İslâm dini, Yüce Allah´a ibadetten, itaat ve teslimiyetten ibaret en kutsal bir dindir. Bu kutsal din, Yüce Allah´ı bilmek, ona ibadet ve itaatta bulunmak için insanların yaratılmış olduklarını bildirmektedir.
Büyük İslâm dini, insanları yükseltir, insanları melekler gibi temiz bir hayata kavuşturur, insanların ruhlarını manevî duygularla aydınlatır. Bütün kâinatın yüce yaratıcısına kulluk ve ibadet görevinde bulunmalarını emreder.
İkramı bol olan ezelî yaratıcımızın manevî huzurunda kabul edilmek, insan için ne büyük bir nimet, ne büyük bir şereftir. İşte ibadet ve itaat, insana bu nimet ve şerefi kazandırır.
Uyanık bir ruhun ferahlığı, sağlam düşünceli bir insanın kalben huzuru, gerçek bir neş´eye ve bir mutluluğa kavuşması, ancak Yüce Allah´a ibadet sayesinde elde edilir.
İbadet ve itaat zevkinden yoksun olanlar, kendi yaratılışlarındaki hikmetten habersiz olan zavallılardır.
Yüce Allah´a kulluk ve ibadette bulunmayanlar, borçlu oldukları şükür görevini terk etmiş, sonsuz âhiret hayatlarını tehlikeye düşürmüş mutsuz kimselerdir.
Hiç şübhe yok ki, insanların mutluluk ve selâmeti, gerçek varlığı, Yüce Allah´a güzel niyet ve samimi bir kalb ile ibadet ve itaat etmekle kazanılmış olur. İbadetlerin bir kısmı da temizliğe ve pâklığa bağlıdır.
Müslümanlık, temizliğe büyük bir önem vermiştir. Taharet, maddî ve manevî kirlerden arınmak demektir. Bir kısım ibadetlerin şartı, başlangıcı, anahtarıdır. Temizlik bulunmadıkça bu ibadetler yerine getirilemez. Temizlik bulunmadıkça insan Yüce Allah´ın manevî huzuruna giremez. Nitekim bir hadis-i şerifte: “Temizlik imandandır,” buyurulmuştur.
Diğer bir hadis-i şerifde de: “Namazın anahtarı temizliktir ” buyurulmuştur.
Aynı zamanda temizlik sağlık için yararlıdır. Rızkın çoğalmasına sebeb olur. Nitekim bir hadis-i şerifde: “Temizliğe devam et ki, rızkına genişlik verilsin” buyurulmuştur.
Sonuç
Ehliyet ve yetki sahibi olan her insan birtakım ibadetlerle, temizliklerle din bakımından görevlidir. Bazı şeyleri yapmakla ve bazı şeyleri yapmamakla sorumlu tutulmuştur. Bunlara dair ilmihalimizde yeterince bilgi verilecektir. Ancak din kitablarında, yazışmalarda ve konuşmalarda çokça tekrarlanan bazı deyimler vardır ki, önce bunların anlamlarını bilmek gerekir. Bunun için önce bunların lûgat ve terim manalarını yazacağız.
İbadet
Lûgat´ta kullukta bulunmak demektir. Şeriat teriminde “İyi niyete bağlı olarak yapılmasında sevab bulunan her iştir. Yüce Allah´a saygı ve itaat için yapılır. Namaz kılmak, oruç tutmak gibi…
Tâat
Emri benimseyip yerine getirmek demektir. Buna itaat de denir. Şeriatta itaat ise, yapılmasından dolayı sevab kazanılan herhangi bir iştir; gerek niyet bulunsun, gerek bulunmasın. Kur´an-ı Kerim´i okumak gibi…
Kurbet
Yakınlık demektir. Şeriatta ise, Yüce Allah´a manevî olarak yakınlığa sebeb olan herhangi güzel bir iştir. Sadakalar ve nafile kılınan namazlar gibi…
Niyet
Kasıd manasındadır ki, kalbin bir şeyi yapmaya yönelmesi demektir. Şeriatta ise, yapılan bir görevle Yüce Allah´a ibadette bulunmayı ve O´na manevî bakımdan yaklaşmayı kasdetmektir.
