Evliyânın meşhurlarından Abdullah bin Menâzil (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: “İhtiyâcı olmayan bir şeye muhtâc gözüken, muhtâc olduğu bir şeyi kaybeder.”Tebe-i tâbiînin büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: “Âlimleri hafife alanların âhireti, ümerâyı hafife alanların dünyâsı, dostlarını hafife alanların mürüvveti yıkılır.” “Sâlih kimselerden olmadığım hâlde, sâlihleri severim. Kötü kimselerden daha aşağı olduğum halde, kötüleri sevmem.” Yine buyurdular ki: “Müstehabları yapmakta gevşek davranan, sünnetleri yapamaz. Sünnetleri yapmakta gevşek davranmak, farzların yapılmasını zorlaştırır. Farzlarda gevşek davranan da mârifete, Allahü teâlânın rızâsına kavuşamaz.” Evliyânın meşhurlarından ve Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerinden Abdullah-ı Ensârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Bedbahtlığın,…
Yazar: admin
Anadolu velîlerinden Himmet Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir vâzı sırasında İnsanların günahlardan sakınması gerektiğini anlatırken de şu beyti okudu: Mâsiyet yükünü aldın boynuna, Hiç ölüm korkusu gelmez aynına Felek birkaç arşın bezi eğnine, Yakasız don biçti haberin var mı Hindistan´da yetişen en büyük velî, âlim müceddid ve müctehid İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Ölmek, felâket değildir. Öldükten sonra, başına gelecekleri bilmemek felâkettir. Hindistan´da yetişen büyük velîlerden Mevlânâ Muhammed Sıddîk Keşmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ölüm hakkında buyurdular ki: Mısra´: “O ölüm ki, ona yaşama derim.” Gerçekten sonsuz hayat, ölüme bağlıdır. Ölüm, ebedî hayatın süsleyicisi, donatıcısıdır. Hayır, belki âb-ı hayâttır,…
Abdullah bin Menâzil, ulemâdan, büyük zat, Nişâbur´da yetişip, orada etti vefât. O, bir gün vâz ederken, buyurdu ki: (Ey insan! Hazırlan son nefese, deme daha var zaman. O “son nefes” dediğin, gelir bu gün, ya yârın, Şimdi ne hazırlarsan, işte o, senin kârın. Her nefesi alırken, âgâh ol, etme gaflet, Her birinin, son nefes olduğunu kabûl et. Her namazı kılarken, de ki: “Hiç belli olmaz, Bu, benim kılacağım, belki de en son namaz.” Her yemek yediğinde, de ki: “Bu, son yemeğim, Öbür öğüne kadar, belki gelir ecelim.” Her gece abdest alıp, girerken yatağına, De ki: “Belki ölürüm ve çıkamam yarına.”)…
Abdullah Hasîb Yardımcı (rahmetullahi teâlâ aleyh) Peygamber efendimiz için söylediği şiirlerinden: ŞEFÂAT YÂ RESÛLALLAH! Bana evvelce gösterdin senin ol gül cemâlini Kulağıma işittirdin dahi şirin mekâlini Sonunda perdeyi çektin esirgedin visâlini Hasîb´in maksâdı ancak teşerrüftür cemâlinle Senin dîdârına geldi şefâat yâ Resûlallah! Giderse Cennet´e ahbâbu yârânım Beni nâra sokarsa cürm ü isyânım Dökülür yaşlarım hâke, çıkar eflâke efgânım Hasîb´in başlıca arzûsu Cemâlullahı görmektir Sana yalvarmaya geldi şefâat yâ Resûlallah! Ali Gâlib Vasfî Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin Vasfî mahlasıyla söylediği na´t-ı şerîflerden birisi şöyledir: Bilâşek hâk-i pâyin kimyâdır yâ Resûlallah Uyûn-ı âşıkâna tûtiyâdır yâ Resûlallah. (Yâ Resûlallah, şüphesiz senin temiz…
Evliyânın meşhurlarından ve Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerinden Abdullah-ı Ensârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri şöyle buyurdular: “Allahü teâlâ, kendi rızâsını istiyenlerin yardımcısıdır.” Şakîk-i Belhî hazretleri anlattı: Abdülazîz bin Ebû Revvâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin yirmi sene gözleri görmemişti. Onun için, bu kadar sene çoluk çocuğunu göremedi. Bir gün oğlu kendi kendine dü- şünüp, bu duruma içerleyerek; “Babacığım! Senin gözlerinin görmeme- sine çok üzülüyorum.” deyince, Abdülazîz hazretleri; “Oğlum! Ben Allahü teâlâdan gelene râzıyım.” cevabını vermiştir. Büyük velîlerinden Ahmed bin Mesrûk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri her halinde Allahü teâlânın rızâsını düşünür, O´nun için olmayan sevgiyi öldürücü zehir bilirdi. Talebelerine; “Bir kimse Allahü…
