] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 127.
[610] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 201.
[611] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 317, Vâkıdî, c. 1, s. 126, İbn Sa’d, c. 4, s. 201, Taberî, c. 2, s. 294, Ebu Nuaym, c. 2, s. 481 ,Beyhakî, c. 3, s. 148, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 136, İbn Seyyid, c. 1 , s. 270, Zehebî, s. 49, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 313.
[612] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 126.
[613] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 317-318, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 126-127, Taberî, Târîh, c. 2, s. 294, Ebu Nuaym,Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 481, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 149, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 270,Ebu’l-Fidâ, el-Bidâyeve’n-nihâye, c. 3, s. 314.
[614] Vâkıdî, Megâzî, c. 1 , s. 126, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 201, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 148, Zehebî, Megâzî, s. 49.
[615] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 201.
[616] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 318, Taberî, c. 2, s. 294, Ebu Nuaym, c. 2, s. 481, Beyhakî, c. 3, s. 149, İbn Esîr, c.2, s. 136, Zehebî, s. 50, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 314.
[617] İbn İshak.İbn Hişam, c. 2, s. 317, Taberî, c. 2, s. 294, Ebu Nuaym, c.2, s. 481, Beyhakî, c. 3, s. 149, Zehebî s. 50.
[618] Vâkıdî, c. 1, s. 127, Taberî, c. 2, s. 294, Beyhakî, c. 3, s. 149, İbn Esîr, c. 2, s. 136, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 270, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 314.
[619] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 318, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 127, Taberî, Târîh, c. 2, s. 294, Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 481, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 149, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 136, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 270,Zehebî, Megâzî, s. 50 Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 314.
[620] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 127-128, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1 , s. 305.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/404-410.
[621] . İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 2, s. 308-310, Taberî, Târih, c. 2, s. 291 -292, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 3, s. 154-156, Zehebî, Megâzî, s. 46-47, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-nihâye, c. 3, s. 330.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/410-412.
[622] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 132, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 21 0.
[623] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 132.
[624] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 132, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 210.
[625] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.2, s. 120.
[626] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 210.
[627] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 132.
[628] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 132, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 210.
[629] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 132.
[630] Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 210.
[631] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.2,s. 120.
[632] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 133.
[633] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1559, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 5, s. 455.
[634] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 4, s. 133.
[635] İbn İshak, İbn Hişam, Sıre, c. 2, s. 120, İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 132, İbn Atodiltaerr, İstiâb, c. 4, s. 1559, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 4, s. 455.
[636] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1559, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 5, s. 455.
[637] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 133-134, Mus’abu’z-Zübeyn, Nesebi Kureyş, s. 329, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 210, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1559, İbn Esîr, Usdu’l-gâbe, c. 5, s. 455.
[638] İbn Sa’d, Tabakât, c. 4, s. 133, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 211.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/412-414.