Son Peygamber Hz. Muhammed Verdiği nimetlerden dolayı hamd Allah´a mahsustur. Yaptığı ikramlardan ötürü fazilet Allah´a mahsustur. Çünkü O, Muhammed (s.a.v)´i, hidayet ve hak din ile göndermekle, dini kemale erdirmiş ve ilahi risaleti tamamlamıştır. Bunu, İslamiyet´i bütün dinlere üstün kılmak için yapmıştır. Hidayeti tamamlamış, risaleti sonuca ulaştırmış, delilleri açıklamış, hakikat yolunu ortaya çıkarmış, güçlü ve yüksek İslam sancağım semalarda dalgalan-dırmıştır. Muhammed (s.a.v)´in sahabileri de Allah´ın kendilerine yüklediği sorumlulukları hakkıyla taşımışlardır. Çağrı görevini yerine getirip omuzlarındaki emaneti korumuşlar ve İslam´ın nurundan birer kıvılcım olmuşlardır. Muhammedi risaletin anlamından taşıdıkları kıvılcımlar sebebiyle Allah onlardan razı oldu ve insanlığa da rahmet etti. Resulullah´a Hitap Ey…
Yazar: admin
Miladın 5. yüzyılı ve onu izleyen devrelerde insanlık, kötülükler içinde çalkalanıyor, nefisler ıztırap ve sıkıntı içinde bocalıyordu. Hevesler her şeye hakim olmuş, insanlar gruplara ve fırkalara ayrılmıştı. Yürürlükte olan kanun, hakkın kuvvetliye verilmesi, kuvvetin de hak olması şeklinde cereyan etmekteydi. Fikirler darmadağınık hale gelmiş, sebepler kopup parçalanmıştı. İnsanoğlu fıtratının gerektirdiği görevleri kulak ardı etmiş, kuralları çiğnemiş, derleyici toparlayıcı olan insani bağlar çözülmüştü. Akıl, insanlar arasında hükmetmekten aciz kalmıştı. Hatta akıl, batılı revaçlandırmak için bir vesile edinilir olmuştu. Bu vesile ile hak geçersiz kılmıyordu. İbrahim, Musa ve İsa´dan sonra insanlara bırakılan nübüvvet mirası, oyuncak haline getirilmişti. Hz. Musa, İsa ve diğer…
Yunanlıiar´ı ve onlardan öncekileri bırakıp, İran´a ve daha Ötelere yöneldiğimizde, hayretler içinde kalırız. Başka felsefelerin de etkisi altında kalan Yunan felsefesinin çevresinde şu gerçekle karşılaşırız: Bu felsefe, insanların birbirleriyle olan ilişkilerini düzenlemeyi ve varlık probleminin aslım bazı vehim ve efsanelere dayanarak çözmeyi hedef edinmiştir. Örneğin Zerdüşt mezhebine mensup olanlar, kainatta biri iyilik, diğeri de kötülük tanrısı olmak üzere iki tanrı bulunduğuna ve bu ikisinin insan nefsi üzerinde ve kainat hususunda çekişmekte olduklarına inanırlardı. Şüphesiz bu inanç batıldı ve dini bir dayanağa istinat etmemekteydi. Ancak bu inancın, semavi bir dinin tahrifinden ibaret olduğu söylenebilir. Bu din de insanları, bir olan Allah´a…
İran´da yayılan bir diğer mezhep de, insan varlığım bütünüyle kötülükten ibaret gören ve bunun ortadan kalkmasına inanan Manizm´di. Bu inanç, insanları yokluğa davet eder. Bu nedenle de, insan neslinin türemesini önlemek için evlenmeyi yasaklar. Varlığı yeryüzünde bir lanet olan insanlık neslinin tükenmesini ister. Çünkü ona göre, insan nesli türediği müddetçe lanet de var olmaya devam edecektir. İnsanlığın babası Adem, işlediği günahla birlikte yeryüzüne indiği için, günah ve hata da, insanlık varolduğu sürece varlığını devam ettirecektir.