Ahmed Amiş Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, rızk ile ilgili olarak soru soran birine; “En âlâ rızık mânevî rızıktır. Dünyâda eşini bulamaz, işini bilemezsen rahat edemezsin.” demişti.Velîlerin büyüklerinden ve Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Hanbelî mezhebinin imâmı Ahmed bin Hanbel (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine “Her gün sabahtan akşama kadar câmide ibâdet edip, Allahü teâlâ benim rızkımı nereden olsa gönderir, diyen bir kimse nasıl bir adamdır ” diye sorulduğunda; “Bu kimse câhildir. İslâmiyetten haberi yoktur. Çünkü, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Allahü teâlâ benim rızkımı süngümün ucuna koymuştur.” Yâni rızkım cihâd ile gelmektedir.” buyurdular. Evliyânın büyüklerinden…
Her devirde bulunan, fakat herkesçe tanınıp bilinmeyen ve görül- meyen, Allahü teâlânın emirlerine tam olarak uyan mübârek, büyük zâtlar, ricâl-i gayb adıyla isimlendirilmektedir. İmâm-ı Rabbânî, Nûr Muhammed Püntî´nin ricâl-i gaybden olduğunu söylemektedir. (E. Ans. c.1, s. 14) Şam Velîlerinden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden Aysâvî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri´nin beldesinde, vazîfesi, hamur yoğurup ekmek yapmak olan bir kimse vardı. Bu kimse bir gün, hamurunu yoğurdu ve ekmek yaptı. Sonra câmiye geldi. Abdest aldı. Öğle namazı vakti idi. Namazını kıldı. İkindiyi de kılıp gitmek istedi. İkindi namazının vaktinin girmesini beklemek üzere bir köşeye çekilip oturdu. Yorgun olduğu için uyuyakaldı. Seher vaktine…
Lügatte açmak, gizli bir şeyi bulmak, ortaya çıkarmak, kapalı şeyin yüzünden örtüyü kaldırmak mânâlarına gelen keşf kelimesi, evliyânın, his ve akılla anlaşılmayan şeyleri, kalplerine gelen ilhâm yoluyla bilmeleri demektir. Abdülganî Nablüsî, evliyâya hâsıl olan keşiflerin ve herkesin gördüğü rüyâların, bir şeyin misâlinin, benzerinin hayâl aynasında görünmesi olduğunu, uykuda iken olursa, rüyâ dendiğini, uyanık iken olunca keşf olarak isimlendirildiğini ifâde etmiş, hayâl aynası ne kadar çok saf, temiz ise, keşf ve rüyânın o kadar doğru ve güvenilir olacağını belirtmiştir. (E. Ans. c.1, s. 19) İmâm-ı Rabbânî, evliyânın keşfinde hatâ etmesi, yanılmasının, müctehidlerin ictihâdda yanılması gibi olduğunu, bunun kusûr sayılmayacağını, bundan dolayı…
Şam´da yetişen büyük velîlerden Ebû Süleymân Dârânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “En zor, ama en makbûl şey sabırdır. Sabır, iki kısımdır. Birincisi, Allahü teâlânın yapmamızı emrettiği, fakat nefsimizin istemediği ibâdetleri yapmaya devâm etmekte sabretmek, ikincisi ise, Allahü teâlânın yapmamızı yasak ettiği, fakat nefsimizin hoşuna giden şeyleri yapmamaya devâm etmekteki sabırdır.” Büyük velîlerden Ebü´l-Hayr el-Akta (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir zaman talebelerine şöyle anlattı: “Sakın Allahü teâlâdan sabır istemeyin. Lütfunu isteyin. Lütuf, sabır acılığını tatmaktan iyidir. Çünkü sabır, bizim gibilere güç gelir.” Bundan sonra hazret-i Zekeriyyâ´nın kıssasını anlattı: “Zekeriyyâ aleyhisselâm yahûdîlerden kaçarken, bir ağacın yanından geçti. Ağaç dile gelip, gel yâ…
Mısır evliyâsından Ali Havâs Berlisî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri bir fakîrin, “Allah için eski bir elbise, Allah için ufak bir şey, Allah için az döküntü hurma, Allah için yeni bir şey verin!” diye seslendiğini duyduğu zaman, o fakîrin üstünde bulunan eski elbiseleri çıkarır, ona yeni elbise giydirir ve şöyle derdi: “Ben bu kişinin bu şekilde feryâdını, yâni Allah için şunu bunu verin diye seslendiğini duyunca, utancımdan etlerimin eridiğini hissettim. Şâyet bu kimse üstümdeki şeyleri isteseydi, hepsini ona verirdim. O ânda duyduğum tadı kimse duyamaz.” Endülüs evliyâsının büyüklerinden, kırâat ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi Ebü´l-Abbâs ibn-i Ârif (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin…