İbrahim Peygamber, yalnızca ibadeti hakeden ve ibadet hususunda kendisine ne bir putun, ne bir ağacın, ne de yaratıklardan hiç birinin ortak olmadığı rabbini tanıma hususunda şaşkınlığa düşmüştü. Onun şaşkınlığa düştüğünü Cenâb-ı Allah Kur´an-ı Kerim´de anlatmaktadır. İlk zamanlarda İbrahim Peygamber, putların tanrı oluşlarını inkâr etmiş, babasının putlara ilgi göstermesini protesto etmişti. Onunla ilgili kıssayı Cenab-ı Allah şöyle anlatır:”İbrahim, babası Azer´e demişti ki: ´Sen putları tanrı mı ediniyorsun Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum.´ Böylece biz İbrahim´e göklerin ve yerin melekutunu (büyük ve harikulade, muhteşem varlıklarını) gösteriyorduk ki (kudretimize) kesin inananlardan olsun. Üzerine gece basınca (İbrahim) bir yıldız…
Yazar: admin
Büyük Adam.İnsanların ahlaki ve akli Özellikleri, bedeni niteliklerinden anlaşılır. Ama istisnai şahısların ruhi, ya da akli oluşumları, onların bedenlerindeki istisnai değişikliklerden anlaşılır. Mesela yüzle-rindeki kaşlardan, ya da bazı organlarındaki çarpıklıklardan veya gözlerindeki titreşimlerden belli olur. Bunu da psikoloji ve fizyoloji ilmine vakıf olan kimseler anlayabilirler. Şüphesiz vücudun normal yapıda oluşu ve organları arasındaki uyum, kişinin akıllı ve sağlam karekterli olduğunu ispatlar. Ruhi düzen, çoğunlukla bedeni düzenle bir arada bulunur. Bu nedenle hem görünürde ve hem de içte, ruhi düzenle bedeni düzen arasında mizaç ve ka-rekter uyurau görülür. Kişinin vücudundaki unsurlar uyumlu olur ve bir karışıklık bulunmazsa, o kişinin ruhu olgun,…
En Büyük Tecelli Peygamber efendimiz, Allah tarafından alemlere rahmet bir elçi olarak gönderilmeden önce, şu iki hususa özen gösterirdi: 1- Peygamber efendimiz oyun ve eğlenceyle ilgilenmezdi. Bu hava içinde büyüyüp yetişkin bir insan oldu. Sonra çobanlık yaptı. Kendisini ibadete veren zahid bir kimse oldu. İnsanlardan uzaklaştı. Ancak toplumun hakları gerektirdiği zaman ortaya çıkardı. Bir muhtaca yardım etmek, darda kalan bir kimsenin imdadına koşmak, ihtiyaç sahibi bir kimsenin ihtiyacını gidermek, misafiri ağırlamak veya akraba ziyaretini yapmak gerektiği zaman uzletgahmdan çıkar, üzerine düşen görevi yerine getirirdi. İnsanların arasına karışarak vaktini öldürmez uzlete çekilmeyi tercih ederdi. Böylece diğer ihsanları lekeleyen şeylere bulaşmamış olurdu.…
Ruhü´l-Kudüs, Cenab-ı Allah´ın da ifade buyurduğu gibi, Cebrail (a. s)´dır: “Onu Ruhü´l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik.” “Onu, senin kalbine, uyarıcılardan olman için Ruhü´l-Emin (Güvenilir ruh, yani Cebrail) indirdi.” (Şuara: 193-194) Peygamber efendimiz Hıra mağarasında Allah´a ibadet ettiği bir sırada Cebrail (a.s) ona geldi. O esnada Peygamber efendimizin kalbi, yerden yükselip kudsi makamlara, Allah´ın mele-kutuna yücelmiş, nefsi, semanın nurunu almak için uygun bir hale gelmişti. Ona, alemlerin rabbinden güvenilir bir elçi gelmişti. O güvenilir elçi,, rabbinin risaletini taşımak ve O´nun mesajını tebliğ etmekle görevli bir Resule gelmişti. Artık bundan sonra ilahi vahiy, peşpeşe inecekti. Anlatıldığına göre, Peygamber efendimize vahiy, kırk yaşındayken gelmeye…
Peygamber (sav) efendimiz, büyük bir mükellefiyetin altına girdiğini, bunun yüce bir makam olduğunu anlamıştı. Önceleri korktuğu şey, artık sevdiği ve rağbet ettiği bir şey haline gelmişti. Cebrail ile ilk karşılaştığında ürkmüştü, ama bu ilk karşılaşmadan sonra Cenab-ı Allah´ın emirlerini almak ve bu emirleri uygulamak artık onun için büyük bir sevinç olmuştu. Allah´ın kendisi için seçtiği emaneti omuzlamak için Cebrail´in görülmesini heyecanla bekliyordu. Fakat aradan bir süre geçtiği halde, Cebrail´i görememişti. Yeniden Hira Mağarasına gitmiş, ama Cebrail gelmemişti. Aklına çeşitli sorular akın etmişti. İlk karşılaşmada hissettiği korkunun, peygamberlik görevini kendisinden uzaklaştırdığını bile düşünüyordu. Belki de, büyük alim Varaka bin Nevfel´in kendisine…