Şimdi de tahripçi bir mezhebe geliyoruz. Bu mezhep, insanlar arasındaki birlik bağlarını ve fazilet ilişkilerini kökünden çökerten ve İran´da yayılmış olan Mazdekçilik mezhebidir. Bunun temel görüşü, kadınları toplumun ortak malı sayması, dolayısıyla evlilik bağlarını ortadan kaldırmasıdır. Bu mezhebe göre evlenmek ve aile bağlarım kurmak diye bir şey yoktur. Kadınları bir eşyadan ibaret gören bu inanca göre, herkes neseplere ve soylara, gelecek olan çocuklara aldırış etmeksizin ve herhangi bir kayda bağlı kalmaksızın dilediği kadınla çiftleşebilir. Bunlara göre mülkiyet dokunulmazlığı da yoktur. Herhangi bir yasaya bağlı kalmaksızın mal ve mülk herkese mubahtır. İsteyen, dilediği maldan yararlanabilir. Kadınları ve malları herhangi bir kimseye…
İran´dan daha doğulara yöneldiğimizde, Hindistan´daki dinler ve mezheplerle karşılarşınz. Burada insanları farklı tabakalara ayıran ve sınıf esasına dayanan bir din görmekteyiz. Bu dine göre insanlar hak ve yükümlülükleri bakımından eşit değildirler. Aksine Brahmanizm, insanları ibadetleri ve Brahma´ya yakınlıkları nisbetinde sınıflara ayırmaktadır. En büyük ilahları Brahma´dır. Bu dine göre insanlar atadan oğula devredilen mesleklerine göre sınıflara ayrılırlar. Bunlara göre meslek, soy gibi değerlendirilmekte ve atadan oğula torunlara geçmektedir. Bunlar, insanları dört sınıfa ayırmışlardır: Birinci tabaka en yüksek sınıfı oluşturur. Din adamlarından ibaret olan ve dini hükümleri açıklayan bu sınıfa Brahmanlar sınıfı denir. Bunların tanrı Brahma´nın başından yaratıldığına inanılır. Bu sebeple, insanlar…
Şüphesiz hiçbir semavi din, insanlar arasında sınıflaşmayı ön-.görmez. Ama Brahmanizm, bu sınıf sistemini benimsemiştir. Bu din, İsa Peygamber1 den önce, Hindistan´da yayılmıştır. Kalıntıları hala mevcuttur. Her ne kadar bu dindeki sınıf sisteminin şiddeti bazan zamanın etkisiyle törpülenmişse de, halen mevcuttur. İnsanlar arasında eşitlik düşüncesinin yayılmasından sonra bu sistem, eski geçerliliğini koruyamamıştır. Ancak insanlar arasında eşitliğin sağlanması gerektiğini savunan düşünce ve uygulamalara rağmen, Brahmanizm´deki bu sınıf sistemi, varlığını, kısmen de olsa hala korumaktadır. Ebu Reyhan el-Biruni´nin sözlerinden anlaşıldığına göre, Brahmanizm´in semavi bir kökeni ve peygamberinin olması ihtimal dahilindedir. O, bu ihtimali iki delille kuvvetlendirmektedir. Bu delilleri şöyle ifade etmek mümkündür: 1-…
Biruni´nin ifadelerinin gösterdiği gibi, Brahmanlar´ın kitapları vardır. Bilinen en eski kitapları “Veda”dır. Tarihçiler bu kitabın hangi yüzyıla ait olduğunu kesin olarak tespit edememişlerdir. Ancak büyük bir tahmine göre bu kitap M.Ö. 15. yüzyılda mevcutmuş ve Ari ırkına mensup fatihlerle beraber varmış. Çünkü bu kitap onların dinlerinin aslını teşkil etmekteymiş. “Veda” kitabı bir tür şiirler manzumesidir. Onlara göre insanların sözleri ona denk ve benzer olamaz. Brahmanlar´ın çoğunluğu şöyle derler: “İnsanlar, ´Veda´ kitabının benzerini ortaya koymaktan acizdirler.” Binini, Brahmanlar´m havas tabakasımn şöyle dediklerini nakleder: Biz her ne kadar bu kitabın bir benzerim ortaya koyma gücüne sahip isek de bu, yasaklanmıştır. Böyle bir…
Brahmanizm´in tahrife uğramasından ve bu dinin akidesine göre, insanların sınıflara ayrılmasından sonra, bunların arasından, bu düzeni benimsemeyen ve gayrete gelen bir kimsenin çıkması kaçınılmaz hale gelmişti. Böyle biri ortaya çıktı. Bu kişi birinci sınıfta bulunup yüksek derecelere ulaşan Buda adındaki bir zattı. M. O. 560 yılında doğan Buda, sınıf sisteminin getirdiği meşakkatler altında ezilen insanlığın bela ve musibetini hafifletme çağrısında bulunuyordu. Buda, insanlığın çektiği zahmet ve meşakkatleri hafifletme yolunda, insanların ihtiyaçlarını hafifletmeyi ve nefisleri şehvetlere karşı frenlemeyi öneriyordu. Çünkü ona göre, insanı mutsuz eden şey, kişisel arzu ve isteklerdi. Madem ki, insamn çektiği azap sınır tanımayan arzulardan ve elinde bulunanlarla…
Hindistan´da doğan Budizm´in izleyicilerinin çoğu Hindistan´da değil, Çin´dedir. Putperestlik Hindistan´da olduğu gibi, oraya da geçmiş, ayrıca içine daha başka şeyler de ilave edilmiştir. Bu nedenle akıllar, doğru yol çizgisinin dışına çıkmışlardır.Budizm, Çin´e geçince, putperestlikle temayüz etmiş bir çevrede itibar gördü. Büyük ölçüde kanunlarıyla uyum sağlayan pratik ilkelerle imtizaç etti. Ama kuvvetli bir akideye dayanmadığı için, kalplerde iz bırakmadı. İnançtan yoksun kalplere yerleşen ilkeler, çok geçmeden unutulur giderler. Varlıklarını devam ettiremezler. Çin´de Konfüçyüs adındaki bir filozof Budizm´i benimsedi. Ancak medeni Budistler´in ilkelerine tutundu. Bunun mezhebi, kendisine tabi olunan bir din değil, propagandasını yaptığı bir reform niteliğini taşımaktaydı, Konfüçyüs´ün reformlarında bilimsel bir…