Bir işin ibadet olabilmesi için böyle bir niyete ihtiyaç vardır. Örnek: Biz namazlarımızı, yalnız Yüce Allah´ın emrine uymak için, O´nun rızasını kazanmak için kılarız. İşte bu, namaz hakkında bir niyettir. Yoksa başkalarına göstermek veya vücut sağlığı için namaz şeklinde yapılacak olan hareketler, Allah rızasını taşımadığı için, ibadet sayılmaz. Allah rızası niyetine bağlı bulunan temizlik gibi bir abdest de, bir ibadettir.
Teklif
Bir kimseye zorluk veren bir şeyi emretmek ve ona yüklemek demektir. Şeriatta ise: İslâm dininin ehliyet ve yetkiye sahib olan insanlara birtakım şeyler yapmalarını ve birtakım şeyleri yapmamalarını emredip yüklemesidir. Bunlarla din yönünden görevlenmiş olan bir insana da Mükellef (Yükümlü) denir. Çoğulu “Mükellefin” dir.
İnsanlar yetki ve kudretleri nisbetinde mükellef (yükümlü) olurlar. Aklı bulunan ve büluğ çağına ermiş olan kimsenin ehliyeti tam olacağından yükümlülüğü de öylece tam olur.
Akıl
Ruhun bir kuvvetidir ki, insan onunla bilgi sahibi olur. İyi ile kötüyü ayırır ve eşyanın gerçek hallerini onunla anlar.
Diğer bir tarife göre akıl ruhsal bir nurdur ki, insana gideceği yolu aydınlatır, insana hak ve gerçeği bildirir. Bu ruhsal kuvvete sahib olana akıllı kimse denir. Bundan yoksun olana da Mecnun (deli) denir.
Büluğ
Belli bir çağa yetişmek ve belli birtakım vasıflara sahib olmak demektir. Belli bir yaşta bulunan ve belli vasıflara sahib olan kimseye “bâliğ ve bâliğa” denir. Şöyle ki: Uykuda gördüğü bir rüyadan dolayı üzerine gusletmek gereken (ihtilâm olan) bir erkek bâliğdir. Evlendiği takdirde çocuk yapabilecek genç bir erkek de baliğdir.
Baliğ veya baliğa olma yaşının başlangıcı, erkek çocuklar için tam on iki, kız çocuklar için de tam dokuz yaştır. Bu yaşların sonu da her ikisinde tam on beş yaştır.
Böyle on beş yaşını bitirmiş olduğu halde, kendisine ihtilâm ve gebelik gibi büluğ eseri belirmeyen kimse, hükmen baliğ sayılır.
Hüküm
Karar, bir şeyin sonucu olma, bir sonucu gerektirme, etki, emretme manalarında kullanılır. Din deyiminde ise, bir şeyin üzerine düşen eser demektir. Yükümlülerin (mükelleflerin) işleri ile ilgili olan dine ait hükümlerden her birine “Şer´î hüküm, çoğuluna da Ahkâm-ı Şer´iye (Şer´î hükümler) denilir.
Örnek: Zekât farzdır, hırsızlık haramdır, denilmesi birer Şer´î hükümdür.
Ef´al-i Mükellefin
Mükellef insanların yaptıkları işlerdir ki, farz, vacib, sünnet, müstahab, helal, mübah, mekruh, haram, sahih, fasid, batıl gibi kısımlara ayrılır.
Farz
Yapılması din yönünden kesin şekilde gerekli olan herhangi bir görevdir. Farz, kat´î ve zannî diye ikiye ayrıldığı gibi, farz-ı ayın ve farz-ı kifaye olarak da kısımlara ayrılır.
Farz-ı Kat´î (Kesin farz)
Kesin olarak şer´î bir delil ya Kur´anın açık bir âyeti yahut peygamberimizin sağlam bir hadisi ile yapılması emredilen ve istenen görevdir. Namaz ve zekât gibi…
Farz-ı Zannî
Müçtehidlerce kesin sayılan delile yakın bir derecede kuvvetli görülen ve böylece zannî bir delil ile sabit olan görevdir. Amel bakımından kesin farz kuvvetinde bulunur. Buna Farz-ı Amelî (amel bakımından farz) da denir. Aynı zamanda böyle bir farza, delilinin zannî olmasından dolayı “Vacib” adı da verilir. Buna göre farz-ı amelî, farz kısımlarının zayıfı, vacib kısımlarının da kuvvetlisi bulunmuş olur. Nitekim abdest almakta başa mutlak olarak meshetmek kesin bir farzdır. Fakat başın dörtte biri kadarını meshetmek ise, amelî bir farzdır.