Vahyin altı ay veya daha az bir süre kesilmesinden sonra, Peygamber efendimize tebliğ görevi verildi. Bu emir üzerine Peygamber efendimiz, ilahi risaletin yükünü omuzladı ve bütün insanlığa tebliğde bulunmaya başladı. Allahü Teala ona, kendisine köstek olan Örtüyü üzerinden atmasını, sadece Hira mağarasında ibadetle yetinmemesini emretti. Hira mağarasm-daki ibadeti, kendi nefsini terbiye etmesi, ruhunu arındırması için yeterliydi. Ancak rabbinin emirlerini bütün insanlığın huzurunda anlatması gerekiyordu. Hira mağarasında gizlice yalvarıp yakararak rabbiyle irtibata geçmek, güvenilir bir elçi için yeterli değildi. İlahi emirleri halka açıklaması gerekiyordu. Böylece o, bir taraftan Hira mağarasında kendi zatını süsleyip terbiye ettiği, ruhunu güçlendirdiği, nefsini göklerde ve yerde…
Hz. Ali henüz on yaşındaydı. İlk mümeyyizlik yaşını geride bırakmış ve dini manaları idrak edecek bir düzeye gelmişti. İslam alimleri de bu yaştaki çocuğun dini manaları idrak edecek seviyeye geleceği hususunda görüş birliği etmişlerdir. Mümeyyiz çocuğun İslamiyeti kabul edişinin sahih olacağı hususunda birleşmişlerdir. Oysa mümeyyiz çocuğun mürtedliğinin geçerliliği hususunda böyle bir görüş birliği yoktur. Peygamber efendimiz risaletle görevlendirildiği esnada, Hz. Ali mümeyyizlik çağındaydı. Akranlarını geride bırakacak kadar yüksek bir zekaya sahipti. Ayrıca o, vahyin iniş mahalli olan Peygamber efendimizin yanındaydı. Peygamber´in evinde yaşıyordu. İdrakiyle elde edemeyeceği ve anlayamayacağı şeyleri taklit ve salih kudret ile elde edebilirdi. Peygamberlik nurunun kıvılcımları onu…
Hz. Ali´nin müslüman olmasından hemen sonra Zeyd bin Harise de müslüman oldu. O, ailesi içinde hür ve serbest olarak yaşayabilecekken, köle olarak Muhammed (sav)in yanında yaşamayı tercih etti. Babasını bırakıp Hz. Muhammed (sav)´i seçti. Şu halde böyle bir şahsın ilk müslümanlardan olması gerekirdi. Hiç tereddüt etmeden Peygamber ailesine katıldı. Tereddütsüz olarak İslam´a girdi. Böylece derli toplu bir iman ailesi teşekkül etti. Bu aile fertleri şerefli bir İslam ailesi oluşturdu. Muhammed (sav) namaz kılarken, mü´minlerin annesi Hatice ile Hz. Ali de kendisine uyarlardı. Bir tüccar Mekke-i Mükerreme´yi ziyaret etmeye gelmişti. Onun orada neler gördüklerini size anlatmak istiyorum: Yahya bin Afif şöyle…
Muhammed (sav)´in evinden nur fışkırdı. Evin dışına büyük bir aydınlık saçıldı. Bu nur, Peygamber efendimizden uzaklaşmadı. Onun dostlarının kalplerini aydınlattı. Kendisiyle kalbi bağlantısı olan kimseleri hakka yaklaştırdı. Gerçi bunlar Peygamber efendimizin akrabaları değildi. Fakat onun kavminden ve kabilesinden idiler. Sonra Peygamber efendimizin Ebu Le-heb gibi yakın akrabaları, kendisini himaye edip besleyen sevgili amcası Ebu Talib, Abbas ve diğerleri de, Allah´ın büyük mucizesine, İslam´a karşı cephe aldılar. Bu da İslam´ın nezahe-tini ispatlayan büyük bir alamettir. İslamiyet´i yeryüzüne hakim kılan, asebiyet değildir. Asebiyete tabi olan kimseler, bu dine destek olmamışlardır. İslamiyet, cahiliyet taassubunu ve ırkçılığı yok etmek için gelen ilahi bir dindir.…
Hz. Ebu Bekir´in mi yoksa Hz. Ali´nin mi önce müslüman oluşu meselesine girmeyeceğiz. Çünkü bu, İslam´da tefrika yaratmak isteyen kimselerin ortaya attıkları ve bölücülük kokusu taşıyan bir meseledir. Şiiler, Hz. Ali´nin Hz. Ebu Bekir´den önce müslüman olduğunu iddia etmekte; buna karşın Emevi-lerle Nasıbiler (Hz. Ali´ye ve evladına düşmanlık eden kimseler) Hz. Ebu Bekir´in Hz. Ali´den önce müslüman olduğunu savunmaktadırlar Bizim bu konuya girmemiz gereksizdir. Bu guruplardan herbiri sahabilerden bir kısmının kendi görüşlerini te´yid ettiklerini ileri sürmektedirler.Bizim görüşümüze göre, her ikisi de İslam´a ilk giren erkeklerdendir. Ebu Bekir o zamanlar olgun bir erkek olup kırk yaşına yaklaşmıştı. Hz. Ali ise on…