Arap Yarımadasının ilk risaletlere özgü bir yer olmasının sebebi nedir Neden İdris´in, Nuh´un, Hud´un, Salih´in ve İbrahim´in risaletlerine özgü bir mahal olmuştur İbrahim, Kabe-i Muazza-mayı inşa etmek üstünlüğüne sahip kılınmıştır. Şuayb peygamber de Arabistan beldelerinden biri olan Medyen´de risaletle görevlendirilmiştir. Musa peygambere gelen ilahi risalet nurunun kıvılcımları da Arabistan da parlamıştır. Sonra eziyet gören Yahudiler neden Arabistan´a göçmüşlerdir Bu sorulara üç şık içinde cevap vereceğiz: 1- Arap ülkeleri delilsiz ve kasıtlı hareket eden, insafı elden bırakıp gerçeklere yüz çeviren bazı kimselerin iddia ettikleri gibi, vahşi beldeler değildirler. Buralar saf zeka ve nefislerin beldesi-dir. Semaları nasıl saf ve temiz ise, nefis…
Yazar: admin
Allahu Teala risaleti nereye ve kime vereceğini; vahyi kimlere indireceğini ve yaratıklarından hangisinin risaleti halka tebliğ edeceğini seçen ve bilendir. Cenab-ı Allah risalet için Arap toprağım seçmişti. Çünkü bu diyar, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilen, kendilerine kuvvetle ilahi kitap verilen peygamberlerin getirmiş oldukları umumi risaletin diyarıdır. Çünkü Arap diyarında ibretler ve misaller vardır. İnsanı, üzerinde düşünmeye yöneltecek izler ve eserler vardır. Bu diyarlara başka kavimler tahakküm edemezler. Şer kuvvetleri buralara galip olamazlar. Araplar ilim bakımından geride bulunsalar bile, ruhi bakımdan bir eksiklik ve ayıpları yoktu. Nefisleri fesada sürükleyen hükümdarların, girdikleri beldelerin onurlu kimselerini zelil kılan Kralların zorla tatbik ettikleri zillet…
Arap Yanmadası´nın, ilk peygamberlik vatanı olduğu bilindiğine göre, Allah´ın dostu Hz. İbrahim´in, Irak ile Kenaniîer arasında dolaştıktan sonra, Arap beldelerine göç etmiş olduğu da bir gerçektir. Orada Allah´ın beyti olan Kabe´yi inşa etmiş, tevhid çağrısına icabet eden kimseleri görmüştür. “Doğrusu insanlara (mabed olarak) ilk kurulan ev Mekke´de olandır. Alemlere uğur, bereket ve hidayet kaynağı olarak kurulmuştur. Onda açık açık deliller, İbrahim´in makamı vardır. Ona giren güvenlik içinde olur” (Al-i İmran: 96-97) Mekke-i Mükerreme, Araplar arasında seçkin yeri olan bir şehirdir. Birçok sebeplerden dolayı Mekke, onların üstünlük kaynağı, toplantı yeri ve dil merkezleri olmuştur. Bu sebeplerin en önemlileri ve en belirgin…
Anlattığımız dini, milli, kültürel ve ticari maksatlar dolayısıyla Mekke-i Mükerreme, Arap emellerinin yöneldiği bir merkez olmuştur. Ancak onun kudsiyetinin vaktini ve Araplar arasındaki bu mertebeye yücelişini bilmemiz gerekmektedir. Çünkü bu şehirde doğup meydana çıkan peygamber efendimizin hayatını incelerken, bu konudan, onun uzak ve yakın geçmişiyle bağlantısından haberdar olmamız gerekmektedir. Mekke-i Mükerreme, Arap beldelerinin ortasında yeralan bir şehirdir. Yakut el- Hamevi “Mucem´ül- Buldan” adlı kitabında Mekke´nin konumundan bahsederken şöyle demiştir: Mekke-i Mükerreme, etrafı kurak ve çıplak dağlarla çevrili bir yerdir. Bu dağlar arasında onu çevreye bağlayan üç yol geçmektedir. Bunlardan biri Yemen´e. ikincisi, bir liman şehri olan Cidde´ye. Üçüncüsü de Medine´den…
İnsanlığın tarihinden bahseden tarih kitaplarından Mekke´de ve Kabe´de söz edilmektedir. Mekke ile Kabe, Yunanlıların tarihi kaynaklarında da geçmektedir. İskenderiyeli Batlamyos´un kitabında, Mekke´nin adı Maroya olarak geçmektedir. [1] Fakat Mekke´nin varlığı, M. O. 19. yüzyıla kadar uzanır. Batlamyos ise M. S. 2. yüzyılda Mekke´den söz etmiştir. Kitabında Mekke´den bahsederken, Mekke´nin o çağdan önce mevcut olduğuna uzaktan, ya da yakından herhangi bir işarette bulunmamıştır. Çünkü o, bulunan şeylerden söz etmektedir. Mekke´nin ne zaman mevcut olduğunu açıklamamıştır. Genel bir şekilde tarihçiler, Arap Yarımadası´nın batısında, içinde Mekke´nin bulunduğu mekanlardan ve Mekke´nin çevresindeki safa ile Merve, Arafat, Müzdelife ve Mina gibi yerlerden bahsetmişlerdir. Tarihçiler Arap…