Farz-ı Ayn
Yükümlü (mükellef) olan herkesin yapmak zorunda olduğu farzdır. Beş vakitte kılınan namazlar gibi…
Farz-ı Kifaye
Yükümlülerden bazılarının yapmaları ile diğerlerinden düşen ibadetlerdir. Cenaze namazı gibi…
Farzların yapılmasında büyük sevablar vardır. Özürsüz olarak yapılmamaları da, Allah´ın azabını gerektirir. Kifaye olan farzı, müslümanların bir kısmı yapmadığı takdirde, bundan haberi olan ve bunu yapmaya gücü yeten bütün müslümanlar Allah katında sorumlu olup günah işlemiş bulunurlar.
Kesin olan farzı inkâr etmek küfür olur. Amelî olan bir farzı inkâr bid´attır, günahı gerektirir. Bütün bunlar farzların hükmüdür. Farzın çoğulu feraizdir.
Vacib
Dinimizde yapılması kesinlik derecesinde bir delil ile sabit olmayan ve yine kuvvetli bir delil ile sabit görülen şeydir. Vitir ve bayram namazları gibi… Vaciblerin yapılmasında sevab vardır. Terk edilmeleri de azabı gerektirir. Vacibin inkâr edilmesi bid´attır ve günahtır. Bunlar, vaciblerin hükmüdür. “Vecibe” sözü, bazan farz yerinde ve bazan da vacib yerinde kullanılır. Çoğulu Vecaib´dir.
Sünnet
Resulü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin farz olmayarak yaptığı işlerdir. Müekked sünnet ve gayr-i müekked sünnet kısımlarına ayrılır. Sünnet-i şerifin bir manası da kitabın başlangıç bölümünde geçmişti. Sünnetin çoğulu “Sünen” dir.
Sünnet-i Müekkede (Müekked, kuvvetli sünnet)
Peygamber Efendimizin devam edip de pek az yapmadıkları ibadetlerdir. Sabah, öğle ve akşam namazlarının sünnetleri gibi…
İslâm dininde önemle benimsenen ezan, ikamet ve cemaate devam gibi sünnetlere “Sünen-i Hüda” denir. Bunlar da birer müekked sünnettir.
Gayr-i Müekked Sünnet
Peygamber Efendimizin ibadet maksadı ile bazan yapmış oldukları şeylerdir: Yatsı ve İkindi namazlarının ilk sünnetleri gibi…
Peygamber Efendimizin yiyip içmeleri, giyinip kuşanmaları, oturup kalkmaları gibi, kendi öz hallerine ait işlere de, “Sünen-i Zevaid” adı verilmiştir. Bunlar da birer gayr-i müekked sünnet demektir.
Müekked sünnetlerle “Sünnet-i Hüda” adı verilen sünnetlerin yapılmaşında sevab vardır. Kasden terk edilmelerinde azab yoksa da, ayıplama vardır. Gayr-i müekked ile “Zevaid” sünnetlerin yapılması çok güzeldir. Sevgili peygamberimize uymanın bir nişanı olduğundan, bunları yapmak sevaba ve Peygamberimizin şefaatına kavuşmaya bir yoldur. Bunların yapılmaması azarlanmayı gerektirmez. İşte bunlar sünnetlerin hükümleridir.
Ashab-ı Kiram´ın hal ve tutumlarına, onların izledikleri zühd ve takva yollarına da, biz Hanefilerce sünnet denir.
Müstahab
Lûgat manası, sevilmiş şey demektir. Din deyiminde, Peygamber Efendimizin bazan yaptıkları ve bazan da terk ettikleri ibadettir. Kuşluk namazı gibi. Bu bir nevi müekked olmayan Sünnettir.
Peygamber Efendimiz, müstahab denilen bazı şeyleri sevmiş ve benimsemiştir. İlk devrin değerli müminleri de bunları seve seve yapmışlar ve bunların yapılmasını din kardeşlerine öğütlemişlerdir.
Müstahab olan şeylere, “mendub, fazilet, nafile, tatavvu, edeb” adı da verilir. Şöyle ki: Müstahab olan şeye, sevabı çok olup yapılması istendiğinden ötürü mendub ve fazilet denilir. Farz ve vacib üzerine ilâve olarak yapıldığı için de ona “Nafile” denilir. Kesin bir emre dayanmaksızın sadece bir sevab isteği ile yapıldığı için ona “Tatavvu” adı verilir. Güzel ve övgüye değer bir iş olduğu için de ona “Edeb” denmiştir. Bunun çoğulu Adâb´dır. Edeb üzerinde bilgi için bu eserin ahlâk bölümüne müracaat edilsin.
Müstahab olan şeyin yapılmasında sevab vardır. Terk edilmesinde azarlama ve ayıplama olmadığı gibi, tenzih yolu ile de kerahet yoktur. Bunlar da, müstahabların hükümleridir.
Şafiî ve Hanbeli Mezheblerinin fıkıh alimlerine göre sünnetler, müstahablar ve mendublar birdir. Herhangi bir sünnete müstahab yahut mendub da denir.
Helal
Dinde caiz görülen herhangi bir şeydir. Yapılmasından ve kullanılmasından dolayı ayıplama gerekmez. Helalın her çeşit lekeden arınmış olan saf ve tertemiz kısmına “Tîb ve Tayyib” denir.
Mubah
Yapılması ve yapılmaması dinde caiz görülen şeydir. Ne yapılmasında, ne de yapılmamasında günah vardır. Helal olan bir yemeği yahut meyveyi yeyip yememek gibi…
Mekruh
Lûgat´ta sevilmeyen ve hoş görülmeyen şey demektir. Din deyiminde, yasaklığı sabit olmakla beraber, ona aykırı olarak da bir delil veya işaret görülen şeydir. Yapılması doğru olmayıp yapılmaması iyi olan bir iştir.
Kerahet
Bir şeyi fena görmek, ona razı olmamak demektir. Kerahet iki kısma ayrılır: Kerahat-ı Tahrimiyye ki, harama yakın olan mekruhtur. Kerahat-ı Tenzihiyye ki, helala yakın olan kerahettir. Bu târif İmam-ı Azam ve İmam Ebû Yusuf´a göredir. İmam Muhammed´e göre, tahrimen mekruh olan bir şey, haramdan sayılır. Haram gibi âhiret azabını gerektirir. Tenzihen mekruh olan bir şey ise, ittifakla helala yakındır. Böyle bir kerahetin yapılması azabı gerektirmez. Ancak yapılmaması sevab kazandırır.
Fıkıh kitablarında bir kayda bağlanmaksızın mutlak olarak “Kerahet´´ sözü anılınca, bundan genellikle tahrimen kerahet kasdedilir. İleride görülecektir.
Haram
Bir şeyin yapılması, kullanılması, yiyilip içilmesinin İslâm dininde kesin bir delille yasaklanmış olmasıdır. Bu da “Haram liaynihi ve Haram ligayrihi” kısımlarına ayrılır.
Liaynihi Haram
Aslı itibariyle herkes için haram olan şeydir. Şarab, akan kan ve lâşe gibi…
Ligayrihi Haram
Aslında helal olup başkasının hakkından dolayı haram olan şeydir. Şeriat çerçevesinde sahibinin izni olmadıkça o şeyden başkaları faydalanamaz. Başkasına ait kıymetli bir malı veya yemeği izinsiz almak gibi…
Haram olan şeylere “Muharremat” denir. Haramın yapılmamasından sevab kazanılır. Yapılması ise azabı gerektirir. Haram olduğu ittifakla kesin şekilde sabit olan bir şeyi helal saymak, insanı imandan çıkarır.
Sahih
Rükün ve şartlarını toplayan herhangi bir ibadet veya işlemdir. Farz ve vaciblerini gözeterek kılınan bir namazın sahih olması gibi…
Caiz
Dince yapılması yasak sayılmayan şey demektir. Bazan sahih yerinde, bazan da mübah yerinde kullanılır. Bazı işlemler dünya ahkâmı bakımından sahih olduğu halde, âhiret ahkâmı bakımından caiz olmaz. Cuma namazını kılmakla yükümlü olan bir kimsenin cuma ezanı okunurken yaptığı alışveriş muamelesi gibi. Böyle bir muamele sahihtir ve geçerlidir. Fakat manevî sorumluluğu gerektirdiği için caiz değildir.
Fasid
Kendi başına sahih ve meşru iken, gayri meşru bir şeye yakınlığı sebebiyle meşru olmaktan çıkan şeydir. İbadet konusunda fasid ile batıl aynı hükümdedir.
Meşru olan bir işi bozan, hükümsüz kılan şeye de “Müfsid” denir. Kasden yapılması azaba sebeb ise de, yanılarak yapılması azabı gerektirmez. Namaz içinde gülmek gibi. Gülmek, aslında sahih olan namazı bozar.
Batıl
Rükünlerini veya şartlarını büsbütün veya kısmen kendisinde toplamayan herhangi bir ibadet ve muameledir. Bir özür bulunmaksızın abdestsiz kılınan namaz gibi.
Taharet
Lûgat manası temizlik ve nezafet demektir. Din deyiminde taharet, pislik ve necasetten arınmış olmak veya hades (abdestsizlik) denilen şer´i bir engelin kalkması halidir. Temiz olan şeye tahir, temizleyici şeye de “Tahûr veya Mutahhir” denir. Temizleme işine de, “Tathir” denir. Taharetler, Kübra (büyük) ve Suğra (küçük) diye ikiye aynlır.
Taharet-i Suğra (Küçük Temizlik)
Abdestsizlik denilen hali gidermek için yapılan temizliktir. Abdest almak gibi.
Taharet-i Kübra (Büyük Temizlik)
Cünüblük ile hayız ve nifas denilen hallerden çıkmak için yapılan yıkanmadır ki, ağıza ve burna su vermek şartı ile bütün vücud yıkanır. Buna “gusül, iğtisal, boy abdesti”de denilir.
Hades
Bazı ibadetlerin yapılmasına şer´an engel olan ve hükmen necaset sayılan bir haldir. Hades-i asgar (küçük hades) ve hades-i ekber (büyük hades) kısımlarına ayrılır.
Hades-i asgar (Küçük Hades)
Yalnız abdest (taharet-i suğra) ile giderilen haldir. İdrar yapmak, vücudun herhangi bir yerinden kan çıkmak sebebiyle gelen abdestsizlik hali gibi…
Hades-i ekber (Büyük Hades)
Ağız ve burun dahil bütün vücudun yıkanması (Büyük Temizlik) ile giderilen taharetsizlik halidir. Bu hal da cünüblükten, hayız ve nifas denilen hallerden meydana gelir. Bunların ayrıntılı olarak açıklamaları ileride gelecektir.
Habes
Maddeten temiz ve pak olmayan herhangi bir şeydir. Buna “necis, gerçek necaset, pislik” de denir. Şöyle ki: Aslen veya geçici olarak temiz bulunmayan bir şeye necis ve necaset denir. Bunun çoğulu “Encas”dır. Örnek: Sidik aslen necis olduğu gibi, bulaştığı bir elbise de necis, pis ve murdardır.
Aslen murdar olan şeye “Neces”de denir.
Hakîkî necasetler, namazda bağışlanan miktarlarına göre, “Necaset-i hafife “ve” Necaset-i galiza, mugallaze” kısımlarına ayrıldığı gibi, akıcı olup olmamaları bakımından da, “mayi” ve “camid” kısımlarına ve görülüp görülmemeleri bakımından da “necaset-i mer´iyye” ve “necaset-i gayr-i mer´iyye” kısımlarına ayrılır.
Necaset-i Hafife (Hafif Pislik)
Pis olduğu konusunda şer´î delil olmakla beraber aksine bir görüş de bulunan şeydir. Bu tür necasetler bir delile göre murdar görülmekte ise de, diğer bir delile göre murdar sayılmazlar. Eti yenen hayvanların sidikleri gibi…
Necaset-i Galize (Ağır Pislik)
Pisliği hakkında şer´i bir delil olup aksine başka bir delil bulunmayan şeydir. İnsan ve hayvan tersleri gibi…
Necaset-i Mer´iyye (Görünür Pislik)
Yoğunluğu olan veya kuruduktan sonra görülebilen herhangi pis bir maddedir. Akan kanlar gibi…
Necaset-i Gayr-i Mer´iyye (Görünmeyen Pislik)
Donup kalmayan veya bulaştığı yerde kuruduktan sonra görülmeyen herhangi pis bir maddedir. Sidik gibi.