Zaman ve Mekan:Mekke-i Mükerreme, ilahi risalet için seçilmiş bir yerdi. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, orası, Arap beldeleri arasında temayüz etmiş bir belde idi. Oranın kültürel mertebesinden bahsetmiştik. Mekke, arapların toplanıp biraraya geldikleri bir merkezdi. Mekke lilerin dili, Arapçanın en fasih lehçesiydi. Çünkü Arap şairleri, şiirlerim Kureyş lehçesiyle yazmaya özen gösterirlerdi. Mekkelilerin ve Kureyşlilerin dili fasih bir dil olduğundan dolayı çevredeki diğer beldelerin dilleri, halk dili gibi idi. Mekke, dini bir merkez niteliğini taşımaktaydı, insanlar oraya yönelir ve yeryüzünün her tarafından oraya akın akın gelirlerdi. Çarşı ve pazarlarında, getirdikleri malları satarlardı. Birbirlerine saygısızlık etmeden övünür ve birbirlerine baskın yapmadan…
Mekke-i Mükerreme, Allah´ın peygamberlerinin sonuncusu için en müsait bir yer olarak seçtiği bir mekandı. Mekke´nin, nübüvvetin zuhuruna müsait bir yer olduğunu insan aklı da idrak eder. Mekke´nin şeref ve yüceliğini insanlar tecrübeyle öğrenmişlerdir. Nübüvvet´e mekan olarak Mekke müsait olduğuna göre, zaman da insanlığı bir araya getirip doğru yola iletecek yeni bir dinin zuhuruna müsait hale gelmişti. Kalplerde inanç kalmamış, dünya yeni bir dine ve gökten gelecek bir hidayete muhtaç hale gelmişti. Çünkü insanlar bir fetret dönemi yaşamaktaydılar. Isa peygamberden sonra, o zamana kadar herhangi bir peygamber de gelmemişti. Semavi dinler tahrife uğramışlardı. O dinlere tabi olan kimseler yoldan sapmışlardı. Dinleri…
Bütün dünya, insanları İslah edecek, onlara kitabı ve hikmeti öğretecek, davetini kendisi adına başkalarına tebliğ edecek kimseleri doğru yola iletecek bir peygamberin gelmesini bekliyordu. Onun adına davetini başkalarına tebliğ edecek olanlar da gayba iman edecek, görmedikleri halde Allah´a iman eden ve dosdoğru yolda giden kimseler olacaktı. Bütün dünya böyle bir peygamberin gelmesini gözlemekteydi. İnsanlığa gelecek olan bu peygamberin zamanının yaklaştığı müjdeleniyordu. Bu müjdeler sadece peygamber efendimize yakın olan Yahudilerle Hıristiyanların kitaplarmda yer almıyordu. Aksine bunlardan daha önceki devirlere ait kitaplarda da peygamber efendimizin geleceğine dair müjdeler vardı. O kitaplarda peygamber efendimizin geleceği ve insanları tevhid inancına çağıracağı, her şeyi bilen,…
Muhammed (sav) Tevrat´ta da açık işaretlerle geçmiştir. Bu bahisler tağyir ve tebdile uğradığı halde, tamamen ortadan kalkmamıştı. Tevrat´ta onun peygamber olarak gönderileceğine dair açık belgeler mevcuttu. Yahudiler de kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi, evsafım okudukları için, onu tanırlardı. Peygamber olarak gönderilmezden önce, onun geleceğini bekler ve müşriklere karşı onunla yardım umarlardı. Fakat risaletle görevlendirildiğinde peygamberliğini inkar ettiler. Üstad Abdul- Hak, Muhammed (sav)´in peygamber olarak geleceği konusunda İbranice müjdeleri Arapça´ya tercüme ederek şöyle diyor: “Rab Sina´dan geldi. Onlar için bir ateş alevlendirdi. Bu ateş Faran dağlarından (Mekke çevresindeki dağlardan) parladı. Onbin ruhani ile birlikte geldi. Sağ tarafından da kendileri için şeriat…
Batısından doğusuna kadar dünyaya şöyle bir bakıldığında, bu fetret dönemi içinde insanlığın sapıklıktan kurtarılması için, dünyanın bir hidayetçiye muhtaç olduğu görülür. Felsefe, insanlara düzen verememişti. Çünkü felsefe her ne kadar uğraşsa ve havas tabakasını ikna etse de, halk tabakasının gönlünü doldura-maz ve kalbini tatmin edemez. Onları doğru yola iletemez. Felsefenin kendisi doğru yolda gitse bile hiç kimseye düzen veremez. Bu fetret döneminde inançlar da tahrif edilmişti. Yahudiler, Tevrat´ı asli manasının dışına saptırmışlardı. Allah´ın kendilerine emrettiği hükümlerin çoğunu unutmuşlardı. Bütün insanları kendilerinden aşağı derecede görüyorlardı. Kendilerinin Allah´ın benzersiz kulları olduklarım sanıyorlardı. Oysa Cenab-ı Allah, onları da diğer insanlar gibi yaratmıştı. Fakat…